24 Aralık 2021 Cuma

Prof. Dr. Korkut Boratav, Boric'in zaferini değerlendirdi: Şili’den alınacak dersler - Tuna KOÇ / BİRGÜN

 


Şili halklar için sembolik bir değer taşıyor. Neoliberalizmin başladığı ülkede farklı sol akımları içeren neoliberalizm karşıtı cephenin adayı Boric seçimi kazandı. Şili ve Latin Amerika deneyimleri Türkiye için de önemli dersler içeriyor. Sağcı yönetime karşı ılımlı burjuvazinin işbirliğiyle bir yumuşak geçiş modeli mi tercih edilecek, yoksa sermayenin tahakkümüne karşı cephe alan radikal bir program mı? Tercih edilecek olan model ülkenin kaderini belirleyecek.

Güney Amerika ülkesi Şili’de solun adayı Gabriel Boric’in pazar günkü seçimde faşist diktatör Alberto Pinochet hayranı sağcı Jose Antonio Kast’a karşı elde ettiği başarı, tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. Zafer konuşmasında “Neoliberalizm Şili’de başladı, burada bitecek” diyen Boric’in başarısı, dünya solu açısından da tarihsel bir deneyim teşkil ediyor. Şili’de yaşananları, dünya ve Türkiye solunun alması gereken dersleri Prof. Dr. Korkut Boratav ile konuştuk.

SOL, O DEFTERİ KAPATTI

Boric solun ortak adayı olarak Şili’de devlet başkanı seçildi. Seçim zaferi sokakta, meydanlarda gelişen bir sürecin sonucuydu. Şili hem Latin Amerika hem dünya sistemi açısından da özel bir yerde duruyor. Şili’deki bu zaferin tarihsel anlamı nedir?

Dünya halklarının şu anda karşı karşıya olduğu ağır sorunlardan dolayı Şili sembolik bir değer taşıyor. “Ağır sorunlar” derken, kapitalizmin neoliberal düzenleme biçimini kastediyorum. Bu düzenleme biçimi, özünde, sermayenin sınırsız tahakkümünü dünya çapında yerleştirme tasarımıdır. Sadece ekonomi politikalarıyla değil emperyalizmin devlet gücüyle de birleşerek. Bu büyük dönüşümün en önemli adımları 1980’de Britanya ve ABD’de atıldı. Şili ise, bu önemli dönüşümün, daha önce, adeta deneysel olarak hayata geçirildiği ilk ülkedir. Şili’nin yeni başkanı Boric, bu tespiti hatırlatıyor: Neoliberalizmin başladığı ülke Şili’dir. 1973’te Pinochet darbesiyle başladı bu sancılı süreç. Şili sonrasında da Güney coğrafyasına neoliberalizm, askeri darbelerle yerleşti. Latin Amerika ve Türkiye örnektir. Bizde 24 Ocak 1980 kararları ile başlatılmak istenen bu modelin parlamenter sistem içinde yürütülemeyeceği anlaşıldı, dönüşümü 12 Eylül 1980 darbesi gerçekleştirdi. Aşağı yukarı Margaret Thatcher ve Ronald Reagan’ın uygulamaları ile eş-zamanlı olarak hayata geçirildi. Şili ise birkaç yıl öncesinde ilk adımları atmıştı.

2021 Aralık ayında Şili’de devlet başkanlığı seçimini farklı sol akımları içeren geniş bir cephenin adayı kazandı. Neoliberalizmi ilk uygulayan bu ülke, kırk beş yıl sonra neoliberalizm karşıtı bir programı benimsediği için solcu Gabriel Boric’i yönetime getirdi. Pinochet darbesi Şili’ye neoliberalizmi nasıl, nereden getirdi? Bu modelin teorik ve iktisadi altyapısını oluşturan odaklardan biri Milton Friedman’ın öne çıktığı Chicago Üniversitesi Ekonomi Bölümü’dür. 1973 darbesinden hemen sonra Milton Friedman’ın “Chicago Çocukları” denen Şili’li öğrencileri ülkelerine geldi; hocalarının rehberliği altında neoliberal modeli adım adım hayata geçirdi. Çarpıcı örnek Şili’ye getirilen özel emeklilik ve sağlık sistemidir. Finans kapitalle birleşmiş bir özel sosyal güvenlik sisteminin ilk biçimidir bu. Bu model, daha sonra tüm Batı’ya örnek oldu. Şili’de 2019’da yaygın, kapsamlı, bir yıl süren bir halk kalkışması gerçekleşti. Bu eylemleri sürükleyen kitlelerden biri de özel emeklilik sigortasının mağduru olan yaşlı kuşaktır.

PLANLARI TUTMADI

Aynı zamanda tarihsel bir hesaplaşma olarak da okunabilir mi?

Elbette, Şili seçimini, Latin Amerika’nın önce solu ezen, sonra yeniden solu keşfettiği, bir başka sancılı tarihsel dönemin son adımı olarak da değerlendirebiliriz. 1980’li yıllarda Latin Amerika’da Şili örneği izlendi. Arjantin’de, Brezilya gibi büyük ülkeler başta olmak üzere, tüm kıtaya neoliberal model askeri darbelerle taşındı. Yirmi yıl boyunca Latin Amerika’da neoliberal dönüşüm sineye çekildi. Askeri rejimlerden temsili demokrasiye geçiş sonrasında, 2000’li yılların başından itibaren halk sınıflarında sermayenin ve ABD emperyalizmin tahakkümüne direnç yaygınlaştı. Dönüşümün ilk adımı, 1998’de Hugo Chavez’in Venezuela’da iktidara gelmesidir. Temsilî demokrasiye dönüş, sola yöneldi. Brezilya’da Lula, Bolivya’da Morales, Ekvador’da Correa, Arjantin’de Kirchner ve diğerleri, “pembe dalga” diye anılan, çeşitli renklerde solu iktidara getirdi.

DALGALAR BENTLERİ AŞTI

Bütün bunlar olurken egemenler de boş durmadı tabii!

Latin Amerika’daki pembe dalga, ABD hegemonyasını reddeden, Brezilya, Ekvador, Bolivya, Nikaragua’yı Küba ile birlikte ALBA örgütünde birleştirdi. Sonrasında ABD emperyalizmi, finans kapital ve yerli işbirlikçileri “pembe dalga”yı önleme yöntemleri aradı. Kanlı, zalim askeri darbeler itibardan düşmüştü.

Pembe dalga, sermayenin ve emperyalizmin kapsamlı hegemonyasını tehdit ediyordu, önlenmeliydi. Latin Amerika’da başkanlık sistemi yaygın. Bazen konjonktürel etkenlerle solcu bir lider başkan seçilebiliyor veya seçildikten sonra sola kayıyor. 2010’lu yıllara doğru egemen güçler yeni bir önleyici yöntem keşfetti: Sivil/askeri darbe karışımları.

Bir darbe solcu lideri iktidardan uzaklaştırıyor, ama temsilî demokrasiye hızla dönülüyor: İlk örnek 2009’da Honduras’ta uygulandı. Başkan Manuel Zelaya bir darbeyle sabah saatlerinde alındı, uçağa bindirildi, Honduras’tan Costa Rica’ya sürgüne götürüldü. Aynı gün meclis toplanıp başkanı görevden aldı ve başkan ve partisinin katılması engellenen bir seçimle iktidar ABD yanlısı faşist bir başkana devredildi. 2012’de Paraguay’da benzer bir operasyon gerçekleştirildi. 2019’da Bolivya’da Evo Morales darbeyle devrildi, parlamento başkanı kendisini geçici başkan olarak atadı.

Askerî değil “sivil darbe” özelliği taşıyan bir örnek 2015’te Brezilya’da denedi. Brezilya’da İşçi Partisi’nden Başkan Dilma Roussef’in iktidardan uzaklaştırılması, geçersiz suçlamalarla parlamento tarafından gerçekleştirildi. Daha sonra, bir önceki başkan Lula da Silva’nın başkanlığa getirilmesi, tümüyle düzmece olduğu sonra ortaya çıkan suçlamalarla yargılanması sonunda önlendi. Faşist Jair Messias Bolsonaro’nun 2019’da iktidara gelmesi böyle mümkün oldu. 2009-2019 arasında on yıl boyunca, sözünü ettiğim yarı-sivil darbeler solcu iktidarlara son verdi. Artık, sivil darbe yöntemlerinin dahi uygulanamaz olduğu bir dönem yaşıyoruz. Sol dalga yeniden yükseliyor. Latin Amerika’da sol dalganın iki kıdemlisi olan Venezuela ve ilk sosyalist rejim olan Küba, bütün ağır yaptırımlara karşın ayakta kalabildi. Nikaragua’da Sandinista rejimi de ayaktadır.

