3 Temmuz 2022 Pazar

TARİHTE BUGÜN (3 TEMMUZ)

 


       OLAYLAR:

  • 1243 - Anadolu Selçuklu Devleti'nin Moğol İmparatorluğu'na yenilmesiyle ve Moğol tabiiyetine girmesiyle sonuçlanan Kösedağ Savaşı gerçekleşti.
  • 1250 - Fransa Kralı IX. Louis, 7. Haçlı seferi sırasında Mısır'da Memluk  Hükümdarı Baybars tarafından esir alındı.
  • 1462 - Midilli, Osmanlılar tarafından alındı.
  • 1767 - Norveç'in en eski gazetesi Adresseavisen yayımlanmaya başladı. Bu gazete hâlen çıkmaktadır.
  • 1778 - Prusya, Avusturya'ya savaş ilan etti.
  • 1853- Rus ordusu, Osmanlı toprağı olan Bosna-Hersek’e girdi.
  • 1890 - Idaho, Amerika Birleşik Devletleri'nin 43. eyaleti oldu.
  • 1905 - Rusya'da askerler genel greve giden altı binden fazla işçiyi öldürdü.
  • 1908 - Kolağası Resneli Niyazi Bey, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin de onayı ile Makedonya'da Ohri yakınındaki dağlara çıkarak, II. Meşrutiyet'in ilanına yol açan ayaklanmanın lideri oldu.
  • 1910- Osmanlı’da iktidara gelen İttihad ve Terakki Partisi Makedonya’daki husursuzluğu önlemek için Kiliseler Kanunu’nu yürürlüğe koydu; bununla “ihtilaflı kilise, mektep ve mukaddes yerlerde hangi unsurun nüfusu çok ise ona aittir” esasını kabul etti.
  • 1938 - Buharlı tren hız rekoru Birleşik Krallık'ta kırıldı: 203 km/saat.
  • 1938 - Türkiye ile Fransa arasında Antakya’da Türk-Fransız Askerî Antlaşması imzalandı. Hatay'ın toprak bütünlüğünü korumak ve yapılacak olan seçimlerin sayım ve denetimini sağlamak için 2500 Türk ve 2500 Fransız askerî görevlendirildi. Türk askerî birlikleri 5 Temmuz’da Hatay’a girdi.
  • 1939 – Liman işletmeleri Türkiye Cumhuriyeti Devlet Denizyolları’na bağlandı.
  • 1941- Devlet Konservatuarı ilk mezunlarını verdi.
  • 1944 - II. Dünya Savaşı: Minsk, Sovyet Birlikleri'nce Nazilerden geri alındı.
  • 1953- Osmanlı Bankası’nın imtiyaz süresi 1 Mart 1975’e kadar uzatıldı.
  • 1957- Nikita Kruşçev’e muhalif Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi üyeleri Mihayloviç Molotov, Georgi Maksimilyanoviç Malenkov ve Kaganoviç’i Politbüro’dan uzaklaştırdı.
  • 1962- Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle Cezayir’in bağımsızlığını sağlayan deklarasyonu imzaladı. Cezayir’de 132 yıllık Fransız egemenliği sona erdi. 
  • 1963- Che, Fransa’dan bağımsızlığını kazanmasının 1.yıldönümünde ziyaret ettiği Cezayir’de Başbakan Ahmed Ben Bella tarafından karşılandı.
  • 1967- Galatasaray ve Milli Takım kalecisi Turgay Şeren bir jübileyle futbolu bıraktı.
  • 1968- Boğaz Köprüsü Projesi’nin yapımı bir İngiliz firmasına ihale edildi.
  • 1969- NATO Anlaşması’nın üçüncü maddesi uyarınca Türkiye’de Amerika tarafından kurulmuş olan üs ve tesislerde her iki ülkenin uygulayacağı temel prensiplerle ilgili anlaşma Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ve ABD Elçisi William Handley arasında imzalandı.
  • 1969 - Türkiye’deki Amerikan üslerinin mülkiyeti Türkiye’ye geçti.
  • 1969- ABD 6.Filo’nun ziyaretini protesto için Haziran 1968’de TBMM önünde oturma eylemi yapan öğrencilerden 16’sı toplam 9.5 yıl hapis ve 9.500 TL para cezasına çarptırıldı. 
  • 1970 - Birleşik Krallık'a ait bir yolcu uçağı, İspanya'nın Barselona kentinin kuzeyindeki dağlık bölgede düştü: 113 kişi öldü.
  • 1972- Verilen 15 idam cezası Askeri Yargıtay’dan döndüğü için Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde yeniden görülen THKO davasında,  Nurhak Dağları’nda Sinan Cemgil ve arkadaşlarının öldürüldüğü çatışmada yaralı yakalanan Mustafa Yalçıner ile Metin Güngörmüş, Ahmet Erdoğan ve Hacı Tonak’a müebbet, 9 sanığa 15’er yıl, 2 sanığa 2.5 yıl hapis cezası verildi
  • 1975- İstanbul Ambarlı Elektrik Santralı onarım inşaatında, İlerici Yapı-İş üyesi 5 işçinin atılmasıyla başlayan direniş sürüyor. 
  • 1976 - İsrail komandoları düzenledikleri operasyonla, kaçırıldıktan sonra  Uganda'nın Entebbe   şehrindeki Entebbe Uluslararası Havalimanı'nda bekletilen bir uçaktaki 105 rehineyi kurtardılar.
  • 1977- Bülent Ecevit’in kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi azınlık hükümeti Meclis’ten güvenoyu alamadı.
  • 1978- Ülkücülerin sürekli eylem sahası olan Ankara/ Akdere’de 2 arkadaşıyla birlikte akşam afiş asmaya çıkan Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1.sınıf öğrencisi, TÜM-HUK-DER üyesi ve DEV-GENÇ militanı Mustafa Öztürk bir çatıdan açılan ateşle yaralandı, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.
  • 1978 -  İstanbul’un çeşitli semtlerinde gece 24:00’den sonra POL-DER afişlerini işçi ve öğrencilerle birlikte yapıştıran 3’ü komiser 28 polis hakkında tutanak tutuldu, 34 işçi ve öğrenci gözaltına alındı.
  • 1979- Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın Doğan Kardeş ve Hayat yayınlarında sürdürdüğü grev birinci yılını doldurdu.
  • 1979 -  Ülkücülerin silahlı saldırılarında: Adana’da Bossa Fabrikası işçisi Özbek Yalçın, İskenderun’da lise öğrencisi Bestami Bakırcı, Bursa’da Gemlik Körfez Gazetesi Yazı İşleri Müdürü ve CHP üyesi Avukat Cengiz Göral ve Manisa’da CHP Kadın Kolu Başkanı hayatını kaybetti
  • 1979 - İran’da Humeyni kararı: Kadınlar denize mayo ile giremeyecek. Plajlar kadın-erkek ve-ortalarında-çocuk kısmı olarak 3’e ayrılacak. 
  • 1979 -  Çemberlitaş’ta 50 kişilik bir grup Nikaragua’da Sandinist gerillaları destekleyen ingilizce bombalı pankart astı. 
  • 1980- Çorum’da bugün sol görüşlü 3 kişi daha öldürülmüş olarak bulundu. Buna rağmen sokağa çıkma yasağı kaldırıldı. Çorum Merkez’e ulaşan köy yollarının kapatılması talimatı verildi. Kente civar illerden ülkücü militan takviyesi yapıldığı haberleri yayılıyor. Çorum Merkez ve Alaca’da faşist saldırılar sürerken bir grup silahlı ülkücü Mecitözü İlçesi Hisarkavak Köyü’nü basarak Bektaş Ünal’ı öldürüp 3 köylüyü ağır yaraladı. Saldırganları püskürten Hisarkavaklılar Mecitözü’ne gelerek protesto gösterisi yaptı. Çorum’da barikatlarla kendini savunan Alevi/solcu mahallelerinde polislerce silah araması yapıldı, yüzlerce kişi gözaltına alındı.
  • 1980 - TBMM’den güven isteyen Demirel, 214 red, 227 kabul oyu aldı.
  • 1980 - Fatsa’nın Çamaş beldesinde düzenlenen mitingte, jandarmanın hedef alarak ateş açması sonucu Devrimci Yol’un Çamaş ve Çatalpınar sorumlusu Şehittin Tırıç (1947- Çamaş) yaşamını yitirdi.
  • 1981- DİSK Yürütme Kurulu üyeleri 20 Mart 1978 “Faşizme İhtar Eylemi”nden dolayı 6’şar ay hapis ve 500’er TL para cezasına mahkum edildi. 
  • 1985- “Liberal Çiftlik” kitabı yayınlanan Uğur Mumcu: “Her şey mizah Türkiye’de, Aziz Nesin 100 yıl daha yaşamalı”.
  • 1985 - 1402 sayılı yasa ile 2 yıl önce Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden uzaklaştırılan Prof.Erdem Aksoy ile Prof.Özgönül Aksoy hakkında bu kez YÖK, “öğretim üyeliğinden çıkarma cezası” verdi.
  • 1986- Şili’de Pinochet’in 13 yıllık faşist cunta rejimine karşı 2 günlük genel greve gidildi, çatışmalarda 3 gösterici öldü. 
  • 1987- Prof.Dr.Şerif Mardin (Cumhuriyet Röportajı): “Türkiye’de artık şeriatın katı kurallarından çok, İslami yaşam şekli isteniyor.”
  • 1988 - İstanbul'da Fatih Sultan Mehmet Köprüsü açıldı.
  • 1988 - Amerika Birleşik Devletleri'ne ait bir savaş gemisinin açtığı ateş sonucu Iran Air'e ait bir yolcu uçağı Basra Körfezi üzerinde düştü: 290 kişi öldü.
  • 1989- Toplu sözleşme uyuşmazlıklarına tepki olarak Et ve Balık Kurumu çalışanlarının Türkiye genelinde eylemleri sürüyor. 
  • 1991- Binlerce kamu çalışanı Ankara, İstanbul ve İzmir’de sendika hakkı için eylemler yaptı.
