15 Ekim 2021 Cuma

Ağrı’dan İstanbul’a dönüm dönüm arazi satılıyor - FİLİZ GAZİ / BİRGÜN

 Mimar Esin Köymen, kamu arazilerine, tescilli yapılara çeşitli yöntemlerle el konulduğunu “Bir kabusun içindeyiz” sözleriyle anlatıyor. Köymen, “Yaylaları birbirine bağlayacağız, turizmi teşvik edeceğiz dediler. Bütün yaylaları, mera alanlarını yapılaşmaya açtılar. Köylerde koca koca viyadükler yaptılar. İstanbul’da en güzel kıyı şeritleri hep otopark alanları olarak kaldı” diyor.


Ülke kapitalizmi hiçbir dönem olmadığı kadar sermayeyi güçlendirirken, kentler ve hatta son aşamada yaylalara kadar el konuldu. AKP iktidarlığı boyunca tüm bu müdahaleler için ne gibi yasal değişiklikler yapıldı? İstanbul’da atıl halde kalan iş merkezleri, yapı bloklarının durumu ne olacak? Seçim arifesine doğru hızlandırılan mülkiyet değişiklikleri neler? Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı Esin Köymen anlattı.

Kentsel dönüşümle başlayan, kamu arazilerinin pay edilmesine kadar gelen süreçte İstanbul’a ne yapıldı?

İktidarın ekonomik döngü olarak inşaat sektörünü ve hatta gayrimenkulleri kabul etmesi sonucunda sadece İstanbul değil Türkiye coğrafyasının tamamı arazi olarak görüldü. Bazı kritik eşikler yaşadık. 1999 Marmara depremi ile insanlara dayanıklı bina sözüyle aslında yapılaşmaya asla açılmaması gereken pek çok alanda yapılaşmalar oluşmaya başladı. Arkasından 15 Temmuz süreci geldi. Milli Savunma Bakanlığı’na tashih edilen kamusal araziler birdenbire askeriyenin şehir dışına çıkarılması sonucunda ya satışa çıkarıldı ya da yapılaşmaya açıldı. Öte yandan Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Kültür Bakanlığı’na bağlanmasıyla birlikte kamuya ait tescilli yapılar- ki bunların içinde İBB ve ilçe belediyelerine ait çok sayıda tescilli kültür varlığı da var- Osmanlı döneminde kurulan ve bugün mazbut vakıf olarak ifade edilen vakıflara devredildi. Vakıflar bunları ister satabiliyor isterse de uzun süreli kiraya verebiliyor. Taksim Gezi Parkı, Selimiye Kışlası, Şişli Etfal Hastanesi, Galata kulesi, Adile Sultan Sarayı, Pera Palas Oteli, Vefa Lisesi, i Sait Halim Paşa Yalısı gibi pek çok önemli yapı ve taşınmaz mazbut vakıflara devredildi.

Sancaktepe’de olduğu gibi askeriyenin konuşlandığı büyük araziler satışa çıkarılmaya ya da yapılaşmaya konu edilmeye başlandı. SİT alanlarında ve orman alanlarında da benzer tahribat süreçleri yaşandı. Salda Gölü, Assos’a yapılanlar, Okluk Koyu’ndaki yazlık saray, Ahlat’taki kışlık saray gibi. Orman yangınları sonrası oluşan boş alanlara oteller yapıldı. Bütün musibetlerden rant devşirme konusunda uzman bir iktidarla karşı karşıyayız. Kapitalist sistemin, siyasal İslamla Türkiye’de kontrolsüz palazlanması ile tüm ülke şantiye alanına dönüştürüldü.

RANT İÇİN YASA MADDELERİ DEĞİŞTİRİLDİ

Rant döngüsünün kesintisiz devam etmesi için yapılan yasal değişiklikler neler oldu?

Bu dönem kadar imar mevzuatında yasal değişiklik yapıldığı dönem yok. Orman yasasını, kıyı kanununu, SİT alanları ile ilgili mevzuatı, su toplama havzaları ve ilgili mevzuatı, mera kanununu, rezerv alan anlayışını tümden değiştiren ve kamudan değil, sermaye gruplarının çıkarlarına olabilecek şekilde düzenlemeler yapıldı. Yapılan bütün yasal düzenlemeler bize göre hukuksuz düzenlemelerdir. Bu düzenlemelerle talanın önü açıldı. 1999 depreminin ardından kentsel dönüşümle ilgili başlayan düzenlemeler geldi. Arkasından kıyıların doldurulması için kıyı kanununda değişilikler yapıldı. Onun arkasından Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teşkilat ve görevleri hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile değişiklik yapıldı. Bütün bunların alt yapısı hazırlanmış oldu.

Özetle şöyle anlatayım: Meslek odaları olarak bunları hukuka taşıyıp davalar açtığımızda dava gerekçeleri olarak kullandığımız bütün yasa maddeleri hukuksuz bir biçimde onların lehine değiştirildi.

Geri dönüşümü olmayacak şekilde nerelere müdahale edildi?

İstanbul ölçeğinde baktığınızda Galataport ve Haliçport projeleri ile bütün Galata kıyıları ve Haliç kıyıları geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde bozuldu. Galataport inşaatı ile Nusretiye Cami’nin önü yapı doldu. Boğaz silueti kalmadı. Maltepe’de yapılan sahil dolgusu, tarihi yarımadanın böğrüne saplanan Yenikapı’da yapılan dolgu… Bütün bunların geri dönüşü yok.

Bunun ötesinde kamuya ait arazilerin üzerinde yükselen yapılar var. Örneğin Küçükyalı Karayolları’nda 100 bin metrekarelik alanda koca bloklarla kamuya ait bir alanın tüketildiğini gördük. İstanbul’da kent siluetine baktığınızda Fikirtepe çok enterasan bir örnektir. Geri dönüşümü mümkün müdür? Hayır. SİT alanlarında yaptıkları tahribatlar da keza. İstanbul’un önemli orman alanı olan Beykoz ormanlarına yapılan Türk- Alman Üniversitesi’nin de, Nun Okulları’nın da dönüşü yok. Şimdi ise aynı bölgede yaklaşık 2.5 milyon metrekarelik bir alan yapılaşmaya açıldı.

Türkiye coğrafyasının tamamını düşündüğümüzde daha önce yangınlar nedeniyle çıplak hale gelen orman alanları üzerine dikilen hotellerin geri dönüşü yok. Mülkiyet hareketlerine baktığınızda Katar gibi farklı Arap coğrafyasındaki sermaye sahiplerine ve hatta iktidar ortağının baba oğul mülkiyetlerine buraların satıldığını görüyoruz.

Kamu yararı için geri kazanmak zorunda olunan yerler var mı?

Dilimin ucuna çok şey geliyor ama sansasyon yaratmak değil derdimiz. Kamunun ortak mülkü olup da yandaşlarına verdikleri, zenginleşme aracı olarak kullandıkları her alanın geri alınması gerekiyor.

“Şehir Hastaneneleri” diye kamusal araziler üzerinde yaptıkları o beş yıldızlı hotel niteliğinde olan ancak belli bir gelir grubunun hizmet alabildiği Şehir Hastaneleri’nin kamusallaştırılması gerekiyor ya da yıkılması gerekiyor.

Kanal İstanbul projesi kesinlikle iptal edilmeli. Ne kadarı yapılırsa yapılsın yıkılıp eski haline getirilmeli. Kıyılar için aynı şeyi söyleyemiyorum. Kıyılara yapılan dolguları nasıl kaldıracağız? Umarım olmaz ama büyük bir depremde bunlar zaten gidecek alanlar.

Kamu arazileri özellikle yüksek yoğunluklu yapılara ev sahipliği yapıyor. Planlama sürecinden itibaren bunlara davalar açıyoruz. Bazen hukuğun geriden gelmesi ya da bunların çok hızlı davranması sonucunda yapılar bitmiş oluyor. Bu şekil hem plan hem de ruhsat iptalini kazanmış olduğumuz davalar var. Fakat 2018’de imar barışı düzenlemesi yaptılar. Bu binalara dokunulmazlık kazandırdılar. Buraların geri alınmasının çok kolay olduğunu düşünmüyorum. Çünkü kamunun elinde değil artık bunlar. Özelleştirildiler. Biz ne yazık şu anda bütün bu özelleştirmelerden elde edilen gelirlerin merkez bankasında ya da kamunun elinde olup olmadığını bilmiyoruz.

