1 Ocak 2022 Cumartesi

KISA KISA GÜNDEM ( 1 OCAK 2022)

 


1)Kılıçdaroğlu'ndan Erdoğan'a: İnsanlar yılı kapatırken, sessizce ümüklerini sıktın.(Yeniçağ)

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, yeni yıla dakikalar kala yapılan elektrik ve doğalgaz zamlarına sert tepki gösterdi. Erdoğan'a seslenen Kılıçdaroğlu, "İnsanlar yılı kapatırken, sessizce ümüklerini sıktın" dedi.
Doğalgaza da rekor zam!
Konutlarda kullanılan doğalgaza yüzde 25 oranında zam yapıldı. Elektrik üretim santrallerinin kullandığı doğalgazın satış fiyatı yüzde 15, sanayi kullanılan doğalgazın fiyatı ise yüzde 50 arttı.
Elektrikte yüzde 52-130 arası zam
Elektrik tarifelerinde tüm tüketici grupları için vergi ve fonlar dahil olmak üzere zam yapıldı.
Gelinen noktada enerji piyasalarının sürdürülebilirliği, maliyet bazlı fiyatlandırmanın ve öngörülebilirliğin sağlanması için zorunlu hale gelen bir düzenleme yapıldığı aktarılan açıklamada, “Verimlilik odaklı kademeli tarifeye geçiş ile birlikte 1 Ocak 2022 tarihinden itibaren mesken aboneleri için aylık 150 kWhe kadar olan tüketim miktarları için nihai fiyat 1,37 TL/ kWh, aylık tüketimlerin 150 kWhın üstündeki kısmı için ise 2,06 TL/ kWh olarak uygulanacaktır” ifadelerine yer verildi.
Yılın sonun gününde akaryakıta büyük zam
Son dakika... EPGİS'den yapılan açıklamada motorine 1 lira 29 kuruş, benzine 61 kuruş ve LPG'ye ise 78 kuruş zam geldi.

2)Sirkeci - Harem arabalı vapur hattına büyük zam (Yeniçağ)


İstanbul Deniz Otobüsleri Sanayi ve Ticaret AŞ.'ye (İDO) bağlı Sirkeci - Harem arabalı vapur hattına büyük zam geldi.

İstanbul Deniz Otobüsleri Sanayi ve Ticaret AŞ.'nin (İDO) çalıştırdığı  Sirkeci - Harem arabalı vapur  hattı fiyatlarına zam geldi. 

Yeni tarifeyle Sirkeci - Harem hattında  otomobil geçiş ücreti 29 liraya  yükseldi.

 Otomobil ve minivan araçlar için, 2021 yılında geçiş ücreti 21 lira olarak belirlenmişti.

 Radyo Trafik'in haberine göre; otomobil ve minivan araçlar bugünden itibaren yaklaşık yüzde 40 zamla bu hattı 29 lira karşılığında kullanabilecek. İDO'nun zammı Sirkeci - Harem hattıyla sınırlı değil. Şirketin çalıştırdığı Eskihisar - Topçular arabalı vapur hattına da zam geldi. 2021 yılında otomobiller için 95 lira olan tek yön ücreti yeni tarifeyle 145 liraya yükseldi.

3)Taksimetre zammı kuyruk oluşturdu.(Yeniçağ)

İstanbul'da taksi açılış ücretine yapılan zammın ardından taksi şoförleri yeni tarifeye uygun olarak taksimetrelerini güncellemek için belirlenen noktalarda kuyruk oluşturdu.DHA'nın haberine göre, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) UKOME Aralık ayı olağanüstü toplantısında, Taksilerde açılış ücreti
5.55 liradan 7 liraya, kısa mesafe 14.50 liradan 20 liraya, kilometre başına 0.34 liradan 0.45 liraya, bekleme ücreti 0.53 liradan 0.80 liraya yükseltildi. 

4) İstanbul'da köprülere zam. Gidiş geliş paralı oldu.(Yeniçağ)

İstanbul’da 2022 yılında Boğaz köprülerinde tek yön otomobil geçiş ücreti 8,25 TL olarak belirlendi. Köprü geçiş ücretleri iki eşit parçaya bölünerek iki yönlü olarak değiştirildiği için sürücüler artık gidiş-gelişte ayrı ayrı ücret ödeyecek. Bu nedenle bir otomobil sürücüsü gidiş geliş için toplam
16,5 TL ödemek zorunda kalacak. 
"15 Temmuz Şehitler ve Fatih Sultan Mehmet Köprülerinde uygulanan tek yönlü ücretlendirme, 1 Ocak 2022 tarihinden itibaren köprü geçiş ücretleri iki eşit parçaya bölünerek iki yönlü olarak değiştirilmiştir. Boğaz Köprülerinde tek yön otomobil geçiş ücreti 8,25 TL olarak belirlenmiştir. Avrasya Tüneli'nde ise otomobil geçiş ücreti 05:00 - 24:00 saatleri arasında tek yönde 53 TL, 00:00 - 05:00 saatleri arasında yüzde 50 indirimli olarak 26,50 TL olarak belirlenmiştir." 2021 yılında 15 Temmuz Şehitler Köprüsü ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün geçiş ücretleri aynıydı. Bu ücretler otomobiller için 13,25 TL idi. 2022'de ise geçiş ücreti tek yön yerine çift yönlü olacak ve araç sahipleri toplam 16.50 lira ödeyecek. 2021 yılında otomobiller için Avrasya Tüneli geçiş ücreti 46 TL iken, yeni yıl düzenlemesiyle birlikte 53 TL oldu.

5) AKP'li Mücahit Birinci'den zam savunması: Geldiği gibi gider (SOL)

Yeni yılın ilk günü elektrik, doğalgaz, akaryakıt, köprü ve otoyol ücretleri, harçlar, vergiler ve cezalara zam geldi.

Art arda gelen zamlarla ilgili AKP'den de açıklama geldi. AKP MKYK Üyesi Mücahit Birinci, yurttaşların tepkisine yol açan zamlar için "Zam geldiği gibi gider..." dedi.

Sosyal medyadan paylaşım yapan Birinci, "Zam geldiği gibi gider... Anlık tepkiye lüzum yok. Biz başardık, yine sizlerle el ele biz başaracağız. Dolarda anlık tepki verenleri ne hale getirdik hatırlayınız, hem de bir gecede..." ifadelerini kullandı.

6) AKP'li Tayyar'dan elektrik ve doğalgaz zammı yorumu: Avrupa 5/6 kat daha pahalı kullanıyor.(SOL)

Elektrik ve doğalgaza gelen büyük zamlar halkın tepkisini çekerken, AKP MKYK üyesi Şamil Tayyar'dan dikkat çeken bir açıklama geldi.

"Enerji/akaryakıt fiyatlarındaki artış sürpriz değil. Avrupa 5/6 kat daha pahalı kullanıyor. Bu kriz, tüm dünyanın ortak sorunu" diyen Tayyar, "Kısa vadede çözümü zor, etkisi zayıflatılabilir. Giderler azaltılamıyorsa gelirler arttırılmalı. Gelir, fiyat artışından fazlaysa hayat kolaylaşır" ifadesini kullandı.




7)AKP'li isimden zam yağmuruna tuhaf tepki: 'Yazmasam uyuyamam' (SOL)

AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün sosyal medyadan bir video paylaşırken, "2021 yılında, özetinin özetini gün boyu paylaştığımız, milletimize kesintisiz hizmet sunacak sayısız eser ve icraate imza attık. Rabbim nefes, milletimiz destek verdikçe, ülkemize hizmet etmeyi 2022 yılında da sürdüreceğiz. Yeni yılın sağlık, huzur ve refah getirmesi duasıyla…" ifadesini kullanmıştı.

Erdoğan'ın bu tweetinden bir süre sonra zam yağmuru başlarken, elektrik ve doğalgaza gelen zam büyük tepki çekti. Yaşanan bu gelişme sonrası sosyal medyadan paylaşımda bulunan yandaş yazar Nasuhi Güngör, "Yazmasam uyuyamam. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sosyal medyada muazzam bir hizmet akışı sunduğu günde, zam açıklamak nasıl bir aklın ürünü acaba?" dedi. Güngör'ün zamma değil zamanlamaya tepki göstermesi dikkat çekti.

8) Depozito Sistemi başladı: Ek ücret ödenecek, iade edilince para geri alınacak.(SOL)

Plastik, kağıt ve cam ambalajlara ilişkin depozito uygulaması bugün itibariyle   başlıyor.

Depozito Sistemi kapsamında alışverişte aldığı ürünün fiyatına ek olarak bir depozito bedeli ödeyecek olan yurttaşlar, kullandıkları veya tükettikleri ürünün ambalajını iade ettiklerinde depozito bedelini geri alacak.

Sabah'ta yer alan habere göre, yeni uygulamaya göre ürünlerini depozitolu ambalajlar ile piyasaya sürenler, belirlenen çerçevede bir depozito sistemi kuracak. Ayrıca, depozito uygulama planı belirleyerek ve bunu Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının onayına sunacak. Uygulamanın başlamasıyla birlikte ürünü piyasaya sürenler, tahsil edilen ve geri ödemesi planlanan bedellere ilişkin mali kayıtları tutacak. Bu kayıtlar çerçevesinde depozito bedeli tahsil edenler borçlu sayılırken, yurttaşlar da alacaklı kabul edilecek.  

Belirlenen ücretler ise şöyle:

Plastik ambalaj 

İçecek ambalajları (0,33 litreye kadar): 1.48 kuruş
İçecek ambalajları (0,3301-0,75 litre arası): 2.8
İçecek ambalajları (0,7501-1,5 litre arası): 4.3
İçecek ambalajları (0,501 litre üzeri): 5.8 METAL AMBALAJ:
İçecek ambalajları: 4.3

Kağıt-karton ağırlıklı kompozit içecek ambalajı (0,25 litreye kadar): 1.48 kuruş
Kağıt-karton ağırlıklı kompozit içecek ambalajı (0,2501-0,5 litre arası): 2.8
Kağıt-karton ağırlıklı kompozit içecek ambalajı (0,501 litre üzeri): 5.8

Cam ambalaj

İçecek ambalajları (0,25 litreye kadar): 1.48 kuruş
İçecek ambalajları (0,2501-0,5 litre arası): 2.8
İçecek ambalajları (0,501-1 litre arası): 4.3
İçecek ambalajları (1,01- 5 litre arası): 7
İçecek ambalajları (5,01 litre üzeri): 14.8



‘Don’t Look Up’: İsmiyle müsemma, iğdiş edilmiş bir taşlama - YİĞİT GÜNAY / SOL

En alelade kahvehane muhabbetlerini salakmışız gibi aynen suratımıza boca eden yönetmen, etkisiz gördüğü biz fanilere mesajını filmin başlığında vermiş: Aşağı bakın, zaten bir şey yapabileceğiniz yok. 

Netflix’in gündem olan son yapımı “Don’t Look Up” (Kafanı Kaldırma), filmin sonlarına doğru “Bunlara kimbilir ne kadar para verdiler, ne büyük israf” dedirtecek sayıda yıldız oyuncu barındıran bir politik taşlama. Altı ay on dört gün içinde dünyaya çarpıp her şeyin sonunu getirecek bir kuyruklu yıldızı fark eden astronomi profesörü Randall Mindy (Leonardo DiCaprio) ve doktora öğrencisi Kate Dibiasky (Jennifer Lawrence), bu korkunç durumu kamuoyuna duyurur ancak kimse oralı olmaz. Tam ABD hükümeti duruma müdahale edecekken, dev teknoloji şirketi BASH’in Elon Musk-Steve Jobs-Joe Biden karışımı CEO’su Peter Isherwell (Mark Rylance) durumdan kâr elde edilmesini sağlayacak alternatif bir planla gelince işler iyice karışır.

Filmin hem yazarı hem yönetmeni olan Adam McKay (The Big Short, Vice), bir röportajında filmdeki felaket senaryosunun iklim krizine dair bir metafor olduğunu belirtiyor: “Elon Musk’a iklim değişikliğini soruyorlar ve basitçe ‘Teknolojinin o sorunun üstesinden geleceğine eminim’ diyor. Bu tam da, son sahnede her şeyin çözüldüğü [ve dünyanın kurtarıldığı] çok sayıda film izlemiş birinin söyleyeceği bir şey”.

Peki, bu politik meseleyi nasıl anlatıyor yönetmen bize? Her birimize malum olan apaçık durumları sıralayarak: Politikacılar seçimleri gerçek meselelerden daha çok önemsiyor; medya magazin haberleri peşinde; zenginler sadece kendi çıkarlarını düşünüyor; kitleler saçmasapan programlar izliyor vesaire… Tüm bunları gözümüze sokup, “İyi de, niye böyle oluyor peki?” sorusuna hiçbir yanıt vermeyince yönetmen, izleyiciye kendisini ister istemez “salak” gibi hissettiriyor.

Bu iki yönden tuhaf. Birincisi, izleyici olarak biz, Netflix’ten “bişey” izliyoruz yahu, üzerinde de komedi yazıyor, beklentimiz üç beş gülüp hoş vakit geçirip kafa boşaltmak sonra da tamamen unutmak, bu mecradan bir politik manifesto beklentimiz yok. Ama yönetmen skeç tadındaki birkaç espriyi ısıtıp ısıtıp tekrar eden filmiyle biz izleyicileri üç belki, ama kesinlikle beş kere güldüremiyor, filmin kendisi zekice değil. İkincisi, işaret ettiği şeyin aynısını kendisi yapıyor: Filmde felaket haberini gölgeleyen magazin haberinin öznesi olan popstar Riley Bina’yı oynayan popüler şarkıcı Ariana Grande, filmin sonunda birdenbire filmin politik mesajını taşıyan bir şarkıyı söyleyince, insan, yönetmenin de aynı basit yordama meylettiğini fark edip, zaten pek gülemediği filmden biraz daha soğuyor.

Filmde her şey iki boyutlu. Meselelerin yapısal sebeplerine değinilmiyor falan bile demiyorum, Trumpvari, karikatürize ABD Devlet Başkanı’nın (Meryl Streep) yöresinde berisinde geçin herhangi bir devlet aygıtını, Özel Kalem yaptığı oğlundan (Jonah Hill) başka kimsecikler yok. Öyle ki, iki akademisyen ve NASA görevlisi Dr. Clayton Oglethorpe (Rob Morgan) Oval Ofis’in hemen dışındaki odada beklerken, ortama kanun nizam aşkına bir tane güvenlik görevlisi figüran dahi koymaktan imtina edecek kadar kimsecikler yok. Böyle olunca, zaten sebebini bilmediğimiz hükümet sorunu devletten azade, egzantrik başkandan ibaret hale geliyor. İki akademisyen konuyu saygın bir gazeteciye haber yaptırıyor, sonra gazeteci, hükümet “Öyle bir şey yok” deyince iki akademisyeni azarlayıp gidiyor, ne devam haberi var, ne teyit mekanizması, ne de başka akademisyenlere sormak. Görünüşe göre dünyaya hükmeden, koca BASH şirketinin CEO’sunun da işi gücü yok, tek başına sağda solda ortaya çıkıp her işi kendi hallediyor.

Buraya kadar söylediklerimiz, aslında “Eh, olmamış bu film” deyip geçmemize yeterli sebepler, malum Netflix’ten beklentimiz de öyle çok yüksek değil, unutur giderdik. Fakat yönetmen bir başka şey daha yapıyor ki, insanı tepki göstermeye, söylenmeye, yazmaya itiyor: Doktora öğrencisi astronom aile evine gittiğinde, annesi ve babası kapıda dikilip, destur daha merhaba demedikleri kızlarına “Biz kuyruklu yıldız sayesinde yaratılacak iş olanaklarını destekliyoruz” diyorlar. Bu insanlar niye böyle düşünüyor, ABD’de işsizlik sorunu ne kadar yaygın, kökeni ne, işçi sınıfı niye buna muhtaç kalıyor, hepsi yanıtsız. Yönetmen, iş isteyen emekçi anne babayı insanlıklarını dahi yerle bir edecek şekilde “İşte bu salaklar yüzünden başımıza tüm bunlar geliyor” diye hedef gösterip, yine başarısız biçimde bizi güldürme çabasına kaldığı yerden devam ediyor.

Hepimizin hatırlayacağı, pandeminin yoğunlaştığı sıralarda kendinin, ailesinin karnını doyurabilmek için yasakları delmek zorunda kalan emekçileri yargılayan o küstah üst sınıf kibri, böylece filmin merkezi söylemi haline geliyor. Öte yandan, işin tuhafı, yönetmen, izleyicilere de başka hiçbir şey önermiyor, zira filme bakılırsa, zaten yapılabilecek hiçbir şey işe yaramıyor. Sıradan kimsenin hiçbir eyleyiciliği, etkisi, hatta takati yok. Bir noktada Rusya, Çin, Hindistan vs. birleşip “bari biz durduralım bu kuyruklu yıldızı” diye füze yollayacak oluyorlar, füzeyi atacakları üssü ABD vuruyor, şaka gibi ama onlar bile hiçbir tepki vermiyor, biz düz insanlar zaten neyimize… Ha, bir de, yine filme bakılırsa, niye tepki verelim ki sorusunun bir yanıtı da yok, çünkü filmde dünyanın “kurtarmaya değer bir yer” olduğuna dair kullanılan tek malzeme, bir yerden sonra gına getiren, klişe, içeriksiz stok çiçek böcek görüntüleri.

Yönetmen, filmin başlığını “Don’t Look Up” (“Kafanı Kaldırma”) koyarken aslında biz izleyicilere söylüyormuş, zira bizden tek istediği, filmin sonunda popstara şarkı eşliğinde söylettiği üzere, “Kafamızı kıçımızdan çıkarıp lanet olası vasıflı bilim insanlarına kulak vermemiz”. Küresel bir mesele olan koca iklim krizinin çözümüne dair mesajı bu. 

Oysa, kendi çektiği, 2008 ekonomik krizini anlatan “The Big Short” filmini hatırlasa, bütün o krizden önce o pek vasıflı (veya, açık veya dolaylı tüm Millet İttifakı bileşenlerinin sihirli değnekmişçesine ağızlarına sakız ettikleri güncel versiyonuyla “liyakatli”) bilim insanlarının, ekonomistlerin nasıl bütün ABD halkını uçuruma sürüklediğini de aklına getirebilirdi. Bilim, siyasetten, düzenden, ekonomiden azade şekilde havada duran bir şey değil ki! Hem, madem tek yapabileceğimiz şey vasıflı bilim insanlarına kulak vermek, kendisinin zerre payı ve sorumluluğu yokmuş gibi “İklim krizini teknolojinin çözeceğine inanıyorum” diyen Elon Musk’a niye kızıyorsun ki? Bekleyelim, hallolsun her şey, en olmadı, dünyanın sonu geldiğinde masa başında el ele tutuşur, inanmasak da dua ederiz.

 YİĞİT GÜNAY / SOL

31 Aralık 2021 Cuma

Portreler V: Gregor Strasser – Faşizm faşistleri de vurur I - SERDAL BAHÇE / SOL

 Sahi neden öldürüldü ki Gregor Strasser? Bu sorunun cevabının bir yere kadar Gregor ile, onun eylemleriyle, onun düşünceleriyle, onun kişiliğiyle tabi ki bir ilgisi vardı.

30 Haziran 1934, öğlenden hemen sonra Strasser ailesinin Berlin’deki evinin kapısı çalındı. Kapıda beş Gestapo1 ajanı beliyordu ve Gregor Strasser’e şirketinde yapacakları arama için onlara eşlik etmesi gerektiğini söylediler. Kapıyı çalan Gestapo olunca karısı ve aklı yeten çocukları pek ürktüler. Gregor eşine ve çocuklarına korkacak bir şey olmadığını ifade etti ve Gestapo ajanlarıyla çıktı evinden. Ailesinin onu son görüşü olacaktı bu. Strasser, Prinz Albrecht Strasse’deki Gestapo karargahına götürülürken, yolda kendilerine eşlik eden SS birliğine teslim edildi. Karargah tutuklanan diğer SA’larla2 dolup taşmaktaydı. Strasser yalnız değildi.

Göbels, Göring ve Himmler büyük bir liste hazırlamışlardı ve asıl hedef artık iyice yoldan çıkmış olan SA’lardı. 

Operasyon sabaha karşı başlamıştı ve bir süredir özenle hazırlanan listedeki tüm isimler tek tek toplanmaya başlamışlardı. İktidarı Alman devletinin teveccühleriyle ve Alman sermayedarları ve Junkerlerinin oluruyla devralan Naziler, onlara iktidarı bahşeden servet ve sermaye sahiplerinin huzurunu kaçıran ve bazen “Nasyonal Sosyalizm”deki “sosyalizmi” bu sınıfları ürkütecek kadar telaffuz eden SA’ları - aslında yıllardır Nazilerin sokaktaki gücü olan ve Alman komünist ve işçilerine terör saçan SA’ları -  iktidarda kalabilmenin kefareti olarak yok etmek üzere harekete geçtiler. Hoş, SA’lar uzunca bir süredir iktidara gelmenin ve sosyalistlerle komünistleri ezmenin yetmeyeceğini, iktidarı sağlama almak için bu zaferin büyük sermayenin de derdest edilmesiyle tamamlanması gerektiğini açıkça, hem de Hitler ve Parti’nin liderlerinin tüm uyarılarına rağmen beyan etmekteydiler. Hitler ve Nazi kodamanlar bir seçim yapmak zorundaydılar. Bir taşla beş kuş vurmayı tercih ettiler, kıyam başladı; tarihe Uzun Bıçaklar Gecesi olarak geçecekti.  Listede SA üst yönetiminin yanında, Hitler’in kişisel olarak kinini çekmiş olanlar, zamanında ona muhalefet etmiş olanlar, Göring, Göbels ve Himmler’in özel olarak listede isminin olmasını istedikleri kişiler de vardı. Liste gerçekten uzundu ve gece de uzun olacaktı.

Hiçbir yargılama olmadı. Bazıları gözaltında katledildi, bazıları ise evlerinin kapısında. Bazıları yolda “kayboldu”, bazılarının ise cesetleri dahi bulunamadı. 30 Haziran’da başlayan kıyam birkaç gün sürdü. 30 Haziran gecesi katliam sürerken Hitler, Göring, Göbels ve Himmler bir parti kodamanının düğününde keyifle içki içip dans ediyorlardı. Mutlu ve tabi ki kutlu bir geceydi. Nazi partisi yaramazlık yapacak unsurları da temizlediği için ona iktidarı veren Alman sermayesine iktidara layık olduğu mesajını vermiş oldu. Prusya’nın gerici Junker militarizminin ihtişamının ürünü olan ve I. Savaş sonrası Almanya’ya zorla kabul ettirilen şartlar gereği resmen ortadan kaldırılan, ancak Alman gericiliğinin maharetli ellerinde yeniden yaratılan Wehrmacht (Alman Ordusu) da kendisine meydan okuyan SA güruhunun ortadan kaldırılmasından dolayı iktidarı Nazilerin kucağına rahatça bırakabileceğini anlamış oldu. Zavallı Gregor işte tam da bu büyük hesapların kurbanı oldu; bir dönemin yükselen Nazisi, aşırı sağın ve anti-komünizmin bir elinde kılıç, diğerinde ise kaleme sahip azizi, fukara Gregor, Nazi partisinin sermayenin en has diktatörlüğünün aracı olabilmesi için yine Nazi partisi tarafından kurban edildi.  

Hikayemize geri dönelim.  Gestapo’nun ürkütücü karargahında tek kişilik bir hücreye atılan Gregor’u sorgulamaya bir vakit sonra bir SS yüzbaşısı geldi. Ne olduğu bilinmez, ancak bir süre sonra yüzbaşı Strasser’in Nazi hareketi için siper ettiği naçiz bedenine yedi kurşun sıktı. Strasser’in cesedi o gece ortadan kaldırılan diğerlerinin cesetleri gibi yakıldı, ve külleri kim bilir nereye atıldı. Bundan birkaç gün sonra hala telaşla bekleyen karısı Else’ye intihar ettiği bildirildi. Ayrıca olayı kurcalamamasının hakkında hayırlı olacağı da üstüne basılarak belirtildi. Zavallı Else, işin doğrusu, pek de kurcalamadı. Else, Gregor için bir mezar hazırlattı, ancak pek tabi ki bir cenaze töreni olmadı. Çünkü vatan hainleri için cenaze töreni olmazdı; olamazdı. Babavatan’a ihanet edenlere rahmet okunmazdı, olsa olsa lanet okunurdu. Haindi; çünkü Führer 13 Temmuz’da halka yaptığı açıklamada Gregor’un da dahil olduğu bir vatana ihanet girişiminin çökertildiğini ve hainlerin bertaraf edildiğini duyurdu. Führer’in hainlikle suçladığı haindi; ötesi yoktu.

Böylece göçtü gitti bir zamanların büyük Nazisi, partinin adı konulmamış ikinci adamı, kimilerine göre partinin en entelektüel kalem üstadı (bir Nazi ne kadar olabilecekse o kadar işte) ve ortada hiç kimse kalmamış iken umutsuzluk yıllarında partiyi derleyip toparlayan parti neferi. Göçtü ve ardından kimse ağlamadı, ağlayamadı, karısı bile…Oysa 1919’da Münih sokaklarında Alman emekçilerini ve komünistlerini katlederken, ya da onların idam  emirlerini verirken ne de cesurdu. Münih sokaklarında katledilen Alman emekçilerinin ve komünistlerin ardından pek çok ağlayan ve haykıran oldu; ama onların celladı Gregor katledildiğinde ardından karısının bile ağlamasına izin verilmedi. Yaratılması için çabaladığı, ve hatta naçiz bedenini uğruna kurban ettiği faşizm böyle bir şeydi herhalde.

Sahi neden öldürüldü ki Gregor Strasser? Bu sorunun cevabının bir yere kadar Gregor ile, onun eylemleriyle, onun düşünceleriyle, onun kişiliğiyle tabi ki bir ilgisi vardı. Ancak sadece bu minvalde verilecek cevabın bizi gerçek cevaptan, faşizmin nerden geldiğini ve nasıl işlediğini açıklayacak büyük cevaptan uzaklaştırma ve bizi kişisel bir dramın içine hapsetme tehlikesi vardır. Bu nedenle biz büyük cevaba yoğunlaşalım.

Diğer taraftan büyük cevap ise bizi kapitalist toplumun sosyoekonomik ve siyasal zorunluluklarının oluşturduğu geniş bir tarihsel anlatıya götürecektir. Oysa bu genişliğe yetecek bir yer ve zaman esnekliğine ne yazık ki sahip değiliz. Bu nedenle Gregor’un kişisel dramını iki savaş arası Almanya’nın ve Kıta Avrupa’sının faşistleşmesi sürecinin içine yerleştirirken bazı önkabulleri üzerlerinde pek tartışmadan ve irdelemeden aktarmak zorundayız.

Şimdi temel sorumuzu bir kere daha soralım:  

Faşizm nereden gelir? 

İçeriden mi? 

Dışarıdan mı? 

Diğer bir ifadeyle kapitalist devletin kendi yapısal dinamikleri içinde bir faşizm momenti var mıdır? 

Yoksa kapitalist bir devleti faşistleştirmek için sokaktaki faşistlerin ona el koyması mı gerekir?   

İki savaş arasında Avrupa faşizminin ulusal ve kıtasal ölçekte yaşadığı deneyimlere bakarak Gregor’un dramını da yaratan temel eğilimi teşhis edebiliyoruz: Faşizm içeriden geliyor; gerekiyorsa faşistler dışarıdan getiriliyor. Ancak dışarıdan faşistleri iktidara taşımanın önşartı içeride kapitalist devletin, ve onun genel olarak temsil ettiği sermaye ve mülk sahiplerinin uzun vadeli (burada “uzun vadeli” teriminin altını çizelim) çıkarlarına ait erken uyarı sisteminin faşizm momentini harekete geçirecek eşiğe gelmiş olmaları gerekir.

Avrupa faşizminin öncü iki örneği; İtalyan faşizmi ve Alman Nazizmi bu yargıyı doğrulayacak tüm kanıtları sunmaktadırlar. Gregor’un kişisel dramı içinde göreceğiz. Burada sevgili hocamız Yalçın Küçük’ü bir kere daha anmanın zamanıdır. O bir yerlerde demişti (ve ben de daha önce aktarmıştım) burjuva demokrasisi ve faşizm kapitalist devletin iki ayrı momentidir. Birbirlerini dışlamazlar, hatta felsefi bir jargonla birbirlerini değillemezler. Tam tersine kapitalist devletin kendi esnekliği içinde biri öne çıkmışken diğeri yedekte tutulur.

Gelelim burjuva demokrasisine. Onunla ilgili yargımız da keza Gregor’un dramını anlatırken önemli olacak.  Burjuva demokrasisini kim yarattı? Omzumun üstünden bakan liberal hemen zıplar şimdi ve feveran eder herhalde: “Kim olacak; aydınlanmış burjuvazi ve onun entelektüelleri”. Bakmayın siz ona, kapitalizmin siyasi ve ekonomik tarihine ait her olguda olduğu gibi bu konuda da saçmalıyor işte. Yanlış, külliyen yanlış. Gelişkin bir burjuva demokrasisini eğer düşünce ve söz hürriyetinin, örgütlenme hakkının ve ayrımsız temsil hakkının, gösteri ve grev haklarının en gelişkin halleriyle tanımlayacaksak eğer, bu sistemin mimarı şu tarihin gördüğü en çıkarcı, en kısa ufuklu, en kaba ve insanlığın sorunlarına karşı en vurdumduymaz sınıf olamazdı herhalde. Paradoksal olarak gelişkin bir burjuva demokrasisini en temelde işçi sınıfı ve bağlaşıkları yarattı. Bu nedenle burjuva demokrasisinin bile yaşam ömrü işçi sınıfının direngenliğine ve duruşuna bağlıdır; işçi sınıfı yeniliyor ya da ricat ediyorsa burjuva demokrasisi hızla faşizme dönüşüyor demektir.   

Ancak yanlış anlaşılmasın, işçi sınıfının tarihsel misyonu güdük burjuva demokrasisini ayakta tutmak değildir. Zaten bahsedildiği anlamıyla gelişkin burjuva demokrasisi stabil, yani istikrarlı bir durumda değildir. Yukarıda tanımlandığı haliyle burjuva demokrasisinin en gelişkin durumu aynı zamanda arz-ı endam ettiği toplumların iç savaş dönemlerine denk düşer. Gregor’un dramını yaratan dönem Almanya’da, ve hatta Avrupa’da bir iç savaş dönemidir. İç savaş vahşi ve ilan edilmeden başlayan bir sınıf savaşıdır. Ancak aynı zamanda işçilerin, öğrencilerin, kadınların, yoksulların en rahat örgütlendikleri, sözlerini en rahat söyledikleri, sokakların neredeyse yerinde demokrasi alanlarına dönüştüğü, insanların daha önce okumadıkları kadar okudukları, ve daha önce düşünmedikleri kadar düşündükleri ve tartıştıkları garip bir dönemdir. Alman iç savaşı böyle bir dönemdi. Keza sırf bu nedenle aynı zamanda kapitalist devletin faşizm momentini pervasız bir şekilde harekete geçirdiği bir dönemdir. Bu nedenle her gelişkin burjuva demokrasisi deneyimi hattı zatında Luxemburg’un meşhur yol ayrımına gelir dayanır: Ya sosyalizm ya barbarlık! Gregor barbarlığı seçti ve onun tarafından katledildi.

Nasıl? 

Devamı bir sonraki yazıya….  

SERDAL BAHÇE / SOL  

  • 1.Gestapo: Geheime Staatspolizei (Alm.) Nazi dönemi Devlet Gizli Polisi
  • 2.SA: Sturmabteilung (Alm.) Nazi Partisi’nin ilk dönem paramiliter örgütü


KISA KISA GÜNDEM (31 ARALIK 2021)

 


1) Sedat Peker'in beyanlarıyla gündeme gelen Taner Ay öldü (SOL)


Almanya’nın uyuşturucu, silah, insan ticareti ve fuhuşla suçlayıp yasakladığı Osmanen Germania’nın yöneticisi olduğu iddia edilen Taner Ay Bulgaristan'da trafik kazasında
öldü. Beştepe’den, Özel Harekât Dairesi’nden, Yargı Yılı açılış töreninden paylaştığı fotoğraflarla bilinen Ay'ın Osmanen Germania adlı suç örgütünün yöneticisi olduğu iddia ediliyordu. Almanya merkezli Osmanen Germania, 2018 yılında uyuşturucu ve silah ticaretinin yanı sıra fuhuş ve insan ticareti suçlamalarıyla kapatılmıştı. Almanya basınında Taner Ay’ın Osmanen Germania’nın Duisburg temsilcilerinden olduğu yönünde haberler çıkmış, ülkücü mafya lideri Sedat Peker de yayımladığı videolardan birinde AKP MKYK Üyesi ve eski Milletvekili Metin Külünk’ün Osmanen Germania’ya para yolladığını söylemişti.

2) İBB'den 2 milyon 92 bin lira bursa almışlardı.(Yeniçağ)

Hem Ravza Kavakçı Kan' hem de Rabia İlhan Kalender'e kötü haber.

İBB, İstanbul Milletvekili Ravza Kavakçı Kan ve AKP İstanbul İl Kadın Kolları Başkanı Rabia İlhan Kalender'in belediye bursu ile yurt dışı doktora eğitimine gönderilmesi nedeniyle savcılığa suç duyurusunda bulundu.(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/ibbden-2-milyon-92-bin-lira-bursa-almislardi-hem-ravza-kavakci-kan-hem-de-rabia-ilhan-kalendere-kotu-haber-496619h.htm)

3) Faize helal belgesi(Veli Toprak-Sözcü)

Faizsiz bankalar kur korumalı hesaplar için dinen ‘İcazet Belgesi’ verdi. Mevduat bankalarının %17 faiz verdiği hesaplar, katılım bankalarında yüzde 90/10 kâr paylaşımı ile açılıyor.

AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 20 Aralık gecesi duyurduğu kur korumalı TL vadeli mevduat hesaplarıyla ilgili katılım bankaları da harekete geçti. 

Ziraat Katılım Bankası'nın ilahiyatçılardan oluşan Danışma Komitesi, kur korumalı TL mevduat hesapları için “İslami Finans İlke ve Esasları'na uygun görülmüştür” diyerek ‘İcazet Belgesi' verdi. 

“Elbette en doğrusunu Allah Teala bilir” cümlesiyle son bulan ‘İcazet Belgesi', belgede imzası bulunan ilahiyatçı Prof. Dr. Süleyman Kaya tarafından teyit edildi.





4)Benzine büyük zam (Sözcü)

Enerji Petrol Gaz İkmal İstasyonları İşveren Sendikası (EPGİS), bugünden itibaren geçerli olmak üzere benzinin litre satış fiyatına 68 kuruş zam yapıldığını duyurdu. 

Yeni yıl öncesi benzine bir zam daha geldi. Enerji Petrol Gaz İkmal İstasyonları İşveren Sendikası (EPGİS), yeni zammı sosyal medya hesabından duyurdu. 

Açıklamada şu ifadeler kullanıldı; “Akaryakıt Ürünlerinde Fiyat Artışı. 31/12/2021 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere; Benzinde 68 KRŞ/LT. Pompa satış fiyatlarına yansıyacak şekilde artış olmuştur.” 

Gerçekleşen son zammın ardından benzinin litresi İstanbul’da 12.31 liraya, Ankara’da 12.37 liraya, İzmir’de ise 12.39 liraya çıkacak.

Dağıtım firmalarının belirlediği fiyatlar rekabet ve serbesti nedeniyle şirketler ve kentlere göre küçük değişiklikler gösteriyor. Geçtiğimiz hafta Benzine 1.63 TL, motorine ise 1.65 TL  tutarında  indirim  yapılmıştı. Ancak kurdaki düşüş sonrası yapılan indirimler pompa fiyatlarına yansımamıştı.

5) Tepkiler üzerine valilik paylaşımı kaldırdı.(EVREN DEMİRDAŞ-sözcü)

Tunceli Valiliği, Pertek ilçesinin Dorutay Köyünde olan Üryan Hızır Cemevi’nin termosifon (su ısıtıcısı) ihtiyacını karşıladı. 

Valilik, cemevine yapmış olduğu termosifon yardımını sosyal medya hesabından paylaştı. 

Yapılan paylaşım sonrasında tepkilerin gelmesi üzerine valilik yapmış olduğu paylaşımı kaldırdı.



6) Parayla kaçtığı konuşulan Gani iddiaları reddetti: ‘Yıkılmayı önlemek için kaçtım...’(SOL)

Eski Afganistan Cumhurbaşkanı Gani, Taliban'ın Kabil'e girmeyeceği yolundaki sözünü tutmadığını, bunun üzerine güvenlik güçlerinin artık kendisini ve başkenti koruyamayacaklarını söylediklerini, bunu duyduktan sonra da ülkeyi terk ettiğini anlattı.

Halen Birleşik Arap Emirlikleri'nde yaşayan Eşref Gani, Afgan halkının neden kendisini suçladığını anladığını, ancak tek hatasının ABD de dahil, uluslararası ortaklarına güvenmek olduğunu ifade etti.

BBC Türkçe’de yer alan habere göre, Gani, "[Afganlar] haklı olarak beni uluslararası ortaklığımıza güvenmek ve selefim gibi karşı koyup [göreve] devam etmek yerine, bu yolu seçmekle suçluyorlar ki buna tamamen hakları var" diye konuştu.

Eşref Gani, kaçarken ülkesinden çok miktarda para götürdüğü iddialarını ise yalanladı.

7)Soylu'nun Erdoğan'ı ateşe attığı iddianame: Davaya 'Yeni Zekeriya Öz' bakacak.(Furkan Karabay-Cumhuriyet)

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun İBB'ye teftişe dayanak olarak gösterdiği DİAYDER hakkında hazırlanan iddianame, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. İddianamede, dönemin Başbakanı Erdoğan'ın izniyle 2013 yılında okutulan Abdullah Öcalan'ın mektubu üzerine çözüm sürecine destek veren toplantıya katılmak terör örgütü üyeliğine delil sayıldı. Öte yandan İBB'ye teftişe dayanak yapılan davaya Kılıçdaroğlu'nun "Yeni Zekeriya Öz. Adaleti katleden adam" dediği Akın G. bakacak.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/soylunun-erdogani-atese-attigi-iddianame-davaya-yeni-zekeriya-oz-bakacak-1896619)

8)Altından TL’ye çevrilen mevduatta stopaj kararı.(Cumhuriyet)

Altın mevduattan TL'ye çevrilen mevduatta stopaj oranı sıfır olarak uygulanacak. 

Altın cinsinden mevduat hesaplarından dönüşüm fiyatı üzerinden TL’ye çevrilen mevduat ve katılma hesaplarında tevkifat oranı yüzde 0 olarak uygulanacak. Gelir vergisi kanununun geçici 67. maddesinde yer alan tevkifat oranları hakkında kararda düzenlemeler yapan Cumhurbaşkanı kararı Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlandı.

9)Gençlik ve Spor Bakanlığı kadrosu için AKP, sertifika şartı getirdi.(Sarp Sağkal-Cumhuriyet)

Gençlik ve Spor Bakanlığı, Resmi Gazete’de yayımlanan ilanla 300 Gençlik Çalışanı alacağını duyurdu. Başvurular için “Gençlik Liderliği Sertifikası’na sahip olunmalı” koşulu dikkat çekti. 

Sertifikanın “çoğunlukla TÜGVA üyelerince alındığı” belirtildi. 

Başvurulan 24-28 Ocak 2022 tarihleri arasında alınacağının duyurulduğu ilanda yer alan “Gençlik Liderliği Sertifikası’na sahip olmak” şartı dikkat çekti.CHP’li Mustafa Adıgüzel, söz konusu ilanla Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yüksek istişare kurulu üyeliğini yaptığı TÜGVA’ya özel 300 kişilik devlet kadrosu açıldığını söyledi. Sertifikanın “çoğunlukla TÜGVA üyelerince aldığını” belirten Adıgüzel, “Gençlik lideri yetiştirme kurslarında veriliyor. Açık bir duyurusu da yapılmıyor. TÜGVA’dan ya da AK Parti kadrolarından gelen listelerle programlara katılım sağlanıyor” ifadelerini kullandı. Bu nedenle yapılan alımın “adrese teslim” olduğunu belirten Adıgüzel, “Bugüne kadar Gençlik Lideri sertifika programı ile ilgili bir duyuru yapılmamış, başvuru süreci işletilmemiş. Bu sertifikalar özellikle TÜGVA ve AK Parti İl başkanlığı tarafından el altından listelerle isimleri bildirilen kişilere verildi. Yani Gençlik ve Spor Bakanlığı aslında TÜGVA’nın belirlediği 300 kişiye devlet kadrosu açıyor” ifadelerini kullandı. 

10) Öğretmen şiddetine maruz kalan öğrenciye Şahan Gökbakar'dan eğitim bursu (Cumhuriyet)

Aksaray’da matematik öğretmeni Ali Rıza Y. (40) tarafından şiddete maruz kalan 5'inci sınıf öğrencisi T.K.'ya (10), oyuncu Şahan Gökbakar sahip çıktı. T.K.'nın babası Duran K., ''Şahan Bey, aradı eşimle telefonla görüştü. Oğluma sahip çıkmak istediğini söyledi. Oğlumun şu an nasıl bir psikoloji içinde olduğunu hissedebildiğini, o nedenle özel bir kolejde eğitimine devam ederse, kendi burs verebileceğini belirtti. Bizde oğlumun kaydını, bugün ilçemizdeki bir koleje nakil ettirdik" dedi.


30 Aralık 2021 Perşembe

KPSS’den yüksek puan alanlar mülakatta elendi: Geleceği çaldınız - MUSTAFA BİLDİRCİN / BİRGÜN

 


MEB’in araştırması ile sakıncalı bulunan ve yargı tarafından birçok defa iptal edilen sözlü sınav, yine binlerce öğretmenin emeğini çöpe attı. Öğretmenler, “Yalnızca bizim değil, ailemizin de geleceği çalındı” dedi.

Sözlü sınav uygulaması, binlerce öğretmen adayını mağdur etti. Yüksek KPSS puanı ile atanmak için başvuran binlerce öğretmen adayı, sözlü sınavda verilen düşük puanlar ile elendi. BirGün’e konuşan sözlü sınav mağduru öğretmenler, “Bütün bir yılımız boşa gitti, ailelerimizin emekleri hiç oldu” dedi.

Kamuya personel alımlarında, “İstenmeyeni eleme aracı" olarak kullanıldığı gerekçesiyle karşı çıkılan sözlü sınav uygulaması, atanamayan öğretmenlerin canını bir kez daha yaktı. Sosyal medyada, “Mülakata Hayır” etiketiyle kampanya başlatan sözlü sınav mağduru öğretmenler tepkilerini, “Öğretmen atamaları KPSS puanıyla yapılsın, emeklerimiz sözlü sınavla yok edilmesin” ifadesiyle yansıttı.

EMEKLERİ ÇÖP OLDU

Binlerce öğretmeni mağdur eden sözlü sınava yönelik, “Sınav komisyonu herhangi bir kriter olmaksızın not veriyor” eleştirilerinin haklılığını ortaya koyan çok sayıda örnek sosyal medyadan paylaşıldı. Elenen bazı öğretmenlerin KPSS puanları ile sözlü sınav puanları şöyle:

►KPSS’de bölümünde birinci olan öğretmen, 87 KPSS puanına karşın sözlü sınavda 55 aldı.

►Biyoloji alanında doktora yapan ve KPSS’den 88 puan alan öğretmene mülakatta 55 verildi.

►Felsefe bölümü mezunu 92 KPSS puanlı öğretmenin sözlü sınav puanı 58 oldu.

►KPSS’den 96 puan alan ve ilk 100’e giren Bilişim Teknolojileri Öğretmeni, 58 sözlü puanıyla atanmadı.

►KPSS’ye sekiz aylık hamileyken girdiğini belirten ve 91 puan alan Almanca öğretmeni B.F’ye sözlü sınavda 51 verildi.

UYKULARIMIZ KAÇIYOR

Ataması yapılmayan öğretmenler sosyal medyada, “Mülakata Hayır” etiketinin altına yazdıkları yorumlarda tepki ve duygularını dile getirdi. Mağdur öğretmenler, sözlü sınavın kaldırılmasına yönelik kampanyaya şu ifadelerle destek verdi:

*Sorulan sorunun önemi yok, mülakatı zaten ellerindeki listede olmayan kişileri elemek için yapıyorlar.
*Bir yıl boyunca gündüz iş akşam evde ders çalıştım. Parasız pulsuz akşama kadar emek ettim. Tarih gibi ataması kontenjanına oranla zor bir bölümden bu puanı aldım ve sonuç bu. Neden artık gök çatlamaz da bu adaletsizlerin üzerine çökmez?
*Yatacak yeriniz yok. Haksızlık karşısında uykularımız kaçıyor.

CANIMIZ YANDI

BirGün’e konuşan ismini vermek istemeyen öğretmenler de yaşadıkları hayal kırıklığını ve taleplerini dile getirdi. Bir öğretmen, “Bütün bir yılımızı atanmak umuduyla çalışarak geçirdik. Çoğumuz KPSS’ye hazırlanırken bir yandan da para kazanmak zorunda olduğu için yarı zamanlı işlerde çalıştı. KPSS’den aldığımız yüksek puanların mutluluğu sözlü sınava kadar sürdü. Güya not kriterleri belli sözlü sınavda, hak etmediğimiz puanlar ile elendik” dedi.

Diğer öğretmen ise şu ifadeleri kullandı: “Aramızda ekonomik durumu kötü olan, ailesinden 

aldığı parayla dershaneye gidip KPSS’ye hazırlanan arkadaşlarımız var. Yalnızca bizlerin 

değil, ailelerimizin de canını yaktılar. Hiçbir bilimsel kritere dayandırılamayan sözlü sınavdan 

vazgeçilmesini, atamalarda KPSS puanının dikkate alınmasını istiyoruz.”

DERHAL KALDIRILMALI

CHP Eğitim Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Lale Karabıyık, öğretmen alımlarındaki sözlü sınavların şaibeli olduğunu belirtti. BirGün’e değerlendirmelerde bulunan Karabıyık, sözlü sınavın kaldırılması gerektiğinin altını çizerek şunları söyledi:

*“KPSS’den yüksek alan adaylara sözlü sınavda hangi kriterlere göre düşük puan veriliyor? Pırıl pırıl çocukların emekleri, sözlü sınavlar ile yok ediliyor. İnsanın aklına ister istemez, ‘İstemediklerini sözlü sınav bahanesiyle eliyorlar mı?’ sorusu geliyor. Danıştay kararlarına da konu olan sözlü sınav uygulaması derhal kaldırılmalıdır.”

