20 Ağustos 2022 Cumartesi

KISA KISA GÜNDEM (20 AĞUSTOS 2022)

 


1) Çekya'da “Açlık Taşları” ortaya çıktı (Evrensel)

Çek Cumhuriyeti'nde Elbe Nehri'nin sularının çekilmesiyle beraber 1616 yılından kalma "Açlık Taşları" ortaya çıktı: "Beni görüyorsan ağla."

Çek Cumhuriyeti'nden başlayıp Almanya'ya kadar uzanan Elbe Nehri'nin kıyısında ortaya çıkan "Açlık Taşları" (Hunger Stones) Avrupa'daki kuraklığın ciddiyetini gözler önüne seriyor. Decin kentindeki nehir yatağında suların çekilmesiyle geçmişi 1616 yılına dayanan bir taşın üzerinde Almanca yazılan “Wenn du mich siehst, dann weine” (Beni görüyorsan ağla) ifadesi ortaya çıktı. Bu taşlar, gelecek nesillere, su tekrar bu seviyeye düşerse kıtlıkla ilgili zorluklara katlanmak zorunda kalacakları konusunda bir uyarı olarak su seviyesini işaretlemek için geçmişte yaşanan kuraklık sırasında nehre gömüldü.

2) AKP’li eski vekilin kardeşine özel yol ve elektrik hattı (Sevim Dabağ-Evrensel)

AKP Gümüşhane Eski Milletvekili Sabri Varan'ın müteahhit kardeşine, özel elektrik hattı çekildiği ve yol yapıldığı iddia ediliyor. Mevcut hat ve yol varken yenisinin yapılasına köylüler tepkili. (https://www.evrensel.net/haber/468459/akpli-eski-vekilin-kardesine-ozel-yol-ve-elektrik-hatti)

3) Fişleme ve ihbar merkezi CİMER (Kayhan AYHAN-BİRGÜN)

Sosyal medya paylaşımları, kişisel husumet gibi pek çok nedenden CİMER'e yapılan şikâyetler artıyor. Avukatlar, soruşturma ve davalara yol açan CİMER şikâyetlerinin ihbar ve fişleme sistemi olarak ön plana çıktığını söylüyor.(https://www.birgun.net/haber/fisleme-ve-ihbar-merkezi-cimer-399741)

4) Reklama 6 ayda 748 milyon TL (Mustafa Bildircin-BİRGÜN)

Türk Hava Yolları, Ocak-Haziran 2022’de 748 milyon TL’lik rekor reklam harcamasına imza attı. Türk Hava Yolları’nın Bu yılın ilk yarısındaki reklam harcaması, 2021 yılının aynı dönemine oranla yüzde 186 arttı.(https://www.birgun.net/haber/reklama-6-ayda-748-milyon-tl-399738)

5) 210 milyon TL’ye meydan (Mustafa Bildircin-BİRGÜN)

Haziran 2022 itibarıyla 3,5 milyar TL’lik Hazine borcu bulunan Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, İzmit’e yaptırılacak meydan için 209,4 milyon TL’lik sözleşme imzaladı.(https://www.birgun.net/haber/210-milyon-tl-ye-meydan-399748)

6) Yolu yine Beşli Çete onaracak (İsmail Arı-Birgün)

Karayolları Genel Müdürlüğü’nün düzenlediği “Tem otoyolu ile bağlantı yollarının büyük onarım” ihalesi de Beşli Çete’den Kolin İnşaat’a gitti. Kamunun kasasından, Kolin İnşaat’a 394 milyon TL ödenecek. Milyonlarca liralık bir ihale daha kamuoyunda Beşli Çete olarak bilinen şirketler arasında yer alan Kolin İnşaat’a gitti. Kamu İhale Bülteni’nde yer alan bilgilere göre Karayolları Genel Müdürlüğü 11 Ağustos’ta “Babaeski Kavşağı - Saray Kavşağı Arası Tem Otoyolu ve Bağlantı Yollarında Üstyapı İyileştirilmesi ve Büyük Onarım İnşaatı” adı altına bir ihale düzenledi. Belli istekliler arasında düzenlenen ihaleyi 394 milyon 310 bin TL teklif veren Kolin İnşaat’ın aldığı bildirildi.Kolin İnşaat kamudan çok sayıda devasa projenin de ihalesini aldı. Şirket son 10 yılda 28 milyar TL değerinde 54 ayrı ihale aldı. Şirketin en fazla ihale aldığı kurumlarında başında da Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, Karayolları Genel Müdürlüğü, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) İşletmesi Genel Müdürlüğü ile Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ) Genel Müdürlüğü geliyor. Kolin İnşaat, AKP’yle birlikte büyüyen, ‘ilgi alanları’ genişleyen, ihalelerin vazgeçilmez ismi olan ve yağma projeleriyle doğayı katleden şirketler sıralamasında başı çekiyor. Dünya Bankası'nın 1990-2020 yılları arasında en çok ihale alan şirketler listesinde Türkiye’den beş şirket ilk 10'da yer alıyor. Limak, dünyada en çok altyapı yatırımı ihalesi alan 2’nci şirket olurken, Cengiz 4, Kolin 5, Kalyon 6 ve MNG 7’nci sırada bulunuyor.(LİMAK DA KAPTI) Türkiye Elektrik İletim A.Ş. Genel Müdürlüğü de (TEİAŞ) Beşli Çete’deki bir değer şirket olan Limak İnşaat’a ihale verdi. TEİAŞ, 6 Temmuz’da Yusufeli Hidroelektrik Santralı için tünel yapılacağı belirterek bir ihale düzenledi. Ardan ihalenin 3 milyon 670 bin TL’ye Limak İnşaat’a verildiği açıklandı. İhale yine Kamu İhale Kanunu’nun “Doğal afetler, salgın hastalıklar, can veya mal kaybı tehlikesi gibi ani ve beklenmeyen olayların” ortaya çıkması durumunda kullanılması gereken tartışmalı maddesinde düzenlenen pazarlık usulüyle yapıldı. Bu ihale yöntemi ihaleyi istediğine verme yöntemi olarak da adlandırılıyor.

7) Üniversite öğrenim ücretleri konusunda emsal karar: En fazla yüzde 79.60 zam (BİRGÜN)

Bakırköy 6'ncı Tüketici Mahkemesi tarafından alınan emsal niteliğinde karar ile Beylikdüzü'nde bulunan özel bir üniversitenin en fazla yüzde 79.60 zam yapabileceği belirtildi. Avukat Murat Bostan "Bununla da yetinmeyeceğiz. Yüzde 5-10 gibi okulların da taahhüt ettiği oranlar üzerinden esas davamızı açacağız" dedi.(https://www.birgun.net/haber/universite-ogrenim-ucretleri-konusunda-emsal-karar-en-fazla-yuzde-79-60-zam-399770)

8)Erdoğan 'gaz' müjdesi vermişti: Konutta 10 kez, sanayide 14 kez zamlandı! (Sarp Sağkal-Cumhuriyet)

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faturaların düşeceği vaadiyle duyurduğu “doğalgaz müjdesinin” üzerinden iki yıl geçti. Bu sürede konut faturaları, 10 kez yapılan zamla 2.5 kattan fazla artarken sanayideki artış 14 zamla 7.5 katı buldu.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/erdogan-gaz-mujdesi-vermisti-konutta-10-kez-sanayide-14-kez-zamlandi-1971684)

9) MHP'li Kütahya Belediyesi'nin 'vazo' ihalesine katılım olmadı (Cumhuriyet)

MHP'li Kütahya Belediyesi, kentin ortasına inşa etmeyi düşündüğü 45 milyon TL'lik vazo şeklindeki kule için ihaleye çıktı. "Kütahya'ya gezmeye gelinmesi için davetkâr olacağı” savunmasını yapılan vazo kule için yapılan ihaleye kimsenin katılmadığı ortaya çıktı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/mhpli-kutahya-belediyesinin-vazo-ihalesine-katilim-olmadi-1971769)

10) 58 milyon avroya yapılan havaalanı için 206,6 milyon avro ödenecek (SOL)