KIYI ŞERİDİ OTOPARK ALANLARI YAPILDI

Taksim’de inşaatı tamamlanan, rezidans konseptli, içinde daire ve ofislerin olduğu “Taksim 360” projesi nerdeyse atıl halde duruyor. İstanbul’da inşaatı bittiği halde, bu şekil boş binalar olarak kalan projeler çok mu?

Fikirtepe’de yapılıp da boş olan bloklar var. Yine TOKİ (Toplu Konut İdaresi) ve KİPTAŞ’in (İstanbul Konut İmar Plan Sanayi ve Ticaret A.Ş.) elinde boş duran bloklar bulunuyor.

İstanbul’da E-5 hattı boyunca oluşan koca koca gökdelenlerin gecenin bir vaktinden sonra ışıklarının yanmadığını biliyoruz. Küçükyalı Karayolları arazisindeki satışlar ilk lansmana çıkarıldığında nerdeyse satışlar bitti falan diye bir algı yaratmaya çalıştılar. Sonrasında aslında bunun gerçeği ifade etmediğini gördük.

Bu boş bloklara ne olacak?

Yapılsın da ister dolu olsun ister boş… Çok da önemli değil. İnşaat sektörü başka yerlerden kazanılan paraların ekonomiye döndürülebildiği de bir alan. İnşaat sektöründeki bu patlamanın kayıt dışı ekonomiyle de bağlantısı olduğunu düşünüyorum. İhtiyaç sahibi herkesin konut sahibi olduğu bir durum da yok. Tekstilcilerin tamamı inşaat sektöründe nerdeyse. Bankalar bile inşaat yapmaya başladı. “Yeşil Yol projesiyle yaylaları birbirine bağlayacağız, turizmi teşvik edeceğiz” dediler. Teşvik ederken bütün yaylaları, mera alanlarını yapılaşmaya açtılar. Yolları kısaltacağım diye köylerde koca koca viyadükler yaptılar. Bakın İstanbul’da en güzel kıyı şeritleri hep otopark alanları olarak kalmıştır. İnanılır gibi değil!

Bu nasıl oldu?

Sağ iktidarlar tarafından geçmişten bu yana lastik tekerlekli araçlar özendirilmiştir. Bu anlayış yeni yapılacak köprüler için de bahane olmuştur. 1970’lerde ilk köprü tartışmalarını hatırlayın. O zaman da meslek örgütleri, raylı sistem üzerinde çalışmazsanız ulaşımı yaşanabilir hale getiremezsiniz demişlerdi. Bugüne geldiğimizde üç tane köprü yapılmış ama hala ulaşımla ilgili sıkıntı var. Ulaşımın üst ölçekli planı olması gerekiyor. Bu da kamu eliyle yapılan taşımacılık demek. Raylı sistemin ve deniz taşımacılığının özendirilmesi demek.

Dikkat edin, çoğu metro durağının iş merkezlerinin bodrum katlarında durakları vardır. Banliyolarda ya da kentin dışında yaşayan işçi sınıfı hizmet sektöründe çalışacaktır. O yüzden metroya ya da Marmaray’a çok kolay ulaşamasa da ulaştığında o alışveriş merkezinin bodrum katından çalıştığı mekana çıkacaktır. Otopark mevzuatında yaptıkları değişikliklerde kentin üstünde binalar, altında araçlar gibi bir durum var. Bütün park alanlarının altında otopark yapılsın, dolgu alanlarının, kıyıların altında otopark yapılsın bakış açısına sahipler. Ekosistemin tamamen yok edildiği bir süreçten bahsediyoruz. Betondan, asfalttan su yer altına gitmiyor. İstanbul önümüzdeki 10 yıl içinde ciddi bir su sorunu yaşayacaktır deniyor. Öbür taraftan su toplama havzalarını yok edeceği bilinen Kanal İstanbul konuşuluyor. Bir kabusun içindeyiz, bütün bunları farkında olarak, moral bozmadan mücadeleleri yürütmemiz gerekiyor.

Kamuoyu yoklamalarında AKP’nin oy kaybetmeye başladığını gösteren veriler ortaya koyuluyor. Seçim arifesinde dikkatinizi çeken mülkiyet değişiklikleri var mı?

Kamusal alanlar, Özelleştirme İdaresi kapsamına alınıp satılıyor. Hemen her gün özelleştirme kapsamına alınan arazilerin ihale günlerine bakabilirsiniz. Ağrı’dan İstanbul’a dönüm dönüm arazi satılıyor. Örneğin son birkaç gündür Şile’deki satışlar dikkat çekiyor.

2019 yılı Sayıştay raporunda Vakıflarla ilgili enterasan bir tespit yapılmıştı. Vakıflara devredilen mülkiyetin amaçları dışında, yüzde 90’ının Diyanet tarafından kullanıldığını anlatıyordu. Vakıf gelirleri arasında bu vakıf mülkiyetlerinin satışından elde edilecek gelirler de var. Yani yarın öbür gün bütün bu Vakıflara devredilen kışla, hastanelerin satılabilme riski var.

Sadece araziler değil yapılar da el değiştirmeye başladı. Bunun çeşitli yöntemleri var. Özelleştirilerek yapılıyor. Vakıflara devredilerek yapılıyor. Hazine elindeki mülkiyetler yandaşa tahsis edilerek kimi zaman bedelsiz verilerek yapılıyor. Kartal’da 300 bin metrekarelik alan Davutoğlu’nun başında olduğu vakıf olan Bilim ve Sanat Vakfı’na ait Şehir Üniversitesi’ne bila bedel olarak devredilmişti. O devrin iptali için açtığımız davayı 10 yıl sonra kazandık. Siyasi olarak aralarının bozulmasından dolayı da gelişti o süreç. Böyle şeyler de yaşadık.

Bunun dışında Koruma Kurulları’ndan tuhaf kararlar alındı. Örneğin Bomonti Bira Fabrikası’nın depolarının olduğu binalar tescillendi, koruma altına alındı. Arkasından Diyanet’e devredildi. Sonra yıkılıp cami ve yurt olarak planlandı. Sokağın adı Birahane sokak… Altını çizmek istiyorum.

Koruma Kurulu nasıl böyle bir şeye dahil olabiliyor? İronik değil mi?

Koruma Kurulları 2863 sayılı yasaya göre doğrudan doğruya Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı bir kurum olarak çalışıyorlar. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi olarak pek çok Koruma Kurulu Kararı’nın iptali için dava açtık. Evet, ironik bir durum. AKP aslında bütün kurumların içerisine girerek devletleşti. Her istediğini yapar hale geldi.

Yıllar içinde ağır ağır işlenen kent suçları toplumsal muhalafetin dikkatini de geç çekti sanırım. Sizce neden?

Ekoloji mücadelesi, kent suçlarına karşı mücadele daha geri planda tutuldu. Çünkü şimdiye kadar doğrudan mekan üzerinden yaşam alanlarımıza bu kadar müdahale edilmemişti. Dolayısıyla geç fark edildi. İkincisi bu müdahaleler ağırlıklı olarak meslek odalarının muhalefet ettiği, söz söylediği bir alan olarak kaldı. Kentsel dönüşümle başlayan süreç en son köylülerin yaşam alanına taşındı. Hidroelektrik santraller, altın arama, termik santraller, nükleer santraller, maden ocakları… Bütün bunlar köylünün yaşam alanına kadar ulaştı. Ancak yerelden tepki yükselmeye başladığında siyaset yüzünü bu talana çevirmeye başladı.

FİLİZ GAZİ / BİRGÜN



CHP'li Özkan Yalım, sebze ve meyve fiyatlarına yansıyan taşıma ücretlerini ortaya çıkardı - Sertaç Eş / Cumhuriyet

 CHP Uşak Milletvekili Özkan Yalım, üretim merkezi Antalya’dan üç büyük kente gönderilen sebze ve meyvenin üzerine fiyat olarak yüklenen kalemleri çıkardı.

