17 Kasım 2019 Pazar

Erdoğan'ın 'Battı' dediği İskandinav ülkelerinde kişi başına düşen milli gelir ne kadar? - BİRGÜN


AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’da yaptığı konuşmada Emeklilikte Yaşa Takılanlar ile ilgili, “Tutturmuşlar bir EYT, erken emeklilik… İskandinav ülkelerinin hepsi bu sistemle battı” demesi İskandinav ülkelerinin ekonomik durumlarının merak edilmesine yol açtı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin sosyal medya hesabından, İskandinav ülkelerinde kişi başına düşen milli geliri paylaştı.
180 ülke arasında Türkiye'nin 9 bin 311 dolar ile 67. sırada yer aldığı listede İskandinav ülkelerinin sıralaması şöyle:

>> Norveç 3. sırada: Kişi başına düşen milli gelir: 81 bin 807 dolar
>> Danimarka 9. sırada: Kişi başına düşen milli geliri: 60 bin 596 dolar
>> İsveç 11. sırada: Kişi başına düşen milli gelir: 54 bin 112 dolar
>> Finlandiya 14. sırada: Kişi başına düşen milli gelir: 49 bin 960 dolar

CHP'li Tekin'in paylaşımına göre Türkiye ise 9 bin 311 dolar ile kişi başına düşen milli gelir sıralamasında 67. sırada yer alıyor.
Tekin paylaşımında, "İskandinav ülkelerinin battığı yok da AKP israf ve yolsuzlukla Türkiye'yi batırdı" ifadelerini de kullandı.

BİRGÜN

İzmir Karaburun'da SİT alanına ruhsatsız inşaat - SOL

İzmir’in Karaburun ilçesinde birinci derece doğal SİT alanı ilan edilen Hasseki Mahallesindeki inşaat belediyenin mührüne rağmen devam ediyor.


Tarasız Haber Ajansı adlı sitenin yaptığı habere göre İzmir'in Karaburun ilçesinde deniz kıyısında arazi üzerinde süren bir inşaat 1. derece SİT alanı olarak belirlenen bir bölgede izinsiz bir şekilde yapılıyor. İnşaata mikserler beton taşıyarak inşaatı büyütmeye devam ediyor.

Karaburun Belediyesi yetkililerinin 16 Ekim 2019 tarihinde izni ve ruhsatı olmayan inşaatı mühürlemesine rağmen kıyı çizgisini de ihlal eden inşaatın mührün kırılıp devam ettiği iddia edildi.

SUÇ DUYURUSUNDAN HENÜZ SONUÇ ÇIKMADI
Karaburun Belediyesi'nin 28 Ekim 2019 tarihinde savcılığa suç duyurusunda bulunduğu ancak suç duyurusunun ardından villa olduğu tahmin edilen inşaatın durdurulmadığı bildirilirken ilgili haberde inşaat alanına bir helikopter pisti yapıldığı söylendi.

SOL

16 Kasım 2019 Cumartesi

Salda gölü ihalesi belli oldu! - Murat AĞIREL

"Türkiye'nin Maldivleri" diye adlandırılan doğa harikası Salda Gölü'nü biliyorsunuz.

Çevresinde 61 familyaya ait 301 sucul ve karasal bitki türü var. Göl, 110 kuş türüne de ev sahipliği yapıyor. 1989'da "1. ve 2. Derece Doğal Sit Alanı" olarak belirlendi.

Önce Turizmi Teşvik Kanunu kapsamına alındı. Sonra 2006 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile Turizm Merkezi ilan edildi. Göl yakınındaki 12 hektarlık alan ise Temmuz 2011'de Tabiat Parkı olarak kabul edildi.

Doğa Koruma ve Milli Parklar 6. Bölge Müdürlüğü, Salda Gölü'nün korunması amacıyla 28 bin hektarlık alanın milli park ilan edilmesi için rapor hazırladı. Hazırlanan rapor Çevre ve Şehircilik Bakanlığına sunuldu ancak rapor kabul edilmedi.