CHP'li Atila Sertel, Kütahya'daki Zafer Havalimanı için verilen garanti edilen yolcu sayısının yüzde 1'ine dahi ulaşılamadığını açıkladı. 
CHP İzmir Milletvekili ve TBMM KİT Komisyonu üyesi Atila Sertel, Devlet Hava Meydanları İşletmesi'nin (DHİM) bilanço ve hesaplarının görüşüldüğü KİT Komisyonu toplantısında Kütahya'daki Zafer Havalimanı için yolcu garantisi nedeniyle bugüne kadar ödenen toplam tutarı ve sözleşme bitimine kadar ödenmesi öngörülen meblağı sordu. DHMİ tarafından verilen yazılı yanıtı aktaran Sertel, "firmanın 1 koyup 4 aldığını" söyledi.('Hazine'den milyonlar aktarılacak') Sertal, gelen yanıt sonrasında ortaya çıkan tabloyu açıkladı: "52 milyon 818 bin euroya yapılan Zafer Havalimanı’nda garanti edilen yolcu sayısının yüzde 1’ine dahi ulaşılamadı. Yani sapma yüzde 98-99. Zafer Havalimanı için sözleşme süresi 29 yıl 11 ay. Bu şirket yatırdığı parayı 52 milyon 818 bin euroyu 9 yıl içerisinde tahsil etti. Şimdi tam 20 yıl boyunca Zafer Havalimanı’nı yapan ve işleten şirket oradan yolcu uçsa da uçmasa da uçak inse de inmese de parasını alacak. Hazine’den milyon eurolar akıtılacak. 52,8 milyon euroya yapılan Zafer Havalimanı için vatandaşlarımızın vergilerinden kesilen paralarla bu şirkete 206,6 milyon euro para ödenecek. Bu havalimanını devlet kendi imkanlarıyla yapsaydı 9 yılda kendini amorti edecekti. Ve öyle de oldu. Havalimanına yatırılan para 9 yılda çıktı. Şimdi bu şirket 20 yıl daha halkımızdan para almaya devam edecek.('Kendi ceplerinden mi ödüyorlar?') Zafer Havalimanı örneğinin tek olmadığını belirten Sertel, garanti ödemeli projeler nedeniyle iktidarı eleştirdi: "Bu kadar öngörüsüz bir şekilde verilen garanti hiçbir yerde yok. İşçiye, memura, asgari ücretliye zam yaparken eli titrerken, yandaş müteahhitlere bu kadar bol kepçe para dağıtan başka iktidar yok. Bir de 'Halkın cebinden para çıkmıyor, devletin cebinden para çıkmıyor' deniliyor. Bu milyon eurolar kimin cebinden çıkıyor? Kendi ceplerinden mi ödüyorlar? Yazıktır, günahtır. Biraz özeleştiri yapın, 'Hata yaptık' deyin. Ama o da yok. Rakamlar ortada olmasına rağmen körü körüne savunmaya devam ediyorlar."
(Derleyen:Mustafa Kırcı)





Ukrayna savaşı ve Avrupa'da çatlaklar - Erhan Nalçacı / SOL

 


'Zelenski ve ekibi muhtemelen ABD’nin bir vekalet savaşında Ukrayna’yı felakete sürüklediği için ileride Ukrayna halkı tarafından yargılanacak.'

Ukrayna savaşının altıncı ayında Avrupa iyice tuhaflaştı.    

Almanya başbakanı Scholz “emperyalizm Avrupa’ya yeniden geldi” diye demeç verdi geçen haftalarda.

Buna yaşamında henüz bir tane bile köşe yazısı okumamış ortaokul çocukları bile güler. Avrupa Birliği’nin merkezinde Alman-Fransız sermayesinin durduğu eşit olmayan hiyerarşik yapısı sanki emperyalizm değil! Ya Avrupa devletlerinin Afrika’da, Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da, Suriye’de yürüttüğü operasyonlar, Yugoslavya’nın parçalanmasındaki rolleri, eski sosyalist ülkelerin zenginliklerine sermayenin el koyuşu…

Polonya Ulusal Bankası başkanı ise Almanya’yı emperyalist olmakla ve Polonya topraklarına göz dikmekle suçladı.

Anlaşılan askeri operasyonla toprak ilhakı başlayınca Avrupa’da, bütün tarihsel korkular depreşmiş.

Ancak Avrupa devletleri sermaye sınıflarının başka bir derdi her gün büyüyor.

ABD ve yardakçısı İngiltere sermeyesi başta Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupa sermayesini altı ay önce şu konuda ikna etmişti:

“Rusya’yı, çevresindeki ülkeleri NATO’ya alarak, Ukrayna’da varılmış anlaşmaları ihlal edip Donetsk ve Luhansk’ı bombalayarak ve asker yığarak kışkırtıyoruz. Rus ordusu Ukrayna’ya girdiğinde görülmedik ağırlıktaki ekonomik yaptırımlarla Rusya’ya diz çöktüreceğiz. Medya operasyonuyla dünyada yalnızlaştıracağız. Silah göndererek, askeri eğitim vererek, istihbarat sağlayarak Rusya’yı Ukrayna’yı işgal ettiğine pişman edeceğiz.”

Rusya’yı bir Ukrayna batağına çektiklerinde Çin’in işini Pasifikte bitirmeyi amaçladıklarını da söylemişler miydi, neyin hangi düzeyde konuşulduğunu bilmiyoruz. Emperyalizmin olağanüstü kirli ve rezil dünyasında nelerin masaya konduğunu tam olarak öğrenmek kolay değil.

Ancak hiçbir şey ABD’nin Avrupa sermayesine vaat ettiği gibi gitmedi. Savaşın başlangıcından altı ay sonra aşağıdaki haritada görüldüğü gibi siyasi coğrafyada değişiklik ortaya çıktı. Haritada Rusya’nın Ukrayna’nın doğusundan başlayarak güneye doğru geniş bir alanı ele geçirdiği görülüyor. Bunu yoğun topçu ateşinden sonra kent kent savaşıp ele geçirerek yaptılar ve Ukrayna’nın bu savaşta aldığı bütün yardıma rağmen yenildiği anlaşıldı. Rus Genel Kurmayı’nın hedeflerinde ne var bilmiyoruz ama aynı yöntemle bütün Karadeniz kıyısını ele geçirerek Ukrayna’nın denizle ilişkisini kesebilirler.

Savaşın başlangıcından altı ay sonra en güncel durum olmasa da Rusya’nın ele geçirdiği Ukrayna toprakları ve askeri harekatın yönü görülüyor. Luhansk’ın tamamı, Donetsk’in önemli bir kısmı ve Karadeniz kıyı şeridinin geniş bir bölümü Rusya tarafından askeri olarak alınmış durumda. 2014’te alınan Kırım’ın yaşadığı su kıtlığının bu operasyonla çözüldüğü ve Dinyeper suyunun Kırım’a yönlendirildiği ve Kerç Köprüsü dışında Kırım’la karasal bağlantının sağlandığı anlaşılıyor. Ayrıca haritada güneyde Dinyeper’in kıyısında Zaporijya Nükleer Santralı’nın takriben yeri izleniyor.

Rusya savaş esnasında önemli askeri kayıplar verdi, emekçi sınıfların çocukları savaş esnasında canından oldu. Buna karşılık bu kayıpların Rusya’da bağımsız bir işçi sınıfı hareketi tarafından etkili bir şekilde konu edilmesi söz konusu olmadı, Rus milliyetçiliği ideolojik olarak bir hegemonya kurmuş gözüküyor.

Rusya ekonomik olarak da çökmedi, aksine Batı emperyalizmi dışında kalan ekonomik ilişkilerin pekişmesine yol açtı. Aynı şekilde Rusya’nın dünyadan izole edilmesi de Avrupa’da şovenizme varan ayrımcılığa rağmen tutmadı. 

