Trump’ın beklediği müjde 16 Kasım Perşembe günü geldi: Uluslararası
Takas ve Türevler Birliği (ISDA) Venezuela’nın ve petrol kuruluşu
PDVSA’nın temerrüt içinde olduğunu ilan etti. ISDA’nın yürütme kurulunda
J.P. Morgan, Goldman Sachs gibi dev bankalar yanında, Elliot Management
benzeri “hedge fonlar”da bulunuyor. Kararın 15-0 oybirliğiyle alındığı Batı medyasında davul zurnayla ilan edildi.
Akbaba Singer yine devrede
Belki Elliot “markasına” Arjantin macerasından aşina olanlarınız vardır. İsterseniz kısaca hatırlatalım: Bu “akbaba fonun” kurucusu Paul Singer, Cumhuriyetçi Parti’ye büyük bağışlarda bulunan, gözünü dolar hırsı bürümüş bir spekülatör. Arjantin’in dış borçlarını ikinci piyasadan büyük iskontolarla topluyor. Sonra dış borç müzakerelerinde alınan “kolektif” uzlaşma metinini tanımıyarak, bir ABD mahkemesine, pazarlık sonucu üzerine anlaşılan ödemelerin durdurulması kararını aldırıyor. Böylelikle Devlet Başkanı Cristina Kirchner’in zor duruma düşmesine katkıda bulunuyor. Akabinde gerçekleşen seçimlerde sağcı iş adamı Mauricio Macri başkanlık makamına oturunca, Singer’in hizmetlerini karşılıksız bırakmıyor. Elliot’un da aralarında bulunduğu 4 akbaba fona bol keseden 4.65 milyar dolarlık ödeme yapıyor. Sonuçta, Sorosvari bir “politik mühendislik” manevrası, milyarlarca dolarlık kârlarla mükâfatlandırılıyor. Venezuela’ya karşı da benzer bir tertip tezgahlandığı anlaşılıyor. Mevzu biraz teknik ayrıntılar içeriyor ama, açmaya çalışalım: ISDA’nın kararı, CDS diye kısaltılan “Kredi Temerrüt Takasları”nın aciliyet kazanmasına olanak tanıyor. Büyük Açık (The Big Short) filmine de konu olmuş bu türev enstrüman, bir kredi alacağı bulunan veya portföyünde bir ülke/şirket tahvili yer alan, dolayısıyla kredi riskine, yani alacağın ödenmeme ihtimaline karşı önlem geliştirmek isteyen yatırımcıya, bir sigorta primi karşılığında “koruma” sağlıyor. Borçların ana para ve faizlerinin ödenmesinde aksaklık meydana gelirse, CDS gibi türev ürünlerin meslek kuruluşu ISDA’nın “temerrüt” sinyalini çakmasıyla birlikte, alacaklının sigorta yapan kuruluşa rücu ederek, ödeme talebinde bulunma hakkı doğuyor.
CDS ne demektir?
Ülkeler bazında risk algılaması artınca, CDS primi de fırlıyor. Örneğin, 16 Kasım itibarıyla Türkiye’nin 5 yıllık tahvillerinin CDS primi 209 puan iken, Brezilya’nın 179, Polonya’nın 56, Meksika’nın 112 puandı. Diğer bir ifadeyle, söz konusu ülkeler arasında Türkiye en riskli kabul ediliyordu. Özetle, senede 2.09 cent prim ödeyen, Türkiye’den 1 dolar alacağını sigortalayabiliyor. Haliyle Venezuela’nın CDS fiyatları arş-ı alaya yükselmiş durumda. Ülkenin 1 dolarlık borcu, ikincil piyasadan daha Ekim sonunda 38 centten işlem görürken, bugün 26 cent civarından satın almak mümkün. Paul Singer gibilerin Arjantin’de olduğu gibi, bir yandan Venezuela’nın borçlarını 26 cent gibi iskontolu fiyattan kapatıp, diğer yandan da Caracas’ta bir rejim değişikliği tezgahladıklarını tahmin etmek güç değil. Her ne kadar Singer, gurusu Soros’un yolunda “kapitalist küreselleşmeci” de olsa, bu nedenle Trump’ın “milliyetçi” politikalarıyla yıldızı barışmasa da, Venezuela konusunda iki New Yorklunun hem fikir oldukları anlaşılıyor.
Pembe dalganın sonu mu?