2017 yılına gelindiğinde göl ve çevresi hakkında projeler, haritalar hazırlandı ve 2017/298986 ihale kayıt numarası ile o projeler ihale edildi.

Bu esnada göl etrafında kaçak yapılaşma ve yerli yabancı turistlerin ilgisi ve bazı ziyaretçilerin doğa harikası göle zarar verecek davranışlarda bulunması duyarlı kişilerin ve çevre halkın tepkisine neden oldu.

Ardından Salda Gölü, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edildi ve 19 Mart 2019 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlandı.
Bu arada tüm bunlar olurken Cumhurbaşkanının eşi Emine Erdoğan da gölü ziyaret ederek Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'dan bilgi aldı.
Sonuç olarak Salda Gölü'ne Millet Bahçesi yapılacağı ilan edilmiş oldu.
Türkiye'de yapılması planlanan bir çok Millet Bahçesi bir "rant bahçesine" dönüştüğü için bu karar haklı olarak endişelere yol açtı.


Sosyal medyada da gündem olunca Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum açıklama yapmak zorunda kaldı. Rant yaratıldığına ve yapılaşmaya açıldığına dair iddiaları reddetti.

Tepkilere rağmen Millet Bahçesi için yapılacak olan ihale açıklandı.
İhale 31 Temmuz'da yapılacaktı.

Bakan Kurum, tekrar açıklama yapmak zorunda kaldı ve "tek bir çivi dahi çakılmaması için bu projeyi gerçekleştiriyoruz" dedi.

Sözcü gazetesinden değerli meslek büyüğüm Çiğdem Toker, Salda Gölü ile ilgili sıkı takipte. Son yazısında "Salda İhalesi Ne Oldu" diye sordu.

Toker'in sorduğu ihale sonuçlandırıldı. İhalede proje için değişik teklifler yapıldı. Bu teklifler içerisinden ihaleyi, Güngör Tarım İnşaat San. ve Tic. A.Ş firması 21 milyon 770 bin TL ile kazandı.

Ama daha düşük teklifler vardı.

Sorduğunuz soruyu duyar gibiyim.

Daha düşük teklifler varken neden bu firma işi aldı?

Hemen anlatayım.

4734 sayılı ihale kanununun çevre düzenleme işlerinde A18 iş deneyim belgesi isteniyor. A18 iş deneyim belgesi istenen işlerde de, N katsayısı 1.20 olarak belirlenmesi gerekiyor. N katsayısı 1.20 olarak uygulanan ihalelerde sınır değer yüzde 40 ila yüzde 50 arasında tenzilata rast geliyor.

Bahse konu ihalede ise N katsayısı 1.00 olarak ihale edilmiş. Burada da sınır değer yüzde 18 ila yüzde 25 arası tenzilata rast geliyor. Şayet mevzuata göre, N katsayısı 1.20 olarak alınmış olsaydı ihale 15 milyon teklif veren firmanın olacaktı.
Oysaki A18 Çevre Düzenleme iş deneyim belgesi istenen işlerde 1,20 katsayı uygulanması zorunlu. İstenecek olan iş deneyim belgesi yapımın içerisindeki işlerin oranıyla belirlenir. En çok hangi iş uygulanacaksa benzer iş deneyimi bu belge ile ihale edilir. İşin içerisinde bir kısım alt yapı olması demek alt yapıdaki 1,00 olan kanunun uygulanması anlamına gelmez.

Bu ihaleyi KİK değerlendirirken umarım bunu dikkate alır. Aksi takdirde kamu 6 milyon TL zarara uğrayacaktır.

İşin diğer bir kısmı Sayın Bakan Murat Kurum "Çivi dahi çakılmayacak" diyordu. Diyor ama aslı öyle değil. Millet Bahçesi kapsamında ihalenin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle Yeşilovalı 5 kişi adına Isparta İdare Mahkemesi'ne açılan davanın avukatlarından Münip Ermiş, projenin toplamda 140 bin 496 metrekarelik iki alanı kapsadığını açıkladı.

