Prof. Dr. Murat Türkeş: Türkiye kuraklığın içinde(I)
Barajlardaki suyun kritik seviyelere düşmesi sadece belediye başkanlarının uykularını kaçırmıyor, herkesi endişelendiriyor. Prof. Murat Türkeş, süreci "Türkiye kuraklığın içinde" diyerek özetliyor.
Kurak geçen bir sonbaharın ardından yeni yıla da kurak giriyoruz. Ülkemizde sonbahar ve kış aylarında beklenen yağışlar bir türlü gelmedi. Artık, birkaç saat yağan yağmuru bile sevinçle karşılar hale geldik. Özellikle büyük kentlere içme, kullanma suyu sağlayan barajlarda suların kritik seviyelere düştüğü birbiri ardına açıklanıyor. İstanbul, İzmir, Edirne, Çanakkale, Samsun, Bursa gibi büyük kentlerde ardı ardına susuzluğa doğru gidildiği, yağışlar olmazsa su kesintilerinin gündeme geleceği ifade ediliyor. İSKİ'nin açıklamalarına göre İstanbul'un 2-3 aylık suyu kaldı. Barajlardaki su seviyesi yüzde yirmilere kadar düştü. İzmir'de de durum çok farklı değil. Barajlardaki su oranı yüzde 30'lara geriledi. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer "Uykularım kaçıyor!" sözleriyle susuzluğa dair endişeyi ilk ağızdan ortaya koyuyor.
"KARANFİLİM SUSUZUM, KAÇ GÜNDÜR UYKUSUZUM!"
Kenti yönetenler ve kentliler de 'Susuz kalacağız' tedirginliği her geçen gün büyürken en çok dertlenenlerden birisi de çiftçiler. Zaten bin türlü sorunun, ürünlerin para etmemesinin, tohum, ilaç, mazot, işçilik girdileri gibi ağır yüklerin altında ezilen çiftçiye son darbeyi ise böyle giderse kuraklık vuracak.
Su yoksa ürün yok, üretim yok, yaşam yok...
Türkiye'nin su potansiyeli, bunun kullanım şekli ve suyumuza, su varlıklarımıza yaklaşımımızı konunun uzmanları ve bilim insanlarına sorduk. Peşine düştüğümüz sorular arasında su varlıklarımız ve bunların yönetimine dair politikaların genel görünümünün yanı sıra, susuzluk ve kuraklık olgusunun nedenleri ile birlikte bilimsel olarak değerlendirilmesi de olacak.
"TÜRKİYE KURAKLIĞIN İÇİNDE"
TEMA Vakfı Bilim Kurulu ve İDA Dayanışma Derneği Üyesi, Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezinden emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş kuraklık, iklim değişimi ve iklim olayları denince ülkemizde ilk akla gelen bilim insanlarından birisi. Türkeş yaşanan süreci çok net bir cümle ile özetliyor; "Türkiye kuraklığın içinde".
Türkiye'nin su varlıkları bakımından durumu ne? Bu durumu diğer ülkelerle kıyasladığımızda nasıl bir tablo çıkıyor karşımıza?
Hidroloji ve su kaynaklarına bir bütün halinde baktığımızda, yani bugünkü iklim hidroloji ve su kaynakları açısından, Türkiye orta ve ortanın biraz altında su varlığına sahip bir ülke. Kurak Afrika ülkeleri gibi değiliz ama su zengini de değiliz. OECD Avrupa Birliği üyesi ülkelerle karşılaştırdığımızda, yaklaşık 1500 metreküp/yıl kişi başına düşen bir su varlığımız söz konusu. Bu hem OECD'nin hem de Avrupa Birliği'nin ortalamalarının altında. Evet, Afrika'dan yüksek ama yine bu kapsamda gelecek iklim değişikliklerini, Türkiye ve bölgesinde gelecekteki yağış hidroloji, su kaynaklarını dikkate aldığımızda, bugünkü kişi başına su tüketim kapasitesinin önümüzdeki yıllarda, özellikle 2040'lara 50'lere geldiğimizde çok daha da düşeceğini söyleyebiliriz. Bunun üstüne nüfus artışı, tarım, kentleşme, yeraltı su kaynaklarının çekilmesi, kar yağışlarının azalması, bütün bunları eklediğimizde bugünkü 1500 metreküp/yıllık kişi su tüketiminin 1000 metreküplere düşebileceğini söylemek mümkün. Bu durum, zaten su zengini olmayan, hatta su kıtlığı düzeyine yakın diyebileceğimiz ülkemizi artık şiddetli su kıtlığı ya da su stresi çeken bir ülke durumuna sokabilecek.
"ORTA VE DOĞU KARADENİZ'DE BİLE BİR KURAKLIK SÖZ KONUSU"
Türkiye'nin kuraklıkla ilgili durumunu nasıl tanımlayabiliriz? Bölge bazında baktığımızda kuraklık açısından durum nasıl görünüyor?
Türkiye bölgesi, Akdeniz havzası normal bugünkü iklim koşullarında bile kuraklığa eğilimli bir bölge. Kuraklık riski açısından Türkiye kulaklığını incelediğimizde bugünkü iklim koşullarında bile Türkiye'nin batı ve güney yarısı neredeyse kuraklıkta orta-yüksek düzeylerde. Güney Akdeniz’e doğru indiğimizde, büyük kentlere doğru gittiğimizde şiddetli bir etkilenebilirlik ve kuraklık riski olduğunu biliyoruz. Yağışlar çok değişken, mevsimsellik çok yüksek. Kuraklık eğilimi oldukça yüksek. Özellikle son 2 yılda yaşadığımız gibi sonbahar sonu, kış, ilkbahar başı yağışları yeteri kadar olmazsa bu yıllık kuraklığa dönüşüyor. Geçen yıldan, 2019 sonbaharından günümüze taşınan, tabii arada yaz kuraklığı da eklendi, bir kuraklık söz konusu. Son 3 ayın, 6 ayın haritalarına baktığımızda yine Türkiye'nin batısı, kuzeybatısı hatta Karadeniz'de Orta ve Doğu Karadeniz'de aslında bir meteorolojik kuraklık var.
