Saha özgür oldukları yegane yer. Ama aynı saha, maphusluk sınırlarını da çiziyor...
‘Adım Henry. Nijeryalıyım. Bu sezon Feriköy Spor’da oynadım. Her sezon farklı bir ligde oynuyorum, bir yerde sabit kalmıyorum. Bu sezon bitince Irak ligine geçeceğim. İlk oynadığım Belarus ligiydi, sonra Hindistan, Endonezya, Tunus... Gezinip duruyorum. Benim annem ilkokul öğretmeni; beni çok özler. Babam tüccar; alıp satar.”
Böyle tanıtıyor kendini, aralarında en utangaç görüneni ama konuştukça söyleyecek çok şeyi olduğu belli olanı. Sonrasında anlıyorsunuz: “Evimizde sadece ‘yetenekli’ birer çocuğuz. Gidip kendimizi dışarıda kanıtlamak istiyoruz. Futbol, sadece bizim dünyamız değil, futbolun kendisi bir dünya. Bu dünyada en iyi yaptığımız şeyi yaparak, futbol oynayarak bir değer yaratmak, değerimizi kanıtlamak istiyoruz.”
Fransa, bu yılki Dünya Kupası’nı kazandığında Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Madura’nın söyledikleri geliyor aklıma: “Kupayı Fransa değil, Afrika kazandı.” Fransız Milli Takımı’nı oluşturan 23 oyuncunun 21’inin göçmen oluşuna dikkat çekerken, uyarı yapmayı da ihmal etmemişti Maduro: “Onlar Fransa’ya ulaşmayı başaran Afrikalı göçmenlerin çocukları. Umarım Avrupa mesajı almıştır. Avrupa’da Afrikalılara karşı ırkçılık, göçmenlere karşı ayrımcılık artık bitmeli” Ne çok konuşuldu üzerine bu cümlelerin, ne çok yazıldı, alıntılandı. Şampiyon takımın siyah oyuncularının neşeli ve gururlu suretleri üzerinden nasıl da derin tespitler yapıldı!
Şimdi benzerleriyle birlikteyiz. Gurur biraz uzaklardaki bir düş henüz, ama neşe ve en çok da umutla parıldayan gözler epey tanıdık. Fotoğraf sanatçısı Stella Schwendner ve siyaset bilimci, araştırmacı Helen MacKreath’ın 9 aylık çalışmasının ürünü olarak REM Artspace’te açtığı fotoğraf sergisinde, birazdan tanışacağımız genç futbolcuları beklerken, insan hakları, göç ve göçmenlik üzerine çalışan ve serginin metin yazarı Helen’le konuşuyoruz biraz.
Oyuncularla ilk olarak Feriköy’deki futbol sahasında tanıştıklarını ve ardından onlarla ortak mekanlarında uzun zaman geçirdiklerini anlatıyor. Hepsi de kendi ülkelerinde profesyonel/yarı profesyonel futbolcu olan bu gençlerin hemen hepsinin kalbinde yatan önce ‘görülme’ sonra ‘bilinme’ hayallerini: “Futbol, hayalleri önce yaratan ardından yok eden bir şey. Bu haliyle son derece acımasız. Dev bir sektör oluşu biraz da buna bağlı ve ‘pazar’ sürekli bu durumu istismar ediyor. Talep edenin çok olması, sistemi sürekli kılar ve büyütürken, bu kişileri de anonimleştiriyor, kimliksizleştiriyor.” Bu nedenle de fotoğrafların altındaki cümlelerin kime ait olduğu belli değil. Havada uçuşan kelimeler, incecik bir ağla, incitmeden yakalanmış ve denk gelen fotoğrafın altına iliştiverilmiş gibi: Anonimin şiddeti...
Stella katılıyor sohbete. Afrika kıtasının dört bir yanından; Nijerya, Güney Afrika , Kamerun, Mali, Gana, Gambiya, Senegal, Sierra Leone, Kongo, Yeni Gine, Burkina Faso, Somali ve daha bir çok ülkeden kalkıp futbol oynamak üzere Türkiye’ye gelen gencecik insanların hikayesine biraz daha vakıf oluyoruz böylece. Nadiren gerçekten bu işi yapan ama çoğunlukla kendilerini menajer olarak tanıtan bir takım insanların, ülkemizde ve/veya Avrupa’da büyük bir takımda oynatma vaadi ve büyük paralar karşılığında getirip bıraktığı kıyılarda yaşattıkları ‘hayal kıyıcılığı’nı öğreniyoruz misal. “Hikayelerini öğrenince büyülendim” diyor Stella, “Bu bir yanıyla bir kandırma/aldatma ama öte yandan o kadar ‘pozitif’ bir göç hikayesi ki. Bu genç adamlar, her şeye rağmen asla bırakmıyor, hiç pes etmiyorlar.”