Gıda fiyatlarındaki artış sürerken, özellikle taze sebze ve meyvede fiyatların pahalı olmasının taşıma ve elektrik giderlerinden kaynaklandığı ortaya çıktı. CHP Uşak Milletvekili Özkan Yalım, söz konusu unsurların taze sebze ve meyve fiyatlarına olumsuz etiklerini araştırdı. Yalım, bu unsurların en çok Antalya’dan İstanbul’a gönderilen ürünler üzerinde baskı oluşturduğuna dikkat çekti. Girdilerin pahalı olması nedeniyle taşımacıların da sıkıntı yaşadığını belirten Yalım, Antalya-İstanbul arası taşıma yapan araç sahiplerinin dönüşte boş dönmeleri nedeniyle yakıt maliyetlerinin yükseldiğini ve bir seferin toplam maliyetinin 5 bin TL olduğunu, araç sahibinin elde ettiği 6 bin 700 TL’den bunu düşünce geriye bin 700 TL gibi bir rakam kaldığını kaydetti. Yalım’ın derlediği verilere göre İstanbul’daki yurttaşlar sebze ve meyve yiyebilmek için bir otoyol iki de köprüyü finanse ediyor. İstanbul Hali’ne gelen ürünlerin fiyatlarına otoyol ücreti, Osmangazi Köprüsü ve Yavuz Sultan Köprüsü ücretleri ekleniyor.

Ankara’ya ürün taşıyan araçların gideri, köprü ve otoyol geçiş ücretleri olmadığı için İstanbul’a göre daha az. Yalım, Antalya-Ankara arasında sebze ve meyve taşıyan bir aracın yakıt ve şoför gideri toplam 1575 TL civarında olduğunu söyledi. Aynı gider kaleminin aracın Antalya’ya dönüşte de gerçekleştiğini anlatan Yalım, araç sahiplerinin aldığı 4 bin 400 TL’lik taşıma ücretinden ellerinde bin 250 TL kaldığını kaydetti. Sebze ve meyvenin İzmir’e taşınmasındaki bir aracın gideri ise tek yönde 1450 TL civarında. Aynı gider dönüşte de söz konusu olunca araç sahibi İzmir’e taşıdığı ürünler için ortalama 4 bin 300 TL alıyor, masrafları düşünce elinde bin 400 TL kalıyor. Yalım, gider kalemlerinin yüksek olması, sebze ve meyvenin pahalı olması nedeniyle nakliyecilerin sorumlu tutulamayacağını, girdilerin düşürülmesinin iktidarın elinde olduğunu belirtiyor. Yalım, “Halkın ucuza sebze, meyve tüketebilmesi için yakıttan ÖTV ve KDV’yi kaldırabilir, köprü ve otoyol geçişleri bu kapsamda değerlendirilebilir. Ama hükümet buna yanaşmıyor, başka sorumlular üretiyor” dedi.

DOMATESTEKİ TRT PAYI



Yalım, gıda ürünlerinin pahalı olmasının nedenlerinden birinin de çiftçinin kullandığı elektrik olduğunu kaydetti. Yalım, kendi seçim bölgesinde domates üreten bir çiftçinin elektrik harcamasının peş peşe gelen iki faturasındaki yüksek farka dikkat çekti. Yalım’ın gösterdiği faturalardan biri temmuz, diğeri ağustos tüketimini gösteriyor. Temmuz faturasında elektrik tüketimi 8 bin 482 TL 60 kuruş iken ağustosta tüketim 27 bin 771 TL 60 kuruşa yükseliyor. Üretici ürettiği dometes için temmuz ayında TRT’ye 87.87 TL, ağustos ayı için ise 297.90 TL pay ödüyor. Yalım, rakamlar ortadayken iktidarın sebze-meyve fiyatlarını düşürmek için başvurduğu yolların nafile olduğunu vurguladı. 

Sertaç Eş / Cumhuriyet

 



İşte AKP döneminde vakıflara verilen taşınmazların tam listesi - Hazal Ocak / CUMHURİYET

 AKP’nin, 2015-2019 yılları arasında İBB’nin 38 taşınmazını kiralama ya da tahsis yoluyla yandaş derneklere verdiği ortaya çıktı. Listenin başını TÜRGEV ve TÜGVA ile Ensar çekiyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) önceki dönem protokol ve tahsislerle AKP’ye yakınlığıyla bilinen vakıf ve derneklere verdiği taşınmazların tam listesi ortaya çıktı.

İBB 2015 - 2019 arası tam 38 taşınmazı kiralama veya tahsis yoluyla söz konusu dernek ve vakıflara vermiş, Liste incelendiğinde taşınmazların çoğunun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın kurucusu, kızı Esra Albayrak’ın ise yönetim kurulu üyesi olduğu Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV), yine Bilal Erdoğan’ın Yüksek İstişare Kurulu’nda yer aldığı TÜGVA ve Karaman’daki çocuk taciziyle duyulan ENSAR Vakfı’na verildiği görülüyor. İBB tarafından ortak hizmet protokolü yaparak 34 taşınmaz, doğrudan ise 4 taşınmaz tahsis edilmiş. Bazı taşınmazlar kiralama sözleşmeleri feshedilmesine karşın hâlâ boşaltılmadı. Bazılarının hukuki süreci devam ediyor. Teslim alınan bazı taşınmazlar ise İBB’ye yeniden kazandırıldı. İBB önceki dönem vakıflara ve derneklere ise 840 milyon lira harcamış. İBB müfettişleri tarafından bu tutarla ilgili hazırlanan rapora ise İçişleri Bakanlığı tarafından el konulmuştu. Dosyadan hâlâ ses yok. 

İBB kaynaklarından edinilen bilgiye göre, dernek ve vakıflara tahsis edilen taşınmazların tam listesi ve güncel durumları şöyle:

TÜRGEV:

- Mecidiyeköy, Dereboyu Caddesi’ndeki yurt binası için İBB 23 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı. Bina İBB’ye teslim edilmedi. Hukuki süreç devam ediyor. 

- Avcılar, Gümüşpala Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 23 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı. 24 Aralık 2019 günü Hayat Boyu Öğrenme Müdürlüğü’ne teslim edildi. Hukuki süreç devam ediyor.

- Şişli, Darülaceze Caddesi’ndeki yurt binası için  İBB 23 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı.10 Temmuz 2020’de teslim edildi. Hukuki süreç devam ediyor.

- Fatih, Balabanağa Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 23 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı. 30 Aralık 2019’da teslim edildi. Hukuki süreç devam ediyor.

TÜGVA:

- Sarıyer, Ferahevler Mahallesi’ndeki temsilcilik binası 15 Temmuz 2020’de teslim edildi. 

- Büyükçekmece, 19 Mayıs Mahallesi’ndeki temsilcilik binası 17 Ağustos 2020’de teslim edildi. 

- Avcılar, Denizköşkler Mahallesi’ndeki  temsilcilik binası 15 Temmuz 2020’de teslim edildi. 

- Silivri, Pirimehmetpaşa Mahallesi’ndeki temsilcilik binası 07 Mayıs 2020’de teslim edildi. 

- Beşiktaş, Muradiye Mahallesi’ndeki temsilcilik binası 15 Temmuz 2020’de teslim edildi.

- Bakırköy, Kartaltepe Mahallesi’ndeki temsilcilik binası 12 Ağustos 2020’de teslim edildi.

- Şişli, Fulya Mahallesi’ndeki temsilcilik binası 15 Temmuz 2020’de teslim edildi. 

- Kadıköy, Hasanpaşa Mahallesi’ndeki temsilcilik binası 15 Temmuz 2020’de teslim edildi. 

- Çatalca, Ferhatpaşa Mahallesi’ndeki Mahallesi’ndeki temsilcilik binası 15 Temmuz 2020’de teslim edildi. 

- Beylikdüzü, Barış Mahallesi’ndeki temsilcilik binası 1 Ağustos 2020’de teslim edildi. 

- Üsküdar, Ahmediye Mahallesi’ndeki temsilcilik binası için 3 Mart 2020’de fesih bildirimi yapıldı, bina boşaltılmadı. 

- Sarıyer, Maslak Mahallesi’ndeki temsilcilik binası 13 Eylül 2019’da teslim edildi. 

ENSAR VAKFI:

- Ataşehir, İnönü Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 22 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı, bina teslim edilmedi. Hukuki süreç devam ediyor.

- Çatalca, Kaleiçi Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 22 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı, bina teslim edilmedi. Hukuki süreç devam ediyor.

- Avcılar, Üniversite Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 22 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı. Boşaltılan bina İBB yurt binası olarak yeniden kiralandı. Hukuki süreç devam ediyor.

- Ataşehir, İnönü Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 22 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı, bina 30 Kasım 2019’da teslim edildi. Hukuki süreç devam ediyor.