Buna karşılık Avrupa sermayesi başta Almanya olmak üzere büyük bir ekonomik sıkıntı ile karşı karşıya kaldı. Rus doğalgazı, petrolü ve kömüründen yoksun kalmanın getirdiği enerji darboğazı iklim değişikliğinin sonucu olan kuraklık ve aşırı sıcaklarla birleşince bir kâbus tablosu belirdi. Yüksek enflasyon, emekçilerin yoksullaşması ile giden muhtemel bir ekonomik daralmayla yüzleşme söz konusu. Enerji darlığı ağırlaşırsa konutların ısınma problemi dışında sanayi üretiminin kesintiye uğrayacağı söyleniyor.

Avrupa sermayesi için kâbusun diğer boyutu ise emekçi sınıfların düzen içinde tutulamaması ve işçi sınıfı ayaklanması ile karşılaşmaları olasılığının giderek güçlenmesi.

Sonuçta geçen haziran ayında Makron, Scholz ve Draghi (İtalya başbakanı) Kiev’i ziyaret ettiler ve Rusya ile bir barış anlaşmasını telkin ettiler. Bu açıkça biraz toprak kaybını göze alın anlamına geliyordu.

Erdoğan’ın iki gün önce gerçekleşen Ukrayna ziyaretinin de aynı doğrultuda olduğu söylenebilir. “Savaşta yıkılmış Ukrayna’yı Türk şirketleri onaracak” başka anlama gelmiyor. “Bir an önce Rusya ile anlaşın, toprak kaybını pazarlık konusu yapın” demek.

Ancak ABD ve İngiltere’nin Rusya’yı savaşamaz hale getirme stratejilerinden vaz geçmeye niyetleri yok. Bir yandan askeri eğitim ve silah yardımı sürüyor, diğer yandan Zaporijya Nükleer santraline dönük ağır bir provokasyon yapılıyor.

ABD sermaye sınıfı o kadar pragmatik, o kadar emekçi sınıfların düşmanı ve o kadar zalimdir ki nükleer santral patlasa hiç umurlarında olmaz. Artık o gün esen rüzgârın yönüne göre Türkiye mi, Avrupa mı daha çok etkilenir radyasyon dolu bulutlardan, on binlerce kanser vakası ve sakat doğum olur, buna aldırmazlar. 

Zelenski ve ekibi muhtemelen ABD’nin bir vekalet savaşında Ukrayna’yı felakete sürüklediği için ileride Ukrayna halkı tarafından yargılanacak.

Putin’den Scholz’a diğer bütün aktörlerin ve arkalarındaki sermayenin cezasını ise işçi sınıfı kesecek.

Birleşik Sosyalist Avrupa.

Kulağa hoş geliyor.

Üstelik kapısında 40 sene beklemezsiniz, devrimini yapan girer.

Erhan Nalçacı / SOL


Yoldaki işaretler - Orhan Gökdemir / SOL

 'Türkiye’nin İhvan’ı AKP sallanıp duruyor. Cumhuriyeti yıktı ama yerine bir yeni rejim kurmayı başaramadı. Derme çatma yerli-milli İhvan rejimi tek adam ve şürekasından ibaret.'


Mısır’ın AKP’si İhvan-ı Müslimin, Müslüman Kardeşler, Halifeliğin 1924’te genç Türkiye Cumhuriyeti tarafından kaldırılmasına tepki olarak doğdu. Mısır’ın İslamcıları bu devrimci adıma çok öfkelenmişlerdi. Mısırlı öğretmen Hasan El Benna halifeliğin kaldırılmasından dört yıl sonra, 1928’de, Müslüman Kardeşler örgütünü kurdu. Örgüt Mısır’ın İngiliz himayesinden kurtuluşunun ardından 1923 yılında kabul edilen “laik” anayasaya karşı çıkıyor ve halifeliğin kaldırılmasını kabul edilemez buluyordu. Benna’nın öfkeli örgütü şöyle diyordu; “Allah maksadımız, Peygamber liderimiz, Kuran anayasamız, Cihat yolumuz ve Allah’ın davası yolunda ölmek en yüce ülkümüzdür.” İslam’ın 6. yüzyıldan bu yana geçirdiği evrimini açıkça reddeden ilk manifestolardan biridir. 

El Benna ilk on yılı örgütlenme çabaları ile geçirdi. II. Dünya Savaşı başladığında örgüt artık Mısır’daki önemli siyasi oyunculardan biriydi. Benna’ya göre Müslümanların geri kalmasının sebebi din yolundan uzaklaşılmış olmasıydı. Kurtuluş, İslam öğretilerine geri dönerek sağlanabilirdi. Devlet İslam dini temelinde teşkilatlanmalı, İslam hukuku geçerli kılınmalıydı.

Ancak sosyalizm savaştan umulmadık biçimde güçlenerek ve etki alanını genişleterek çıkmıştı. O rüzgâr Mısır’ın boğucu havasını da dağıtıyordu. Haliyle İhvan’ın ilk hedefi Mısırlı modernleşmeciler ve Komünistler oldu. Örgüt 1945-1948 yılları arasında solcuları hedef alan terör eylemlerine girişti. O arada İsrail kurulmuştu. Öfke Yahudilere yöneldi; Yahudi esnafa yönelik İhvan saldırılarında çok sayıda Yahudi hayatını kaybetti.

Savaşın ardından İhvan üyelerini birçoğu hükûmetin ihanet içinde olduğu görüşündeydi. İktidarla ilişkilerini bir süre daha sıcak tutma eğilimindeki El Benna örgütünü denetlemekte zorlanıyordu. Nitekim savaş ertesinin sıkıntılı ortamında örgüt üyelerinin adları iktidar üyelerine yönelik bir dizi suikast olayına da karıştı. Hasan el-Benna da 1949'da hükûmetin göz yumduğu bir suikast sonucunda öldürüldü. Sahne Seyyid Kutup’un girişi için hazırlanmıştı.

                                                                      ***

Seyyid Kutup, Benna ölene kadar İhvan’la hiç ilgilenmemişti. O daha çok “Özgür Subaylar”a yakınlık duyuyordu. Cemal Abdul Nasır o subaylardan biriydi. Nasır, başlangıçta İhvan’a yakın bir askerdi. Siyasi faaliyetlerine Özgür Subaylar içinde başlamış, Müslüman Kardeşler'e yakınlık duymuş, İkinci Savaştan sosyalizm güçlenerek çıkınca sola meyletmişti. 1952’de bir askeri darbeyle iktidarı ele geçirdi. 1956’da Süveyş Kanalı'nın millileştirilmesine karar verince Batı’yla arası açıldı. Artık Mısır Arap milliyetçiliğinin merkezi haline gelmişti.  

1952 darbesinden önce Cemal Abdülnasır, evinde toplantı düzenleyecek kadar Seyyid Kutup’a yakındı. Bu yakınlık Kutup’a, İhvan ile Özgür Subaylar arasında bağ kurabileceği izlenimi vermişti. Ancak başarılı olamadı ve 1953’te İhvan’a katıldı. Rekabet sertleşiyordu. Arap Milliyetçiliğinin köşeye sıkıştırdığı İhvan, Nasır’a karşı başarısızlıkla sonuçlanan üç suikast düzenledi. O suikast girişimlerinden birinde, 1954’te, İhvan yöneticileriyle birlikte Seyyid Kutup da tutuklandı. 1964’te bırakıldı. Örgütü yeniden canlandırma faaliyetlerine katılması yüzünden 1965’te tekrar tutuklandı. “Yoldaki İşaretleri” o arada yazmıştı. Yargılama sonunda idam cezasına çarptırıldı ve 1966’da cezası infaz edildi. 

Seyyid Kutup, Benna’dan daha radikal bir İslamcılık geliştirmişti. Toplumlar Müslüman ve cahili olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Müslüman toplum sadece Allah’a kul olup hayatını onun hükümlerine göre düzenleyen insanların oluşturduğu toplumdu. Cahiliye toplumu ise İslam inancının hâkim olmadığı toplumdu ve buna karşı mücadele şarttı. Cahiliyeye karşı verilen cihat Müslümanların kendini savunma yöntemi değil bir saldırıydı. Şair taklidi yapan İslamcımız İsmet Özel bu anlayışı, “Müslüman teröristtir. Müslümanın ilk görevi terörist olmaktır” diye veciz bir biçimdi ifade etmişti yakın zamanda. Seyyid Kutup, bu görevi hakkıyla yerine getirmiştir. 

E terör de bir yere kadar. Müslümanların zaman içerisinde yozlaşmasının sebeplerinden biri İslâm düşüncesinin Yunan felsefesinin etkisi altına girmesiydi. Halbuki ilk kuşak Müslümanlar o felsefeye kulak asmamışlar, sadece Kuran’a bağlı kalmışlardı. O halde arınmak için “asr-ı saadete” dönmek şarttı. Selefilik yolu böyle açılmıştır. 

                                                                    ***

Ancak idamlar uç veren bu radikal İslamcılığın önünü kapatmıştı. Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat 1970’lı yılların başında sosyalist muhalefetle mücadele etmek için çok sayıda İhvan üyesini hapisten çıkardı. Hasan El Benna-Seyyid Kutup virüsü düzene lazımdı. O tarihten sonra özellikle “Yoldaki İşaretler” risalesi, aslında bir broşürdür, aralarında İslami Cihat ve el Kaide'nin de bulunduğu pek çok radikal İslamcı örgüte ilham kaynağı oldu.

                                                                     ***

Yıl 2013. AKP’li Zeytinburnu Belediyesi Benna-Kutup anması toplantısındayız. Toplantıdaki en ilginç konuşmayı Nur cemaatine yakınlığıyla bilinen yazar Hamza Türkmen yapıyor. Türkmen, “27 Mayıs sonrası dünyada gelişen sol ve Marksist düşüncelerin Türkiye’de de etkili olmasını engellemek için MİT Başkanı Fuat Doğu girişimlerde bulunuyor. 

Seyyid Kutup’un fikirlerinin Türkiye’de tanınması için Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görevli Yaşar Tunagör’e kitabı çevirtiyor ve yayınlatıyor” diyor. Baktım elemanımızın hangi kitabına MİT düşmüş diye. “Yoldaki İşaretler” değildir, ABD’de yazdığı “İslam’da Sosyal Adalet” kitabıdır. MİT, İslam’ın sosyal adaletini Komünizmin sosyal adaletine karşı panzehir olarak kullanmıştır. 

Toplumda ve tarihte rastlantı yoktur. Seyyid Kutup çevirmeni Yaşar Tunagör “Komünizmle Mücadele Dernekleri”nin de kurucuları arasındadır. 

                                                                     ***

Tabii İhvan’ın maceraları Mısır’la sınırlı değil. Bu antikomünist duvarı, Komünizmin sızacağını düşündükleri her yere örmek istediler. 1970’li yılların ortasında Lübnan’da iç savaş patlayınca İhvan, iç savaşta Müslümanlara karşı olduğunu düşündü Hafız Esad yönetimine karşı cihat ilan edip saldırıya geçti. Asker-polis kimi buldularsa öldürdü. Saldırıları 1980’den itibaren büyük çaplı gösteriler ve grevler takip etti. Esad bu saldırılara örgütü yasaklayarak karşılık verdi. İhvan, son çare Esad’a karşı bir suikast düzenledi. Suikast başarısız olunca binlerce İhvan üyesi tutuklandı. Suriye güvenlik güçleri 1982 Şubatı’nda örgütün kalesi sayılan Hama şehrine havadan ve karadan saldırıya geçti. Binlerce İhvan üyesi de o saldırılarda öldü.

2011’de, ABD desteğindeki Türkiye ve Körfez Arap devletçikleri İhvan’ı Suriye’de iktidara geçirmek için bir kez daha harekete geçti. Hâlâ o savaşın sonuçlarıyla boğuşuyoruz. 

                                                                      ***

Cumhuriyet yıkıldı, laiklik cami avlusuna terkedildi ama cumhuriyetin hilafeti kaldırmasına tepki olarak doğan o hareketin etkileri sürüyor hâlâ. Mısır’da yine ayaklandılar ve ordu yine bastırdı ayaklanmayı. Suriye’de ummadıkları bir direnişle karşılaştılar ve yine başarısız oldular. Başarılı oldukları tek ülke Türkiye’dir. 

Ancak Türkiye’nin İhvan’ı AKP de sallanıp duruyor. Cumhuriyeti yıktı ama yerine bir yeni rejim kurmayı başaramadı. Derme çatma yerli-milli İhvan rejimi tek adam ve şürekasından ibaret. 

Tabii onu ayakta tutmak için canla başla çalışan muhalefeti saymazsak. Cumhuriyetin kurucu partisinin başı, ağzını her açısında “Bizi suçlarlar, ‘CHP şöyledir, şunu yaptı, dinsizdir’ diye. Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kuran, ilk İmam Hatip, ilk İlahiyat Fakültesini açan CHP’dir” diyor. Doğru aslında söyledikleri. Toplumun dinselleştirilmesinin baş sorumlusudur CHP. Kendi devriminden ürkmüştür, sonra da ürküntüsü nefrete dönüşmüştür. Kekelemeden laiklik bile diyemiyorlar artık.

CHP’nin başı, Yalova'da katıldığı bir etkinlikte Seyyid Kutup'un “Yoldaki İşaretler” kitabına göz atarken görüntülendi geçtiğimiz günlerde. O fotoğraf CHP’nin AKP’leşmesinin yeni işaretlerinden biri sayıldı. Ama kuşkusuz eldeki kitabın işaret ettiği CHP’nin AKP’lileşmesinden daha fazlasıdır. Anti-komünist bir pozdur o, sermayeye yazılı olmayan parti programı beyanıdır. Gericilik onun yan ürünüdür sadece. 

Peki, ne yapacağız? 

AKP’den kurtulmanın, bu kahrolası düzeni yıkmanın yolunu soruyorsanız söyleyeyim. Bizim yolumuzdaki işaretler bugün TMMOB Makina Mühendisleri Odası Eğitim ve Kültür Merkezi’nde ortaya çıkacak. Güç birliği yapan o dört partidir yolumuzdaki işaretler. Düşün yola, takip edin…

Orhan Gökdemir / SOL

19 Ağustos 2022 Cuma

KISA KISA GÜNDEM (19 AĞUSTOS 2022)

 


1) Merkez Bankasının faiz indirimi kararı | Prof. Dr. Mustafa Durmuş: İnşaat balonu patlamasın diye…(Evrensel)

"Merkez Bankası sürpriz bir biçimde politika faizini yüzde 14’ten yüzde 13’e çekti. Böylece uzunca bir süredir beyin ölümü gerçekleşmiş olan para politikasının da fişi komple çekilmiş oldu."

