Gerici odakların son dönemde sıkça hedef gösterdiği Cumhuriyet yazarı Zülal Kalkandelen soL'un sorularını yanıtladı.
Son dönemde iktidar trollerinin, gazeteci olduğu iddiasındaki yobaz kalemlerin en çok hedef aldığı isimlerden birisi Cumhuriyet yazarı Zülal Kalkandelen.
Muhalefet bloğunun laiklik için AKP'nin tarifini kabul etmesi, şımarmış gericiliğin saldırılarını görmezden gelerek geçiştirmesi, "gericilik tehdidini" iktidarın işine yarayan "suni bir tartışma gündemi" olarak görmesi bu saldırılara zemin hazırlayan başlıca nedenler olarak sayılabilir.
"Aslında altılı masa, “özgürlükçü laiklik” diyerek, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaklaşımını benimsedi." diyen Kalkandelen, sorularımıza verdiği yanıtta çözümü de şu tarifle özetliyor:
"1923'te kurulan Cumhuriyet'in kazanımlarını, laik, bağımsız ve anti-emperyalist ilkeleri sahiplenerek güçlendirmek gerekiyor. Bunu yapmak için de bu kazanımları, emekçilerin haklarını gözeten kamucu, sosyalist politikalarla buluşturmak gerekiyor."
***
Zülal Hanım, 2012'de “İdris Küçükömer’in tezleri: İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri” kitabınız çıktığında soL için röportaj yapmıştık sizinle. 10 yıl geçmiş üzerinden, benim de soL'a hazırladığım ilk röportajlardan biriydi. Öncesinde toplumda başlayan kıpırdanış 2013'te Gezi'yle birlikte büyük bir patlamaya dönüştü. Sonrası, bugüne kadar devam eden, bitmeyen bir tartışma, mücadele faslı. Bu 10 yılı size sorarak başlayalım istiyorum... İkinci Cumhuriyetçiler biz röportajı yaptığımız zamanda, 2012'de, pek muteberdiler! "Yetmez ama Evetçi"lik henüz bugünkü gibi herkes için utanılacak bir siyasi fiyasko değildi, bilakis... O imzacılar çoğunu bugün muhalefet saflarında görüyoruz. Tabii yine en doğruyu onlar savunuyor! Kitabınızı okumamış olanlar için de bilgilendirici olsun: İkinci Cumhuriyetçiler derken neyi kastediyordunuz kısaca bahseder misiniz? Türkiye'nin AKP'li yıllarında nasıl bir rol oynadılar ve bugüne gelecek olursak, şimdi neyi savunuyorlar?
Kitap hakkında o dönemde yapılan ender röportajlardan biriydi. O dönemi ve geleceği çok yakından ilgilendiren bir konuya odaklanmasına karşın medyada yok sayıldı o kitap. Çünkü sizin de hatırlattığınız gibi, 2. Cumhuriyetçiler'in çok popüler olduğu günlerdi. Yaşadıkları hezimet nedeniyle bugün seslerinin tonu biraz kısılsa da yine her yerdeler aslında.
Siyasi tarihimizde 1960’lardan itibaren telaffuz edilen İkinci Cumhuriyet fikri, 1990'larda Sovyet bloğunun çöküşü ve küreselleşmenin gelişmesiyle birlikte ulus devletlerin gelişen kapitalizmin önünde engel olarak görülmeye başlandığı bir dönemde yaygın olarak gündeme geldi. 1923’te kurulan Cumhuriyet’in geniş halk yığınlarını temsil etmediği, laik ve elit bürokrat kesimin Cumhuriyet’ten nemalandığı ve çoğulcu olmadığı düşüncesiyle, Cumhuriyet Türkiyesi'nin kurumlarını tümüyle reddeden, Cumhuriyet’in eğitim reformunu, aydınlanma hedefini, kulluktan yurttaşlığa geçiş sürecini görmezden gelerek, Cumhuriyet tarihini sadece bir baskı dönemi olarak algılayan grup, herhangi bir sınıfsal çözüm önermeden, aslında sağ partilerin ülkenin başına bela ettikleri her türlü sorunu laik Cumhuriyet'in üzerine yükleyerek 2. Cumhuriyet'i kuracaklarını iddia ettiler.