  • 1991 - 300 kadar kamu emekçisi grev hakkı verilmemesini İstanbul Anakent Belediyesi önünde halaylarla protesto etti. 
  • 1991 - Çeçenistan Cumhuriyeti ilan edildi.
  • 1992- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Halkın Emek Partisinin  (HEP) kapatılması için dava açtı.
  • 1992 -  7 yıldır müzik yapan Grup Yorum üyeleri hakkında 12 dava açıldı, 20 konserleri yasaklandı, 95 gün tutuklu kaldılar. 
  • 1993- DYP-SHP Koalisyon Hükümeti’nin Başbakanı Tansu Çiller Sivas Katliamı için konuştu: “Ölen hiç kimse Alevi-Sünni çekişmesinden dolayı ölmüş değildir. Hatta bu otelin etrafını saran vatandaşlarımıza da hiç bir zarar gelmemiştir. Onlardan ölen ve yaralanan yoktur”. Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan: ”Olaylar belli bir maksatla Sivas’a giden bir ekibin milletin inancına karşı nezaketsiz sözler sarfetmesi, tahrik etmesi yüzünden meydana gelmiş, halk galeyana kapılmıştır”. 
  • 1993 -  “Vergi numaralı” hayat başladı.
  • 1993 - Kongreleri İstanbul Valiliği’nce iptal edilen “eşcinseller” basın toplantısı yapamadan gözaltına alındı ve sınırdışı edildi. 
  • 1993 - Grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı için 8 ilden Ankara’ya gelen kamu çalışanları konulan polis barikatlarına rağmen Başbakanlık’a yürüyerek temsilcileri vasıtasıyla DYP-SHP hükümetinin bazı bakanlarıyla görüşmeler yaptı. 
  • 1994 - Teksas'ta trafik tarihinde en ölümcül gün: Çeşitli kazalarda 46 kişi öldü.
  • 1994- Grup Yorum’un İstanbul Valiliği’nce yasaklanan “Türkülerimiz Kazanacak”adlı konseri için Yedikule Hisarları önüne giden bir grup seyirciye Grup Yorum elemanlarının enstrümanlarıyla türkü çalmaya başladığı sırada polis toplananları copla dağıttı: 20 gözaltı. 
  • 1995- Fettullah Gülen, 12 Eylülden sonra 6 yıl kaçtığını, bu süre içinde kendisini zamanın Başbakanı Turgut Özal’ın koruduğunu açıkladı (Hürriyet Gazetesi).
  • 1995 - Hasan Ocak’ın kırkında mezar ziyaretine giden 42 kişi dövülerek gözaltına alındı ve Küçükköy Emniyet Müdürlüğü’nde “işlem” sürdü. 
  • 1995 - Gazi Katliamı’nda hayatını kaybedenlerin yakınları soruşturmada 3 aydır hiç bir gelişme olmamasını Gaziosmanpaşa Adliyesi önünde protesto etti. 
  • 1996- Cezaevlerindeki açlık grevlerinin 46.gününde İHD İstanbul Şb. 21 cezaevi dosyasını Galatasaray Postanesi’nden yetkililere gönderdi. Kartal’da Adalet Bakanı Mehmet Ağar’ın “6 Mayıs Genelgesi”ni protesto etmek isteyen 200 kişilik grup copla dağıtıldı: 30 gözaltı. 
  • 1997- Makine Kimya Endüstrisi’nin Kırıkkale Mühimmat Fabrikası’ndaki imha deposunda bu sabah saat 08.50’de kazanların patlamasıyla yangın çıktı. Yangın uçak bombaları deposuna ve TNT tankerlerine sıçrayınca müthiş patlamalar başladı. 500-600 metrekarelik alanlara yayılan şarapnel parçaları büyük korku yaratırken, kentte hemen tüm evlerin camları kırıldı, halk şehri terketmeye başladı. Yangın ve patlamalar sırasında bir işçi öldü, çok sayıda kişi de yaralandı. Karadan söndürme çalışmalarına, havadan da destek veriliyor. Büyük zarar var.
  • 1997 - Okmeydanı Şark Kahvesi önünde toplanan yaklaşık 2 bin kişi Sivas Katliamı’nı protesto için 1.5 saat süreyle semtte yürüdü. 
  • 1998- Sivas Katliamı’nın 5.yıldönümünde gece Ümraniye, Kadıköy, Bahçelievler ve Okmeydanı’nda anma gösterileri yapıldı. 
  • 1998 - Aralarında TBMM’nde harçlara karşı pankart açan 2 öğrencinin de bulunduğu “Kalemli Çete” olarak adlandırılan 8 üniversite öğrencisinin Yargıtay’da bozulan toplam 96 yıllık hapis cezası yeniden yapılan duruşmada mahkemece tümden kaldırıldı.
  • 1998 - Yeni Vergi Yasası kabul edildi. 
  • 2000 - TAYAD’lı 15 kişi, F tipi cezaevlerini protesto için Boğaz Köprüsü’nü 10 dk.trafiğe kapattı. 
  • 2001- Üretimin durdurulduğu İzmir Sümerbank Basma Fabrikası çalışanlarının direnişi 49.gününde.
  • 2001 -  Üsküdar 1.Ağır Ceza Mahkemesi, haklarında tutukluluk kararı kaldırılan ölüm orucundaki 64 tutuklu ve hükümlüyü salıverdi.
  • 2001 - Yakınlarının F tipi cezaevlerinde tecrit edilmemesi için 3 genç kız daha ölüm orucuna başladı.
  • 2001 - Tupolev TU-154 tipi bir yolcu uçağı, İrkutsk-Rusya'ya inmek üzere olduğu sırada düştü: 145 kişi öldü.
  • 2002- Metis Yayınları’ndan çıkan ‘Kadın Argosu Sözlüğü’ kitabının yazarı Filiz Bingölçe ve yayıncısı hakkında dava açıldı. Gerekçe: ‘Müstehcen kitap yayımlamak.’
  • 2003- İmar Bankası Yönetim Kurulu, Başkan Kemal Uzan da dahil istifa etti.Uzan Grubu bankayı 1984 yılında satın almıştı.Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) İmarbank yönetimine kendi belirlediği isimleri atadı.
  • 2004 - Bangkok'ta metro sistemi devreye girdi.
  • 2005 - İspanya'da eşcinsel evlilik yasası yürürlüğe girdi.
  • 2006 - 2004 XP14 adlı asteroidDünya'nın 432.308 km yakınından geçti.
  • 2006- Şırnak’ın Silopi ilçesindeki Habur Sınır Kapısı’nda yürütülen “İpekyolu-1” operasyonu kapsamında gözaltına alınarak adliyeye sevk edilen 35 kişiden 26’sı tutuklandı.
  • 2006 - Sürgündeki İran Ulusal Direniş Konseyi Başkanı Meryem Rajavi, rejimin değişmesi durumunda İran’da yaşayan Kürtlere otonomi vereceklerini duyurdu.
  • 2006 - Tuzla’daki zehirli varillerin sahibi Pak Holding’e bağlı Pakmaya, arıtma tesisi yaptırmayınca Çevre ve İl Müdürlüğü’nce kapatıldı. Kocaeli bölgesinde ilk kez bir fabrika çevreye verdiği zarar nedeniyle mühürlendi.
  • 2007- Japonya Savunma Bakanı Fumio Kyumo görevinden istifa etti. Kyumo, ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı bombaların büyük acılara neden olduğunu, ancak bombalar atılmasaydı Japonya savaşmaya devam edecek ve topraklarının bir parçasını Sovyetler Birliği’ne kaptıracaktı demişti.
  • 2009- Adana Kadın Platformu, kadın cinayetlerine karşı kefenli protesto yaptı.
  • 2009 - Avustralya’nın Queensland eyaletinde, 142 milyon yılla 65 milyon 600 bin yıl öncesinin Tebeşir Dönemi’ne ait üç önemli dinozor fosili keşfedildi.
  • 2011 – Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım dahil birçok futbolcu, futbol adamı, yönetici ve başkanlar şike yapıldığı iddaasıyla eş zamanlı operasyon ile polis tarafından sabahın erken saatlerinde göz altına alındı.
  • 2011 - Türk futbolu şike davası başladı.                      
  • 2012- KCK Davası’nın 2.duruşmasında alkış tutan ve slogan atanlar salondan çıkarılınca avukatlar salonu terketti.
  • 2012 - Kosova’da dört buçuk yıldır yıldır görev yapan Uluslararası Yönlendirme Grubu (ISG) Viyana toplantısında, Kosova’nın  bağımsızlığı ilan edildi.
  • 2012 -  Fransa’da mali polis, 2007’de  cumhurbaşkanı seçildiği seçim kampanyasına yasadışı para aktardığı şüphesiyle Nicolas Sarkozy ve eşi Carla Bruni’nin ev ve ofislerine baskın düzenledi.
  • 2013 – Mısır’da darbe. Mısır Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı Abdulfettah El Sisi yönetime el koyduklarını duyurdu.
  • 2013 - Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Seviye Belirleme Sınavı’nın kalkacağını, dershanelerin kapatılacağını açıkladı.
  • 2014- Mimar Doğan Hasol: ”İstanbul’da yapılmakta olan ‘mega projeler’ hep nüfus artışını körükler niteliktedir. Oysa bu kentin 2009 yılında şehircilik ilkelerine göre hazırlanıp onaylanmış 1:100 bin ölçekli bir ‘Çevre Düzeni Planı’ var. Nedense uygulanmıyor.”
  • 2016- Bağdat’ta, bomba yüklü aracın patlaması sonucu 292 kişi yaşamını yitirdi, 200 kişi yaralandı. Saldırıyı IŞİD üstlendi.
  • 2017- CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü’nün 19’uncu gününde HDP de katıldı. Kılıçdaroğlu İstanbul’a yaklaşırken provokasyon duyumları geldiğini belirtti.



