14 Mart 2022 Pazartesi

Bir ‘motör’ gezintisi - Bilsay Kuruç / CUMHURİYET

 

Geçen hafta için özür dilemeliyim.  Yazıyı 

bilgisayar yuttu. Teknik çaba sonuçsuz kaldı. 

Arayan dostlarıma teşekkür ediyorum.

Yazıya hazırlanırken telefon gelmişti. Gazetecilerin, eski deyişle “şeyhi” Altan Öymen’den. Merkez bankacılığı üzerine yazmamı istiyordu. Bu alanda yetkin yazıları Öztin Akgüç yazıyor. Ancak, “şeyh”in istediği yazı galiba farklıydı.  Tarihçesini atlamadan, işin içinde ne gibi işler olduğunu merak ediyordu. Gerçi herkesin gündemi Ukrayna ve durdurulamaz fiyat artışları ile dolu, ama bakalım. Zaten emir yüksek yerden.

‘ŞANLI DEVRİM’İN BANKASI

İnsanlığa kapitalizmi İngiltere “armağan” etti.  Merkez bankacılığı da armağanın “ilk günah”larından biri sonunda dünyaya gelmiş. İngiltere,17. yüzyılı, din kisvesi altında keskinleşen sınıf mücadeleleriyle yaşamıştır. Entrikalar ve sonsuz çatışmalar sonunda kristalleşerek sınıfsal çözümüne varıyor. 1660’larda partiler ortaya çıkıyor. Biri “Whig”ler (İskoç argosunda “sığır çobanı”!). Tüccarlar, yükselen finans sermayesi, toprak aristokrasisinin en güçlüleri ve arkalarında kasabaların alt-orta sınıfı. Yoksulları “gaza getirme”yi iyi biliyorlar. (1850’den sonra Liberal Parti.) Karşılarında “Tory”ler (İrlanda argosunda “gaddar haydut”!). Güçlü monarşi isteyenler. Toprak ağaları. Arkalarında Anglikan Kilisesi. Uyanmamış kırsala güveniyorlar. (Bugünün Muhafazakâr Partisi). Siyasette bu iki sınıfsal blok çatışıyor, profesyonelleşiyor.

Sonunda bir uzlaşma noktasına varılıyor: Bir kral lazım. Çünkü 1649’da boynu vurulan Charles’ın iki oğlu da sağlam ayakkabı çıkmadı. Çözüm, Prenses Mary ile kocası Hollanda Genel Valisi William’ı davet edip ikisine birden taç giydirmek.  William 1688’de geldi ve 1689 Şubatı’nda eşiyle birlikte taç giydiler. Ancak bu “sınırlandırılmış monarşi” oldu. Sınıfsal uzlaşma ile bir “güçlendirilmiş parlamento” kuruldu, ordudan yargıya kadar tam kontrole sahip oldu.  Resmi tarih, “Şanlı Devrim”. 

İktidar için ilk adım savaştı. Avrupa’da  iktidar boşluğu vardı. O boşluğu doldurarak İngiltere’de de iktidar olunacaktı. Ancak, kasa bomboştu. Savaşa krallar borçlanarak giderlerdi (Bazıları borç takar, ödemezdi!).  Kaynak, Londra’nın sarrafları idi. Eskiden beri mevduat kabul eder, ödünç verir, banknot çıkarırlardı. Kraliyet sarraflara borcunu halktan tahsil ettiği vergilerle öderdi. Model değişmedi, çözüm bulundu: 1694’te, Londra piyasasından (City of London) bir sarraflar (“bankerler”) topluluğu Bank of England’ı kurdu. Kraliyete savaş için gerekli büyük borcu sağladı. Karşılığında, banknot çıkarma (emisyon) tekeline sahip oldu! İngiltere’nin merkez bankası, böylece, savaş finansmanının sarraflara getirdiği müstesna kârlılık sayesinde doğuverdi.

18. yüzyılda İngiliz kapitalizmi çocukluktan ergenliğe geçer. Hızla gelişir. İçeride iktidar toprak sahipleri, ticaret ve finans sermayesinden oluşur. Araziler bedava fiyatına, hatta doğrudan el koyarak sermayenin yeni katmanlarına geçer. Yasa filan gerekmez. Zenginleşme krediyle çoğalır. Sermaye birikimi Hazine borcu ile iç içe büyür. Parlamento, yani iktidar merkez bankasının (The Bank) banknot  yetkisini genişletir. Kraliyet dışında borçlandırma alanı açar. Sermayenin rantiye damarı da böylece genişler.

Ticaret ve finans o yüzyılda büyük birikim yapar. Finansmanı savaşa, savaşı hem finansa hem ticarete, bunları önce yeni vergilere, sonra yeniden finansman ile savaşa, oradan yine finansa ve ticarete çevirebilmek, böylece büyüyen bir sermaye birikimi ile bir sanayi devrimine erişebilmek o kapitalizmin 18. yüzyılda büyük macerasıdır. Denizcilikte erken başlayan üstünlükle (Navigation Acts 1651, 1660) yaratılan sömürgecilik ve köle ticareti (1680-1780 arasında yılda 20 bin kölenin Afrika’dan koparılmasıyla beslenerek) büyük servet yapar. “City”, Hazine ve “Bank” bir üçlüdür. 1717’de darphane müdürü,  fizikçi Isaac Newton “altın” değerini İngiliz Lirası (pound) üzerinden kesinleştirince (3 pound vs.) kapitalizmin “para disiplini” başlar. Sonraki 200 yıllık çerçeve budur. Kutsal üçlüye (City, Hazine ve Bank) eklenen dördüncü ile (İngiliz Donanması) 200 yılın adı koyuluyor: Pax Britannica. Türkçesi, dünyayı İngiltere yönetir!

Selahattin Çam: Bankacı, siyaset adamı, milletvekili (D. 1885, İstanbul  - Ö. 3 Şubat 1949). Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra maliye ve bankacılık öğrenimi gör­dü. Çeşitli bankalarda çalıştı. Önemli bankaların en üst düzey yöneticiliklerinde bulundu; Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Genel Müdürlüğü ve İş Bankası Genel Müdürlüğü yaptı. VI. ve VII. dönemlerde Seyhan Mil­letvekili olarak TBMM’de yasama görevi yaptı.

PARA TEKELİNİN CAN EVİNE YUMRUK

İngiliz ve Amerikan devrimleri, sınıfsal kalıplarıyla akraba sayılır. Amerikan Devrimi’nde de üst sınıf “lider”, alt-orta sınıf “piyade”dir. Savaşanlar tümü küçük çiftçiler, esnaf, tacir ve zanaatkârlardı. Ganimet büyük tüccar, büyük arazi (plantasyon) sahiplerinin oldu. İngiliz sömürgelerinin Amerika’daki egemenleri, devrimi yönetip sahiplendiler. Dolardaki resminden tanıdığımız Washington’ın büyük arazisi ve köleleri vardı.