Birinci alanın, Salda Gölü'nün güneydoğusundaki Kayadibi'nden başlayıp, Yeşilova ilçe merkezinden Yeşilova Belediyesi'ne ait halk plajını da içine alarak orman kampına kadar uzadığını belirtti. Ermiş, ikinci kısmın ise kamuoyunun 'Saldivler' ya da 'Maldivler' diye adlandırdığı Salda köyü sınırındaki beyaz kumsal ve turkuaz rengin en yüksek olduğu bölgeden Doğanbaba köyüne kadar olduğunu söyledi. Münip Ermiş, ihaleye çıkarılan uygulama projelerine göre iki kısımda toplam 4 bin 413 metrekarenin üzerinde yapı bulunduğunu aktardı.
Aslında Bakan doğru söylemiş bir çivi değil binlerce çivi çakılacak Salda Gölü'ne…

Sayın Bakan, yüz binlerce insan imza topladı. Milyonlarca yılda oluşan bu doğa harikasını yok etmeyin.

Burada yapılacak yapılaşmaya izin vermeyin.

Bu kararınızdan lütfen dönün.


Murat Ağırel / Yeniçağ

14 Kasım 2019 Perşembe

Sermaye istiyor hükümet erteliyor - BİRGÜN

Termik santralların çevre mevzuatına uyum süresini 2,5 yıl daha uzatan yasa teklifine tepkiler sürüyor. Böylece sermayenin talebi üzerine bir kez daha halk sağlığı hiçe sayılıyor. Bu ilk değil. Daha önce de çok sayıda hayati düzenleme sermaye çevrelerinin baskısıyla ertelendi.


Vergilerle ilgili yasa teklifine son anda eklenen 50’inci madde ile kömürlü termik santralların çevre mevzuatına uyum süresinin 31 Aralık 2019’dan 30 Haziran 2022’ye kadar uzatılması planlanıyor. Bu süre zaten daha önce üç kez uzatılmıştı. Buna karşın 6 yıldır yasanın gerektirdiği çevre yatırımlarını gerçekleştirmeyen termik santrallar, teklif yasalaşırsa yasal olarak 2,5 yıl daha havayı kirletmeye devam edecek.

Söz konusu teklif 14 Şubat’ta da bir önergeyle Meclis’in gündemine gelmiş, ancak Meclis’te bulunan tüm partilerin ortak kararıyla bu önerge geri çekilmişti. Bir daha bu sürenin uzatılmayacağına dair sözler verilmiş, bu santralların 2019 sonuna kadar çevre yatırımlarını tamamlamış olmaları gerektiği vurgulanmıştı. Ama sermaye çevreleri lobi faaliyetiyle, konuyla hiçbir ilgisi bulunmayan bir yasa teklifine bu düzenlemeyi ekletmeyi başardı. Düzenleme bu şekliyle yasalaşırsa, sermaye çevrelerinin talebiyle yurttaşların sağlığı bir kez daha hiçe sayılmış olacak.

“Bir kez daha” diyoruz; çünkü bu ilk kez olmuyor. AKP iktidarları döneminde, yurttaşların sağlığı ve güvenliğiyle ilgili pek çok yasal düzenleme, sermaye çevrelerinin talebi üzerine hükümet tarafından ertelendi. Bazı düzenlemelerin yürürlüğe giriş tarihi birkaç kez uzatıldı. Bu ertelemelerin bedelini ise yurttaşlar sağlığıyla, hatta canıyla ödedi, halen de ödüyor.

