25 Nisan 2022 Pazartesi

Köy Enstitülerinin gücü - Bilsay Kuruç / Cumhuriyet

Toplumların değişik “tarih zamanlar” içindeki mücadeleleri demokratik devrimi öğretebilir. Mustafa Kemal, Mudanya Mütarekesi ile “sivil siyaset yolu”nu açtı. Lozan’dan geçerek toplumu Cumhuriyete ulaştırdı. 20. yüzyıla ayak basıldı. Büyük bir demokratik devrimdi; geri kalmışlığın katılaşmış kalın kabuğunu kıracaktı.

Cumhuriyet, 13 milyonluk basit köylüler ülkesinde kuruldu. Sadece basit tarım yapabilen, “kerpicinin içinde” yaşayan köylüler. Mustafa Kemal’in ilk sözü: “Müstahsil (üretici) köylü efendimizdir!”. İşin özünü söylüyor: Köylüyü “kerpicinden” çıkararak çiftçi yapabilmek. Köy, toprak, tarımın iç içe bir bütün olduğunu bilerek ilerleyebilmek.

Köylüler (büyük kitle) güçsüzdür. Gücün sahipleri büyük topraklılar, eşraf, tüccardır. Ekonomide, siyasette büyük farkla öndedirler, müttefiktirler. Cumhuriyet 1924’te Köy Kanunu’nu çıkarıyor, köy konuşsun istiyor. Ancak, duyulan ses, büyük topraklıların, zengin çiftçininkidir. Osmanlı’dan devralınan (onun Bizans’tan aldığı) prekapitalist rejimde ortakçı, yarıcı, maraba, toprak işçisi vardır. Sessizdirler.  

Cumhuriyet, 1927 ve 1929’un yasaları ile toprak dağıtma adımı atar. “Müttefikler” tepkilidir. 1932’de “eşitlikçi” bir kooperatif modeli getirince (Afyon üreticileri) eski İttihatçı, şimdi CHP’li büyük topraklıların sözcüsü Halil Menteşe, Cumhuriyet yönetimine çıkışır: “Kolektivizasyona gidiyorsunuz!”

1936’ya kadar ilerleme olamadı. Fakat yeni köy düzeni arayışı başladı. Toprak ve tarım davası ile iç içe. Atatürk 1936 ve 1937’de TBMM’de, “Toprak Kanunu’nun bir neticeye varmasını yüksek desteğinizden beklerim. Her çiftçi ailesinin geçinebileceği, çalışabileceği toprağa sahip olması…” diyecek. Ve İnönü, 1936 sonunda vurguları yapar: “Toprak işleyenin!”, “Bin kombina kuracağız.” Ve dağıtılacak toprakları kamulaştırabilmek için anayasa önerisi getirir (1937, 74. Md.). “Müttefikler” direnirler; “yüksek destekleri” söz konusu değildir.

(Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç, bir öğrenciyle)


KILAVUZ

Köye “kılavuz”la girilecektir. 1937’de Saffet Arıkan’ın getirdiği Köy Eğitmeni öncüdür. Büyük adım ise 17 Nisan 1940’tır: Köy Enstitüleri. Kılavuz, Enstitü öğretmenidir. Çizgi, kişinin köylülüğünü yadsımaksızın üretimin özgürleştirici damarını kavraması, geliştirmesidir. Ve insanlığın ortak değerlerini özümsemesidir. Bu büyük iddiadır. Köylü kendi potansiyelini keşfederek toplumu dönüştürme iradesine erişecektir. İddianın sahibi üç kişidir: İnönü, Bakan Hasan Âli Yücel ve Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç. Tonguç, tasarımcı, mimar, başöğretmen, usta, hatta işçidir. Müstesna bir belgecidir. Oğlu Dr. Engin Tonguç, onun günlüklerini, belgelerini kitaplaştırdı: Bir Eğitim Devrimcisi İsmail Hakkı Tonguç, 1997. Bu kitapla sadece Köy Enstitülerini değil, yalın gerçekleriyle 1940’ların Türkiye dramını tüm boyutlarıyla kavrayabiliriz. (Dikkat, 1940’lar her çeşit efsane ve menkıbe yaratma alışkanlıklarıyla, ürünleriyle perdelenmiş bir dönemdir.) 

İlk adımda 14 Enstitü kuruldu. Hedef 22 oldu. Enstitülerde eğitim üzerine yazılanlara değinmiyorum. Bilinenler yeterlidir. Tonguç’un gözünden izleyebilirsek, Cumhuriyetin erişmek istediği, demokratik devrim dediğimiz aşamaları tanımlayabiliriz. Yok, Cumhuriyetin “iç mücadelesi”nde somutlaşan demokratik devrim aşamalarını görmezlikten gelirsek, olup bitenlerin anlatımı sıradanlaşır, tek tük şeyler halini alır.  

1942’yi anlayabilmeliyiz. Enstitü hareketi mesafe almıştır. Fark edilmeyen bir güç yaratmıştır. Gücü büyütme zamanı gelmiştir. 19 Haziran’da 4274 sayılı “Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Yasası” geliyor. (80. yılındayız) Bu, Cumhuriyetin köye egemen olabilmesinden, büyük bir tarihsel atılımdan önceki fotoğraf gibidir. Yasa ile okul, köyün merkezi olmaktadır. “Kılavuz” köy halkını yetiştirecek, sorunlarını çözebilecektir. Kooperatifleri kurabiliyor. Çalışan köylü için, antikçağdan beri dünyasında olmayan şey, ödüllendirme geliyor. Yurttaşlığa büyük adım. “Müttefikler” bunların ne demek olacağını anlamışlar mı? Hem de nasıl!  Prekapitalist dokunun sürdürülmesi onlar için “hayat memat”tır. Savaşacaklardır.