Karadeniz'de bile kuraklık mı var?
Evet. Bir yıllık verilere baktığımızda, yani 12 aylık kuraklık indis analiz çözümlemelerine baktığımızda, (aslında yağış yüksek olduğu için anlaşılmıyor ama), Orta ve Doğu Karadeniz'de bile bir kuraklık söz konusu. Yeraltı su kaynaklarına ve belki önümüzdeki günlerde çay ve fındık rekoltesinde etki edebilecek düzeyde bir kuraklık var. Neden anlaşılmıyor, orası zaten yağışlı nemli bir bölge. Ama doğal bitki örtüsü doğal ekosistemler orman ekosistemi, tarımda su yetmeyip yer altı sularına yöneldiğimizi düşündüğümüzde, eğer bu kış yeterli yağış almazsak, önümüzdeki aylarda Karadeniz'de bile bir kuraklıktan söz edeceğiz.
Karadeniz'i bile kuraklıkla aynı cümlede anabiliyorsak diğer bölgelerdeki durum ne peki?
Türkiye'nin kuzeybatısı, Trakya, Çanakkale yöresi, Kuzey Ege, İzmir'e kadar kuraklık yayılmış durumda. İstanbul Avrupa Yakası, Trakya, Ankara'daki, hatta Samsun'da barajlardaki su seviyeleri ve yeraltı su seviyelerinin düştüğünü biliyoruz. Bu sene kışlık tahıl ekimi için yine biliyorsunuz üretici zorlandı. Yani özetle bu aylarda meteorolojik kuraklık yaşıyoruz ama son bir yılı düşündüğümüzde aslında yaşadığımız kuraklık hem tarımsal kuraklığa, (tabii Türkiye'nin bazı yörelerinde), hem de bir hidrolojik kuraklığa dönüşmüş durumda. Yani sadece yağışların uzun süreli ortalamanın altında gerçekleşmesi ile oluşan kabaca meteorolojik kuraklık değil. Hem doğal hem de tarımsal bitkilerin toprak kök düzeyindeki toprak nemin de ciddi azalma var. Doğal ve insan yapımı su yapıları, barajlar, göletler, doğal göllerdeki su seviyelerin azalması ve yeraltı suyunun çekilmesi bize aslında henüz tam çok şiddetli düzeyine ulaşmamakla birlikte bir tarımsal ve hidrolojik kuraklığın içinde olduğumuzu gösteriyor.
Bu açıdan baktığımızda nasıl bir gelecek bekliyor ülkemizi?
Aslında meteorolojik kuraklık açısından Türkiye'nin doğu yarısı daha kurak ama uzun süreli düşündüğümüzde demin saydığım yörelerde bir etkin kuraklık zaten var. Türkiye'de Batı Anadolu, Türkiye'nin Güney yarısı hatta Karadeniz, yıllık yağışın çok büyük bir bölümü kasımdan marta kadar olan dönemde yani sonbahar sonu kış ve kısmen ilkbahar başında alıyor. Kış yağışını, sonbahar yağışını alamazsanız zaten yıllık su açığı ortaya çıkmış olacak. Var olan kuraklık şiddetlenecek. Bahar ve yaz yağışlarının da nasıl olduğunu biliyoruz. Toprak bunları ememiyor, çoğu sağanak şeklinde gelişiyor, yeraltı su kaynaklarına çok bir faydası olmuyor, tersinden iklim değişikliği koşulları altında bir de kuvvetli sağanaklara, gök gürültülü fırtınalara, sellere ve taşkınlara neden oluyor. Son 20 yılda bu seller, taşkınlar kentsel olmaya başladı.
"KENTLERE KAR YAĞIŞ OLASILIĞI ÇOK DÜŞTÜ"
Beklenen yağışlar olursa kuraklık bir nebze olsun aşılabilir mi?
Türkiye'nin batısında İstanbul'da dahil kentlere kar yağış olasılığı çok düştü. Çok soğuk sistemlerde bile yüzey sıcaklığı sıfıra yakın ya da altında olmadığı için kar yağışı olarak başlayan yağışlar bile yeryüzüne düşerken kentlerin etkisi, kent çevresindeki binalar, kentsel ısı adası ve atmosferin ısınması artık yağışların kar yağışı olarak düşmesine engel oluyor. Kar yağışı olarak düşse bile yüzey daha sıcak olduğu için çok hızlı eriyor. Dolayısıyla yağış tipinde de bir değişik olmaya başladı. Yani bir yandan en önemli mevsimde sonbaharda, kışın yeterli yağış alamıyoruz. Bir yandan kar yağışı eskisi gibi düşmüyor. Arazi kullanımı değişikliği, ormansızlaşma, kentleşme, kent ısı adasının etkisi var bunun üzerinde. Bir de küresel iklim değişikliği ve küresel ısınma söz konusu.
"EŞGÜDÜM EKSİKLİĞİ VAR, KURUMLAR BİRBİRLERNİDEN ÇEKİNİYOR"
Hal böyleyken siyasi iktidarın ve yerel yönetimleri izlediği su politikamız ne durumda?