Venezuela, Latin Amerika’da yükselen “pembe dalganın” sonlandırılmasında, diğer bir ifadeyle seçim yoluyla gelen, sosyalist olmasa da halkçı politikalar izleyen hükümetlerin devrilmesinde kilit ülke. Özellikle, Bolivya ve Ekvator’la birlikte Chavez liderliğinde “iyilik eksenini” oluşturan, “Bolivar Devriminin” merkez ülkesinin diz çöktürülmesi, “Latin Amerika’nın tekrar ABD’nin arka bahçesi haline getirilmesi ve Küba’nın kuşatılması” stratejisi açısından sembolik önem taşıyor. Venezuela, jeopolitik fay hatlarının da kesişim noktalarından biri. Trump, Maduro’yu diktatör diye yaftalarken, Çin ile Rusya başkanın arkasında duruyor. Rusya geçen hafta 1.35 milyar dolar alacağının yeniden yapılandırıldığını ilan ederken, diğer alacaklı Çin de bir sorun yaşanmadığını açıkladı.
Çifte standardın daniskası
Belki söylemeye bile gerek yok ama, aynı Trump’ın, Suudi veliahtı Salman’ı “radikal” icraatlarından ötürü “cesur yürek” ilan ederken, daha bir ay önce eyalet seçimlerinden zaferle çıkan Maduro’ya “diktatör” diye hitap etmesindeki çifte standart çok bariz. 15 Ekim’deki seçimlerde, Maduro’nun partisi sosyalist PSUV, gözlemcilerin de itiraz edemeyecekleri bir zaferle, 23 eyaletin 18’ini kazanmıştı. Venezuela ekonomisinin çok sıkıntılı bir dönemden geçtiği ortada. Enflasyon yüzde 1000’i aşmış durumda. Başta gıda ve ilaç bir çok temel ihtiyaç maddesinin temininde güçlükle karşılaşılıyor, karaborsa bir türlü önlenemiyor. ABD’nin uyguladığı gaddarca ambargo, ülkede yaşam standartlarını giderek aşağı çekiyor. İşte böyle sıkıntılı bir kavşakta, muhalefetin sürekli daha sıkı ekonomik yaptırımlar talep etmesi, emperyalizmin güdümünde hareket ettikleri izlenimini güçlendirdi, seçimlerde bu Amerikancı imaj geri tepti. Ayrıca, gıda dağıtım komitelerinin iyi örgütlenmesi; petrol fiyatlarında hazirandan bu yana gözlemlenen düzelmenin, üretimdeki düşüşe karşın ihracat gelirlerini yukarı çekmesi de, hükümete şimdilik biraz nefes aldırmış görünüyor.
Maduro’nun stratejisi doğru mu?
Halkı ciddi sıkıntılara soktuğu için, dış borçların servisine mutlak öncelik veren yaklaşımın eleştiriye açık olduğunu vurgulayalım. Ne var ki Venezuela Devlet Başkanı Maduro, ne pahasına olursa olsun ülkenin dış borçlarını temerrüde düşmeden yeniden yapılandırmak istiyor. Çünkü temerrüdün ortaya çıkması halinde, Venezuela’nın yurtdışı limanlardaki tankerlerine ve rafinerilerine el konulup, ülkenin elinin kolunun “domuz bağıyla” bağlanmasıyla, şartların daha da ağırlaşacağını düşünüyor. ABD, Venezuela adına borç görüşmelerini yürüten Başkan Yardımcısı Tarık el Assami’yi “uyuşturucu kaçakçılığı” ve Ekonomi Bakanı Simon Zerpa’yı “yolsuzluk ve demokrasi karşıtlığı” gibi düzmece iddialarla suçlayarak görüşmeleri baltalıyor. Tüm bu gelişmelere karşın, 60 milyar dolarlık tahvil alacaklıları, ISDA’nın “temerrüt” ilanına rağbet etmek yerine, şimdilik pazarlığı sürdürmenin maddi çıkarları açısından daha avantajlı olduğu kanaatindeler.
Türkiye bu duruma 3 ay dayanamaz
ABD’nin Venezuella’ya uyguladığı hukuksuz yaptırımlar, “roll over” denilen, bir ülkenin vadesi gelen borçlarını yenilemesini engelliyor. Örneğin Türkiye’nin dış borçları 432 milyar dolar, önümüzdeki 1 yılda yenilemesi gereken borç ise, en son açıklanan Eylül 2017 rakamlarıyla 170 milyar dolar. Eğer dış borçlarını yenileyemezse, altın stokuyla birlikte brüt 120 milyar dolarlık mevcut döviz rezervleriyle, Türkiye üç-dört ay bile dayanamaz. Venezuela’nın ise 140 milyar dolar dış borcu, Rusya ve Çin gibi çözüme yatkın alacaklıları bulunuyor. Burada, Çin ve Rusya’nın Maduro yönetimiyle işbirliği içinde görülmekle birlikte, Batı emperyalizmiyle jeopolitik rekabetin yanı sıra, dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip bu ülkenin doğal kaynakları üzerinde kontrolü artırmak için devrede bulunduklarının altını çizelim. ABD ise, rejimi darbe dahil her yolu mubah kabul ederek devirmek, Venezuela petrolünün tek egemeni olmak istiyor. Her fırsatta “düğmeye basıldı”, “dış güçlerin oyunu devreye girdi” diye feryat figan eden RTE ve yandaşlarının, Venezuela’ya bakıp, sahici “dış müdahale” nasıl olurmuş öğrenmelerinde fayda var.
Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN
Akbaba Singer yine devrede
Belki Elliot “markasına” Arjantin macerasından aşina olanlarınız vardır. İsterseniz kısaca hatırlatalım: Bu “akbaba fonun” kurucusu Paul Singer, Cumhuriyetçi Parti’ye büyük bağışlarda bulunan, gözünü dolar hırsı bürümüş bir spekülatör. Arjantin’in dış borçlarını ikinci piyasadan büyük iskontolarla topluyor. Sonra dış borç müzakerelerinde alınan “kolektif” uzlaşma metinini tanımıyarak, bir ABD mahkemesine, pazarlık sonucu üzerine anlaşılan ödemelerin durdurulması kararını aldırıyor. Böylelikle Devlet Başkanı Cristina Kirchner’in zor duruma düşmesine katkıda bulunuyor. Akabinde gerçekleşen seçimlerde sağcı iş adamı Mauricio Macri başkanlık makamına oturunca, Singer’in hizmetlerini karşılıksız bırakmıyor. Elliot’un da aralarında bulunduğu 4 akbaba fona bol keseden 4.65 milyar dolarlık ödeme yapıyor. Sonuçta, Sorosvari bir “politik mühendislik” manevrası, milyarlarca dolarlık kârlarla mükâfatlandırılıyor. Venezuela’ya karşı da benzer bir tertip tezgahlandığı anlaşılıyor. Mevzu biraz teknik ayrıntılar içeriyor ama, açmaya çalışalım: ISDA’nın kararı, CDS diye kısaltılan “Kredi Temerrüt Takasları”nın aciliyet kazanmasına olanak tanıyor. Büyük Açık (The Big Short) filmine de konu olmuş bu türev enstrüman, bir kredi alacağı bulunan veya portföyünde bir ülke/şirket tahvili yer alan, dolayısıyla kredi riskine, yani alacağın ödenmeme ihtimaline karşı önlem geliştirmek isteyen yatırımcıya, bir sigorta primi karşılığında “koruma” sağlıyor. Borçların ana para ve faizlerinin ödenmesinde aksaklık meydana gelirse, CDS gibi türev ürünlerin meslek kuruluşu ISDA’nın “temerrüt” sinyalini çakmasıyla birlikte, alacaklının sigorta yapan kuruluşa rücu ederek, ödeme talebinde bulunma hakkı doğuyor.
CDS ne demektir?
Ülkeler bazında risk algılaması artınca, CDS primi de fırlıyor. Örneğin, 16 Kasım itibarıyla Türkiye’nin 5 yıllık tahvillerinin CDS primi 209 puan iken, Brezilya’nın 179, Polonya’nın 56, Meksika’nın 112 puandı. Diğer bir ifadeyle, söz konusu ülkeler arasında Türkiye en riskli kabul ediliyordu. Özetle, senede 2.09 cent prim ödeyen, Türkiye’den 1 dolar alacağını sigortalayabiliyor. Haliyle Venezuela’nın CDS fiyatları arş-ı alaya yükselmiş durumda. Ülkenin 1 dolarlık borcu, ikincil piyasadan daha Ekim sonunda 38 centten işlem görürken, bugün 26 cent civarından satın almak mümkün. Paul Singer gibilerin Arjantin’de olduğu gibi, bir yandan Venezuela’nın borçlarını 26 cent gibi iskontolu fiyattan kapatıp, diğer yandan da Caracas’ta bir rejim değişikliği tezgahladıklarını tahmin etmek güç değil. Her ne kadar Singer, gurusu Soros’un yolunda “kapitalist küreselleşmeci” de olsa, bu nedenle Trump’ın “milliyetçi” politikalarıyla yıldızı barışmasa da, Venezuela konusunda iki New Yorklunun hem fikir oldukları anlaşılıyor.
Pembe dalganın sonu mu?
Venezuela, Latin Amerika’da yükselen “pembe dalganın” sonlandırılmasında, diğer bir ifadeyle seçim yoluyla gelen, sosyalist olmasa da halkçı politikalar izleyen hükümetlerin devrilmesinde kilit ülke. Özellikle, Bolivya ve Ekvator’la birlikte Chavez liderliğinde “iyilik eksenini” oluşturan, “Bolivar Devriminin” merkez ülkesinin diz çöktürülmesi, “Latin Amerika’nın tekrar ABD’nin arka bahçesi haline getirilmesi ve Küba’nın kuşatılması” stratejisi açısından sembolik önem taşıyor. Venezuela, jeopolitik fay hatlarının da kesişim noktalarından biri. Trump, Maduro’yu diktatör diye yaftalarken, Çin ile Rusya başkanın arkasında duruyor. Rusya geçen hafta 1.35 milyar dolar alacağının yeniden yapılandırıldığını ilan ederken, diğer alacaklı Çin de bir sorun yaşanmadığını açıkladı.