DEVRİMİN İKİNCİ AYAĞI

1940 Yasası’na iki kişi “Evet” oyu vermişti; 150 kişi oy kullanmamıştı. Bu “Hayır” demekti. 1942’de 252 kişi “evet” oyu verdi; 177 kişi “yok”tu. Görüşmelerde kıyasıya direnmişlerdi. (Ayrıntıları, özellikle hangi maddelerde direndiklerini okuyunuz. Öğrenmek lazım.) Artık Enstitüyü kapsayan fakat aşan büyük bir adımla mücadele alanına giriyoruz. Gerçekte, sınıfsal muharebe alanına. 20 Temmuz’da İnönü, Tonguç’u alarak Enstitü ve köy “seferleri”ne başlıyor: Eskişehir, Sivrihisar, Mahmudiye, Hamidiye, Konya, Karapınar, İvriz, Ereğli, Bor, Aksaray, Koçhisar ve Ankara Gölbaşı. (Kitaptaki bilgiler aydınlatıcıdır.)

Gölbaşı’nda İnönü’yü karşılayan CHP’nin yeni Genel Sekreteri Memduh Şevket Esendal, Tonguç’u arabasına aldı. “Ne gezdirip duruyorsun bunu köy köy. Yarın bizim söylediklerimize, raporlarımıza inanmayacak!” dedi. “Bu” İnönü’ydü! Tonguç, partideki güç yapısının uzaktan göründüğü gibi olmadığını, mücadelede İnönü’nün karşısındaki gücün mertebesini artık en iyi kavrayan kişiydi. Birlikte yaptıkları “seferler”de İnönü’nün kurgusunu kavrıyordu. Bir kurmaylık. Garp Cephesi Komutanı kimliğiyle kurgulamış gibi: Yüzyıllardan gelen prekapitalist dokuyu ancak bir tür “harekât”la çökertebilirsin. Barış yıllarında yapılamadı. Şimdi, uygun zaman ayağına geldi: 2. Dünya Savaşı. Ülkenin, Cumhuriyetin en büyük tehlike ile karşı karşıya geldiği zaman. Ama içinde bir fırsat taşıyor: Eğer ülkeyi büyük savaş kıyametinin dışında tutabilirsem, içeride tarihin (bir paradoksla) ikram ettiği bu altın fırsatı kaçırmamalıyım! Ve hemen, (Alman kuvvetleri Fransa’yı almaya giderken) 1940’ın nisanında başlamalıyım. Gecikmemeliyim. Demokratik devrimin 1940’lardaki ilk ayağı olan Enstitü, 1942’de, İnönü’nün savaş yıllarının yokluklarında azalmayıp artan desteğiyle “ileri cephe”sini kurdu. (Ekmek karneyle, inşaat çivisi bile bulunmuyor!)

Devamı geliyor. Temmuzda Başbakan Refik Saydam ölür. Yerine Şükrü Saracoğlu geçer. Tarım Bakanlığı’na Şevket Raşit Hatipoğlu gelir. Cumhuriyetin en kayda değer Tarım Bakanı. O da Tonguç gibi, Almanya’da (ve Fransa’da) okumuş, doktora yapmış, Anadolu’yu karış karış gezmiştir. Köylüyü tanımış, toprak ve tarım davasını dert edinmiştir. 20 Ağustos’ta İnönü’nün Tonguç’la başlayan “sefer”inde o da vardır. Kayseri, Sarımsaklı, Pazarören, Bünyan, Sivas, Yıldızeli, Tokat, Turhal, Ladik, Samsun ve dönüş. Dönüşte, trende Tonguç’u ve Hatipoğlu’nu toplantıya çağırıyor. Yollarda, köylerde onlarla daha önce konuştuklarını “harekât” hedefi olarak söylüyor: Enstitü sayısı 60’a çıkarılmalı ve 200 bin tarımcı (çiftçi) yetiştirme hazırlığı yapılmalı! Tonguç, İnönü’yü özel merakla izliyor. Büyük toprak sahiplerine, topraksız köylülerin durumuna tepkisini not ediyor. Ve demokratik devrimin “ikinci ayağı”nı (“ikinci cephe” de diyebiliriz) keşfediyor: Toprak davası gelecektir. Garp Cephesi Komutanı sanki bir “kıskaç harekâtı” tasarlamıştır: Kıskacın bir ayağında Köy Öğretmeni’nin Enstitüsü, öbür ayağında Atatürk’ün özlemi olan “müstahsil köylü”, yani, topraklandırılarak doğacak olan çiftçi (iki yüz bin tarımcı).

‘BİRKAÇ TÜMENİM OLSA’

Mücadelenin siyasal söylemi, duyurusu kasım başında İnönü’nün TBMM konuşmasıdır: “…Cumhuriyet hükümetlerinin sarf ettikleri gayretlere iki seneden beri cemiyetimiz tarafından hiç yardım edilmemiştir... Bulanık zamanı bir daha ele geçmez fırsat sayan eski batakçı çiftlik ağası ve elinden gelse teneffüs ettiğimiz (soluduğumuz) havayı ticaret metaı (nesnesi) yapmaya yeltenen gözü doymaz vurguncu tüccar ve bütün bu sıkıntıları politika ihtirasları için büyük fırsat sanan ve hangi yabancı milletin hesabına çalıştığı belli olmayan birkaç politikacı büyük bir milletin bütün hayatına küstah bir surette kundak koymaya çalışmaktadırlar.” Sınıfsal “blok” tablosu berrak değil mi?

1943’ün “seferleri” nisanda başlayacak. Savaştepe, Kızılçullu, Gönen, Aksu. Sonra, eylülde Erzurum, Pulur, Kars, Cılavuz, Trabzon. Ve Beşikdüzü’nde Enstitü öğrencileri motorla açılmış, türkü söyleyip ağ çekiyorlardı. İnönü, Tonguç’la yan yana oturarak bir motora biniyor, giderken kolunu sıkıyor, acıtarak. Şöyle diyor: “Elimde bunlar gibi gençlerden birkaç tümen olsaydı, Türkiye’nin yazgısını değiştirirdim!” Askeri terim kullanıyor: “Birkaç tümen.” Demek ki 50 bin kişi bile yok! Esendal’ı bilmez mi? Yanı başında. Çoğunluk o tarafta ve eldeki malzeme bu. Bir demokratik devrim hamlesi, ortaçağ yapılarının tasfiyesi için bir “minimum güç” istiyor. Çünkü ortaçağ ile hesaplaşma büyük olacaktır. Ve öyle oldu.