YİRMİ yıl önceye göre Türkiye'de bilimsel açıdan, teknik açıdan çok çalışma yapıldı. Ama henüz kamu ve yerel yönetimler bilimsel çalışmaların sonuçlarını uygulamaya sokmak aşamasında değiller. Örneğin bir sürü kuraklık yönetim çalışması var. Hem havzalar bazında hem illerin var, Tarım Orman Bakanlığı'nın. Şu anda kurak bir dönemdeyiz, çok açık bu. Fakat erken uyarı sistemlerini devreye sokmuyoruz. Eşgüdüm eksikliği var. Kurumlar birbirlerinden çekiniyorlar. Türkiye'nin en önemli sorunlarından bir tanesi bu bence.
"TARIMSAL SULAMADAKİ KAYIP KAÇAK SORUNU ÇÖZÜLMELİ"
Su varlıklarımız en çok nerelerde kullanılıyor?
Kullanımlarına göre su kaynaklarından çekilen miktarlara baktığımızda belediyeler ve termik santraller belli bir orana sahip ama aslında Türkiye'de su kullanımı açısından en öndeki sektörlerin başında tarımda sulama geliyor. Tarımdaki sulama Türkiye'nin bu alana ayırmış olduğu suyun yüzde yetmiş birini kullanıyor. Sanayi yüzde 18, içme kullanma yüzde 10 civarında. Bu alanlarda özellikle tarımsal sulamadaki kayıp kaçaklar ve eski salma sulamanın Türkiye'deki su kaynakları üzerinde çok olumsuz bir etkisi olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla sulamada ciddi, akılcı, verimli sulama yönetimi planları ve gelecek için daha orta ve uzun vadeli planlamaların yapılması gerekiyor.
"KURAKLIK PLANI HAZIRLAMALIYIZ"
Nasıl bir su ve kuraklık yönetimi olmalı sizce?
Yeterli yağış olmadığı için yüzeyde ve barajlarda göletlerde, akarsularda, su azaldığı için o saklamamız gereken "daha kötü yıllara" ve gelecek kuşakları bırakmamız gereken yer altı suyuna daha fazla yöneleceğiz. Kuraklık yönetiminin su yönetimi ile birleşmesi gerekiyor ve bütün bunların içinde iklim değişikliği olgusunu suyla ilgili bütün konularda çok önemli bir noktada tutmak zorundayız. Yani biz değişen iklim koşullarına göre kuraklık planlarını hazırlamalıyız. Kuraklık yönetim planlarını ve su yönetim planlarındaki kuraklık erken uyarım sistemlerini derhal hayata geçirmek zorundayız.
***
"Melen Barajı'yla dahi İstanbul'a su yetmeyecek"(II)
Kuraklığı iklim değişikliğine bağlamanın kolaycılık olduğunu belirten Prof. Doğanay Tolunay “Yanlış kentleşme politikaları bilinçsiz sulama gibi uygulamalar toplumların kırılganlığını artırır" dedi.
Başta İstanbul ve İzmir olmak üzere büyük kentlerin içme suyu barajlarının su seviyeleri oldukça azaldı. Bu durumu sadece iklim değişikliğine bağlamanın kolaycılık olduğunu belirten İstanbul Cerrahpaşa Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay “Çünkü kuraklık meteorolojik bir afettir ama yanlış kentleşme politikaları, yanlış ve amaç dışı arazi kullanımları, ormanların tahrip edilmesi, meralardaki aşırı otlatma, bilinçsiz tarımsal sulama gibi uygulamalar toplumların ve ekosistemlerin kırılganlığını artırır” diyor. İşte Tolunay’ın söyledikleri…
-Beklenen yağmurlar bir türlü yağmıyor. Uzmanlar Türkiye’nin kuraklık içerisinde olduğunu söylüyorlar. Siz de mi aynı görüştesiniz? İklim krizinin yaşadığımız kuraklıktaki etkileri nedir?
Ülkemizde son 6 aydır yaşanan şiddetli kuraklık iklim değişikliğiyle yakından ilgili. Başta İstanbul ve İzmir olmak üzere büyük kentlerin içme suyu barajlarının su seviyeleri oldukça azaldı. Ancak bu durumu sadece iklim değişikliğine bağlamak kolaycılık olur. Çünkü kuraklık meteorolojik bir afettir ama yanlış kentleşme politikaları, yanlış ve amaç dışı arazi kullanımları, ormanların tahrip edilmesi, meralardaki aşırı otlatma, bilinçsiz tarımsal sulama gibi uygulamalar toplumların ve ekosistemlerin kırılganlığını arttırır. Örneğin Melen Nehri üzerine yapılacak olan barajın İstanbul’un su ihtiyacını 2050’lere hatta 2070’lere kadar karşılayacağı ifade ediliyor. Ama bu değerlendirme yapılırken İstanbul’un gelecekteki nüfusunun ne olacağı, günümüzde kayıp suyla beraber 190 litre kadar olan kişi başına günlük su tüketiminin kaç litreye çıkacağı ve iklim krizinin etkisinin ne olacağı hiç dikkate alınmıyor. İklim krizine bağlı olarak gelecekte yağışların düzensizleşmesi, bahar ve yaz yağışlarının azalması, yıllık toplam yağışlarda yüzde 30-40 kadar düşüşler, kar yağışlarının görülmemesi ve buharlaşmanın da artması bekleniyor. İstanbul örneğinden gidilecek olursa buharlaşma kayıplarıyla birlikte su kaynakları yüzde 40 kadar daralabilecektir. Başka bir ifadeyle Melen Barajı yapılsa da İstanbul’a su yetmeyecektir. Buna rağmen Sazlıdere Barajını yok edecek, Terkos Gölü’nün su havzasını daraltacak ve İstanbul’un nüfusunu arttıracak Kanal İstanbul Projesi ülkemizde bütüncül bir iklim, su ve arazi politikamızın olmadığını gösteriyor.