İdeolojik olarak üzerine oturdukları zemin öylesine oynaktı ki ancak etik açıdan zayıf olanlar o yalpalamayı kaldırabilirdi. Nitekim "özgürlük", "eşitlik" diyerek sırtlarını dayadıkları yer, emperyalizm destekli siyasal İslamcı AKP'ydi. Demokrasinin sadece bir araç olduğunu, kendisinin "şeriatçı" olduğunu söyleyen Erdoğan'dan bir "demokrasi kahramanı" yaratmaya çalıştılar ama yarattıkları bu hayalet, onların da kabusu oldu. Yıllarca Avrupa ve Amerika'da AKP'nin reklamını yapmak için kent kent gezip fonlananlar, "Yetmez Ame Evet" diyerek, tüm adalet sistemini Cemaat'in eline teslim etti. AKP'nin demokrasiyi güçlendireceği yalanına halkı inandırmak için kanal kanal dolaşıp ekranları parsellediler, köşelerinden kumpas davaları için rıza ürettiler.
Lideri ABD korumasında olan Gülen Cemaat’ine ait Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın verdiği ödülleri almak için "sol" liberaller sıraya girdi! Cemaat'in düzenlediği Abant kamplarına, İkinci Cumhuriyetçiler akın etti. Bu yapıların laiklik ve cumhuriyet karşıtı olması, açıkça şeriat istemeleri onlar için sorun değildi.
Gülen Cemaati’nin aslında FETÖ olduğu 15 Temmuz 2016’da ortaya çıkınca “kandırıldık!” dediler; oysa kimse kandırılmadı, her şey ortadaydı, AKP ile Cemaat beraber yürürken paylaşım ve iktidar krizi çıkınca birbirlerine girdiler; çıkarlar bozulunca masalar dağıldı.
O tarihten sonra İkinci Cumhuriyetçilerin bir bölümü, faşizm kendilerine de yönelmeye başlayınca, soluğu yurtdışında aldı. Zaten temasta oldukları, yıllarca fonlandıkları kurumlarda iyi maaşlı pozisyonları hazırdı. Cemaat ile olan ilişkileri nedeniyle hapse girenler de oldu. Bir bölümü ise, aynı iktidar partisindekiler gibi, "kandırıldık!" diyerek paçayı kurtardı; içtenlikle bir özeleştiri bile yapmadan hâlâ yazıp çiziyorlar, bir kısmı yine ekranlarda boy gösteriyor. Şimdilerde işin ucu kendilerene de dokunduğu için "sıkı muhalif" rolünü üstlendiler. Oysa ne dedilerse yalanlanan bu insanlar, AKP'ye ve FETÖ'ye verdikleri destek için, bu belayı ülkenin başına sardıkları için, halkı kandırdıkları için özür borçlular.
Siz, bugün de, kökleri "2. Cumhuriyetçiler" dediğiniz kaynağa yaslanan liberal tehdidin devam ettiğini düşünüyorsunuz, uyarı da içeren yazılarınızdan görüyoruz bunu. İleri sürdükleri fikirler bu kadar yanlışlanmışken bu tehdit hala nasıl canlı kalabiliyor size göre?
Türkiye'de siyasi duruşunuz netse, başından beri doğru bildiğiniz yolda tutarlı bir görüşü savunuyorsanız, pek sevilmiyorsunuz. Aksine duruma göre pozisyon alıyorsanız, "Bu kişi bir gün bizim de işimize yarar" yaklaşımıyla destekleniyorsunuz.. Liberaller bu yaklaşıma en uygun insanlar. Kaygan zeminde patinaj yapıp duruyorlar. Düşe kalka birileriyle yolları kesişiyor; içlerinden birinin ortaya attığı "kullanışlı aptallık" bu olsa gerek.
Üniversitelerde, kültür- sanat ve yayıncılık sektöründe, "sivil toplum" adını verdikleri alanlarda, medyada liberal tehdidin devam etmesinin nedeni, elbette uzun yıllardır emperyalizmin bu alanlarda fonlar aracılığıyla sağladığı büyük destek. Bu yolla muazzam bir ağ da kurulmuş durumda. Çeşitli vakıflar, dernekler, sayısız oluşum bu ağın içinde. Hak mücadelesi verilen hemen her alanda bu nedenle hakimler. Bunların AKP gibi siyasal İslamcı bir parti ile kol kola girmelerinin nedeni, laik Cumhuriyet'e olan düşmanlıklarıydı. Ortak hedefleri buydu. Türkiye’nin Ortadoğu’da kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde yapılandırılmasını amaçlayan emperyalizm, içeride işine yarayacak aparatları her dönemde buldu. AKP, Cemaat ve solcu eskisi liberallerin buluşmasını bu çerçevede görmek gerekir. Bu tehdidin canlı kalması için her türlü desteğin bugün de verildiğine kuşku yok.
Bağlantılı bir konuya girmek istiyorum. Laiklik meselesi... Yazılarınızda, konuşmalarınızda laiklik konusunda muhalefete ciddi eleştirileriniz oluyor: Gericiliğe 'taviz verdiği', hatta 'uzlaştığı' hususunda. Az önce üzerinde durduğunuz liberal kesimin temsilcileri de aslında tam olarak bu uzlaşının peşinde gibi görünüyor, bu konudaki gözlemleriniz nelerdir? İçinden geçtiğimiz süreçte "liberal"lerin nasıl bir misyonla hareket edeceğini düşünüyorsunuz?
AKP döneminde Türkiye’de laiklik anayasada sadece şeklen var ama özü itibarıyla rafa kalktı. Gerçekte laiklik, ülkenin, referanslarını dinden almayan yasalarla yönetilmesidir. Oysa bugün sadece türban meselesine indirgendi; türban her yere, hatta anaokullarına kadar girince bunun adına “esnek ya da özgürlükçü laiklik” denilerek kavramın içi boşaltıldı. Böyle bir ortamda, muhalafetin gereken tepkiyi vermediği her yobaz saldırıdan sonra daha ağırı geldi, suskunlukları siyasal İslamcı AKP’nin önünü açtı.
Altılı masadakiler, parlamenter sistemi demokrasi ile taçlandıracaklarını vaat ediyor ama demokrasinin ilk şartı olan laiklik, açıkladıkları bildiride sadece “Din ve Vicdan Özgürlüğü” başlığı altında sadece bir kere geçiyor. Aslında altılı masa, “özgürlükçü laiklik” diyerek, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaklaşımını benimsedi. Unutanlara hatırlatalım: 5 Şubat 2011'de Başbakan olan Erdoğan, laiklik ilkesinin anayasaya girişinin yıldönümünde açıklama yapmış ve laikliğin özgürlükçü bir yaklaşımla yorumlanması gerektiğini söylemişti. Karamollaoğlu’nun, Akşener ve Gültekin Uysal’ın, AKP’nin içinden çıkan Davutoğlu ile Babacan’ın, anayasal ilke olan laikliği çarpıttıkları ortada olsa da yıllardır izledikleri siyaseti düşününce, Erdoğan’ın yorumuna katılmalarını garipsemiyorum. Ancak Kılıçdaroğlu’nun kendi partisinin ilkelerinden biri olan laikliğin İslamcı bir yaklaşımla yapılan yorumuna desteği dikkat çekici.
Bu yorum, yıllarca laiklik konusunda endişe taşıyanlarla "laikçi" diyerek dalga geçen liberallerin yaklaşımına da uygun düşüyor. Bunların bir kısmı HDP'nin Danışma Kurulu'na seçildi. 1925'te devrim kanunu ile kapatılmış olan tarikatların ve cemaatlerin dağıtılması gerektiğine dair ne altılı masadan ne de liberallerden bir şey duyduk. "Sivil toplum örgütü" diyerek kılıfa soktukları bu gerici yapıları kollamaya devam edeceklerdir. Liberaller, AKP'nin 2002 versiyonunun peşinde. Çünkü misyonları yeniden o dönemdeki politikaları güçlendirmek.
Peki Sağ'la uzlaşmanın, kucaklaşmanın; Kılıçdaroğlu'nun deyimiyle de 'helalleşmenin' dinci gericiliği geriletmekte başarıya ulaşma şansı olduğunu düşünüyor musunuz? Ya da "böyle bir niyet var mı sahiden" diye de sorabiliriz soruyu.
Ben "helalleşme" politikasının doğru olduğunu düşünenlerden değilim. Toplumdaki kutuplaşmaya karşı iyi niyetle düşünülmüş bir uzlaşma sağlamayı amaçladığı belirtiliyor ama "helalleşme" kavramı, her zaman bir tür özür ve pişmanlık da içerir. CHP lideri, helalleşme ile hesaplaşma arasında denge kuracağını açıklıyor ama sonuçta bu bir orta yolculuğu da işaret ediyor. Ben yaşanan son 20 yıldan sonra Türkiye'nin orta yolcu bir yaklaşıma değil, net bir duruşa ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Hesap sorulacak bazı kesimleri saydı Kılıçdaroğlu, "bu ülkede yolsuzluk yapanlar, kul hakkı yiyenler, er ya da geç hesaplarını verecek" dedi. Usulsüzlük, yolsuzluk yapan, ihaleye fesat karıştıran, kamu kaynaklarını kullanırken zarar yaratanlardan hesap sorulacağını açıkladı CHP'liler. İyi ama dinci gericiliği topluma dayatıp hayatı nefes alınmaz hale getirenlerden, nefret söylemleriyle toplumun farklı kesimlerini hedef yapanlardan da hesap sorulacak mı? Geçenlerde İstanbul'da LGBTİ karşıtı miting yapılırken sesleri çıktı mı? Tarikat ve cemaat yapılanmaları dağıtılmadan Türkiye'de dinci gericiliğin geriletilmesinin başarıya ulaşma şansı yok. Oysa bakıyoruz ki kadınları aşağılayan bir tarikat şeyhi vefat edince parti temsilcileri cenaze töreninde yan yana diziliyor. Bu da herhalde helalleşme politikasının gereği olsa gerek.