      DOĞUMLAR -  ÖLÜMLER


Yeşilçam’ın azınlık “öteki”leri (X) - Mesut Kara / Evrensel

 


Geçtiğimiz hafta sonu düşüp kalça kemiğimi kırdığımdan bir süre uzanıp yatmam gerekiyordu fakat tiyatroda vardır ya, çok yakınınızı da kaybetseniz o gece çıkar oyununuzu oynarsınız. Ben de sizi bu hafta yazısız bırakmamak için yazmanın bir yolunu buldum.

“Yeşilçam’ın azınlık ‘öteki’leri” başlıklı 10 haftadır sürdürdüğümüz yazı dizisinin, bu haftaki son bölümünde söz etmezsek olmaz, yazmazsak eksik kalır diye düşündüğümüz bazı oyunculardan söz edeceğiz.

Elbette bu yazı dizisinde söz ettiğimiz sinemacılardan, oyunculardan ibaret değil azınlıktan sinemacılar. Tamamına yer vermeyi daha kapsamlı bir çalışmaya, bir kitap çalışmasına bırakarak yazımızı şimdilik tamamlayalım…

NERMİN ÖZSES (SİLVANA PANPANİ)

Asıl adı Silvana Panpani olan Nermin Özses 1913 yılında İstanbul’da doğar. Sanat hayatına 1929 yılında tiyatro ile başlayan Nermin Özses turne tiyatrolarında sahneye çıkar. 1963 yılından itibaren sinema filmlerinde figüran olarak başladığı sinema serüveni 1980’e kadar yardımcı rollerle sürer. Küçük rollerle de olsa Yeşilçam’ın en tanınan, bilinen yüzlerinden biri olur.

Beyazperdenin “Nermin abla”sı olarak tanınan oyuncu son yıllarında Kemal Sunal filmlerinin vazgeçilmez oyuncularından olur. 330’un üstünde filmde yer alan sanatçı 1987 yılında aramızdan ayrılır.

BİRTANE GÜNGÖR/BİRTANE ALTINEL (SYLVIA DESANTO)

1 Ocak 1952 Tarihinde İstanbul’da doğar. Asıl adı Birtane Desanto’dur. Oyunculuğa Metin Erksan’ın yönettiği “İki Günahsız Kız” (1969) filmiyle başlar. Bazı filmlerde baş rolde de oynar. Yılmaz Güney’le 1970 yapımı “Zeyno” filminde rol alır.

“Keloğlan” (1971), “Zavallılar” (1974), “Gençlik Köprüsü” (1975), “Lüküs Hayat” (1976), “Meryem ve Oğulları” (1977), “İşte Bizim Hikâyemiz” (1978) filmlerinde yer alır. Yapımcı Oksal Altınel ile evlenip ayrılan oyuncu 1978 yılından sonra sinemadan uzaklaşır.

ROZET HUBEŞ

Yahudi kökenli Oyuncu Rozet Hubeş 1959 yılında İstanbul’da doğar. Lisede fen bölümünde okuyan sanatçı Saint Benoit Fransız Lisesini bitirir.  Lise yıllarında tiyatroyla ilgilenmeye başlayan Rozet Hubeş önce İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olur. Sonrasında da İstanbul Belediye Konservatuvarı Tiyatro Bölümününde okuyan Rozet Hubeş 1 yıl Şehir Tiyatrolarında çalışır. Dormen Tiyatrosunda bir çocuk oyunu ardından Kenter Tiyatrosunda oynar.  Yıllardır şehir tiyatrolarında çalışan oyuncu ayrıca oyunculuğun yanında seslendirme çalışmaları da yapmaktadır.

2005’te Afife Jale Tiyatro Ödülleri kapsamında “En iyi kadın oyuncu” ödülünü alır. Yönetmenliğini Tunç Başaran’ın yaptığı 1989 yapımı unutulmaz film “Uçurtmayı Vurmasınlar”da canlandırdığı Zeynep rolüyle de unutulmazlar arasına adını yazdırır. Birçok sinema filmi ve televizyon dizisinde yer alır.

YOSİ MİZRAHİ, (YUSUF (YOSİ) MİZRAHİ)

Ekim 1971, İstanbul doğumlu Yahudi kökenli oyuncu lise eğitiminin ardından tatil yörelerinde animatörlük yaparak seyirci karşısına çıkar. Askerlik sonrasında da bir süre profesyonel animatörlüğü sürdüren Yosi Mizrahi ilk kez 1993 yılında Tiyatrokare’de sahnelenen “Şarkılar Susarsa” oyunuyla profesyonel olarak tiyatro oyunculuğuna başlar. Oyunculuğunu çeşitli tiyatrolarda sürdüren Mizrahi 1994’te ilk kez “Gülşen Abi” dizisiyle kamera karşısına geçer. Sevimli, sempatik oyunculuğuyla ekranların sevilen oyuncusu olan Mizrahi 1996 yılında Yavuz Turgul’un yönettiği gişe rekorları kıran ve sinemada yeni bir dönemi başlatan unutulmaz “Eşkıya” filmiyle sinema oyunculuğuna başlar.

Birçok sinema filminde, televizyon dizisinde oyunculuğunu sürdüren, televizyon programlarında sunuculuk yapan başarılı oyuncu oyunculuk çalışmalarını sürdürüyor.

JANSET (JANSET PAÇAL)

Geniş kitlelerin tiyatro, dizi, sinema oyuncusu ve sunucu olarak tanıdığı Janset Paçal, 10 Haziran 1971 tarihinde Almanya’nın Münih şehrinde doğar. Annesinin adı Feriha, Çerkes kökenli babasının adı Cavit Paçal’dır. Babası Kayserili, annesi Ankaralıdır.

Animatörlük ile başlayan kariyer serüveni, Gaye Sökmen Ajansa kayıt yaptırması ile zamanla farklı olanlara modelliğe, oyunculuğa açılır. 1996’da atv’deki “Televizyon Çocuğu’nda 90 bölüm boyunca Okan Bayülgen’e eşlik etti, bu programla ünlü oldu. 1997’de yine atv’de Mehmet Ali Erbil ve Yalçın Menteş’in başrolleri paylaştıkları Tatlı Kaçıklar dizisinde oynadı. Ardından pek çok sinema filmi, dizi ve reklam filminde yer alır.

Türkiye’de yaşayan azınlıklardan değil ama “yabancı kökenli” birçok filmde oynayarak iz bırakan üç önemli oyuncudan söz etmezsek olmaz.  Bunlardan biri Cihangir Gaffari diğerleri de Nasır Malek Mottie ve Beyk İmanverdi.

CİHANGİR GAFFARİ (JOHN FOSTER, JOHNNY GHAFFARİ)

Güney Azerbaycan asıllı İranlı aktör 1940 yılında Bakü’de doğar. İran’da tanınmış bir oyuncuyken İstanbul’a ablasını ziyaret için geldiği sırada Yeşilçam’la tanışır.  ’60’ların sonundan ’80’lerin sonuna kadar avantür fantastik filmlerde oynar.  30’dan fazla filmde oynayıp ülkesine geri döner. Türkiye’den ayrıldıktan sonra Amerika’da John Foster ve John Ghaffari adlarıyla filmlerde rol alır.