"ÖZELLİKLE ALTIN MADENLERİNDE ÇOK SU TÜKETİLİYOR"
- Sizin alanınızdan meseleye bakacak olursak; ormancılık politikamızın kuraklıktaki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ormanlar suyun toprağa sızmasını sağlayarak yüzeysel akışı, dolayısıyla erozyon, sel ve taşkınları önler, böylece hem yer altı sularını hem de dereler, göller gibi yüzey sularının beslenmesini sağlar. Ormanlar su verimini ve kalitesini arttıran en önemli doğal varlıklarımızdır. Ancak 700 bin hektarı bulan orman alanlarındaki madencilik, enerji ve diğer izinlerle ormanlarımız paramparça oldu. Aynı zamanda son yıllarda odun ham maddesi üretimi oldukça arttırıldı. Bütün bu uygulamaların sel ve taşkınlara neden olduğunu, dereler ve göllerdeki su seviyelerinin azalmasında etkili olduğunu söylemek yanlış olmaz. Tarımsal uygulamaların da kuraklığın etkilerini şiddetlendirdiğini eklemek isterim. Ülkemizdeki kullanılabilir suyun yüzde 70’i ile sulama yapıyoruz. Yöreye uygun ürünler yetiştirmiyor, tam tersine yarı kurak bölgelerde çok su tüketen ürünler yetiştiriyoruz. Konya’da şeker pancarı, Güneydoğu Anadolu’da mısır yetiştirilmesini buna örnek verebiliriz. Son olarak ama su tüketimi fazla olan, hatta yer altı sularını kullanılacak kömürlü termik santrallerde ısrar edilmesi de enerji politikalarımızda çok boyutlu bir planlama yapılmadığını göstermekte. Buna madencilik politikamız da eklenebilir. Çünkü özellikle altın gibi 4. grup madenlerin üretilmesinde çok yoğun su tüketilmekte.
"HES’LER SUSUZLUĞA YOL AÇTI"
- Türkiye’nin son yıllarda izlediği su varlıkları konusundaki politikalar ile içinde bulunduğumuz nesnel gerçekliğe baktığımızda nasıl bir tablo var karşımızda?
Ülkemizde son yıllarda kuraklıkla mücadele için binlerce gölet yapıldı. Ancak bu göletlerin çoğu derelerden akan suların azalmasına, göletten yararlanamayan köylülerin susuz kalmasına neden olduğunu söyleyebilirim. Dereler üzerinde yapılan HES’lerin de suyu depolamaları nedeniyle daha aşağıdaki köylülerin ve derelerdeki canlıların, dere kenarlarındaki bitkilerin suyuna ortak oldukları ve susuzluğa yol açtıkları da biliniyor. Yukarıda da söylediğim gibi iklim krizinin neden olduğu afetlerden sadece birisi olan kuraklığı aşmak için oluşturulacak su yönetimi bütüncül bir yaklaşım gerekmektedir. Arazi kullanım planlaması, kentleşme, tarım ve ormancılık, enerji ve madenciliği birlikte ele almazsak sadece kuraklık değil, seller, orman yangınları gibi çok daha fazla afet ile yüz yüze kalırız.
"PARİS ANLAŞMASI: DAĞ FARE DOĞURDU"
-İklim krizi ile mücadelede çok şey beklenen Paris Anlaşması beşinci yılında. Çok bir etkisinin olmadığı dile getiriliyor. Bununla birlikte iklim krizi de etkisini daha çok hissettiriyor. Bazılarının iddia ettiği gibi kritik eşik aşıldı mı?
Paris Anlaşması 5 yıl önce imzalandığında büyük beklentiler oluşturmuştu. Ama aradan geçen 5 yıl değerlendirildiğinde dağ fare doğurdu denilebilir. Özellikle sera gazı salımlarının azaltılması konusunda dünya olarak halen istenilen düzeylerde değiliz. 5 yıl öncesinden başlayarak sera gazı salımlarını yavaş yavaş azaltarak 2030’da yarı yarıya azaltmamız, 2050’de de atmosfere verdiklerimizle atmosferden aldıklarımızı eşitlememiz gerekirken, küresel ölçek salımlar sürekli arttı. Çin dahil birçok ülke sera gazı salımlarını azaltacağını, bazı ülkeler kömür tüketimini tamamen sıfırlayacağını ilan etse de bunların yetersiz olduğu söylenebilir. Kritik eşik ise henüz aşılmadı. Çünkü küresel ısınma için kritik eşik Sanayi Devrimine göre 2 derece sıcaklık artışı olarak öngörülüyor. Hatta bu sıcaklık artışını 1.5 derece civarında tutmamız gerek. Şu ana kadarki sıcaklık artışı 1.1 derece civarında. Önümüzdeki 15-20 yılda 1.5 dereceyi, 25-30 yılda ise iki dereceyi aşmamız mümkün. Yüzyıl sonunda ise dünyanın ortalama sıcaklığı 5 derece kadar olabilir.
"YOKSULLUĞU ORTADAN KALDIRARAK TÜM AFETLERE
DAYANIKLI BİR ÜLKE HALİNE GELEBİLİRİZ"
- Ne yapılmalı ne yapmalıyız?
