Mafya sokakta, fikirleri iktidarda: Kürşat Yılmaz kimdir?
Ülkücü mafya Kürşat Yılmaz da Alaattin Çakıcı gibi çıkar çıkmaz soluğu Devlet Bahçeli’nin makamında aldı. İşte tekmili birden Kürşat Yılmaz vakası.
Yakup Kürşat Yılmaz. 12 Eylül Darbesi öncesinde MHP’nin yan kuruluşu Ülkücü Gençler Derneği’nde (ÜGD) yöneticiydi. 12 Eylül darbesinin ardından MHP de yan kuruluşları ile birlikte kapatıldı. Boşta kalan ülkücülerin çoğunluğu başta çek-senet tahsilatı olmak üzere bir takım silahlı-külahlı kişisel işlere girişti ve kısa sürede büyük bir mafya organizasyonuna dönüştü. Kürşat Yılmaz da pratisyenliği ÜGD’de tamamlayan ve mafyaya terfi olan “ülkücü” mafya üyelerinden biri.
Kürşat Yılmaz’ın en bilinen eylemi Kuşadası Belediye Başkanı Lütfi Suyolcu’nun öldürülmesi. Suyolcu, 16 Mayıs 1995’te Fırat Erdoğan isimli bir kiralık katil tarafından evinin önünde öldürüldü. Cinayetin sebebi Kuşadası’nda rantın giderek büyümesi ve mafyanın bu ranta el koymak istemesiydi. Hatta tarihe “Susurluk Olayı” olarak geçen kazada ölenlerin Kuşadası’nda bir toplantıdan döndüğü, toplantıda Kuşadası’nda açılması planlanan kumarhanelerin görüşüldüğü iddia ediliyordu.
Cinayetin ardından Kürşat Yılmaz ve adamlarına dava açıldı. Aydın 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen dava sonucunda Fırat Erdoğan ömür boyu hapse, azmettirici oldukları iddiasıyla yargılanan çete lideri Kürşat Yılmaz ve yardımcısı Yavuz Kaşıkçı da 16'şar sene hapse mahkûm oldu. Sanıklardan Şerafettin Kurt cezaevinde öldürüldü. Temyiz sürecinde Yargıtay mahkemenin verdiği 16 yıl hapis cezasını az bularak arttırılmasını istedi. Tekrar görülen davada Kürşat Yılmaz'a müebbet, Yavuz Kaşıkçı'ya idam cezası verildi.
CEZAEVİNİN TORPİLLİ MAHKUMLARI
Kürşat Yılmaz’ın yardımcısı olarak kayda geçen Yavuz Kaşıkçı’nın adı 1992’de Yenikapı Çakıl Gazinosu’nda uyuşturucu kaçakçısı Osman Ayanoğlu’nun öldürülmesi olayında da geçmişti. Yavuz Kaşıkçı cinayetin azmettiricisi olduğu gerekçesiyle yargılandı, 1993’te beraat etti. Bir başka cinayetten yargılandığı için tutukluğu sürdü. Bir yıl sonra hastaneye götürülürken kaçtı, dört ay sonra yakalandı. İçerdeyken adamları cinayet işlemeyi sürdürdü.
Kürşat Yılmaz da 1998’de Burdur Cezaevinden görevli Uzman Çavuş Numan Güvenir tarafından kaçırıldı. Kaçışla ilgili açılan davada cezaevi müdürü ve yardımcılarının da kaçışa yardımcı oldukları iddia edildi. Cezaevi müdürü Kürşat Yılmaz’ın torpilli bir mahkûm olduğunu, dönemin Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Hayrettin Gökdemir ve birkaç üst düzey yönetici tarafından sık sık ziyaret edildiğini anlattı. Kaçısın organizasyonu için bazı iş adamlarından da haraç alınmıştı.
Bunun üzerine Kürşat Yılmaz çetesine karşı bir operasyon düzenlendi ve 13 çete üyesi gözaltına alındı. Sanıkların karıştığı iddia edilen eylemler şöyleydi:
-3 Mart 1997: Kağıthane İlçesinde İzzet Fıçıcı’nın yaralanması
-9 Kasım 1997: Kağıthane’de Halil Aydın’ın yaralanması
-15 Aralık 1997: Beyoğlu’nda Düver Bar’ın kurşunlanması
-20 Şubat 1998: Şişli’de As Menkul Değerler’in kurşunlanması
-24 Nisan 1998: Gaziosmanpaşa’da İzzet Yılmaz’ın yaralanması
-12 Mayıs 1998: Zeytinburnu’nda Mustafa İhtiyar’ın tabanca ile öldürülmesi
-3 Haziran 1998: Güngören’de Hayri Dinçer Ekerer’in yaralanması
Bu iddialar üzerine Kürşat Yılmaz Behçet Cantürk’ü öldüren güçlerin kendisinden Liceli iş adamı Halis Toprak’ı öldürmesini istediklerini, bunu reddettiği için bir takım cinayetlerin üzerine yıkıldığını söyledi.