- Kartal, Cevizli Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 22 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı, bina teslim edilmedi. Hukuki süreç devam ediyor.

- Şişli, Mecidiyeköy Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 22 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı, bina 8 Kasım 2019’da teslim edildi. Hukuki süreç devam ediyor.

- Maltepe, Çınar Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 22 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı.

AZİZ MAHMUT HÜDAYİ VAKFI:

- Üsküdar Bulgurlu Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 22 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı, bina teslim edilmedi. Hukuki süreç devam ediyor.

- Kadıköy, Merdivenköy Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 22 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı, bina teslim edilmedi. Hukuki süreç devam ediyor.

- Gaziosmanpaşa, Merkez Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 22 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı, bina teslim edilmedi. Hukuki süreç devam ediyor.

- Üsküdar, Kısıklı Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 22 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı, bina teslim edilmedi. Hukuki süreç devam ediyor.

- Üsküdar, Küçük Çamlıca Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 22 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı, bina teslim edilmedi. Hukuki süreç devam ediyor.

- Üsküdar, Cumhuriyet Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 22 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı, bina teslim edilmedi. Hukuki süreç devam ediyor.

ASİTANE DERNEĞİ:

- Fatih, Hatice Sultan Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 22 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı, bina 30 Kasım 2019’da teslim edildi.

DARU’L FÜNUN İLAHİYAT VAKFI:

- Fatih, Kalkandere Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 22 Ağustos 2019’da fesih bildirimi yaptı. Bina boşaltıldı, Sağlık Hıfsıhsıhha Müdürlüğü’nün talebi üzerine yeniden kiralandı. 

İSTANBUL ENDERUN EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI:

- Kaba Halil Medresesi’nde Vakıflar’dan kiralanan tanıtım ofisi, İBB Gençlik ve Spor Müdürlüğü’ne tahsis edildi.

İLİM YAYMA VAKFI:

- Eyüp, Silahtarağa Mahallesi’ndeki yurt binası için İBB 3 Mart 2020’de fesih bildirimi yaptı, bina teslim edilmedi. 

ÖNDER İMAM HATİPLİLER DERNEĞİ:

- Fatih, Sultanahmet Mahallesi’ndeki merkez binası için İBB 3 Mart 2020’de fesih bildirimi yaptı. Bina teslim alındı, İETT hizmetlerinde kullanılmak üzere İETT Genel Müdürlüğü’ne tahsisi için İBB Meclisi’ne yazı yazıldı.

YILLARCA KULLANACAKLAR

AKP yönetimindeki İBB, kendi mülkiyetinde olan bazı taşınmazları da yandaş vakıf ve derneklere tahsis etti. 

- Pendik, Şeyhli Mahallesi’ndeki taşınmaz, 7 Kasım 2018’de İlim Yayma Vakfı’na tahsis edildi. Tahsis süresi 2043’te son bulacak. 

-  Zeytinburnu, Kazlıçeşme Mahallesi’ndeki taşınmaz, 2 Nisan 2019’da Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ne tahsis edildi. Tahsis süresi, 2029’da son bulacak.

- Pendik, Dolayoba Mahallesi’ndeki taşınmaz, 17 Eylül 2014’te İlim Yayma Cemiyeti ’ne bedelsiz tahsis edildi. Tahsis süresi 2039’da sona erecek.

- Fatih, Kariye Mahallesi’ndeki taşınmaz, 12 Aralık 2018’de TÜGVA’ya tahsis edildi. Tahsis süresi 2043’te son bulacak.

Hazal Ocak / CUMHURİYET

14 Ekim 2021 Perşembe

Camideki Çantanın Sahibinden İlginç Mesaj - Barış Pehlivan / Cumhuriyet

 Bir filmin farklı sahnelerindeki karakterlerin sonradan buluşması gibiydi her şey...   

WikiLeaks’in ABD Dışişleri Bakanlığı’na ait kriptoları yayımladığı günlerdi. 

Yani 2010 yılının sonu... 

İstanbul’da bir camide Hucurât suresinin 6. ayeti okundu: 

Ey iman edenler! Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için, yoldan çıkmışın biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın.” 

İmam, AKP’yi zor duruma düşüren WikiLeaks sızıntılarına karşı cemaati uyarıyordu. 

Ne ilginç:  

Türkiye’nin WikiLeaks’i” denilen, TÜGVA sızıntılarının konuşulduğu saatlerde Ahmet Şahinalp de Twitter’dan aynı ayeti paylaştı.

O mu kim? 

Anlatayım... 

Tarih: 4 Ağustos 2002. 

Yani AKP’nin iktidara gelmesinden kısa süre önce... 

Elazığ’ın Sivrice ilçesindeki Merkez Camisi’nin avlusunda bir çanta bulundu. Sahipsizdi. Çanta fünye ile patlatıldı. İçinden yüzlerce sayfalık dosya ve hafıza kartı çıktı. Belgelerde 164 Emniyet müdürünün tüm bilgileri ve bürokraside örgütlenme planları vardı. 

Çantanın sahibi olan isim Malatya’da bulundu, gözaltına alındı. Tüm sorulara karşılık hep aynı şeyi dedi: “Yanıt vermek istemiyorum, bilmiyorum.” 

Hemen sonrasında bir gizli el devreye girdi, serbest bırakıldı. 

19 yıl önce bir cami avlusunda bulunan çantadan çıkanlar Fethullahçıların mahrem belgeleri, serbest bırakılan sahibi Ahmet Şahinalp ise örgütün bölge imamıydı. 

Şahinalp, yıllar içinde FETÖ’deki görevinde yükseldi. Emniyet’teki atamalardan ve kumpas davalarının nasıl yürütüleceğinden sorumlu oldu. Bugün ise FETÖ’nün “Paralel Devlet Yapılanması” olduğuna dair görülen davanın firari sanığı. Zira, 17 Aralık sürecinde yurtdışına kaçtı, Almanya’da örgüte çalışmaya devam ediyor. 

‘AK PARTİ’DEN YA DA TÜGVA’DAN REFERANS GEREKİYORDU’

Şuraya geleceğim... 

Metin Cihan, sızdırılan TÜGVA belgelerinin yeni bir paralel devlet yapılanmasını ortaya koyduğunu ileri sürüyordu. Söz konusu belgeler özelinde bu tez abartılı gelebilir ama evet, izleri vardı. 

TÜGVA Başkanı bile doğru olduğunu kabul ediyordu. Ama olsun, açtım listeyi, “torpilli” bir ismi aradım. Avukattı, hâkim olmak istiyordu. TÜGVA’ya başvurduğunu kabul etti. “Biliyorsunuz, AK Parti’den ya da TÜGVA’dan referans gerekiyordu” diyordu. 2016’da ve 2017’de sınavlara girmişti ama TÜGVA referansına rağmen hayaline kavuşamamıştı. 

Bir savcıyı aradım. Onun da ismi listedeydi. İstediği koltuğu kapmıştı ama sorularıma yanıt vermek istemedi. TÜGVA referansını sorduğumda ise yalanlamadı, “Bilmiyorum” diye garip bir karşılık verdi. 

Bir başkası “Konuşmak istemiyorum” dedi. 

Filmin sonu bağlanıyordu.

Kovduğu Fethullahçıların yöntemiyle kadrolaşmaya çalışan bir örgütlenme... 

Bunun ortaya çıkmasıyla, Fethullahçıların ilk sızıntısındaki ismin TÜGVA’ya destek gibi mesajı... 

Devlete yerleşen ya da yerleştiren isimlerin tıpkı o Fethullahçı gibi kendilerini savunmaları... 

Polis Akademisi, Ekim 2017’de “Yeni Nesil Terör: FETÖ’nün Analizi” adlı bir rapor hazırladı. Devletin o raporundan iki cümleyle bitireyim: 

Dini örgütlenmelerin dini sahada tutularak, bunların bürokraside yapılanmalarının önüne geçilmelidir. Bürokraside FETÖ’den boşalan yerlere göz diken ve devlet içerisinde örgütlenme gayretinde olan başka gruplara da kesinlikle göz yumulmamalıdır.”

                                                                        ***

SOYLU VE GÜL ÇATIŞMASI 

Sır değil: 

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün yıldızı pek barışmadı. 