Bu ertelemelerden bazıları şöyle:

MADEN PATRONLARINA KIYAK
Türkiye tarihinin en büyük işçi katliamı olan, 301 işçinin can verdiği Soma Katliamı’nın ardından hükümet, kamuoyu baskısıyla madenleri sıkı denetime almaya başladı. Bu dönemde ‘Muhtemel Patlayıcı Ortamlarda Kullanılan Teçhizat ve Koruyucu Sistemler ile İlgili Yönetmeliğe’ (ATEX) uygunsuz şekilde, patlayıcı ortamlarda kullanılmaması gereken teçhizat kullandıkları için birçok maden ocağı kapatıldı. Bunun üzerine isyan eden maden şirketleri, hükümete baskı yaparak Bakanlar Kurulu kararı çıkarttırdı. Resmi Gazete’de 4 Ağustos 2015’te yayımlanan kararla, ATEX yönetmeliğinin madenlerde uygulanması zorunluluğu 31 Aralık 2019 tarihine ertelendi. Böylece müfettişler tarafından kapatılan ocaklar yeniden açıldı ve yeni Soma’lara davetiye çıkarıldı.

Söz konusu düzenlemenin Çin’den teçhizat ithal eden AKP’ye yakın bir firma için çıkarıldığı iddia edildi. Öte yandan Kömür Üreticileri Derneği Başkanı Muzaffer Polat, düzenleme yapılmadan iki ay önce yaptığı konuşmada, maliyetlerinin çok arttığından, teçhizatların pahalı olduğundan yakınarak şöyle demişti: “Biz Çin malı anti-grizu damgalı ürünleri getirdik ama kabul edilmiyor. Doğu Avrupa’dan 4-5 misli ücretle ithal etmemiz gerekiyor. Soma faciasından bugüne 192 yeraltı kömür işletmesinden 126’sı kapalı durumda, 40 tanesi de rölantide çalışıyor. Mevzuat ertelenmeli.”

ENDÜSTRİYEL KAZALARA DAVETİYE
Patronların talebi üzerine sürekli ertelenen düzenlemelerden biri de ‘Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi ve Etkilerinin Azaltılması Hakkında Yönetmelik’. 2013 tarihli bu yönetmelik, çıktığı günden bu yana defalarca kez değiştirildi, ertelendi.

Yönetmeliğin patronlara önemli yükümlülükler getiren hükümlerinin 2016’da yürürlüğe girmesi bekleniyordu; ancak hükümet bunu önce Temmuz 2017’ye erteledi. Bu ertelemeyle patronların ‘mümkün olan en yüksek önlem seviyesini alma’, ‘Büyük kaza önleme belgesi ve güvenlik raporu hazırlama’ gibi yükümlülükleri ertelenmiş oldu. Ardından bir erteleme daha geldi, yeni tarih 2019 olarak belirlendi.

Son olarak geçen mart ayında yeni bir yönetmelik yayımlandı, eskisi yürürlükten kaldırıldı. Yeni yönetmelikte, kritik bazı maddelerin yürürlük tarihi 1 Temmuz 2020 oldu. Bu maddeler arasında, dahili acil durumu planının hazırlaması ve büyük kazaya sebep olabilecek maddelerin isimlerinin, zararlarının internet üzerinden duyurulması gibi yükümlülükler yer alıyor.

İSG UZMANI ZORUNLULUĞU ERTELENDİ
2013 yılında çıkarılan İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’na göre, 50 ve altı çalışanı olan az tehlikeli işyerleri ile kamu kurumlarında iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi görevlendirme zorunluluğu, 30 Haziran 2014’te yürürlüğe girecekti. Bu tarih önce 1 Temmuz 2017’ye ertelendi. Ardından yürürlüğe girmesine 20 gün kala hükümet, bir yasa tasarısına madde ekledi ve söz konusu düzenlemeyi 1 Temmuz 2020’e öteledi. Üstelik bu maddeyle 50’den az çalışanı bulunan az tehlikeli işyerlerinde patronlara sertifika almaları şartıyla kendi işyerlerinin iş güvenliği uzmanı olabilme hakkı tanındı.