HAYATIN AKIŞINA AYKIRI

Ankara 14. İdare Mahkemesi, daha önce KPSS’den yüksek puan alıp mülakatla elenen bir adayın başvurusunda MEB’i haksız bulmuştu. Öğretmen adayının başvurusuna ilişkin alınan kararda genel kültür ve eğitim bilimleri testinden tam puan alındığı hatırlatılmıştı. Buna karşın mülakatta “İfade Yeteneği ve Muhakeme Gücü”nden ise 20 üzerinden 10 puan alan öğretmenin başvurusuna ilişkin kararda mahkeme bu durumu “Hayatın olağan akışına aykırı” ifadelerini kullanmıştı. Mahkeme, adayın 58 puan aldığı sözlü sınavın iptal edilmesi ve yeniden gerçekleştirilmesine karar vermişti.

ÖĞRETMENLERİN HAKKINI YEDİRMEYECEĞİZ

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu KPSS’den yüksek puan alıp mülakatla elenen öğretmenlerle görüştü. Görüşme sonrasında kameralar karşısına geçen öğretmenler üzüntülerini dile getirdi ve emeklerinin karşılığını almak istediklerini dile getirdi. Ardından konuşan CHP Lideri ise şunları söyledi: “Öğretmenler bu ülkenin geleceğidir. Bu haksızlığı herkes duymalı. Bakan Bey’e sabahtan beri ulaşamıyorum. Dün akşam yüksek puan alan ama sözlüde olan bir öğretmenle görüştüm. Bana ‘Çok üzüldüm, keşke yüksek puan almasaydım” dedi. Bu çocukların hayatını çalmak kimsenin hakkı değildir. Hepimiz buna itiraz etmeliyiz. Bu konuda Danıştay’ın verdiği karara dahi uymuyorlar. Aklımızın almadığı olaylar gerçekleşiyor. Bu evlatlarımızın hakkını, hukukunu korumak benim boynumun borcudur. Her türlü hukuki desteği vereceğiz ve haklarını alana kadar da mücadele edeceğiz. Saray da şürekâsı da bunu iyi bilsin. Birilerinin hakkını birilerine yedirmeyeceğiz. Bunu yaparsanız, torpille, kayırmacılıkla bu iş yürümez. İktidar olduğumuzda bu mülakat belasını kaldıracağız.”

DAYISI OLAN ATANIYOR

Atamalarda kayırmacılığa yol açtığı gerekçesiyle eleştirilen sözlü sınavın öğretmen adaylarında yarattığı duygular, MEB’in dergisinde 2019 yılında yayımlanan araştırmayla gözler önüne serilmişti. Sözlü sınavın, nitelikli öğretmen seçimi için yeterli olmadığı sonucuna varılan araştırmada bir öğretmenin mülakata ilişkin, “Hak ve adalet kavramları üzerine oldukça fazla düşünmemi sağladı bu uygulama” sözlerine yer verildi.

PUANLAR TUTARLI DEĞİL

Araştırmada, sözlü sınavdan geçer not alan öğretmenlerin dahi uygulamadan memnun olmadığının altı çizildi. Atanan öğretmenlerin mülakata ilişkin şu görüşleri paylaşıldı:

*Puanların hiçbir objektifliği yok.
*Komisyon üyelerinin verdiği puanlar birbiriyle pek tutarlı değil.
*Dayısı olan, hak etmeyen kişilerin atanabileceği bir atama sistemidir bu sistem.
*Mülakatın, öğretmenlerin kişisel yaşamlarını da olumsuz etkilediği vurgulandı.

ADAYLARIN PSİKOLOJİLERİ ETKİLENİYOR

Sözlü sınavın psikolojik etkileri konusundaki görüşler ise araştırmada şöyle ifade edildi:

*Öğretmen adaylarının torpil arayışı içinde olması bizleri psikolojik olarak derinden etkilemektedir.
*Kendi yaş grubunda sürekli mülakatla ilgili konuşmaktan sıkıldım.
*Birçok insanın haksızlığa uğradığını, birçoğunun da hakkı olmadığı halde atandığını düşünüyorum.
MUSTAFA BİLDİRCİN / BİRGÜN

Don’t Look Up | Sakın yukarı bakma - Nuray SANCAR / EVRENSEL

 

Nuray Sancar, Netflix'in "Don’t Look Up" filmini yazdı: Filmin yaratıcı kadrosu bu dönemin posa yığını içinde dolaşarak çağın ruhunu yeniden inşa ettiler.

                                                                                                                                                                         Fotoğraf: Netflix

                                                  Not: Bu yazı filmin sürpriz gelişmelerini ele verebilir.

Önceden sadece 150 "teröristin" kaldığını ilan eden İçişleri Bakanı’nın yılın son haftasında bu "teröristlerin" 455’inin İBB’de çalıştığının tespit edildiğini ve bu yüzden soruşturma başlatılacağını yazdığı tweet'i ile gerilen siyasi ortam içinde, bir de bir film öne çıktı. HDP’nin Millet İttifakı partileri ile görüşmeler yapması, Roboski Katliamı'nın yıl dönümü, Deniz Poyraz cinayeti davasının başlaması ve HDP Bahçelievler parti binasına yapılan saldırının yanı sıra bu film de çok konuşuldu. Çünkü Netflix’te bir yıldızlar geçidi olarak tasarlanmasının etkisini ikiye katladığı "Don’t Look Up" isimli film, sadece ABD’nin değil Türk tipi siyasetin de üzerinde devindiği kaygan zemini açıklama kapasitesiyle dikkat çekiciydi.

Kendi gözündeki merteğe bakmadan İBB koridorlarındaki dedikodulardan belediyedeki teröre dair kanıt ve norm bulmaya çalışan Esenler Belediye Başkanı Tevfik Göksu örneğinde yeniden beliren iktidar söylemi, dünya çapındaki pratiklerden besleniyor belli ki. Son yerel seçimlerde, bu koridor dedikodularının ciddiye alınmasının sonuçlarını görmüştük. Polis kapı kapı dolaşarak seçmen avına çıkmıştı. Polisin ne aradığı belli değildi ama o zaman bir AKP’li Ali İhsan Yavuz’un unutulmaz lafıyla “Hiçbir şey olmamışsa bile bir şeyler olmuştu”ya inanması bekleniyordu halkın. O bir şeyler aslında, gerçekte olan şeylerin perdesiydi.

"Don’t Look Up"ın işlediği konu bu yüzden bize çok tanıdık geliyor. Hikayenin başlangıcı, Trump’ın yardımcılarından birinin "Olgu diye bir şey yok" demesinden veya göz göre göre yalan söyleyen birinin Başkan olmasından daha önce başlamasına karşın en çok Trump zamanıyla özdeşleştirilir. Bu dönemi kimileri Post Truth diye adlandırıyor. Filmin yaratıcı kadrosu bu dönemin posa yığını içinde dolaşarak çağın ruhunu yeniden inşa ettiler.

İki bilimin insanının (Leonardo DiCaprio ve Jennifer Lawrence canlandırıyor) dünyaya büyük bir kuyruklu yıldızın yaklaşmakta olduğunu, bunun dünyaya çarpmasıyla birlikte yeryüzündeki hayatın yok olacağını tespit etmesinden sonraki olayları anlatıyor film. ABD Başkanı’ndan (Meryl Streep) medyaya kadar bir sürü kurumu tehlikenin büyüklüğü konusunda ikna etmeye çalışan ikili, çok iyi bildiğimiz bir biçimde meramlarını anlatmakta zorlanırlar ve bir gayya kuyusuna düşerler. Ama daha önemlisi kimsenin uzun uzadıya bir şeyi dinlemeye merakının olmadığı bir ortamda çalışan ve her şeyi eğip büken algı imalat sanayisinin koridorlarında gerçeklik giderek müphemleşir, yaşam üzerindeki tehdit, seyirlik bir eğlenceye dönüşür.