Daha önce Tonguç, “60 Enstitü, 200 bin çiftçi” hedefi için kapsamlı bir çalışma yapmıştı. Bakan Yücel’le de uzun uzun görüştüler. Proje, takatlerinin çok üzerindeydi. Ne devlet yapısındakiler ne de parti destek olurdu. Gerçek bu idi. İnönü’ye gittiler. “Olamayacak” dediler. Kitap şöyle yazıyor: “Tonguç, onun yanıtını yaşamı boyunca unutmayacaktı: ‘İleride çok pişman olacaksınız. Savaştan sonra bu işlerin hiçbirini bize yaptırmayacaklardır. En önemli olanağı kaçırıyorsunuz’ demişti.” Tarih henüz 1942 idi. “Savaştan sonra” deyişi yaptığı kurguyu açıklıyor.

“Biz” ve “Bize yaptırmayacak olanlar”. Açık değil mi? Enstitüler için İnönü’ye “Bu komünist yuvalarını ne zaman kapatacaksın?” diyen Mareşal’den valilere, kaymakamlara kadar gelen bir kadronun katı tutumu ve devrimciliği 1930’ların ortalarında eskimeye başlamış bir parti yapısı. Peki, Cumhuriyetin köylüler ülkesinde demokratik devrim mücadelesi kaybetmeyi de göze alarak yapılmayacak mı? Yapılacak.

(Toprakla içiçe bir yaşam süren Köy Enstitülü çocuklar.)


GERİCİLİĞİN KALIN KABUĞU

Türkiye kendini savaşın “kıyamet”inden korumuş ama beş yıl boyunca büyük bir orduyu silah altında tutmak zorunda kalmıştır. Köydeki üretici orduda tüketici olmuştur. Savaş biterken tarlaya dönüş eski düzene dönüş mü olacaktır? Yoksa o köylü toprağa kavuşup çiftçi kimliği mi kazanacaktır? Tarım Bakanı Hatipoğlu, 17 Ocak 1945’te “Çiftçiye Toprak Dağıtılması ve Çiftçi Ocakları Kurulması” tasarısını getiriyor. Demokratik devrimin ikinci ayağı (cephesi). 

Hakkıyla tarım yapmak üzere toprakta yeni mülkiyet getiriyor. Merkeze “Bağımsız Çiftçi”yi (Çiftçi Ocaklarını) yerleştiriyor. Ona 30’dan 500 dönüme kadar toprak veriyor. Ortakçı, yarıcı, maraba tarihe karışacaktır. Büyük topraklılar tarım yapmak istiyorlarsa 500’den 5000 dönüme kadar ekim yapabilirler. Ekmezlerse, o topraklar da kamulaştırılarak bağımsız çiftçiye verilecektir. Köyde aydınlanan çiftçi, toprakta Cumhuriyetin gerçek tarım ajanı olacaktır. İnönü ile Hatipoğlu’nun tarihe geçecek hamlesidir.

‘SOVYET ÖZELLİĞİ’

Usulen, tasarı önce Muhtelit Encümene (Karma Komisyon) geldi. Çoğunluk tasarıya karşı idi. Hatipoğlu geniş hazırlığını, uygulama için “ayrı bir teşkilat” kurulacağını açıkladı. “Yalçın hakikat şudur: Çiftçi dediğimiz kimseler topraksızdır. Toprakları yetmemektedir. Bu davayı halledelim arkadaşlar. Bu yurtiçinde toprağı yetemeyen çiftçi ve topraksız çiftçi bulundukça her şey zarar görür.  Kundaklanmış kanun işe yaramaz” dedi. Komisyon sözcüsü ise Adnan Menderes’ti!

Uzatmayalım. Tasarı köy-toprak-tarım rejiminin fiili sahipleri için ürkütücüydü. Ortaçağdan gelen “statü”leri sona erecekti. İnandırıcı tezleri yoktu. Ancak, çoğunluk sağlayacak taktikleri ve “komünizm geliyor” yöntemleri vardı. 

KARŞIDEVRİM

Emin Sazak: “Rusya’da da aynen böyle olmuştur. Kolektif şirket diye başlamıştır, halk da mecbur olmuştur. Aynen tatbikatı budur.” Recai Güreli: “Tasarının dışarıda akisleri bambaşkadır. Bilhassa ocak meselesi… Diyorlar ki acaba hükümet sola mı kayıyor? Tüccarlar da acaba bizim elimizdeki mülkleri de taksim edecekler mi diye soruyor.” Feridun Fikri Düşünsel: “Nereye gidiliyor? Yalnız toprak mülkiyetine değil, mülkiyet prensibine ait niteliktedir.” Adnan Menderes: “Çiftçiliği özel meslek saymaktaki maksat nedir? Yüksek komisyonunuz buna lüzum olmadığını ifade etmiştir. Toprak kiralamamak, ziraat amelesini tamamen ortadan kaldırmak, toprağı bizzat işletmek, toprağı kökünden kamulaştırmak Sovyet toprak rejiminin belirgin özellikleridir.”  Atıf Bayındır: “Kullanımda sınırı kabul edersek, bütün servet şekillerinde de kabul etmek lazımdır. O zaman bunun ismine başka bir şey derler.”  F. F. Düşünsel: “Çiftçi diye bir sınıf vücuda getiriyoruz. Bizim hukuki bünyemize uygun mudur?  Uygun değildir. Memleketin gelecekteki yönetimine zararları olabilir mi? Olabilir. Çünkü memlekette bir sınıf bilincinin oluşması muhtaç olduğumuz siyasal dengeyi yarın bozabilir.”  

Ve Cumhuriyette de yaşasa, bir ortaçağ rejiminin toprak mülkiyeti sahibi için, en üstün değerin o mülkiyet olduğunu anlayabilmemizi çarpıcı biçimde anlatan Emin Sazak: “Acaba bu adamları (büyük topraklılar) ortadan kaldırmak memleketin gelişmesi için faydalı mıdır? O adamlardır ki Milli Mücadele’nin ilk günlerinden beri Garp Cephesi Kumandanı 100 vagon buğday verin der, yetiştirir… Bakanımızın tasfiyeye layıktır dediği o ağalar yok mu, oğlunu askere gönderdi, binlerce vagon zahireyi, yüz binlerce lirayı hükümet yok iken Garp Cephesi Kumandanı’nın emrine gönderdi…”  Ne diyor? Senin askerin, senin Milli Mücadele’ni benim gönderdiğim ekmekle yaptı, diyor! Cumhuriyet en ileri menziline ulaşamadı. Bağımsız çiftçi (Mustafa Kemal’in “müstahsil köylü”sü) doğamadan öldü. Köy öğretmeni 1945’ten sonra yalnızdır. Ortaçağ toprak rejiminden güç alarak “yeni siyaset” için sahneye çıkanlar, “kılavuz”un güçsüzleştiğini iyi görmüşlerdir. İttifaklarının gücünü artık Enstitü’yü yıkmaya yönelttiler. Geri kalmışlığın kalın kabuğu kırılamadı, biraz daha kalınlaştı. Demokratik devrimden kalan boşlukta karşıdevrim filizlenmeye başladı.

Dr. Engin Tonguç, kitabında, babasının yaşamı boyunca, İnönü aleyhinde konuşan olursa hemen susturduğunu yazıyor. Acaba neden?

Bilsay Kuruç / Cumhuriyet


23 Nisan 2022 Cumartesi

KISA KISA GÜNDEM (23 NİSAN 2022)

 1- Gazeteci Tufan Türenç hayatını kaybetti (Evrensel)

Ankara'da Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde tedavi gören Gazeteci Tufan Türenç yaşamını yitirdi. 
Gazeteci yazar Tufan Türenç bu sabah hayatını kaybetti. Türenç, Ankara'da bulunan Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde tedavi görüyordu. 1945 doğumlu gazeteci Tufan Türenç, 1968'de Milliyet Gazetesi'nde gazeteciliğe başladı. 18 yıl boyunca Milliyet'te çalışan Tufan Türenç, 1986'da Milliyet'ten ayrıldı ve Güneş Gazetesi'ne geçti. İki yıl sonra, 1988'de Hürriyet'e geçen Türenç, yazı işleri müdürü olarak görev yaptı. Bir Gazetecinin Hayatı: 28 Yıl sonra Abdi İpekçi isimli kitabı Erhan Akyıldız ile birlikte yazmıştır.(KILIÇDAROĞLU'NDAN BAŞSAĞLIĞI TELEFONU) Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Gazeteci Tufan Türenç’in vefatı nedeniyle, eşi, Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç’i telefonla arayarak başsağlığı dileklerini iletti.

2- Anıtkabir'de 23 Nisan töreni düzenlendi, Erdoğan bu yıl da törene katılmadı (Evrensel)

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile TBMM’nin 102. açılış yıl dönümü törenlerle kutlanıyor. Anıtkabir’de tören düzenlendi. AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, törene katılmadı.2014 yılında Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan, o tarihten bu yana Anıtkabir’de düzenlenen 23 Nisan törenlerine katılmadı.(https://www.evrensel.net/haber/460085/anitkabirde-23-nisan-toreni-duzenlendi-erdogan-bu-yil-da-torene-katilmadi-2)

TARİHTE BUGÜN (23 NİSAN)

      


     OLAYLAR:

  • 1969 - Robert Kennedy'nin katili Sirhan Bişara Sirhan, ölüm cezasına çarptırıldı.
  • 1970 - İş Bankası, Ticaret Bakanlığı'na gizli bir rapor verdi. Raporda, devalüasyon halinde bankalarla ihracatçıların korunması isteniyordu.
  • 1972 - Eyüp Emniyet Amirliği'nde copla ölüm iddiası için İçişleri Bakanlığı soruşturma açtı.
  • 1973 - Cem Yılmaz, doğdu.Türk komedyen
  • 1975 - Sıkıyönetim Komutanlığı, ünlü Rus yazar Maksim Gorki'nin "Ana" adlı romanından uyarlanan aynı adlı oyunu sahneleyen Ankara Sanat Tiyatrosu'nu (AST) kapattı.
  • 1976 - İran Hava Yolları'nın İstanbul bürosunda bir patlama oldu. 1'i çocuk 4 kişi yaralandı.
  • 1978 - Iğdır'da ülkücüler Cumhuriyet Halk Partililere ait ev ve işyerlerine saldırıp tahrip etti. 
  • 1978 - Türk Hava Yolları'nda Hava-İş sendikasına üye işçiler greve başladı.
  • 1982 - TRT, haftada iki gün renkli televizyon yayınına başladı.
  • 1984 - AIDS'e neden olan virüs belirlendi.
  • 1986 - Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilen, yabancıların Türkiye'de mülk edinmesine olanak sağlayan yasa, 1986 yılında bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edildi.
  • 1987 - Atatürk Barış Ödülü'ne Federal Almanya Cumhurbaşkanı Richard von Weizsaecker değer görüldü.
       

      
      ÖLÜMLER:
     



İlericilik mücadelemizin önemli bir basamağı: 23 Nisan - ORHAN GÖKDEMİR / SOL

Çocuk saflığında ve tazeliğinde bir yeni Cumhuriyet heyecanıyla anıyoruz geçmişin ilerici adımlarını. Hepsi bizimdir, tarihleri gelecek devrimin bir parçası, bir basamağı olarak yeniden yazılacaktır.



 Ülkemizde 23 Nisan'ın ulusal bayram olarak kabul edilmesinin sebebi 1920'de TBMM'nin Ankara’da açılmış olması. TBMM’nin açılması, hilafet ve saltanattan kurtulmamızın ve tabii laik cumhuriyete ulaşmamızın en önemli adımıdır. Direnişin içinden bir Ankara Hükümeti ortaya çıkmıştı, dolayısıyla artık İstanbul Hükümeti hükümsüzdü. Zaten İstanbul’u hükümsüz ilan etme iradesini göstermeseydi Ankara Hükümeti hükümsüz olurdu. Devrimlerin doğasıdır.

Bu bayramın bir “sentez” bayram olması da bu tarihle uyumludur. 23 Nisan, 1921 senesinde çıkarılan “23 Nisan'ın Milli Bayram Addine Dair Kanun” ile Türkiye'nin ilk ulusal bayramı olmuştur. 1 Kasım 1922 yılında saltanatın kaldırılmasının ardından 1 Kasım, Hâkimiyet-i Milliye veya yeni söyleyişle Ulusal Egemenlik Bayramı olarak kabul edildi. Sonra bunlar birleşti, bugünkü şeklini aldı. Meclisi açtık ve saltanatı kaldırdık, büyük bayramımızdır. 

1935 yılında bayramlar ve tatil günleriyle ilgili kanun değiştirildi ve "23 Nisan Millî Bayramı"nın adı "Millî Hakimiyet Bayramı" haline getirildi. Ardından 1 Kasım Hakimiyet-i Millîye Bayramı ile 23 Nisan Millî Bayramı birleştirildi.

23 Nisan’ın “ilk milli bayram olması” tarihin Cumhuriyet’le birlikte başlatılmış olması anlamına geliyor. Oysa Cumhuriyet Cumhuriyetten ibaret değildir. Bir anayasal düzen ve meclis mücadelemiz 1870’li yıllara dayanıyor. Bu amaçla dövüşmüş, düşmüş-Mithat Paşa, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi- yurtsever aydınlarımız var. Sonra Abdülhamit’i alaşağı edip Hürriyet ilan eden başka devrimcilerimiz var. Biz Hürriyeti de Cumhuriyet kadar sevmiştik. Meşrutiyet ilan ettiğimiz günü, 23 Temmuz’u bayram ilan ettik, İyd-i Milli bu topraklardaki ilk din dışı-milli- bayramımızdır. İyd-i Millî, Osmanlı İmparatorluğu'nda 1909'dan itibaren kutlanmaya başladı. 1923'te yeni Türkiye'nin kurulmasının ardından da kutlanmaya devam etti. Çünkü Cumhuriyetin arkasında Hürriyet vardı ve bunu inkâr etmek, yok saymak henüz mümkün değildi. 

Ancak Cumhuriyetin kurucuları tarihi kendilerinden başlatmaya eğilimliydi. Geçmişin yüklerini omuzlamak istemiyorlardı. Ayrıca geçmişle bağın koparıp atılması, Cumhuriyeti ilahi bir gücün gerçekleştiği bir mucize gibi gösteriyordu. Öyle olsun istediler. 1935’de 23 Nisan’ı bugünkü haline getirmeden önce, 1934’te son kez kutlanan İyd-i Milli Bayramını 27 Mayıs 1935 tarihinde kabul edilen kanunla kaldırdılar.

Halbuki Hürriyetsiz bir Cumhuriyet mümkün değildi. İlericilik-gericilik davası uzun mücadelelerin içinden sıyrılıp gelir, son adım bir önceki adımlara dayanır. Kesinti iddialarına karşılık devamlılık esastır. Kuşkusuz geleceğin ilerici adımları da feyzini geçmişin ilerici adımlarından alacaktır.

Çocuklara armağan edilen, onlara zimmetlenen 23 Nisan ilericilik mücadelemizde ileri bir adımdır. Ancak tarihin bu adımları gelip bıraktığı yerin hakkı da teslim edilmelidir. 1920’de kurduğumuz Meclisin içi boşaltılmıştır, tıpkı Abdülhamit dönemindeki gibi Anayasa hükümsüz ilan edilmiştir. Saltanatı, Hilafeti geri getirme istekleri diridir. Laik Cumhuriyet aradan geçen sürede yere düşmüştür. Burjuvazi onları cami avlusuna bırakıp kaçmıştır. 

Ancak, yoksul halkımızın ve emekçilerin bir meclise ve yeni bir laik cumhuriyete duyduğu ihtiyaç dünkünden daha güçlü, daha acildir. 

Bugün 23 Nisan. Çocuk saflığında ve tazeliğinde bir yeni Cumhuriyet heyecanıyla anıyoruz geçmişin ilerici adımlarını. Hepsi bizimdir, tarihleri gelecek devrimin bir parçası, bir basamağı olarak yeniden yazılacaktır.

Halkımıza ve bütün emekçilere kutlu olsun!

ORHAN GÖKDEMİR / SOL

Dünyada iki sınıf var: Sri Lanka örneği - Erhan Nalçacı / SOL

 'Dünyada iki temel sınıf var, tekellerin yönlendirdiği sermaye ve işçi sınıfı öncü siyasetinin yönlendirdiği emekçi sınıflar.'

Dünyada hemen bütün halklar giderek derinleşen bir yaşam güçlüğü ile karşılaştılar. Bu genel duruma karşılık eşitsiz gelişim bazı ülkelerin halklarını daha hızlı girdaba çekti. Son aylarda halkın protesto gösterileri ile sarsılan Sri Lanka bu ülkelerden biri.

Sri Lanka’da son dönemde yapılan zamlarla yaşamın emekçiler için dayanılmaz hale geldiği söyleniyor. Ukrayna savaşına bağlı olarak petrol ve gıda fiyatlarındaki artış, dış ödemelerde güçlük çekilen ülkede trajik sonuçlara yol açıyor. Örneğin kâğıt bulunmadığı için okul sınavları iptal ediliyor. Petrol kıtlığı nedeniyle elektrik üretilemiyor ve uzun süreli elektrik kesintileri oluyor. Belki en zor kabul edilebilecek olanı ise ilaç bulunmadığı için büyük bir sağlık sorununun yaşanıyor oluşu. Anestezik ilaçların kıtlığı ameliyatları yapılamaz hale getiriyor.

Ülkenin dış borcunun katlanarak arttığı ve milli gelirin yüzde yüzünü aştığı söyleniyor. Döviz rezervlerinin eridiği ülke büyük bir dış ödeme krizi içinde bulunuyor.