ÇOCUKLARIN DA CANI HİÇE SAYILDI
Sermayenin baskısıyla yapılan ertelemeler, yalnızca çalışanların değil, çocukların da hayatını tehlikeye atıyor. İzmir’de serviste unutulan Alperen Sakin adlı çocuğun ölümünün ardından, üç bakanlık okul servisleriyle ilgili bir yönetmelik hazırlamıştı. 2017’de hazırlanan bu yönetmelikte her öğrenci için oturmaya dayalı koltuk sensörü, üç nokta emniyet kemeri ve her koltuğu görecek kamera ve internet sistemleri zorunlu hale getiriliyordu. İçişleri Bakanlığı bu yönetmelikte değişiklik yaptı ve bu zorunluluklarla ilgili süreyi önce 3 Eylül 2019’a, ardından 3 Eylül 2020’ye kadar uzattı.

Son olarak geçen ay yapılan bir değişiklikle, 12 yaşından büyük araçların okul servisi olarak kullanılmasını engelleyen yönetmelik hükmü de ertelendi. Buna göre 12 yaşından büyük araçlar, 1 Temmuz 2021’e kadar kullanılabilecek. Bu değişiklik için Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu, İçişleri Bakanlığı ile görüşmüştü.

BAKANLIK KANTİNCİLERİ KIRMADI.
Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı kurumların bünyesindeki gıda işletmelerinde satışa sunulacak hazır ambalajlı gıdalarda ‘Okul gıdası’ logosu kullanılacaktı. Uygulamaya az bir süre kala İstanbul Kantincileri Esnaf Odası’ndan “Uygulamayı erteleyin” talebi geldi. Normalinde tebliğin yürürlüğe girme tarihi 16 Eylül’dü. Gıda işletmelerini kıramayan Tarım ve Orman Bakanlığı, tebliğde değişikliğe giderek bu tarihi 7 Eylül 2020’ye erteledi.

BİRGÜN

12 Kasım 2019 Salı

Şiddet karşıtı cesur bir yüreğin ardından...- Zülal Kalkandelen


Hırsızların, çıkarcıların, yağmacıların ve kötülerin cirit attığı bu diyardan, hassas ama şiddet karşısındaki direnciyle güçlü, çok iyi yürekli ve cesur bir insan geçti.


Belki onu tanımadınız, adını duymadınız; neler yaptığını, neleri dert edindiğini, başına neler geldiğini bilmediniz...

32 yaşındaydı.

Üniversitede hayvan sağlığı üzerine çalışırken, hayvanlar üzerinde yapılan vahşi deneylere ortak olmak istemedi; ilkesel olarak uygulamalı derslere girmeyi reddetti.

Mezbaha vahşetine gözleriyle tanık olduğunda, hayvancılık sektöründeki zulmü desteklemek istemedi; vegan oldu.

2011’de Şırnak’ta yaşanan olaylarda ordunun öldürdüğü katırlar için mücadele etti. Çabaları sonuçsuz kalıp katırlara yönelik katliam devam edince vicdani ret kararını açıkladı. Bu yüzden hakkında dava açıldı. Eğitim, çalışma, seyahat, konaklama gibi birçok hakkı ihlal edildi, hesapları bloke edildi. Üst üste idari para cezaları verildi. 

Gezi Parkı Direnişi sırasında polis şiddeti yüzünden yaralanan ve hayatını kaybeden hayvanlarla ilgili hak ihlallerini gündeme getirmek istedi. Bunun için Gezi Parkı’nın merdivenlerinde 28 Eylül 2013’te basın açıklaması yapmak isterken çok sert bir polis saldırısı ile karşılaştı. Onunla birlikte 14 kişi gözaltına alındı. 

Bu olaydan altı yıl sonra hakkında “terör soruşturması” başlatıldı...

Tüm ayrımcılıklara, baskı ve sömürüye karşıydı. Hem insan hakları hem de hayvan hakları için ses çıkaran bir akvistti. LGBTİ hareketi ve cinsel suçlarla mücadeleye de omuz verdi, ırkçılığa karşı durdu.