Tabii Sağ'a, gericiliğe verilen tavizlerin, AKP'nin 'ideolojik hegemonyasını' utangaçça kabul etmenin bir bedeli oluyor. Bunu en çok ödeyen, sosyal medyadaki dinci trollerin en çok hedefe aldığı isimlerden birisiniz. Bu tür saldırılar karşısında sosyal medyadan size desteklerini ileten çok geniş bir kesim olduğunu da görüyoruz ama bu destek 'gerçek hayatın' içinde de devam ediyor mu, yoksa daha çok 'bu dönem biraz daha uzlaşmacı olmak lazım' türünden tavsiyeler mi ağır basıyor?
Tehdit sadece sosyal medyadaki trollerle sınırlı kalmıyor; Yeni Akit geçenlerde bir hafta içinde üç kere beni hedef gösterdi. Dinci gericiliğe, şeriatçılara karşı durup laikliği savunan bir gazeteci olarak sürekli tehditler alıyorum. Destek iletenler de oluyor ama açıkçası onlar aldığım tehditler kadar fazla değil ne yazık ki. Geçen hafta sonu İlerici Kadınlar Derneği'nin 2. Türkiye Konferansı'nın sonunda yayınlanan deklarasyon kapsamında, bana yönelik saldırılara karşı yanımda olduklarını bildiren bir karar da alındı. Onu ayrı bir yere koymam gerek. Dediğiniz gibi çok sayıda insan, "bu dönemde biraz bu konulara değinme, biraz sosyal medyadan uzaklaş, daha ılımlı ol" şeklinde tavsiyelerde bulunuyor. Oysa gericilerin yapmak istediği de bu; insanları sindirmek. Görüşlerimi yazmak, aydınlanma mücadelesine omuz vermek, benim görevim ve sorumluluğum. Susma zamanı değil.
Cumhuriyet'in 100. yılına giriyoruz. Bir asır sonra Cumhuriyet değerlerinden geriye kalanlar konusunda manzaranın pek de parlak olmadığı açık. Sizce laiklik gibi, bağımsızlık gibi bu değerleri yeniden kazanmanın yolu nereden geçiyor?
1923'te kurulan Cumhuriyet'in kazanımlarını, laik, bağımsız ve anti-emperyalist ilkeleri sahiplenerek güçlendirmek gerekiyor. Bunu yapmak için de bu kazanımları, emekçilerin haklarını gözeten kamucu, sosyalist politikalarla buluşturmak gerekiyor. Dinci gericiliğin neoliberal politikalarla bütünleşerek tüm dünyada sağın önünü açtığını düşünürsek, Cumhuriyet değerlerini yeniden kazanmanın başka yolu da yoktur.
AKP'nin Türkiye'yi emperyalizmin Büyük Orta Doğu Projesi'ne dahil etmesinin halka bedeli çok ağır oldu; "ılımlı İslam" aldatmacasının ülkede yarattığı tahribat yıkıcı oldu. Bütün bunlardan kurtulup yeniden aydınlanmayı atağa geçirmek için sol siyasete büyük iş düşüyor. Elbette seçimde AKP rejiminden kurtulmak için sol üzerine düşeni yapacak. Ancak söz konusu atak, sadece seçim odaklı değildir. Bu nedenle Türkiye'de önümüzdeki dönemde Sosyalist Güç Birliği bileşenlerinin rolünün hayati önemde olacağını düşünüyorum. Solun sesinin yükseleceği ve daha geniş kesimlere ulaşacağı bir dönem olacaktır. Toplumda örgütlenmeyi hızlandırmak ve eğitim için çabaları yoğunlaştırmak gerekiyor. Çünkü biliyoruz ki örgütlü bir halkı hiçbir güç yenemez.
VOLKAN ALGAN / SOL-Söyleşi