Amerikan kapitalizminde merkez bankası sanayinin gelişmesinden önce değil, sonra boy gösterdi. İngilizinkinden farklı oldu. Başlangıçta Amerika’da altın kaynağı yetersizdi, finansal “icatlar” önem kazandı. Kredi damarı menkul değerler ve bonolarla genişledi (krizler de oralardan kaynaklandı). Banka sistemi yerel düzeyde mantar gibi gelişti. Şubecilik teşvik görmedi. Merkezde düzenleyici bir banka gerektiğine Alexander Hamilton ile gelindi. O 1791’de, yerel çıkarlarla mücadelesiyle zar zor bunu Kongre’ye kabul ettirdi. Bankanın 20 yıllık “izin süresi” dolunca, uzatılmadı. Sonra mecbur kalındı. 1816’da, yine 20 yıllık “Bank of the United States” kuruldu. Buna da 1836’da son verildi. Amerikan kapitalizmi 19. yüzyılın çoğunu bir merkez bankası olmaksızın geçirdi ve birçok finans krizinden geçti. 1907’de kriz paniğe dönüştü. O zaman işe J. Pierpont Morgan el koydu. Bankerleri kendi saray yavrusuna çağırdı. “Pamuk eller cebe, yoksa birlikte batacağız!” dedi. Faiz oranlarına karar verdi. Ve kapitalizmin kalbi Wall Street’e para akışını sağladı. “Helalinden” bir merkez bankası görevi yaptı.

19. yüzyıl biterken kapitalizm bir basamak yukarı çıkıp “son aşaması”na erişiyordu: emperyalizm. Sömürgecilikten sonraki aşama. Artık dünya büyük kapitalizme dar gelecek. Amerika da kıtayı aşıp batı kıyısına erişecek ve yeni sorunlar başlayacak. 1913’te uzun zamandır ilk kez bir Güney’li Başkan seçilir: Woodrow Wilson. Kapitalist devlette merkezi yönetimin önemine inanıyor.  Hazine’nin başına güçlü bir adam getiriyor: William MacAdoo. Hamilton’dan sonraki en yetenekli kişi. Merkez Bankası’nı (FED) kuruyor. Banka merkezi  Washington’dadır. MacAdoo buna “para tekelinin (New York) can evine indirilen yumruk” demiş. Kuruluş yasası yaygın, yerleşmiş çıkarların temsilcileriyle mücadele sonunda uzlaşarak kabul edilmiştir: Merkez, kurulan 12 bölge FED’ciklerinin kararlarını (özellikle faiz oranları ve kredi koşullarıyla ilgili, yani, kapitalizmin can damarlarına ait olanları) dikkate alarak yönetecektir. 

Kâğıt üzerine yazılanlar onlara hâkim olan kişilere bağlıdır. FED’de de böyle oldu. New York’un FED’i ağırlıklı idi. Başına çaplı bir adam atandı: Benjamin Strong. Kapitalizmin savaşta ve “barış”taki çetrefilli sorunlarını doğru okuyarak, Amerika’nın para otoritesini ustalıkla yönetti. Uzmanlar, Strong günümüz merkez bankacılığının babasıdır, derler. Wilson dönemi merkezi kurumların ağırlığını yönetime yerleştiren kadroların başlangıcı oldu. İşi bütünlüğüyle kavrayan, kendi karar alanında bağımsız ve çaplı kişilerdi. Strong da bu aşamanın adamıdır.

‘KIYAMET’TEN ‘ÜBER ALLES’E

Kapitalizmin 20. yüzyılı 1919’da başlıyor. “Büyük Kapışma”dan sonra. Her büyük savaş ülkelerin gündemini altüst eder. Böyle oldu. 1919 yılı kapitalizmin büyükleri arasında “Büyük Borçluluk” yaratarak başladı. Bu hiç yaşanmamıştı. 1919’da, Versailles’da, önce Almanya’nın boynuna “Savaşın suçlusudur; büyük savaş tazminatı ödeyecektir” levhası asıldı. Amerika da İngiltere ve Fransa’ya Benden borçlanarak savaştınız, “Haydi ödeyin!” uyarısı yaptı. İçinden çıkılmaz bir gündem.

Dünya sermayesi ise 1914’te bıraktığı yerden başlamak istiyordu. Ekonomiler  “reset”lenecekti. Bu dünyanın 200 yıllık “ağa”sı ve altın standardının (Newton’dan beri) sahibi İngiltere’nin göreviydi. “Altının kadar konuş!” demekti. Ancak şimdi İngiltere de Amerika’ya borçluydu! 200 Yıllık “dörtlü” (City, Bank, Hazine ve hatta donanma) artık o kadar güçlü değildi. Amerika ise Avrupa’daki savaştan çok kârlı çıkmıştı ve dünya altın rezervinin yarıdan fazlasına sahipti.  Kapitalizmin bu yeni dünya tablosu nasıl yönetilebilir? (Dünyada bir çağ açan 1917 Ekim Devrimi bu yazının dışında kalıyor). 

Sahneye çağrılanlar merkez bankacılardır. Önce İngiltere’ninki: Montagu Norman. Sonra, Almanya’nın Hjalmar Schacht’ı. En son, Strong. Norman 1920’de bankanın başına geçiyor. 1944’te küçük bir kaza sonucu ayrılıncaya kadar yarattığı değişme, “geçmiş 200 yılın çok üzerinde” olacaktır. Norman kapitalizmin “o günleri”ni doğru okuyor. İngiltere’nin gücündeki zayıflamayı görüyor. Almanya’nın nasıl bir çöküş karşısında bırakıldığını, oysa onun Avrupa’daki “pivot” rolünü isabetle kavrıyor. Ve İngiltere’nin artık Amerika’ya muhtaç olacağını biliyor. Getirdiği “kültür değişikliği” böylece yeni bir merkez bankası yaratacaktır. Yeni kadrolar onun paleti ve fırçasıyla ortaya çıkacaktır.

‘GELSİN KREDİLER’

Norman sürekli özel ilişkilerle, bunları zenginleştirerek çalışıyor. Strong ve Schacht’la içli dışlıdır. City’nin bankerleriyle yakındır; piyasayı oradan izleyebilir. Siyaset dünyası ile bağını  kesmez. Siyasetin profilini bilir. Samimidir, kendini kabul ettirir. 1920’lerin, 1930’ların sorunlarını bu geniş örgü üzerinden, İngiliz kapitalizmini koruyacak esneklikle çözer. Açıktır ki dış politikanın duyarlı noktalarını bilir, uyumu yapar, ama kararlarında bağımsızdır. 

Almanya. Bismarck 1870’te gidip Fransızları yendi. Versailles’da Alman Birliği’ni (Reich) ilan etti. Fransa’dan yüklü savaş tazminatı aldı ve Reichsbank’ı (Alman Merkez Bankası) kurdu (1875). Para otoritesi olarak Reichsbank kendini Alman kapitalizmine kabul ettirdi. Ancak 1919’da Almanya’nın kaderi ters dönünce Reichsbank da aciz kaldı. En zor zamanda, Almanya’nın “efsane enflasyon”la perişan olduğu, Reichsbank’ın fiilen yok olduğu 1923 Kasımı’nda Hjalmar Schacht oraya başkan oldu. “Önemli an”ı hissederek kabul etti. Ne yapacağını tek başına kurguladı. Reichsbank’ın yeniden var olabilmesi dış desteğe bağlıydı. Bunu örgütleyebilecek adam ise Montagu Norman’dı. Trenlere binerek gitti. İki arkadaş gibi çalıştılar ve Norman İngiliz sermayesinin desteğini yarattı. Schacht, Almanya’nın kapitalizmden kopmaması için kotarılmış olan Dawes Komitesi’nin, kendi tasarısını ezmemesi için epey uğraştı. İki handikap arasındaydı: Bir yanda, Dawes Komitesi’nde saptanan borçların  daraltıcı etkileri; öbür yanda Amerika’dan akan “sıcak para”nın tetiklediği gelişigüzel harcamalar, istikrarsızlıklar. İkisinden de kurtulmak için uğraştı. Alman sermayesinin “Gelsin krediler!” açgözlülüğünü ve hükümetlerin yeteneksizliğini eleştirdi. Bir tür dokunulmazlık kazanmıştı. Ancak Weimar rejimi ona ayak uyduramadı. Böyle diyebiliriz. 1930’da istifa etti. Bu, dramın birinci perdesi.

TARİHSEL ÇÖKÜŞ

İkinci perde daha ağır bir dram. 1933 Martı’nda Hitler Schacht’a Reichsbank’ın başına geçmesini teklif etti. Almanya’nın uluslararası kapitalizmden çıkmaması, fakat kapitalist ülkelere karşı güçlü olmasını özlüyordu. Yepyeni “finansal icatlar”la Almanya’yı sırtındaki borç yükünden kurtardı. O arada Ekonomi Bakanı oldu. Dünya sermayesi Schacht’ı Almanya’daki tek güvenilir adam sayıyordu. İçeride ise Nazilerden tiksinmesine karşın, Almanya’yı güçlendireceğine, hatta buna bir savaşa varmayacak askeri üstünlükle erişileceğine inanıyordu. Fakat bir sınıra geldi. 1936’da Göring “Savaş Ekonomisi Bakanı” olunca Schacht’ın inişi başladı. O da eleştirilerine başladı. Askeri harcamaların enflasyonu körükleyeceğini  söylüyor, hatta Hitler’le ağız kavgası yapıyordu. 1938’de Reichsbank başkanlığı ile sınırlandı. Daha sonra da “affedildi”. Ve 1944 Temmuzu’nda Hitler’e karşı düzenlenen suikastın şüphelileri arasında tutuklandı (Doğru idi fakat kanıtlayamadılar). Sonraki dört yılı 32 hapishane ve temerküz kampında geçti. Nürnberg’de yargılanması (ve beraatı) da dahil!

FED’in Strong’u bambaşka bir öykü. 1920’lerde Amerika’nın sahip olduğu finansal varlıkları, ekonominin hızlı koşusunu kesmeden yönetti. O  direksiyonda ciddi beceri gösterdi. O karmakarışık 1920’lerde istikrar ile büyüme, enflasyon ile deflasyon arasında şaşmaz direksiyon hâkimiyetine sahip olabilmek müstesna nitelikti. Norman’la dostluğunun bir “ikramı” olarak, sık sık Londra’ya (başkalarından esirgeyerek!) altın gönderdi (Altınla swap yaptı!) 1925’te İngiltere’nin “Yeniden altın standardını başlatma” “müjde”sine de görünmez bir imza atmış oldu. 1928 Ekim’inde tüberkülozdan öldüğü zaman, herhalde bir yıl sonraki  tarihsel çöküşü öngörmemişti.

Tarihin 1920’de çağrısı ile tanıdığımız üç kişilik üzerinde düşünmek lazım. Birbiriyle yakın fakat apayrı “maceralar” içinde kişiliklerini, kalitelerini sergileyenler. Koşullar ve kurumlar mı kişilikleri belirliyor? Yoksa tersi mi?

‘PARAN BİLE YOK!’

1930’da İsmet Paşa konuşuyor: “Ben Lozan’dan şu gözlemle döndüm: Milli haklar teslim olundu. Fakat Avrupa yoksun kaldığı bütün imtiyazları (geçireceğimiz) mali buhranlar sayesinde tümüyle ele geçirmek ümidindedir. Bu tahmin değildir. En yetkili ağızlardan yüzüme karşı söylenmiştir.”  Çok açık.

En yetkili ağız Lord Curzon’du. “Bağımsızlık diye tutturdun. Vermediklerinin tümünü yelek cebime koyuyorum. O yokluklar içindeki ülkede çaresiz kalacaksın. Sonunda bana geleceksin. Ben de cebimdekileri çıkarıp istediklerimi alacağım. Çünkü para sadece bende var!” diyordu. İngiltere Dışişleri’nin “tek tabanca”sı, eski Hindistan Genel Valisi kendine göre haklıydı. Paranın merkezi City of London’dı. Curzon Hindistan’a bakma alışkanlığıyla bakıyordu. Sözü “Paran bile yok!” demekti.

Doğruydu. Moral haklılıkla, Mustafa Kemal’in dehasıyla kavuştuğumuz Cumhuriyetin henüz kendi parası da yoktu, merkez bankası da. Lozan’da (İskender kılıcıyla) devralınan Osmanlı banknotlarının üzerinde henüz padişah tuğrası vardı. Toplam hacmi 158 milyon liradan biraz fazla. Karşılığı (altın) yoktu! Bank-ı Osmani-i Şahane (1863) ise İngiliz-Fransız ortaklığı idi. Bizim değildi.  Bu ilk perde.

İkinci perde 1925’te başlıyor. Cumhuriyet Devrimi kendi merkez bankasını kuracaktır. Kurdurmamak lazım. Eğer kurulacaksa yine dünya sermayesi kurmalı!  Merkez bankası ülkenin finansal bağımsızlığı demektir, temel taşıdır. Ayrıntılara girmeyelim. Sonraki üç dört yıl dünya sermayesinin işbirliği yapacağı yerli  bankacıları bularak (yerli-yabancı ortaklıkla) merkez bankası projeleri yapma vaktidir. Yabancı uzmanlar gelir, raporlar hazırlarlar: Demiryolu yapmayın. Kemer sıkıp “istikrar” sağlayın, ki bizler emin olup size biraz “altın” verelim, birlikte kuralım. Hiç şaşmaz. İçeride siyasetçiler de vardır: “Viserig’den sonra Alman Mösyö gelmiş, gayet dikkatli rapor hazırlamış, hastalığı ve tedavi çarelerini ortaya koymuş. Bu rapor ne oldu efendiler? Masalarda saklanmıştır” (Fethi Bey-Okyar, 1930).

Doğru. İsmet Paşa o raporları okuyup rafa kaldırmıştı. Ekonomi çetin mücadele alanıdır. Cumhuriyetin bakışıyla finans sermayesinin arzuları bağdaşmaz. İsmet Paşa ile Maliye Vekili Şükrü Bey (Saracoğlu) Cumhuriyet Merkez Bankası yasasını hazırladılar. Bankamız 11 Haziran 1930’da 1715 sayılı yasa ile doğar. Paranın minimum altın rezervi  bulunur. Kurucu Heyet 1931 Şubatı’nda, Hissedarlar Genel Kurulu haziranda toplantılarını yapar. idare meclisi ve denetçiler seçilir. Cumhuriyet Merkez Bankası Umum Müdürü (Başkan) olarak Salahattin (Çam) Bey’i seçerler. Tümü “dört dörtlük”’ adamlardır. Ekimin 3’ünde banka çalışmaya başlar.

Cumhuriyet, bağımsızlık mücadelesinin bir defalık olmadığını bilenlerin yönetimidir. Yeni yeni hedeflerle. Finansal alanda üstün kaliteye sahipseniz ve bunu bağımsızlık için geliştirebiliyorsanız, öteki cephelerde de teminatsınız. Kişilik ve onun kalitesi Cumhuriyetin cevheri demektir.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası 

‘MEDENİ DÜNYA’

1938 Martı’nda Salahattin Çam, İdare Meclisi’ne açıklama yapıyor. 1937’nin Martı’nda Başvekil’in (İsmet Paşa) kendisiyle görüştüğünü, bütçe ödenekleri dışında  paraya ihtiyaç doğduğunu, bankanın katkısını sorduğunu, bunun üzerine kendisinin bunun enflasyona yol açacağını açıkladığını, ısrar edilirse görevden çekilebileceğini, bunun üzerine İsmet Paşa’nın teklifinden vazgeçtiğini açıklıyor.  Ve şunu ekliyor: “Yazın İstanbul’da iken, İnönü benimle görüşmek istediklerini duyurdular. Dolmabahçe’ye gittim. Motörle yaptığımız bir tenezzüh (gezinti) sırasında aynı meseleyi açtılar. Önceki görüşümü arz ettim.”

Burada geçen 30 yılda kapitalizmin modalaştırdığı bir “bağımsızlık” meselesi yok. Okuyucu görecektir. Cumhuriyet, bir medeni dünya demektir. Yapmacıksız, kendi kişiliklerimizle kurulup sürdürülebilir. Bağımsızlık, o kalitenin ilişkiler örgüsü içinde doğar. Teknik işler sonra gelir.

Hissediyorum, diyeceksiniz ki Cumhuriyete günümüz vasatlığının kendi “dar kalıpları” içinde bakanlar bunlarla ilgilenmez! Doğrudur. Onları bırakalım. Bu yazıyı gazetecilerin “şeyh”i, sevgili kuzenim Altan Öymen’e, yaklaşan önemli doğum gününe karşılama armağanı olarak yazdım. Kendisini şimdiden kutlayabiliriz.

Bilsay Kuruç / CUMHURİYET







TARİHTE BUGÜN (14 MART)

 


OLAYLAR

1489 - Kıbrıs Krallığı'nın Kraliçesi Catherine CornaroAda'yı Venedik Cumhuriyeti'ne sattı.

1794 - Eli Whitney, pamuk ayrıştırma makinesinin patentini aldı.

1827 - II. Mahmut döneminde, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane kuruldu

  • 1919 - Tıp Bayramı ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'nin kuruluş yıldönümü; Hikmet Boran önderliğinde, tıp camiasının emperyalist güçlerin karşısına resmen çıkışı nedeniyle bugün Tıp Bayramı olarak kutlanmaktadır.
  • 1906 - Fazıl KüçükKıbrıslı Türk politikacı ve gazeteci (ö. 1984) doğdu.
  • 1919 - Yunanların İzmir'e çıkarma planı, İngiltere Başbakanı Lloyd George, Fransa Başbakanı Georges Clemenceau, İtalya Başbakanı Vittorio Emanuele Orlando ve ABD Başkanı Woodrow Wilson tarafından kabul edildi.
  • 1923 - Gençlerbirliği Spor Kulübü Ankara'da kuruldu.
  • 1935 - İstanbul Belediye Meclisi Darülaceze'nin adını Düşkünler Evi olarak değiştirdi.
  • 1939 - Adalet Bakanlığı Arap harfleriyle ders verenlerin cezalandırılmasına ilişkin genelge yayımladı.
  • 1939 - Slovakya Cumhuriyeti ve Karpatlar UkraynasıNazi Almanyasının baskısı altında Çekoslovakya'dan bağımsızlıklarını ilan etti.
  • 1939 - Hatay MeclisiTürk lirası'nı resmi para olarak kabul etti.
  • 1951 - Kore SavaşıBirleşmiş Milletler Kuvvetleri, Seul'ü geri aldı.
  • 1953 - Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Stalin'in ölümü üzerine yerine getirilen Malenkov, görevini 8 gün sonra Kruşçev'e devretti.
  • 1953 - İstanbul Üsküdar'daki Paşakapısı Cezaevi'nde isyan çıktı 300 mahkum Adalet Bakanlığı'nın disiplin kararlarını protesto etti.
  • 1954 - Başbakan Adnan Menderes'in yeğeni Özdemir Evliyazade Demokrat Parti'den açık bir mektupla istifa ederek Cumhuriyet Halk Partisi'ne geçmişti Özdemir Evliyazade, Cumhurbaşkanı Calal Bayar'a sözle hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
  • 1955 - CHP'ye ait malların Hazine'ye geçmesine dair kanun gereği, Ziraat Bankası'nda muhafaza edilen Atatürk'e ait eşyalar, Maliye tarafından devralındı Atatürk'e ait kılıçlar, madalyalar, altın anahtarlar müzeye verilecek.
  • 1956 - Merkezi Zürich'te bulunan Uluslararası Basın Enstitüsü'nün bülteninde, Başbakan Menderes'in Türk basını hakkındaki sözlerine yer verildi: "Sık sık basından bahsediyoruz Ancak Türk basını dört beş kişiden ibarettir Diğerleri ise kağıt ticareti ve tirajlarını arttırmak için muhalefet yaparlar" dedi.
  • 1958 - ABDKüba'daki Batista rejimine ambargo uygulamaya başladı.
  • 1964 - Birleşmiş Milletler Güvenlik KonseyiBarış Gücü'nün Kıbrıs'a gitmesini kararlaştırdı.
  • 1969 - Tiyatro sanatçısı Ayberk Çölok komünizmi övdüğü iddiasıyla tutuklandı.
  • 1969 - Şaki Hamido saklandığı bir tavuk kümesinde yakalandı.
  • 1969 - Birlik Partisi Genel Başkanı Hüseyin Balan,16 Şubat'ta İstanbul Taksim'de yaşanan Kanlı Pazar olayları nedeniyle İçişleri Bakanı Faruk Sükan hakkında Meclis'e bir gensoru önergesi verdi Ancak önerge, Adalet Parti'lilerin oylarıyla reddedildi Muhalefet sözcüleri Kanlı Pazar'ı hükümetin düzenlediğini ileri sürdüler İçişleri Faruk Sükan kendini savunarak "Biz hesabımızı burada da veririz, mahkemeyi kübrada da" dedi.
  • 1974 - Ankara Cumhuriyet Savcılığı,Türkiye Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği'nin (Töb-Der) kapatılması için dava açtı.
  • 1975 - Keşan'da askerlik yapan Fatih Laçingil, bölüğe yeni katılan Şaban Dereli'yi parasını gasbedip öldürdü. 12 Eylül döneminde idam edildi.
  • 1980 - ABD Hava Kuvvetleri'ne ait C-130 tipi askeri nakliye uçağıİncirlik Hava Üssü'ne iniş yaparken düştü. 18 ABD askeri öldü.
  • 1981 - Başbakan Bülent Ulusu yaptığı basın toplantısında altı ayda 6223 kişinin gözaltına alındığını,16888 kişinin hüküm giydiğini bildirdi "Amacımız herkesin evinde huzur içinde oturabileceği, rahatça işyerinde çalışabileceği bir güven ortamını tam olarak sağlamaktır" dedi.
  • 1983 - Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin kurulmasını öngören yasa tasarısı, Danışma Meclisi'nde kabul edildi. Tasarıya göre 8 ilde DGM kurulacak.
  • 1984 - Askeri Yargıtay yayımcı İlhan Erdost'un Mamak Askeri Cezaevi'nde dövülerek öldürülmesi ile ilgili davada hapis cezasına çarptırılan Şükrü Bağ hakkındaki mahkumiyet kararını bozdu.
  • 1984 - İstanbul'da Bilsak Tiyatro Atölyesi kuruldu.
  • 1984 - 120 TİP'li hakkında İstanbul Sıkıyönetim Savcılığı tarafından dava açıldı.
  • 1988 - İslami İlimler Araştırma Vakfı'nın düzenlediği seminerde İslam devletinde tekelciliğin yasal olduğu, sendikanın, grevin, lokavtın ve toplu sözleşmenin yerinin olmadığı, emekli maaşının da haram olduğu ileri sürüldü.
  • 1988 - Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir araştırmada Türkiye'de her 32 kişiden birinin devlet tarafından fişlenmiş olduğu belirtildi MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nün fişlediği kişilerin 1,7 milyona ulaştığı bildirildi.
  • 1988 - DGM Savcısı Nusret Demiral tarafından hazırlanan iddianamede Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) yöneticileri Nabi Yağcı(Haydar Kutlu) ve Nihat Sargın'ın 66'şar yıl hapse mahkum edilmeleri istendi.
  • 1993 - Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, "Laiklik bir din değildir Bu düşünce yanlıştır Laiklik din ve vicdan hürriyetine saygıdır." dedi Diyanet İşleri Başkanı Yılmaz Kuran'ın yeniden tefsir edilmesini istedi ve İlmihal kitabı ile İslam tarihinin de yeniden yazılmasından yana olduğunu belirtti Cumhurbaşkanı Turgut Özal'dan Diyanet İşleri Başkanı Yılmaz'a destek geldi Özal, "Çağa ayak uydurmak için değişimin şart olduğunu "Aksi halde Osmanlının düştüğü yanlışlık tekrarlanır Dini konulara yeni anlayış getirmek lazım Bu konuda korkmadan çalışmak gerekir" dedi.
  • 1995 - İstanbul Gazi mahallesindeki olayları protesto için Ankara'da düzenlenln yürüyüşte polisle göstericiler arasında çatışma çıktı, 36 kişi yaralandı.
  • 1998 - İran'da Richter ölçeğine göre 6,9 büyüklüğünde deprem oldu.
  • 1998 - YÖK, başörtüsü takmanın ve taktırmanın suç olduğunu açıkladı.
  • 2000 - Greenpeace, yıllardır çevre kirliliği konusunda mücadele ettiği uluslararası kuruluşlardan Shell petrol şirketine ortak oldu.
  • 2000 - Naim Süleymanoğlu, Ankara'da devam ettiği idmanlarda koparmada 145 kg kaldırarak dünya rekoru kırdı.
  • 2008 - Emek Platformu'nun Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısına karşı Türkiye genelinde işyerlerinde gerçekleştireceği 2 saatlik iş bırakma eylemi saat 10:00 - 12:00 arasında gerçekleştirildi. Aralarında Türk-İş, Hak-İş, DİSK, KESK, Türkiye Kamu-Sen, Memur-Sen, BASK, TMMOB ve Türk Tabipleri Birliği'nin de bulunduğu 17 konfederasyon, sendika ve sivil toplum örgütünden oluşan Emek Platformu öncülüğündeki eylem, hastaneler, demiryolları ve okullarda etkili oldu.
  • 2003 - Türkiye'nin 59'uncu HükümetiSiirt Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan Başkanlığında kuruldu.
  • 2008 - Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman YalçınkayaAdalet ve Kalkınma Partisi'nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi'nde dava açtı.
  • 2011 - Sanatçı İbrahim Tatlıses İstanbul'da silahlı uğradığı silahlı saldırıda ağır yaralandı.




ÖLÜMLER

  • 1883 - Karl Marx, Alman filozof ve ekonomist (d. 1818)
  • 1932 - George Eastman, Amerikalı mucit. (DY-1854)
  • 1938 - Aleksey Rıkov, Bolşevik devrimci (d. 1881)
  • 1946 - Werner von Blomberg, Nazi Almanyası'nın Savunma Bakanı d. 1878)
  • 1955 - Şamran Hanım, Türk besteci ve kanto sanatçısı (d. 1870)
  • 1959 - Faik Ahmet Barutçu, Türk siyasetçi (d. 1894) Siyasetçi Faik Ahmet Barutçu Ankara'da İstanbul'da Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra Trabzon'a döndü İstikbal gazetesini çıkardı Zaman zaman Mustafa Kemal Paşa'yı bile eleştirmekten çekinmeyen, ama bütünüyle Kurtuluş Savaşı'nın yanında yer alan İstikbal1922'ye kadar Anadolu basınının önde gelen yayını oldu Faik Ahmet Barutçu1 ve 2 Hasan Saka hükümetlerinde devlet bakanlığı ve başbakan yardımcılığı yaptı Uzlaştırıcı, hoşgörülü ve muhalefete saygılı bir siyaset adamıydı Daima demokrasi ve basın özgürlüğünü savundu
  • 1968 - Josef Harpe, I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı sırasında Alman Generaloberst (d. 1887)

                            

Kaynaklar: Vikipedi, https://www.tarihtebugun.gen.tr/ , https://www.tarihtebugun.org/

13 Mart 2022 Pazar

KISA KISA GÜNDEM (13 MART 2022)

  


1- Sigaraya 2 lira zam(BİRGÜN)

Ülke gündeminden düşmeyen zamlara bir yenisi eklendi. Sigarada Philip Morris grubuna 2 TL zam geldi. Philip Morris grubu, 1 ay aradan sonra sigaralarına 2 lira zam yaptı. Son zamlarla birlikte en ucuz sigara fiyatı 23,5 liraya yükseldi.Sigara firmaları en son geçtiğimiz ocak ayında zam yapmıştı. Bayilerin sosyal medyada paylaştığı listeye göre ilk zam Philip Morris grubu sigaralara geldi.Sigara zammı bugünden (13 Mart 2022) tarihinden itibaren geçerli olacak. Diğer sigara gruplarının da hafta içinde zam yapacağı belirtildi.






2-Limak, AOÇ’ta zehir saçacak(İsmail Arı-Birgün)

Limak, Ankara Orman Çiftliği’ndeki Ankara Çimento Fabrikası’nı yıkmaya hazırlanıyor. Fabrikadaki asbest tehlikesine dikkat çeken Asbest Söküm Uzmanları Derneği Başkanı Ensari, “Asbest katil tozdur ve öldürür” dedi.(https://www.birgun.net/haber/limak-aoc-ta-zehir-sacacak-380309)


3- Mutfakta yangın var(Hüseyin Şimşek-Birgün)

İktidarın sebep olduğu ekonomik yıkım, mutfağı da yaktı. Mutfak tüpünün aile bütçesine yükü yılda 5 bin 400 TL’yi aştı. Muhalefet, enerjide ÖTV’nin kaldırılmasının artık bir zorunluluk olduğunu ifade etti. CHP Enerji Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Akın, vatandaşların hayat pahalılığından tencereyi dolduramamasının yanı sıra mutfak tüpüne gelen fahiş zamların ardından artık tencereyi kaynatmanın bile zorlaştığına işaret etti. Enerji maliyetlerinin aile bütçesine yükünü inceleyen Akın, “Bir yıl önce 122 lira olan mutfak tüpünün fiyatı 300 lirayı geçti. Mutfak tüpünün fiyatları ocak söndürür. Vatandaş artık tenceresini kaynatamıyor. Pek çok vatandaşımızın kullandığı mutfak tüpü, temel bir ihtiyaç olmasına rağmen mutfak tüpünden özel tüketim vergisi alınıyor. Tüpten alınan ÖTV kaldırılmalı, KDV oranı da derhal düşürülmeli” değerlendirmesinde bulundu.(https://www.birgun.net/haber/mutfakta-yangin-var-380324)

4-Gazi Katliamı’nın üstü örtülemez(BİRGÜN)

Gazi ve Ümraniye katliamlarının 27’nci yılında bir araya gelen Gazi halkı, gerçek sorumluların yargılanmadığını, katliamın üstünün örtüldüğünü ifade ederek, “Katliamlar insanlığa karşı suçtur, zamanaşımı söz konusu edilemez” dedi.  “Bundan tam 27 yıl önce 12 Mart 1995'te şoför Mesut Efe'nin ticari taksisini gasp edip, boğazını kesen ve sonrada iz kalmasın diye aracını yakan katiller mahallemizde 3 kahvehaneyi ve 1 pastaneyi kurşun yağmuruna tuttular, Doğu Kahvehanesi’nde oturan Halil Dede hayatını kaybederken 5'i ağır 25 kişi yaralanmıştır. Eli kanlı katillerin amacı halkı birbirine kırdırmak suretiyle Alevi-Sünni çatışması yaratmaktı. Ama Gazi Halkı provokasyonu yapanı da, yaptıranı da, nedenini de biliyordu. Amaç Gazi'de devrimci muhalefeti sindirmek ve tüm devrimci, demokrat halka gözdağı vermekti. Katillerin yakalanması ve cezalandırılmasını isteyen Gazi halkına, bu kez de, halkın can ve malını korumakla görevli olması gereken devlet güçleri tarafından, dünya basınının gözü önünde, hedef gözetilerek otomatik silahlarla ateş edilmiş, bulunduğumuz ve karanfillerimizi bıraktığımız bu yerde onlarca kişinin ölümüne yüzlerce kişinin yaralanmasına neden olunmuştur. Gazi Halkı'nın zalime ve zulme direnişi, sokağa çıkma yasağına, katliamlara, devletin polisinin sergilediği vahşet görüntülerine, 18 şehit, yüzlerce yaralıya rağmen 3 gün boyunca sürmüştür. Ümraniye'de Gazi halkına destek vermek, katliamı protesto etmek isteyen kitleye, bir okulda pusuya yatmış katiller tarafından ateş edilerek 4 canımız katledilmiştir.”

5-Göcek Tüneli'nde vicdanları sızlatan olay! CHP'li Süleyman Girgin: Cenaze aracı nakit para olmadığı için tünelden geçirilmedi (Cumhuriyet)

CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin, Dalaman'da yaşayan bir ailenin Antalya’dan gelen cenazesinin, cenaze aracı şoförünün üzerinde nakit olmadığı gerekçesiyle Göcek Tüneli’nden geçirilmediğini söyledi.
(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/gocek-tunelinde-vicdanlari-sizlatan-olay-chpli-suleyman-girgin-cenaze-araci-nakit-para-olmadigi-icin-tunelden-1915530)

6- CHP'li eski meclis üyesi 'Erdoğan'a hakaret'ten gözaltında: 'Reform bu mu oluyor?' (Cumhuriyet)