Ana muhalefet partisinin çağrısı ile sokağa dökülen halkın büyük kentlerde gösteriler yaptığı ve polisle çatıştığı bildiriliyor.

Sri Lanka aslında dünyanın birçok yerinde yaşananın hızlanmış bir modelini sunuyor. Biraz daha yakından bakmakta yarar var.

Sri Lanka önce Portekiz, sonra Hollanda ve en nihayet İngiltere tarafından sömürgeleştirilmiş. Eskiden kaçak çay denilince akla gelen Seylan çayı burada üretiliyordu, İngiliz sömürge yönetimi bu ülkeyi Seylan olarak adlandırmıştı.

Muhakkak çok değerli ama burada girmeyeceğimiz uzun mücadeleler sonucunda Seylan 1948’de bağımsızlığını kazandı. İşçi sınıfı partilerinin uzun soluklu mücadelelerine sahne oldu.1972’de yeni anayasa ile halen sürmekte olan adını aldı ve Sri Lanka Demokratik Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. Ülke bir süre kamucu, sosyal devletçi ve planlamacı bir şekilde yönetildi.

Ancak 1970’lerin sonuna gelindiğinde ülkenin isminde sermayeyi temsil eden “demokratik”in emekçi sınıfları temsil eden “sosyalist”i yendiği görüldü. Çok tanıdık olan özelleştirme ve yağma sürecine tanıklık edildi. Süreç kamusal olan kadar doğal güzelliklere sahip Sri Lanka tabiatının tahrip edilmesi ile de gitti.

Sri Lanka’nın kuzeyindeki ayrılıkçı Tamil hareketi 2009’da şiddetle bastırıldı.

Ve sonra artık yine çok tanıdık gelen sermaye sınıfının iki hizbinin oluşma süreci izlendi. Aşağıdaki haritada Sri Lanka’nın stratejik konumu görülüyor. Bir yandan Hint Denizinde Hindistan’ın güney komşusu, öte yandan Pasifik ile Afrika-Ortadoğu-Avrupa’yı birbirine bağlayan deniz yollarının üzerinde bulunuyor.

Hint Okyanusu’nda Hindistan’ın komşusu olan ada ülkesi Sri Lanka görülüyor. Yeni İpek Yolu'nun üzerinde kalan Sri Lanka’da Çin kredisiyle inşa edilen ve borç ödenemediği için Çin’e 99 yıllığına kiralanan Humbantota Limanı da izleniyor.

Sri Lanka stratejik konumu nedeniyle kendisini şiddetli bir Hindistan-Çin ve Batı emperyalizmi-Çin rekabetinin ortasında buldu. Çok yoğun Çin kredisi ile başlayan alt yapı çalışmaları çoğunlukla ülke gereksinimlerinden çok Çin’in uzun vadeli stratejik planları ile ilgiliydi.

Sermaye sınıfı ve siyasi partileri bu rekabet üzerinden şekillendi. Örneğin şu an yönetimde bulunan parti –biri başkan diğer başbakan olan Rajapaksa kardeşler- Çin yanlısı, ana muhalefet ise ABD yanlısı olarak biliniyor. Sermaye düzeninin bütün çürümüşlüğü ile sürdürülmesinde ise aralarında bir farklılık bulunmuyor.

On yılı aşkın bir süredir hizipler arası tepişme milletvekili transferleri, Anayasa darbeleri ve çeşitli seçim oyunları ile sürüyor.

Ancak zaman zaman kaos yaratıcı ve dış müdahale ile gerçekleştirilme olasılığı yüksek kanlı olaylar da devreye giriyor. 2019’da bu köşede ele aldığımız aynı anda birçok kilisenin bombalanması ve 300 kadar insanın ölümüyle sonuçlanan, planlı ama görünüşte hedefsiz eylem de buna dâhil. 

Şimdi emekçi halkın çok haklı isyanı muhalefet tarafından istismar ediliyor gözüküyor. 

Kazakistan, Pakistan, Sri Lanka…

Emperyalist rekabet dünyanın birçok ülkesinde emekçi halkın çıkarlarını örten, çarpıtan bir yarılmaya yol açıyor. Türkiye de bu modelin kapsamında ele alınmalı.

Oysa 21. yüzyıl aşağıdaki fikrin etrafında şekillenecek:

Dünyada iki temel sınıf var, tekellerin yönlendirdiği sermaye ve işçi sınıfı öncü siyasetinin yönlendirdiği emekçi sınıflar.

Bu zorunlu yarılmanın dışında hiçbir şey emekçilerden yana değil.

Erhan Nalçacı / SOL



22 Nisan 2022 Cuma

KISA KISA GÜNDEM (22 NİSAN 2022)

 


1- 12 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismara mahkemeden vicdanları sızlatan karar (Yeniçağ)

Samsun'da 12 yaşındaki çocuğa cinsel istismarda bulunan Z.Ş'ye 'cinsel istismar'dan sadece 7 yıl 8 ay 22 gün hapis cezası verildi. Duruşumayı takip edenler çocuğa yönelik cinsel istismar konulu Ceza Kanunu 103. maddenin "cezaların artırılarak" yeniden düzenlenmesi gerektiğini hatırlattı. 
Samsun'da 12 yaşındaki kız çocuğunu alıkoyup cinsel istismarda bulunduğu iddia edilen bir kişi yargılandığı mahkemece toplam 12 yıl 8 ay 22 gün hapis cezası çarptırıldı. Samsun'da 3 yıl önce olay tarihinde 12 yaşında olan kız çocuğunu alıkoyup cinsel istismarda bulunduğu iddia edilen Z.Ş. hakkında dava açıldı. Samsun 1.Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davanın son duruşmasında Z.Ş. "cinsel istismar" suçundan 7 yıl 8 ay 22 gün ve "hürriyetten yoksun kılma" suçundan da 5 yıl olmak üzere toplam 12 yıl 8 ay 22 gün hapis cezasına çarptırıldı.


2- Mimar Başak Cengiz'i katleden samuray kılıçlı katilin cezası belli oldu(Yeniçağ) 

İstanbul Ataşehir'de mimar Başak Cengiz'i samuray kılıcıyla öldüren Can Göktuğ Boz'a ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. 