Çifte standardın daniskası
Belki söylemeye bile gerek yok ama, aynı Trump’ın, Suudi veliahtı Salman’ı “radikal” icraatlarından ötürü “cesur yürek” ilan ederken, daha bir ay önce eyalet seçimlerinden zaferle çıkan Maduro’ya “diktatör” diye hitap etmesindeki çifte standart çok bariz. 15 Ekim’deki seçimlerde, Maduro’nun partisi sosyalist PSUV, gözlemcilerin de itiraz edemeyecekleri bir zaferle, 23 eyaletin 18’ini kazanmıştı. Venezuela ekonomisinin çok sıkıntılı bir dönemden geçtiği ortada. Enflasyon yüzde 1000’i aşmış durumda. Başta gıda ve ilaç bir çok temel ihtiyaç maddesinin temininde güçlükle karşılaşılıyor, karaborsa bir türlü önlenemiyor. ABD’nin uyguladığı gaddarca ambargo, ülkede yaşam standartlarını giderek aşağı çekiyor. İşte böyle sıkıntılı bir kavşakta, muhalefetin sürekli daha sıkı ekonomik yaptırımlar talep etmesi, emperyalizmin güdümünde hareket ettikleri izlenimini güçlendirdi, seçimlerde bu Amerikancı imaj geri tepti. Ayrıca, gıda dağıtım komitelerinin iyi örgütlenmesi; petrol fiyatlarında hazirandan bu yana gözlemlenen düzelmenin, üretimdeki düşüşe karşın ihracat gelirlerini yukarı çekmesi de, hükümete şimdilik biraz nefes aldırmış görünüyor.
Maduro’nun stratejisi doğru mu?
Halkı ciddi sıkıntılara soktuğu için, dış borçların servisine mutlak öncelik veren yaklaşımın eleştiriye açık olduğunu vurgulayalım. Ne var ki Venezuela Devlet Başkanı Maduro, ne pahasına olursa olsun ülkenin dış borçlarını temerrüde düşmeden yeniden yapılandırmak istiyor. Çünkü temerrüdün ortaya çıkması halinde, Venezuela’nın yurtdışı limanlardaki tankerlerine ve rafinerilerine el konulup, ülkenin elinin kolunun “domuz bağıyla” bağlanmasıyla, şartların daha da ağırlaşacağını düşünüyor. ABD, Venezuela adına borç görüşmelerini yürüten Başkan Yardımcısı Tarık el Assami’yi “uyuşturucu kaçakçılığı” ve Ekonomi Bakanı Simon Zerpa’yı “yolsuzluk ve demokrasi karşıtlığı” gibi düzmece iddialarla suçlayarak görüşmeleri baltalıyor. Tüm bu gelişmelere karşın, 60 milyar dolarlık tahvil alacaklıları, ISDA’nın “temerrüt” ilanına rağbet etmek yerine, şimdilik pazarlığı sürdürmenin maddi çıkarları açısından daha avantajlı olduğu kanaatindeler.
Türkiye bu duruma 3 ay dayanamaz
ABD’nin Venezuella’ya uyguladığı hukuksuz yaptırımlar, “roll over” denilen, bir ülkenin vadesi gelen borçlarını yenilemesini engelliyor. Örneğin Türkiye’nin dış borçları 432 milyar dolar, önümüzdeki 1 yılda yenilemesi gereken borç ise, en son açıklanan Eylül 2017 rakamlarıyla 170 milyar dolar. Eğer dış borçlarını yenileyemezse, altın stokuyla birlikte brüt 120 milyar dolarlık mevcut döviz rezervleriyle, Türkiye üç-dört ay bile dayanamaz. Venezuela’nın ise 140 milyar dolar dış borcu, Rusya ve Çin gibi çözüme yatkın alacaklıları bulunuyor. Burada, Çin ve Rusya’nın Maduro yönetimiyle işbirliği içinde görülmekle birlikte, Batı emperyalizmiyle jeopolitik rekabetin yanı sıra, dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip bu ülkenin doğal kaynakları üzerinde kontrolü artırmak için devrede bulunduklarının altını çizelim. ABD ise, rejimi darbe dahil her yolu mubah kabul ederek devirmek, Venezuela petrolünün tek egemeni olmak istiyor. Her fırsatta “düğmeye basıldı”, “dış güçlerin oyunu devreye girdi” diye feryat figan eden RTE ve yandaşlarının, Venezuela’ya bakıp, sahici “dış müdahale” nasıl olurmuş öğrenmelerinde fayda var.
Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN