2 Şubat 2022 Çarşamba

KISA KISA GÜNDEM (2 ŞUBAT 2022)

 


1) Bu da oldu! Görevden aldığı dekanın yerine kendisini atadı...(Yeniçağ)

Kayyum rektör Naci İnci, görevden aldığı dekanın yerine kendisini atadı.   Medyascope'un haberine göre, görevden aldığı Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Özlem Berk Albachten’in yerine vekaleten kendini atadı.



2)Başsavcılık, Melih Gökçek’e yönelik 'FETÖ bağlantısı' soruşturmasında 'kovuşturmaya yer olmadığına' karar verdi (Yeniçağ)

Görevinden istifa ettirilen eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkında, FETÖ ile ilişkisi olduğu ileri sürülerek şikâyetçi olunmuştu. Başsavcılık, Gökçek hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verdi.








3) Niğde-Ankara Otoyolu'nda geçiş ücretleri zamlandı (Yeniçağ)

Niğde-Ankara Otoyolu'nda geçiş ücretleri yapılan düzenleme ile artırıldı. 
Özel bir firmanın işlettiği otobanda, otomobillerin 115 lira 50 kuruş olan geçiş ücreti 138 lira 50 kuruşa, kamyonet ve minibüslerin geçiş ücreti 130 liradan 156 liraya, dingil sayısı 3 olan kamyonların geçiş ücreti 187 liraya, dingil sayısı 4-5 olan araçların geçiş ücreti 239 liraya, alt dingilli kamyonların geçiş ücreti ise 243 liradan 291 lira 50 kuruşa çıkarılırken, motosikletlerin geçiş ücreti de 44 liraya yükseldi.

4) Elektrik, su ve doğalgazda indirim talebi AKP-MHP oylarıyla reddedildi (Yeniçağ)

Elektrik, su, doğalgaz ve ısınma amaçlı diğer yakacak teslimlerinin katma değer vergisinden istisna tutulmasına yönelik TBMM Başkanlığı’na sunulan kanun teklifi, AKP ve MHP oylarıyla reddedildi. 
Teklifte, elektrik, su, doğalgaz ve ısınma amaçlı diğer yakacak teslimlerinin katma değer vergisinden istisna tutulması isteği yer aldı. Aydoğan, teklifinin gerekçesini, TBMM Genel Kurulu’nda “Elektrik fiyatlarına son bir yılda yüzde 125 zam yaptınız. Doğalgaza yüzde 50 zam yaptınız. Diğer enerjiye de dünya ile birlikte hareket ederek her türlü zammı yaptınız. Konutlara yapılan elektrik, su, doğalgaz ve ısınma amaçlı diğer yakacak teslimleri KDV’den muaf tutulsun. Yani ödenen paranın 5’te 1’ine denk gelen bir indirim olsun ve vatandaşımız eziyet çekmesin” sözleriyle açıkladı.

5) Büyükçekmece'de polisler helikopter ve iş makinesiyle ne arıyor?(Yeniçağ)









Büyükçekmece'de polis ekipleri, boş bir arazide helikopter destekli arama yaptı. İş makinesiyle kazı yapılan aramaya ilişkin resmi kaynaklardan herhangi bir açıklama yapılmadı. İl Emniyet Müdürlüğü ekipleri, akşam saatlerinde Pınartepe Mahallesi'nde bulunan boş bir arazide arama yapmaya başladı. Helikopter destekli aramada iş makineleriyle kazı yapıldı. Çalışmalar sırasında çevrede geniş güvenlik önlemleri alınırken helikopter bölgede yaklaşık 1 saat uçuş yaptı. Helikopterin ayrılmasının ardından, polis kazı yapılan alanda nöbet tutmaya başladı. Yapılan çalışma çevrede oturanların da dikkatini çekerken resmi kaynaklar olayla ilgili herhangi bir açıklama yapmadı.

6) İcradan satılık 7 yıldızlı otel (Yeniçağ)


Antalya’da dünyaca ünlü isimlerin açılışına katıldığı Mardan Palace’ın spor kompleksi ve yüzlerce apart dairesi icradan alıcı bekliyor. Tesislerin icra bedeli 178 milyon lira. İstanbul İcra İflas Müdürlüğü’nün yürüttüğü tasfiye sürecindeki ilk ihale mart ayında.
 İstanbul Anadolu 3. İcra Dairesi’ndeki icra ihalesinde Mardan Palace’ın sahibi konumundaki şirketin iflası yer alıyor. Telman İsmailov’un oğlu Sarkhan İsmailov’un da yönetiminde olduğu 220 milyon TL sermayeli Ast İnşaat Turizm Taahhüt AŞ şirketi için mahkeme 19 Eylül 2018’de iflas kararı verdi. İstanbul Anadolu 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin verdiği iflas kararı sonrası şirketin tasfiye sürecine geçildi. İcra İflas Müdürlüğü’nün yürüttüğü tasfiye sürecinde, şirkete ait varlıklar bir bir icradan satılıyor. (AÇILIŞINA DÜNYACA ÜNLÜ İSİMLER KATILMIŞTI)   Antalya Kundu’daki Mardan Palace 2009’da kapılarını açarken, dünyaca ünlü isimler Mariah Carey, Richard Gere, Sharon Stone, Monica Belluci, Tom Jones’la birlikte Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev törene katılmıştı. Mardan Palace’ın içinde Mardan Spor Kompleksi de yer alıyordu. Komplekste UEFA standartlarına sahip futbol sahaları, yarı olimpik yüzme havuzları, Sinema ve bowling salonları yanı sıra 300’e yakın apart dairesi ile 7 ayrı arsa yer alıyor. Söz konusu kompleks toplamda 103 dönümden oluşuyordu.

7) Uğur Şahin duyurdu: Covid-19 aşısı için resmen başvurdular.(SÖZCÜ)

Corona virüsü salgınına karşı mRNA teknolojisi kullanılarak aşı geliştiren Pfizer ve BioNTech'ten dikkat çeken bir hamle geldi. Açıklamada, BioNTech'in CEO'su Uğur Şahin'in açıklamaları gündem oldu. 
Dünya çapında 5.6 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olan corona virüsü salgınına karşı mRNA bazlı bir aşı geliştiren Pfizer ve BioNTech, ABD’de aşının 6 aylık ve 4 yaşındakilere yapılması için resmi başvuru sürecini başlattığını duyurdu. Acil kullanım onayı almak isteyen şirket, “5 yaşın altındaki ve 6 aylıktan daha büyük çocuklara acil kullanım onayı verilmesinin toplum sağlığı için faydalı olacağını düşünüyoruz ve bu sebeple başvurumuzu ABD Gıda ve İlaç Dairesi’ne yaptık” açıklamasını yaptı. Onay verilmesi durumunda Pfizer/BioNTech’in aşısı, 5 yaşın altındakilere yapılacak ilk corona virüsü aşısı olarak kayıtlara geçecek. “GÜVENLİĞİ KANITLANDI”  BioNTech’i Almanya’nın Mainz kentinde eşi Özlem Türeci ile birlikte kuran ve şirketin CEO’su olarak görev alan Uğur Şahin de konuyla ilgili açıklama yaptı. Şahin, geliştirdikleri corona virüsü aşısının hali hazırda güvenliğini ve etkisini kanıtladığını belirtirken, bunun da birçok klinik test ve gerçek yaşam verileriyle desteklendiğini altını çizdi. Şahin, “Eğer onay verilirse, 6 aylıktan 4 yaşına kadar ebeveynlere çocuklarını Covid-19’dan ve bu hastalığın potansiyel etkilerinden korumaya yardımcı olacağımız için çok heyecanlıyız” dedi. Öte yandan Pfizer’ın yayınladığı yazılı açıklamada çocuklara yönelik corona virüsü aşı araştırmasının başında 6 aylıktan 12 yaşın altındaki 4500 çocuğun gönüllü olduğu belirtildi. ABD, Finlandiya, Polonya ve İspanya’da testlerin gerçekleştiği kayıtlara geçti. Fakat diğer fazlarda katılımcı sayısının 8300 çocuğa çıktığı da belirtildi.

8) CHP’li Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu'na kumpas (Muhammed Özmen-Cumhuriyet) 

Aydın’da iki kişi, belediye çalışanının kimlik bilgilerini kullanıp savcıya ve valiye Çerçioğlu aleyhinde mektup gönderdi. Gerçeği polis ortaya çıkardı. CHP, “Bu FETÖ’vari kumpastır. Suç duyurusunda bulunduk” dedi. 
Aydın’da gazetecilik yapan E.A. ve M.A. isimli iki kardeşin Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı CHP’li Özlem Çerçioğlu’na, valilik ve savcılığa gönderilen sahte mektuplarla kumpas kurmaya çalıştığı iddia edildi. Kumpas, Emniyet’in yaptığı incelemeyle ortaya çıktı. Aydın’ı karıştıran olayların ayrıntısını CHP Aydın İl Başkanı Ali Çankır anlattı. (https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/chpli-aydin-buyuksehir-belediye-baskani-ozlem-cerciogluna-kumpas-1904522)

9) İBB, savcılığa başvurdu, AKP Kadın Kolları Başkanı Rabia Kalender İlhan’dan parasını geri istiyor (Cumhuriyet)

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Teftiş Kurulu, AKP İstanbul Kadın Kolları Başkanı Rabia Kalender İlhan’ın AKP yönetimindeki İBB tarafından 128 bin avro, 123 bin TL ve 9 bin dolar ödenerek yurtdışına yüksek lisansa gönderildiğini tespit etti. İBB kamu zararını tahsil etmek için savcılığa başvurdu.
(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/ibb-savciliga-basvurdu-akp-kadin-kollari-baskani-rabia-kalender-ilhandan-parasini-geri-istiyor-1904510)

10) Melih Gökçek hakkında yeni dosya: Bitki alımında 950 milyon TL usulsüzlük (Mustafa Bildircin-BİRGÜN)

Melih Gökçek hakkında, “İthal bitki alımında 950 milyon TL’lik usulsüzlük” iddiasıyla yeni suç duyurusunda bulunuldu. Savcılığa bildirilen ihale kapsamında yaklaşık maliyetin fahiş tespit edildiği, pahalı ürünlerden sözleşmede belirlenenden çok daha fazla alım yapıldığı ve hiçbir çalışma olmayan 817 kalem için ödeme gerçekleştirildiği belirlendi.
(https://www.birgun.net/haber/melih-gokcek-hakkinda-yeni-dosya-bitki-aliminda-950-milyon-tl-usulsuzluk-375539)

1 Şubat 2022 Salı

Bakırköylü Sanatçılar Derneğinin tahliyesi Meclis gündeminde - EVRENSEL

 


HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’a soru önergesi verdi. Öte yandan BASAD change.org’da imza kampanyası başlattı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, Bakırköylü̈ Sanatçılar Derneği (BASAD) binasının tahliyesine ilişkin soru önergesi verdi. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy tarafından yanıtlanması istemiyle verilen soru önergesinde “Her ne kadar tarihi binanın kütüphane olarak kullanılacağı iddia edilse de kültürel ve tarihi çok değerli binaların boşaltıldığı ve bu binaların rant ve talan politikalarıyla toplum aleyhine kullanıldığını göz önüne alındığında BASAD’ın de amacı dışında kullanılacağı ve tahliye girişimin siyasi bir kararla alındığı düşünülmektedir.” ifadelerine yer verildi. Soru önergesinde “Sanatçı Fabrikası olarak anılan BASAD binasının tahliye edilmesi durumunda kentin tarihi hafızası yok edilecek, eğitim gören öğrenciler okulsuz, aralarında eğitmenlerin de bulunduğu çalışanlar işsiz kalacaktır.” denildi.

GÜLÜM’DEN, ERSOY’A BASAD SORULARI

Bakan Ersoy tarafından yanıtlanması istenen sorular ise şöyle sıralandı:

  • * "Tarihi binanın amacına uygun olarak Bakırköylü Sanatçılar Derneği yerine “kütüphane” olarak kullanılması kararı ne zaman kim veya kimler tarafından alınmıştır? BASAD’ın boşaltılması için tarafınıza veya tarafınızca iletilen bir talimat var mıdır?
  • * Sıradan bir binanın tahliyesi olarak değerlendirilemeyecek bu kararda neden BASAD Yönetim Kurulu, sivil toplum örgütleri ve sanatçılardan görüş alınmamıştır?
  • * Kültür sanat hafızası niteliği taşıyan, pek çok dalda sanat eğitimi veren kurumun tahliye edilmesinin kime nasıl bir faydası olabilir?
  • * Kültürel ve tarihi pek çok bina gibi BASAD’ın da rant ve talan politikalarıyla toplum aleyhine kullanılacağı yönündeki tepkileri azalmak için mi kütüphane yapılacağı iddia edilmektedir?
  • * BASAD’ın bir hafta gibi bir kısa bir sürede tahliye edilmesini nasıl açıklıyorsunuz? Oluşacak kamuoyu tepkisini engellemek için makul bir sürenin tanınmadığı doğru mudur? Eğitim devam ederken öğrencilerin bir anda okulsuz, çalışanların da işsiz kalacak olmasını nasıl açıklıyorsunuz?
  • * BASAD’in boşaltılması Anayasa’nın 64. Maddesinde geçen “Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gerek tedbirleri alır” hükmünün ihlali değil midir?
  • * BASAD’ın kuruluşunda, gelişmesinde ve bugünlere ulaşmasında çok değerli tiyatrocu, ses sanatçısı, ressam ve heykeltıraşın emeğinin vardır. Devam eden eğitimlerle birlikte kültür ve sanat hafızasının yok edeceğini ortadayken gereken hassasiyet neden gösterilmemiştir?
  • *Bakırköylülerin, İstanbulluların ve sanatçıların sesini duyacak mısınız? Binanın tahliye sürecinin durdurulması için bir girişimiz olacak mı?"

İMZA KAMPANYASI BAŞLATILDI

Öte yandan BASAD, change.org’da imza kampanyası başlattı. “Kültür-Sanat Konağıma Dokunma!” başlıklı kampanya metninde şu ifadeler yer aldı:


“1993’te Tarık Akan, Cem Karaca, Üstün Asutay, Ayşen Gruda, Cihat Tamer, Erdoğan Sıcak ve Ergun Köknar'ın kurduğu Bakırköylü Sanatçılar Derneği (BASAD) 20 yıldır sanatçı yetiştirdiği Bakırköy Kültür ve Sanat Konağı'ndan, kütüphane yapılacağı gerekçesiyle (!) çıkarılmak isteniyor. BASAD’a yapılan tebligatta, Kültür-Sanat Konağı'nın 2 Şubat Çarşamba günü, saat 10.00’da boşaltılması istendi.

Bu konaktan Bakırköy Halkevi olduğu dönemde yetişen ünlülerin bazıları şunlar: Münir Özkul, Toto Karaca, Necdet Mahfi Ayral, Suna Pekuysal, Ergun Köknar, Cem Karaca, Tarık Akan, Altan Erbulak, Belgin Doruk, Göksel Arsoy, Kenan Pars, Cezmi Baskın, Rutkay Aziz, Ahmet Mekin, Halit Akçatepe, Bülent Oran, Suavi Tedü, Kenan Büke, İhsan Devrim, Kenan Pars,  Nubar Terziyan, Ani İpekkaya, Jeyan Tözüm, Muhsin Kut, Sırrı Gültekin, Ahmet Sezgin, Asu Maralman, Cemal Akyıldız, Tuncer Cücenoğlu, Cihat Tamer, Ali Uyandıran, İskender Doğan, Selahattin Taşdöğen, Sebahattin Taşdöğen, Muzaffer Uludağ, Nebahattin Yasakul, Sadık Şendil, Erdoğan Sıcak, Ferit Egemen, Ergin Gülen, İzzettin Baki ve diğerleri...

Kültür ve Turizm Bakanlığına, Vakıflar Genel Müdürlüğüne sesleniyoruz: Türk sinemasına, tiyatrosuna, müziğine ve resmine büyük sanatçılar yetiştiren ‘Sanatçı Fabrikası Kapanmasın!’ ‘Çocukları Üzmeyin! Kel Mahmut'u Kızdırmayın!’” 

EVRENSEL

Savaşa beş kala; Avrupa solunun Ukrayna tutumu - İbrahim Varlı / BİRGÜN

Malum, küresel güç merkezlerinin günümüzdeki en sıcak hesaplaşma sahası Ukrayna. ABD liderliğindeki Batılı ülkelerle Rusya arasında görülmemiş bir nüfuz savaşına sahne olan ‘sınır ülkesi’nde askeri ve lojistik yığınak karşılıklı olarak devam ediyor.


Egemenler arasındaki restleşme, tehdit ve suçlamalar devam ederken cephe gerisinde de büyük bir kafa karışıklığı söz konusu. Solda da durum çok farklı değil.

Neler olup bittiğine dair büyük bir belirsizlik var. Anglo-Sakson dünya çoktan ‘enformasyon savaşı’nı başlatmış durumda. Ortalık Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edeceğine dair manipülasyondan geçilmiyor. Üstelik Kiev’den aksi yönde açıklamalar gelmesine rağmen.

Güç merkezleri savaş tamtamlarını çalarken solun suskunluğu dikkat çekici. Neden 2000’lerin başlarındaki savaş karşıtı mücadele dalgası yakalanamıyor. Amerika öncülüğündeki “hür dünya”nın Irak işgalinde olduğu gibi, "savaşa hayır" sloganları yeri göğü inletmiyor?


SOLDA UKRAYNA ÇIKMAZI


Ukrayna krizinin girift yapısı Avrupa soluna da sirayet etmiş durumda. Sol-sosyalist çevrelerde yaşanan görüş ayrılığı daha önceki benzer krizlere oranla hayli fazla. Kıta Avrupası’nda solun tutumu farklılık arzediyor.

Tabii burada kastettiğimiz, sol politik skalanın en sağındaki sosyal demokratlardan Yeşiller’e, sol partilerden komünistlere kadar uzanan farklı renklerdeki sol renkler.

Yeşiller ve sosyal demokratların tavrı ibretlik. ABD’nin arkasına dizilerek Rusya’ya karşı ön saflarda yer alanların oranı bir hayli yüksek.

Liberal, sağ, muhafazakâr çevrelerle birlikte savaş borusunu çalmakta yarışıyorlar adeta. Görünen o ki günümüzün sosyal demokratları İkinci Enternasyonal’in tarihi hatasından hiç ders çıkarmamış. Kendi egemenlerinin ve de uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda mevzilenmeye devam ediyorlar.

ALMAN SOLU: SPD’DE ÇATLAK

Alman solundaki tutum buna en çarpıcı örnek. On altı yıl sonra iktidarı Hıristiyan Demokratlar’dan almayı başaran sosyal demokrat SPD ve koalisyon ortağı Yeşiller “ihtiyatlı” gibi davranıyor görünseler de Kremlin’in sıkıştırılması konusunda Londra-Washington ittifakıyla benzer noktadalar. Sosyal demokratların Kiev’e silah satışını yasaklaması dışında somut bir adım yok. Yeşiller SPD’den de sert bir tavır içindeler. Buna karşılık Sol Parti, tarafların herhangi bir askeri çözüm seçeneğine başvurmasından kaçınılmasını ve ABD-İngiliz kışkırtmacılığına yenik düşülmemesini istiyor. Sol Parti’nin eski başkanlarından Klaus Ernst, Ukrayna’ya Finlandiya gibi tarafsız bir statü verilmesi çağrısı yaparken NATO, AB, ABD ve Rusya’nın stratejik çıkarlarının Ukrayna’yı ve de Avrupa’yı istikrarsızlaştırdığını belirtiyor.


FRANSIZ SOLU: NATO’DAN ÇIKILSIN

Nisandaki cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanan Fransa solunda da benzer bir tablo söz konusu. Yeşiller Partisi’nin Başkanı Yannick Jadot, ateşe benzinle gidenlerden. Kiev’e güçlü bir jest yapılması gerektiğini belirterek Macron’u bu ülkeye gitmediği için eleştiriyor. Fransa Komünist Partisi Genel Sekreteri Fabien Roussel, Paris’in Romanya’ya asker gönderme hazırlığına karşı çıkarak silahsızlanma ve diyaloğun hayata geçirilmesini istiyor. Boyun Eğmeyen Fransa Hareketi’nin lideri ve cumhurbaşkanı adayı Jean-Luc Mélenchon ise daha net; "Fransa NATO’dan çıkılmalı, Rusya’yla diyalog kurulmalı, eski Sovyet ülkeleriyle yakınlaşılmalı" görüşünde. Sosyalist Parti’nin cumhurbaşkanı adayı Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo ise Rusya’ya karşı Ukrayna’nın güçlendirilmesi gerektiğini savunanlardan.


İSPANYOL SOLU: SAVAŞA HAYIR

İspanyol sosyal demokratlar da Alman fikirdaşları gibi Karadeniz’deki NATO misyonunu destekliyor. İspanyol savaş gemileri Galiçya’daki limanından Karadeniz’e doğru yol alırken PSOE’li başbakan Pedro Sánchez İngiliz-Amerikan oyunlarına teşne. Ancak koalisyon ortağı Podemos bu politikanın reddini savunuyor. Tam da bu nedenle koalisyonda ciddi bir Rusya krizi yaşanıyor. Madrid’de yaşanan anlaşmazlık ciddi bir koalisyon krizine dönüşmek üzere.

Podemos ve diğer yedi sol parti ortak bir çağrı yaparak Madrid’in NATO misyonuna katılımını tamamen reddettiklerini dile getirdiler. Alman FAZ’dan aktarırsak geçen yıl parti liderliğinden istifa eden Podemos’un kurucusu Pablo Iglesias, AB’nin nükleer silahlara sahip bir ülke ile Avrupa topraklarında askeri bir çatışmaya girilmesinin felaket olacağını söyledi, Savunma Bakanı’nın halka aptal muamelesi yaptığını kaydetti.

İNGİLİZ SOLU: ABD’NİN PEŞİNDE

İngiliz solunun büyük bölümü ABD’nin kayıtsız koşulsuz destekçisi. Jeremy Corbyn’den İşçi Partisi liderliğini alarak partiyi sağa çeken Sir Keir Starmer, Ukrayna’yla ilgili Boris Jonhson’ın ve Muhafazakâr Parti’nin tutumunu destekliyor. Rusya’nın üzerine gidilmesi gerektiğini kaydeden Starmer Ukrayna’ya mutlak bir destek sunulmasını savunuyor.


Britanya’daki sosyalistler ise savaş çanları çalan ABD ve Britanya devletlerine karşı etkili bir muhalefet inşa edilmesini ve emperyalist sistemle savaşılmasını savunuyor. Sosyalist İşçi Partisi’nin yayın organı Socialist Worker’da 24 Ocak’ta yazan Tomáš Tengely-Evans, "ABD ve Rus emperyalizmi arasındaki tehditkar mesele Ukrayna’yı savaşın eşiğine getirdi" diye yazdı.

İbrahim Varlı / BİRGÜN

Yurtta enflasyon cihanda enflasyon - Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

 


IMF projeksiyonunda Türkiye gibi ülkeler için 5,9’luk enflasyon öngörülüyordu. Rakamlar bizdeki enflasyon sorununun izlenen yanlış ekonomi politikalarının sonucu olduğunu gösteriyor.

Bu hafta ocak ayı enflasyonu açıklanacak. Eğer Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) başkanının bir hafta sonu operasyonuyla bir kez daha değiştirilmesi radikal bir sapma ile sonuçlanmaz ise, aylık enflasyon üst üste ikinci defa yüzde 10’u geçmiş olacak. Geçen hafta yayımlanan Enflasyon Raporu’nda bile mayıs ayında tüketici enflasyonunun yüzde 55’e dayanması, sonra hızla inişe geçmesi öngörülüyor. Yani yılbaşında sağlanan ücret artışlarının kısa sürede enflasyona yenik düşmesi tehlikesi baş gösteriyor.

TÜRKİYE ENFLASYONDA DÜNYADAN AYRIŞTI

Enflasyon dünya ekonomisinde de tartışma gündeminin baş köşesine oturdu. IMF’nin geçen hafta dolaşıma giren Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’nda fosil yakıt fiyatlarının ikiye katlanması sonucu enerji maliyetlerinin yükselmesi, aynı şekilde gıda fiyatlarındaki hızlı artış, özellikle limanlardaki yığılma ve kara taşımacılığı kapasitesinin sıçrayan mal talebini karşılayamaması ile kendini hissettiren tedarik zincirlerindeki aksamalar, küresel enflasyonun yükselişinin nedenleri olarak sıralanıyor.

IMF’nin projeksiyonları 2022’de gelişmiş ülkeler için yüzde 3,9, Türkiye’nin aralarında bulunduğu “yükselen ve gelişen ülkeler” için yüzde 5,9’luk bir enflasyon öngörüyor. Bu rakamlar bizdeki enflasyon, sorununun küresel yansımasının ötesinde izlenen yanlış ekonomi politikalarının sonucu olduğunu açıkça gösteriyor.

Rapordaki analizde, Türkiye ile aynı kategorideki ülkelerde enerji fiyatları ve tedarik zincirindeki sorunların enflasyonu yukarı çektiği, döviz kuru gelişmeleri ve gıda fiyatlarının ise aşağı yönlü etki yaptığı görülüyor. Çünkü bu ülkeler ABD’deki bir faiz artışı beklentisine karşı erken davranarak parasal sıkılaştırmaya gittiler. Faiz artışları sonucu ortalama olarak reel kurları güçlendi. Diğer bir deyişle, yerel paralarının değer kaybı, gelişmiş ülkeler enflasyon farkının gerisinde kaldı. Türkiye ise tam aksine inatla faiz indirerek döviz kurunu sıçrattı. Böylelikle enflasyona davetiye çıkardı.

İŞİN ÖZÜ SINIF MÜCADELESİ

İsterseniz bu noktadan sonra dünyadaki enflasyon tartışmalarına odaklanalım. ABD’de 2021 enflasyonu son 40 yılın en yüksek düzeyine ulaşarak yüzde 7 oldu. Amerikan Merkez Bankası FED enflasyonun “geçici” olduğu tezinden vazgeçerek tahvil alımlarını sonlandırmaya karar verdi. İlk faiz artışını da martta gerçekleştirmesine kesin gözüyle bakılıyor.

Özellikle burjuva yayın organlarında ücretlerdeki artış öne çıkarılıyor. Ücret zamları enflasyonun başlıca nedeni olarak sunuluyor. Hâlbuki ABD’deki istihdam maliyeti endeksine göre, 2021’in son çeyreğinde ücretler yüzde 1’lik artış gösterdi. Temmuz-eylül arasındaki 3’üncü çeyrekte ise yüzde 1,3’lük bir sıçrama görülmüştü. Böylelikle yıllık ücret zamları %4’e ulaştı. Açıkça görüldüğü gibi ücretler geçmiş yıllara göre bir kıpırdanma içindeyse de, hâlâ yüzde 7 manşet enflasyonun altında. Projeksiyonlarda öngörüldüğü gibi, enflasyon yıl içerisinde yüzde 3-4 aralığına çekilse bile emek kesiminin belirgin bir reel gelir artışından söz edilemeyecek.

Jacobin Mag’de yayımlanan yazısında Hadas Thier enflasyon konusuna sosyalistlerin nasıl yaklaşması gerektiği üzerinde duruyor. Özetle konunun sınıfsal bir mesele olduğunun, emekle-sermaye arasındaki mücadelenin yansıması şeklinde okunması gerektiğinin altını çiziyor. Solun bir yandan daha yüksek ücretler ve sosyal harcamalardaki artışları talep ederken diğer yandan belli kalemlerde fiyat kontrolü uygulamalarını desteklemesi gerektiğini söylüyor.
Their’e göre, sağlık, konut, yüksek öğrenim masrafları on yıllardır ücretlerin ötesinde artış gösteriyordu. Son dönemlerde iklim değişikliğinin mahsulü olumsuz etkilemesi sonucu küresel gıda fiyatları da şaha kalktı. Bu maliyetleri indirmek için solun sağlık sisteminin kamulaştırılması, konutlara ehven fiyatlarla erişim için yatırımlara hız verilmesi, öğrenci borçlarına af ve karbonsuzlaştırma taleplerinin yükseltilmesi gerekiyor.

Milton Friedman’ın işsizliğin “doğal oran” diye adlandırdığı belli düzeyin altına düşmesiyle, işgücünün pazarlık gücünün artacağı, böylece enflasyonun kalkışa geçeceği tezi yeniden gündemde. Thier bunun Karl Marx’ın “yedek işçi ordusu” analiziyle aslında uyumlu olduğunu, kapitalizmin hep el altında işsiz bir kitleyi tutmaya çalıştığını ifade ediyor. 70’lerde işçi sınıfının güçlü konumuyla, yüksek enflasyonu aşan ücret artışları elde edilebildiğini, sonraki dönemlerde enflasyon düşse de, ücretlerin o düzeyde dahi artmaması nedeniyle emekçilerin satın alma güçlerinin gerilediğini hatırlatıyor. O nedenle işin özünün sermayenin kâr payının azalıp, emeğin ücret payının artışına ilişkin bir sınıf mücadelesi olduğunu unutmamak gereğini vurguluyor (What a Socialist Response to Inflation Look Like,Jacobin Mag 01.06.2022).

FİYAT KONTROLLERİ TARTIŞMASI

Enflasyon konusunda yeni bir tartışma zemini de, Çin ekonomisine ilişkin çalışmalarıyla bilinen Isabella Weber tarafından açıldı. Weber 2021’de reel sektör şirketlerinin karlarının rekor düzeye ulaştığını, aynen 2’nci Dünya Savaşı dönemindeki gibi fiyat kontrollerine başvurulması gerektiğini söylüyor. Böylelikle parasal sıkılaştırmaya ve vergilerin artırılması, harcamaların kısılmasıyla mali kemer sıkmaya başvurulmadan stratejik fiyat kontrolleri sayesinde Covid-19 döneminin yarattığı darboğazlar aşılarak enflasyonu patlamasının engelleneceğini düşünüyor (Could strategic price controls help fight inflation?, The Guardian 29 Aralık 2021).

Ana akım iktisatçılar fiyat kontrollerinin bir çözüm olmayacağını, aksine arz-talep dengesinin bozulmasıyla arzın kısılacağını, durgunluğa yol açacağını öne sürerek Weber’e sert tepki gösterdiler. Marksist iktisatçı Michael Roberts da, büyük kapitalist ekonomilerde tekelci değil oligopolistik yapıların egemen olduğunu, tek tek şirketlerin mevcut rekabet ortamında istedikleri gibi fiyat artıramayacaklarını düşünüyor. Eğer böyle olsaydı niye pandemi öncesi dönemde dizginsiz fiyat artışlarıyla enflasyona neden olmadılar sorusunu yöneltiyor. Roberts’a göre de, enflasyonun nedenleri sermaye birikiminin karlılık, yatırım ve üretim gibi hareket kanunlarıdır. Roberts, bugünkü yüksek enflasyon oranlarının geçici olduğunu, önceki çalışmalarında analiz ettiği “uzun depresyon” dönemine 2022’de üretim, yatırım ve üretkenlikte gözlenecek düşüşle dönüleceğini savunuyor. Bunun pandemi öncesi dönemden yüksek de olsa enflasyonun zayıflamaya yüz tutacağı anlamına geldiğini söylüyor (Price controls :do they work? Michael Robert`s Blog).

Bizler de bir yandan dünya solundaki bu tartışmaların uzağında kalmayalım. Bir yandan da Enflasyon Raporu’ndaki 2022 yılında beklenen yüzde 23,2 enflasyonun ancak 2 puanının işgücü maliyetlerindeki artıştan kaynaklandığı şeklindeki analizini günlük tartışmalar için aklımızdan çıkarmayalım. Zira bu bulgu, liberallerin her fırsatta dile getirdiği ücret artışlarının enflasyonun temel nedeni olduğu tezine karşı güçlü bir dayanak oluşturuyor.

Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

Erdoğan’ın dünürü için özel imar planı - Bahadır Özgür / BİRGÜN


Marmaris’te 140 bin metrekarelik Datça-Bozburun koruma bölgesi içindeki bir tarlaya, “şahsa özel imar planı” değişikliği hazırlandı. Tarlanın sahibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kardeşi Mustafa Erdoğan’ın dünürü.

Bir yerde kamu çıkarı korunmuyorsa orada muhakkak bir şahsın, tarikatın, vakfın, siyasetçinin veya şirketin çıkarı korunuyor demektir. İkisinin uzlaşamayacağını AKP öğretti artık. Bir şeyi daha öğretti tabii; akarabaların hatırının ne denli büyük olduğunu. İşte size Saray eşrafından bir akrabanın hatırına yapılan “şahsa özel imar değişikliği” hikâyesi daha…


Muğla Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü 31 Aralık’ta Hisarönü Mahallesi’ndeki bir tarla ile ilgili imar planı değişikliğini askıya çıkardı.

İmar planı değiştirilmek istenen yer Kirseburnu körfezinin dibindeki 142 no’lu parsel. İmar planının kapsadığı tarla 23 bin 20 metrekare. Projeye göre 15 bin 899 metrekaresi “Özel Yaşlı Bakımevi”ne ayrılacak. 2 bin 740 metrekaresi rekreasyon alanı, 2 bin 936 metrekaresi rekreaktif alan, bin 233 metrekaresi park ve bin 443 metrekare de yol olacak.

Plan bakımevi için, lakin projenin tamamına bakıldığında ucu yat limanına kadar gidiyor. İşin doğrusu buraya ne yapılacak olursa olsun, imara açılması tartışma götürmeyecek şekilde yasal düzenlemelere aykırı zaten.

Yasaları göz göre göre kimin için çiğniyorlar peki?

Arazinin mülkiyetinin yüzde 80’i Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kardeşi Mustafa Erdoğan’ın damadının annesi Ayşe Sevda Peker’e ait. Yani Cumhurbaşkanı’nın yeğeninin annesine özel bir imar planı değişikliği hazırlanmış.

Mustafa Erdoğan’ın kızı Sümeyra Erdoğan 2010 yılında Peker Tekstil’in sahipleri Hikmet ve Sevda Peker’in oğlu Burak Peker ile evlenmişti. Lütfi Kırdar Rumeli Salonu’nda yapılan görkemli düğünün nikâh şahitleri Recep Tayyip-Emine Erdoğan çiftiydi.

***

Peker araziyi 2016 yılında satın almış. Üzerinde sadece tek katlı iki köy evi bulunuyor. Bunun dışında tek çivi bile çakılmamış, çakılması da imkansız. Çünkü bölge özel koruma kanunlarına tabi.

İmar planı değişikliği yapılan tarla, 1990’da Bakanlar Kurulu kararı ile ilan edilen ve Marmaris Milli Parkı’nı da kapsayan “Datça-Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgesi” içinde yer alıyor. Buna dair 1/25.000 ölçekli plan da 7 Ocak 2015’te Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylandı.

Datça-Bozburun yarımadası Avrupa’da korunması gereken 100, Türkiye’de 9 orman sıcak noktalarından biri. Türkiye 1993’te Ramsar Sözleşmesi’ne taraf oldu ve sözleşme 1994’te Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Dolayısıyla sulak alanların korunması mecburi. Sulak alanların kaybedilmesi halinde geri dönüşün mümkün olmadığı; başta kuşlar olmak üzere hayvan ve bitki çeşitliliği nedeniyle “doğal müze” kabul edildiği; bulundukları yerin ekolojik dengesi açısından hayati oldukları biliniyor.

Hisarönü de Datça-Bozburun hattının önemli zonlarından. Özellikle nesli tükenmekte olan bir su samuru türünün yuvası. Haliyle o imar planı, bir türün soykırım emri anlamına da geliyor.

Datça-Bozburun koruma alanının büyüklüğü yaklaşık 140 hektar. Oysa aynı alanda yer alan 23 hektarlık bir kısma mahsus imar düzenlemesine gidilmesi ulusal ve uluslararası düzenlemelere aykırı olduğu gibi, planlamanın bütünlüğüne de aykırı. Daha anlaşılır söyleyelim: “Özel koruma bölgesi” demek, tüm alanın aynı standartlarda, aynı yasal düzenlemelerle korunması demektir. Onun içinden bir parseli seçip, mülkiyeti kime ait olursa olsun, oraya özel imar düzenlemesi yapamazsınız!

Ne var ki yasaları eğip bükerek yaptılar.

***

Plan değişikliği dosyasında imara açılan arazinin “marjinal tarım alanı” olduğu belirtiliyor ve ilgili düzenleme hatırlatılıyor: “Bu tür arazilere tarımsal tesisler, belli koşullar ve ilgili kurumların görüşü alınarak kurulabilir. Eğitim, sağlık gibi kamusal tesisler ile sosyal ve teknik altyapı tesisleri, gerekli izinler alınarak inşa edilebilir.”

Bir devlet kurumu, devletin koyduğu kuralın, çıkardığı yasanın etrafından dolanır mı? Zira aynı düzenlemede, “bölgede uygun başka bir alternatif yer olmaması halinde…” deniliyor. Üstelik özel koruma bölgelerindeki kültür ve tabiat varlıklarının korunması için, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 15. maddesinde, “trampa usulü”nden bahsediliyor. Anlamı kabaca şu: Eğer sosyal tesis kurulmak zorundaysa, öncelikle alternatif başka yer verebilir.

Nitekim Marmaris Belediyesi de kendisine konuyla ilgili başvuru yapıldığında 2 Haziran 2020 tarihli bir yazı ile değişiklik talep edilen parselin bulunduğu alanda imar planı olmadığını, buna karşın ilçe sınırları içerisinde sosyal tesise uygun imar planına sahip alanlar bulunduğunu bildiriyor. “Başka yer verebiliriz” diyor kısaca. Tarım ve Orman Bakanlığı Devlet Su İşleri 21. Bölge Müdürlüğü de 11 Mayıs 2020 tarihli yazısında, alanın derelerin muhtemel taşkın sahası içinde olması sebebiyle imar planı çalışmasının uygun bulunmadığını belirtiyor. Onlar da “Önce alternatiflere bakılmalı” diyor.

Çevre, İklim ve Şehircilik Bakanlığı bütün bunlara rağmen imar planı değişikliğini hazırlayarak, örneğine çok sık rastladığımız “şahsa özel imar planı” hazırlıyor.

Bu ısrarın bir sebebi olmalı. Onu da planın devamında görüyoruz aslında. İmar düzenlemesi yapılan bölgenin kıyısında yat limanı bulunuyor. Daha doğrusu kum birikintilerinden oluşmuş alanlara sahip küçük teknelerin yanaşabildiği bir liman.


Projeye karşı çıkan ve konuya ilişkin basın açıklaması düzenleyen Marmaris Kent Konseyi üyeleri, çevre savunucuları, meslek odası mensupları ve hukukçular kişiye özel imar planı değişikliğinin bölgedeki tahribatı artıracağından kaygı duyuyorlar.

Haksız da sayılmazlar. Nitekim Marmaris’te koruma altındaki bölgelerde, milli park sınırları içinde bulunan özel mülkiyete ait parsellere mahsus imar planları yüzünden yoğun bir betonlaşma başlamış durumda.

Bahadır Özgür / BİRGÜN



 

Kafa aynı kafa - Özdemir İnce / Cumhuriyet

 Âdem ve Havva ile ilgili iki yazıyı şarkıcı (şantöz) ve güfte yazarı Sezen Aksu’nun hedef olduğu, tasarlanmış saldırıdan esinlenerek yazdım. Ve bu ilgi, bana Dr. Abdullah Cevdet üzerine kaleme aldığım ve henüz yayımlamadığım yazı dizisini hatırlattı. Büyük Cumhuriyet devrimcisi, benzersiz entelektüel, yazar ve çevirmen Dr. Abdullah Cevdet (1869-1932) üzerine 1 Ocak 2021 günlü Cumhuriyet gazetemizde “Dr. Abdullah Cevdet” başlıklı bir yazı yayımlamıştım. Bu yazıda o yazıdan da yararlanacağım. Dr. Abdullah Cevdet’i ve bütün Cumhuriyet devrimcilerini hedef alan kafa günümüzde de aynı kafa; sıfır numara cahil olduğu için “cahil” sözcüğünün çok geniş eşanlam kapsadığını kavrayamayan kafa!

                                                                              ***

Dr. Abdullah Cevdet, geleceği de düşünerek çok önemli çeviriler yaptı. (Çeviri yapmayan ulusların gelişmeleri durur ve aklı kurur.) Doktor, bu gerçeği çok iyi bildiği için bir çeviri kitaplığı yarattı ve İçtihad adlı bir dergi yayımladı. Prof. Dr. Mustafa Gündüz, Abdullah Cevdet’in İçtihad dergisinde yayımlanan yazılarından bir seçme yaparak İçtihad’ın İçtihadı (Lotus Yayınevi, 2008) adıyla yayımladı. Hararetle tavsiye ederim!

Dr. Abdullah Cevdet, Vittorio Alfieri’nin Della Tiranide adlı kitabını İstibdad adıyla çevirmiş ve 1908 yılında Kahire’de yayımlamıştı. Kitap, Osmanlı dünyasında fırtına gibi esti. Çeviri doğrudan II. Abdülhamit’i hedef almıştı. Bu nedenle Cumhuriyet mürtecileri ondan nefret ederler. Basında ve internette Dr. Abdullah Cevdet hakkında araştırma yapanlar, onun Türk toplumunu medenileştirmek için Avrupa’dan damızlık erkek getirilmesini önerdiği iftirasını öğrenirler. Ama bu iftirayı bozan bir yazı da var (Sefa Kaplan, Hürriyet, 17.08.2005): 

“ ‘Avrupa’dan damızlık erkek getirtelim’ dediği gerekçesiyle adı Ankara’daki bir sokaktan silinen Abdullah Cevdet’in sırrı çözüldü.

Abdullah Cevdet, Mustafa Kemal’le yaptığı bir görüşmede, verimi artırmak için tarımla uğraşan göçmenlerin(1) Türkiye’ye getirilmesinin fayda sağlayacağını söylüyor. Ama haber ertesi gün Tasvir-i Efkâr’da, ‘Avrupa’dan damızlık celbini isteyen var’ manşetiyle yer alıyor. Abdullah Cevdet gazeteye tekzip gönderiyor, kendi dergisi İçtihat’ta böyle bir şey söylemediğini yazıyor ama dedikoduları engelleyemiyor. Öyle ki cenaze namazı bile büyük tartışmalara sebep oluyor.

‘Avrupa’dan damızlık erkek getirelim’ dediği gerekçesiyle Ankara Çankaya’da bir sokağa verilen ismi değiştirilen Dr. Abdullah Cevdet’in, böyle bir söz etmediğine dair ifadeler netleşiyor. Mustafa Kemal tarafından 1925 seçimlerinde Elazığ (Elaziz) milletvekili olması istenen Abdullah Cevdet, Çankaya’ya çıkarak Cumhurbaşkanı ile görüşüyor. Görüşme sırasında, Mütareke Dönemi’nden beri üzerinde ısrarla durduğu tarımda verimlilik bahsine değiniyor Abdullah Cevdet. Daha sonra da Mustafa Kemal’e, ‘Avrupa ülkelerinin özellikle tarımla uğraşanlarından getirilecek göçmenlerle ülkede nüfus artışı ve tarımsal gelişme sağlanması konusu’ndaki görüşlerini anlatıyor. Bu konuda tek nitelikli çalışmayı yapan ve halen Princeton Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Prof. Şükrü Hanioğlu’na göre, ‘Artık son faaliyetlerini sürdürmekte olan dinci çevreler bu beyanatı saptırarak kendisinin Avrupa’dan damızlık erkek getirmeyi arzuladığını’ iddia ediyorlar. (Kaynak: Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal Neşriyat, Ankara, 1981, s.387.)

Bu nedenle, Abdullah Cevdet’in sözleri, dönemin muhafazakâr gazetelerinden Tevhid-i Efkâr’da çarpıtılan bir başlık ve yorumla yer alıyor. ‘Avrupa’dan damızlık adam celbini isteyen de var’ manşetiyle okuyucuya duyurulan haber-yorum şöyledir:

‘...Abdullah Cevdet Bey’in, bu sözlerini işittikten sonra, Elaziz’de bu adama rey değil, selam bile verecek Türk ve müslüman çıkmayacağına şüphe etmiyoruz (...) Fakat damızlık Alman ve İtalyan erkekleri getirip Türk kadınlarıyla izdivaç ettirmek ve onların kanını kanımıza karıştırmak isteyebileceğini doğrusu hatırımıza bile getirmezdik... Liberallik ve laiklik yapacağım diye her gün hezeyan kusan bu adamı Millet Meclisi’ne sokmak değil, Toptaşı’na tıkmak lazım gelir...’

Haber-yorumun yayımlanmasından sonra Abdullah Cevdet, Tevhid-i Efkâr’a tekzip gönderir, Akşam ve İçtihad’da meselenin aslını anlatır ama dedikoduları engellemesi mümkün değildir artık. Öyle ki, 1932 yılında kalp krizinden öldüğünde yapılan ilk tartışma, cenaze namazının kılınıp kılınmayacağına ilişkindir. Bazıları, dinsiz olduğu için cenaze namazının kılınmamasını, bazıları da Hıristiyan mezarlığına gömülmesini ister. Uzun tartışmalardan sonra, Müslüman bir anadan doğduğu için cenaze namazı kılınacak ve cenazesi Müslüman mezarlığına defnedilecektir.”

                                                                          ***

“Altı kaval üstü şeşhane” derler ya bunların da vücutları 2022 yılında ama kafaları 13. yüzyılda!

Özdemir İnce / Cumhuriyet

(1) Rumeli göçmenleri

Kürsüye çocuk çıkaran Erdoğan’ın tüketmediği değer kalmadı - Sefa Uyar / Cumhuriyet

 


Trabzon’da düzenlenen açılışta kürsüye çıkan çocuğun cumhurbaşkanı için oy istemesi akıllara, Erdoğan’ın daha önce de kutsal değerleri kullanarak yaptığı mitingleri getirdi.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Trabzon’daki bir açılışta mikrofonu verdiği 11 yaşındaki çocuğun, “Bay Kemal, Cumhurbaşkanı amcam karşısında kim? O adam hain” sözleri tepkilere neden olurken, yaşanan bu olay akıllara Erdoğan’ın önceki mitinglerini getirdi. Erdoğan’ın katıldığı mitinglerde tepki çekenlerden bazıları şöyle: 

BAHÇELİ’Yİ HEDEF ALDI

Özel değil, genel genel: Erdoğan, 2011’de kaset kumpası kurulan eski CHP lideri Deniz Baykal’a atfen bir mitinginde, “Kendi eşiyle değil. Buna nasıl kendi özeli dersin? Bu özel değil, genel. Bu genel bir ahlaksızlık” ifadelerini kullanmıştı.  

Bahçeli’ye ‘çocuğu yok’: 2014’te Sivas’ta düzenlediği  seçim mitinginde, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ailesi üzerinden hedef alarak,“Aile nedir, çoluk çocuk nedir bilmez. Onun böyle bir derdi yok” demişti. 

Berkin’in annesini yuhalattı: 2014’te, Gaziantep’te düzenlediği mitingde, Gezi olayları sırasında yaralanan ve 269 gün yoğun bakımda verdiği yaşam mücadelesini 15 yaşındayken kaybeden Berkin Elvan’ı “terörist” ilan etti. Erdoğan, aynı mitingde, Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan’ı da alandakilere yuhalattı.

Seçim mitinginde Kuran: 2015 seçimleri öncesinde miting düzenlediği Siirt ve Şanlıurfa’da, kürsüye elinde Kuran ile çıktı. Muhalefeti, Kuran’ı göstererek eleştiren Erdoğan, “Kuran ne diyorsa onu yaparsın” dedi.  

"KEYİF ÇAYI İÇ"

Şehidin tabutuna kolunu attı: 2018’de, Afrin’de yürütülen Zeytin Dalı Harekâtı’nda şehit düşen Piyade Teğmen Muhammed Kır’ın Erzurum’da düzenlenen cenaze töreninde, mikrofonu alarak konuşma yaptı. Erdoğan’ın, konuşması sırasında elini şehidin tabutuna atması dikkat çekti.

Şehidin annesine anahtar: 2018’de, terör örgütü PKK tarafından katledilen Eren Bülbül’ün annesi Ayşe Bülbül’e, miting sahnesinden ev anahtarı verdi. 

Bana abartı geldi: 2020’de Malatya’ya giden Erdoğan, kendisine “İşsiziz. Evimize ekmek götüremiyoruz” diyen esnafa, “Bu bana çok abartılı geldi. Keyif çayı bu. Bu çayı iç” ifadeleri ile çay verdi.

Şehit annesine miting telefonu: 2021’de, Pençe Kartal-2 Harekât bölgesindeki PKK tarafından şehit edilen Uzman Çavuş Mevlüt Kahveci’nin annesi Ayşe Güler’i, partisinin Rize il kongresinde arayarak konuştu ve konuşmayı katılımcılara dinletti. Güler, daha sonra yaptığı açıklamada, Erdoğan aradığında mezarlıkta olduğunu ve kongreden arandığını bilmediğini söyledi. 

Afetzedelere çay fırlattı: 2021’de, yangın felaketi yaşayan Marmaris’e giden Erdoğan, afetzedelere çay fırlattı. 

Camide “dil kopartma”: Erdoğan, Sezen Aksu’nun 2017’de yazdığı şarkı sözleri üzerine başlayan tartışmanın ardından camide yaptığı konuşmada, “Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yer geldiğinde koparmak bizim görevimiz” dedi.

"ESKİDEN DEFTER KİTAP BULAMAZDIK"

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, törende “Gençler, bizler bu çileyi çok çektik biliyor musunuz? Sadece kitap değil, defterleri bile alamazdık, bu çileleri çektik. Siz teksir notları nedir, bilir misiniz? Yeni nesil bu çileyi çekmemeli, onun için de kûşekâğıtla kitaplarımızı hazırladık, sıraların üzerine bunları koyduk” dedi. 

Sefa Uyar / Cumhuriyet

Alman Yeşiller Partisi liderinden 'şeriat' savunusu + Almanya'nın Sivas katliamcılarını koruması şaşırtıcı mı? (SOL)

 Alman Yeşiller Partisi liderinden 'şeriat' savunusu (SOL)

Alman Yeşiller Partisi lideri, şeriatın anayasaya uyan bölümlerinin benimsenebileceğini savundu.

Alman Yeşiller Partisi’nin yeni eş başkanı Omid Nouripour, Almanya’nın şeriatın bazı bölümlerini benimseyebileceğini savundu.

Parlamentoda söz alan Nouripour, “Şeriat tartışmasına genel olarak bakacak olursak, şeriat içerisinde birçok farklı hareket var. Burada bizim görevimiz, şeriatın anayasayla uyuşan bölümlerini içeri alabilmek” dedi.

Almanya'nın Sivas katliamcılarını koruması şaşırtıcı mı? (YURDAKUL ER /SOL- ANALİZ 02/07/2019)

Almanya'da Sol Parti milletvekili Helin Evrim Sommer, 2 Temmuz 2019'da yayımlanan basın bildirisinde Almanya'nın Sivas katliamcılarını koruduğunu ve mecliste soru önergelerine karşı her seferinde kayıtsız kalındığını belirtti. Bunun şaşırılacak bir durum olmadığını vurgulayan Yurdakul Er, Avrupa'da korunan ve yeşeren siyasal islamın neden emperyalist merkezlerden bağımsız…

Sivas katliamcılarının Almanya'da kabul görmesi ve korunması, yıllardır dillendirilen bir iddia ve gerçek payı büyük. Yani bırakın korunmayı, resmen ileri bir zamanda birtakım görevler için beslendiklerini bile ileri sürmek mümkün.

Almanya'da Sol Parti milletvekili ve partisinin kalkınma politikası sözcüsü Helin Evrim Sommer, Sivas katliamında Almanya'nın kirli bir rolü olduğuna dikkat çekti. Sol Parti'nin bu yılkinden çok önce 2006'da da verdiği iki soru önergesinde, Almanya'nın insanlığa karşı suç işleyenlerin barınma ve korunma yeri olamayacağına yanıt aranmıştı.

Türkiye doğumlu Sol Parti milletvekili Helin Evrim Sommer, 2 Temmuz 2019'da şu basın bildirisini yayımladı:

“Sivas katliamının kırmızı bültenle aranan bazı faillerinin Almanya'ya yerleșmesi ve bunlardan birinin Almanya vatandaşlığına kabulüyle ilgili haberler daha önce basına yansımıştı. Gerek Sol Parti milletvekillerinin konuyla ilgili soru önergelerine, gerekse Alevi kurumlarına bağlı hukukçuların ilgili girișimlerine Alman hükümetinin kayıtsız kalması Almanya'yı da bu insanlık suçuyla ilișkili konuma sokmuştur.
Sivas Madımak katliamı insanlık suçu kapsamındadır; bu suç zaman aşımı ve belli bir ülkenin hukukuyla sınırlandırılamaz. Almanya bu tür insanlık suçu işleyenlerin barındığı ve vatandaşlığa kabul edilerek cesaretlendirildiği yer değil; aksine faillerin hızla yargılanmalarının sağlandığı bir ülke olmak zorundadır.”

SOL PARTİ VE YEŞİLLER'DEN SORU ÖNERGELERİ: SONUÇSUZ

Sol Parti 2006'da iki kez ve bu yıl da bir soru önergesi vererek olayın takipçisi olmuştu. Ama asıl iyi bilgiler Yeşiller Partisi'nin eski milletvekili Memet Kılıç'ın öncülüğünde 2011'de verilen soru önergesiyle gelmişti. Hükümetin yanıtında, o dönemde Sivas katliamı nedeniyle yargılanıp mahkûm olan firarilerden 9’unun Almanya’da yaşadığı ortaya çıkmıştı. Memet Kılıç, Türkiye’nin şimdiye kadar 9 hükümlü için 10 kez iade dosyası gönderdiğini, ama bunlar eksik düzenlendiği için Almanya’nın Adem Ağabektaş, Mehmet Yılmaz, Murat Songür, Vahit Kaynar, Sedat Yıldırım, Muhammed Nuh Kılıç, Ömer Demir, Adem Bayrak, Eren Ceylan'ı iade etmediğini bildirmişti. Muhammed Nuh Kılıç'ın Alman vatandaşlığına geçmesi de daha sonra kısa bir süre için skandal haberler arasında yer almış ve unutulmuştu.

İlişkiler 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Zekeriya Öz gibi asker ve sivil bürokrasiden çok sayıda Gülen cemaati mensubunun Almanya'da iltica başvurusunda bulunmasıyla yeniden hatırlandı. Almanya, Madımak zanlıları gibi Fethullahçıların da sığınma taleplerini kabul etmişti. Berlin'in gerekçesi Türkiye'de bağımsız bir yargının bulunmaması ve Ankara'da otoriter bir yönetimin bulunmasıydı.

Ancak bu ilişkilerin sadece güncel tartışmalar, bağımsız yargı yokluğu, otoriterlik, tek adam yönetimi vs. gerekçeleri aşan bir yanı var. Bir tarihsel cinayete ortak olanlar, ki “Fetöcüler” de birçok cinayete ortaktılar, haklarında arama emri çıkınca muhtemelen akrabalarının, dostlarının desteğiyle Avrupa'nın en büyük ekonomisi içinde kaybolmayı ve hatta kimileri zenginleşmeyi seçtiler.

Fakat, söylenmesi gereken şey başka.

ANTİKOMÜNİST HİSTERİ VE İSLAMCILIK

Berlin, Sivas katillerine veya Fetö kumpasçılarına, yani bu İslamcı militanlara kapıları hiç kapamadı. Kapayamazdı, çünkü biraz da kendi gürbüz çocuklarıydı: İslamcılık, daha doğrusu “Türk-İslam sentezi” bir iktidar yürüyüşü olarak, kendi tarlasını önce Almanya'da bulmuştur. Türkiye'den 1961'den itibaren Almanya'ya gelen işçilerin ilk iki on yılda sola ve sosyalizme yönelik artan destekleri bir tehdit unsuru olarak görüldüğü için, Türk-İslam sentezine, ona karşı olarak da 90'lardan itibaren “Kürt-İslam-Liberal sentezine” kapılar açılmış olmalıdır.

“12 Eylül – Bir Alman Pastası” kitabında da var: İslamcılık tüm renkleriyle Almanya'nın Türkiye'ye bir armağanıdır. Sosyalizm tehdidine karşı bir çökertme silahı: 12 Eylül gibi üstü örtülüsü olsun, 3 Kasım 2002'deki gibi sandıktan çıkan açık İslamcılığı olsun...

Peki bu şeriatseverliği, bu gübreleme eylemini nasıl kamufle edersiniz? Türkiye'nin zulme uğramış liberallerini toplar, “Erdoğan despotizmine karşı direnen aslanlar” olarak medya üzerinden hem Türk hem de Avrupa kamuoyuna duyurursunuz. Bir propaganda bombardımanı örgütlersiniz. Böylelikle hem sosyalist iktidar tehdidini göğüslemiş olursunuz hem de İslamcılık ve milliyetçilikle olan muhabettinizi bir sis bombasıyla görünmez kılarsınız. Buna neden şaşıralım ki?

Türkiye'nin dış dünyadaki en büyük ve etkili irtibat merkezi eğer Almanya ise, bu nüfuzun gölgesinin her alana düşmemesi mümkün değildir. Futbol, pek farkında olunmayan “kültür endüstrisi”, uzman işgücünün ilk kaçma hesabı yaptığı teknolojik merkez... Bunlar varsa, Türkiye'de halka karşı suç işleyenlerin kaçacağı ve korunacağı yer de Almanya olur.

Neden olmasın?

İSLAMİZMİN BEŞİĞİ 'LİBERAL ALMANYA'

Türk İslamcılığı Almanya'da yerleşip serpildi ve Ankara'yı gasp etti. İslamcı rengi ağır basan Türk milliyetçiliği Almanya'da, üstelik sadece 1940'lar ve 1950'lerde İkinci Savaş'ta Hitler'in safında savaşan Kızıl Ordu hainlerinin değil, onlarla “iltisaklı olarak” Türkeş ve tetikçilerinin de rahatça dolaştığı bir yer oldu. 1960'larda, 1970'lerde ve hatta 1980'lerde. Örneğin Mehmet Ali Ağca'nın kaçak yıllarında, 1979-1980 gibi, bu ülkede elini kolunu sallayarak “saklandığı” ve hatta birilerinden “kanlı biçimde intikam aldığı” falan kitaplara girdi. Abdullah Çatlı ve çetesinin buralardan boşuna geçmediği biliniyor.

Türk derin devleti, ki bunun son yıllarda Türkiye kökenli bir kavram olarak (“deep state” / “tiefer Staat”) Almanca ve Amerikanca kitapların başlıklarına çıktığını görüyoruz, bu coğrafyada bu kadar serpilmiş ve destek görmüşse, bu coğrafyanın egemenleri Türk ve Kürt gericilerini, tüm renkleriyle (şeriatçı, Türkçü, liberal, Kürtçü) bir biçimde korumaya almak zorundadır. Ama sosyalist bir ortak cumhuriyet projesi için mücadele eden Türk ve Kürt sosyalistlerine bütün kapıların kapanacağı açıktır. Hepsini birbirine kırdırmak ve bölgeyi “parça pinçik etmeyi” kolaylaştırmak için.

Çünkü Türkiye bir anomalidir ve artık dikiş tutmayacağı anlaşılmış bulunuyor. Sosyalizm dışında bir düşman bulunmuyor.

Avrupa'dan demokrasi falan bekleyen, aklını temelsiz bir demokratizm, etnisite, dincilik, kültürcülük, cinsiyetçilik, kimlikçilikle bozmuş, sosyalizmden başka her şeye hazır uşak militanların, kaçacak bir yeri olması gerekir. Var öyle bir yerleri. Antikomünizmin teorisini ve pratiğini yapmış, bunlarla kütüphaneler, zindanlar, kanlı meddanlar ve yargısız infazların yapıldığı sokak araları doldurulmuş bir emperyalist merkezden, neden farklı bir tutum beklenir ki?

(YURDAKUL ER /SOL-02/07/2019)