Aylar önceyi hatırlayın: 

Bakan Soylu, annesine küfreden kişinin serbest bırakılmasına Twitter’dan tepki göstermişti. Bakan Gül de “Klavye başına geçip sosyal medyada bana her gün tutuklama siparişi verenlere sesleniyorum. Bu işleyişi beğenmeyen gider itiraz hakkını kullanır ama yargıya parmak sallayamaz” demişti. 

Gözlerden kaçtı, iki bakan arasındaki çatışma yakın zamanda da açıklamalara yansıdı. Nasıl mı? Şöyle... 

Süleyman Soylu, önce Boğaziçi protestolarına getirdi sözü: 

Merkez kampusta 108 gözaltı yapmıştık. Bunların 101’inin Boğaziçi Üniversitesi ile hiçbir resmi, hukuki, öğrencilik veya mezuniyet bağı yoktu. 79’u DHKP-C, TKP-ML ve diğer terör örgütlerinin üyesi olan kişilerdi.” 

Barınamıyoruz” eylemlerinde ise 29 gözaltı yapılmıştı. Bakan Soylu, o insanların da 6’sının PKK/KCK, 6’sının MLKP, 5’inin TKKKÖ, 2’sinin TKP Kıvılcım, 1’inin FETÖ/PDY, 1’inin TKİP, 1’inin DKP, 4’ünün de LGBTİ+ üyesi olduğunun tespit edildiğini söyledi. 

Şimdi... 

Recep Tayyip Erdoğan’ın zamanında yaptığı “Bizim fişleme gibi bir sanatımız yok” açıklaması hatırlanabilir. 

AKP hükümetinin “Fişlemeyi yasaklıyoruz” iddiasını taşıyan yasal düzenlemeleri akla gelebilir.  

Dahası, şu soru sorulabilir: 

Bakan Soylu haklıysa, bu eylemlere katılan gençler gerçekten terör örgütü üyesiyse, yani haklarında Yargıtay’ın da onadığı bir hüküm varsa, neden hapiste değiller? Öyle ya, örgüt üyeliğinden ceza alan bir kişinin en az dört yılını cezaevinde geçirmesi gerekiyor... 

Kuşkusuz, mesele başka. 

Mesele Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün 8 Ekim’de yaptığı şu açıklamada: 

Kişilerin kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan ya da yargı kararına rağmen damgalanması, suçlu ilan edilmesi asla kabul edilemez. Dünya görüşü, etnik kökeni, düşüncesi, yaşam tarzı ne olursa olsun lekelenmeme hakkının istisnası yoktur. 84 milyon vatandaşımızın lekelenmeme hakkı vardır ve bu hakkı koruyacak olan da yine yargının, adliyenin kendisidir. Hukuk, çamur atıldığında iz kalmasına asla müsaade etmez ve etmemelidir.”

Barış Pehlivan / Cumhuriyet


Talanın yeni adı 'Çeşme Projesi' - SOL

 'Çeşme Projesi' adıyla başlatılmak istenen talana dikkat çeken TKP İzmir İl Örgütü, 'Proje hayata geçerse sermayenin ele geçirdiği kıyılarda halkın o alanlara giriş hakkı imkansız hale gelecek' dedi.


TKP İzmir İl Örgütü, İzmir'in Çeşme ilçesindeki yağma projesiyle ilgili bir açıklama yaptı. Açıklamada "Çeşme Projesi" denilen talanın aslında Karaburun, Seferihisar, Urla ve Güzelbahçe ilçelerinin de dahil olduğu tüm yarımadayı kapsadığına dikkat çekildi.

Binlerce hektarlık alanın "turizm kalkınma" veya "istihdam projesi" adıyla "turizm patronlarına peşkeş çekileceği" belirtilerek, "TKP, bu yağma ve talana karşı mücadeleyi büyütmeye, halkın örgütlü sesini yükseltmeye devam edecek, İzmir sahipsiz değildir. İzmirlilerin yaşamasına izin vermeyen bu projeler derhal durdurulmalıdır" denildi.

TKP İzmir İl Örgütü imzalı açıklama şöyle:

"Çeşme projesi, İzmir’in büyük talanında gelinen duraklardan sadece bir tanesi. Proje adıyla anıldığı gibi yalnızca Çeşme’yi ilgilendirmiyor. Aslında coğrafi olarak Karaburun, Çeşme, Seferihisar, Urla ve Güzelbahçe ilçelerini içerisine alan tüm yarımadayı yani İzmir’i tehdit eden bir proje. 16 bin 624 hektarlık proje alanı, Çeşme’den Alaçatı ve Ildır, Urla’dan Zeytineli mahallelerini içine alarak çeşme yarımadasının yarısından fazlasını kapsıyor. Yarımada bölgesinde ise sermayenin talanını görmek için kıyısına çöken turizm tesislerine, taş ocaklarına, RES’lere, JES’lere, balık çiftliklerine bakılabilir.

'Alan kamuya ait ama söz patronlarda'

Geçtiğimiz ay Kültür ve Turizm bakanının İzmir’e gelmesiyle ev sahipliğini İzmir Ticaret Odası’nın yaptığı bir toplantı gerçekleştirildi. Bahsedilen proje alanının yüzde 97’si kamuya ait. Kamu malıyla ne yapılacağının kararı ve detayları ise 'İzmirli' patronlarla birlikte kurulan masada 'gizlilik' vurgusu ve kamuoyundaki yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için kapalı olarak gerçekleştirildi. Evet, ortada bir yanlış anlaşılma olduğu kesin bu bir turizm kalkınma veya istihdam projesi değil bir talan projesidir.

'İstihdam adı altında kamu malına çökme'

Alanın yüzde 97’si kamu mülkiyetinde olan alan turizm patronlarına peşkeş çekilecek, tahsisten gelen para ise projenin yolu, suyu elektriği altyapısı gibi kalemlere harcanarak patronlara geri dönecek. İzmirlilere vaad edilen ise 100 bin kişilik istihdam. Yani deniyor ki İzmirli Çeşme Projesi'nde ancak gelen zenginlerin hizmetçisi olabilir. Bu peşkeş projesinde İzmirli'ye Çeşme’de yer yok. Peki Çeşme, denildiği gibi 100 bin istihdam ile gelen nüfusu karşılayabilir mi?

Mevcut haliyle 46 binlerde bir nüfusa sahip gibi görünse de aldığı göçlerle ve yazlık nüfusuyla bu sayıyı kat ve kat aşmış durumda. Çeşme’de artan ev kiralarıyla barınma sorunu yaşanırken, içme suyu kullanımı yetersiz kalıyor, alt yapısı yeterli olmadığı için kanalizasyonlar sürekli taşıyor. Eğer Çeşme projesi gerçekleştirilirse bu sorunlar daha da artacak.

'Tarım alanları ve doğal alanlar tehdit altında'

Proje, mutlak ve dikili tarım alanları başta olmak üzere binlerce hektarlık tarım alanını, ulusal veya uluslararası ölçekte tehdit altında olan bitki türlerini, Ege Bölgesinde yalnızca bu alanda görülen bazı hayvan türlerini, kıyısı yaşam alanı olan Akdeniz foklarını, özetle bölgenin ekosistemini görmezden gelmekte ve sonuçları itibariyle hepsini ortadan kaldıracak niteliktedir.

'Sermayenin talanından kurtulmadan doğanın kurtuluşu yok'

Bugün Çeşme’de ama aslında tüm ülkemizde, doğal varlıklarımıza ve kamusal kaynaklarımıza sahip çıkacak bir kamu iradesi hüküm sürmüyor. Yatırım ve istihdam sözcükleri kullanılarak her alanda olduğu gibi sermaye için sömürünün işleyeceği mekanizmaların önünün açılması sağlanıyor. Bu proje hayata geçerse tüm doğal alanlarıyla, endemik ve nadir bitkilerin kaybıyla yarımada tahribata uğrayacak, sermayenin ele geçirdiği kıyılarda, halkın o alanlara giriş hakkı, kıyıları kullanımı ve denize ulaşımı imkansız hale getirecek. Ülkenin tüm zenginliklerinin üstüne konmaya çalışan bir sermaye sınıfı varken el konulacak yerlerin ya da projelerin isimleri değişiyor ama yağma her yerde devam ediyor. TKP, bu yağma ve talana karşı mücadeleyi büyütmeye, halkın örgütlü sesini yükseltmeye devam edecek, İzmir sahipsiz değildir. İzmirlilerin yaşamasına izin vermeyen bu projeler derhal durdurulmalıdır. İzmir’in talanına izin vermeyeceğiz."