Ataşehir'de geçtiğimiz kasım ayında hiç tanımadığı mimar Başak Cengiz'i yolda yürürken samuray kılıcıyla öldüren Can Göktuğ Boz, 3 ayrı suçtan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme verilen cezalarda takdiri indirim uygulamadı. Adli Tıp Yüksek İhtisas Kurulu raporunda katil zanlısı Boz'un akıl sağlığının ve  cezai sorumluluğunun tam olduğu belirtildi.(NE OLMUŞTU?) Ataşehir Barbaros Mahallesi'nde 9 Kasım 2021'de akşam saatlerinde bir sitenin önünde yürüyen Başak Cengiz, bu sitede oturan Can Göktuğ Boz'un kılıçlı saldırısına uğramıştı. Vücudunun çeşitli yerlerinden ağır şekilde yaralanan Cengiz, kaldırıldığı hastanede yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamamıştı. Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianamede, sanık Can Göktuğ Boz'un 'tasarlayarak canavarca hisle veya eziyet çektirerek kasten öldürme' suçundan ağırlaştırılmış müebbet, 'silahla tehdit' suçundan 2 yıldan 5 yıla, 'ateşli silahlar ve bıçaklar ile diğer aletleri satın alma, taşıma veya bulundurma' suçundan da 6 aydan 1 yıla kadar hapisle cezalandırılması isteniyor.

3- Elektrik Mühendisleri Odası elektriği kesik gerçek abone sayısını açıkladı. Bakan Dönmez 278 bin demişti (Yeniçağ)

Elektrik Mühendisleri Odası, elektriği kesik abone sayısının 3 milyon 449 bin 344 olduğunu açıkladı. Bakan Dönmez, sayıyı 278 bin olarak açıklamıştı.

Dünya gazetesinde yer alan habere göre, Elektrik Mühendisleri Odası (EMO), Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun evinin elektriğinin kesilmesiyle gündemde geniş yer bulan elektrik fiyatları ve ödenemeyen faturalar meselesiyle ilgili açıklama yaptı.Faturasını ödeyemeyen milyonlarca kişinin enerji kesintileriyle karşılaştığına değinilen EMO açıklamasında şöyle denildi: “21. yüzyılda artık bir insan hakkı olarak kabul edilen enerjiye erişimi kısıtlanmış durumda. 2021 yılı itibarıyla elektrik kesintisi yaşayan abone sayısının 3 milyon 449 bin 344 gibi inanılmaz bir sayıya ulaştığını görüyoruz. Gün geçtikçe açığa çıkıyor ki, toplum olarak elektrik alanındaki özelleştirme ve piyasalaştırma uygulamalarının maliyetini karşılayamaz noktaya geldik. Milyonlarca hanede kesinti yaşanırken, milyonlarca konutta ödemeler ancak sosyal yardımla yapılabiliyor.”(BAKAN DÖNMEZ 278 BİN DİYE AÇIKLAMIŞTI) Sosyal medyadan açıklama yapan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Dönmez, bugün itibarıyla elektriği kesik abone sayısının 278 bin olduğunu duyurmuştu.

4-Emeklinin ikramiye zammını kimin engellediği ortaya çıktı (Yeniçağ)


Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, yaklaşık 14 milyon emekli ve hak sahibini ilgilendiren bayram ikramiyesinin geçen yıl olduğu gibi bin 100 lira olarak ödeneceğini açıklamıştı. AKP’ye yakın Türkiye Gazetesi'ne göre ‘ikramiye zammı bütçe itirazına’, Hazine ve Maliye Bakanlığı'na takıldı.
Yücel Kayaoğlu imzalı habere göre, hem teşkilatlardan hem de emekli cephesinden telefon yağmuruna tutulan AKP milletvekilleri “Zor durumda kaldık. Beklenti oluşmuştu. Herkes bayram öncesi Meclis’te bir düzenleme bekliyordu ama olmadı. Sahadaki çalışmalarımız sırasında bu konuda çok talepler vardı. Şimdi vatandaşa karşı biz de sıkıntıya düşeceğiz. Hiç değilse 100-150 lira bir artış yapılabilirdi” değerlendirmesini yaptı. AKP milletvekilleri vatandaştan gelen tepkileri parti yönetimine de aktardı.Artıştan vazgeçilmesinde Maliye Bakanlığı’nın maliyeti artıracağı ve bütçe dengelerini bozacağı gerekçesiyle yaptığı itirazın etkili olduğu belirtildi. Emeklilere verilen 1.100 liralık ikramiyenin iki bayram için maliyetinin 25 milyar lira olduğu, 100 liralık bir artışta bile maliyetin 3-3,5 milyar artacağı aktarıldı.

5- Valilik, bayram için hediye çeki dağıttı(Yeniçağ)

Gaziantep Valiliği, ihtiyaç sahibi aileler için '100 liralık bayram alışverişi çeki' projesi başlattı. Marketlerde en ucuz 5 litrelik ayçiçek yapı bile 129 liradan satışa sunulurken, proje sosyal medyada büyük tepki gördü.
(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/valilik-bayram-icin-hediye-ceki-dagitti-en-ucuz-yag-bile-alinamiyor-534283h.htm)





6- Büyük Zeytinyağı skandalı. Sakın bu markayı almayın(Yeniçağ)