Morales’in eski ekonomi bakanı Luis Acre de başkan seçildi hatta.
Morales’in 2019’daki başkanlık seçimini kazanmış olduğu daha sonra kanıtlandı. Fakat faşist-ırkçı güçler darbeyi önceden hazırlamıştı. Seçim sonuçlarına itirazlar, faşist ve ırkçıların şiddet elemleriyle bütünleşti. Polis karışmadı. Sonunda ordu iktidara el koydu. Morales herhalde öldürülecekti. Uçakla Meksika’ya geçebildi, sığınma talebi Meksika ve Arjantin tarafından kabul edildi. Ama MAS, örgüt olarak dağılmadı, ayakta kaldı. Darbecilerin tasarımı tutmadı. Morales’in ekonomi bakanı başkan seçildi, Morales döndü. Diğer örnekler göz atalım. Peru’da solcu bir köy öğretmeni, José Pedro Castillo başkanlığa seçildi. Sermaye partileri görevden almayı deniyorlar,başaramadılar. Honduras da bir başka başlangıç ve bitiş dönemini temsil eder. Sivil darbelerin başlangıç tarihi 2009 Honduras’tır, 2021’in Kasım’ında darbe mağduru Zelaya’nın eşi Xiomara Castro devlet başkanı seçildi. Böylece ilk sivil darbe deneyiminin defteri de 12 yıl sonra kapandı. Bu bakımdan da 2021’de Şili ve Honduras’ın temsil ettiği iki sembolik dönüm noktasındayız.Ümit edelim ki Latin Amerika’nın 21’nci yüzyıl başlarken başlattığı, sermaye tahakkümüne karşı direnme filizlenmeleri kalıcılaşır ve bu coğrafyaya da adım adım taşınır. Türkiye’ye er-geç taşınacağını beklemeliyiz.

İkinci bir pembe dalga başlamıştır diyebilir miyiz o zaman?
Pembe dalga, sermaye tahakkümüne karşı iki yelpazeye ayrışmıştı. En yumuşak uç Şili’dir. İnsafsız ve gaddar Pinochet rejimi son bulduktan sonra sermaye tahakkümünü sineye çeken, salt demokratikleşmeyi yeğleyen bir seçenek içerdi Şili. Allende’nin partisi olan Sosyalist Parti ve Hıristiyan Demokrat Parti bir demokrasiye geçiş anlaşması ve Concertacion denilen bir ittifak oluşturdu. Bu anlaşmayı, başkanlık dönemini iki parti arasında dönüşümlü paylaşarak 20 yıla yakın sürdürdüler. Böylece siyasi demokrasiye geçiş, sermayenin ekonomik tahakkümü korunarak sağlandı. Şili Venezuela'nın, Bolivya'nın temsil ettiği, Brezilya'nın da katıldığı Amerikan emperyalizminin Latin Amerika’daki tahakkümünü engelleyecek sol bloklaşmanın dışında kaldı; bu nedenle Şili’yi pembe dalganın adeta dışında sayabiliriz Şili'yi. Bu modelin Sosyalist Parti’den son başkanı Michelle Bachelet’dir. Bachelet sonrasında Concertacion’un dışında sağcı bir partiden Pinera başkan oldu. Concertacion düzenlemesi, Millet İttifakı için CHP’nin öngördüğü tasarımı andırır.

Pembe dalganın da yumuşak ve katı varyasyonları var. Mesela açıkça sosyalizmi hedefleyen Bolivya ve Venezuela örnekleri. Venezuela'da iktidardaki Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi, programı ile sosyalizmi hedefliyor. Buna mukabil Brezilya'da Lula'nın İşçi Partisi, sermaye tahakkümünün bölüşüm politikalarını frenledi. Kapsamlı, etkili sosyal transferleri halk sınıflarına aktardı. Sağlık, eğitim politikalarında, günlük yaşamda, sınıfsal dengelerde emekçiler lehine dönüşümler yapıldı. Öte yandan Brezilya neoliberalizmin temel makro-ekonomik kurallarını korudu: Merkez Bankası’nın bağımsızlığı gibi. Arjantin de pembe dalganın parçasıdır, 2001'de çok ağır bir kriz geçirdi ve Peronist partinin sol kanadı 15 yıl iktidarda kaldı. Sosyalist bir parti değildir, ama pembe dalganın bir parçası sayılır. Arjantin dış borcunu büyük ölçüde tasfiye etti. Merkez bankasının bağımsızlığını reddetti.

Diğer uçta, aslında pembe dalganın öncesinde, devrimci dönüşümü gerçekleştiren Küba var. Küba Komünist Partisi, emekçi sınıfların temsilcisi öncü bir parti sıfatıyla iktidarda. İktidar, burjuva partilerine açık değildir. Emekçi sınıfların öncü parti aracılığıyla iktidarı Venezuela’da, kısmen Nikaragua’da da hedeflendi. Elbette güçlüklerle karşılaştı, karşılaşıyor. Sosyalizmi hedefleyen diğer bir örnek Bolivya'dır, ama burjuva partileri korunarak.

Sivil darbe seçeneklerinin tutmadığı Honduras dışında Brezilya örneğindeki gelişimlere de değinebiliriz. Burjuvazinin gözdesi olarak başkan seçilen faşist Bolsonaro iktidarı iflas etmiştir. Lula’nın mahkûmiyetinin düzmece olduğu kanıtlandı. Önümüzdeki seçimlere katılabilecek. İkinci kez aday olduğunda Bolsonaro'nun açık farkla kaybedeceği öngörülüyor. İşte bu noktada kritik bir soru var: Acaba Lula, faşist Bolsonaro'ya karşı ılımlı burjuvazinin işbirliği ile bir yumuşak geçiş modeli mi tercih edecek? Emekçi sınıfının iktidarına daha yakın, sermaye tahakkümüne cephe alan radikal bir programı mı? Lula’nın ilk modeli tercih edeceği öngörülüyor.

RESTORASYON MU RADİKAL DÖNÜŞÜM MÜ?

Tüm bunların Türkiye açısından önemi nedir?

Şu anda AKP-Saray iktidarı sonrasının Türkiye'sinde sol ve sosyalistler için ortaya koyduğu soru da bu. Egemen sınıfların önemli kanatlarıyla işbirliği içindeki CHP'nin sürüklediği Millet İttifakı, neoliberalizmin ana çerçevesini korumayı açıkça kabullenmiştir. İşçi sınıfının ve tüm emekçi katmanların bugünkü toplumsal bunalımını dönüştürmeyi hedefleyen bir program gündem dışı tutulabilir mi? Türkiye'nin geleceği sermayenin kalıcı tahakkümüne teslim edilebilir mi? Bu sorular, Latin Amerika’da solcuların karşılaştığı sorunların Türkiye'ye taşınmış bir türüdür. Bu bakımdan Latin Amerika’daki sınıf mücadeleleri Türkiye için de örnekler içeriyor.

                                                                     ***

TÜRKİYE SOLU DİKKAT ETMELİ

Türkiye’de de anayasa değişikliği tartışmaları gündemde. Muhalefetin bu yönde çalışmaları var. Şili nasıl bir örnek teşkil ediyor?


1961 anayasasında Kurucu Meclis-benzeri bir temsilciler meclisi anayasayı değiştiren iki organdan biri oldu. Diğeri, 1960 darbesini yapan Milli Birlik Komitesi idi. Temsilciler Meclisi, halk örgütlerinin parlamenter sistemden daha yaygın temsiliyetini sağladı. 1961 anayasasının demokratik özellikleri biraz da bu kurucu meclis yöntemi sayesindedir.

Şili'de kurucu meclis seçiminde de demokratik temsiliyet arandı. 168 üyesinin 18’i etnik azınlık gruplara tahsis edildi. 150 üye her seçim bölgesinden seçildi. Adaylık, partilerin dışında her türlü sivil toplum ve meslek örgütüne, hatta yeterli imza toplayan vatandaşlara açık tutuldu. Sonuçta Kurucu Meclis’in birleşimi sol ağırlıklı oldu, Meclis’in başkanlığına, yardımcılığına solcular seçildi. Bugünlerde usul kuralları kesinleştirildi. Anayasa maddelerinin basit çoğunlukla belirlenmesi kararlaştırıldı. Şimdi içerik görüşülmekte. Yeni anayasa bir yıl içinde tamamlanırsa referanduma sunulacak, kabul edildiği zaman hayata geçirilecek.

Türkiye’de de anayasa değişikliği gündemde. Millet İttifakı genişletilmiş yapısıyla 6 partili blok halinde yeni anayasanın ana öğeleri tartışıyor. Ama Türkiye’nin tüm demokratları ve solcuları dikkat etmeli: Bu anayasa değişikliği Saray iktidarının kendi meşrebince daha da bozduğu 12 Eylül anayasasının kurallarına göre mi yapılacak? Yani seçimlerde oluşacak TBMM tarafından mı hazırlanacak, oylanacak? Bu soruya hayır demek zorundayız. Tutucu, darbe türevi bir anayasadan demokratik bir anayasaya çıkmaz. Aksine yaygın kitle katılımıyla oluşan, seçilen yeni bir kurucu meclisin, -Şili örneğindeki gibi- yeni anayasayı hazırlaması hedeflenmeli. Bu seçeneği demokratik sol kamuoyu, emekçi örgütleri bugünden, aktif olarak gündeme getirmeli, savunmalı. Dahası, bu seçeneği Millet İttifakı’nın en büyük bileşeni CHP’nin tabanına, örgütlerine, vekillerine, hatta yöneticilerine taşımak gerekli.

ŞİLİ MODELİ YOL GÖSTERİCİ

Sorunların ortaklığından bahsetmişken Şili’de bir kurucu meclis deneyimi yaşandı, solun ağırlığını oluşturduğu. Sadece Türkiye değil diğer ülkeler açısından da nasıl bir örnek oluşturabilir bu?