NASIR MALEK MOTTİE

1930 yılında İran’da doğan ve döneminde İran sinemasının gözde oyuncularından olan Nasır Malek Mottie Türker İnanoğlu’nun keşfiyle Türk filmlerinde oynamaya başlar. Bunların ilki Türker İnanoğlu’nun yönettiği 1968 yapımı “Hırsız Kız” filmidir.

1969 yılında da Atıf Yılmaz’ın yönettiği “Kölen Olayım” ve 1970’te Hulki Saner’in yönettiği “Avare Aşık” filmlerinde yer alır.

1976 yılında tekrar Türkiye’ye gelerek Şerif Gören’in “Deprem”, Ertem Göreç’in “İki Kızgın Adam” ve Ülkü Erakalın’ın “Sevdalılar” filmlerinde oynar.

1977 yılında bir kez daha gelen Nasır Malek Mottie, Orhan Aksoy’un yönettiği “Baraj” adlı filmde Türkan Şoray ve Tarık Akan’la başrolleri paylaşır.

Nasır Melek, solunum ve böbrek problemleri nedeniyle 20 Mayıs 2018’de, Tahran’da tedavi altına alınır fakat 25 Haziran 2018’de hayatını kaybeder.

BEYK İMANVERDİ (REZA BEYK İMANVERDİ)

Beyk İmanverdi 15 Haziran 1936’da İran’da Kuzey Azerbaycanlı baba ve Güney Azerbaycanlı bir anneden doğar. İran’da ve İtalya’da filmlerde oynayan Beyk İmamverdi 1976’da Türkiye’ye gelerek Orhan Aksoy’un yönettiği “Kader Bağlayınca” filminde Gülşen Bubikoğlu ve Tarık Akan’la başrolleri paylaşır. Profesyonel güreşçi olan Beyk İmamverdi 1977’de “Fırtına”, “Babanın Evlatları”, “Küçük Ev”, “Şeref Sözü”, “Silah Arkadaşları” filmlerinde yer alır.

Mesut Kara / Evrensel

Sait Munzur ile Asaf Koçak üzerine: Çizgilerin gölgesi düşerken Sivas'a... - ÖZKAN ÖZTAŞ / SOL-Özel

 


2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta gericilerin katlettiği aydınlarımızdan karikatürist Asaf Koçak'ı Sait Munzur anlatıyor: 'Asaf'ın çizimleri boyun eğmemeye çağırır!'

                                       Sait Munzur


2 Temmuz 1993
, ülke tarihine kapanmaz bir yara olarak duruyor. Memleketin aydınlık yüzüne düşman gericiler, 2 Temmuz 1993'te Sivas'ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri için buluşan aydınlara saldırdı. Ateşe verdikleri Madımak Oteli'nden geriye ise acının dışında öfke ve mücadeleyi büyütme azmi kaldı. 

Kaybettiğimiz 33 insanın her birinin ayrı ayrı birçok hikayesi anlatıldı bugüne değin. Anlatılan hiçbir şey aramızdan ayrılanları anlatmak için yeterli olmazken, geride kalanların sözü de tükenmedi. 

Her bir söyleşide ve anmada veyahut mücadeleyi büyüten buluşmalarda akla gelen o soru ise tüm gerçekliğiyle ortada kalıyor: "Yaşasalardı acaba daha neler neler üreteceklerdi!" 

Mizahtan şiire, karikatürden resime, müzikten fotoğrafa birçok sanat ve entelektüel alanda üretim yapan bu insanların ve otel çalışanı iki kişinin her biri de daha söyleyecek söze ve enerji sahip insanlardı. Çünkü bu topraklarla kurdukları ilişki gerçekti ve ülkenin geleceğinde kendilerini görüyorlardı. Aramızdan ayrılanların yaş ortalamasının 22 olduğu düşünüldüğünde "Yaşasalardı daha neler üretirlerdi acaba?" sorusu gerçek bir manaya kavuşuyor. Bir yanıyla da gerici çetelerin en büyük yanılgısı, geride kalanların devam ettirdiği mücadelenin kendisi oluyor. Çünkü aydınlanma kavgası devam ediyor. 

soL'da da karikatürlerine aşina olduğumuz Sait Munzur, Sivas'ta kaybettiğimiz sanatçılarımızdan karikatürist Asaf Koçak'ı soL okurları için anlattı. Bir elinde mızıkası diğerinde kalemi ve çizimleriyle insanları boyun eğmemeye çağıran Asaf Koçak'ı, Sait Munzur'dan dinliyoruz. 

'Karikatür toplumun nefesinin kesildiği yerde anlatılmayanı anlatır'

Asaf Koçak'la yollarınız nasıl kesişti? Ne zamanlara den düşüyor bu süreç?

12 Eylül faşizminin ülkeyi açık hava hapishanesine çevirdiği seksenlerin hemen başlarında, 1983 yılında "Sıfır" adını verdiğim bir mizah dergisi yayınlama çabasına giriştim. Dergiyi çıkartırken mizahın, dünyada ve bizde daima halk adına ses çıkarma, dayatılana, zorbaya isyan biçimi olduğundan yola çıktım. Karikatür, toplumun nefesinin kesildiği, hak arama mücadelesinin zorlaştığı zamanlarda anlatılamayanı anlatabilme, söylenemeyeni örtük olarak ama en anlaşılır biçimde söyleyebilme avantajına hep sahip. 

Bu farklı söylem biçiminden dolayı mizahın bu topraklarda çok köklü geçmişi var. Bunun nedeninin değişik kılıkta zorbanın bol olmasına ve insanlığın ona sazıyla, sözüyle, fıkrasıyla, tekerlemesiyle boyun eğmeme, direnme geleneğine bağlıyorum. 

Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Cemil Cem, Mim Uykusuz, Turhan Selçuk, Oğuz Aral ve daha pek çok usta kalem yakın dönem diyebileceğimiz yıllarda bu itiraz etme, mizahı silah olarak kullanma geleneğini sürdürme konusunda çok cesur örnekler sergilemişlerdi. 

İşte bu dönemlerde Asaf Koçak ile yüz yüze tanışmadan önce "Sıfır"a Adıyaman'dan gönderdiği karikatürleri aracılığıyla tanıştık.

'Toplumsal duyarlılıkları estetik kaygılarla aktaran bir karikatür delisi'

                                       Asaf Koçak


Asaf Koçak, sadece karikatür çizebilmek ve buraya ağrılık vermek için öğretmenlikten istifa ediyor sanırım değil mi?

Toplumsal duyarlılığı olan ve bu duyarlılığı kağıda estetik kaygılarla aktarma çabasında bir karikatür delisiydi Asaf. Sonraları çok kimsenin göze alamayacağı bir şey yaptı ve sadece karikatür çizebilmek, sanatla ve sanat camiası ile iç içe olabilmek için öğretmenlikten istifa etti ve Ankara'ya geldi. Ankara küçük yerdir derler ya. Gerçekten küçük yerdir. Herkesle illa ki bir köşede karşılaşırsınız. Asaf'la da öyle oldu. Sergiler, sokaklar, etkinlikler denk geldiğimiz yerlerdi.

Karikatür bazıları için aslında bir nevi yokluğu, yoksunluğu seçmektir. Sanatın diğer dalları da Türkiye'de biraz böyledir. Çok sevmezseniz sürdüremezsiniz. 1950 kuşağı dediğimiz dönemin çizerleri Milliyet, Hürriyet, Cumhuriyet gibi belli başlı gazetede çizerler, onların dışında kalanlar da sendikaların, sivil toplum kuruluşlarının yayın organlarında yaptıklarını sergilerlerdi.

Ankara'da bir zamanlar köklü bir gazete ve dergi geleneği vardı. Ulus'taki Rüzgarlı Sokakta onlarca gazete ve dergi yayınlanırdı. Ulus, Barış, Ekspres, Yenigün, Halkçı, Zafer, Adalet, Flaş, 7 Gün,Yankı adını hatırlayabildiklerim. Bu gazete ve dergiler önceleri gazetecilik amaçlı yayına başlamıştı. İstanbul gazetelerinin dağıtım ve diğer olanakları karşısında pes edip sadece devletin dağıttığı resmi ilan pastasından paylarına düşene razı olmuşlardı. Bu kısıtlı sayıda basılan, çalışanına ücret ödeyemeyen gazete ve dergilerde ben dahil çok çizer yaptıklarını yayınlatmıştır. Bunları hiçbiri yok artık. 

'Karikatür aşkının bedelini her gün, Ankara sokaklarında fazlasıyla ödedi'

Asaf bu dönemin sonuna yetişti. Rüzgarlı sokak yavaş yavaş inşaat malzemesi satanların istilasına uğradı. Dolayısıyla o daha çok  toplu ve bireysel sergilere ağırlık verdi, bazı kurumların yayın organlarına çizdi. 

Şunu belirtmek gerek. Aç kaldığında, kirasını suyunu elektriğini ödeyemediğinde Asaf'ı Ankara'da ekonomik olarak destekleyecek bir ailesi de yoktu. Karikatür için çok ciddi bir çileyi göze alıp istifa ederek gelmişti Ankara'ya. O karikatür aşkının bedelini her gün, her gün Ankara sokaklarında fazlasıyla ödedi.

Karikatürcü yaptığını çok beğenirse, ben oldum derse yerinde sayar. Çizgisi de konuları da gelişemez. Dünyada da Türkiye'de de bu böyledir. Kişiye bir gün önce çizdiği ertesi gün yetersiz gelmeli. Öncelik estetik kaygıda ya da içerikte diyemeyiz. İkisi de aynı paralelde gelişmeli.Çizgisi çok güzel ama tek bir karikatür konusu bulamayacak, hayatı doğru yerden algılama zahmetine girmeyen, hasbelkader bu dünyanın içine girmiş çok zanaatkâr var. Karikatürcü güçlü bir çizginin yanında güçlü, vurucu espriler de bulabilmeli. Ve bunu ayda yılda bir değil yeri geldiğinde her gün yapabilmeli.

Karikatür ciddi bir iştir denir ya. Akşama kadar komiklik yap gez, boş! Karikatürdeki düşünsel boyut çok önemli. Eleştiri var mı, kimleri,neleri eleştiriyor? Bunu hakkıyla, korkmadan yapabiliyor mu? Ne için, kim için çizilmiş. 

Tüm bunların oluşabilmesi için çok okumak, okuduklarını, gördüklerini, duyduklarını doğru yorumlayabilmek gerekir.



Peki Asaf Koçak'ın karikatürleri? Yaşasaydı neler çizerdi sizce bugün?

Asaf bu kaygıları duyumsamış, safını doğru seçmiş, bunu çizdiklerine yansıtmış, gelişen ve kendini geliştirmeye açık bir çizerdi. Her çizerde olur dönem dönem, Asaf bir süre deve kuşlarına takmıştı kafayı. Kafasını kuma gömmüş deve kuşu çizdi bolca. Onlardan bir de sergi açtı Galeri Sanat Yapım'da.

Asaf Koçak dahil yaşamını erken yitiren birisi aklıma geldiğinde acaba yaşasaydı neler yapardı, sanatında nerede olurdu, nasıl bir gelişim gösterirdi konularını çok merak ederim. Erken ölmek o insanın yapacağı güzel şeylerden toplumu mahrum bırakmasıdır diye düşünürüm. Karikatürü onca seven, onun için çok şeyi göze almış birisinin gelişim göstermemesi düşünülemez. Yaptıkları ve karikatüre olan sevdası gelecekte yapacaklarına dair çok ipucu veriyordu.

'Gerçek karikatür muhaliftir'

Asaf Koçak ne güzeldir ki kendisinden yola çıkarak bugün ülkemiz karikatürünü konuşmamıza vesile oluyor. Yaşıyor olsaydı onun gibi bir karikatür sevdalısı kim bilir karikatürümüzün bugününe dair neler söylerdi. Ama büyük ihtimal şu başlıklarda hemfikir olurduk diye düşünüyorum: Karikatür basından tamamen dışlandı. Gerçek karikatür muhaliftir.  

Bu özelliği onun insanımızın düşünce dünyasından bilinçli olarak silinmesi sonucunu doğurdu. Uzun yıllar izlediğimiz karikatürlerin geneli içi boşaltılmış sabun köpüğü. Bir zamanların çok satışlı dergilerindeki bileği sağlam çizerler dergilerin yok olmasıyla karikatürden hızla koptular. Bu da onların bu işi sadece ekonomik getirisi için yaptıklarının göstergesi galiba. Para yoksa karikatür de yok gibi bir durumun açık kanıtı. 

Karikatürü de, düşünceleri de, insanları da, örgütleri de çok çeşitli yöntem ve akıl almaz olanaklarla yok etmeye çabalayabilirsiniz. Başardığınızı da sanabilirsiniz. Bence beyhude çaba. Bir yerlerde yaşıyor, yaşayacak iyi insanlar ve onların inançları.

Bir mizahçıyı ona dair gülümseten bir anı ile bitirelim bu söyleşiyi. 

Galiba Fenerbahçe'nin Galatasaray'ı 3-0 geriden gelip 4-3 yendiği maç olmalı, 80'lerin sonları. Bilenler yadırgamaz, gençlere komik gelecektir. Ankara-Kızılay'daki Sakarya Cadde'sinde önemli maçlarda televizyonlar dışarı çıkartılır, sandalyeler stadyum düzeninde sıralanır, müşteri oturur, bir yandan bira içilir, bir yandan da maç izlenirdi. İki takımın taraftarı karışık oturur ancak karşılaşma sırasında çıkardığı seslerden kimin hangi takımı tuttuğu belli olurdu. Bir arkadaşla en ön sırada oturmuş maçı izliyoruz. Arkadan bir gürültü koptu, döndüm, Asaf! Artık her ne olduysa, aralarında ne geçtiyse, sandalyenin üstüne çıktı, önündeki üç dört kişilik grubun üzerine uçtu!



'Hele Sivas'taki yobaz sürüsü! Biri bile ona diz çöktüremedi'

Açlığa diz çökmedi! Sayfalarında ona yer vermeyen matbuat erbabı da, kira için kapıya dayanan ev sahibi de, Ankara sokakları da, maç izlerken tuttuğu takıma küfür eden de. Hepsi avucunu yaladı. Hele Sivas'taki yobaz sürüsü! Biri bile ona diz çöktüremedi. 

Mızıkasının melodileri hâlâ Sakarya Caddesi'ndedir, Karanfil Sokak'tadır, Menekşe Sokak'tadır. Özellikle 2 Temmuzlarda kulak kesilin, duyacağınız Asaf Koçak'ın mızıkasından yayılan melodilerdir, sizi boyun eğmemeye, direnmeye çağırır!

ÖZKAN ÖZTAŞ / SOL-Özel

Sivas Katliamı'nın üzerinden 29 yıl geçti: Neler oldu, kim ne dedi, katilleri kimler savundu? - SOL

 Ülkenin en kanlı ve karanlık sayfalarından biri bundan 29 yıl önce Sivas'ta açılmıştı.

2 Temmuz. Bundan tam 29 yıl önce şeriat isteyen gericilerin vahşice saldırısının sonucunda 33 aydın ve 2 otel görevlisi katledildi.

O gün katillerini koruyanlar, katliamı seyredenler  aradan geçen 29 yıl sonunda bakanlık, milletvekilliği ve bürokratlık yaptı.

Şimdilerde o günde parmağı olanların bir bölümü iktidarın karşısında "umut" olduğu söylenen muhalefetin masasında yer alıyor.

O gün neler oldu?

1 - 4 Temmuz 1993’te, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin çağrısıyla Pir Sultan Abdal etkinliklerinin dördüncüsü düzenlenecekti. Birçok aydın ve sanatçının katılacağı etkinlikler öncesi gericiler Sivas’a yığınak yapmış, etkinliğin katılımcılarından olan Aziz Nesin’i hedef alan bildiriler dağıtmıştı.

Devletin açıkça seyrettiği katliam çağrıları 2 Temmuz’da Cuma namazı çıkışında büyük bir saldırıya dönüştü.

Kent merkezindeki Pir Sultan Abdal ve Atatürk heykellerini parçalayan güruh “şeriat isteriz” diyerek etkinliklerin yapıldığı salonlara saldırdılar.

Neredeyse hiçbir güvenlik önleminin alınmadığı olaylarda ilk saldırılar katılımcılar tarafından püskürtüldü. Seyreden gözler gerici güruhun sayısının artmasını bekledi.

Sayıları her geçen dakika artan gericiler, Madımak Oteli’nin önüne geldi. Burada da devlet yurttaşların katledilmesini, otelin yakılmasını bekledi.

Saatler süren saldırının sonunda 33 aydın ve 2 otel görevlisi hayatını kaybetmişti.

Kaybettiklerimiz...

Behçet Sefa AYSAN, Yeşim ÖZKAN, Nurcan ŞAHİN, Muhibe AKARSU, Muhlis AKARSU, Murat GÜNDÜZ, Handan METİN, Ahmet ÖZYURT, Huriye ÖZKAN, İnci TÜRK, Özlem ŞAHİN, Yasemin SİVRİ, Asuman SİVRİ, Uğur KAYNAR, Sehergül ATEŞ, Gülender AKÇA, Gülsün KARABABA, Mehmet ATAY, Hasret GÜLTEKİN, Serkan DOĞAN, Muammer ÇİÇEK, Belkıs ÇAKIR, Asaf KOÇAK, Edibe SULARİ, Menekşe KAYA, Koray KAYA, Serpil ÇANİK, Erdal AYRANCI, Asım BEZİRCİ, Sait METİN, Carina Cuanna THUIJS, Nesimi ÇİMEN, Metin ALTIOK, Kenan YILMAZ, Ahmet ÖZTÜRK...

