3 Ekim 2022 Pazartesi

Yağmurdan Sonra Avrupa: Bir Kıyamet Manzarası - FİDE LALE DURAK / SOL-Özel

 


'Sürrealizmin önemli temsilcilerinden olan Max Ernst’in 'Yağmurdan Sonra Avrupa II' adlı resmi, ikinci dünya savaşı sırasında yapılmış çarpıcı bir resimdir.'

Modern sanat akımlarının çoğu 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başındaki bir aralıkta çıkmıştı. Özellikle birinci ve ikinci savaş dönemleri avangardların ortaya çıkışını tetiklemiş ve zamanla postmodernizme uzanacak sanat akımların oluşumuna zemin oluşturmuştu. 

Birinci dünya savaşı sırasında insanlığın yaşadığı yıkımı protesto eden ve kendisini de yıkıcı bir sanat olarak kuran Dada hareketi bu dönemin önemli avangard akımlarından oldu. Dada kendinden sonra gelecek olan akımları da büyük oranda belirledi. Otoriteye karşı çıkmak ve verili düzeni yıkmak Dada hareketinin felsefesiydi. Bu yüzden belli bir üslup yerine kavramsal düzlemde bir tartışma başlattılar. Sanatta ve toplumsal düzlemde geleneklere ve kurallara karşı çıktılar. Bu açıdan mevcut gerçekliği kabul etmeyerek sanat aracılığıyla başka bir gerçeklik yaratmaya çalıştıkları söylenebilir. Ancak bu gerçek algısı diyalektik değildir ve Lunaçarski’nin sanat için belirttiği “sosyalist gerçekçilik dünyayı tanımakla kalmaz, onu yeniden biçimlendirir”1 ifadesindeki gerçeklikten farklıdır. 

Dada hareketinin uzantılarından biri zamanla sürrealizme evrildi. Bu evrilişi kolaylaştıran etmenlerden biri; her iki akım için nesnelliğin ortak bir anlayışa oturuyor olmasıdır. Değişmesi mümkün olmayan ve büyük oranda hayal kırıklığı dolu olan dış dünyanın reddi ve bunun bireysel yansımaları... Sürrealizm, dış gerçekliğin içsel izleri, düşler ve bilinçaltı üzerinden imgeler üretir. İlk kez 1924’te manifestolarını yayınladıklarında, Avrupa’nın birinci dünya savaşı sonrasındaki yıkım ve huzursuzluk ile uğraşıyor olması dikkate değerdir. Sürrealizm ikinci dünya savaşının sonuna kadar devam etmiş ve etkinliğini uzun süre koruyabilen akımlardan biri olmuştur. 

                                  Max Ernst, 1940-42, “Yağmurdan Sonra Avrupa II / Europe After Rain II”

Sürrealizmin önemli temsilcilerinden olan Max Ernst’in “Yağmurdan Sonra Avrupa II” adlı resmi, ikinci dünya savaşı sırasında yapılmış çarpıcı bir resimdir. Ernst, resme 1940 yılında başlar. 1941 yılında Naziler tarafından ikinci kez tutuklandığında, Peggy Guggenheim’ın yardımıyla hapisten ve Avrupa’dan kaçarak New York’a yerleşir2. Resmin devamını New York’ta tamamlar. 

Resimde çürümüş organizmalar, yıkılmış bir doğa ve ortasında kuş başlı yaratık ile bir kadın yer alır. Kanser hücresi gibi kontrolsüzce büyümüş ve ele geçirilmiş bir hayatın kalıntılarındaki melankoli resmin genel duygusunu oluşturur. Kuş başlı yaratık, hemen önündeki hayvan kafatası ve tekinsiz ifadesi ile resmin ortasındaki otorite figürdür. Tüm yok oluşa rağmen elindeki parçalanmış sancakla kendisine sırtı dönük yeşil kadına aç gözlü ve tehditkâr bakmaktadır. Kadın sadece yaratığa değil seyirciye de arkasını dönmüştür. Eksik organları, ölüme yakın rengi ve küsmüş tavrı ile gerçek bir sırt dönüştür bu! Belki savaş sonrasındaki Avrupa’nın silueti, belki insanlıktan geriye kalmış olanlar; arkasındaki tehdidi ciddiye almak için fazla yorulmuş olan bu kadının umursamaz duruşunda vücut bulur. 

Resmin adı, sanatçının 1933 yılında Hitler’in iktidara geldiği yıl yaptığı ilk versiyondan gelir. “Yağmurdan Sonra Avrupa I” resminde kadim kıta, kutsal kitaplarda yazan kıyamet tufanların tamamını geçirmiş, üzerine terörün yıkımını yaşamıştır. Ernst bu hayali Avrupa kabartmasını kontrplak üzerine sıva ve yağ kullanarak yapmıştır. 