CHP İl Başkan Yardımcısı Mehmet Nazım Gençtürk, sosyal medya hesbaı üzerinden yaptığı açıklamada “İbrahim Güçlü gözaltında... Önceki dönem İzmit Belediye Meclis Üyemiz,  bugün cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla torunun doğumgünü kutlaması hazırlıklarını yaparken evinde gözaltına alındı. Nöbetçi(!) savcı, daha ifadesi bile alınmadan hükmü verdi ve 'mevcutlu' olarak  'ertesi gün' savcılık ifadesine götürülmek üzere nezarete konuldu. Yıllarca kamuda çalışmış, belediye meclis üyeliği yapmış, muhtarlık yapmış, sosyal çevresince ve kent kamuoyunca bilinen, 30 yıldır aynı adreste oturan, çağırılsa pek tabii olarak herkesten önce gidip ifadesini verecek, 62 yaşında adam bu gece nezarette.." dedi. ("GECE NEZARETTE TUT ERTESİ GÜN SEVK ET") AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın adli yıl açılış töreninde yaptığı konuşmada "Sırf ifade almak için evden gece yarısı gözaltı işlemlerine son verdik!" dediğini hatırlatan Gençtürk, "Gündüz gözaltına aldığın adamı, adliyede nöbetçi savcı-hakim olmasına karşın gece nezarette tutup ertesi gün sevk edince adalet reformu sağlanmış mı oluyor? Bu arada, tüm hukukçuluğumla söylüyorum ki; paylaşımda ne cumhurbaşkanı var, ne hakaret var, ne  de küçük düşürme var; sadece kraldan çok kralcılık var, yaratılmaya çalışılan bir korku toplumu var... ifadelerini kullandı.

7-Sinop Nükleer Güç Santrali'nde bir garip ÇED hikayesi: 'ÇED dediler, çöp çıktı'(Cumhuriyet)

Samsun 2. ve 3. İdare Mahkemeleri tarafından atanan 15 kişilik bilim insanının olumsuz görüş bildirdiği ve uğruna izinsiz 480 bin ağacın kesilmiş olduğu; AKP tarafından Sinop’ta kurulması planlanan Nükleer Güç Santrali'ne (NGS) ilişkin dava 28 Mart'ta görülecek. Cumhuriyet’e konuşan Sinop Belediye Başkanı Barış Ayhan "ÇED dediler, çıka çıka çöp çıktı" dedi.
(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/sinop-nukleer-guc-santralinde-bir-garip-ced-hikayesi-ced-dediler-cop-cikti-1915528)

8- AKP’li Kocaeli Büyükşehir Belediyesi ile vakıf arasındaki protokol tartışma yarattı(Cumhuriyet)

Nur cemaatine yakınlığı ile bilinen Hayrat Vakfı’nın yardım derneği olan Hayrat İnsani Yardım Derneği ile Kocaeli Büyükşehir Belediyesi arasındaki protokol süresi 5 yıl olarak belirlendi. 
Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Büyükakın ise "vakfın sadece Kuran basıp dağıttıklarını" belirterek şöyle konuştu:“Sivil alana dair böyle bakmamanızda fayda var. Hepsi böyle değil. Sadece bunu yapıyorlar. Kuran basıyorlar. Geçen gün Afrika’ya Yaşar Bey de gitti onlarla birlikte. Bu adamlar gelip Kuran bastırıp Afrika’daki çocuklara götürüyor. Afrika’daki çocuklar tahtalara yazarak Kuran öğreniyor, ezberliyorlar. Bu adamlar da orada Kuran dağıtıyor. Bir şey yapmıyorlar başka. Bir adamın kitabını dağıtmıyor, bir şey yapmıyor. Bu yapı, bu adamlar sadece Kuran basıyorlar. Buna baktık.”(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/akpli-kocaeli-buyuksehir-belediyesi-ile-vakif-arasindaki-protokol-tartisma-yaratti-1915532)

9- İstanbul Havalimanı'nda ele geçirildi: Halı ile tekstil ürünlerine emdirilmiş uyuşturucu(Cumhuriyet)

İstanbul Havalimanı'nda 3 ayrı kargo paketinde yapılan aramada, halıya ve tekstil ürünlerine emdirilmiş uyuşturucu madde ile 220 bin adet uyuşturucu hap ele geçirildi. 
İstanbul Havalimanı Gümrük Muhafaza Kaçakçılık ve İstihbarat Müdürlüğü Narkotim ekiplerince yapılan risk analizinde Avustralya, Suudi Arabistan ve Kanada'ya gönderilen 3 kargo gönderisi 'şüpheli' bulununca, narkotik dedektör köpeklerle kontrol edildi. Avustralya'ya gönderilmek istenen halıya dedektör köpeklerin yoğun tepki vermeleri ile paket açıldı. Halının bir yüzünün kaplanmış olduğu görüldü. Uyuşturucunun halıya emdirilmiş olabileceği düşünülerek örnek alındı. Test kitiyle yapılan analizde halıda uyuşturucu madde çıktı.
(UYUŞTURUCU HAPLAR RULOLARDAN ÇIKTI) Daha sonra içinde kıyafet olduğu söylenen ve Kanada'ya gönderilmek istenen bir paket kontrol edildi. Yine dedektör köpeğin tepki vermesiyle açılan pakette; içinde kazak, mont, pantolon gibi kıyafetlerin astarına dikilmiş vaziyette kumaş parçaları bulundu. Kumaştan alınan parçanın test kiti analizinde uyuşturucu ele geçirildi.Son olarak Suudi Arabistan'a gönderilen ve yapı malzemesi olduğu belirtilen paketler, kontrol edildi. Dedektör köpeklerin yoğun tepki verdiği paket açıldığında 36 adet rulo şeklinde yapı malzemesi görüldü. Rulolar açıldığında malzemenin içine poşetlerle uyuşturucu hap gizlendiği tespit edildi. Detaylı arama sonucunda 220 bin adet uyuşturucu hap ele geçirildi.

10-Şahsım ekonomisi yurttaşı vurdu: Kur korumalı mevduat batağı(Mustafa Çakır-Cumhuriyet)