Henüz çok gençti ama kısa hayatında bu devlet onu çok yordu. Yaşam hakkını ve doğayı savunmak için seferber olan sevgi dolu bir insandı, ona “terörist” muamelesi yapıldı.
Beş gün önce vicdani ret konusunda açılan davada hâkim karşısına çıktı. “Vicdani ret Türkiye’de hak olarak kabul edilmese de taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerde anayasamıza göre bu sözleşmeler dikkate alındığında bir haktır ve kimse hakkını kullandığı için cezalandırılamaz” dedi. Dava 14 Ocak’a ertelendi...

Ve aradan bir gün geçtikten sonra bir gece kalbi durdu...

O benim mücadele arkadaşımdı...

Hayvan özgürlüğü için yaptığımız birçok eylemde yan yana durduğum,
Hayvan Hakları Yasası’nın çıkarılması için TBMM’de çırpınan,
Genç yaşına rağmen yasaları hukukçulardan iyi bilen çalışkan dostumdu...

2018’de içinde 25 bin canlı hayvanın olduğu ölüm gemisi Brezilya’dan Mersin’e doğru yola çıktığında verdiğim mücadelede yanımda o vardı. Ankara’daydı; bir gün telefon etti, Mersin’e gideceğimi duyunca, “Yalnız kalma Zülâl, geleyim mi?” dedi.

Ne iyi olur” dedim ama ikimizin o andaki parası iki kişinin yol ve seyahat masraflarını karşılamaya yetmedi. Hayvan özgürlüğü aktivisti dostumuz Yeşim Nurova yetişti yardıma. Onun desteği ile gittik Mersin’e.

Onunla ilgili çok anım var ama aklıma en çok Mersin’de gemiden indirilen hayvanların mezbahaya götürülüşünü görüntüleme çabamız geliyor.

Limana alınmadığımız için, çok rüzgârlı bir günde çevre yolunun üzerindeki bir köprünün üzerine çıkmıştık. Bir ucunda o, diğer ucunda ben... O, gelen TIRı bağırarak haber veriyor; ben diğer uçta durup video kaydediyordum.

İkimizin de gözyaşları içinde olduğu bir an sordu: Sence biz bu dünyada niye böyleyiz?
Bizim şiddet eşiğimiz çok düşük. Sen, ben ve bizim gibilerin aklı, vicdanı ve ruhu şiddeti reddediyor” dedim.

O, bu kokuşmuş düzenin karşısında, bir anarşist ve hayvan özgürlükçüsü olarak, tahakküm ilişkilerini ve şiddeti mümkün olduğunca kendisinden uzak tutmaya çalışıyor ve hayatını kimseden emir almadan, hiçbir otoriteye itaat etmeden, kimseyi öldürmeden yaşamak istiyordu...
Bu dünyadan böyle bir insan geçti. Yaptıklarıyla insana, hayvana ve yeryüzüne sadece iyilik getirdi. Dik durdu.
Adı Burak Özgüner’di.

Zülal Kalkandelen / CUMHURİYET

10 Kasım 2019 Pazar

Fatma el-Fihri: Tarihte iz bırakan bir kadın - Tarkan Tufan / duvaR

Ortaçağ Avrupa toplumlarının henüz karanlıkta olduğu bir dönemde, 9. yüzyılda yaşayan bir kadın, zamana meydan okuyan eşsiz bir eğitim ve entelektüel gelişim merkezi kurdu. Kuzey Afrikalı bir Müslüman kadının her yaştan, sosyal sınıf ve inançtan insanlara açtığı böylesi bir kurum, toplumu hakkındaki olağanüstü vizyonu ve bilginin yayılmasına dair yenilikçi zihniyetinin kanıtıydı.


