ABD'nin, Papaz Brunson bahanesiyle başlattığı saldırılardan beri anlamakta zorlandığım bir konu var.
Her iki ülke yönetimi, “Savaşsa savaş” moduna geçmiş ve ABD Kongresi F-35'lerin Türkiye'ye teslimini geçici olarak durdurmuşken, Pentagon sık sık “Ekonomik krizin askeri ilişkileri etkilemediğini, Türk meslektaşları ile işbirliğinin gayet iyi olduğunu” vurguluyor. Milli Savunma Bakanlığımız da benzer açıklamalar yapıyor.
İşte son örnek:
ABD, “IŞİD yenildikten sonra PYD/YPG Münbiç'ten çıkacak” sözünü yerine getirmese de anlaşmaya varıldı. 6 gün önce Savunma Bakanı Jim Mattis, Türk ve Amerikan askerlerinin Münbiç'te ortak devriyeler gerçekleştirmesi için gereken eğitimlerin başlama zamanı konusunda, “72 saat içinde diyebilirim. Çok yakında, belki daha da önce” dedi. Sözkonusu eğitimler için ilgili personelin ve ekipmanların şu anda Türkiye'de olduğunu, ancak detaylara girmeyeceğini de ekledi.
Mattis'den 1 gün sonra Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Münbiç Yol Haritası ve Güvenlik Prensipleri doğrultusunda, Türkiye ve ABD Silahlı Kuvvetleri unsurları tarafından bölgede güvenlik ve istikrarı sağlamak maksadıyla icra edilen faaliyetlere planlandığı şekilde devam ediliyor. Bu çerçevede, müteakip safhada başlaması planlanan müşterek devriye faaliyetlerine yönelik olarak her iki ülkenin Silahlı Kuvvetleri unsurları arasındaki ortak eğitimlerin yakın zamanda başlaması öngörülüyor” açıklamasını yaptı. Medyamız da Mattis'in tekrarı bu ifadeleri, “Bakan Hulusi Akar'dan çok önemli Münbiç açıklaması”başlığıyla verdi.
Şuraya geleceğim;
Erdoğan Kurban Bayramı mesajında, “Ekonomimize yönelik saldırının doğrudan bayrağımıza ve ezanımıza yönelik saldırılardan farkı yoktur” dedi.
Doğrudan bayrağımızı, ezanımızı hedef alanlara ne denir, dahası böyle bir alçaklığı gerçekleştirenlere ne yapılır, biliyoruz.
Ama ne oluyor?
Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu ABD'ye, “Müttefik olduğumuzu, ABD'li askerlerin bulunduğu İncirlik Üssü'ne ev sahipliği yaptığımızı” hatırlatıyor, Trump'a “Vergileri yükseltmek yerine diplomasiyi denemesi” çağrısında bulunuyor.
Keza Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Türkiye Papaz Brunson'ı bırakırsa, döviz krizi hemen bitebilir... Katar'dan gelen para Türkiye ekonomisini kurtarmaya yardım etmez” tehdidi savuran Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton'a cevabında, “Bu tür siyasi, hukuki ve ekonomik tavırların müttefiklik ruhuna sığmadığını” anlatmakla kalmıyor, “Türkiye’nin kimseyle ekonomik savaş başlatmak gibi bir niyeti olmadığını”söylüyor.
İşte anlayamadığım bu; Bayrağımıza, ezanımıza saldıranlara gösterilen bu mülayim tavır!.. Özellikle de bunları korumakla görevli TSK ile Pentagon arasındaki ilişki ve işbirliğinin, olanlardan hiç etkilenmeksizin “sorunsuz” devam edebilmesi!..
Ki, ABD ile doğrudan güvenliğimizi tehdit edecek yeni bir sorun daha baş gösteriyor.
ABD'Lİ GENERALİN KIBRIS MESAİSİ
Bilindiği gibi, ABD ile aramız “böyle” bozulunca;
Daha birkaç ay önce Avrupa Parlamentosu, “Müzakerelerin yeniden başlaması için Türkiye'nin, Rum kesimini tanıması şarttır” dediği, Avrupa Konseyi de Kıbrıs açıkları ve Ege Denizi’ndeki faaliyetlerimizi “yasa dışı” olarak niteleyip, Türkiye'yi kınadığı halde AB'ye,
Ve Afrin operasyonumuza karşı çıkmasını, oradaki tünelleri yapan ülke olmasını, teröristlerin Elysee Sarayı'nda ağırlanıp, “Türkiye ile aranızda arabuluculuk yapabiliriz” denmesini, ABD, İngiltere, Suudi Arabistan ve Ürdün'le birlikte Cenevre masasına PYD / YPG'yi de oturtma planları hazırlamasını, Rum kesiminde üs kurmasını vs. unutup, Fransa'ya yanaşma kararı aldık.