Devlet görevlileri neler söyledi?

Katliamın ardından olaya seyirci kalan devlet yetkilileri, yakılan aydınları, katledilen yurttaşları hedef alacaktı. 

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel: “Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyiniz”
Başbakan Tansu Çiller: “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir”
İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu: “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir”

Katilleri evlendirip ehliyet verdiler...

Sivas Katliamı’nda yer alan gerici güruhun büyük bir çoğunluğuna tek bir dava bile açılmadı. 

Katliamın kilit isimleri yıllarca yakalan(a)madı. Bir türlü yakalanamadığı söylenen katillerin askere gittiği, evlendiği ve ehliyet aldığı ortaya çıktı.

Bu isimlerin başında gelen Cafer Erçakmak’ın 27 Temmuz 1999’da Sivas Altınyayla Belediyesi’nde evlendiği, 22 Mayıs 1997’de askere gittiği, çocuğunu nüfusa kaydettirdiği, Emniyet’e başvurarak ehliyet bile aldığı anlaşıldı.

Zamanaşımı ve hayırlı olsun!

Katillerin mahkemedeki savunmasını üstlenen AKP'liler, 13 Mart 2012 tarihinde katliamın zamanaşımından düşürülmesine de imzasını atacaktı.

Meclis'e gelen zamanaşımı kararını engelleyen düzenleme AKP’li vekillerin oylarıyla reddedildi.

Zamanaşımı kararının alındığı 13 Mart’taki duruşmada kararı protesto eden halkın üzerine gaz bombalarıyla saldırıldı.

O gün Başbakanlık koltuğunda oturan Erdoğan, karara ilişkin "Hayırlı olsun!" diyecekti.

Katilleri savunan AKP'li avukatlar

Sivas’ta aydınları yakanları savunan avukatlardan bazıları:
Av. Celal Mümtaz Akıncı - Afyon Barosu Başkanı ve AKP oylarıyla Anayasa Mahkemesi üyesi
Av. Hayati Yazıcı Bakan
Av. Haydar Kemal Kurt - AKP Isparta Milletvekili
Av. Zeyid Aslan - AKP Tokat Milletvekili, Başbakan Erdoğan’ın eski avukatı
Av. Hüsnü Tuna - AKP Konya Milletvekili
Av. Burhanettin Çoban - Afyonkarahisar AKP’li Belediye Başkanı
Av. Faik Işık - Başbakan Erdoğan’ın ve Süleyman Mercümek’in avukatı
Av. İbrahim Hakkı Aşkar - 22. Dönem AKP Afyon Milletvekili
Av. M. Ali Bulut - AKP Maraş Milletvekili ve Anayasa Komisyonu üyesi
Av. Bülent Tüfekçi - AKP Malatya İl Başkanı
Av. Halil Ürün - RP kayıp trilyon davası sanığı, AKP Afyon Milletvekili
Av. Mevlüt Uysal - AKP İstanbul Başakşehir Belediye Başkanı
Av. Nevzat Er - Eski AKP Eminönü Belediye Başkanı
Av. Suat Altınsoy - AKP Konya İl Başkanı Yardımcısı
Av. Tayfun Karali - İstanbul Büyükşehir Belediyesi Darülaceze Müdürü
Av. Ferruh Aslan - İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Yayın Müdürü
Av. İbrahim Kök - AKP Elazığ Milletvekili Aday Adayı
Av. Ali Aşlık - Eski AKP İzmir İl Başkanı ve 2011 seçimi milletvekili
Av. Bedrettin İskender - AKP Ümraniye Belediye Başkan adayı
Av. Ekrem Bedir - Sakarya AKP Hendek Belediye Meclis Üyesi
Av. Faruk Gökkuş - AKP Kâğıthane Belediye Başkanlığı Aday Adayı
Av. Hasan Hüseyin Pulan - AKP İstanbul İl Disiplin Kurulu üyesi
Av. Hurşit Bıyık - AKP Trabzon İl Başkan Yardımcısı
Av. Reşat Yazak - Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Üyesi.

(SOL)

TKP: Sivas’ta yakanlarla 'helalleşmeyeceğiz', hesap soracağız! - SOL

 


Tam 29 yıl geçti üzerinden…

Ülke tarihinin en kanlı gerici kalkışmalarından biri, bundan 29 yıl önce Sivas’ta, herkesin gözleri önünde yaşandı.

Bu gerici düzenin iktidarından muhalefetine kadar tüm unsurları o gün Madımak’ın önündeydi. Kimisi hedef gösteren manşeti attı, kimisi aydınların üzerine atılacak taşları taşıdı, kimisi oteli ateşe veren kibriti yaktı, kimisi de öyle sessizce, kılını bile kıpırdatmadan izlemekle yetindi.

Ve hep birlikte 33 aydını ve iki otel emekçisini katlettiler.

Elbirliğiyle yaptılar her şeyi. Kimisi valiydi o dönem, kimisi belediye başkanı, kimisi emniyet müdürü, kimisi bakan…

Evet, hepsi oradaydı, gözlerimizin önünde.

Aradan 29 koca yıl geçti.

Peki, şimdi nerede bu isimler?

Katillerin avukatlığını yapanların, şimdi nerede olduklarını biliyoruz…

AKP’den vekil de oldular, bakan da, yüzleri hiç kızarmadı, bu alçaklığın savunuculuğunu da yaptılar.

Sivas Katliamı davası düştüğünde “hayırlısı olsun” diyenin de şimdi nerede olduğunu biliyoruz.

Peki, hepsi bu kadar mı?

Katliamın yolunu döşeyenlerden biri, bugün halka umut diye sunulan ittifakın ortaklarından biri; onun da nerede olduğunu biliyoruz. Şimdi şirinleştirmeye çalıştıkları bu gericinin, katliam lafını ağzına dahi alamadığını, 35 kişinin katledilmesine sadece “olay” diyebildiğini de biliyoruz.

Bu gerici yetmedi bir de AKP eskisi iki partiyi eklediler listeye.

Helalleşme diyorlar şimdilerde…

Ülkenin aydınlık yüzlerini, emekçilerini bir otelde yakan gericilerle, onlara bu yolu açanlarla, savunanlarla, yol arkadaşı olanlarla helalleşmeyeceğiz!

Ayağa kalkacağız, Sivas’ın da tüm gerici saldırı ve katliamların da hesabını soracağız.

Hasret, Behçet ve Menekşe’ye sözümüz var, ülkemizi bu gerici çetelere de onlara çare diye sarılanlara da bırakmayacağız!

Biliyoruz ki Sivas’ta kapanması çok zor yaralar açıldı ve yine biliyoruz ki o yara ancak bizim iktidarımızda, emekçilerin kendi iktidarında, aydınlık, laik bir ülke kurulduğunda kapanacak. İşte o ülkeyi kuracağız, iktidarı bu gerici çetelerin elinden söküp alacağız.

Türkiye Komünist Partisi

2 Temmuz 2022 Cumartesi

Latin Amerika’da yükselen eğilim sol mu? - Erhan Nalçacı / SOL



'Eğer bir siyasi hareket insanın insanı sömürmesine razıysa ve odağında sermayenin durduğu bir bölgesel bütünleşme projesini programının ortasına çakmışsa sol değildir, ya da biz sol değiliz!'

Güney ve Orta Amerika’da tanımlayabileceğimiz güncel bir olgudan bahsedebiliriz.

Bazı bitkilerin elastikayeti çok fazladır, siz bir süre bir tarafa büküp istediğiniz şekli vermeye çalışsanız bile yeniden eğilimli olduğu şekle hızla döner.

Geçen yüzyılın başından beri ABD hegemonyasındaki Latin Amerika’nın durumu da böyle: Yükselen halkçı, bağımsızlıkçı siyasi hareketler iktidara geliyor, ABD ve işbirlikçileri tarafından bastırılıp değiştiriliyor, ancak büyük bir hızla bu siyasi hareketler tekrar yönetime geliyorlar. 

Örneğin, 2002’de Chavez’e karşı askeri darbe kısa bir süre içinde yenilgiye uğramıştı. Daha yakınlarda Bolivya’da gerçekleştirilen askeri darbe de yenildi ve rol alan siyasi aktörler suçları sabit görülerek mahkum edildi. Bu yılın Ekim ayında ise bir parlamento darbesiyle uzaklaştırılan Lula’nın yönetime geri dönme olasılığı oldukça yüksek görülüyor.

Öte yandan Honduras örneğini daha önce incelemiştik, legal düzeyde sola hiç yaşama şansı vermemiş ve ABD’nin kontr-gerilla merkezi olarak işlev görmüş Kolombiya da geçenlerde kervana katıldı.

Bu elastikiyeti, bu güçlü tarihsel eğilimi bir kez emekçi sınıflar nezdinde tanımlamak zorundayız, bu yazıda bu konuda bir deneme yapacağız.

