Başlığı oluşturan konular, “3 Mart” günü ülke çapında ele alınmasına karşın yine değinilmesinin nedeni, ülkemizin gündeminden hiç düşmeyen “yaşamsal olaylar”ın temelinde, şöyle veya böyle, yer almalarıdır.
Bilmem ki anımsar mıyız, “2009” yılında, İstanbul Söğütlüçeşme Metrosu’nun açılış töreninde yer alan, “Son Osmanlı Padişahı Birinci Tayyip Erdoğan!” yazılı dev afişi?
Oysa, Erdoğan’ın hedefinin, yalnızca “Padişah” olmakla sınırlı kalmadığı bilinir; dolaysiyle şöyle biraz gerilere uzanalım.
Yedi yüzyıllık Osmanlı Devleti’nin ilk iki yüzyılında, yönetimin başında olandan “Padişah” ya da “Sultan” diyerek; “Yavuz Sultan Selim”in Mısır Seferin’den (1517) sonra da “Halife Sultan”, daha sonra da yalnızca “Halife” olarak söz edilir.
Demek ilk öne “Padişah”, ardından “Halife” olmak durumu var tarihsel sürece göre, metronun açılışında “Padişah” olunca, sıra “Halife(!)” olmasına gelmişti; bunu da “Papa”yı ziyaretinde -bir bakıma- denedi, “Müslümanların Başı” olduğu söylemiyle.
Böylece, “Halifelik Kurumu”nda yer alan- Halife olmazdan önce gelen “Emir-ül-Müminin Rütbesini” de, Türkçe olarak ortaya koyuverdi...
Ve değerli dostlar, kutlanan “3 Mart”, tam olarak “3 Mart 1924”, bundan dört ay önce ilan edilmiş “Cumhuriyet”in yapısını, nitemini belirleyecek “Sekiz Devrim Yasası”nın ilkinin ilan edildiği gündü.
Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) adını alan bu ilk yasa da, kendi içinde “üç yasa”dan oluşur; birincisi, “Şeriyye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılmasına Dair Kanun”dur ki, anlamı, dolaysiyle düzenlediği alan, “... halkın dünyaya ait işlerinin görülüp çözüme bağlanması- Meclis’in koyacağı- yasalarla olur; yüce İslam dininin inanca ve ibadete ilişkin kurallarının ve işlerinin yürütülmesi, dinsel kurumların yönetimi ise yeni kurulacak ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’na aittir” diye belirtilir.
Böylece bu yasa maddesiyle “Cumhuriyet” yönetiminin “laik yapısı”, “laik nitemi” ortaya konuyordu.
Peki, günümüzün “Diyanet”i, bu görev belirlemesine uyuyor mu? Bu soruya olumlu bir yanıt verilebilir mi? Yalnızca “Nikâh” konusu yeter, “Diyanet”in ne denli görev dışına çıkarıldığı...
Oysa “94” yıl önce, “Şeriyye ve Evkaf Vekâleti”nin kaldırılmasını Meclis’e öneren Siirt Milletvekili Halil Hulki Efendi halkını temsil ettiği “Siirt ilinin Müftüsü”ydü, yani bir “din adamı”ydı...
Atatürk’ün, iki gün önce, TBMM’yi açış konuşmasında vurguladığı: “Müslümanlığı, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere, bir siyasa aracı olarak kullanılmaktan kurtarmanın ve yüceltmenin çok gerekli olduğu gerçeğini saptamış bulunuyoruz” içerikli uyarısının anlamını, dönemin birçok aydınından ve politikacısından daha iyi kavramış ve İslam dinini de koruyacak bu yasayı Meclis’e önermişti.
Bu aydın din adamının, art arda gelecek öteki “Devrim Yasaları”nın “Meclis”e önerilmesinde de imzası vardır; altı dönem milletvekilliği yapan Halil Hulki Efendi, “Soyadı Yasası” ile kendine yaraşan bir soyadı alır, “Halil Hulki Aydın” olur.
“3 Mart 1924” günü Meclis’te konuşulması beklenen 3. yasa önergesinde yer alan, “Hilafet’in İlgası (Kaldırılması)”na gelince, bu yasa tasarısı üzerine konuşanlar arasında İzmir Milletvekili olan Adalet Bakanı Seyit Bey de vardır; kendisi dönemin İslam dünyasında tanınan, sayılan “Din ve Şeriat Hukuku” bilginlerindendir.
Seyit Bey, konuşmasının bir yerinde: “Şeriat’a göre ‘hilafet’ten maksad hükümettir, adalete dayanan bir hükümet kurmaktır; hükmetmenin yöntemi de ‘meşveret’tir. Biz de burada hükümetimizi ‘meşveret’ esası üzerine tesis ettik, toplanıp konuşup müzakere ediyoruz; öyleyse daha ne istiyoruz? Başımızda heyülâ gibi bir ‘Halife’ bulundurmanın ne anlamı vardır?” diyerek, “Hilafet”in ne demek olduğunu açık seçik ortaya koyar. Uzun uzun tartışılırsa da, yapılan oylama sonunda, Hilafet’in kaldırılması kabul edilir.
Ve ancak bu ilk “Devrim Yasası”nın kabulü ile oluşturulan temel üzerinde, birer birer yükselecekti öteki yedi yasa. Böyle de oldu.
Bugünse, “laik, demokratik hukuk devleti”ni adım adım oluşturan bu dönem, Emine Erdoğan tarafından “Enkaz” olarak; bu dönemin önderleri Atatürk ve İnönü de, TC Devleti’nin tepesindeki R.T. Erdoğan’ca, “iki ayyaş” olarak adlandırılıyor...