Cezaevindeyken adı iki cinayete daha karıştı. O sırada, özel izinle İstanbul Emniyet Müdürlüğü Özel Kalem’inde çalışan Polis memuru Tülay Çetin‘le evlendi.
Başı sıkışan Kürşat Yılmaz'ın kapısını çalıyor
2005 yılında hakkında yeniden dava açıldı. Kürşat Yılmaz ve adamlarına yönelik yürüttüğü soruşturmayı tamamlayan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Yılmaz ile birlikte iş adamı Korkmaz Yiğit, türkücü İbrahim Tatlıses, manken Tuğba Özay ve “Banker Kastelli” olarak tanınan Abidin Cevher Özden'in de aralarında bulunduğu 42 kişi hakkında 2 ile 307 yıl arasında değişen hapis cezaları istiyordu. İddianamede, Yurtbank'ın eski sahibi Ali Avni Balkaner, “Asena” adıyla tanınan oryantal Onur Çakmak ve gazeteci Zafer Mutlu'nun da aralarında bulunduğu 23 kişi “müşteki” olarak yer aldı.
İddianameye göre Tatlıses Onur Çakmak’ın çalıştırılmaması, Zafer Mutlu da çetesi tarafından tehdit edilmesi nedeniyle Kürşat Yılmaz’a başvurmuştu. Korkmaz Yiğit ile Cevher Özden de aralarındaki alacak verecek davasını halletmesi için cezaevindeki Yılmaz’ın kapısını çalmıştı. Yılmaz adı geçen kişilere “ekonomik konularda danışmanlık” hizmeti veriyordu. İddianamede, eski MHP İstanbul İl Yönetim Kurulu üyesi Ali Maytalman'ın Kürşat Yılmaz'ın arkadaşı olduğu, Maytalman'ın zaman zaman örgüt mensuplarının önemli kişilerle görüşmesini organize ettiği, talep geldiğinde örgüt adına siyasi kimliğini kullanarak itilaflı kimseler arasında arabuluculuk görevi yapıp bunun karşılığında örgütten pay aldığı öne sürülüyordu.
İddianamede, eski futbolcu Mecnur Çolak'ın gasp edilmesi, Yusuf Daşdan'ın silahla yaralanması, Mahmut Cantürk ve oğlu Dursun Cantürk'ün zorla alıkonulması, Varuna Turizm'in sahibi Süreyya Pekuysal'ın tehdit edilmesi olaylarının da aralarında yer aldığı 17 konuya yer verildi. “Reina” adlı gece kulubünün baskı yoluyla satın alınmaya çalışılması ile “Alişan” olarak bilinen şarkıcı Serkan Burak Tektaş'ın korunması olaylarına ilişkin hazırlık soruşturmasının sürdüğü için dosyalarının ayrıldığı bildirildi.
Bahçeli işaret etmişti
Kürşat Yılmaz o davada “çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, yönetmek, nitelikli yağma, tehdit, kasten yaralama, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma” gibi suçlardan 66 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2021 yılında Kürşat Yılmaz'ın avukatlarının başvurusu üzerine yeniden yargılama talebi, dosyadaki bir kısım suçlar yönünden kabul edildi, 32 yıllık cezadan beraat etti. Bu cezanın infazdan düşürülmesinin ardından kalan ceza yönünden infaz süresi tamamlanan Kürşat Yılmaz, güvenlik gerekçesiyle 29 Ekim tarihinde gece yarısı cezaevinden tahliye edildi. Tahliye olmasının ardından ilk işi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'yi ziyaret etmek oldu. Ziyaretin ardından MHP’den yapılan açıklamada, “Ülkü ve ülke sevdalısı olan, davalarının gözü kara yiğitlerinden Yakup Kürşad Yılmaz, tahliye olmaları münasebetiyle Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli Beyefendiyi ziyaret etmişlerdir” denildi.
Kürşat Yılmaz’ın bırakılmasının işaretini MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bir açıklaması vermişti zaten. Bahçeli, HDP'li Selahattin Demirtaş'ın serbest bırakılması talebine Alaattin Çakıcı ve Kürşat Yılmaz örneğiyle yanıt vermiş, “Peki, ülkü ve ülke sevdalısı olan, davalarının gözü kara yiğitleri olarak bilinen mesela Alaattin Çakıcı, mesela Kürşat Yılmaz, 100 bin ülkücünün imzasıyla aday gösterilseydi, bu kahramanlarımız için de cezaevinden çıkarılmaları için bir kampanya yapılacak mıydı? Bu kardeşlerimizi taş duvarların ardında çürümeye terk etmek ne kadar adil ve adaletlidir” demişti.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “dava arkadaşım” diyerek sahip çıktığı ülkücü mafya lideri Alaattin Çakıcı da cezaevinden salıverildikten sonra Devlet Bahçeli’ye teşekkür ziyaretinde bulunmuştu. Sedat Peker’in yurtdışına kaçması, oradan iktidarı hedef alan açıklamalarda bulunmasının cezaevinden salınan mafya liderleriyle ilgili olduğu iddia ediliyor. Türkiye tuhaf, karanlık bir dönemin tam ortasında. Ülkücü mafya sokakta, fikri iktidarda! (Orhan Gökdemir-SOL(04/11/2021)
***
Susurluk'un anlattığı: Ne derin, ne sığ, bildiğimiz patron devleti
Susurluk’ta kaza yapan otomobilin içindekinin devlet değil, onun yozlaşması sonucu oluşan “derin devlet” olduğu sanıldı. Oysa bildiğimiz sermaye düzenin pisliğiydi.
Susurluk’ta kaza yapan otomobilin içindekinin devlet değil, onun yozlaşması sonucu oluşan “derin devlet” olduğu sanıldı. Oysa devlet bir bölümüyle değil bütünüyle hukuk dışına çıkmaya hazırlanıyordu. Bugün tartıştığımız SADAT’lar, ÖSO’ler, Sedat Pekerler, Özel Timler, TÜGVA’lar, TÜRGEV’ler, her boydan cihatçılar derin devletin değil, yeni nesil devletin karşılığıdır.
Kontrgerilla türü örgütlenmeler, 2. Dünya savaşını takip eden yıllarda aşırı motive olmuş ve aşırı kışkırtılmış ülkelerde ortaya çıktı. Yunanistan, İtalya, Fransa, Almanya, Belçika vb. ülkelerde NATO örgütlenmesine paralel ve kuşkusuz NATO’dan daha güçlü bir “Süper NATO” oluşturulmuştu. Sınır ülkeler, Yunanistan ve İtalya “Komünizm tehlikesi”ne en açık ülkelerdi. İtalya’nın düşmesine yüksek ihtimal diye bakılıyordu ve böylece Sovyetler Birliği’nin Akdeniz’e açılacağı hesap ediliyordu. Türkiye ise zayıf sol hareketiyle denklemin ve tehlikenin dışındaydı. NATO’ya girmek için direndi, yolu açmak için 1951 Büyük Komünist Tevkifatı, Rusya’nın Türkiye’den toprak istediği iddiası vb gibi bir takım iç tertiplere başvurdu. Sonunda, Yunanistan ile birlikte NATO’ya girmeyi başardı.
Bize, kontrgerilla türü örgütlenmeler Amerikan yardımı ile birlikte geldi. Polis, ordu ve elbette istihbarat teşkilatı bizzat Amerikalılar tarafından eğitildi, yönlendirildi. Böylece komünizmle mücadele için kışkırtılmış ve aşırı motive olmuş bir yeni devlet aygıtı oluşturuldu.
Burada örgütlenmenin temel esprisi ne pahasına olursa olsun Komünist yayılmanın durdurulması ve eğer başarısız olunursa, bir ‘komünist işgale’ karşı yeraltında bir direniş hareketi oluşturulmasıydı. Örgütü oluşturmak için harekete geçenler, bu mücadele için en hazır güç olarak dinci ve radikal sağ örgütlenmeleri buldular.
Devletin mafyalaşması
Mafya da kendisine göz yumulması karşılığında “mücadeleye” her türlü hizmete hazırdı. ABD, mafyanın buradaki rolünün ne kadar önemli olduğunu İtalya’ya asker çıkarırken iş birliği yaptığı İtalyan mafyasından öğrendi. Bu silahlı, gözü kara ve “devletimsi” güç, kolay ikna ediliyor, hızlı bir şekilde mobilize oluyor ve komünizmle mücadelenin gerektirdiği şiddeti profesyonelce kullanıyordu. Öte yandan mafyanın kontrolünde olan uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile oluşan muazzam kara para, “örtülü operasyonlar”ın finansmanı için gereken paranın bulunmasında yerel meclislerin çıkaracağı muhtemel sorunlardan kurtulma şansı sağlıyordu.
Böylece Süper NATO için “Kirli NATO” olmanın yolu da açılmış oldu. Oluşan kayıtsız güç, kaydı olmayan yasaları oluşturmakta da gecikmedi. Terör, dünya tarihinde ilk defa, devletin gücünü kullanan odakların kontrolünde uygulanıyordu. İtalya’da Gladio ve Masonik P-2 örgütlenmeleri açığa çıkarıldığında, Süper NATO’nun süper işlerinin büyük kısmının terör eylemlerine girişmek ve bu eylemleri solcular yapıyormuş gibi göstermek olduğu anlaşıldı. Öte yandan, Vatikan’ın da boylu boyunca içinde olduğu bir ağ kurulmuştu. Bankaların, uluslararası tekellerin, popüler politikacıların, CIA’nın, ABD ordusunun kontrolünde yerel askeri güç odaklarının, büyük sermayedarların, ünlü gazetecilerin rol üstlendiği karanlık ve kuşkusuz sağ bir güç odağının izleri seziliyordu. O dönem İtalya’nın en güçlü adamı olarak kabul edilen politikacı Aldo Moro’nun kaçırılıp öldürülmesine kadar uzanan siyasal cinayetler işlenmiş, paravan sol örgütlerle eylemlere girişilmiş -Kızıl Tugaylar’ın sonradan Gladio’ya bağlı olduğu anlaşıldı- yaratılan dehşet havasında sağın iktidarı garanti altına alınmıştı.
İtalya’daki “derin devlet”in zeminini oluşturan P-2 Locası ve Gladio, bütün Avrupa’yı ve yakın çevre ülkelerini sarmış olan yepyeni bir örgütlenmenin laboratuvarıydı. Türkiye, bu savaşın sıcaklığını ancak 1960’lı yılların sonunda hissetti. 12 Mart muhtırası ile oluşan sert siyasal atmosferde polis, istihbarat örgütü, asker ve mafya arasında karmaşık bağlar kuruldu. Doğal olarak mafya bu ilişkiyi kendi çıkarı için kullanmak istedi. Devlet memurları için ise bu kaçamaklar o kadar önemli değildi. Önemli olan mafyanın sağladığı yeni olanaklardı. Faik Türün, Fuat Doğu, Şükrü Balcı, Hiram Abas; ikinci kuşakta Mehmet Eymür, Mehmet Ağar, Nuri Gündeş gibi resmi kişilikler bu yeni memur tipinin en önde gelen örnekleri oldular. 1970’li yıllar devletle iş tutmayanın mafya olamayacağının anlaşıldığı yıllardı. Hemen hemen önde gelen bütün mafya babaları ceplerinde devletin verdiği kimlikleri taşıyorlardı. İçlerinden bir kısmı, Süper NATO’ya paralel uluslararası ilişkiler de geliştirmişti. Vatikan’da Saint Pierre meydanında Papa’yı hedef alan suikast, sert bir hiyerarşi içerisinde Süper NATO’dan Süper NATO’ya ve mafyadan mafyaya yeni bir ağ kurulduğunu gösteriyordu.
Susurluk devleti iş üzerinde
12 Eylül’ün ardından oluşturulan yeni hukuk sistemi de işte bu ilişkileri korumak ve sürdürmek üzere şekillendirilmişti. Devleti kutsayan bu yeni anlayış içinde, siyasal cinayetler doruğa çıktı, “faili meçhul cinayet” “devlet tarafından işlenen cinayet” anlamına geliyordu artık. Zamanın Başbakanı Tansu Çiller’in bütün bu ilişkileri ortaya çıkaran Susurluk kazasının ardından söylediği “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” sözü, ülkenin içinden geçtiği 40 yılın birikimini özetliyordu.
“Şerefli kurşun atanlar”, aynı zamanda uyuşturucu kaçakçısı, mafyöz ve yasadışı kişilerdi. Mafya uyuşturucu kaçırır, cinayet işler ama mutlaka şereflidir. Sicilya mafyası bir “şerefli adamlar örgütü”dür. Türkiye’nin NATO’lu yıllarında “şeref”in politikacı, polis müdürü, istihbaratçı vb. için bir şifre kelime haline gelmesinin sırrı budur. Şeref devlet güçlerinin hızla mafyalaştığını, mafyanın da hızla devletleştiğini göstermektedir.
