Büyümenin öncelikle işsizliği aşağı çekmesi, iş bekleyen yurttaşları işgücüne dahil etmesi beklenir. Ne yazık ki, böyle bir yılda dahi işsizlik oranı tek haneli rakamları görememiş. Neredeyse ‘istihdamsız bir büyüme’ yaşanmış.
Bugün yandaş mecralardan Türkiye ekonomisinin parlak büyüme performansına ilişkin çokça methiye duyacaksınız. Biz de madalyonun öteki yüzünü bir tartışalım bakalım dedik. Yüzde 7,4 olarak açıklanan büyüme rakamının çağrıştırdığı soruları, hangi maliyetlerle sağlandığını ve kimlere yaradığını madde madde tartışalım istedik.
Bugün yandaş mecralardan Türkiye ekonomisinin parlak büyüme performansına ilişkin çokça methiye duyacaksınız. Biz de madalyonun öteki yüzünü bir tartışalım bakalım dedik. Yüzde 7,4 olarak açıklanan büyüme rakamının çağrıştırdığı soruları, hangi maliyetlerle sağlandığını ve kimlere yaradığını madde madde tartışalım istedik.
1-Yıllarca, küresel likidite koşullarının elverişliliği nedeniyle Türkiye ve benzer ülkelere hızlı sermaye akımları gerçekleşti. Bu sayede TL reel olarak değerlenirken, hükümet yetkilileri dolar bazında artan GSYH ve kişi başına gelirle böbürlenip durdular. Şimdi süreç tersine dönmüş durumda. Ekonominin doludizgin büyüdüğü bir yılda dahi, 2016 sonunda 10 bin 883 dolar olan kişi başına gelir, 2017’de 10 bin 597 dolara geriledi. Toplam GSYH de 863 milyar dolardan 851 milyar dolara düştü.
2- TÜİK’in dünkü bültenine göre, işgücü ödemeleri 2017 yılında yüzde 12,9 artmış. Ekonomide emek-sermaye arasında zaten bozuk olan bölüşüm ilişkilerinin devamı için bile, işgücü ödemelerinin (büyüme+enflasyon) kadar artması gerekirdi. Bu da yüzde 19.3 bir ücret ayarlamasina denk gelirdi. 2017’de ortalama tüketici enflasyonu yüzde 11,1 iken, işgücü ödemeleri sadece bunun yüzde 1,8 üzerine çıkabilmiş. Diğer bir ifadeyle büyümenin aslan payı sermayeye gitmiş. Nitekim net işletme artığı, yani kârlar yüzde 26,2 sıçramış. Tüketici kredileri 2017’de yüzde 17,7 arttığına göre, nihai tüketim harcamalarındaki sıçrama gelirlerin yükselmesinden değil, borçlanmanın artışından kaynaklanmış. Emegin 2016 sonunda yüzde 36,5 olan katma değerdeki payı yüzde 34,5’e inmiş.
3- Büyümenin öncelikle işsizliği aşağı çekmesi, iş bekleyen yurttaşları işgücüne dahil etmesi beklenir. Ne yazık ki, böyle bir yılda dahi işsizlik oranı tek haneli rakamları görememiş. 2016’da yüzde 12,7 olan ortalama işsizlik yüzde 10,4’e düşmüş. Üstelik, işgücündeki artışların yaklaşık yüzde 42’sinin, “çırak, stajyer ve kursiyerlerden” oluştuğunu DİSK-AR’ın araştırmalarından biliyoruz. Neredeyse “istihdamsız bir büyüme” yaşanmış.
4- 2017 yılı büyümesinin büyük ölçüde Kredi Garanti Fonu’ndan verilen 200 milyar TL’nin üzerinde hazine garantili krediden ve tüketime yönelik KDV ve ÖTV indirimlerinden kaynaklandığını biliyoruz. Merkez Bankası Kasım 2017 Finansal İstikrar Raporu’ndan KGF kredilerinin ortalama vadesinin 35 ay olduğunu öğreniyoruz. KGF uygulaması 2017 başında hızlandığına göre, 2019 Başkanlık seçimlerine endeksli bir programla karşı karşıyayız. Aynı raporda, döviz mevduat hesaplarındaki artışla KGF’nin “iltisaklı”olduğu da itiraf ediliyor. Yani şirket bankadan TL kredi alıyor, gidip dövize yatırıyor… Tüm teşvik vaatlerine karşın, 2018’de benzer bir hormonlama için ne Türkiye’deki tasarruflar, ne de yurtdışı borçlanma olanakları uygun.
5- 2017 yılında yurtiçi yerleşiklerin döviz mevduatları 20 milyar dolar artmış. 2016 sonundaki 145.5 milyar dolardan 2017 sonunda 165.5 milyar dolara yükselmiş. Yani, büyümeden istifade eden hane, halkları ve şirketler yükselen refahlarını dövize istiflemeyi tercih etmişler. Ekonomiyi her an pimi çekilebilecek bir bombayla karşı karşıya bırakmışlar.
6- 2017 yılındaki büyüme dış bağımlılığı artırma pahasına sağlanmış görünüyor. 2016 yılına göre 2017’de dış yükümlülükler tam 132 milyar dolar arttı. Döviz varlıkları ile döviz yükümlülükleri arasındaki farkı yansıtan net pozisyon ise 115 milyar dolar kötüleşti. Türkiye’nin dış borçları da, 2016 sonundaki 405 milyar dolardan, 2017’nin üçüncü çeyreğinde 437 milyar dolara fırladı.
7- 2002 yılında iktidara gelen AKP, tüm “yerlilik ve millilik” iddialarına karşın, yurtdışı finans çevrelerinin himmetine muhtaç bir ekonomi yarattı. Merkez Bankası’nın rakamlarına göre 2017 yılında ödenmesi gereken 185 milyar dolar yükümlülüğümüz bulunuyor. Bunun üzerine 50 milyar dolarlık tahmini cari açığı ekleyince, 2018’de 235 milyar dolar taze paraya ihtiyaç var. Uluslararası piyasaların bir ekonomiye ne denli sıcak baktığını, döviz kurlarından ve piyasa faiz oranlarından izlemek olanaklı. Doların 4 TL’den salındığı, 2 yıllık Hazine kâğıtlarının faizinin yüzde 14’ün üzerinde dalgalandığı göz önüne alınırsa, piyasanın yüzde 7,4’lük büyüme verisinden fazla etkilenmediği söylenebilir. Bu da 2018 için gerekli finansmanı sağlamanın kolay olmayacağını gösteriyor. Haliyle benzer bir büyüme temposu tutturmanın güçlüğünü de…
Kısaca, tüm yaldızlı söylemlere karşın; sade yurttaşın yüzünü fazla güldüremeyen; ona tatminkâr alım gücü sağlayamayan, istihdam kapıları açmayan bir büyüme söz konusu… Üstelik bu büyüme, ekonominin kırılganlıklarını, dışa bağımlılığını artırma pahasına sağlandı.
*****
Halka faydası DOKUNMADI
CHP Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu, büyümenin Türkiye’de ne geçime ne de istihdama olumlu bir katkısı olmadığını belirterek, “2017’de yüzde 7,4 olduğu iddia edilen büyüme vatandaşın ne aşına ne de işine yansımadı. Çift haneli enflasyon, çift haneli işsizlik aynen sürüyor. Dolar cinsinden baktığımızda ise büyüme bir yana yüzde 1,35’lik bir küçülme söz konusu” dedi.
HAYRİ KOZANOĞLU / BİRGÜN