Afrika ülkelerinde futbola yapılan yatırım çok düşük olduğu ve genç oyuncular oynayacak takım bulamadıkları için dev bir sektör oluşmuş çoktan. Bir çok futbolcu başka coğrafyalarda bir takımda oynama, başarma, kendini kanıtlama uğruna, çoğu kez ailelerinin aldığı banka kredisini bu sahte manejerlere kaptırıyor. 4-5 bin dolara kadar çıkan bu meblağın geri ödenmesi, onlar için büyük bir yük. “Bir annenin ya da babanın sevecenliği ya da gaddarlığı onları buraya taşıyan. Kanatları o kucağa sığamayacak kadar büyük. Aşırı inanç, kendi ağırlığını da beraber getirir” derken Helen, biraz da buna vurgu yapıyor.
Sonrasını da Bay Timothy diye çağırdıkları, bir zamanlar benzer umutlarla Türkiye’ye gelmiş ancak artık bütün mesaisini kurduğu Türkiye Afrika Takımı’nda, kayıp genç oyuncuları, olası takımları için ‘hazır tutmaya’ adayan Segun Timothy Alede anlatıyor: “Birkaç Nijeryalı oyuncu ve ülkelerinin birinci liginde oynayan Ganalı tanıyorum. Bunlardan bazıları Dünya Kupası’nda, 17 yaş altı ulusal takımda oynadı. Dünya Kupası’nda oynayan başka bir Ganalı daha vardı. Bir yönetici mi ne, onları Fenerbahçe’ye, Galatasaray’a, Beşiktaş’a aldırma sözü vererek Türkiye’ye getirdi.
Buraya geldiklerinde oyunun şekli değişti. Sokaklara düştüler; hayatta kalmaya, karınlarını doyurmaya, kalacak yer bulmaya çalışmak zorunda kaldılar”. Türkiye’nin genç Afrikalı oyuncular için iyi bir yer olmadığını anlatan Aleda, çoğunun memleketlerine dönmek gibi bir seçenekleri olmadığını da vurguluyor. Zira, ebeveynleri yatırdıkları para karşılığında onlardan bir şeyler bekliyor. Bu yüzden de bazıları çareyi, botlarla Yunanistan’a geçmekte buluyormuş.
Tıpkı biz konuşurken, tepesini sarıya boyadığı kısacık saçlarıyla yerinde bir türlü duramayan 20 yaşındaki Prince Nbuku’nun hikayesi gibi. Geçen yıl Nijerya’da tanıştığı birinin Antalyaspor’la anlaşma yapacağını söyleyerek Türkiye’ye getirdiğini anlatıyor parlak gülümsemesine hiç ara vermeden. Verdiği para karşığında oturma iznini de almışlar, ama takımın ondan haberi bile olmadığını kısa sürede anlamış. Kendi başına geldiği İstanbul’da bulduğu Bay Timothy’nin sayesinde Team Africa Turkiye takımında şimdilerde. Aynı zamanda hem bir diş hekiminin yanında çalışıyor hem de başka gündelik işlerde. Ne yapmayı planladığını sorduğumuzda, “Bekliyorum” diyor. “Bir kulübün beni keşfetmesini bekliyorum. Futbol benim mesleğim. Görülmek istiyorum. Beklerken de kendimi hazır tutuyorum.” Hayali Türkiye’de Beşiktaş, dünyada ise Barselona’da oynamak.
Altını çizmekten, vurgulamaktan özenle kaçınsalar da, Türkiye’de karşılaştıkları ırkçılık, ayrımcılık ve saldırganlıktan kurtulma konusunda belki çok yaratıcı olmayan ama işe yarayan bir yöntem geliştirmişler: İçe kapanmışlar. Türkiye toplumuyla sıkı bir etkileşim içinde olmadıklarını anlıyoruz verdikleri yanıtlardan. Hayatları spor salonu, saha ve işleri arasında geçiyor ve kendi aralarındaki dayanışma, destek ve saygı da hemen fark ediliyor.