Yapmamız gerekenler de belli aslında. Sera gazları salımını azaltmak ve beklenen iklim değişikliği etkilerine karşı hazırlıklı olmak, başka bir ifadeyle uyum çalışmaları yapmak. Sera gazı salımlarını azaltmak için fosil yakıt kullanımını azaltmalı, ormansızlaşma ve diğer arazi kullanım değişikliklerini önlemeli, karbon yoğun sanayi sektörlerinden vazgeçmeliyiz. İklim değişikliğine uyum çalışmalarında ise beklenen her iklimsel afete karşı hazırlıklı olmamız gerek. Kuraklık özelinde sadece kuraklık olduğunda değil, her zaman su tasarrufu yapılması ve su tasarrufu kültürü oluşturulması, bahçe ölçeğinden ekosistem ölçeğine kadar su hasadı çalışmaları yapılması, atık suların yeniden kullanımının sağlanması, su kirliliğinin önlenmesi, tarımdaki su tüketiminin önlenmesi gibi çalışmalar yapılabilir. Ancak iklim değişikliğinin tüm etkilerine karşı dayanıklı toplumlar ve ekosistemler için çarpık kentleşmenin, arazi kullanım değişikliklerinin ve ormansızlaşmanın önlenmesi ve doğal ekosistemlerin korunması en önemli adımlar olacaktır. Yoksulluk, iklim krizi ve diğer tüm afetler için kırılganlık nedenidir. Sosyal bir devlet olarak yoksulluğu ortadan kaldırarak sellerden kuraklığa, depremlerden salgınlara kadar tüm afetlere dayanıklı bir ülke haline gelebiliriz.
***
"İklim değişikliğiyle uyumlu su politikaları gerek" (III)
“Suyumuzun değerini bilseydik bu hayati sorunu ileri bir tarihe atmak yerine onu şimdiye kadar çözmüş olurduk” diyen Dr. Akgün İlhan’la su sorununu konuştuk.
Türkiye’nin birkaç on yıl içinde “su fakiri” statüsünde bir ülke olacağını söyleyen Dr. Akgün İlhan*, kentlerde kullandığımız şebeke suyunun yüzde 43’ünün fiziki nedenlerle kaybedilmesinin bile suya verdiğimiz değeri gösterdiğini söylüyor. 2014’te büyükşehir ve il belediyelerinin su kayıplarını önlemek için İçme Suyu Temin ve Dağıtım Sistemlerindeki Su Kayıplarının Kontrolü Yönetmeliği’nin yürürlüğe girdiğini hatırlatan İlhan, yürürlüğün 2019 yılında değiştirilerek tarihinin ise 4 veya 5 sene ötelendiğini söyledi. “Suyumuzun değerini bilseydik bu hayati sorunu ileri bir tarihe atmak yerine onu şimdiye kadar çözmüş olurduk” diyen İlhan’la su sorununu konuştuk.
Ülkemiz su varlıkları bakımından ne durumda?
Türkiye’nin yıllık tüketilebilir su potansiyeli 112 milyar metreküp civarında. Bu suyun yaklaşık yarısı (yüzde 48.2) zaten kullanılmakta. Sektörel kullanıma göre suyun yüzde 74’ü tarımda, yüzde 13’ü içme-kullanma amacıyla kentlerde ve diğer yüzde 13’ü de sanayide tüketiliyor. Ülkemiz küresel iklim değişikliğinden en fazla etkilenen bölgelerden biri olan Doğu Akdeniz havzasında yer alıyor. Nitekim Türkiye dünya ortalamasının üzerinde ısınıyor. Aşırılaşan iklim olaylarıyla (seller, kuraklıklar, sıcak dalgaları vb.) su kaynaklarının beslenmesi, varlıklarını sürdürmesi ve insanların onlara erişimi daha da zorlaşacak. Bir de sürekli artan ve şimdiden 83 milyonu aşan nüfusumuzu bu olumsuzlukların üstüne eklediğimizde tablo daha da karanlıklaşıyor. Yani bir yanda erişimi zorlaşan ve kirlenen suyumuz, öte yanda artan nüfusumuz var. Sonuç kişi başına düşen yıllık su miktarı 1349 metreküpe düşmüş, su stresi çeken ve birkaç on yıl içinde ise “su fakiri” statüsünde yer alacak bir ülke.
Dr.Akgün İlhan
‘GRİ SUYU VERİMLİ KULLANMAYI DA BİLMİYORUZ’
- Sularımızı verimli değerlendirebiliyor muyuz? Değerini biliyor muyuz?
Kentlerde kullandığımız şebeke suyunun yüzde 43’ü ağırlıklı olarak fiziki nedenlerle kaybediliyor. Sadece bu bilgi bile suya verdiğimiz değeri gösteriyor. Bunun yüzde 25’e çekilmesi için 2014 tarihinde İçme Suyu Temin ve Dağıtım Sistemlerindeki Su Kayıplarının Kontrolü Yönetmeliği yürürlüğe girdi. Bu yönetmelikle büyükşehir ve il belediyeleri su kayıplarını 2019’a kadar en fazla yüzde 30, 2023’te ise en fazla yüzde 25, diğer belediyelerde 2023’e kadar en fazla yüzde 30, 2028’e kadar ise en fazla yüzde 25 olacak şekilde indirmekle yükümlü kılındı. Ancak buna rağmen fazla bir ilerleme kaydedilmeyince yürürlük 2019 yılında değiştirilerek büyükşehir, il ve diğer belediye statülerine göre değişen şekillerde tarihler 4 veya 5 sene ötelendi. Suyumuzun değerini gerçekten bilseydik bu hayati sorunu ileri bir tarihe atmak yerine onu şimdiye kadar çözmüş olurduk. Suyun neredeyse yarısını kaybettiğimiz yetmezmiş gibi suyu verimli kullanmayı da bilmiyoruz. Lavabo, duş ve çamaşır makinelerimizde kullanıldıktan sonra oluşan gri suyu (az kirlenmiş atık su) kanalizasyona vermek yerine basit bir arıtmadan geçirerek yeniden kullansak yarı yarıya su tasarrufu sağlayabiliyoruz. Eski binalara bunun için ayrı bir tesisat ve arıtma cihazı eklemek biraz zor olsa da yeni yapılan binalarda gri su altyapısını yasal olarak zorunlu kılmak buna bir çözüm olabilir. Ancak maalesef gri suyun yeniden kullanımı halen birkaç pilot projeden öte gidemiyor.