KAHRAMANIN DÖNÜŞÜMÜ

Şimdi olsa Rambo, Terminatör gibi kahramanlık; Jaws, Chucky vb. korku hikayalerine fıstık yeşili sürüp eğlenecek olan neslin, kuyruklu yıldıza da kurdela bağlamaya hazır bir ruh halinde olması hiç şaşırtıcı gelmiyor. Lars von Trier’in çok eski olmayan "Melankoli"sindeki, dünyaya çarpan meteordan bu yana da çok şey değişti. Bir konuya 280 karakterli bir tweet'i okuma süresinden daha fazla yoğunlaşamayan ve birbiriyle alakasız konular arasında sıçrayan dikkat, bu eski filmlerin yaydığı tek bir duyguya odaklanacak durumda değil. Akıp giden enformasyon yığınağının bir önceki uyarıyı anında unutturduğu sosyal medya ortamının bir yaşam vasatına dönüşmesiyle birlikte dehşet filmlerindeki saplantı, hiçbir bilginin diğerinden daha fazla önemli olamadığı kayıtsızlıkla yer değiştirdi. Bilimle hurafenin, söylenti ile bilginin, hukukla dedikodunun birbirinden ayrışamadığı yerde ciddiyete de yer kalmadı.

Dünyaya yaklaşan tehlike karşısında halkı uyarmak için ekrana çıkan iki bilim insanına yöneltilen "Kuyruklu yıldız var mı yok mu" sorusuna evet ya da hayır demekten başka bir seçenek ve açıklama hakkı tanımayan medya düzeni, bu iki insanı bir pop yıldızına dönüştürmeye çalışır. Güncel pop panteonunda yer almadıkları takdirde sözlerinin anlamı olmayacaktır.

Çünkü bu çağın ruhu da kendi fetişleriyle yaşar. Bu fetişlere temas etmeyen, bu temasla anlamı yeniden yapılandırılmayan hiçbir beyanın alıcısı yoktur. “Yarın hepimiz öleceğiz” diye bağıran bilim insanını erotize ederek toplumun önüne süren süreç, genç doktora öğrencisinin agresif görüntülerini “meme”e çevirir. Fotoğrafları tişörtlere bardaklara basılan, Twitter gönderilerinde versiyonları üretilen eğlencelik birer figür haline gelirler. Sanders’in son seçimler sırasında açık hava toplantısında karlar üzerinde, bir sandalyede, battaniyelere sarılı otururkenki görüntüsünün, birçok duruma uyarlanarak viral olması hadisesini hatırlayalım. Bu arada filmin senaryosunun Sanders’ın metin yazarı David Sirota olduğu bilgisini de buraya ekleyelim. Ki bu sürecin yakın tanıdığıdır kendisi. Biz ise deprem döneminde Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara’nın en seksi erkek seçilmesinden biliriz bu halleri.

Filmdeki ikonlaştırma, poplaştırma gök cisminin dünyaya yaklaşma hızına yakın bir çabuklukla gerçekleşir ve mamuller viral haline gelir.  Elbette bu süreç kendiliğinden gelişmez. Kuyrukluyıldızı uzaya gönderilen uydularla parçalayarak ondan kurtulmaya karar veren Beyaz Saray ve iştirakleri, “Amerika’nın ihtiyaç duyduğu kahraman”ı, bir pilot eskisinden bulup çıkardığında, çağın ruhuna uygun bu yeni Rambo’yu gerçekte eski kahramanların bir karikatürü olarak üretmiştir. Ama o asla, soğuk savaş sonrası mitlerine eklenen bir Rambo gibi değildir. Herkesin kahraman olmaya teşvik edildiği çağın yetiştirdikleri o kadar iddialı olmazlar; onlar durumsal, anlık ve bir like’lık gelip geçicilikteki kahramanlıklara aşina olduklarından geçmişin parodisi olurlar. Ama zaten gerçek de parodi gibi yaşanır.

HER ŞEY SEYİRLİK

Füzelerin şaşaalı dev konserlerle fırlatılması, televizyon şovları, nümayişler ile seyirlik malzemeye dönüşen bu süreç aslında bir tek şeyi söyler. Don’t Look Up!/Yukarı Bakma. Yani aslında gerçeğe bakma. Fakat yine de halka mal edilen bir şeyler vardır; halk röportajları, izleyiciye kuyrukluyıldıza inanıp inanmadığını soran anketlerin sonuçlarının gösterdiği üzere ikiye bölünen ülke; fakat sonuçta ne için ikiye bölündüğünü unutan kalabalık için bölünmenin konusunun zaten önemsizleşmesi ve bir yurttaş bilgeliği olarak ortaya çıkan “İkiye bölünmeyelim” serzenişi… Bütün bunlar adım adım yeni fetişler üreterek gelişir. Bunca malzeme arasında, herkesin katkıda bulunduğu, güya çok sesli ama aslında gerçek bilginin dolaşımını engelleyen gereksiz kalabalık ve gürültü kirliliği içinde üreyen, demokrasi kılığındaki çağdaş hurafe. Yeni fetiş budur.

Kuyrukluyıldızın içerdiği kıymetli metalleri toplayıp kâr elde etmek için "yıldız parçalama operasyonu"nu erteleten kapitalistler olmasa bu fetiş imalat sürecindeki mamullerin değerini de ölçmek zor olurdu. Çünkü yukarı bakmama pahasına edinilen keyfin, eğlencenin de para cinsinden değeri ancak sayelerinde ölçülebilir. Bu kâr hırsı filmde dünyayı felakete sürükledi. Kayıtsızlığın limitlerini zorlayanların Steve Jobs ve Elon Musk’ı temsil ettiği öne sürülüyor. Filmin gerçekçiliğine bu temsil önemli bir katkıdır.

Gerçeklik demişken; Hollywood bir dönem önce gerçek hayatın realityshow’laşmasına dair bazı distopik filmler üretmişti. Herkesin sizi gözlediği bir ortamda yaşıyor olma hissinin yarattığı tekinsizlik piyasada iyi de iş yaptı. "Don’t Look Up" ise kuyrukluyıldız faciası altında yaşananları anlattığı halde distopik bir film değil. Çünkü gerçeklikte de öyle olmuyor. Beklenir büyük felaketlerin şiddetini medyanın ve siyasetin katman katman mantolanmış koridorlarında azaltarak onu yeniden şekillendiren iktidar yapıları sayesinde, ortada üzerinde konuşulabilir bir olgu bırakılmadığı gibi, olan biten de hiçbir şey ile bir şey arasında kalıyor. Hiçbir şey kesin değil, bir şey hem olmuş hem olmamış olabilir!

Bu ortamda filmin bütün derdi felakete, tehlikeye veya sıradan her şeye aynı bakışı yöneltmeye ayarlı kitle ruhunun, hangi algı düzenleme mekanizmalarından geçerek nasıl üretildiğini göstermek. Bakışın ve dikkatin, çağın eğilimleri içinde hangi araçlarla nasıl terbiye edildiğini anlatmak. Orada Beyaz Saray, Pentagon, NASA, finans kapital, medya, kültür endüstrisi, siyasi partiler… Herkes var.

Bunun eğlenceli bir film olduğunu söylemek mümkün ama sadece öyle tanımlamak bir yanılsama olur. Konusuyla üslubu örtüşen bir film bu. Demokratik katılımın sosyal medyada like işaretini kullanmaya eşitlendiği ve ancak o kadar oylayan ve oylanan emekçiye gerçeği görememe pahasına bırakılan keyif alanı teminat altına alınmıştır. Hayat öyle yaşanır. Faciadan sonra bile neye uğradığını hâlâ anlayamayan film kişisi yıkıntıların altında tweet atar. Gülünecek bir hale de gülünür doğrusu.

Nuray SANCAR / EVRENSEL