Arkasından estirilen rüzgârın boyunu aştığı zamanlarda, demek ki 2011 yılında, görüşmek üzere partideki ofisinin kapısındayız. İki gazeteciyiz. İçeride başka konuklar var, çıkmaları için bekliyoruz. Sekreteri o arada gelen gidenle de meşgul oluyor. Elinde dosyalarla biri çıka geliyor az sonra, sekreterle hoş beş, belli ki o da bekleyecek. Mecburi bir sohbet ortamı oluşuyor haliyle. Ana muhalefet partisi başkanının kapısında ne konuşulacak, politikaya dönüyor sohbet. Elinde dosyalarla bekleyen adam her söz alışından önce gazetecilere dönerek “politikadan anlamadığını” belirtme ihtiyacı hissediyor nedense. Muhasebeci falandır diye düşünüyorum. Az sonra içerideki konuklar çıkıyor, bizim muhasebeci kılıklı izin isteyerek içeri giriyor. Bir süre de onu bekleyeceğiz. Sekretere, “ne iş yapar” diye soruyorum. “Beyefendinin danışmanı” diyor.
Rüzgârının dindiği zamanlarda da pek çok danışmanı oldu beyefendinin. Aralarında bol tarikatçı-dinci vardır ama politikadan anlayan kimse yoktur. Malumunuz, beyefendi de pek anlamaz o işlerden. O da bir muhasebeci olduğundan danışman olarak sadece muhasebecileri tutar. Küçümsüyor değilim, çağımızın gözde mesleğidir, patronların cebine gireni çıkanı iyi hesap etmek, dışarıya ve devlete karşı açık vermemek gerekir.
Son zamanlarda adı sıkça zikredilen bir “sosyal medya fenomeni” var. Adı Özgür Demirtaş. Profesörmüş. Üstelik Sabancı Üniversitesi’nde kürsü başkanı. Dahi çocuk olduğu söyleniyor. Ben ise bir dâhinin neden finans gibi ışıltısız bir alanı seçtiğini anlamakta zorlanıyorum. Demek düzenin dâhi çocukları artık muhasebeci veya finansçı oluyor. Geçenlerde kendini örnek alan gençlere siyasi ideolojilerden uzak durmayı öğütlediğini görünce anladım, bu da ana muhalefet partisi başkanının kapısında karşılaştığımız o tuhaf tiplerden biri. Hem dâhi, hem finansçı, hem politikadan bihaber, hem patron üniversitesinde kürsü sahibi. Yani tam Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı veya danışmanı olacak adam.
Denk geldi, kapıdaki diğer gazeteci arkadaşla telefondayız. Sohbetin bir yerinde “o Muharrem İnce olmasaydı Kılıçdaroğlu’nun aday göstereceği kişiydi” dedi. Doğada ve toplumda rastlantılara yer yoktur.
***
Madem Sabancı Üniversitesi Finans Kürsüsüne düştü yolumuz oradan devam edelim.
YÖK’ün kuruluşu öğrencilik yıllarımıza denk geldi. Bizim fakülteyi başka fakültelerle birleştirerek Marmara Üniversitesi yaptılar. Bir ara üniversitenin adının “Fatih Mehmet” olacağı söylentisi çıktı ama henüz o kadar cüretkâr olmadıkları zamanlardı. Sonra sanıyorum aynı adla bir cemaat üniversitesi kuruldu. Hoş, Marmara Üniversitesi de cemaatin dukalığı haline dönüştürüldü arada. Yozlaşmış nihayetinde, adı öyle olsa ne böyle olsa ne?
Özelleştirme ile birlikte patron üniversiteleri de türedi üstelik. Eğitim paralı olur mu? Piyasa toplumunda oluyor işte. Bunların içinde adını doğrudan patronundan alanlar çoğunlukta. Baktım kimler var diye. Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi var, Doğuş Üniversitesi var, Hasan Kalyoncu Üniversitesi var, Kadir Has Üniversitesi var, Koç-Sabancı zaten biliniyor, Özyeğin Üniversitesi var. Tek numarası çok para kazanmak olan insanların adını taşıyan üniversiteler bunlar. Üniversite olmaktan çok, kârlı ticarethaneler de diyebiliriz, işleyişleri böyle.
Bildiğim kadarıyla uyuşturucu kaçakçılarının adını taşıyan okullar da var. Şu kadarını söyleyeyim, Örfi Çetinkaya adını taşıyan okullar bile var bu ülkede. Bastırmış parasını okul yaptırmış saygıdeğer iş adamımız. Çocuklara bu okulların diplomasını veriyor devlet. Mustafa Kemal’in, İsmet İnönü’nün adını okullardan silmek için kırk takla atan iktidar, bunlara dokunamıyor.