İlginçtir, Şili’deki Pinochet anayasası da Türkiye’deki 1982 anayasası gibi bir darbe ürünü. Şili anayasası bugünlerde değişiyor, 12 Eylül anayasasının da tarihe karışması gündemde. Önce Şili’deki başkanlık seçiminin bazı özelliklerine değineyim. Başkan seçilen Gabriel Boric, Komünist Parti’nin de dahil olduğu geniş bir sol cephenin adayıydı. Seçimin ilk turunda Boric yüzde 24 oyla azınlıkta kaldı. Yüzde 28 oy faşist Antonio Kats’a gitti. Şili burjuvazisi ve orta sınıfların bir bölümü Hitler Almanyası’ndan göçmüş Şili'ye yerleşen bir Nazi militanının oğlu olan Kats'ı tercih etti. Boric, bu nedenle seçimin ikinci turunda ılımlı burjuvazi ile demokrat çevrelerle ittifak aradı; radikal söylemini yumuşattı. Seçimi on puanlık farkla kazandı. Ama bu sınıfsal yönelişin ileride sürüp sürmeyeceği tartışılmaya başlandı bile. Şili’de yeni anayasaya giden sürecin de özellikleri var: 2019’da patlak veren muhalefet dalgası parlamentoyu etkiledi. Halk kalkışmasının ana taleplerinden biri olan Pinochet anayasasının iptal edilip edilmeyeceğini parlamento tarafından bir referanduma taşındı. 2020'deki anayasa referandumunda iki soru soruldu: Birinci soru: Anayasa değiştirilsin mi? İkinci soru: Yeni anayasa ayrıca seçilecek bir kurucu meclis tarafından mı veya mevcut parlamento tarafından mı değiştirilsin? Yüzde 78 oyla yeni anayasa; yüzde 78 oyla da Kurucu Meclis seçeneği kabul edildi. Bu sonuç, anayasa referandumunda burjuvazinin taleplerinin değil, solcuların ağır bastığını gösterdi. Parlamento referandum sonuçlarını benimsemek zorunda kaldı ve Kurucu Meclis’in oluşma sürecini belirledi.

Tuna KOÇ / BİRGÜN

Mortem (I-II) - Serdal Bahçe / SOL

(I)

Türkiye kapitalizminin sermayenin programının o ya da bu enstrümanıyla yönetilmesi artık mümkün değildir.


Hazine ve Maliye Bakanı Nebati ben batarsam 1000 kişilik iş batar, siz batarsanız sadece bir maaştan ya da ücretten olursunuz demiş. Batarsak biz zenginler, siz fukaralardan daha kötü batarız demiş. Hatta biz batarsak sizi de götürürüz, öte yandan siz batarsanız kişisel trajediden öte bir şey olmaz demiş. Kısacası bir demiş, bin gizliyi açık etmiş. Dolayısıyla uygulanan ekonomik deneyin başarılı olması için hepimiz duacı olmalıyız diye niyaz etmiş. Yağmur duası gibi ekonomik program duası; 6 ayda olur inşallah. İlginç ve ötesi. Bugüne kadar burjuva hükümetlerinde pek çok ekonomiden sorumlu bakan geldi geçti, bu yorgun gözler pek çoğunu görme bahtsızlığına uğradı. Ancak böylesini hiç görmemişti. Genelde sermayenin ekonomi bakanları sanki kerametlerinden sual olunmaz bir şekilde her zaman doğruyu yapmış gibi ve kesinlikle geleceği görür gibi konuşurlardı. Nebati’nin tarzı sıra dışı ve anlamsız. Aslında anlamsızlık ona değil, uygulanıyormuş gibi yapılan programa has bir durum.

Uygulanıyormuş gibi diyorum çünkü uygulanan bir şey yok. Bazı sol çevrelerde bile uygulanıyormuş gibi görünen çaresizliğin bilinçli bir program olduğuna dair bir kanı hakim. Yanlış; ortadaki bir çaresizliktir. Türkiye kapitalizminin sermayenin programının o ya da bu enstrümanıyla yönetilmesi artık mümkün değildir. Sergilenen belirli amaçlara yönelik olarak kurgulanmış uygun makroekonomik araçlarla donatılmış bir program değildir. Bir ekonomik program şu silsileyle tanımlanırdı: makro ekonomik hedefler – araç seçimi – uygulamaya başlangıç – ara sonuçların gözlemlenmesi – hedef ve araç setinde ortaya çıkan kısıtlar ölçüsünde kısmi değişiklikler….Erdoğan ve ekibinin uyguluyorlarmış gibi yaptıkları dağınık ve içeriksiz çırpınışa biraz önce verilen silsile bağlamında program demek uygunsuz kaçacaktır. Bu anlamda sözde programı çok uzun zamandır uygulamayı düşündüklerini iddia ettiklerinde aslında çaresizliklerini gizliyorlar. 

Ulusal paranın değer kaybına bilerek, bir deneyin gereklilikleri için müdahale etmedikleri iddiası saçmadır. Bilerek müdahale etmedikleri varsayımıyla eleştirmenin kendisi de saçmadır. Müdahale edecek mecalleri yok. Döviz kaynaklarını çok uzunca bir süre, hem de düşük kurdan, ve hem de yasal sınırların ötesinde bir şekilde piyasaya saçtıkları için bir şey kalmadı. Şimdi en ufak müdahale için bile kaynak bulamaz haldeler. 

Üstelik burjuva iktisadının en temel günahlarından birini işlediler bu süreçte. O da şudur; Türkiye gibi müzmin açık veren ekonomilerde rezervler varlık değil, yükümlülüktür. Sokak diliyle rezerv birikimi yabancı sermaye girişine karşı daha büyük bir hassasiyet ve daha yüksek borçlanma anlamına gelmektedir. Kısacası ulusal ekonomik yapıyı yabancı sermaye girişine bağımlı hale getirdiğiniz bir ortamda rezervler zorunlu olarak biriktirmek zorunda kalığınız meblağ ve aslında başkalarının sizin ekonomik birikiminiz üzerindeki talepleri anlamına gelmektedir.  

AKP rezervleri bol keseden dağıtarak zinhar büyük bir günaha imza atmıştır. Dışarlıklı başkalarına ait bir meblağı içerideki başkalarına dağıtarak yükümlülüğü daha da ağırlaştırmıştır. Aynı zamanda şımarıklığının ve gözü dönmüşlüğünün sınırı olmayan sermaye sınıfının dışarıya karşı yükümlülüklerini kamusallaştırmıştır. İlginç değil mi, kamunun üretken varlıklarını özel sektöre ve yabancılara peşkeş çeken iktidar, tersinden özel sektörün dış borçlarını kamusallaştırmıştır. Böylece Türkiye’nin emekçilerinin sırtındaki yükü katmerli hale getirmiştir. Ancak denizin suyu bitmiştir. Bu nedenle kuru serbest düşüşe bırakmak bilinçli bir politikanın sonucu değil, yapısal bir çaresizliğin sonucudur. 

Merkez Bankası’nın ikide bir düşürdüğü politika faizi yok hükmündedir. Türkiye’de kamunun borçlanma faizi bunun çok üstündedir. Özel bankaların kredi faizi bunun çok üstündedir ve inatla yükseklerde tutulmaktadır. Kısacası faizi düşürerek kamunun borç yükünü bir milim bile oynatmak mümkün değildir. Eğer kredi kanalıyla harcamaları tetiklemek ise amaç yine nafile bir sonuç çıkacaktır ortaya. Çünkü enflasyonist süreç bu türden bir tetiklemeyi engelleyecektir. Açıkçası Merkez Bankası’nın para politikası aracı kalmamıştır.   

Gelelim yüksek kur – düşük faiz sarmalını bir tür ithal ikamecilik gibi gösterme aymazlığına. Ne demek gerekir bilemedim. Dunning –Kruger sendromu olarak teşhis edilen bir rahatsızlık vardır; bilen bilir. Avam diliyle cahil cesareti olarak adlandırılabilir. Daha doğrusu az bilmenin veya hiç bilememenin yarattığı sığ fakat tehlikeli bir cesaret anlamına gelir. Şimdi gerçekten uyguladıklarını düşündükleri modeli savunurken kullandıkları kavramları pervasızca hem de tarihsel bağlamından koparılmış bir şekilde telaffuz etmelerini izlerken aklıma bu sendrom geldi. 

İthal ikamecilik bir dönem azgelişmiş kapitalist ekonomilerin hayata geçirdikleri kapsamlı bir sanayileşme stratejisiydi. Öyle günü birlik veya kısa süreli bir adım da değildi; planlı ve uzun vadeli bir kalkınma stratejisiydi. Kapitalist devlete dış ticaret rejimi üstünde etkili bir kısıtlama ve yönlendirme yetkisi veren bu strateji aynı zamanda devletin planlama örgütlerinin kamu kaynaklarını doğrudan, özel sermayeye ait kaynakları ise dolaylı olarak sektörel önceliklere göre yatırıma yönlendirmesini de zorunlu kılmaktaydı. Özellikle başlarda temel girdi sağlayan, ikinci adımda temel ara malları üreten, ve eğer başarılabilir ise son adımda da yatırım malları arz eden sektörlerin yüksek koruma duvarları arkasında yeşertilmesini amaçlayan uzun erimli bir stratejiydi bu. Kısacası yüksek kur ve düşük faiz ile zerre kadar alakası yoktu; var zannediyorlar. 

Yazık. 

Son olarak Çin Modeli masalına bakalım. Çin’in bir tür ilkel birikime ve modern serfliğe dayalı ekonomik büyümesi aslında Deng ile başlatılan reformlarla geliştirilen ve 40 yıllık bir zaman dilimi içinde olgunlaştırılan uzun vadeli bir kapitalist restorasyondur. Adındaki Komünist sıfatına aldırmamamız gereken ÇKP önce tarımsal komünleri yerle bir ederek nerdeyse sınırsız bir yedek işgücü ordusunu ortaya çıkardı. Ayrıca özellikle doğu kıyısındaki bazı küçük yerleşim birimlerini bir tür açık ve sınırsız sömürü alanı haline getirecek adımları attı, buraların altyapılarını zaman içinde olgunlaştırdı. Bu gelişime eşlik edecek geniş bir nitelikli işgücü ordusunu da hazırda tuttu. Ücreti düşük nitelikli işgücü ordusu, köylerinden kopup gelen ve sayıları yüz milyonlarla ölçülen vasıfsız emekçi kitlesiyle birleşince ortaya yabancı sermayenin ağzını sulandıracak bir amalgam çıktı. Giderek faşizanlaşan parti örgütü aynı zamanda devletin devasa işletmelerini açık sömürü ve serflik alanlarına hücum edecek yabancı sermayeye payanda haline getirdi. Kapitalizmin en has şeklini ironik bir şekilde adında hala Komünist sıfatını taşına bir parti inşa etti. Bu süreçte faşizan devlet her türden toplumsal muhalefeti de mahir bir şekilde bastırdı. Yüz milyonlarca insan Marx’ın Kapital’i yazarken kullandığı İngiliz çalışma raporlarından fışkıran görüntülerden daha vahim görüntüler arz eden bir çalışma yaşamı içinde apaçık ve pervasız bir sömürüye tabi tutuldu. Ayrıca yaratılan serbest sömürü bölgeleri “yasasızlaştırıldı”, böylece çıplak ekonomik sömürü, sermayenin hukuksuz tahakkümüyle birleşti. Bu süreçte çevre fütursuzca yağmalandı. Velhasıl kelam ortaya Çin Mucizesi formunda kapitalizmin özü çıktı. 

Anlatıldığı gibi bu uzun soluklu bir restorasyondu ve önemli bir belirleyeni olsa da sadece ucuz emek gücüyle açıklanması mümkün olmayan bileşik bir dönüşüm programıydı. Çok bileşenli ve uzun erimli bir program olduğunun altını bir kere daha çizelim. Kısacası emek gücünün değerini yabancı para cinsinden düşürerek Çin Modeli uygulanamaz. Hele hele bu akıl dışı tezi ortaya atanların beklentilerinde vurguladıkları 5-6 ay gibi bir sürede değil Çin Modeli, Çin portakalı bile yetişmez. 

Peki sosyalist olmayan muhalefetin çözümü nedir? 

Ekserisi bu akıl dışı çaresizlikten önce uygulanan sermayenin has programına geri dönülmesinin sorunu çözeceğini iddia etmektedir. Merkez Bankası bağımsızlığı, onlara göre akılcı bir kur politikası, israfın önlenmesi ve fiyat istikrarı, diğer bir adıyla dezenflasyon programı; vaat ettikleri budur. Oysa bugün artık kendisi bir varoluşsal krize dönüşen Türkiye kapitalizmini yaratan da tam olarak bu programdır. Hatta AKP’nin 2002’den sonra daha büyük bir iştahla uyguladığı program da budur. 

Açıkçası yangına benzin dökersek söner demektedirler. 

Ne demeli? 

Not: Bu yazı Çin Modeli yerine “Türkiye Ekonomi Modeli” ibaresi kullanılmadan önce kaleme alınmıştır. 

(II)

Gözlerimin İçine Bak

Kur veya faiz; bir gün inerler, iki gün çıkarlar. Yapısal sorunlar ise bakidir. Kriz mutlak ve süreklidir.

Kur garantili TL mevduatı açıklamasının ardından iki gündür ulusal para değer kazanıyor. AKP cenahından pervasız bir sevinç narası yükseliyor. Öte yandan sosyalist olmayan muhalefet ise sanki bir süredir elinde tuttuğu inisiyatifi yitirmiş gibi, uygulananın başka bir tür çöküşe yol açacağını sadece ima eden kısık bir ses tonuyla konuşuyor. Yeni bakan Nebati ise gülücükler dağıtıyor ve gelen soru üzerine “gözlerimin içine bak, orada sevinci göreceksin” diyor. Gözlerinin içinde ne olduğunu bilemeyiz ancak eğer sevinç ise boş bir sevinçtir. Neden mi? Bir kere daha vurgulayalım; Türkiye kapitalizmi uzunca bir süredir varoluşu itibariyle bir krizden ibarettir; çıkışı yoktur, umarı yoktur ve nefesi yoktur. Kendisi bir krizdir, atılan tüm adımlar kısa vadeli bir nefese, ve takiben uzun vadeli başka bir tıkanmaya yol açmaktadır. Buna yol açan da ne merkez bankasının bağımsız olamaması, ne de küresel kapitalist rasyonaliteye uygun adımların atılmamasıdır. Sorun bizatihi Türkiye’de sermaye birikiminin dinamiklerinden kaynaklanmaktadır.  Şimdi biraz göstergelere dönelim. 

Burada yapacağımız sunum aslında temel bölüşüm göstergelerinin sermaye lehine seyretmesine rağmen sermayenin yapısal krizinin derinleştiğini gösterecektir. Önce en temel bölüşüm göstergelerine bakalım.

Malum TÜİK ulusal geliri, GSYİH’i, gelir yöntemiyle de hesaplamaktadır. Bu yöntemle kabaca ulusal gelirin emek ile sermaye arasında nasıl bölüşüldüğünü görebiliriz. Ancak TÜİK’in hesaplamalarında ciddi bir eksiklik var. TÜİK hesaplama yönteminde kendi hesabına çalışanların üretimlerinden gelen tüm geliri “işletme artığı/karma gelir” başlığı altında toplamaktadır. Böylece devasa kapitalist işletmelerin kârlarıyla küçük köylünün tarımsal geliri, ve hatta kentlerdeki mahalle berberlerinin ya da terzilerinin gelirleri aynı başlık altında toplanmış olmaktadır. Oysa sayıları 4 milyonun üstünde olan bu kendi hesabına çalışanların gelirlerinin bir bölümü bu kişiler aynı zamanda doğrudan kendi emek güçlerini kullandıkları için ücret geliridir. 

Başka bir ifadeyle kendi hesabına çalışanların gelirlerinin hem bir ücret hem de bir kâr bileşeni vardır. Hatta Türkiye’de çoğu kendi hesabına çalışanın geliri asgari ücretin bile altındadır, diğer bir ifadeyle kendi hesaplarına çalışarak emek harcayan bu geniş kitle aslında kâr geliri elde etmemektedir. Ancak biz artık (kâr, faiz ve rant) ile ücret arasındaki paylaşıma bakarken kendi hesaplarına çalışan kitlenin ücret gelirlerini net artık/karma gelir kategorisinden çıkardık ve bunu ücret kategorisine ekledik. Burada her bir kendi hesabına çalışanın gelirinin asgari ücrete kadar olan bölümünü ücret, kalanını ise kâr olarak kabul ettik.  Kendi hesabına çalışan sayısını aylık asgari ücret ve üç ile çarparak (her yıl için sadece III. Çeyrek değerlerini karşılaştıracağımız için) bu meblağı ücret ödemelerine ekleyerek net artıktan düştük. Aşağıdaki grafikte 2014’ün III. çeyreği ile 2021’in III. çeyreği arasında hem TÜİK’in hesaplamasına göre, hem de bizim düzeltilmiş hesaplamamıza göre ücret ve artık (sermaye ve servet gelirleri) paylarının gelişimini vermektedir. 

Görüldüğü gibi ele alınan dönem içinde emekçilerin ve çalışanların payı özellikle 2019’dan sonra hızla aşınmıştır. Aslında daha uzun zaman boyutuna bakıldığında dalgalanma gösterse de emeğin payının eğilim olarak giderek azaldığı görülecektir. 

Dolayısıyla temel bölüşüm göstergelerinde her şey sermayenin lehine işlemiş gibi görünmektedir.  

Ancak bu sadece ilk izlenimdir ve ilk izlenimler genelde yanıltıcıdır. Şimdi de daha belirleyici göstergelere bakmak gerekiyor. Aslında kapitalist devletin ürettiği istatistiklerden emek sömürüsünü hesaplamak zahmetli bir iştir (malum istatistikler kaba burjuva iktisadının kategorilerine göre derlenir ve sunulur). Bazı varsayımlar yapmak zorundayız. Örneğin Türkiye’de kendi hesabına çalışanların çok büyük bir bölümü emekçileşmiş ya da emekçileşmenin eşiğindedirler. Bu kitlenin önemli bir bölümü (yarısı kadarı) köylüdür, ve bu köylülerin çok ama çok küçük bir bölümü (70 -80 bin civarı) sürekli bir şekilde emekçi çalıştıran tarımsal kapitalisttir. Geri kalanı çok da büyük olmayan toprak parçalarında aile tarımı yapan (ya da çok kısa bir süreliğine, örneğin yazları, mevsimlik tarım işçisi kiralayan) çalışanlardır. Kentli kendi hesabına çalışanların da çok büyük bir bölümü yine ücretli emek kullanmayan kitledir. Çok küçük bir bölümü (örneğin serbest çalışan doktorlar, avukatlar, muhasebeciler…) kentli profesyonel olarak çalışan ayrıcalıklı bir kitledir. Dolayısıyla bu küçük azınlıkları yok sayarak kendi hesabına çalışanlar sayısını ücretli istihdama katmalıyız. 

Bunun yanında bir de özellikle köylü hanelerde sayısı bol bir şekilde bulunan (kentli hanelerde de bir miktar mevcuttur) ücretsiz aile emekçileri vardır. Bu kitle çift katmanlı sömürülmektedir. Önce kendi haneleri onların ürettiği artığa el koymaktadır, ikinci katmanda ise bu artığın çok önemli bir bölümü genelleşmiş sermaye birikimi döngüsüne aktarılmaktadır. Bu kitle böylece önce hane, sonra da sermaye tarafından sömürülmektedir. Bu kitle de (sayıları uzunca bir süredir azalış göstermektedir) genel emekçi kitlesine katılmaktadır. Bu iki eklemeyle birlikte Türkiye’de en geniş anlamıyla emekçi kitlesinin büyüklüğüne ulaşmış bulunmaktayız. 2021’in üçüncü çeyreği için emekçiler toplamı yaklaşık 27 milyon kişidir.  

Şimdi yukarıdaki analizde kullandığımız düzeltilmiş ücret ve artık toplamını toplam emekçi kitlesine bölerek her yılın III. çeyreği için emekçi başına ücret ödemesini ve emekçi başına artığı bulalım. Bulduklarımız nominal değerler olduğu için bu değerleri fiyatların etkisinden arındırmak ve reel değerlere ulaşmak için bir fiyat endeksiyle bölmemiz gerekiyor. Biz burada önemli olanın sermaye birikimi açısından emekçi maliyeti ve emekçinin ürettiği artık olduğu varsayımıyla Yurtiçi Üretici Fiyatları endeksini (ÜFE) tercih ettik. Reel hale getirdikten sonra her bir değişkenin belirli bir yılda aldığı değeri analizimizin ilk yılı olan 2014 için o değişkenin değerine bölerek, kısacası 2014’ü 100 kabul ederek bir endekse dönüştürdük. Ayrıca emekçi başına artığı emekçi başına ücrete bölerek kabaca sömürü oranını da bulduk. Bu bize her bir emekçinin ürettiğinin ne kadarına kendisinin, ne kadarına ise sermayenin el koyduğunu gösteren bir orandır.  Kabaca sömürü oranını göstermektedir. Grafik 2 bu endeks değerlerini göstermektedir. 

Özellikle 2021’de hem çalışan başına reel ücrette, hem de çalışan başına reel artıktaki çöküş çok çarpıcıdır. Örneğin reel ücrette çöküş % 25 dolayındadır. Reel ücretteki erime reel artıktaki erimeden daha yüksek bir oranda gerçekleşmiştir. Sömürü oranı ise 2016’nın III. çeyreğinden 2021’in aynı çeyreğine kadar, 2019’daki düşüş hariç, artış göstermektedir. Emekçiler giderek daha fazla sömürülmektedirler. Emek verimliliği ise 2021’in III. çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre % 10’dan fazla bir düşüş göstermiştir. Peki öyleyse Türkiye kapitalizmi bu dönem içinde nasıl dolu da % 7,4 büyüdü? Onu da devletin resmi istatistiklerini yayınlayan kuruma sormak gerekir. 

Gelelim daha uzun bir vadede Türkiye’de sermaye birikiminin izlediği yola. Grafik 3 TCMB verilerinden hesaplanan reel sektör kârlılığını göstermektedir. Görünen o ki sermaye birikimin kâr oranlarında düşüş eğilimini uzunca bir süredir yaşamaktadır. Sırf bu birikim krizi nedeniyle sermaye bulabildiği tüm yabancı ve yerli kaynağın üstüne çökmektedir. AKP ise politikalarıyla buna aracılık etmektedir. Ancak vurgulandığı gibi kendisi krize dönüşen yapıda her kısa soluklanma uzun süreli boğulma anlamına gelmektedir. Kur veya faiz; bir gün inerler, iki gün çıkarlar. Yapısal sorunlar ise bakidir. Kriz mutlak ve süreklidir. 

Gerçekten sunucu bakanın gözlerinde ne gördü ki acep?

Serdal Bahçe / SOL


KSA KISA GÜNDEM (24 ARALIK 2021)

 


1)Üzerinde 42 haciz olan aracının üzerine benzin dökerek yaktı.(Yeniçağ)

Olay, saat 21.00 sıraların merkez Seyhan ilçesi Gürselpaşa Mahallesi'nde meydana geldi. Otomobilinin üzerine çok sayıda icra geldiği iddia edilen İ.G., alacaklılara sinirlenip, oturduğu sitenin otoparkından yola çıkardığı aracını, üzerine benzin dökerek ateşe verdi. Yolda aracın yandığını gören site sakinleri, durumu itfaiyeye ve polise bildirdi. Olay yerine sevk edilen itfaiye ekibi, alev topuna dönen aracı tazyikli su sıkarak söndürdü. Sahibi tarafından yakılan otomobil, yangın sonrası kullanılmaz hale geldi.Polisin yaptığı araştırmada İ. G.’nin aracının üzerinde 42 haciz bulunduğu için öfkelenip ateşe verdiği ortaya çıktı.


2)CHP’li Yavuzyılmaz belgeyle sordu: Salı sabahı 3,65’ten dolar alıp satanlar kim?

CHP'li Deniz Yavuzyılmaz, 20 Aralık’ta 18,36 liraya kadar yükselen doların 21 Aralık sabahı borsada anormal bir şekilde 3,65 liraya kadar satışının yapıldığını tespit ettiklerini söyledi. 

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın kabine toplantısı sonrası Türk Lirası mevduat hesaplarının getirisinin döviz getirisi altında kalması durumunda aradaki farkın ödeneceğini açıklamasının ardından, döviz kurlarında rekor düşüşler görülmüştü. Düşüşün nasıl yaşandığıysa tartışma konusu. 

CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, konuya ilişkin çarpıcı bir iddia ortaya attı. Yavuzyılmaz, 20 Aralık’ta 18,36 liraya kadar yükselen doların 21 Aralık sabahı borsada anormal bir şekilde 3,65 liraya kadar satışının yapıldığını tespit ettiklerini söyledi. 

Sosyal medya hesabından Matriks Bilgi Dağıtım Hizmetleri’ne ait raporları paylaşan CHP’li Yavuzyılmaz, ”3,65 liradan zararına dolar satanlar kimler, hangi kurumlar? 3,65 liradan dolar alarak devasa kar elde edenler kimler” sorularını ortaya attı.

3)Mustafa Varank’ın dolarla yaptığı asgari ücret hesabı 2 buçuk saat sürdü! İşte Bakan'ın açıklamasının ardından eriyen para.(Yeniçağ)

2022 yılı için asgari ücret yüzde 50'lik artışla 4.253 liraya çıkarıldı. Ancak dolardaki yükseliş nedeniyle muhalefet grubu yapılan zammın eridiğini vatandaşın alım gücünün azaldığını savunuyordu. 20 Aralık tarihinde dolar 18,40'la rekor kırmış ve o tarihte asgari ücret 231 dolara denk geliyordu. Hükümetin "Kur Korumalı TL Mevduat" sistemini açıklamasıyla dolar 10 lira seviyelerine kadar düştü. Kur bugün 14.30 civarında 10,35'e kadar geriledi. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, kurun 10,63'te olduğu zaman muhalefeti hedef alan bir paylaşım yaparak, "Asgari ücret bugünkü kurla 400 dolar" ifadelerini kullandı. Ancak saat 17.05 itibarıyla kur yeniden 11.35'e yükseldi. 11.35'ten hesaplandığında asgari ücret 374 dolara denk geliyor. Varank'ın paylaşımının üzerinden 2 saat 30 dakika geçmeden asgari ücret 26 dolar eridi.

4)22 avukatı olan İller Bankası dışarıdan hukuk bürosu tuttu.(ALİ EKBER ERTÜRK-SÖZCÜ)

İller Bankası, bankada görevli 22 avukat olmasına rağmen bir hukuk bürosu ile anlaşıp, 380 bin lira ödedi. Sayıştay, “Bankada 22 avukat varken, dışarıdan hukuki hizmet alınıp para ödenmesi, kamu kaynaklarının israfıdır” dedi.“Banka ile ilgili hukuki uyuşmazlıklarda bankayı temsilen kurum da 22 avukat olmasına rağmen avukatlık hizmet alımı yoluna gidilmiştir. Bir avukatlık ve danışmanlık firması ile önce 4 ay süreli 80 bin lira bedelle, sonra da aynı firma ile 12 ay süreli ve 300 bin lira bedelle sözleşme imzalanmıştır. Bankada daimi avukat kadrosundaki kişilerin bir yıl boyunca 1395 adet dava dosyası takip ettikleri ve avukat başına yıllık 64 adet dava düştüğü, avukatların davaları takip edebilecek düzeyde bilgi ve deneyime sahip olduğu görülmüştür. Hukuk bürosunca takip edilen dosyalar incelendiğinde, bu davalara bankadaki 22 avukatın üstlenebileceği kanaatine varılmıştır. 22 avukat olmasına rağmen, ayrıca dışarıdan avukat alımı yoluna gidilmesinin kurum kaynaklarının israfı anlamına geleceği değerlendirilmektedir.”

5)Kıyı Emniyeti’nde liyakatsiz danışmanlara yüksek maaş.(Başak Kaya-SÖZCÜ)

Türk karasularındaki gemilerin güvenliğini sağlayan Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’nde ‘Danışman Skandalı’ ortaya çıktı. TÜRKSAT tarafından, Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü'nde görevlendirilen 2 danışmana, kağıt üzerinde ayda 80 bin 749 lira net maaş ödendiği ancak aslında 8 bin 775 lira verildiği belirlendi. Danışmanlardan biri tarım lisesi mezunu ve bu göreve, 26 bin 217 lira aylık ücretle atandı. Diğer danışmanlık görevine ise, ‘Kıdemli Yazılım Mimarı' olması şartına rağmen, 54 bin 532 lira aylık maaş ile bilgisayar ön lisans mezunu bir kişi getirildi. Oysa sözleşmede, danışmanların, “Temel ağ bileşenleri, Firewol, DDOS, İPS ve VPN konusunda tecrübeli, JAVA ve NET dilinde yazılım geliştirecek kapasitede, MCM ve ORM teknolojisine hakim, XML web servisleri geliştirme ve veri tabanı tasarımı konusunda uzman olmaları” şartı vardı. CHP'li vekil Deniz Yavuzyılmaz, skandal atamalarla ilgili Sayıştay raporunu TBMM'ye sundu. Yavuzyılmaz olaya şöyle tepki gösterdi: “Kağıt üzerinde niteliksiz danışmanlardan birine 54 bin, diğerine 26 bin lira gibi maaşlar ödendiği gösterilmiş ancak 8 bin 775 lira ödenmiş, aradaki fark da buhar olmuş.”

6)Milyonlarca lira harcanan sistem fiyaskoya dönüştü.(Birgün)

Temmuz ayında başlayan ve 39 milyon lira harcanan TBMM Genel Kurulu Salonu’nu yenileme çalışmaları sırasında kurulan yeni sistem, milletvekillerinin parmak izini okuyamadığı için çeşitli sorunlara neden oldu. Edinilen bilgiye göre, iki buçuk ay boyunca TBMM Genel Sekreterliği tarafından yürütülen çalışma kapsamında, Genel Kurul zeminine gerekli elektronik aksam döşendi. 1998’den beri hizmet veren TBMM Genel Kurulu elektronik oylama ve yoklama sistemi, “teknolojik ömrünü tamamlaması ve yeni ihtiyaçlara cevap verememesi” gerekçesiyle yenilendi. Milletvekili sıralarına, bilgisayar ve şarj bağlantı üniteleri konuldu.
1 Ekim’de başlayan yeni yasama yılında kullanılmaya başlanan sistem arıza vermeye başladı. Hemen hemen tüm yoklama ve oylamalarda bazı milletvekilleri sisteme giriş yapmakta güçlük çekti. Milletvekilleri geçmişte olduğu gibi zarfın içine koyduğu pusulalarla oy kullanmak zorunda kaldı.

8)Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, 239. kez rektörlük binasına arkasını döndü.(Evrensel)

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri haftanın her iş günü olduğu gibi bugün de #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz diyerek arkalarını 239. kez rektörlük binasına döndüler. Akademisyenler nöbet boyunca ellerinde “Kabul Etmiyoruz” “Vazgeçmiyoruz” yazan dövizler ve üzerinde “#BerkeyePeriteÖzgürlük”, “#MücadeleUmuttur” yazan, 79 gündür tutuklu olan öğrencileri Berke Gök ve Perit Özen’in fotoğraflarını taşıdılar. 

8) Ayçiçek yağında indirim oyunu(Evrensel)

Dövizin düşmesinin ardından gözler gıda ürünlerinde yapılacak indirime çevrildi. Bugün sosyal medyada ve hükümete yakın yayın organlarında başta A101 olmak üzere 5 litrelik yağın 70 liranın altına düştüğü haberleri yer aldı. Ancak bu haberleri duyarak marketlere gidenler hüsranla karşılaştı. Zira 66.50 lira fiyatla satılan 5 litrelik yağ marketlerde değil internetten satışa sunuldu ve sınırlı stokta tutuldu. İnternet üzerinden satın almak isteyenler kısa sürede “Ürün stoklarımızda tükenmiştir” yazısıyla karşılaştı. İnternette stoklarda tükenmiş 5 litrelik ürün 66.50’den satılıyor gözükürken, aynı markanın 2 litrelik ürünü ise internet sitesindeki fiyatı 74.90 TL olarak kaldı. İndirim haberini alıp markete gidenler ise “Tükendi” cevabıyla karşılaştıklarını söyledi. Konuyla ilgili olarak aradığımız A-101 müşteri hizmetleri bölümünden, 66.50 TL fiyatlı 5 litrelik yağın sadece internet üzerinden satışa sunulduğu, stokların bittiği ve bir daha ne zaman yapılacağı konusunda henüz bilgi verilmediği söylendi. Müşteri hizmetleri tarafından mağazalarda 3 litrelik yağın 69.95 TL'den satıldığı bilgisi verildi. 





23 Aralık 2021 Perşembe

Erdoğan halka yoksulluktan başka şey sunmadı - Hazırlayanlar: Havva Gümüşkaya - Mehmet E. Kurnaz / BİRGÜN

 

Erdoğan, bir grup mutlu azınlığın servetine servet katmak adına hazırladığı ‘model’ için hepimizden teşekkür bekliyor. Yandaşlar algı operasyonu ile hep bir ağızdan “Reis yine başardı” derken yoksullaşan yurttaşların aklında tek soru var: Reis, neyi başardın?

İki ayda Türk Lirası’nın yüzde 60 dolayında değer kaybetmesini sağlayan Erdoğan, iki gündür bu büyük başarısıyla övünüyor. Yandaş medya, bakanlar, milletvekilleri, Cumhur İttifakı’nın bileşenleri de koroya katıldı. AKP ilçe örgütleri davul zurnayla halaya bile durdu.

Ne oldu da böyle bir kutlama havası baş gösterdi? Markette, çarşı pazarda ürünlerin etiketi değişmedi. Hatta hızı kesilse de fiyatlar artmaya devam ediyor. Tekstil ve ulaşım zamları sırasını bekliyor. İşsizlik derseniz her evde en az bir genç çalışma sırası bekliyor. Ancak bir sosyal yardımla ayakta durabilecek hale getirilmiş milyonlarca hane var. Öyle evler ki buraları yarı tok yarı aç yatılan, hiçbir zaman tam ısınmayan, çocukların yeterli gıda alamadığı, hali vakti yerinde akranlarından 10 yıl önce ölünen evler.

Gençlerinin tek hayalinin ülkeyi terk etmek olduğu, çaya, simide yetmeyecek ücretle çalışmanın şükürle karşılandığı bir ülke yarattılar. Şimdi bunu alkışlamamızı bekliyorlar.

Erdoğan, mutlu azınlığın paralarını garanti altına almak, servetine servet katmak için açıkladığı “model” için hepimizden teşekkür istiyor. Ülkenin tek bir sorununa çare olmayan, hatta daha da derinleştirip riski büyüten bu hamle için çıkarılan gürültüye bakınca Erdoğan’ın içinde bulunduğu zorluğu görmek mümkün. Bitmiş tükenmiş bir iktidar var. Zaman kazanmaya, bunu yaparken de yarattığı illüzyonla toplumsal algıyı yönetmeye çalışıyor. Yandaşlar böyle bir hamleye ne kadara da hasret kalmış? Hep bir ağızdan “Reis yine başardı” naraları geldi. Sahi neyi başardı? Ne yaptı? Bir gence iş mi buldu, yoksulluğu mu azalttı, geleceğe umutla bakmamızı sağladı. Hiçbirini yapmadı. Sadece dövizin yüzde 60 oranında değerlenmesini sağladı. Kendi mal varlığı ve gözlerinden başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen bir bakan dışında hiçbir şey vermedi.

Erdoğan’ın son "icadı" iki gündür konuşuluyor. Bunda iktidarın minderine koşarak giden muhalefetin de payı var. Muhalefet, olmayan bir icat peşinde koşarak, bunun yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyor. Bunu yaparken bile iktidarın değirmenine su taşıyor. Muhalefet için TÜSİAD’ın mektubu sol partilerin, emek örgütlerini sözlerinden mitinglerinden hâlâ çok daha etkili. Böyle olduğu için de Erdoğan’ın etki alanından çıkamıyor. Erdoğan, algı yöneterek, güç gösterileriyle yeniden finiş fotoğrafı kadrajına girmeye çalışıyor. Ama hiçbir algı yönetimi gerçekle yarışamaz. Bu hamlenin de nefesi çok kısa sürecek. Belki yarın belki yarından da yakın.

***

Satın alma gücü geriledi

Kendi eliyle ülkeyi krize sürükleyen iktidar, dolar kurunun 13 lira seviyesine düşürülmesini övünerek anlatıyor. Ancak toplumu, 84 milyonu etkileyen gerçek sorunlar olduğu yerde duruyor. Geniş halk kesimleri gün geçtikçe daha da yoksullaşıyor.

Dövizde yaşanan artış, elektrik, doğalgaz, benzin fiyatlarına yansıması, üretim girdi maliyetlerindeki yükselme, temel mal ve hizmetlere gelen yüksek zamlar, dar ve sabit gelirli milyonlarca ailenin geçim şartlarını daha da ağırlaştırdı. Günbegün artan fiyatlar karşısında zaten yetersiz olan ücret gelirlerinin satın alma gücü daha da geriledi.

Türk-İş’in hesaplamasına göre kasım itibarıyla tek bir kişinin yaşama maliyeti de 2 bin 825 lira olan net asgari ücreti bin 78 TL geçti.

Dört kişilik bir aile için açlık sınırı 3 bin 191’ye, yoksulluk sınırı ise 10 bin 395 TL’ye çıktı. Son bir yılda açlık ve yoksulluk sınırı yüzde 26,8 oranında arttı. Dört kişilik bir ailenin sadece gıda harcaması bir ayda 98 TL, geçen yıla göre 675 TL arttı.

Sene başında 381 dolara denk gelen asgari ücret dolar kurunun rekor üstüne rekor kırmasıyla 225 dolara kadar düştü. 2022 için yüzde 50 zamlanan ve 4 bin 253 lira olarak açıklanan asgari ücret ise 338 dolara denk geliyor. Geçen seneye göre 43 dolar daha az. Bunun TL karşılığı ise 540 lira.

***

Önce kendi kasalarının derdindeler

Akaryakıtta uygulanan eşel mobil sistemi kapsamında, artan maliyetlerin tüketicilere yansımaması için, kur ve petrol fiyat artışları ÖTV’den karşılanıyordu. Ancak hem kur hem de petrol fiyatındaki aşırı artış nedeniyle akaryakıt ürünlerinden alınan ÖTV ekim ayında sıfır noktasına kadar geriledi.
Türk Lirası’nın yabancı para birimleri karşısında değer kaybetmesiyle birlikte akaryakıt fiyatlarına ardı ardına zamlar geldi. Son 3 ayda benzin fiyatları yüzde 49, motorin yüzde 58 ve LPG yüzde 80 arttı. Bu artışın önemli kısmı TL’nin dolar karşısında hızla değer kaybettiği kasım ayının ikinci yarısından aralık ayı ortasına kadar olan son 1 aylık dönemde oldu. 16 Kasım-18 Aralık 2021 tarihleri arasında benzin fiyatına yüzde 43, motorine yüzde 40 ve LPG’ye yüzde 32 zam geldi.

Enerji Petrol Gaz İkmal İstasyonları İşveren Sendikası (EPGİS) Başkanı Fesih Aktaş, önceki gün döviz kurlarındaki düşüş nedeniyle akaryakıt fiyatlarına indirim geleceğini açıklamıştı. Ancak Resmi Gazete’de yayımlanan karara göre devlet teknik olarak eşel mobil uygulamasını sonlandırdı. Bundan böyle kurda yaşanan düşüşler ÖTV’ye yani devletin kasasına gidecek. Ancak zam geldiğinde yine aynı şekilde doğrudan pompaya yansıyacak. Konu ile ilgili Ataş, “Akaryakıtta gelen tüm indirimler öncelikle ÖTV’nin yerine konması için kullanılacak. Bu hafta LPG’de litrede 1 TL civarında indirim bekliyoruz. Bu indirim pompaya yansımayacak, devletin ÖTV alacağına gidecek, eğer fazlası olursa bu miktar pompa satış fiyatlarına yansıyacak" dedi.

***

İşsizler dağ oldu: Öğrenciler bile iş arıyor

Ekonomik bir veri olmaktan çıkan işsizlik ülkede sosyal bir boyuta kazandı. İstihdam yaratma yeteneğini kaybeden ekonomide çalışanlar işsiz kalmaktan korkarken milyonlar her ay iş başvurusu yapıyor ve bulamıyor. 4 bin 253 lira olarak açıklanan yeni asgari ücret ise işsiz kalma korkusunu artırıyor.

Eylül ayında ülke genelinde 15 ve üzeri yaştaki geniş tanımlı işsiz sayısı ise 7 milyon 870 bin kişi olarak gerçekleşti. Geniş tanımlı işsizlik pandemi öncesi göre yüzde 23,4 oranında artmış durumda.Sorumluluğu başkasına atamayan hükümet buna çare olarak kriz söylemini kabul etmiyor ve toz pembe hayaller kurmaya devam ediyor. Ancak TÜİK verilerine göre işsizlerin yüzde 32’si 1 yıldan daha uzun süredir işsiz. Buna göre 1 milyon 240 bin kişi uzun süreli işsiz.


OECD’nin 2021 yılında açıkladığı verilere göre Türkiye genç işsizliğinde 36 OECD ülkesi içinde en yüksek 8’inci işsizliğe sahip ülke olarak yer alıyor. Eleman.net’in verilerine göre ise, iş başvurusu yapan gençler arasında halihazırda çalışan oranı yüzde 10 olurken, çalışmayan ve iş arayışında olan gençlerin oranı ise yüzde 68,3. İş arayışında olan 18-24 yaş grubu gençlerin yüzde 21,5’ini ise öğrenciler oluşturuyor.

***

Mevcut mevduatın yüzde 93,1'i üç aydan kısa vadeli

'Kur korumalı TL mevduatı' uygulamasında vade süreleri 3 ay ile başlıyor. Ancak ülkedeki belirsizlik ve güvensizlik ortamı nedeniye en çok tercih edilen vade süreleri 1 ay ila 3 ay arasında değişiyor. Uygulamadan faydalanmak isteyen yurttaşın mevduat vadesini 3 aydan daha uzun süreye uzatmayı göze alması gerekiyor.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK) ekim ayındaki verilerine göre gerçek kişilerin bankalardaki mevduatı 1,1 trilyon lira. Bu mevduatın 234,2 milyarı vadesiz tutuluyor. Mevduatın 154,2 milyarı bir aya kadar, 648,1 milyarı 1-3 ay arası, 44,5 milyarı 3-6 ay arası, 11,6 milyarı 6-12 ay arası, 20,5 milyarı da 12 aydan uzun vadeli.

Şu durumda 1,1 trilyon liralık mevduatın yalnızca 3 aydan uzun vadeli tutulan 76,5 milyar lira. Bu tutarın toplam mevduata oranı da yalnızca yüzde 6,9.

***

İlk müdahalede 844 milyon dolar satılmış

Merkez Bankası'nın 1 Aralık tarihinde piyasaya yaptığı müdahalede 844 milyon dolar satıldığı açıklandı.

TCMB, 1 Aralık'ta 7 yıl sonra ilk kez piyasaya doğrudan müdahale etmişti. Müdahalenin döviz kurlarında görülen sağlıksız fiyat oluşumları nedeniyle yapıldığı belirtilmişti.

Döviz kurlarında yaşanan yükseliş sürecinde Merkez Bankası piyasaya toplam 5 müdahalede bulunmuştu.

Henüz resmi açıklamanın yapılmadığı diğer müdahalelere yönelik tahminler ise şu şekilde:

3 Aralık’taki ikinci müdahale yaklaşık 400 milyon dolar,
10 Aralık’taki üçüncü müdahale yaklaşık 500 milyon dolar,
13 Aralık'taki dördüncü müdahele yaklaşık 2,5 milyar dolar,
17 Aralık'taki beşinci müdahale 2 milyar dolar civarı.

***

Halkbank’ın tartışmalı TL reklamı Meclis’e taşındı

Erdoğan’ın "Kur Korumalı TL Vadeli Mevduat" sistemini açıklamasının üzerinden 24 saat geçmeden Halkbank'ın TL'ye ilişkin yayınladığı reklam filmi tartışma yarattı. CHP, konuyu Meclise taşıdı.

Reklam filminde şu ifadelerde yer aldı: “Halkımızın Bankamızda değerlendirdiği Türk Lirasının her kuruşunu Üreten Türkiye için kocaman bir desteğe dönüştürmek en temel görevimiz: Ne mutlu bize! Bağımsızlığımızın ve egemenliğimizin sembolü Türk Lirası ile halkımız kazanıyor, ülkemiz büyüyor!"
CHP Mersin Milletvekili Alpay Antmen, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati tarafından yanıtlanması istemiyle Meclis Başkanlığına verdiği soru önergesinde Erdoğan’ın dövize endeksli Türk Lirası Mevduatı Sistemine geçildiğini açıkladığı günün ertesinde Halkbank’ın reklam filminin paylaşıldığını belirterek “Bu reklam filminin çok önceden çekildiği ortada olduğuna göre döviz kurları zirvedeyken birilerinin çok büyük bir vurgun yaptığı iddiaları güçlenmektedir” ifadelerini kullandı.

Antmen şu soruları yöneltti: Bu reklam filmi hangi tarihte çekildi? Bu filmin çekilmesine ilk karar verildiği tarih nedir? Kimlerin talimatıyla böyle bir film çekilmesi önceden kararlaştırıldı?

Hazırlayanlar: Havva Gümüşkaya - Mehmet E. Kurnaz / BİRGÜN





KISA KISA GÜNDEM (23 ARALIK 2021)

 


1)PTT'nin 2 milyon dolar ödediği şirket iflas etti: Para nerede? (SOL)

Sayıştay’ın TBMM’ye sunulan PTT AŞ 2020 Yılı Denetim Raporu’nda yer alan bilgilere göre, PTT AŞ'nin kıymetli maden ticaretiyle uğraşan 750 bin TL sermayeli bir firmaya kıymetli madenlere ilişkin ticari faaliyetler yürütmek ve bunlara yatırım yapmak amacıyla 2 milyon dolar ödedi.

Cumhuriyet'ten Mustafa Çakır'ın haberine göre, firma 5 Kasım 2020 tarihinde "teknik iflasta" olduğunu bildirdi. Bunun üzerine PTT 3 Şubat 2021 tarihinde, 2 milyon dolar tutarındaki fonlamanın yasal faiziyle birlikte iki ay içerisinde kendilerine verilmesini talep etti. Ancak bahsi geçen paranın geri ödenip ödenmediği konusunda raporda bir bilgi yer almadı.