Gıda hilelerine her geçen gün bir yenisi daha eklenmeye devam ediyor. 2019'da Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından gıdada sahtekarlık yaptığı ve halk sağlığını hiçe saydığı gerekçesiyle kara listeye alınan Hatay merkezli Zeytinova firmasının ürünleri, yeniden raflara kondu. 
Zeytinova şirketi, bu defa "Bereketli Topraklardan. Altınöz Zeytinyağı” ifadelerinin yer aldığı ürünleri satışa çıkarttı. Ancak ürünlerin içerisinde yüzde 95 soya yağı, yüzde 5 Ayçiçek yağı bulunduğu tespit edildi. Söz konusu üründe, zeytinyağı yer almıyor. Sosyal medyada tüketici şikayetlerini dile getiren denetle.com adlı hesap, Hatay merkezli Zeytinova firmasının satışa koyduğu sahte zeytinyağına ilişkin paylaşımı şöyle: ‘Bereketli Topraklardan’ ve ‘Altınöz Zeytinyağı’ ifadelerinin yer aldığı 5lt’lik yağın aslında bitkisel karışımlı sıvı yağ olduğu anlaşılıyor. Ürün içeriğinde %95 oranında soya yağı bulunurken, zeytinyağı yer almıyor. Tüketici algıyla kandırılıyor.”  Söz konusu firmanın, gıdada sahtecilik yaptığı ve halk sağlığını hiçe saydığı gerekçesiyle 2019’da Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından kara listeye alındığı ortaya çıktı. Soner Yalçın’ın “Saklı Seçilmişler” kitabından ilgili bölüm şöyle: Gazeteci-Yazar Soner Yalçın, “Saklı Seçilmişler” adlı kitabında zeytinyağı konusuna ilişkin dikkat çeken bilgiler vermişti.  Tarihte ilk üretim yerlerinden Hatay' da bir tek zeytin tesisi bulunuyor. Amerika ne derse inanıldı. O günlerde başladı; "zeytinyağı ısınırsa kanser yapar" yalanı. Oysa zeytinyağı, en zor yanan sıvı yağdı.  Binlerce yıldır Anadolu insanını doyuran zeytinyağı, sipariş türküler, "zararlıdır" dedikodularıyla gözden düşürüldü. Zeytinyağlı sabun bile kullanılmamaya başlandı.  (Zeytinyağına düşmanlığın sebebi neydi?) ABD, dünyanın en büyük mısır üreticisiydi ve mısırözü yağı ihracatını Marshall Yardımı kisvesi altında yaptı; -artık her daim yapacağı gibi, Türkiye'ye dedi ki, "ekonomik kalkınmanızı bize bırakın!" Amerika' dan uzmanlar geldi; araştırma yaptılar ve "Türkiye tarım ülkesidir" sonucuna vardılar! Eeee...  Eee' si şuydu; Türkiye' de neyin üretileceğine, neyin tüketileceğine dahi ABD tarım uzmanları karar verecekti. Türkiye' den ilk istekleri şu oldu; "bizden mısırözü yağı alacaksınız!" Aldık... Kimse sormadı; (ki soranı "gomonist" diye hapse atıyorlardı) "yahu biz zaten tarım ülkesiyiz; alacaksak niye mısırözü yağı alalım? Ülke olarak mısır üretiminde önemli potansiyele sahibiz. Zaten sıvı yağına ihtiyacımız da yok ki!" Ayrıca... "Bizim zeytinyağımız zararlı ise, Amerikalılar peşin dolar verip niye bu yağımızı alıyor?"  Aynı Amerika, mısırözü yağını Türk lirası karşılığı borç olarak veriyordu! (Tabii aradan yıllar geçip Türk halkı zeytinyağın dan soğuduktan sonra ABD, mısırözü yağını dolarla satmaya başladı.) Türkiye boğazından düğümlenmeye böyle başladı... Öyle ki... Üç-beş ihraç kalemimizden biri zeytinyağı idi...  Zamanla yapılan (örneğin 12 Kasım 1956 tarihli) tarım anlaşmaları sonucu ABD, Türkiye'nin zeytinyağı ihracatını yılda 10 bin (sonra 6 bin 400) tonla sınırladı! Ona neyse?  Yetmedi. Eğer zeytinyağı ihracatımız ABD'nin izin verdiği miktarı aşarsa Türkiye, ABD' den aynı miktarda nebati yağ satın almak zorundaydı! 








TAŞKIN RİSKİ YÜKSEK

TAMBİS’te, uygunsuzluk tespit edilen 1051 adet köprünün kentlere göre dağılımı da paylaşıldı. En fazla uygunsuz köprü müdahalesinin tespit edildiği kentlerin aynı zamanda, “Taşkın riskinin de yüksek olduğu kentler” olduğu belirtildi. 10 kent arasından Balıkesir 327 uygunsuz köprü sayısıyla ilk sırada yer aldı. Balıkesir'i sırasıyla Giresun, Bartın, Karabük, Muğla, Sakarya, Rize, Artvin, İstanbul, Hatay izledi.

TAMBİS verilerinin paylaşıldığı Sayıştay’ın, “Taşkın Risk Yönetimi” raporunda çarpıcı değerlendirmeler de yer aldı. Dereler üzerinde taşkın potansiyelini ve ortaya çıkması muhtemel taşkınların etkilerini artıran çok sayıda köprü ve menfez bulunduğu belirtilerek, “Bunların uygun kesit ve tekniklerle yeniden inşası gerekmektedir” denildi.

AFETE DAVET

Raporda, büyükşehir belediyelerinin felakete zemin hazırlayan uygulamalarına da dikkat çekildi. Dere yatakları üzerine inşa edilecek sanat yapısı projelerinde uygulanacak kesitler için DSİ’den onay alınmamış çok sayıda uygulama bulunduğu belirlendi. Raporda, “Özellikle menfezle yapılacak geçişlerde kesit tahkiki yapılmamakta ve temin edilebilen malzemeye göre kesitler oluşturulmaktadır” ifadesi kullanıldı. Mevcut yapıların yenilenmesinde debi hesabı yapılmadığı da vurgulandı.

Taşkın riski altında bulunan yapıların dağılımı da korkunç tabloyu gün yüzüne çıkardı. Buna göre sadece 7 kentte 4805 yapı dere yatağına inşa edildi. Risk altında olan kentlerin ilk sırasında 2438 yapıyla Düzce yer aldı. Düzce'yi sırasıyla Samsun, Sinop, Ordu, Giresun, Trabzon ve Rize izledi.

MOLOZ DÖKÜLDÜ

Malzeme dökme ihbarlarının en fazla yapıldığı kentin Trabzon olduğu da bildirildi. Trabzon’da 2013-2020 yılları arasında toplam 85, Giresun’da 42, Balıkesir’de ise 32 malzeme dökme ihbarı yapıldı.