Ayrım yapıyor değilim, amaç para kazanmak ise, uyuşturucu ticareti kapitalizmin en kârlı iş alanlarından biri. Hatta kapitalizmin ideal hali. Bire bin kazanıyorsun, rüşveti çok ama buna karşın vergisi yok. Okullara mesleğin ünlülerinin adını verdiklerine göre saygın bir meslek de sayılır. O okullardan mezun olan çocuklar okullarına adını veren kahramanımızın mesleğine girse kim ne diyecek?
***
Hangi liseden mezunsun? Örfi Lisesi. Ne iş yaparmış rahmetli? İş adamıymış… Mezuniyet hangi üniversite? Kalyoncu. Ne iş yaparmış rahmetli. Yandaş müteahhit… Ooo bütün okulları birinci bitirip profesör oldun demek. Hocalık nerede? Sabancı Finans…
Geçtik finansı, geçenlerde “uzay bilimci”nin biri çıktı ortaya. Öyle lakırdılar etti ki şeyhinin üfürüğüyle havalanıp, uzaya fırladığı anlaşıldı. “Necmettin Erbakan Üniversitesi”nde dekandı âdem. Dayanamayıp istifa etti ama yakında teorik fizik kürsülerinden birinin başına atanacağı garantisini verebilirim. Bütün dâhiler finansçı veya muhasebeci olduğundan uzay bilimleri de bu üfürükçülere kaldı.
***
Hem kapıkulu hem de kendini seviyor sadece. Öldürücü bir bileşim bu. “Bilim adamı” olmakla övünüyor ama “finans” bilim sayılmaz pek. Muhasebenin dallarından biridir ve “muhasebe bilimi” sözün gelimidir. İktisadın ehliyetinin tartışıldığı bir alanda finansın lafı bile olmaz hem.
Marx, “vülger iktisat” diyor, zamanında içinde ne varsa tamamını kapsar bu kavram. Çünkü kaba veya değil, kapitalistlerin gündelik pratiklerinin soyut halidir iktisat. Çok basit bir kurgusu var: Piyasada, dolaşım alanında üretimin faktörleri - emek, toprak ve sermaye - buluşuyor ve bir anlaşma yapıyor. Bu anlaşma ile üretim süreci başlıyor. Sonunda üretilen şeyden her faktör kendi payını alarak, üretim alanından çekiliyor. Üretim alanının dışındaki yeni yerinde, demek ki dolaşım alanında, birer alıcı veya satıcı olarak, her türlü belirlemeden kurtulup sonsuz sayıdaki dolaşım odaklarından birine dönüşüyor.
Kabalığı şurada; toprağın, sermayenin ve emeğin bir “anlaşma” yapması imkânsızdır. Bu insanlar arasındaki bir ilişkinin “şeyleştirilmesi”nden ibarettir. Toprak toprak sahibinden, emek emekçiden, sermaye sermayedardan ayrılamaz. Demek ki iktisat toplumsal ilişkilerin şeyleştirilmesine dayalı sahte bir bilimdir.
Onun için “Kapital”in alt başlığı “Ekonomi politiğin eleştirisi”dir. Kapitalizm, toplumu parçalayıp ekonominin gereklerine göre yeniden bir araya getirerek “iktisadi bir toplum” oluşturmuştur. Orada her birey iktisadi işlevinden ibarettir. Emekçi yoktur emek vardır, sermayedar yoktur sermaye vardır, toprak sahibi yoktur toprak vardır. Haliyle ekonominin gerekleri önceliklidir, insana galebe çalar.
Ekonominin gerekleri ve toplumun gerekleri: Bunlar iki dünyayı, iki sınıfı, iki teoriyi ve iki insanı birbirinden ayırır. Marx’ın dediği gibi, “iktisatçılar nasıl burjuva sınıfının bilimsel temsilcileriyseler, komünistler de proleter sınıfın teorisyenleridirler.”
Bütün bunlardan sonra iktisatçıya kalan sadece laf ebeliğidir. Ne bilimi? Ekonomik gerçekliği, meta ve parayı, artıkdeğeri ve kârı kendi temeli haline getiren bizzat kapitalizm değil mi?
***
Hangi liseden mezunsun? Örfi Lisesi. Mezuniyet hangi üniversite? Kalyoncu… Ooo bütün okulları birinci bitirip profesör oldun demek. Nerede? Sabancı Finans…
Çürümeyi daha iyi nasıl tarif edebiliriz?
Dahi bir finansçıymış ve politikayı sevmezmiş. Tamam da yaptığını iddia ettiğin bilim “ekonomi politik” adını taşıyor. Yani en politik bilimlerden birinin tekinsiz alanındasın.
Çürümüş bir ülkede dâhi olsan finansçıya dönüşüp cürmün kadar yer yakarsın. Bir de olur da denk düşerse Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olursun. Bu kadar kibre ne gerek var?
Orhan Gökdemir / SOL