2)BDDK 'dış güç' JP Morgan'a danışmanlık izni verdi.(SOL)

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK), JPMorgan Chase Bank NA İstanbul Şubesi'ne JPMorgan Chase & Co'nun doğrudan veya dolaylı bağlı kuruluş ve iştiraklerine destek / danışmanlık hizmeti sunma izni verdi. 
Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlanan BDDK kararına göre, JPMorgan Chase Bank İstanbul Şubesi, bu kuruluş ve iştiraklere; küresel işlem bankacılığı ve yatırım bankacılığı ürün ve hizmetlerine ilişkin belge düzeni, referans niteliğinde fiyat belirleme gibi operasyonel destekler, idari ve operasyonel konularda iletişim desteği sağlanması, yerel mevzuat, uyum, vergi, hukuki konular ve müşteri tanı süreçleri konularında destek ve danışmanlık hizmeti sağlayabilecek. JP Morgan AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sıklıkla başvurduğu 'dış güçler' argümanın muhataplarından olarak biliniyor. Geçtiğimiz dönmelerde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ve Sermaye Piyasası Kurulu JP Morgan hakkında soruşturma başlatmıştı. BDDK, müşterilerini döviz piyasalarına ilişkin olarak yanıltıcı ve manipülatif bir şekilde döviz alımına yönlendiren bankalarla ilgili şikayetler üzerine inceleme başlattığını ifade ederken, SPK, JP Morgan'un yayımladığı raporun, yanıltıcı içerikleri nedeniyle, hisse senetleri üzerinde spekülatif etki yarattığı şikayetleri üzerine inceleme başlatıldığını duyurmuştu.

3)Nureddin Nebati'den Berat Albayrak'ın evine 4 saatlik ziyaret: 'Dolar çakılmadan bir gece önce...'(SOL)

Can Ataklı, bugün kaleme aldığı yazısında çarpıcı bir iddia ortaya attı. Ataklı, doların 18 liradan 12 liraya düşmesinden bir gece önce Nureddin Nebati'nin Berat Albayrak'ın evine gittiğini yazdı.  Bugün ise ikiliyle ilgili çok çarpıcı bir iddia ortaya atıldı. Korkusuz gazetesi yazarı Can Ataklı, Nureddin Nebati'nin dolar çakılmadan bir gece önce Berat Albayrak'ı evinde ziyaret ettiğini yazdı. Dolar pazartesi günü çok sert bir düşüş yaşamıştı. Kış bahçesinde 4 saat  Ataklı "Eski Maliye Bakanı damat Berat Albayrak’ın oturduğu sitenin kapıları açılıyor, içeri yoğun koruma araçları eşliğinde siyah bir araç giriyor." diye başladığı yazısını "İçindeki kişi yeni Maliye Bakanı Nureddin Nebati. Yeni bakan, doğru eski bakanın evine gidiyor, evin yanındaki kış bahçesine geçiyorlar ve tam 4 saat burada kalıyorlar." diye sürdürdü. Ertesi gün Ankara'ya döndü  Ataklı'nın iddiasına göre içeri yiyecek-içecek servisi yapanlar dışında hiç kimse alınmazken, Nebati 4 saatlik ziyareti bitirdikten sonra ertesi gün sabah uçağı ile Ankara’ya döndü. "Doların çakılmasından bir gün önce “Damat Berat Albayrak’ın adamı” denilen Maliye Bakanı, böyle bir ziyaret yapıyor." diyen Ataklı "Şimdi gel de o gece sıradan vatandaşların bir milyar dolar bozdurmaları sonunda, doların çakıldığına inan." diyerek düşüncelerini dile getirdi.

4)Parasını en çok dövize yatıran şehir ortaya çıktı: Cumhur İttifakı'nın oyu yüzde 76...(SOL)

Cumhur İttifakı'nın yüzde 76 oy aldığı Aksaray'da her 10 liralık tasarrufun 7 lirası dövizde duruyor.Yüksek enflasyon ve TL'nin değerinin hızla düşmesiyle birlikte son iki yıldır giderek yükselen dolarizasyon eğiliminin illere yansıması ilginç bir tabloyu ortaya koyuyor.

Sözcü'den Mehtap Özcan Ertürk'ün haberine göre, en çok dövize yönelen illerde AKP'nin ve MHP'nin oy ağırlığı dikkat çekti.

2018 seçimlerinde Cumhur İttifakı'nın yüzde 76,7 oy aldığı Aksaray, toplam tasarruf mevduatı hacmi içinde yüzde 70.2 pay alan döviz birikimiyle dolarizasyonda ilk sırada yer alıyor.

Yabancı para tasarruflarının toplam tasarruflara oranı Cumhur İttifakı'nın yüzde 71 oy aldığı Nevşehir'de yüzde 67.7, yüzde 78,1 oy aldığı Yozgat'ta yüzde 67.5, yüzde 72 oy aldığı Kayseri'de yüzde 64.8, yüzde 73 oy aldığı Kütahya'da yüzde 62.6'ya ulaşıyor.

BDDK verilerine göre, eylül sonu itibarıyla Türkiye'nin 40 ilinde tasarruflardaki dolarizasyon oranı yüzde 50'yi geçiyor.

5)BKM: Kasım ayında kredi kartı ile ödeme yüzde 64 arttı.(SOL)


Bankalararası Kart Merkezi'nin (BKM) açıkladığı verilere göre kasım sonu itibarıyla Türkiye'de 83,4 milyon adet kredi kartı, 148,6 milyon adet banka kartı ve 55,7 milyon adet ön ödemeli kart kullanılıyor. 

Kredi kartı ile ödemelerde önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 64 arttı. 2020 yılının kasım ayı ile kıyaslandığında kredi kartı adedinde yüzde 11'lik, banka kartı adedinde yüzde 4'lük, ön ödemeli kart adedinde ise yüzde 33'lük artış yaşandı. Toplam kart sayısı ise geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 11 oranında artış göstererek 287,7 milyon adede ulaştı. "İnternetten kartlı ödeme tutarı geçen yılın 2 katına ulaştı" İnternetten kartlı ödemeler hayatın her alanında tercih edilen en önemli ödeme araçlarından biri olmaya devam ediyor. Özellikle kasım ayında farklı günlerde mağazalar ve e-ticaret siteleri tarafından uygulanan indirimlerle beraber internetten kartlı ödeme tutarı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 90 gibi yüksek bir artışla 55 milyar TL'yi geçti. İnternetten kartlı ödemelerin toplam kartlı ödemeler içindeki payı ise, geçen yıl kasım ayında yüzde 26 iken, bu yıl yüzde 29'ya ulaştı; yani bu yıl kasım ayında her 3 TL kartlı ödemenin 1 TL'si internetten gerçekleşti.

6)Devlet sanatçısı Prof. Dr. Alaeddin Yavaşca hayatını kaybetti.(Cumhuriyet)

Klasik Türk müziği sanatçısı, icracı ve bestekar Prof. Dr. Alaeddin Yavaşca, 95 yaşında hayatını kaybetti. 
Tam adı Mehmet Alaeddin olan sanatçı,  bestekar ve tıp doktoru  Yavaşça, 1 Mart 1926'da Kilis'te dünyaya geldi. "Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok/Bir yer ki, sevenler, sevilenlerden haber yok/Bezminde kadeh kırdığımız sevgililer yok/Bir yer ki, sevenler, sevilenlerden haber yok" sözlerinin bestecisi usta sanatçı, 95 yıllık ömrüne 652 beste ile 256 ödül sığdırdı. Aynı zamanda hekim de olan Yavaşca, eserlerinin 82'sini görev yaptığı hastanelerde besteledi.

7)Karınca Lojistik’te sendikalaşmayı engellemek için iş kolu değiştirildi.(Evrensel)
 
İstanbul’daki Karınca Lojistik firmasında işçilerin sendikalaşmasını engellemek isteyen firma yönetimi iş kolu değişikliği yaptı. Karınca Lojistik’te çalışan işçiler ücretlerinin yükseltilmesi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi için bir süre önce Liman-İş’te örgütlenmeye başladı. Ancak işçiler bir süre sonra istifa baskısıyla karşılaştı. Daha önce konuyla ilgili açıklama yapan Liman-İş, işçilerinin çoğunluğunun sendikaya üye olduğunu belirterek, patrona “Karınca Lojistik yönetimini sendikal haklara saygılı davranmaya çağırıyoruz” diye seslenmişti.

Karınca Lojistik yönetimi ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına başvurarak iş kolu değişikliğine gitti. Karınca Lojistik yönetiminin başvurusu sonrası şirket “Taşımacılık” iş koluna alındı.

8)Merkez Bankası rezervlerinde sert düşüş.(Birgün)

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) rezervlerindeki erime devam ediyor. TCMB’nin net rezervleri, 17 Aralık verilerine göre önceki haftaya kıyasla 9 milyar dolar azalarak 12,16 milyar dolara düştü ve mayıs ayından bu yana en düşük miktar kaydedildi. Swap (borç alınan para) hariç rezervler, eksi 38,8 milyar dolardan eksi 46,7 milyar dolara geriledi. TCMB verilerine göre toplam rezervler ise 17 Aralık haftasında 116,5 milyar dolara düştü. Bir önceki hafta bu rakam 123 milyar dolar olmuştu. Uzmanlar, Merkez Bankası’nın bu hafta da 7 milyar dolar civarında satış yaptığı tahmininde bulunuyor.