“Faiz sebep, enflasyon sonuç” diyerek ekonomiyi yönetmeye kalkan iktidarın Türk Lirası’nın değer kaybını frenleyebilmek için duyurduğu kur korumalı mevduatın faturası ağır olacak. 540 milyar TL’yi aşan kur korumalı mevduat sisteminin ilk sonuçları bu ayın sonunda görülecek. 
KKM’lere bankalar yüzde 14-17 arası faiz verdi. Bu hesapların faizi vade sonunda, döviz kurundaki artışın altında kalırsa aradaki farkı TL’den KKM’ye geçenlerde Hazine, dövizden geçenlerde ise Merkez Bankası ödeyecek. Vade sonunda hesabın faizli bakiyesi ile vade başlangıç ve vade bitiş tarihindeki kur farkı kıyaslanacak. Daha yüksek olan tutar hesaba aktarılacak. Örneğin 24 Aralık 2021’de açılan bir hesabın vadesi 25 Mart’ta doluyor. 24 Aralık’ta dolar kuru seviyesi Merkez Bankası’nca 11.67 olarak belirlenmişti. 100 bin lirası olan bir kişi 24 Aralık’ta yüzde 17 faiz ile 92 gün vadeli hesap açtırdığında dönem sonunda elde edeceği faiz geliri, 4 bin 285 lira olacaktı. 100 bin liranın 24 Aralık’ta dolar karşılığı 8 bin 569 dolardı. Dün sabah saatlerinde dolar 14.77 TL’ydi. Eğer vade sonunda da dolar bu seviyede olursa, bu kişinin kur getirisi 26 bin 564 lira olacak. KKM’lerle ilgili yasal düzenlemeye göre aradaki 22 bin 279 lira farkı Hazine karşılayacak. Bu kapsamda kamu bankaları da yaptıkları örnek hesaplamalarla yurttaşları bilgilendiriyor. Örneğin yüzde 14 faiz uygulanan, 92 gün vadeli 1 milyon liralık KKM üzerinden yapılan hesaba göre, başlangıçta 12.5 lira olan dolar kuru vade sonunda 13.50 lira olursa müşterinin TL faiz getirisi 35 bin 288 lira, buna karşın kur getirisi 80 bin lira olacak. Bu durumda mudiye 1 milyon 80 bin lira ödenirken, farkı yine Hazine karşılayacak. 



Emperyalizmin hegemonya savaşları - Zülal Kalkandelen / Cumhuriyet

 

İngiltere Prensi William,  Londra’daki Ukrayna Kültür Merkezi’ni ziyaret ederek gazetecilere beyanat vermiş:

“Herkes gördüklerinden dehşete düşmüş durumda. Her gün akıl sır ermeyecek haberler geliyor. Bunu Avrupa’da görmek bizim kuşağımıza yabancı. Hepimiz arkanızdayız. Sizi düşünüyoruz. Kendimizi çok işe yaramaz hissediyoruz.”

Ziyareti izleyen deneyimli kraliyet muhabiri Richard Palmer, bu konuşmayı haberleştirirken Prens William’ın “Savaşı Afrika ve Asya’da görmek normal ama Avrupa’da değil” dediğini de belirterek aktarınca, adeta kıyamet koptu. Prens “ırkçılık” eleştirisiyle karşılaşınca Palmer, yaklaşık 15 saat sonra, “Ortamda kaos olunca konuşmaları net duyamadığını” söyleyerek özür diledi...

Birçok kişi bu açıklamaya inanmadı. Çünkü Palmer, Birleşik Krallık ve İrlanda’nın ulusal haber ajansı PA Media adına ziyareti izleyip medya havuzuna haber geçmekle görevli tek gazeteci olarak orada bulunuyormuş ve ajansa ilettiği orijinal haber metninde şu ifade var: 

Prens, İngilizlerin Afrika ve Asya’da çatışma görmeye alışkın olduğunu söyledi. ‘Bunu Avrupa’da görmek bize yabancı’ dedi.

Bunun üzerine ITV Televizyonu’nun kraliyet haberleri prodüktörü Lizzie Robinson, Prens’in ziyaret sırasındaki konuşmasını içeren kısa bir video paylaştı. Konuşmada Afrika ve Asya adı geçmiyordu ama videonun kesilip biçilmediğini nereden bileceksiniz... Sonuçta yayımlanan orijinal video değil, görüntü kalitesi epeyce bozulmuş kısa bir videoydu.

Olayın bu kısmı, Saray ya da iktidar mensupları hakkındaki haberlerin basın özgürlüğünün olduğu sanılan ülkelerde de nasıl manipüle edilebileceğine, gerçeğe ulaşmanın nasıl engellenebileceğine dair bir fikir veriyor. 

NEREDE OLURSA OLSUN SAVAŞA ALIŞMAYIN!

Prens William’ın konuşmasında Afrika ve Asya belirtildiği şekilde yer aldıysa, bu ırkçı bir ifade ama onları çıkarsanız bile, sözleri yine de kibirli ve cahilce... Afrika ve Asya’yı yüzyıllardır sömüren İngiliz emperyalizminin kraliyet temsilcisinden beklenebilecek bir açıklama.

Amerika ile el ele vererek, Afrika ve Asya’da düşmanlıkları kışkırtıp insanların birbirini öldürmesini izleyen Avrupa için adeta bir itiraf gibi. Tipik beyaz üstünlükçü sömürgeci ideolojinin itirafı...

İngiltere Prensi, içine doğduğu ayrıcalıklı ülkesinde, kendisine doğduğu andan itibaren empoze edilen sözde “uygarlık” iddialarını benimsemiş, vârisi olduğu tahtın sözcülüğünü yapıyor. Sanki Balkanlar’da, Yugoslavya’da, Kosova’da, Gürcistan’da kıyımlar hiç olmamış, sanki Bosna Savaşı’nda Sırplar Boşnakları katletmemiş gibi konuşuyor. 

Afrika, Ortadoğu, Latin Amerika ve Asya’da “Böl ve Yönet” politikası ile her yeri kana bulayan emperyalistlerin, savaşın korkunçluğunu ancak kendi yanı başlarına gelince fark etmesi ve dünyanın her yerine silah satmayı sürdürmesi, insanın midesini bulandırıyor.

HEM ‘BARIŞ ELÇİSİ’ HEM DE SİLAH TÜCCARI

Somali ve Nijerya’daki savaşlar, Ruanda’daki soykırım, Etiyopya-Eritre Savaşı, II. Kongo Savaşı, Yemen, Suriye, Afganistan ve Irak’taki savaşlar... Anlaşılıyor ki bunları görmeye alışmış, bu bölgelere karşı duyarsızlaşmışlar. 

Niye dersiniz? 

Bu ülkelerin semalarında uçan jetler ve çatışmalarda kullanılan silahlar, dünya barışını sağlama iddiasındaki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi ülkelerine (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin) ait şirketler tarafından tedarik edildiği için olmasın?

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) yayımladığı 2021 Uluslararası Güvenlik Raporu’nda, küresel ihracattaki paylarına göre 2020’de en fazla silah ihraç eden beş ülke ABD (yüzde 37), Rusya (yüzde 20), Fransa (yüzde 8.2), Almanya (yüzde 5.5) ve Çin (yüzde 5.2) olarak sıralanıyor.

Şu cümlenin altını çiziyorum: 

Küresel barışın sağlanmasından sorumlu olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi, aynı zamanda dünyadaki silah ticaretini elinde bulunduran ilk beş ülkedir. 

Emperyalizmin hegemonya savaşları tüm zalimliği ile devam ediyor. 

Zülal Kalkandelen / Cumhuriyet