Son 10-15 yıldır giderek artan biçimde, renkleri rengimizden, dilleri dilimizden, dinleri dinimizden farklı genç insanlar, hayatta en iyi yaptıkları işi yapabilmek için düşlerinin peşinde koşarken ‘yakalandıkları’ tacirlerin onlara biçtiğini yaşıyor; hayallerinin yanısıra birbirlerine de tutunarak, çakılıp kaldıkları muğlaklık içinde hayatlar inşa ediyor bu ülkede. Helen “Saha özgür oldukları yegane yer. futbolcu kimlikleri herşeyi unuttukları sınırlardan azade alanları. Ama aynı saha, mahpusluk sınırlarını da çiziyor” derken, Feriköy’de, Gayrettepe’de , Çapa’da, Erzurum, Muğla, Antalya, Bursa ve kimbilir başka nerelerde her sabah, her akşam ve her gece, umutla, aşkla, şevkle ve kısıldıkları kapana aldırmadan oynamaya devam edenlere selam çakıyor: “Ülkelerinde profesyonel futbolcu olan bu gençler, bir kiliseden diğerine, bir ülkeden bir başkasına, bir kulüpten öbürüne kutsal bir oyunu oynamaktan vaz geçmeden, gerçeklikle rüya, sorularla yanıtları arasındaki boşlukta salınıp giderek, kariyerlerine devam edecek yer olarak Türkiye üzerine bir bahis oynadılar. Bahis halen devam ediyor...”
İSTANBUL AFRİKA TURNUVASI
İstanbul’daki profesyonel Afrikalı oyuncuların her yıl düzenlenen bir de turnuvası var. Fatih Belediyesi’nin girişimiyle beş yıldır gerçekleştirilen turnuvaya, her biri kendi ülkesinin formasıyla, 2000’e yakın Afrikalı futbolcunun katıldığı belirtiliyor. Amaç, yetenekli futbolcuların, onları izlemeye gelen takımların menajerleri tarafından fark edilip transferlerinin sağlanması. Şimdiye dek, Fransa 1. Lig takımı Nantes, Türkiye Süper Lig takımlarından Osmanlıspor ve Anadolu’daki çeşitli takımlara 84 futbolcu transfer edilmiş. Afrika’daki herhangi bir kulüpte kazanılan bir kaç yüz dolara karşılık, Türkiye’de dördüncü ligteki bir oyuncunun yılda ortalama 8500 dolar kazandığı düşünüldüğünde, bir takıma seçilen oyuncu sayısı çok olmasa da, turnuvaya ilginin her yıl daha da artması kolaylıkla anlaşılıyor.
‘Herşeyi mümkün kılanlarla beraberim’
“Yuva, geri döndüğünüz ve mutluluğu bulduğunuz yerdir. Yuva, etrafınızda sizi sevenler olduğunda yuvadır. Şimdi İstanbul’un benim yuvam olduğunu söyleyebilirim, çünkü her şeyi mümkün kılan insanlarla beraberim” diyor, 20’li yaşlarının başında, Nijerya’lı bir futbolcuolan Joshua. Ülkesinde Spor Akademisi’ni bitirdikten sonra profesyonel olarak futbol oynamaya başlamış. Futbolu, bir parçası, en büyük tutkusu olarak tanımlıyor: “5 yaşından beri futbol oynuyorum. Sokak futbolu. Çocukken sokakta başlarsınız. Sokak sokağa, şehir şehre karşı oynarsınız. Ben Güneybatı Nijerya’da Ibadan’da büyüdüm. Yaşadığınız bölgede şampiyonsanız, geri kalan oyunculardan daha iyi olup olmadığınızı görmek için başka yerlere gitmek istersiniz. Topa vurmadığım tek bir zamanı bile hatırlayamıyorum. Çünkü futbol doğuştan içinizdedir, öğrendiğiniz bir şey değildir.” Geçen yıl, bir sahte manejerin kendisini Göztepe’de oynamak üzere Türkiye’ye getirdiğini anlatan Joshua, bir süre de Erzurumspor’da idmanlara çıkmış. Takımla ilgili anıları iyi ama “Çok soğuktu” diye anlatıyor. “İnamayacağınız kadar çok soğuktu!” Joshua inançlı biri olarak, yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen umutlu. “Tanrı bana futbolumu oynamak için şans tanıyacak. Bunu biliyorum” diye konuşuyor.
Alev Karakartal / CUMHURİYET