Benzer durumlar suyumuzun dörtte üçünü kullanan tarım sektörü için de geçerli. Tarımda yüzde 90’lara yakın bir oranda kontrolsüz yüzey sulama teknikleri kullanılıyor ve suyun önemli kısmı taşınırken kaybediliyor. Örneğin damlama ve yağmurlama sulamada yüzey sulamaya göre yüzde 50 ila 60 oranında ve hatta kimi durumlarda yüzde 90’a varan su tasarrufu sağlamak mümkün. Yani tarımda da kullandığımız su miktarını en azından yarıya indirebiliriz. Buna yağmur hasadı, arıtılmış atık suların kullanımı, uygun bitki desenleri de eklendiğinde tarımda su tasarrufunu daha da büyütebiliriz. Suyumuzun en büyük kısmını alan bir sektörde böylesine bir tasarruf, akarsularımız ve göllerimiz üzerindeki kullanım baskılarını da azaltacaktır.
‘KURAKLIK, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE İNAT FAALİYETLERİN SONUCU’
- Son dönemdeki kuraklığı bir şeye bağlamak gerekiyor mu yoksa normal bir süreç mi?
İçinde bulunduğumuz kurak dönem küresel iklim değişikliğinin bir sonucu. Ancak biz suyumuzu kaybederek, verimsiz kullanarak bunun da üzerine başka olumsuzluklar ekliyoruz. İklim değişikliğiyle uyumlu tarım, su ve kentleşme politikaları üretip hayata geçirmiyoruz. İklim değişikliğini azaltıcı adımlar atmak yerine onlarca kömürlü termik santral açıp küresel ısınmaya neden olan karbon emisyonlarını artıracak faaliyetlerde bulunuyoruz. Yani yaşadığımız kuraklık, iklim değişikliğinin ve her sektörde iklim değişikliğine inat faaliyetlerin sonucu yaşanıyor.
‘SANAYİDE ATIK SUYUN ARITILIP YENİDEN KULLANILMASI GEREKİYOR’
-Sanayi birincil su kaynaklarının kullanılması doğru mu?
ÜLKEMİZDE kullanılan suyun yüzde 13’ü sanayi sektörüne gidiyor. Bunun da yaklaşık üçte ikisi enerji üretimi için kullanılıyor. Su en başta hidroelektrik, termik ve nükleer enerji olmak üzere tüm enerji biçimlerinde ham madde çıkarımında, türbinlerin hareket ettirilmesinde, soğutmada ve temizlemede kullanılan bir varlık. Türkiye’de elektrik ihtiyacının büyük bölümünü karşılayan hidroelektrik ve fosil yakıtla çalışan termik santraller yoğun su kullanıyor ve kirletiyor. Sanayi sektöründe geriye kalan su kullanımına baktığımızda da ilk üçte gıda imalatı, tekstil ve kimyasal üretimi gibi su yoğun sektörleri görüyoruz. Sanayide su verimliliğini yükseltebilmek için enerjiden kimyasal üretimine her sektörde birincil su kaynakları yerine atık suyun arıtılıp döngüsel olarak yeniden kullanılması gerekiyor. Aksi takdirde özellikle kurak zamanlarda azalan suyun sulama suyu olarak kullanılması yerine sanayiye gitmesi gibi sonuçlar ortaya çıkabiliyor.
‘YAĞMUR YAĞIP BARAJLARDA SU BİRİKTİĞİNDE UYKUMUZA GERİ DÖNÜYORUZ’
- Birçok kentin içme suyu barajları alarm verecek seviyeye kadar düşmüş durumda. Bunu yağmayan yağmur kadar pandemi döneminde çok su kullanılmasına ya da içme suyuyla araba yıkama gibi şeylere bağlayanlar var. Sizin bu duruma dair yorumunuz ne?
Biz maalesef sadece kentleri besleyen barajların su seviyesi düştüğünde uyanıyor ve “Ne oluyor?” diye soruyoruz. Birkaç gün yağmur yağıp barajlarda su biriktiğinde de uykumuza geri dönüyoruz. Oysa Türkiye ısınıyor, Karadeniz bölgesini bile kuraklık esir almış durumda. Kırsalda yağış yok, tarım emekçileri zor durumda ve verim düşüşleriyle gıdamız daha da pahalanacak. Artık 4-5 senede bir yaşadığımız kuraklığa daha büyük bir açıdan bakmanın zamanı geldi de geçiyor. Kuraklığın sebebi her şeyden önce küresel iklim değişikliğidir. Buna rağmen Türkiye son 30 yılda yüzde 135 artırdığı karbon emisyonuyla, dünyada en fazla termik santraline sahip 13. ülke olmasıyla ve Paris Anlaşması’na taraf olmaktan kaçınmasıyla iklim değişikliğini görmezden gelmiş oluyor. Kuraklıkla mücadele ederken iklim değişikliğiyle mücadele etmemek soruna çözüm getirmediği gibi onu büyütüyor da. Bu nedenle sadece su alanında değil enerjiden tarıma, kentleşmeden ulaşıma her sektörde iklim değişikliği azaltım ve uyum çalışmaları için zaman kaybetmeden adımlar atılmalı. Aksi takdirde kuraklıktan kuraklığa kısa süreli uyanıp, geriye kalan zamanda gaflet uykusuna dalarak kendimizi kandırmaktan öteye gidemeyeceğiz.
(*) Dr. Akgün İlhan: 2017 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi Turizm İşletmeciliği bölümünde “çevre ve turizm” ile “çevresel ve sosyal perspektiflerden sürdürülebilirlik” adlı dersleri veriyor. İlhan’ın çeşitli dergi ve kitaplarda su krizi ve iklim değişikliği üzerine yazıları bulunuyor. “Yeni Bir Su Politikasına Doğru: Türkiye’de Su Yönetimi, Alternatifler ve Öneriler (2011)” adlı kitabın yazarı olan İlhan, Açık Radyo’da devam eden “Sudan Gelen” adlı bir programın da yapımcısı ve sorumlusu. İlhan aynı zamanda 2019-2020 Mercator-İPM Araştırmacısı olarak Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezinde çalışıyor.
***
Trakya: ‘Suyun ve sözün bittiği yer!’(IV)
Trakya bölgesindeki ekoloji mücadelesinin önde gelen isimlerinden Göksal Çidem’le, yöresindeki doğaya karşı işlenen suçlar ve bunların, susuzluk-kuraklık olgusuyla ilişkisi üzerine konuştuk.
Kırklareli Kent Konseyi Çevre Meclisi Başkanı Göksal Çidem, Kırklareli ve Edirne’ye su sağlayan Kayalı Barajı’ndaki seviyenin yüzde 3’e düştüğünü gösteren fotoğrafların altına “Suyun ve sözün bittiği yer” diye yazdı. Trakya bölgesindeki ekoloji mücadelesinin önde gelen isimlerinden Göksal Çidem’le, yöresindeki doğaya karşı işlenen suçlar ve bunların, susuzluk-kuraklık olgusuyla ilişkisi üzerine konuştuk.
KURAKLIKLA BİRLİKTE YER ALTI SULARI DA AZALDI
- Ülkemizin son dönemde içinde yer aldığı susuzluk ve kuraklıkla ilgili Trakya’da durum ne?
Bizim bölgemiz için yapılan açıklamalara bakılınca DSİ 11. Bölge diyor ki “Edirne‘nin içme suyunun sağlandığı Kırklareli Kayalıköy Barajının doluluk oranı yüzde 3 seviyelerinde. Süloğlu Barajında ise yüzde 28 seviyesinde su bulunuyor”. DSİ hem su azaldı diyor hem de gerekeni yapmıyor. Armağan Barajı Kırklareli’de yaşayanlar için içme suyu ve tarımsal sulama amaçlı olarak planlandı. Hatta isale hattının bir kısmı da döşendi. Ve hâlâ bekliyor! Hangi aşamada? Neden bekliyor? Suyumuz bu gidişle zor gelecek. Kırklareli insanımız “çok iyi statülü içme suyuna” ne zaman kavuşacak? Ya da kavuşabilecek mi, demek daha doğru...
26 Kasım’da Çevre ve Şehircilik Bakanlığında İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısı yapıldı. İtirazımızı yaptık. Aynı dosyalar için 25 Aralık’ta yine İDK yapıldı. Burada da yine itirazlarımızı sunduk. Orman içine tesis kurulması yetmezmiş gibi DSİ Istırga Deresi suyunu da madencilik firmasına veriyor. Saniyede 3.8 l/sn! Nasıl bir çelişki bu? Istırga Deresi 1 kilometre kadar aktığı bölgede tarımsal üretimde kullanılır. Kocadere ile birleşip Armağan Barajına akar. Armağan Barajından da salınan su dereler aracılığı ile Kırklareli Barajına gelir ve o suyu biz içeriz. Barajların durumu ortada. Çağlayan Köprüsü açığa çıktı. Baraj suları azaldı. Kritik seviyeye geldi. Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Çorlu Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Lokman Hakan Tecer uyarıyor; “Trakya ve Kırklareli bölgesi kuraklık ve susuzluk tehdidiyle karşı karşıya kaldı, yer altı suları yüzde 85 azaldı. Kuraklığın yaşandığı Trakya’da yer altı suları da tükenmeye başladı. Tarımın yanı sıra bölgede artan sanayi kuruluşları, yer altı sularının tükenmesinde önemli etken”.
"ISTRANCALAR İSTANBUL’UN NEFES BORUSUDUR"
-Trakya’daki en küçük bir olumsuzluk ülkemizin en büyük ve kalabalık kenti İstanbul’u da etkilemez mi?
Kesinlikle. Tüm bu yaşananlara sadece Kırklareli’nin sorunuymuş gibi bakmamalı. Edirne ve İstanbul Istrancalar’dan içme suyu alıyor. Ergene havzası yer altı ve yer üstü suları buradan besleniyor. Edirne Kayalı Barajından, Kırklareli Barajından, İstanbul Kazandere ve Pabuçdere’den su alıyor. Istrancalar sadece Kırklareli ve çevresi için değil ülkenin büyük bir kesimi için önemli.
Televizyon hava durumlarında önceki yıllarda sık duyduğumuz “Balkanlardan gelen serin ve yağışlı hava yurdu etkisi altına alacak” diyordu. Artık fazla duymuyoruz. Istrancaları katlederseniz ne hava ne de su gelecek. Istrancalar İstanbul’un nefes borusudur. Su kaynağıdır. Ülke nüfusunun yüzde 20-25’inin yaşamı Istrancalar’ın korunmasına ve yaşatılmasına bağlıdır.
"DAĞLARIMIZ MADENCİLİK, RES, HES İLE DELİK DEŞİK EDİLMİŞTİR"
- Bir yandan da Trakya’da son yıllarda madencilik faaliyetlerinin arttığını dile getiriyorsunuz. Bunun da susuzluğa etkisi var mı sizce?
Suyun geldiği yerler, dağlar ve buradaki ormanlar. Dağlar sürdürülebilir bir çevrenin temelidir. Burada varlığını sürdürmeye çalışan yaban hayatı ve burada yaşayan insanların yaşamlarını sürdürmesi, gelecek için çok önemli. Dağlar dünya içme suyunun yüzde 60-80’ini sağlamaktadır. Yaşadığımız şehir ve dünyanın birçok büyük şehri içme suyu açısından dağlara bağımlıdır. Ayrıca dağlardan sağlanan temiz su pek çok tarımsal alanda çiftçiler tarafından kullanıldığı için, dağ kaynaklı sular küresel besin güvenliğinin sağlanması açısından hayati öneme sahiptir.
Günümüzde dağlarımızın hali içler acısı. Toroslar’dan Kaz Dağları’na, Kaçkarlar’dan Istrancalar’a kadar madencilik, RES, HES ile delik deşik edilmiştir. Dağlarda her gün dinamitler patlarken ve ağır iş makineleri dolaşırken, yaban hayatı da yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalıyor.
Dağlarda bu talan projeleri devam ederken her gün yeni bir proje daha geliyor. “Projeler yasalara uygun, yönetmeliklere uygun, mevzuata uygun” deniliyor. Ama doğaya uygun değil. Çünkü su bitti. Günlük çıkarlar uğruna bitirildi. Doğal ve sosyal yaşam büyük tehlikede.
Fotoğraf Göksal Çiğdem-Kişisel arşiv
"BİLİM İNSANLARI BAĞIRMIYOR, ÇIĞLIK ATIYOR ARTIK"
- Bilim yıllardır bu noktaya geleceği uyarısını yapıyordu değil mi?
Bilim insanları yıllar önce başladıkları uyarılarla bugünlerde yaşanacakları haber verdiler. Ama rant insanın gözünü kör etmiş, vicdanları taşlaştırmış, betonlaştırmış.
Şimdi bilim insanları artık uyarmıyor, adeta çığlık atıyorlar! Haykırıyorlar! Durumun farkında olan bazı devlet kurumlarının yetkilileri de ‘Sular azaldı’ diye açıklama yapıyor. Günaydın! Uyandılar mı? Yoksa yaşanacak felaketin faturasını ilk ödeyecek olanlar oldukları için mi bu açıklamalar? Herkes uyarıyor. Önemli olan uygulama. Uygulamada herkes evde, ancak madencilik faaliyetleri devam ediyor.
"KURAKLIĞIN SONUÇLARINA DEĞİL NEDENLERİNE ÇÖZÜM ÜRETELİM"
Doğaya zulmediliyor. Doğaya yapılan zulmün hesabı da bedeli de ağır oluyor. Can ve mal ile ödeniyor. Her şeyi yasalara, kanunlara, yönetmeliklere göre yapsanız da ÇED olumlu deseniz de doğa bu planlardan anlamaz. ‘Su akar yolunu bulur’ denir. Su, yoluna yatağına yapılan tacizi kabul etmez. Yaptıklarınızı yok eder, geçer gider. Sel olur, heyelan olur önüne çıkanı yok eder. Doğayla savaşan insanoğlu doğaya karşı her zaman kaybetmeye mahkum. Ekosistemi, verilen yanlış karar ve uygulamalarla bozduk. Eğer düzenini bozmasaydık yeryüzünde tüm canlıların sağlıklı ve temiz suyunu ekosistemler sağlıyordu. Şimdi deniz suyundan su üretmek, atık suları arıtarak kullanmak, su toplamak ve taşımak için ekonomik olarak büyük yatırımları göze almak yerine suyun döngüsüne sahip çıkmak ve restore etmek üzerine yatırım yapmak daha akılcıdır. Kuraklığın sonuçlarına değil nedenlerine çözüm üretelim.
ACİL OLARAK NELER YAPILMALI?
- Susuzluk ve kuraklıkla ilgili acilen yapılması gerekenler neler?
Bizler yaşamı savunanlar, bizden sonrakiler gelecek nesiller de yaşasın diye hukuksal mücadele veriyoruz. 766 maden sahası ihalesine de tüm canlılar adına davacı olduk. Bu sahaların 5 tanesi il sınırlarında. Yer altı ve yüzey suları besleme alanında.
Kuraklık tehdidi devam ettiği sürece;
1. Yer altı su besleme alanları üzerinde inşaat ve madencilik faaliyetleri için ÇED ve PTD dosyaları kabul edilmemeli. Mevcut faaliyetler sınırlandırılmalı, kapasite artış talepleri ret edilmelidir.
2. Yer üstü su havzalarının uzun mesafeli koruma alanlarında madencilik faaliyetlerine izin verilmemeli.
3. Tarımsal üretim yapılan alanlarda her türlü yapılaşmaya izin verilmemelidir. Tarımsal üretimin önemi pandemi süresinde görülmüştür. Tarım toprakları tarımsal sit ilan edilmeli ve korunmalıdır.
4. Gıda güvenliği tehdit altındadır.
5. Hayvancılık ve arıcılık için büyük bir tehdittir. Özellikle de küçük baş hayvancılıkta sulama dere ve göletlerden yapıldığı için doğada içecek su bulamayacaklar.
6. Özellikle de doğal ortamlarında yaşama mücadelesi veren yaban hayvanları şehre inip su içemeyeceklerine göre, susuzluktan telef olacaklardır.
7. Belediyeler, özel idareler, kurumlar madencilik faaliyetlerine proses suyu temin etmekten vazgeçmeli, olur vermemelidirler.
DEVAM EDECEK .....