Öncelikle bu hareketin tümden olumsuzlanması mümkün değil. ABD hegemonyasının zayıflaması içine girdiğimiz alt üst çağının başlıca anahtar kavramlarından birisi. İkincisi, örgütlü mücadele ve direniş kültürünün güçlü olması bu coğrafyada tabi ki her zaman umut kaynağıdır.

Orta ve Güney Amerika ulusları arasında muhakkak farklar bulunuyor ve eşitsiz gelişim burada da ağlarını örüyor. Bu yazıda bu yükselen “sol” hareketin programının genel olarak ne kadar emekçi sınıflara ait olduğunu tartışmaya açacağız. Dolayısı ile ne kadar “sol” olduğunu.

Soru sormak işin başlangıcıdır:

1-Söz konusu programlar insanın insanı sömürüsünü yok etmeyi amaçlıyor mu?

Ne yazık ki bu sorunun çok net bir yanıtı var: Hayır. İnsanın insanı, yani kapitalizmde sermaye sınıfının emekçi sınıfları sömürüsünü sonlandırmaya hiç yer verilmiyor. Hatta böyle bir olgu yokmuş gibi yapılıyor. Sömürünün kendisi ile değil ama onun ürünü olan yoksulluk, gelir eşitsizliğinin düzeltilmesi gibi program başlıkları göze çarpıyor. 

Dolayısı ile programlar genel olarak zenginlerden daha fazla vergi almayı ve yoksulluğun durumunu bir ölçüde olsun düzeltmeyi amaçlıyor. Yer yer kamunun güçlendirilmesinden bahsediliyor ama sermayenin elindeki üretim araçlarının devletleştirilmesine yer verilmiyor.

Bu çok temel özellik bu “pembe” iktidarların aslında burjuvaziye ait bir program olduğunu ortaya koyuyor.

Sermeye sınıfı ile emekçi kitleler arasında bir uzlaşmaya dayanıyor. Ayrıca biraz sonra bahsedeceğimiz köklü değişimin gerçekleşmesi için “orta sınıfların” yaratılması veya güçlendirilmesi gerekiyor.

Ayrıca pandemi sürecinde iyice ezilen ve yoksullaşan emekçi sınıfları düzen içinde tutmak için de sosyal demokrat bir programa ihtiyaç olduğu anlaşılıyor.

2-Yükselen sol hareketler anti-emperyalist mi?

Şurası kesin ki bu hareketlerin hepsi Latin Amerika’nın ABD’ye olan bağımlılığını azaltmayı hedefliyor ve bu yönüyle ABD emperyalizmine karşı oldukları kuşku götürmüyor.

Ancak günümüzde ABD emperyalizmine karşı olmak kategorik olarak anti-emperyalist olmak anlamına gelmiyor. Çünkü günümüzde belli bir sermaye birikimine ulaşmış burjuvaziye ait iktidarlar kendi için bir pazar oluşturmaya ve yayılmacı olmaya eğilimliler.

Aşağıdaki harita Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu (CELAC)’ın haritasını bize gösteriyor. 2020’de birliğe üyeliğini askıya alan Brezilya haricinde bütün Güney Amerika ve Karayip devletlerinin üye olduğu CELAC 2011 yılında kuruldu ve ABD ve Kanada’yı dışarıda bırakarak bir bütünleşme süreci tarif ediyor. Bu hareketin aslında lideri olan Brezilya bu yıl Lula’nın seçilmesi durumunda birliğe geri dönecek ve tekrar liderliği üstlenecek gözüküyor.

                                                                  

2011’de resmi olarak kurulan CELAC Latin Amerika’nın ABD’ye bağımlılığını azaltmayı ve Latin Amerika ve Karayip devletleri arasında ekonomik/siyasi birliği sağlamayı amaçlıyor. Sarıyla gösterilen Brezilya’nın güçlü sermayesi ile aslında lideri olduğu bu sürece Lula’nın seçilmesi ile geri döneceği hesaplanıyor.

Aslında karşımızda merkezinde Almanya ve Fransız tekellerinin durduğu Avrupa Birliği’ne benzer bir oluşumu amaçlayan bir süreç var. Kendi içinde hiyerarşik, ortak bir pazara dayanan ama aynı zamanda kendi için emperyalist olma eğiliminde olan bir siyasi birlikten bahsediyoruz.

Emperyalist eğilimi nerden anlıyoruz?

Bunun için işin merkezinde duran Brezilya sermayesinin Lula döneminde 2010’larda Afrika’daki hareketlerine bakmak gerekiyor. Başlıca bir yazı konusu olacak bu konuya kısaca değinmek gerekirse, Brezilya’nın doğal kaynakları olan Afrika ülkelerine “bir kalkınma retoriği” ile giriş yapması çok tipik bir emperyalist etkinliğe benziyor.

Aşağıdaki fotoğraf Latin Amerika dışişleri bakanlarını bir CELAC toplantısında verdiği toplantı pozunu gösteriyor.

Meksika Devlet Başkanı Manuel Lopez Obrador, Latin Amerika ve Karayip devletleri dışişleri bakanlarıyla CELAC toplantısında. Arkadaki duvarda ressam Diego Rivera'nın yaptığı Meksika tarihinin anlatıldığı 'Epopeya del pueblo Mexicano' adlı fresk görülüyor. 


Eğer bir uluslararası entegrasyon tekellerin çıkarlarını önde tutuyorsa bunun sol ile alakası olabilir mi? Ayrıca daha onlarca yıl halkının örgütlülüğü ve yurtseverliği ile ABD emperyalizmine teslim olmayacak olan Küba’nın bu yeni harekete karşı şerbetli olmadığını aklımızda tutmamız gerekiyor.

3-İklim krizine karşı ekolojik sürdürülebilirlik, kadın hakları, etnik haklar sola işaret etmiyor mu?

İktidara gelen siyasi hareketlerin çoğunun programında buna benzer başlıklar var. Ancak bunlar eğer tekellerin varlığına karşı çıkmıyorsa sola işaret etmiyorlar. Örnek olsun Alman emperyalizmi de ekolojik üretimi kendi yayılmacılığı için kullanıyor.

Sonuçta, eğer bir siyasi hareket insanın insanı sömürmesine razıysa ve odağında sermayenin durduğu bir bölgesel bütünleşme projesini programının ortasına çakmışsa sol değildir, ya da biz sol değiliz!

Bölgede sermayeye teslim olmamış, siyasi iklimin bütün zorluklarına rağmen mücadelesini yükselten Meksika Komünist Partisi, Venezuela Komünist Partisi gibi özneleri dikkate almak gerekiyor.

Bugün artık sermayenin dahli olan hiçbir program sol olarak kabul edilmemelidir.

Erhan Nalçacı / SOL

Boris, Zeki, Sinan - Orhan Gökdemir / SOL

 


'Ali Kemallere, Borislere, uyurgezer çakma Abdülhamitlere bakıp kederlenmeyin sakın. Bir gün yeni Sinanlar gelir, kol kola girer, direnir, yener hikâyenin makus talihini!'

Ali Rıza 1869’da İstanbul’un Süleymaniye semtinde doğdu. Yazılarını Ali Kemal adıyla imzaladı, öyle tanındı. Mülkiye’de okurken çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayınlandı. Bir ayağı hep Avrupa’daydı. 1887’de Paris’e gitti, oradan Cenevre’ye geçti. 1888’de İstanbul’a döndü, Avrupa’da gördüklerine benzer bir dernek kurdu. Abdülhamit’in havadan nem kaptığı zamanlardı, derneği kapatıldı. Yeniden kurmaya kalkışınca hapse tıkıldı. 1889’da maaşa bağlanıp Halep’e memuriyete atandı. Muhaliflere karşı Abdülhamit’in susturma taktiğidir. 

Bir yolunu bulup yeniden Paris’e gitti. Burada Jön Türklere katıldı. Geçim sıkıntısı çekiyordu, Abdülhamit’in Jön Türk hareketini takip etmek üzere Paris’e gönderdiği “Serhafiye” Ahmet Celâlettin Paşa ile bağlantı kurdu, celladının ispiyoncusu olmuştu. Karanlık tarafa geçince karşılığında hem yazı yazmasına izin verildi hem de kendisine sefaret kâtipliği maaşı bağlandı. Artık her şey cüzdan içindi. Hüseyin Cahit, İkdam’da kendisininmiş gibi gönderdiği bazı yazıların Fransız basınından alıntı olduğunu ortaya çıkarınca yazmasına imkân kalmadı. O da paşa çiftliklerine kahyalık yapmak üzere Mısır’da aldı soluğu. 

II. Meşrutiyet’in ilanından birkaç gün önce İstanbul’a döndü. Abdülhamit’in huzuruna çıktı, el etek öptü, o sayede İkdam gazetesinde başyazarlığa başladı. Osmanlı Ahrar Fırkası‘na girerek siyasete atıldı. Mebus seçiminde aday da oldu ama İttihat Terakki adayları her yerde seçimi kazanmıştı. Artık amansız bir İttihatçı düşmanıydı. 