SOL                                                                          ***

Çeşme TKP’den Alaçatı Port için suç duyurusu-16/04/2021 / SOL

Türkiye Komünist Partisi Çeşme Örgütü Alaçatı Port Projesi için suç duyurusunda bulundu. Basın açıklamasında Çeşme Belediyesi’nin de projede suç ortağı olduğu belirtildi.


İzmir’in Çeşme İlçesi Alaçatı sulak alanında devam eden Alaçatı Port inşaatlarına tepki gösterilmiş, kanuna aykırı olduğu gerekçesi ile durdurulması istenmişti.

Türkiye Komünist Partisi (TKP) Çeşme Örgütü de Alaçatı Port Projesi için suç duyurusunda bulundu. TKP Çeşme İlçe Örgütü tarafından Çeşme Cumhuriyet Başsavcılığı’na UYAP üzerinden yapılan suç duyurusunda, Alaçatı Turizm Yatırım ve İşletme A.Ş. Yönetim Kurulu Üyeleri hakkında hukuki işlem yapılması istendi.

Gündem Çeşme'den Denizhan Güzel'in haberine göre, Çeşme Adliyesi önünde gerçekleştirilen basın açıklamasında  TKP Çeşme İlçe Örgütü adına konuşan Serhat Gökdoğan, Çeşme Belediyesi iştiraki olan Alataş Alaçatı İmar İnşaat şirketinin de suça ortak olduğunu dile getirdi.

Çeşme Kadın Dayanışma Derneği’nin de destek verdiği basın açıklamasında konuşan Gökdoğan, "Benim memurum işini bilir. Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz ile başladı Neoliberal kapitalist saldırı. Devamında bir kereden bir şey olmaz diyerek taciz ve tecavüzler aklandı, rant için kanunlar yetmez ise gecelik, kanun hakkında kararnameler ile rant kapısı ardına kadar açıldı" dedi.

Açıklama şöyle:

"2002 yılından 2012 yılına kadar ülkemize akıtılan yıllık ortalama 30 Milyar dolar ile beton yığınlarının arasında kaldık. Para taşa, betona gömüldü, başta özelleştirmeler ile sanayimiz çökertildi. Rant ve para öncelik oldu. Ve bir kez rant ön koşulu ile başladınız mı dönen çarklar durmaz.

Doğa, çevre, doğal yaşam neymiş ki. Bilmezler, bilseler de umursamazlar. Çünkü para geliyor ya. 'Lüks' yaşam geliyor ya. Geneldeki bu gidişat, aynı gemide olanlar ile yerellerde devam etti, etmekte.

Çeşme, Çeşme’nin kalbine saplanan ticari limanı ile Rüzgar Enerji Santralleri ile otel ruhsatı ile adına residance dedikleri aslında lüks konut olan çok katlı binalar ile merkezi yerlerde yapılan kaçak inşaatlar ile her geçen gün geriye dönüşü mümkün olmayan tahribata uğramaktadır.

Yerel yönetimlerin asli görevlerinden birisi de, sınırları içerisinde doğayı, doğal yaşamı yani yaşam alanlarını korumaktır. Ama gemi aynı, yakıt patronlardan olunca bahaneler de hemen üretiliyor.

RES inşaatlarında yaşamıştık. Dönemin belediye başkanı ruhsatı ben vermedim önceki başkan vermiş.

Şimdi de Alaçatı Port inşaatlarının ruhsatlarını ben vermedim, önceki yönetim (Alaçatı belediyesi) vermiş açıklaması yapmış ŞEHREMİNİMİZ.

Doğrudur; önceki yönetimlerin vermiş oldukları izinler ve o izinler ile devam eden işler, inşaatlar eğer ki sizce yanlış ise derhal durdurma yetkiniz vardır. Durdurmuyorsanız yapılanı onaylıyorsunuz demektir.

Bir de ŞEHREMİNİMİZ demiş ki; keşke meslek odaları açıklama yapmadan önce bana durumu sorsalardı. Önceki dönem başkanı Alaçatı Port projesini dava ettiği için İzmir Mimar Odası ile küstü. Peki ya siz? Seçildikten sonra meslek odalarını davet edip de Çeşme'de yapılacak olanlar için sizin görüşlerinize başvuracağım, size ihtiyacım var dediniz mi? Yoksa her şeyi ben bilirim kimse konuşmasın mı dediniz?

Yapmayın bir kere de sözünüz ve yaptıklarınız bir olsun.

Her şey Çeşme ve ülkemiz için olsun.

Her şey toplum için, emek ve emekçiler için olsun.

Evet; Şehremin olarak siz bu inşaatların durdurulması adımını atmadınız ve dahası bu katliamı yapan şirkete Çeşme belediyesi olarak ortaksınız ,yönetimde bu işe hayır demediniz.

O halde biz de, Türkiye Komünist Partisi olarak her zaman ve her şartta görev kabul ettiğimiz insanca bir yaşam için gerekli koşulların oluşturulması ve var olanı da korumak için gereğini yapmak üzere ilk adımımızı atıyoruz."

SOL



12 Ekim 2021 Salı

10 maddede Pandora Belgeleri - Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

Pandora Belgeleri tartışılırken ortaya çıkan durumun, kapitalizmin çarpık bir hali değil, ta kendisi olduğunu vurgulamak gerekiyor. “Pandora’nın Kutusu açıldı, tüm kötülükler ortaya saçıldı” demenin erken olduğunu, olsa olsa kapağın aralandığını söyleyebiliriz.



Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ) tarafından 117 ülkede 650 gazetecinin çabasıyla Pandora Belgeleri dünya kamuoyunun bilgisine sunuldu. Dosyalarda 91 ülkeden 35 dünya lideri, 330 politikacıya ait mali bilgiler yer alıyor.

Söz konusu belgelerde Türkiye’den de 220 isme ilişkin enformasyon bulunuyor. DW Türkçe’den Pelin Ünker ve Serdar Vardar araştırmanın Türkiye ayağında bilgilerin bizlere ulaşmasında büyük çaba harcadılar. AKP medyası Pandora Belgeleri’ni neredeyse görmezden gelirken, gazetemiz BirGün dahil gerçek yayın organları bu haberi ayrıntılarıyla işlediler.

Ben de bu yazıda 2016’da Panama Belgeleri ile başlayan, 2017’de Paradise Belgeleri ile devam eden, bugün Pandora Belgeleri’ne uzanan süreç ile ilgili kuşbakışı bir değerlendirme yapacağım. Ancak şimdiden, “Pandora’nın Kutusu açıldı, tüm kötülükler ortaya saçıldı” demenin erken olduğunu, olsa olsa kapağın aralandığını söyleyebiliriz.

1- 2008 Küresel Finansal Krizi’nden sonra vergi kaçıran kişilerin ve offshore vergi cennetlerinin üzerine gidileceği beyan edilmesine karşın somut bir adım atılmamıştı. Derken 2016’da Panama’da kayıtlı Fonseca hukuk şirketine ait dokümanlar sızdırıldı. Panama Belgeleri daha çok vergi kaçırma suçlarıyla ilgiliydi. 2017 Paradise Belgeleri ise şirketlerin vergi ödemekten kaçınma stratejilerini açığa çıkarmaya yönelikti. Pandora Belgeleri’ne gelince, araştırmanın süper zenginlerin ve etkili politikacıların kurduğu offshore paravan şirketler üzerinde yoğunlaştığını söyleyebiliriz.

2- Söz konusu belgelerde küresel elitlerin, “demokratik” ülkeler (örneğin İngiltere Tony Blair), monarşik yönetimler ( örneğin Ürdün Kralı Abdullah) veya otoriter rejimler (örneğin Rusya’da Putin’in çevresi) dinlemeksizin, vergi kaçırmak ve paralarını gizli hesaplarda tutmak konusunda birleştikleri görülüyor. İşin ilginç yanı, kendi ülkelerinde vergi düzenlemeleri ve finansal serbestlik konusunda “kural koyucu” konumunda bulunan kimseler bile, bizzat koydukları kurallara riayet etmiyor. Muhtemelen, “yarın ne olacağı bilinmez veya servetim göze batmasın” kaygılarıyla dolambaçlı yollara sapıyorlar. Aslında bu pratiklerin önemli kısmı yasal ama etik kurallara aykırı. Daha doğrusu, paranın park edildiği ülkenin hukukuna uygunlar. Gelgelelim emeğiyle geçinen sade yurttaşlar bu olanaklara sahip değiller ve paşa paşa vergilerini ödemek zorunda kalıyor, en küçük bir aksamada cezalara muhatap oluyorlar.