DUVAR – Fatma el Fihri, tam ismiyle Fatima bint Muhammed el-Fihriye el-Kureyşiye, dünyanın en eski ve sürekli çalışan eğitim kurumunu, yani Karaviyyin Üniversitesi’ni kurmasıyla tanınan Faslı bir kadındı. El Fihri, günümüz Tunus’unda bulunan, Kayravan kasabasında, M.S. 800 civarında dünyaya geldi.
Kureyş adlı bir Arap kabilesinden olması nedeniyle, Fatma el-Fihri el-Kureyşiye biçiminde anılmaktaydı. Ailesi, Kayravan’dan yola çıkıp günümüzde Fas sınırları içerisinde kalan Fes kentine giden bir göç kervanına katıldı. Fes, fırsatlarla dolu kalabalık bir şehirdi ve sıkı bir çalışmanın ardından, ailesi zengin olmasa da babası Muhammed El-Fihri, Fas’ta başarılı bir tüccar oldu.
İYİ EĞİTİMLİ KIZ KARDEŞLER
Fatma ve kız kardeşi Meryem, çocukluk ve gençlik dönemlerinde iyi bir eğitim aldı ve İslam hukuku, fıkıh ve hadislerin yanı sıra, Muhammed peygamberin hayatıyla ilgili diğer eserler hakkında öğrenim gördü. 14. yüzyıl tarihçisi İbn ebu-Zaraa’nın kaydettiği durumlar dışında, kişisel hayatı hakkında çok az şey biliniyor. Bu durum büyük ölçüde El-Karaviyyin Kütüphanesi’nin 1323’te büyük bir yangın neticesinde zarar görmesinden kaynaklanıyor.
Ailesinin Fes’e yerleşmesinden bir süre sonra Fatma evlendi. Babası, erkek kardeşi ve kocasının peş peşe ölümlerinden sonra, Fatma ve kız kardeşi Meryem, babalarının tüm servetini devraldılar. Böylesine büyük bir parayı miras alan Fatma ve Meryem istedikleri her şeye ulaşabilirlerdi, ancak onlar servetlerini toplum yararına harcamayı tercih ettiler.
Fes kentine, çoğu İspanya’daki Müslüman nüfustan oluşan birçok mülteci yerleşmişti. Kentteki Müslüman nüfusu fazlasıyla artmıştı ve mevcut camiler büyüyen nüfusun ihtiyacını karşılayamıyordu. Bunu fark eden Meryem, 859 yıllında Endülüs Camii’ni inşa ettirdi. Fatma ise, 859-860’lı yıllarda bir cami fikriyle yola koyulsa da neticede el-Karaviyyin Üniversitesi’ni kurdu. Binanın inşaatını bizzat yönetti ve 859 yılının Ramazan ayındaki ilk inşaat gününden iki yıl sonra, bina tamamlanana dek oruç tutmaya yemin etti.

DÜNYANIN İLK ÜNİVERSİTESİ
Fatma el-Fihri, Kral Yahya ibn Muhammed’in gözetiminde 845 yılında yapımına başlanan bir caminin yapımını devralmak için babasından kalan parayı kullandı. Daha sonra burayı yeniden inşa ettirdi ve çevresindeki arazileri satın alarak boyutunu iki katına çıkardı.
İnşaat projesi Fatma tarafından bizzat denetleniyordu. Caminin mimarisi abartılı süslemelere sahip olsa da, el-Fihri, temelde mütevazı bir yapı inşa etmek istiyordu. Cami binasının inşaatı 18 yıl sürdü. Faslı tarihçi Abdülhadi Tazi’ye göre, el-Fihri, projenin tamamlanmasına kadar oruç tuttu. Tamamlandığında içeri girdi ve dua etti.
El-Karaviyyin Üniversitesi, Fatma’nın kız kardeşi Meryem’in yaptırdığı el-Endülüs Camii ile yan yana inşa edildi. Bu Üniversite, binlerce yıllık geçmişe sahip Oxford veya Cambridge’den yüzlerce yıl önce kurulmuştu.
Fatma el-Fihri 880 civarında öldü. Öldüğü günlerce, kurdurduğu kütüphane ve üniversite birkaç yıldan beridir eğitim vermekteydi.