Denize düşüp yılana sarılma hali yani!..
Kıbrıs konusunda ABD ile Almanya, Fransa, İngiltere başta olmak üzere Avrupa ülkeleri ve AB yönetimlerinin ne düşündüğünü hatırlatmaya gerek yok.
Rum kesiminde sadece İngiltere'nin üsleri varken, son birkaç ay içinde Fransa ve İsrail de askeri üsler kurdu.
Nitekim geçen ay yapılan bir toplantıda, Türk askerinin “işgâlci” olduğunu öne sürün Rum Lider Anastasiadis'i, İsrail, Mısır ve ABD Büyükelçileri dinledi. Dinlemekle kalmadılar; İsrail Büyükelçisi Ravel, “Türk tehditleri nedeniyle İsrail'in askeri müdahalede bulunmak zorunda kalmamasını temenni ederim” dedi. Mısır Büyükelçisi Taha Muhammed, “Gerekirse Türkiye'ye karşı askeri güç kullanmaktan çekinmeyeceklerini” söyledi. ABD Büyükelçisi Kathleen Doherty de, “Türkiye'nin, Rumlara gösterdiği tavır kabul edilemez” diye buyurdu.
Bu rezalete tek tepki, Dışişleri Bakanlığı'mızın yazılı açıklama yapması oldu; “Rum yönetiminin Doğu Akdeniz'deki tek taraflı faaliyetlerine destek beyan eden bu ifadelerin yersiz bulunduğu” belirtilerek, “Ülke temsilcilerine hadlerini aşmaması” tavsiye edildi.
Tavsiyemiz dikkate alınmamış olmalı ki, biz Kurban Bayramı'nı kutlarken, bu defa ABD Kara Kuvvetleri Komutanı General Mark Alexander Milley Rum kesimine gitti ve buradaki tüm üsleri tepe tepe kullandıkları halde “diğer ülkelere tanınan hakların kendilerine de tanınmasını” istedi. Yani resmen üs talebinde bulundu.
Milley'in İngiliz askeri üslerini ziyaretine ve Rum Ordusu Komutanı Korgeneral İlias Leondaris’le görüşmesine ABD Büyükelçisi Kathleen Doherty de eşlik etti. Rum General, Doğu Akdeniz'deki doğalgaz arama faaliyetleri hakkında bilgi verip, Türkiye'nin tavırlarından duyduğu rahatsızlığı aktardı. İki generalin görüşmesinde, “Görüş birliğine varıldığı” bildirilirken, Büyükelçi Doherty, “Bu, Washington ve Rumlar arasında güvenlik konularındaki işbirliğinin güçlenmesine dair yeni, önemli bir göstergedir” değerlendirmesini yaptı.
Başlıbaşına şu tablo, meselenin Rahip Brunson'dan ibaret olmadığını, ayrıca Trump'ın “şahsından ve kaprislerinden” kaynaklanmadığını, Türkiye karşıtlığının bir “devlet politikası” haline geldiğini göstermiyor mu?
Toparlarsak;
Yunanistan'ın darbecilere iltica hakkı tanıması üzerine Milli Savunma ve askeri yetkililer, Anadolu Ajansı'na konuşup, “Güven artırıcı önlemlerin yeniden başlatılmasının konuşulduğu ve her türlü iyi niyeti gösterdiğimiz şu günlerde verilen bu karar, tam bir basiretsizlik örneği olmuştur. Darbeci teröristlerle ilgili hukuka, demokrasiye ve iyi komşuluk ilişkilerine uygun kararlar alınmadan, güven artırıcı önlemlerin uygulamalarında bir gelişme beklenemez. Bunun da ilişkilerimize ciddi olumsuz etkileri olacağı açıktır” dedi ya,
Bir Milli Savunma Bakanlığı ya da TSK yetkilisinin, benzer bir tepkiyi ABD'li General Milley'e de gösterip, “Ekonomik krizin etkilemediği işbirliğimizi Kıbrıs etkiler” açıklaması yapması gerekmez mi?
Ve dahi “Garantörlükten vazgeçin, askerinizi çekin, Kıbrıs sorunu çözülsün” talebinde bulunanlara, Erdoğan ya da Dışişleri Bakanı'mızın, “ABD üs peşindeyken, biz çekileceğiz, öyle mi? Aksine biz de KKTC'de askeri üs kurma kararı aldık” demesinin tam zamanı değil mi?
Müyesser Yıldız / Odatv.com