Dünyanın her yerinde, soğuk savaşa göre konumlanmış bütün ülkelerde ortaya çıkan belirgin bir çürümenin işaretleridir bunlardır. Hukuku bir soğuk savaş aygıtı haline getiren devletler, sürecin sonunda birer çete devlete dönüşmüş, çürümüştür. CIA için şaka yollu söylenen Cocain Important Agenci (Kokain İhraç Örgütü) tabiri gerçekte gelinen noktayı göstermektedir; Killerkapitalismus (Katiller kapitalizmi) terimi ise sistemin yeni efendilerinin kimler olduğunu...
Denildiği gibi, kapitalizmin savunulması artık her yerde bir karşıdevrim örgütlenmesini zorunlu kılar... Buradan yola çıkarak söyleyebiliriz ki, devletin, hukukun, çetelerin bu iç içe geçmesi bir arızaya değil, bir yeni yola işaret etmektedir. Ve ne yazık ki karanlıktan aydınlık çıkacağını sananlar yanılmışlardır. Dünyanın hızla muhafazakarlaşmasının ardında, sistemin işte bu keskin dönüşümü yatmaktadır. ABD’de Neo-Con’lar, Türkiye’de Nev-Müslümanlar işte bu karanlığın içinden çıkmışlardır. Usame Bin Laden’in daha yakın zamanın bir CIA yetiştirmesi olduğu, Bush’un da kariyerini onun yanında yaptığı unutulmaktadır. Dünya, istihbarat teşkilatlarının içinden gelen politikacılar yönetimindedir.
Türkiye’de yaşanan ise “çetelerin tasfiye”sinden çok, “başkalarının çeteleri”nin tasfiyesinden ibarettir. Mafya devlet boşluğunda doğar ve giderek devletin yerini alır. Bugün devlet içinde çetelerin güçlenmesinin yanında, bizzat devlet memurlarının bir tür feodalleşmesi, çeteleşmesi söz konusudur.
Çeteleşme, ortaya çıktığı hemen her yerde kendi hukukunu oluşturur ve giderek devleti biçimlendirir. Bu nedenledir ki, Sedat Peker olmadan “darbe” planı yapmak mümkün olmamaktadır.
Devletin yozlaştığı ancak toplumun ayakta kaldığı yerde bu ağ çözülmekte ve temizlik için ileri adımlar atılabilmektedir. Ancak ne yazık ki, bizim de içinde bulunduğumuz bölgelerde devletle birlikte toplumlar da yozlaşmışlardır. Küçük çeteciklerden oluşmuş bir toplum yepyeni bir vakadır ve bunun imkanlarının olduğu yönünde ciddi işaretler ortaya çıkmaktadır.
Çeteleşme dünyanın yeni haliydi çünkü daha iyi bir dünyanın olabileceği yönündeki umut kaybedilmişti.
Halk yoksa çete var
Türkiye’de çeteleşme oluştuğu andan bu yana biliniyordu. Bazı “saplantılı” yazarlar ve gazeteciler geride bıraktıkları küçük izleri takip ederek çetinin az çok bir resmini oluşturabilmişti. Kamuoyu ise o fotoğrafın tartışmasız bir gerçek olduğunu 3 Kasım 1996'da Balıkesir-Bursa karayolu üzerindeki Susurluk ilçesinde meydana gelen bir trafik kazası sonucu öğrendi. Kamyona çarparak parçalanan lüks aracın içinden devlet-polis-mafya birlikte teşhis edilmişti.
Ancak bu gerçek de çarpık bir biçimde algılandı, otomobilin içindekinin devlet değil, onun yozlaşması sonucu oluşan “derin devlet” olduğu sanıldı. Oysa devlet bir bölümüyle değil bütünüyle hukuk dışına çıkmaya hazırlanıyordu. Bugün tartıştığımız SADAT’lar, ÖSO’ler, Sedat Pekerler, Özel Timler, TÜGVA’lar, TÜRGEV’ler, her boydan Cihatçılar derin devletin değil, yeni nesil devletin karşılığıdır. Susurluktan biliyoruz, hukuk yoksa, yasa yoksa, denetim yoksa, halk muhalefeti yoksa devlet derin devlettir.
(Orhan Gökdemir-SOL(03/11/2021)