Son kararı “Tarih” verecektir; hem de pek yakında sanırım...
Bugün Silivri’deyiz, Cumhuriyet davasında...
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET
Bilmem ki anımsar mıyız, “2009” yılında, İstanbul Söğütlüçeşme Metrosu’nun açılış töreninde yer alan, “Son Osmanlı Padişahı Birinci Tayyip Erdoğan!” yazılı dev afişi?
Oysa, Erdoğan’ın hedefinin, yalnızca “Padişah” olmakla sınırlı kalmadığı bilinir; dolaysiyle şöyle biraz gerilere uzanalım.
Yedi yüzyıllık Osmanlı Devleti’nin ilk iki yüzyılında, yönetimin başında olandan “Padişah” ya da “Sultan” diyerek; “Yavuz Sultan Selim”in Mısır Seferin’den (1517) sonra da “Halife Sultan”, daha sonra da yalnızca “Halife” olarak söz edilir.
Demek ilk öne “Padişah”, ardından “Halife” olmak durumu var tarihsel sürece göre, metronun açılışında “Padişah” olunca, sıra “Halife(!)” olmasına gelmişti; bunu da “Papa”yı ziyaretinde -bir bakıma- denedi, “Müslümanların Başı” olduğu söylemiyle.
Böylece, “Halifelik Kurumu”nda yer alan- Halife olmazdan önce gelen “Emir-ül-Müminin Rütbesini” de, Türkçe olarak ortaya koyuverdi...
Ve değerli dostlar, kutlanan “3 Mart”, tam olarak “3 Mart 1924”, bundan dört ay önce ilan edilmiş “Cumhuriyet”in yapısını, nitemini belirleyecek “Sekiz Devrim Yasası”nın ilkinin ilan edildiği gündü.
Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) adını alan bu ilk yasa da, kendi içinde “üç yasa”dan oluşur; birincisi, “Şeriyye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılmasına Dair Kanun”dur ki, anlamı, dolaysiyle düzenlediği alan, “... halkın dünyaya ait işlerinin görülüp çözüme bağlanması- Meclis’in koyacağı- yasalarla olur; yüce İslam dininin inanca ve ibadete ilişkin kurallarının ve işlerinin yürütülmesi, dinsel kurumların yönetimi ise yeni kurulacak ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’na aittir” diye belirtilir.
Böylece bu yasa maddesiyle “Cumhuriyet” yönetiminin “laik yapısı”, “laik nitemi” ortaya konuyordu.
Peki, günümüzün “Diyanet”i, bu görev belirlemesine uyuyor mu? Bu soruya olumlu bir yanıt verilebilir mi? Yalnızca “Nikâh” konusu yeter, “Diyanet”in ne denli görev dışına çıkarıldığı...
Oysa “94” yıl önce, “Şeriyye ve Evkaf Vekâleti”nin kaldırılmasını Meclis’e öneren Siirt Milletvekili Halil Hulki Efendi halkını temsil ettiği “Siirt ilinin Müftüsü”ydü, yani bir “din adamı”ydı...
Atatürk’ün, iki gün önce, TBMM’yi açış konuşmasında vurguladığı: “Müslümanlığı, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere, bir siyasa aracı olarak kullanılmaktan kurtarmanın ve yüceltmenin çok gerekli olduğu gerçeğini saptamış bulunuyoruz” içerikli uyarısının anlamını, dönemin birçok aydınından ve politikacısından daha iyi kavramış ve İslam dinini de koruyacak bu yasayı Meclis’e önermişti.
Bu aydın din adamının, art arda gelecek öteki “Devrim Yasaları”nın “Meclis”e önerilmesinde de imzası vardır; altı dönem milletvekilliği yapan Halil Hulki Efendi, “Soyadı Yasası” ile kendine yaraşan bir soyadı alır, “Halil Hulki Aydın” olur.
“3 Mart 1924” günü Meclis’te konuşulması beklenen 3. yasa önergesinde yer alan, “Hilafet’in İlgası (Kaldırılması)”na gelince, bu yasa tasarısı üzerine konuşanlar arasında İzmir Milletvekili olan Adalet Bakanı Seyit Bey de vardır; kendisi dönemin İslam dünyasında tanınan, sayılan “Din ve Şeriat Hukuku” bilginlerindendir.
Seyit Bey, konuşmasının bir yerinde: “Şeriat’a göre ‘hilafet’ten maksad hükümettir, adalete dayanan bir hükümet kurmaktır; hükmetmenin yöntemi de ‘meşveret’tir. Biz de burada hükümetimizi ‘meşveret’ esası üzerine tesis ettik, toplanıp konuşup müzakere ediyoruz; öyleyse daha ne istiyoruz? Başımızda heyülâ gibi bir ‘Halife’ bulundurmanın ne anlamı vardır?” diyerek, “Hilafet”in ne demek olduğunu açık seçik ortaya koyar. Uzun uzun tartışılırsa da, yapılan oylama sonunda, Hilafet’in kaldırılması kabul edilir.
Ve ancak bu ilk “Devrim Yasası”nın kabulü ile oluşturulan temel üzerinde, birer birer yükselecekti öteki yedi yasa. Böyle de oldu.
Bugünse, “laik, demokratik hukuk devleti”ni adım adım oluşturan bu dönem, Emine Erdoğan tarafından “Enkaz” olarak; bu dönemin önderleri Atatürk ve İnönü de, TC Devleti’nin tepesindeki R.T. Erdoğan’ca, “iki ayyaş” olarak adlandırılıyor...
Son kararı “Tarih” verecektir; hem de pek yakında sanırım...
Bugün Silivri’deyiz, Cumhuriyet davasında...
Meriç Velidedeoğlu / CUMHURİYET