ÖNEMLİ BİR MİRAS
1900’lerin başlarında, ülkede bulunan seçkin kesimin çocukları Fas’taki yeni Batı tarzı enstitülere gönderilmeye başlandıktan sona ise üniversitenin etkinliği çarpıcı bir şekilde azaldı. Yüzyıllar boyunca, el-Karaviyyin Üniversitesi, Müslüman dünyasında kilit bir manevi odak ve eğitim merkezi işlevi görmüştü.
Medrese, başlangıçta dini öğretilere ve Kuran ezberlenmesine odaklanmıştı; ancak daha sonraları Arapça dilbilgisi, müzik, tasavvuf, tıp ve astronomi eğitimine de yöneldi. Bununla birlikte, okul 1947 yılına dek devletin eğitim sistemine dahil edilmedi; 1957 yılında fizik, kimya ve yabancı diller bölümleri açılırken, 1963’te modern devlet üniversitesi sistemine katıldı.
Üniversite, çoğu açıdan, öğrenci yapısından öğretim tarzına kadar hâlâ oldukça geleneksel bir yapıda. Yaşları 13 ilâ 30 arasında değişen öğrenciler, metinleri okurken bir şeyh çevresinde yarım daire şeklinde oturuyorlar. Okul hem lise hem de üniversite düzeyinde diploma veriyor.
El-Karaviyyin’de bulunan kütüphane dünyanın en eskilerinden biri olarak kabul ediliyor. Kısa süre önce Kanada-Faslı mimar Aziza Chaouni tarafından restore edildi ve Mayıs 2016’da yeniden hizmete açıldı. Kütüphanenin 4000’den fazla el yazmasını içeren koleksiyonu, 9. yüzyıldan kalma bir Kuran ve en eski hadislerin oluşturduğu yazmaları da içeriyor.
Fatma el-Fihri, dünya genelinde tanınan, dünyaya sistematik bir eğitim sistemi sunarak bilime yeni bir yuva veren, tarihin akışında etkileri sonradan ortaya çıkacak parlak bir fikri hayata geçiren ilk insandı ve ardında derin bir iz bıraktı. Günümüzde, yalnızca eğitimin önemini gören biri olarak değil, açık ve öncü bir bakış açısıyla yaşayan, bıraktığı eserlerle anılmayı fazlasıyla hak eden bir insan olarak hatırlanıyor.
El-Karaviyyin Üniversitesi, kuruluşundan sonraki yüzyıllarda eğitim üzerinde derin bir etkiye sahip olmasının yanı sıra, tarih boyunca sayısız ünlü isimler çıkardı. Birkaç önde gelen Müslüman âlimin yanı sıra, üniversite bünyesinde önde gelen Yahudi ve Hıristiyan şahsiyetler de yetişti. Endülüslü diplomat ve coğrafyacı Hassan el-Wazzan (Leo Africanus), Yahudi filozof Moses ben Maimon (Maimonides), İslami filozof İbn Rüşd (Averroes), tarihçi ve düşünür İbn Haldun ve Sufi şair ve filozof Ibn Hazm bu üniversitede eğitim almıştı.
Tıp bilgini İbn Beja, gramerci Ben Ajrum, Hollandalı Oryantalist ve matematikçi Jacob van Gool ve Tasavvuf düşünürü Muhammed el-Cezire ile M.S. 999 ile 1003 arasında Papa olan ve kullandığımız Arap rakamlarını Avrupa’ya yaymasıyla bilinen Aurillaclı Gerbert de el-Karaviyyin’de eğitim aldığına inanılıyor.
Ortaçağ Avrupa toplumlarının henüz karanlıkta olduğu bir dönemde, 9. yüzyılda yaşayan bir kadın, zamana meydan okuyan eşsiz bir eğitim ve entelektüel gelişim merkezi kurmuştu. Kuzey Afrikalı bir Müslüman kadının her yaştan, sosyal sınıf ve inançtan insanlara açtığı böylesi bir kurum, toplumu hakkındaki olağanüstü vizyonu ve bilginin yayılmasına dair yenilikçi zihniyetinin kanıtıydı.
Tarkan Tufan / duvaR

Kaynaklar: