Mimar Esin Köymen, kamu arazilerine, tescilli yapılara çeşitli yöntemlerle el konulduğunu “Bir kabusun içindeyiz” sözleriyle anlatıyor. Köymen, “Yaylaları birbirine bağlayacağız, turizmi teşvik edeceğiz dediler. Bütün yaylaları, mera alanlarını yapılaşmaya açtılar. Köylerde koca koca viyadükler yaptılar. İstanbul’da en güzel kıyı şeritleri hep otopark alanları olarak kaldı” diyor.
Ülke kapitalizmi hiçbir dönem olmadığı kadar sermayeyi güçlendirirken, kentler ve hatta son aşamada yaylalara kadar el konuldu. AKP iktidarlığı boyunca tüm bu müdahaleler için ne gibi yasal değişiklikler yapıldı? İstanbul’da atıl halde kalan iş merkezleri, yapı bloklarının durumu ne olacak? Seçim arifesine doğru hızlandırılan mülkiyet değişiklikleri neler? Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı Esin Köymen anlattı.
Kentsel dönüşümle başlayan, kamu arazilerinin pay edilmesine kadar gelen süreçte İstanbul’a ne yapıldı?
İktidarın ekonomik döngü olarak inşaat sektörünü ve hatta gayrimenkulleri kabul etmesi sonucunda sadece İstanbul değil Türkiye coğrafyasının tamamı arazi olarak görüldü. Bazı kritik eşikler yaşadık. 1999 Marmara depremi ile insanlara dayanıklı bina sözüyle aslında yapılaşmaya asla açılmaması gereken pek çok alanda yapılaşmalar oluşmaya başladı. Arkasından 15 Temmuz süreci geldi. Milli Savunma Bakanlığı’na tashih edilen kamusal araziler birdenbire askeriyenin şehir dışına çıkarılması sonucunda ya satışa çıkarıldı ya da yapılaşmaya açıldı. Öte yandan Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Kültür Bakanlığı’na bağlanmasıyla birlikte kamuya ait tescilli yapılar- ki bunların içinde İBB ve ilçe belediyelerine ait çok sayıda tescilli kültür varlığı da var- Osmanlı döneminde kurulan ve bugün mazbut vakıf olarak ifade edilen vakıflara devredildi. Vakıflar bunları ister satabiliyor isterse de uzun süreli kiraya verebiliyor. Taksim Gezi Parkı, Selimiye Kışlası, Şişli Etfal Hastanesi, Galata kulesi, Adile Sultan Sarayı, Pera Palas Oteli, Vefa Lisesi, i Sait Halim Paşa Yalısı gibi pek çok önemli yapı ve taşınmaz mazbut vakıflara devredildi.
Sancaktepe’de olduğu gibi askeriyenin konuşlandığı büyük araziler satışa çıkarılmaya ya da yapılaşmaya konu edilmeye başlandı. SİT alanlarında ve orman alanlarında da benzer tahribat süreçleri yaşandı. Salda Gölü, Assos’a yapılanlar, Okluk Koyu’ndaki yazlık saray, Ahlat’taki kışlık saray gibi. Orman yangınları sonrası oluşan boş alanlara oteller yapıldı. Bütün musibetlerden rant devşirme konusunda uzman bir iktidarla karşı karşıyayız. Kapitalist sistemin, siyasal İslamla Türkiye’de kontrolsüz palazlanması ile tüm ülke şantiye alanına dönüştürüldü.
RANT İÇİN YASA MADDELERİ DEĞİŞTİRİLDİ
Rant döngüsünün kesintisiz devam etmesi için yapılan yasal değişiklikler neler oldu?
Bu dönem kadar imar mevzuatında yasal değişiklik yapıldığı dönem yok. Orman yasasını, kıyı kanununu, SİT alanları ile ilgili mevzuatı, su toplama havzaları ve ilgili mevzuatı, mera kanununu, rezerv alan anlayışını tümden değiştiren ve kamudan değil, sermaye gruplarının çıkarlarına olabilecek şekilde düzenlemeler yapıldı. Yapılan bütün yasal düzenlemeler bize göre hukuksuz düzenlemelerdir. Bu düzenlemelerle talanın önü açıldı. 1999 depreminin ardından kentsel dönüşümle ilgili başlayan düzenlemeler geldi. Arkasından kıyıların doldurulması için kıyı kanununda değişilikler yapıldı. Onun arkasından Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teşkilat ve görevleri hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile değişiklik yapıldı. Bütün bunların alt yapısı hazırlanmış oldu.
Özetle şöyle anlatayım: Meslek odaları olarak bunları hukuka taşıyıp davalar açtığımızda dava gerekçeleri olarak kullandığımız bütün yasa maddeleri hukuksuz bir biçimde onların lehine değiştirildi.
Geri dönüşümü olmayacak şekilde nerelere müdahale edildi?
İstanbul ölçeğinde baktığınızda Galataport ve Haliçport projeleri ile bütün Galata kıyıları ve Haliç kıyıları geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde bozuldu. Galataport inşaatı ile Nusretiye Cami’nin önü yapı doldu. Boğaz silueti kalmadı. Maltepe’de yapılan sahil dolgusu, tarihi yarımadanın böğrüne saplanan Yenikapı’da yapılan dolgu… Bütün bunların geri dönüşü yok.
Bunun ötesinde kamuya ait arazilerin üzerinde yükselen yapılar var. Örneğin Küçükyalı Karayolları’nda 100 bin metrekarelik alanda koca bloklarla kamuya ait bir alanın tüketildiğini gördük. İstanbul’da kent siluetine baktığınızda Fikirtepe çok enterasan bir örnektir. Geri dönüşümü mümkün müdür? Hayır. SİT alanlarında yaptıkları tahribatlar da keza. İstanbul’un önemli orman alanı olan Beykoz ormanlarına yapılan Türk- Alman Üniversitesi’nin de, Nun Okulları’nın da dönüşü yok. Şimdi ise aynı bölgede yaklaşık 2.5 milyon metrekarelik bir alan yapılaşmaya açıldı.
Türkiye coğrafyasının tamamını düşündüğümüzde daha önce yangınlar nedeniyle çıplak hale gelen orman alanları üzerine dikilen hotellerin geri dönüşü yok. Mülkiyet hareketlerine baktığınızda Katar gibi farklı Arap coğrafyasındaki sermaye sahiplerine ve hatta iktidar ortağının baba oğul mülkiyetlerine buraların satıldığını görüyoruz.
Kamu yararı için geri kazanmak zorunda olunan yerler var mı?
Dilimin ucuna çok şey geliyor ama sansasyon yaratmak değil derdimiz. Kamunun ortak mülkü olup da yandaşlarına verdikleri, zenginleşme aracı olarak kullandıkları her alanın geri alınması gerekiyor.
“Şehir Hastaneneleri” diye kamusal araziler üzerinde yaptıkları o beş yıldızlı hotel niteliğinde olan ancak belli bir gelir grubunun hizmet alabildiği Şehir Hastaneleri’nin kamusallaştırılması gerekiyor ya da yıkılması gerekiyor.
Kanal İstanbul projesi kesinlikle iptal edilmeli. Ne kadarı yapılırsa yapılsın yıkılıp eski haline getirilmeli. Kıyılar için aynı şeyi söyleyemiyorum. Kıyılara yapılan dolguları nasıl kaldıracağız? Umarım olmaz ama büyük bir depremde bunlar zaten gidecek alanlar.
Kamu arazileri özellikle yüksek yoğunluklu yapılara ev sahipliği yapıyor. Planlama sürecinden itibaren bunlara davalar açıyoruz. Bazen hukuğun geriden gelmesi ya da bunların çok hızlı davranması sonucunda yapılar bitmiş oluyor. Bu şekil hem plan hem de ruhsat iptalini kazanmış olduğumuz davalar var. Fakat 2018’de imar barışı düzenlemesi yaptılar. Bu binalara dokunulmazlık kazandırdılar. Buraların geri alınmasının çok kolay olduğunu düşünmüyorum. Çünkü kamunun elinde değil artık bunlar. Özelleştirildiler. Biz ne yazık şu anda bütün bu özelleştirmelerden elde edilen gelirlerin merkez bankasında ya da kamunun elinde olup olmadığını bilmiyoruz.
KIYI ŞERİDİ OTOPARK ALANLARI YAPILDI
Taksim’de inşaatı tamamlanan, rezidans konseptli, içinde daire ve ofislerin olduğu “Taksim 360” projesi nerdeyse atıl halde duruyor. İstanbul’da inşaatı bittiği halde, bu şekil boş binalar olarak kalan projeler çok mu?
Fikirtepe’de yapılıp da boş olan bloklar var. Yine TOKİ (Toplu Konut İdaresi) ve KİPTAŞ’in (İstanbul Konut İmar Plan Sanayi ve Ticaret A.Ş.) elinde boş duran bloklar bulunuyor.
İstanbul’da E-5 hattı boyunca oluşan koca koca gökdelenlerin gecenin bir vaktinden sonra ışıklarının yanmadığını biliyoruz. Küçükyalı Karayolları arazisindeki satışlar ilk lansmana çıkarıldığında nerdeyse satışlar bitti falan diye bir algı yaratmaya çalıştılar. Sonrasında aslında bunun gerçeği ifade etmediğini gördük.
Bu boş bloklara ne olacak?
Yapılsın da ister dolu olsun ister boş… Çok da önemli değil. İnşaat sektörü başka yerlerden kazanılan paraların ekonomiye döndürülebildiği de bir alan. İnşaat sektöründeki bu patlamanın kayıt dışı ekonomiyle de bağlantısı olduğunu düşünüyorum. İhtiyaç sahibi herkesin konut sahibi olduğu bir durum da yok. Tekstilcilerin tamamı inşaat sektöründe nerdeyse. Bankalar bile inşaat yapmaya başladı. “Yeşil Yol projesiyle yaylaları birbirine bağlayacağız, turizmi teşvik edeceğiz” dediler. Teşvik ederken bütün yaylaları, mera alanlarını yapılaşmaya açtılar. Yolları kısaltacağım diye köylerde koca koca viyadükler yaptılar. Bakın İstanbul’da en güzel kıyı şeritleri hep otopark alanları olarak kalmıştır. İnanılır gibi değil!
Bu nasıl oldu?
Sağ iktidarlar tarafından geçmişten bu yana lastik tekerlekli araçlar özendirilmiştir. Bu anlayış yeni yapılacak köprüler için de bahane olmuştur. 1970’lerde ilk köprü tartışmalarını hatırlayın. O zaman da meslek örgütleri, raylı sistem üzerinde çalışmazsanız ulaşımı yaşanabilir hale getiremezsiniz demişlerdi. Bugüne geldiğimizde üç tane köprü yapılmış ama hala ulaşımla ilgili sıkıntı var. Ulaşımın üst ölçekli planı olması gerekiyor. Bu da kamu eliyle yapılan taşımacılık demek. Raylı sistemin ve deniz taşımacılığının özendirilmesi demek.
Dikkat edin, çoğu metro durağının iş merkezlerinin bodrum katlarında durakları vardır. Banliyolarda ya da kentin dışında yaşayan işçi sınıfı hizmet sektöründe çalışacaktır. O yüzden metroya ya da Marmaray’a çok kolay ulaşamasa da ulaştığında o alışveriş merkezinin bodrum katından çalıştığı mekana çıkacaktır. Otopark mevzuatında yaptıkları değişikliklerde kentin üstünde binalar, altında araçlar gibi bir durum var. Bütün park alanlarının altında otopark yapılsın, dolgu alanlarının, kıyıların altında otopark yapılsın bakış açısına sahipler. Ekosistemin tamamen yok edildiği bir süreçten bahsediyoruz. Betondan, asfalttan su yer altına gitmiyor. İstanbul önümüzdeki 10 yıl içinde ciddi bir su sorunu yaşayacaktır deniyor. Öbür taraftan su toplama havzalarını yok edeceği bilinen Kanal İstanbul konuşuluyor. Bir kabusun içindeyiz, bütün bunları farkında olarak, moral bozmadan mücadeleleri yürütmemiz gerekiyor.
Kamuoyu yoklamalarında AKP’nin oy kaybetmeye başladığını gösteren veriler ortaya koyuluyor. Seçim arifesinde dikkatinizi çeken mülkiyet değişiklikleri var mı?
Kamusal alanlar, Özelleştirme İdaresi kapsamına alınıp satılıyor. Hemen her gün özelleştirme kapsamına alınan arazilerin ihale günlerine bakabilirsiniz. Ağrı’dan İstanbul’a dönüm dönüm arazi satılıyor. Örneğin son birkaç gündür Şile’deki satışlar dikkat çekiyor.
2019 yılı Sayıştay raporunda Vakıflarla ilgili enterasan bir tespit yapılmıştı. Vakıflara devredilen mülkiyetin amaçları dışında, yüzde 90’ının Diyanet tarafından kullanıldığını anlatıyordu. Vakıf gelirleri arasında bu vakıf mülkiyetlerinin satışından elde edilecek gelirler de var. Yani yarın öbür gün bütün bu Vakıflara devredilen kışla, hastanelerin satılabilme riski var.
Sadece araziler değil yapılar da el değiştirmeye başladı. Bunun çeşitli yöntemleri var. Özelleştirilerek yapılıyor. Vakıflara devredilerek yapılıyor. Hazine elindeki mülkiyetler yandaşa tahsis edilerek kimi zaman bedelsiz verilerek yapılıyor. Kartal’da 300 bin metrekarelik alan Davutoğlu’nun başında olduğu vakıf olan Bilim ve Sanat Vakfı’na ait Şehir Üniversitesi’ne bila bedel olarak devredilmişti. O devrin iptali için açtığımız davayı 10 yıl sonra kazandık. Siyasi olarak aralarının bozulmasından dolayı da gelişti o süreç. Böyle şeyler de yaşadık.
Bunun dışında Koruma Kurulları’ndan tuhaf kararlar alındı. Örneğin Bomonti Bira Fabrikası’nın depolarının olduğu binalar tescillendi, koruma altına alındı. Arkasından Diyanet’e devredildi. Sonra yıkılıp cami ve yurt olarak planlandı. Sokağın adı Birahane sokak… Altını çizmek istiyorum.
Koruma Kurulu nasıl böyle bir şeye dahil olabiliyor? İronik değil mi?
Koruma Kurulları 2863 sayılı yasaya göre doğrudan doğruya Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı bir kurum olarak çalışıyorlar. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi olarak pek çok Koruma Kurulu Kararı’nın iptali için dava açtık. Evet, ironik bir durum. AKP aslında bütün kurumların içerisine girerek devletleşti. Her istediğini yapar hale geldi.
Yıllar içinde ağır ağır işlenen kent suçları toplumsal muhalafetin dikkatini de geç çekti sanırım. Sizce neden?
Ekoloji mücadelesi, kent suçlarına karşı mücadele daha geri planda tutuldu. Çünkü şimdiye kadar doğrudan mekan üzerinden yaşam alanlarımıza bu kadar müdahale edilmemişti. Dolayısıyla geç fark edildi. İkincisi bu müdahaleler ağırlıklı olarak meslek odalarının muhalefet ettiği, söz söylediği bir alan olarak kaldı. Kentsel dönüşümle başlayan süreç en son köylülerin yaşam alanına taşındı. Hidroelektrik santraller, altın arama, termik santraller, nükleer santraller, maden ocakları… Bütün bunlar köylünün yaşam alanına kadar ulaştı. Ancak yerelden tepki yükselmeye başladığında siyaset yüzünü bu talana çevirmeye başladı.
FİLİZ GAZİ / BİRGÜN