3- Panama Belgeleri’nde 14 ayrı firmadan sızdırılan bilgiler yer alıyor. Britanya Virgin Adaları, Seyşel Adaları, Belize, Samoa gibi offshore cennetleri bekleneceği gibi önemli bilgi kaynakları. Bu coğrafyaların özelliği, çok küçük yerleşimler olmaları ve sınırlı bir nüfusu barındırmaları. Bu nedenle adı var kendi yok şirketlerden aldıkları çok düşük vergiler bile bütçelerine ciddi katkı sağlıyor. Ancak Pandora Belgeleri’nde ortaya çıkan diğer bir gerçek ise, ABD’de Güney Dakota, Florida, Nevada ve Joe Biden’ın memleketi Delaware eyaletlerinin, Birleşik Krallık ve Binali Yıldırım ailesinin gözdesi Hollanda’nın bizzat vergi cennetleri haline gelmiş olması. Bu arada önde gelen vergi cennetlerinden Cayman Adalarına ilişkin bilgilerin eksik olduğunu hatırlatalım.

4- Yeri gelmişken, kayda değer vergi cennetlerinin yükselişinin sömürgeciliğin tasfiyesi süreciyle yakından ilintili olduğunu belirtelim. Bu konuda araştırmaları bulunan Kaliforniya Üniversitesi’nden Vanessa Ogle’a göre, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra artan oranlı gelir vergisi uygulamalarının yaygınlaşmasıyla birlikte, zenginler İsviçre ve Channel Adaları, Jersey, Guernsey gibi Britanya kolonilerine yöneliyorlar. İkinci vergi cenneti dalgası, İkinci Dünya Savaşı sonrası, yüksek kamu geliri gerektiren refah devleti uygulamaları sırasında Hong Kong, Singapur, Bahamalar, Bermuda, Cayman Adaları, Britanya Virgin Adaları’nın devreye girmesini getiriyor. Daha sonra 50’ler ve 60’larda Asya ve Afrika’daki sömürgelerin bir bir bağımsızlığını kazanması ile birlikte servet sahibi Avrupalı beyaz yerleşimciler paralarını göreceli yüksek vergi uygulayan anavatanlarına değil de, Bahamalar, Jersey, Malta gibi vergi cennetlerine park etmeyi yeğliyorlar. Arkalarından yeni bağımsızlığına kavuşan ülkelerin yükselen burjuvazileri sömürgecilerin rotasını izleyecek, çok geçmeden aynı vergi cennetlerinin kapısını çalacaktır.

5- Halka yönelik galiz küfürleriyle hafızamızda yer eden yanda müteahhit Mehmet Cengiz’in servetini Britanya Virgin Adaları’na aktardığını öğrendik. Aklınıza ister istemez, Cengiz’in adını bile zor telaffuz edeceği Karayiplerdeki bu adacığın sunduğu fırsatları nereden bileceği sorusu geliyor olabilir. Halbuki sadece Cengiz için değil, finansal oligarşi mensubu tüm zengin ve ünlülere hizmet eden başlıca bir vergi ve servet kaçırma sektörü var. Bunlar parlak danışmanlar, külyutmaz vergi hukukçuları, tüm dolambaçlı yolları ezbere bilen muhasebeciler istihdam ediyorlar. Hele bir servet sahibi oluverin, onlar sizi hemen bulup sundukları hizmetleri önünüze seriveriyorlar.

6- Peki, bu kaçırılan vergilerin yaklaşık tutarı ne kadar? Vergi Adaleti Ağı’nın (Tax Justice Network) 2020 yılındaki kapsamlı araştırmasına göre, uluslararası vergi kaçakçılıklarının toplam faturası yılda 427 milyar doları buluyor. Bunun 245 milyar dolarlık kısmını çok uluslu şirketlerin karlarını vergi cennetlerine kaydırmalarının yol açtığı zarar, 182 milyar dolarını ise zengin bireylerin mal varlıklarını offshore merkezlerinde konuşlandırmalarının yarattığı vergi kayıpları oluşturuyor. Bu madrabazlıklardan zengin ülkelerin kamu bütçeleri 382 milyar dolar, yoksul ülkelerinki ise 45 milyar dolar olumsuz etkileniyor. Ancak toplam bütçeleri göz önüne alınırsa, yoksul ülkelerin uğradığı zararların ağırlığının daha fazla olduğu görülüyor.

7- Pandora Belgeleri’nin ilan ettiği bilgileri şu ana kadar yalanlayan kimse çıkmadı. Bu olgu bile, son tahlilde anlamlı bir kamu hizmeti yapıldığının kanıtı. Gelgelelim Amerikalı milyarderlerin listelerde olmaması; Deloitte, EY, KPMG, PWC gibi dört büyük muhasebe ve denetim şirketinin vergi yolsuzluklarında isminin bile geçmemesi eleştiri konusu yapılabilir. ICIJ’ın Organize Suçlar ve Yolsuzluklar Raporlama Projesi (OCCRP) ile çalışmalar sırasında işbirliği yapmış olması, adı geçen projenin George Soros ve ABD Dışişleri Bakanlığınca fonlanması kuşkuları artırıyor. Haliyle Çin ve Rus yetkililerinin; ABD ve Batı “istihbarat örgütlerinin” işin içinde bulundukları iddialarını dillendirilmesine neden oluyor.

8- 2016 Panama Belgeleri’nin Türkiye ayağında ortaya dökülen listede; Doğan, Sabancı, Zorlu gibi grupların, seküler müteahhit ve iş insanlarının isimleri öne çıkıyordu. Her ne kadar Çalık Enerji’nin adı geçse de, İslami sermayeden ziyade İstanbul burjuvazisi, TÜSİAD ağırlıklı bir profil söz konusuydu. Pandora Belgeleri’nde ise Saray müteahhidi Rönesans Holding, Cengiz, Çalık başta gelmek üzere AKP çevresindeki sermayenin de vergi cennetlerini keşfettiği görülüyor. Bu durum geçen kısa sürede bile daha fazla zenginleşmeleri ve uluslararası ticari ilişkilere giderek nüfuz etmeleriyle açıklanabilir sanırım.


9- Bilindiği gibi Covid-19 pandemisi sürecinde tüm dünyada gelir ve servet adaletsizlikleri daha da belirginleşti. Hem bu durum karşısında yükselen tepkileri törpülemek, hem de özellikle ABD’de Biden döneminde hız kazanan kamu yatırım programlarını finanse etmek amacıyla, minimum bir küresel vergi uygulanması talebi güçlendi. Nitekim geçtiğimiz hafta sonu OECD öncülüğünde büyük şirketlere minimum yüzde 15 kurumlar vergisi uygulanmasını öngören plan 136 ülkenin onayıyla kabul edildi. Böylelikle çok uluslu şirketlerden ek 150 milyar dolar vergi toplanması bekleniyor. Amazon, Apple, Facebook gibi dev teknoloji şirketleri de bu sayede kendilerine, AB ve Hindistan başta gelmek üzere dijital vergi konmasından kurtulmuş, yüzde 15’lik bir vergiyle sıyırmış görünüyor. Bu kararın vergi cennetlerini tamamen ortadan kaldırmasa bile, en azından cazibelerini azaltması bekleniyor.

10- Pandora Belgeleri tartışılırken ortaya çıkan durumun, kapitalizmin çarpık bir hali değil, ta kendisi olduğunu vurgulamak gerekiyor. Kapitalizmin ve piyasa toplumunun kar hırsı, aç gözlülük, kamuculuğa karşıtlık üzerinde yükseldiğini gözler önüne seren bu somut örneği iyi anlamak ve anlatmak toplumsal muhalefet açısından önem taşıyor. Sonucunu bilsek de, Erdoğan yönetimini “Adı geçen şahıslar ve şirketlere soruşturma açacak mısınız?” sorusuyla sıkıştırmak olanağı da önümüzde bulunuyor. Pandora Belgeleri hem AKP iktidarına somut muhalefet, hem de kapitalizm-neoliberalizm teşhiri açısından ciddi fırsatlar sunuyor.

Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

 

Sosyalizm mücadelesine adanmış bir hayat: Hikmet Kıvılcımlı - SOL

 Hayatını Türkiye'deki devrim mücadelesine adayan ve bu mücadelede tam 22 yıl cezaevinde yatmayı göze alan Doktor Hikmet Kıvılcımlı bundan 50 yıl önce aramızdan ayrılmıştı..

Doktor Hikmet Kıvılcımlı'yı ölümünün 50. yılında Asaf Güven Aksel'in kaleminden anıyoruz.

İskra ve vatan *

Soyadı, çıkardığı Kıvılcım dergisinden. Kıvılcım, Lenin’in İskra’sından. İskra’yı soyadı aldı, kurduğu partinin adı Vatan’dı. Bu bileşime, Dr. Hikmet Kıvılcımlı denir.

Hikmet Kıvılcımlı’yı ya birkaç anahtar kelime anlatabilir, ya da ciltlerce kitap. Arası yoktur. Hep eksik kalır. Kelimelerin genelleyicilerini atıp, karakteristiğini yansıtanları seçmek de zor. Türkiyeli. Şu an için, en uygunu bu geliyor.

“Dünya ve Türkiye tarihinin en büyük devrilişler ve devrimler günleri”ne denk düştüğünü söyler, çocukluğunun, ilkgençliğinin. 1902’de doğduğu Priştine, Osmanlı İmparatorluğu’nun Makedonya’sında bir kasabadır. O imparatorluğun çöküşünü görmüş, dahası, tarihe gömülmesine katkıda bulunmuştur, yerini alacak olanın saflarında. Yörük Ali Efe çetesinde Kuvayı Milliye gönüllüsüdür, işgalciyle savaşan gizli gençlik örgütünün yöneticisi de olacaktır. Sonra, Şefik Hüsnü’nün “çarpıcı fikirleri”, derken TKP. Askeri Tıp Akademisi’nden mezun olduğu 1925, 10 yıl kürek cezasına çarptırılarak “asıl yüksek okul”la tanıştığı yıldır aynı zamanda. Bir yıl “tahsil görüp” afla bırakıldığı bu okulda aldığı eğitimden memnun kalır, 1929’da bu kez 4 yıl 6 aylık bir öğrencilik yapar. “Yol” kitap dizisini kaleme aldığı, partisine yeni bir hat önermeye yönelik, “sosyalizmi özümsemeyi, Türkiye’nin orijinalitesini kavramayı” hedefleyen bir öğrencilik. Kısa bir ara verir “eğitime”, öğrenip biriktirdiklerini, kurduğu Marksizm Biblioteği’nde aktarmaya başlar. Sosyalist literatürün temel yapıtlarıyla buluşturur ülkeyi, çoğunu bizzat çevirerek, yanlarına anlaşılmasını kolaylaştırıcı özgün kitaplar ekleyerek. 1938’de, yeniden “okuluna” döner ve 12 yıl, yazdığı onlarca kitaba bakılırsa, “öğretim görevlisi” olarak kalır. 1950’de “teneffüse çıktığında”, iktidarda DP vardır.

Neden iktidarda DP’nin olması önemli? Buraya döneceğiz. Kıvılcımlı için tek kelime seçersek, bunun “Türkiyeli” olabileceğini söylemiştik. Bunu biraz geniş anlamda kullanıyoruz. Yalnızca, bilimsel sosyalizmin teorisini ve ülkelerdeki pratiğini, kendi ülkesinin özgül koşullarına uyarlama çabası değil söz konusu olan. Bu alanda geliştirdiği tezlere katılırsınız, katılmazsınız, ama Kıvılcımlı’nın Türkiye sol hareketi tarihinde özgünlüğünü belirleyecek bir sürekli uğraştır ve sunduğu örnektir “Türkiye’de devrim” anlayışı. Bununla doğrudan bağlantılı bir içeriği daha vardır bu tanımın: Ülkesini ve insanlarını milim hesabı tanımak. Üst düzey teorik sorunları, bir köy kahvesindeki insanlara anlatırcasına işleyebilmesi, Marx’ı bir kapı komşudan bahsedercesine hayatın içinden örneklerle aktarabilmesi, bir, kullandığı malzemeye derinlemesine hakimiyetle mümkün olmuştur, iki, anlatacağı kitleyi çok iyi tanımasıyla. Sosyal yaşamın hiçbir alanı yoktur ki, Kıvılcımlı’nın ilgi alanına girmesin, orada söyleyeceği bir sözü bulunmasın. Eyüp Camisi’nde “inananlara” hitap ederken de, Dev-Genç toplantılarında militan öğrencilerle bildiklerini paylaşırken de.

Dönüştürülemez, karşı saflara terk edilebilir bulduğu tek bir insan, uğraşmaya değmeyecek tek bir katman yoktur Kıvılcımlı için. Bu yüzden, bütün bir ömür boyu fiziki didinmesine, ulaşılması güç bir yazılı külliyat eşlik etmiştir. En hacimli kitabından, birkaç sayfalık broşürlerine varıncaya kadar, “sıradan insanı” da, “akademisyeni” de aydınlatmaya yönelik üslubuyla üretmiş, üretmiştir. Kıvılcımlı için, diyelim Türkçe’nin etimolojisiyle ilgili çalışmalarında da, emperyalizm olgusunu açımlamalarında da, farklı alanlar değil, bir bütünün parçaları vardır.

Kendi dilini yaratmıştır Kıvılcımlı. “Derdini” daha iyi anlatabilmek için, cümle kuruluşlarına, kelime bileşimlerine müdahale etmiştir. Bunun en olmayacağı sanılan yer neresidir, nerede anonim bir dil kullanılır? Parti tüzük ve programında mı? Hayır.

1954’te kurduğu Vatan Partisi’nin tüzük ve programı, içeriğinden önce, bir makale havasında yazılması, güncel örnekler içermesiyle ve Kıvılcımlı kelimeleri, deyimleriyle farklılık taşır benzerlerinden. Parti programında, ‘İkinci Kuvvayı Milliye’cilik tanımıyla, ‘altı ok’un, aslında sınıf adına yorumlanarak esas alınması, birçok görüşü gibi, tartışmaya açıktır kuşkusuz. Ama biz başka bir noktaya dikkat çekmek isteriz: Girişte, o çok eleştirilen, “Amerika’nın yüksek teknikli medeniyet kurması”nın temellerinin aktarılması, boşuna değildir. Programın yazıldığı tarihte, DP iktidardadır.

Hikmet Kıvılcımlı, bir parti tüzüğü ve programını da, bir örgütlenme, bir günün sorularına yanıt verme aracı olarak gördüğündendir Amerika örneği. DP’nin topluma “küçük Amerika olma” ideolojisini empoze ettiği ve belli oranlarda “gelişmişlik ve demokrasi” modeli olarak kabullendirdiği, bu sistemle kendi icraatları arasında paralellik kurarak “prestij” sağladığı süreçte kaleme alınan Vatan Partisi programı, bu modeli ve paralelliği sorgulanır hale getirmeyi hedeflemiştir. “İyi hoş da, Amerika nasıl böyle oldu” dedikten sonraki anlatım, “öyle olmak için bile devrimler lazım” sonucuna ulaştıran bir oyun bozmadır.

Görülüyor ki, nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin, Hikmet Kıvılcımlı’nın “hayatı ve eserleri” klişesinde, tek bir boş virgül yoktur. 11 Ekim 1971’de Belgrad’da sona eren bir hayatın, tek bir boş anı olmaması gibi. Tartışılmaz olan şudur: Geriye, sosyalizmin ayaklarını Türkiye toprağına bastırmak uğraşıyla bitip tükenmez bir çaba, bu yolda yaratılmış muazzam bir özgün külliyat kalmıştır Kıvılcımlı’dan. Şu da tartışılmaz: Türkiye’de sosyalistlerin devraldığı zengin mirastır bu.

Bütün yazıyı, şöyle de özetleyebilirdik: Soyadı, çıkardığı Kıvılcım dergisinden. Kıvılcım, Lenin’in İskra’sından. İskra’yı soyadı aldı, kurduğu partinin adı Vatan’dı. Bu bileşime, Dr. Hikmet Kıvılcımlı denir.

SOL

* Asaf Güven Aksel'in yazısı daha önce soL dergisinde ve 2011 yılında soL Portal'da yayınlanmıştı.