Cemiyet hakkında sert nutuklar atıyordu. Serbestî gazetesi başyazarı Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesinin ardından Mülkiye’de öğrencilere yaptığı ateşli konuşmadan etkilenen öğrenciler Bâb-ı Ali’ye yürüdü. Olaylar hızla büyüdü, cenaze töreni sırasında meydana gelen olaylar 31 Mart gerici ayaklanmasına dönüştü. Ali Kemal, Selanik’ten gönderilen Hareket Ordusu İstanbul’a girmeden Londra’ya kaçtı. 

İttihat ve Terakki 1912’de iktidardan düşünce İstanbul’a döndü. Ancak altı ay sonra Bâb-ı Ali baskını oldu, İttihatçılar iktidara yeniden el koymuştu. 1914’te gazetesi kapatıldı ve yazı yazması yasaklandı. Yol bulmakta mahirdi, 1918’de Sabah gazetesine başyazar, bir yıl sonra yeniden faaliyete geçen Hürriyet ve İtilâf Partisine Genel Sekreter oldu. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucularından biriydi. Birinci Damat Ferit Paşa hükümetinde Maarif Nâzırlığı (Eğitim Bakanlığı), ikinci Damat Ferit Paşa hükümetinde ise Dâhiliye Nâzırlığı (İçişleri Bakanlığı) yaptı. Kuvayı Milliye ve Mustafa Kemal Paşa’dan nefret ediyordu ama olaylar da bambaşka yönde gelişmeye başlamıştı. Tutunamadı, istifa etti.

Son çare Darülfünun’a döndü ama yazıları ve tavırları nedeniyle bir nefret objesine dönüşmüştü. Öğrencilerin tepkileri üzerine o görevinden de azledildi. Yeni kurulan Peyâm-ı Sabah gazetesine başyazar yaptılar. Fransızlara ve İngilizlere derin bir sevgi, Milli Mücadelecilere ve Kurtuluş Savaşının liderine karşı derin bir nefret besliyordu. “Mustafa Kemal haydudu ve çete reisleri, İttihatçılardan daha adi, daha kötüdür. Cezalarını mutlaka bulacaklardır” demişti bir yazısında. Kemalistlerin kaybedeceğine ve Yunan Ordusunun kazanacağına yürekten inanıyordu. Ama talihinin rüzgârı karşıdan esmeye başlamıştı. 1922 Kasım’ında Ankara’ya gönderilmek üzere yakalandı. Bindirildiği Tren İzmit’ten geçerken devreye 1. Ordu Komutanı “Sakallı” Nurettin Paşa girdi. Ali Kemal’i trenden indirip, karargahına götürürler. Paşa hakaretler yağdırdı yüzüne karşı, sonra binadan çıkarıp, hazır kıta bekleyen kalabalığın önüne attırdı. Oracıkta linç edildi. Cesedi ayaklarına ip bağlanarak sokaklarda dolaştırıldı. İsmet Paşa’nın müdahalesiyle kaldırılıp bir çukura gömüldü. 

                                                                     ***

Ali Kemal Avrupa’ya gidiş gelişleri sırasında, 1903’te, İsviçre’de annesi İngiliz, babası İsviçreli Wnifred’le evlendi. Wnifred biri küçük yaşta kaybettikleri 3 çocuk doğurduktan sonra 26 yaşında öldü. Ali Kemal, çocukları İngiltere’deki anneannelerine bırakıp İstanbul’a döndü. Anneanne, Osman ve Selma’yı İngiliz gibi yetiştirdi. Çocuklar anneannelerinin soyadını almıştı. Osman Johnson İngiliz ordusunda subay oldu. 1940’ta oğlu Stanley, 1964’te torunu Boris dünyaya geldi. Torun Boris 2008’de Muhafazakâr Parti’den Londra Belediye Başkanı seçildi. Yakın zamanda da İngiltere başbakanı oldu. 

Ali Kemal, İstanbul’a döndükten sonra Sabiha Zeki hanımla ikinci evliliğini yaptı. Bu evlilikten 1914 yılında Zeki Kemal adını verdikleri bir oğlu daha dünyaya geldi. Ali Kemal linç edildikten sonra annesi 8 yaşındaki oğlunu alıp ülkeyi terk etti. Zeki Kemal eğitimini tamamladı, 1938’de Türkiye’ye döndü, Kuneralp soyadını aldı. Hariciyede hızla yükseldi. 1978’de Madrid Büyükelçisi iken ASALA’nın saldırısına uğradı, eşi Necla Hanım o saldırıda hayatını kaybetti. Ali Kemal’in Sabiha’dan olma oğlu Zeki Kuneralp 1998’de öldü.

                                                                      ***

Boris ve Zeki’nin ünlü bir kuzenleri daha var; Öğretmen, yazar, çevirmen Adnan Cemgil. Eğitimini Paris ve Moskova’da tamamladı o da. 1950’de “Barışseverler Cemiyeti”ni kurdu, Kore’ye asker gönderilmesine karşı bildiri dağıttığı için tutuklandı. Ardından eşiyle birlikte sürgüne gönderildi. Döndü, işsiz kaldı, müstear adla şiir ve yazılar yazdı, İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda figüranlık ve sakalık yaptı. Türkiye İşçi Partisi saflarına katıldı sonra. Seçim çalışmaları sırasında Komünizmle Mücadele Derneği’nin yönlendirdiği bir grubun saldırısına uğradı. Adnan Cemgil, Ali Kemal'in babası Hacı Ahmet Efendi'nin ilk eşinden torunuydu. Ailenin soyağacını Orhan Karaveli'nin “Ali Kemal” çalışmasından aktardım.  

Adnan Cemgil’in oğlu Sinan Cemgil 12 Mart Muhtırasından sonra Nurhak dağına çıktı, orada Deniz Gezmiş’le buluşacaktı. Gezmiş Gemerek’te yakalanınca buluşma gerçekleşemedi. Bunun üzerine Sinan ve arkadaşları Malatya Kürecik’teki ABD radar üssünü basmaya karar verdi. Amerikalıları rehin alacaklar, karşılığında Denizleri isteyeceklerdi. Konakladıkları köyün muhtarı jandarmaya haber verdi, kuşatıldılar, çatışma çıktı. Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga o çatışmada öldürüldü. Ağır yaralanan Mustafa Yalçıner ve Hacı Tonak yakalandı. 

Sinan'ın cenazesini almaya annesi Nazife öğretmen geldi. Köylüler etrafta kümelenmişlerdi. Şöyle dedi kederli anne köylülere karşı: “Bu oğlum Sinan. Bunlar da onun arkadaşları Kadir ve Alpaslan. Onlar da benim çocuklarım. Bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri birer dehaydı. Her biri üstün zekalı güzel çocuklardı. Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı. Birer milyoner olurlardı. Ama onlar, halkı, sizleri sevdiler. Sizin sorunlarınızı omuzladılar…”

                                                                      ***

Sinan Cemgil dağda çatışarak öldüğünde 27 yaşındaydı. Askerler cebinde kâğıda yazılı bir şiir buldu. Yazarı Kurmay Albay Erdoğan Çokduru’du. Hikâyenin uzununu “Yeni Gelen”e “Sinan Cemgil’in cebindeki Albay” başlığıyla yazdım. Albay-Şair Çokduru “teröristin cebinde şiirinin ne işi var” diye sorguya çekildi, kıdem indirimi cezası verildi. Ürktü, bir daha şiir yazmadı. 

Ama şiir bu, kâğıda yazıldığı gibi durmaz. Albayın kaleminden havalanır, Sinan Cemgil’in gönlüne konar, her şey mümkündür. Şöyleydi şiir: 

“Bir adam öldü
Gazeteler bile yazdı öldüğünü
Ajanslar bile verdi
Ama gömülemedi
Ne bok yesin mezarcı başı
Nasıl örtsün toprağını
Adam ha babam bağırmakta
Batan güneşe karşı
Nüfusunu düşseler kütükten
Helvasını kotarsalar
Vasiyetini yazsalar
Adam ha babam ummakta
Doğan güneşe karşı
Adam adam değil ki
Adam kurtuluş marşı.”

Kurtuluş Savaşı’nın en karanlık zamanlarında başlayan bu hikaye böylece Nurhak’ta kurtuluş marşı gibi bir direnişle sona erdi. Her hikaye gibi bunda da, içinde baş eğmez kahramanlarımız var, tabii ömrünü İngiliz muhibbi olarak tamamlayan anti kahramanlarımız da. Soyun, sopun, ailenin, varlığın, eğitimin bir önemi yok. Ta o zamandan beri iyiler ve kötüler, namuslular ve namussuzlar, dik duranlar ve eğilenler, direnenler ve yamananlar olarak birbirimizden ayrılıyoruz.  

Ali Kemallere, Borislere, uyurgezer çakma Abdülhamitlere bakıp kederlenmeyin sakın. Bir gün yeni Sinanlar gelir, kol kola girer, direnir, yener hikâyenin makus talihini!

Orhan Gökdemir / SOL