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, politika faizinin yüzde 14'ten 13'e indirdiğini duyurdu. Kararın arından dolar/TL 18 lirayı geçti. Kararın sürpriz olduğunu söyleyen ekonomi politikçi Prof. Dr. Mustafa Durmuş, "Böylece uzunca bir süredir beyin ölümü gerçekleşmiş olan para politikasının da fişi komple çekilmiş oldu” dedi. Prof. Durmuş, “Çok ciddi ekonomik ve sosyal sonuçları olacağının bilinmesine rağmen bu indirim kararı neden alındı” sorumuzu şöyle yanıtladı: “Bu kararı alanların gerekçelerini bir yana bırakırsak, akla gelen ilk gerçekçi neden, konut satışlarının ülke çapında geçen temmuzdan bu yana yüzde 12,9 oranında düşmüş olması. Üstelik aylık düşüş çok daha sert. Öyle ki bu yılın haziran ayında 150 bin 509 olan satış adedi, temmuzda 93 bin 900’e geriledi. Bilindiği gibi konut satışlarının bir kısmı ipotekli konut kredileri (mortgage) ile gerçekleşiyor. Böyle olunca da faiz oranları bu satışlarda etkili oluyor. Şimdi dikkat: Bu yılın haziran ayında 44 bin 732 olan ipotekli konut satışı temmuz ayında 28 bin 688’e düştü. Kısaca yüksek enflasyon nedeniyle sektöre olan talebin artmasıyla sektör bir süredir şişmekte olan balonun patlama riski (inşaat sermayesinin de baskısıyla) iktidara bu kararı aldırdı. Maalesef bir kez daha belli sermaye gruplarının çıkarları için toplumun bütününün çıkarları feda ediliyor, inşaat sektörü batmasın diye ekonomik çöküş göze alınıyor.” (SONUÇLARI NE OLUR?) Prof. Dr. Mustafa Durmuş’a göre kararın sonuçları ağır olacak. Durmuş, öngörülerini şöyle sıraladı: *Kur yükselmeye devam edecektir. Nitekim kararın açıklanmasının ardından dolar kuru 18,1 oldu. *Enflasyon artmaya devam edecektir, finansal istikrarsızlık daha da artacaktır. *Kurun artışı dış borçların TL karşılığını yükseltecek, bu da şirketleri zora sokacaktır. Bu durum şirket iflaslarıyla, toplu işçi çıkarımıyla, işsizlik artışıyla ve nihayetinde ekonomik büyümenin yavaşlamasıyla sonuçlanacaktır.*Halklarımız daha da yoksullaşacaktır. *Diğer yandan döviz kurunu baskılamak için Kur Korumalı Mevduat gibi uygulamalara daha fazla yüklenileceği için, aradaki kur farkı oranında, bir avuç zengine yapılan servet transferi daha da artacaktır.

2)Kızılay’da 12 şirketten 198 bin TL huzur hakkı alıyorlar: ‘Huzur’lu soygun!(Damla Kırmızıtaş-Evrensel)

Kızılay Genel Başkanı Kerem Kınık ve Kızılay Yatırım’ın CEO’su İlyas Haşim Çakmak’a son 3 yılda “yöneticilere sağlanan fayda” adı altında toplam 35 milyon 884 bin 923 TL dağıtıldığı tespit edildi.

Her geçen gün giderek yoksullaşan halka yardım kuruluşu sıfatıyla hizmet veren Kızılay’da, şirketler üzerinden yöneticilere aktarılan ‘huzur hakkı’ dudak uçuklatıyor. Kızılay Genel Başkanı Kerem Kınık ve Kızılay Yatırım’ın CEO’su İlyas Haşim Çakmak’a 12 şirketten her ay 198 bin TL ‘huzur hakkı’ verildiği ve son 3 yılda “yöneticilere sağlanan fayda” adı altında toplam 35 milyon 884 bin 923 TL dağıtıldığı tespit edildi.(KIZILAY BAŞKANI CUMHURBAŞKANINDAN FAZLA MAAŞ ALIYOR) CHP Ankara Milletvekili Tekin Bingöl tarafından bağımsız denetçi raporları, faaliyet raporları, Kamuoyu Aydınlatma Platformu (KAP) bildirimlerinden elde edilen verilere göre, Kızılay Genel Başkanı Kerem Kınık’ın  kendi döneminde kurulan 12 şirkette  ‘Yönetim Kurulu Başkanı’ olduğu, şirketlerin çatı kurumu Kızılay Yatırım’ın CEO’su İlyas Haşim Çakmak’ın da 12 şirkette de ‘Yönetim Kurulu Başkan Vekili’ sıfatıyla yönetici olarak 198 bin 12 TL yani her ay 36 asgari ücret değerinde ‘huzur hakkı’ elde ettiği kaydedildi. Böylece 100 bin 750 lira olan Cumhurbaşkanı aylığının yaklaşık iki katı ücret aldıkları ortaya çıkmış oldu. Ayrıca Kızılay’da Genel Müdür/CEO koltuğunda oturan ve ‘profesyonel çalışan’ sıfatıyla ücret alan İbrahim Altan’ın ayrıca 5 şirkette yönetici olarak huzur hakkı elde ettiği kaydedildi.(3 YILDA 35 MİLYONLUK ‘HUZUR’)Kızılay’a bağlı şirketlerde 42 kişinin yönetici sıfatı ile her ay ‘huzur hakkı’ ödemesi aldığı, bu 42 yöneticiden 12’sinin ayrıca Kızılay bünyesinde ‘genel müdürlük’ sıfatı ile huzur hakkı dışında ‘profesyonel çalışan’ olarak da ayrıca ücret aldığı ortaya çıkarken Kızılay denetim raporlarına göre, şirketler üzerinden “yöneticilere sağlanan fayda” ve “üst yönetime sağlanan menfaatler” adı altında 2020 yılında 9 milyon 612 bin 108 TL, 2021 yılında 11 milyon 701 bin 833 TL değerinde ‘huzur hakkı’ dağıtıldığı belirlendi. Ocak ve Temmuz aylarındaki asgari ücret düzenlemelerinin ardından ‘huzur hakkı’ dağıtımının 2022 yılında 14 milyon 570 bin 982 TL’ye ulaşacağı tespit edildi. Kızılay’da şirketlerin kurulmasının ardından son 3 yılda “huzur hakkı” ödemelerinin 35 milyon 884 bin 923 TL’ye ulaştı.(TAM BİR SAADET ZİNCİRİ!) Kızılay’daki “huzur hakkı” verilerini değerlendiren Bingöl, “Kızılay’da kurulan ‘huzur’ zincirinde CEO’lar, genel müdürler, yönetim kurulu başkanları, profesyonel yöneticiler havada uçuşuyor. 12 şirkette de yönetici olan Genel Başkan dışında Kızılay’dan maaş alan 12 yönetici daha farklı şirketlerde yönetici gösterilerek ‘huzur hakkı’ denilerek menfaat elde ediyor. 2 CEO, 17 genel müdürün bulunduğu Kızılay’da şirketler üzerinden 42 kişiye her ay toplam 249 asgari ücret değerinde ‘huzur hakkı’ dağıtımı söz konusu. Aralarında kimi ararsanız var. AKP’li eski milletvekili, eski bürokrat, AKP’li belediye başkanının kardeşi, AKP’li eski belediye meclis üyesi, AKP eski belediye başkanı aday adayları, AKP eski il kadın kolu başkanı, Diyanet eski yöneticisi, eski yandaş sendika yöneticisi, Kızılay yönetici kardeşi... Saymakla bitmiyor. Tam bir saadet zinciri ile karşı karşıyayız” dedi. Bingöl şöyle konuştu: “Geçmişte Türkiye’nin en saygın kurumları arasında yer alan bir kurumu iktidarın arka bahçesine çevirenler, eş-dost-akraba yönetici atamaları ile ‘huzur hakkı’ diyerek Kızılay’ı tüketiyorlar. Tarihi ve misyonu ile Türkiye’nin en önemli kurumları arasında yer alan Kızılay’ın bu hale düşürülmesi her vatandaşımız için güven kırıcı ve acı vericidir. Bilançolara göre şirketler zarar ederken Kızılay’dan milyonluk ‘huzur’ elde edenler koca bir çınar gibi güven vermesi gereken bir kurumu, vatandaşın bağışlarını, emeklerini ve güveni kolayca harcamaktadır. İhtiyaç sahipleri ve korunmasızların ilk çaresi olan Kızılay hızla denetlenmeli ve kurulan ‘huzur çarkı’ derhal bozulmalıdır. Bugün Kızılay’ı ‘huzur’ içinde tüketenler unutmasın ki, seçimlerden sonra halkın iktidarında Kızılay’ı hak ettiği güven ortamına taşıyacak, liyakatsiz isimlerin halkın alın terini kendi menfaatleri için harcamasına izin vermeyeceğiz.”

3) AKP Ağaoğlu’nu kurtaramadı!(İsmail Arı-Birgün)

İktidarın, Finans Merkezi inşaatını 1,6 milyar TL’ye devralması da Ali Ağaoğlu’nu kurtaramadı. Mali sıkıntı yaşadığı belirtilen Ağaoğlu son konut projesini tamamlayamadı. Daire alan yüzlerce kişi mağdur oldu. (https://www.birgun.net/haber/akp-agaoglu-nu-kurtaramadi-399609)

4) İhale Kanunu’nu ‘tavaf’ ettiler (Mustafa Bildircin-Birgün)

Diyanet, “Hayatın Tekrarı Yok” isimli kitabın basım işini pazarlık yöntemi ile istediği şirkete verebilmek amacıyla 30 gün içinde iki farklı ihale düzenledi.(https://www.birgun.net/haber/ihale-kanunu-nu-tavaf-ettiler-399621)

5) Zehir hızla yayılıyor (Buse Bulut-Birgün)

Ülke uyuşturucu ticaretinin merkezi haline geldi. Uzmanlar kullanımın çocuk yaşlara kadar düştüğünü ve tahmini olarak 2,5 milyon bağımlı olduğunu söyledi.(https://www.birgun.net/haber/zehir-hizla-yayiliyor-399629)

6) Zam tepkisine bu kez soruşturma (Berkay Sağol-Birgün)

Doğuş Üniversitesi, yaptığı zamlara tepki gösteren öğrencileri durduramayınca bu kez cezalandırma yoluna gitti. Üniversite yönetimi bir asistan öğrenciyi işten çıkarırken en az 10 öğrenciye ise soruşturma açtı.(https://www.birgun.net/haber/zam-tepkisine-bu-kez-sorusturma-399615)

7) Fatih Tezcan: Ben cezaevine giriyorum (Birgün)

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret nedeniyle ceza alan AK Trol Fatih Tezcan, cezaevine girdiğini duyurdu. Muhalif isimlere yönelik tehdit ve hakaretleriyle tanınan AK Trol Fatih Tezcan, Twitter hesabından cezaevine girdiğini duyurdu. Atatürk’e hakaretten 2 yıl 2 ay hapis cezası alan Tezcan, “sabıkalı geçmişi, tekrar suç işlemeyeceği yönünde kanaat oluşmaması, suça yatkın kişiliği” gibi nedenlerle cezası ertelememişti. Tezcan, “Ben cezaevine giriyorum. Allaha emanet olun ve dua edin” dedi. Tezcan 2013’te FETÖ elebaşı Gülen’e övgüler düzerek onun için ‘ağladığını’ açıklamıştı. Tezcan şunları söylemişti: “Gülen’i günde 20 saat dinlerdim. Yemek yaparken bile kulaklıkta peygamber sevgisi anlatırdı… Yemek yaparken gözyaşlarım çorbama akardı…”

8) Trump'ın finans direktörü vergi kaçırdığını kabul etti (Birgün)

Eski ABD Başkanı Donald Trump'ın, Trump Organization şirketinin Finans Direktörü (CFO) Allen Weisselberg, Trump'ın şirketi aracılığıyla vergi kaçırdığını itiraf etti. Eski ABD Başkanı Donald Trump'ın, Trump Organization şirketinin Finans Direktörü (CFO) Allen Weisselberg, Trump'ın şirketine yönelik uzun süredir devam eden bir soruşturmayla ilişkili olarak, vergi kaçırdığına dair suçlamaları kabul etti. Trump'ın şirketinde Finans Direktörlüğü (CFO) yapan Weisselberg, komplo, cezai vergi dolandırıcılığı, hırsızlık ve iş kayıtlarında değişiklik yapma da dahil olmak üzere 15 suç ile karşı karşıya kaldı. Lüks arabalar için ödemeler, Manhattan'daki bir daire için kira ve torunları için özel okul eğitimi de dahil olmak üzere, şirketten aldığı yan haklar üzerindeki vergileri kaçırmakla suçlanan Weisselberg, bugün görülen davada karşılaştığı 15 suçlamanın hepsini kabul etti.(HAPİS VE PARA CEZASI) İHA'nın haberine göre mahkeme yargıcı Juan Manuel Merchan, Weisselberg için daha önce belirlenen Savunma Anlaşması kapsamında, New York City'deki Rikers Island hapishanesinde 5 ay hapis ve daha sonra 5 yıl denetimli serbestlik cezasına çarptırılacağını söyledi. Yargıç, Weisselberg'in ayrıca, 2 milyon dolar ödemek zorunda kalacağını da belirtti. Weisselberg'in, Trump'ın şirketiyle ilgili suçlamalar çerçevesinde Ekim ayında görülecek olan mahkemede tanık olarak ifade vermesi gerekecek. Şirket, Weisselberg'e ve diğer yöneticilere, vergilerini hükümete doğru bir şekilde bildirmeyerek gelir vergisinden kaçınmalarına yardımcı olmakla suçlanıyor. Weisselberg, Trump'ın şirketinin ticari uygulamalarına ilişkin uzun süredir devam eden soruşturmada şu ana kadar suçlamalarla karşı karşıya kalan tek kişi. Weisselberg, birkaç yıl boyunca Trump'ın şirketinden kira, araba ödemeleri ve okul harcı gibi vergilendirilmemiş ikramiyeler de dahil olmak üzere 900 bin dolardan fazla ödenmemiş ve hak edilmemiş vergi iadesinden dolandırmakla suçlanıyor. Weisselberg'in avukatı Nicholas Gravante Jr. daha önce, müvekkilinin söz verilen 5 aylık hapis cezası karşılığında suçunu kabul edeceğini söylemişti. Savcılar, Savunma Anlaşmasının Weisselberg'in iddianamedeki 15 suçlamanın her birini kabul etmesini, mahkemede şirketin iddia edilen tazminat düzenlemesindeki rolü hakkında konuşmasını ve Ekim ayında Trump'ın şirketiyle ilgili suçlamalarda tanık olarak hizmet etmesi gerekeceğini belirtmişti. Trump'ın en sadık iş ortaklarından biri olarak görülen Weisselberg, Temmuz 2021'de tutuklanmıştı. Savcılar, şirketin Weisselberg de dahil olmak üzere üst düzey yöneticilere 15 yıl boyunca vergilendirilmemiş yan haklar verdiğini iddia etmişti.

9)Hukukçular yanıtladı: Plajlar için alınan giriş ücretleri yasal mı? (Cumhuriyet)

'Beach club' adı altındaki işletmelerin plajlara giriş ücret talep etmesi her yaz gündem oluyor. Hukukçular ise, halkın plaja girmesine engel olacak uygulamaların hukuka aykırı olduğunu söylüyor.

'Beach club' adı altında birçok plaj müşterilerinden fahiş fiyatlar talep ediyor. Kimi otel işletmecileri ise kapattıkları plajlara sadece kendi müşterilerinin girmesine izin veriyor. İşletmelerin kişi başı ücretleri 60 TL’den başlıyor ve 4 bin TL’ye kadar çıkıyor. Bu ücretlere genellikle sadece havlu ve şezlong dahil oluyor. Bazı işletmeler ise giriş ücreti almıyor ancak zorunlu harcama limitleri koyuyor.Duvar'dan Didem Mercan'ın haberine göre, her yıl gündeme gelen ancak hiçbir ilerleme kaydedilmeyen halkın plajlara ücretsiz erişimi konusunda hukukçular, ‘halkın kumsala sokulmaması yönündeki müdahalelerin hukuka aykırı’ olduğunu söylüyor. Konuyla ilgili konuşan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Ana Bilim Dalı’ndan Dr. Volkan Aslan, ‘’Anayasamızın 43. maddesinin ilk fıkrası uyarınca, kıyılar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Aynı maddenin devamı fıkralarında ise deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetileceği; kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliğinin ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartlarının kanunla düzenleneceği belirtilmekte’’ diyor. Aslan, 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nda da kıyıların, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açık olduğunu belirtiyor.Anayasa ve yasalar uyarınca sahillerin devlete ve haliyle halka ait olduğunu söyleyen Aslan, ‘’Anayasa Mahkemesi de kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olmasının, buraların özel mülkiyete konu olamayacağı ve doğasına uygun olarak, genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık bulunmaları gerektiğini söylüyor" diyor.("VATANDAŞLARA MÜDAHALE HUKUKA AYKIRI") Birçok ülkede kıyılar üzerinde özel mülkiyet tanınmadığına hatta sahil şeritlerinde büyük tesislere izin verilmediğine dikkat çeken Aslan sözlerine şöyle devam ediyor: ‘’Sahillerin halka ait olması, sahil şeridinde hiçbir tesis yapılmayacağı anlamına gelmemektedir. Kıyı Kanunu, Turizmi Teşvik Kanunu gibi çeşitli kanunlarımızda sahil şeritlerinde tesis ve yapı yapılabileceğine ilişkin düzenlemeler bulunmaktadır. 'Beach' adı verilen söz konusu tesisler de günü birlik turizm yapı ve tesisi olarak kabul edilebilir. Ancak suyun karaya değdiği noktaların birleşmesinden oluşan kıyı çizgisi ile kara yönünde su hareketlerinin oluşturduğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırını ifade eden kıyı kenar çizgisi arası kalan yerlerde bu tarz yapı ve tesislerin yapılması mümkün değildir. Kıyı kenar çizgisinden karaya doğru olan alan ise sahil şeridi olarak ifade edilmektedir. İşte 'beach' olarak adlandırılan yapı ve tesisler ancak sahil şeridinde yapılabilir. Dolayısıyla verilen izne bağlı olarak kişilere günübirlik ücretli hizmet sunan bu gibi yerler bu şekilde belirlenen alanlarda özel hizmet verebilir. Sahil şeridinden taşacak şekilde kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi alanı arasında kalan alanda bu işletmelerin özel bir yetkisi bulunmamaktadır. Örnek verecek olursak, 'beach'lerin denizin başladığı yere şezlong ve şemsiye koymak suretiyle bunları kiraya verdiği görülse de bunlardan yararlanmak istemeyen kişilerin kendi havlusunu kumsala sererek denize girmelerinde bir sakınca bulunmamaktadır. Zira işletmelere ürünlerini satmaları için izin verilen alan kumsalları kapsamamakta, kumun bittiği yerden itibaren başlamaktadır. Ancak maalesef birçok yerde, sanki kumsallar da işletmelere özel tesis edilmiş gibi vatandaşların kumsallara sokulmaması şeklinde müdahaleler görülmektedir. Bu uygulamaların tamamı hukuka aykırıdır."("KAMUSAL BİLİNÇ VE FARKINDALIK YARATILMALI") Aslan, plaja sokulmama sorununun bireysel davalarla çözülemeyeceğine dikkat çekiyor. Plajların özel mülk olamayacağını ifade eden Aslan, “'Beach' tarzı tesislere kıyı kenar çizgisinin gerisinde yetki tanındığı yolunda bir kamusal bilinç ve farkındalık yaratılmalıdır. Vatandaşların engellenen kıyılara toplu bir şekilde girmeleri yolunda sergileyecekleri kolektif hareketler ve bunların duyurulması söz konusu farkındalığa katkıda bulunabilir’’ diyor ve ekliyor; ‘’İkinci olarak, işletmelerin sıkı bir şekilde denetlenerek etkin yaptırım uygulanması da caydırıcı olabilir. Nitekim mevcut sorunların başında mevzuatımıza aykırı uygulamaların etkin bir şekilde denetlenmemesi ve cezasız bırakılması gelmektedir. Vatandaşları plaja almamanın ve benzeri hareketlerin Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak düzenlenmesi de bu çerçevede düşünülebilir."("HERKESİN EŞİT VE SERBEST OLARAK KIYILARDAN YARARLANMASI GEREKİR") Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Öğretim Üyesi Doç. Dr. Çınar Can Evren ise Anayasa hükümlerine atıfta bulunarak, "Kıyılardan yararlanma konusunda kamu yararı ve hatta daha da ileri gidilerek toplum yararı (kamu yararının somutlaşmış hali) gözetilmesi gerekmekte olup kıyılardan herkesin eşit ve serbest olarak yararlanması gerekir’’ diyor. Evren, ‘’Anayasa hükümlerine bakıldığında, kıyılardan herkesin bedelsiz, önceden izin almaksızın ve eşit bir şekilde yararlanmasının esas olduğu yani esas yararlanma türünün genel yararlanma olduğu görülür. Genel yararlanmadan kasıt ise bireylerin önceden izin almaksızın, kural olarak bir bedel ödemeden kıyılardan denize girmesi, yürüyüş yapması, güneşlenmesi gibi faaliyetlerdir" diyor.Anayasa’nın 43’üncü maddesinde kıyılardan yararlanmada kamu yararının öncelikli olduğu belirtilmiş olmakla birlikte kamu yararının hangi tür kullanımlara karşılık geldiğinin açıkça belirtilmediğine dikkati çeken Evren, "Bu nedenle kanun koyucu temelde ekonomik saiklerle kıyılardan yararlanma konusunda farklı, özel yararlanma öngören düzenlemeler yapabilmektedir. Esasen yasama organının aldığı kararların çevrenin korunması, bireylerin kıyılardan yararlanması gibi kamu yararı görünümleri şeklinde değil çoğunlukla ekonomik yarar odaklı olduğu görülmektedir. Burada ortaya çıkan en büyük problem ise kıyı alanlarının kirlenmesi, bireylerin kıyılardan yararlanamamasıdır. Halbuki bu durum sadece Anayasa’nın 43’üncü maddesi ile düzenlenen kıyılardan yararlanma hakkını değil, 56’ncı maddesinde düzenlenen sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını da ihlal eder niteliktedir. Dahası, kıyıların kıt kaynak olduğu göz önünde bulundurulduğunda, uzun dönemde kıyıların artık özel yararlanmaya da konu olmayacak hale gelmesi ihtimal dahilindedir’’ ifadelerini kullanıyor.("YETKİ, KURAL OLARAK BELEDİYELERE AİTTİR") Evren, ‘’Mevzuata göre, kıyılardan özel yararlanma mümkün ve bu konuda yetki, kural olarak belediyelere aittir’’ diyor ve sözlerini şöyle tamamlıyor: ‘’Ancak belediyeler kıyılarla ilgili kullanma izni verirken kıyılardan yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetilmesi gerektiğini ve kıyılardan yararlanmanın bir temel hak ve hürriyet olduğunu gözden uzak tutmamalıdır. Diğer bir ifade ile idareler tarafından verilecek izinler bu kayıt ve şartlara tabi olup aksi bir izin idari yargıda iptal davasına konu edilebilir’’

10) Diyanet TV’de ‘Pantolonlar daracık, toplum içine çıkılmamalı’ denildi (Sefa Uyar-Cumhuriyet)

“Sokaklar kasap dükkânı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor” diyen Halil Konakcı’nın açıklamasından kısa süre sonra Diyanet TV’de yayımlanan bir programda, “Kadın, nikâh düşen yabancılara karşı el, yüz ve ayak dışındaki yerlerini kapatmalı” denildi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/diyanet-tvde-pantolonlar-daracik-toplum-icine-cikilmamali-denildi-1971316)

11) İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yasayla verilen yetkisi genelgeyle geri alındı (Gökhan Kam-Cumhuriyet)

AKP, İBB’nin gelirlerini azaltmak için her yolu deniyor. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, İETT tarafından yapılan havalimanından şehir merkezine olan ulaşım hizmetleri ihalesi yapma yetkisini genelgeyle İBB’den aldı. Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı uygulanmadı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/istanbul-buyuksehir-belediyesinin-yasayla-verilen-yetkisi-genelgeyle-geri-alindi-1971297)

12) Ali Mahir Başarır, Atatürk Havalimanı iddialarını Meclis'e taşıdı (Cumhuriyet)

CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır, Atatürk Havalimanı hakkındaki yeni iddiaları Meclis gündemine taşıdı. Başarır, "2019’da devri gerçekleşirken sözleşme hükümleri doğrultusunda bütün aletlerin bakım ve onarımlarını gerçekleştirerek kullanılır halde tam olarak teslim edilmesi gerekiyordu. Ancak bugün görünüyor ki gerek yıkım aşamasında gerek teslim aşamasında yaklaşık 1 milyar dolarlık bir eksiklik var" dedi. CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır, TAV Havalimanları tarafından işletilen Atatürk Havalimanı'nın 2019'da Devlet Hava Meydanları İşletmesi'ne (DHMİ) devredilmesi sürecinde malzeme ve teçhizatların dökümünde 1 milyar dolarlık eksiklik olduğu iddialarını Meclis gündemine taşıdı. Atatürk Havalimanı üzerinde kirli oyunların döndüğünü ifade eden CHP’li Başarır, "Bilindiği üzere Atatürk Havalimanı’nı TAV Havalimanları işletiyordu. 2019’da Devlet Hava Meydanları İşletmesi’ne devredildi. Devredilirken havalimanındaki tüm malzemelerin, tüm teçhizatların dökümü yapılacaktı. 2019’da devri gerçekleşirken sözleşme hükümleri doğrultusunda bütün aletlerin bakım ve onarımlarını gerçekleştirerek kullanılır halde tam olarak teslim edilmesi gerekiyordu. Ancak bugün görünüyor ki gerek yıkım aşamasında gerek teslim aşamasında yaklaşık 1 milyar dolarlık bir eksiklik var. Yıkım aşamasında bunların bazıları satılmış ve bazıları da teslim edilmemiş durumda. Bunlar bizim paramız, hepimizin parası” dedi. Yeni Havaalanı için Atatürk Havalimanı’nın kapatıldığını hatırlatan CHP’li Başarır, “Atatürk Havalimanı Cengiz İnşaat ve ortaklarının yeni havaalanında iş yapması için kapatıldı. Sadece yıkımı için yaklaşık 3 milyar TL para harcandı ve orada bulunan 84 milyona ait malzemelerin yağmalandığını görüyoruz. Sayın bakan size soruyorum. Siz TAV’dan Atatürk Havalimanı’nı eksiksiz aldınız mı? Tesisatların dökümü yapıldı mı? Buradaki bazı malzemeler kaçak olarak alınıp satıldı mı ya da yağma edildi mi? Çıkın bunları söyleyin.” ifadelerini kullandı.   CHP’li Başarır, konuya ilişkin Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu’nun yanıtlaması istemi ile vermiş olduğu yazılı soru önergesinde; “Bilindiği gibi Atatürk Havalimanı, İstanbul Yeni Havalimanı’na verilen yolcu uçuş garantisi kapsamında kapatılmaktadır. Bu hususta ihale yapılmış ve Atatürk Havalimanı’nın yıkımına başlanmıştır. Hem TAV Havalimanları tarafından Atatürk Havalimanı devredilirken hem de yıkım aşamasında Atatürk Havalimanı’ndaki faal ve gayri faal teçhizatlar hakkında birtakım iddialar vardır” açıklamalarına yer verdi.Başarır; şu soruların yanıtlanmasını istedi: 1- TAV Havalimanları kira konusu tesisi sözleşme hükümleri doğrultusunda DHMİ’ye teslim ederken faal teçhizatları ve gayri faal teçhizatların hepsini teslim etmiş midir? Şirket bu teçhizatları teslim ederken sözleşme hükümleri çerçevesinde bütün aletlerin bakım ve onarımlarını gerçekleştirerek kullanılır halde mi devretmiştir? Sözleşme hükümlerine göre kullanılır halde devretmediyse bir cezai işlem uygulanmış mıdır? 2- DHMİ tarafından devir teslim tutanaklarında eksik teçhizatlar belirtilmiş midir? Belirtilmediyse bunların sebepleri nelerdir? 3- TAV Havalimanları Atatürk Havalimanı’nı DHMİ’ye devrederken DHMİ personelleri tarafından tutulan demirbaş listesi var mıdır? Bu demirbaş listesindeki teçhizatların son durumu nedir? 4- Atatürk Havalimanı’nın DHMİ tarafından faal ve gayri faal teçhizatların listesi tutulurken bazı teçhizatların el altından satıldığı doğru mudur? Doğruysa bu satışı gerçekleştirenler hakkında işlem yapılmış mıdır? 5- Atatürk Havalimanı yıkılmadan önce terminallerin içerisindeki teçhizatların akıbeti ne olmuştur? Bu teçhizatlar satılmış mıdır? Satıldıysa kime ve kaç paraya satılmıştır?

(Derleyen:Mustafa Kırcı)





21 olanların bir oldukları + SAHİ... - Barış Pehlivan / CUMHURİYET

 


21 olanların bir oldukları 

Babanız yakında ölecek ve bir daha onu göremeyeceksiniz. Eşinizle bir yıldır aynı yastığa baş koyamadınız ve artık onun elini tutamayacaksınız. Babanız veya eşiniz şu an yardımınıza muhtaç ama yalnız.

Onlar gibi çok kişi var, öyle kalabalıklar. Bir o kadar da tek başınalar, adaletsizlik her ensede nefes. Yine de unutmayız, geçen sene tam bugün tutsak edildiler.

28 Şubat davasının hapiste olan askerlerini yazıyorum. Tekrar tekrar hatırlatıyorum; yaş ortalamaları 80.

İkinci kez tutuklanan Ahmet Çörekçi’nin kızından dinliyorum: “Bildiğiniz gibi, babam Sincan’da 81 yaşındaydı. Yine ileri bir yaş... O koşullarda böbreklerinden rahatsızlandı. Çıktıktan kısa bir süre sonra da bir böbreğini kanser teşhisi ile aldılar. Şimdi ise 90 yaşında ve kalan tek böbreği yine risk taşıyor. Diğer rahatsızlıkları yüksek tansiyon, duyma ile görme zayıflaması, motor hareketlerinde yavaşlama ve aşırı kilo kaybı...”

Emekli general Kenan Deniz’in ise Parkinson rahatsızlığı var. Öyle ki, kapalı görüş esnasında telefonun ahizesini dahi tutmakta zorlanıyor.

Devlet biliyor; 83 yaşındaki Hakkı Kılınç ailesiyle görüş yaparken düşerek baygınlık geçirdi. Vertigoya bağlı baş dönmeleri ve uyku apnesine bağlı ciddi solunum sıkıntısı yaşıyor.

Keza Çetin Doğan’ın beş damarına baypas yapıldı. Diyabetten, yüksek tansiyona kadar birçok rahatsızlıkla boğuşuyor. Ve maalesef çorabını dahi giyerken zorlanıyor.

Özetle, 28 Şubat davasının tüm hükümlüleri bir hastanenin tüm odalarında tedavi görebilecek kadar rahatsızlığa sahip.

Hatırlatmasam olur mu: Onları soruşturan ve davanın iddianamesini yazan savcılar, ilk tutuklamaları yapan ve mahkeme sürecinde yer alan hâkimler, yargıya belge temin eden şahıslar, o belgeler hakkında “güvenilir” raporu veren TÜBİTAK görevlileri, savcıya Genelkurmay’dan doküman ulaştıran askeri personel, yani kısacası bu davaya “eli değen” herkes bir şekilde FETÖ bağlantılı çıktı.

21 olanlarla bir olup kumpas kurdular.

                                                      /././

SAHİ...

- Sahi, Yeni Şafak’ın 15 Ağustos tarihli manşetinde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nu (BDDK) hedef almasının perde arkasında kimler var? Eski yazarı olan Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun rolü nedir o manşette? Gölge ekonomi yönetimi olma hevesindeki Saray danışmanları böylelikle Nureddin Nebati’ye diş mi gösteriyor?

- Sahi, AKP hangi Alevi dedelerini Kerbela’ya ve umreye götürecek? Aralık ayında planlanan gezide olmak isteyenlere İçişleri Bakanlığı nasıl bir mülakat yapıyor? Programa katılan “dedeler” arasında Alevilikle ilgisi olmayanların varlığı doğru mu?

- Sahi, İstanbul’un AKP’li bir ilçe belediyesinde ulaşım hizmetleri müdürü olan isim kaçarken yakalandı mı? FETÖ ile ilişkisi çıkan kişinin kimliği sır gibi saklanıyor mu?

Barış Pehlivan / CUMHURİYET