                                     Max Ernst, 1933, “Yağmurdan Sonra Avrupa I / Europe After Rain I”

Ernst’in resimlerindeki ayırt edici yanlardan biri de rastlantısallığı kullanmasıdır. Kimi kaynaklara göre kendisinin icat ettiği “dekalkomeni” tekniği ile önce boyayı cam bir yüzeye sıçratır ya da fırça ile sürer, daha sonra bu yüzeydeki boyayı tuvale aktararak rastgele akışkan boya yüzeyleri elde eder. Otomatizm adı verilen uygulama ile -bir nevi bilinç akışı- boya yüzeyleri üzerinde imgeler oluşturur3

Sürrealist sanatçıların gerçeklik ile kurdukları sorunlu ilişki ortada. Birey olarak sadece içe bakmak, dışsallığa körelmek, insanın içinde bulduklarını ve bulabileceklerini de karartmaktadır. Bu yüzden devrimci bir gözün gerçeklik algısında aynı zamanda onu değiştirebileceğine dair bir irade vardır hep. Max Ernst örneğinde ise, dünyanın dönüştüğü karanlık ile kendinde bulduğu arasındaki ayrım göz ardı edebileceğimiz kadar birbirine yaklaşmıştır. Ernst kendine dönük bir sanatçıydı ve Avrupa kıyamet sonrasının manzarasıydı. İkisinin buluşması resmi teknik olarak başarılı bir eser olmanın ötesine geçirmiş ve savaşın yıkıcı etkisinin önemli bir imgesine dönüştürmüştür.

Şimdi, altı ayı aşkın süredir devam eden Rusya Ukrayna savaşı birçok kişi tarafından üçüncü dünya savaşı olarak nitelendirilmekte. Avrupa’nın yaşadığı enerji krizi ile karanlığa gömülen sokaklar, kurulması planlanan halka açık ısınma alanları yeni bir kıyametin habercisi gibi. Biz içimize döndükçe dünya daha çok kararıyor. Halbuki başımızı kaldırmak, dışımıza dönmek, yanımızdaki dost bakıştan başlayarak birlikte düşlemek ve yürümek… Gerçekliğimizi umutlu bir geleceğe dönüştürmek için yeterli.

FİDE LALE DURAK / SOL-Özel


2 Ekim 2022 Pazar

Uyuşturucu cehennemine hoş geldiniz - Can Serhat Halis / BİRGÜN

 

                                                                                                                                                 Fotoğraf: İHA

Ülke insanı yoksul, öfkeli ve mutsuz. Avrupa’nın en öfkeli, en yoksul ve en mutsuz halkı Türkiye’de yaşıyor. Buna cahillik de eklenince, iş içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Türkiye’de uyuşturucu, büyük bir toplumsal problem haline geliyor. Önümüzdeki aylar ve yıllar, bu problemin açtığı derin yaraların izlerini taşıyacak üzerinde. Çünkü uyuşturucu tüketimi burada artık bireysel değil toplumsal bir karakter kazanmaya başladı.

Uyuşmuş beyinler bireysel trajedileri de beraberinde getiriyor. Ancak mevcut tablodan anlaşılıyor ki, bireysel trajediler toplumsal cinnetlere dönüşmekte... Geçtiğimiz hafta Bağcılar’da kafa kesmeyle sonlanan vahşet, bu cinnetin küçük bir prototipiydi. Cinnet toplumuna girişin ilk dersiydi…
Kuşkusuz Türkiye’nin hızla bir uyuşturucu merkezine dönüşüyor olması; bunun çok boyutlu nedenlerinden biri... Uyuşturucu baronları ve karteller için paha biçilmez bir yer artık Türkiye.

Afgan haşhaşı ve yeni uyuşturucu rotası

Bilindiği üzere Afganistan yıllardır ham veya işlenmiş uyuşturucunun yayılım alanı. Bu husustaki öncülüğünü çok az ülkeyle paylaşabilir. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi’nin raporuna göre, 2020’de yeryüzünde haşhaştan elde edilen afyonun yüzde 85’inden fazlası Afganistan’da üretiliyor. Aynı rapora göre; 2021’de sadece 1 yıl içinde Afganistan’da, tüm dünyadaki kullanıcılara yaklaşık 320 ton saf eroin sağlanıyor.

Afganistan’dan Türkiye’ye doğru akan yoğun göç ile birlikte burada üretilen haşhaş menşeili uyuşturucular da, hızla Türkiye’ye giriyor. Zira Afgan göçmenlerle birlikte uyuşturucu rotası da yeniden düzenlendi. Giriş çıkışlarda hiçbir denetimin olmaması, Afganistan’dan göç eden pek çok kişinin bu yeni oluşturulan rotada birer taşıyıcı olmasına neden oluyor.

Üstelik Afganistan’dan Türkiye’ye insan kaçakçılığı işi yapan pek çok çete, bir süre sonra daha kârlı olduğu anlaşılan afyon kaçakçılığı işine giriyor. Afganistan’dan çıkan herhangi çeşit bir uyuşturucu çok rahat şekilde insan kaçakçılığı yapan bu çeteler eliyle ülkeye sokuluyor.

Latin Amerika kartelleri ve Türkiye

Ancak bunun da ötesinde ülkeye esas uyuşturucu Latin Amerika kartelleri üzerinden giriyor. Bir süredir Latin Amerikalı uyuşturucu kartelleri, Avrupa ve Ortadoğu’ya uyuşturucuyu Türkiye üzerinden sokuyor. Bu uğurda pek çok kartelle ve kimi Latin Amerika hükümetleriyle çeşitli ilişkiler kuruldu. Mersin Limanı bu işler için tahsis edilmiş bir alana çevrildi.

Meksika’nın en büyük uyuşturucu çetesi Sinaloa kartelinin yayımladığı videolarda; fonda mehter marşıyla bozkurt işareti yaparak Türkiye’deki ortaklarına selam yollayan çete üyelerinin görüntüleri izlenme rekorları kırdı. Benzer bir selam da çoğunun ülkücü olduğu bilinen “Türkmen Dağı” isimli oluşumdan Sinaloa karteline gitti. Karşılıklı serenat havasında geçen bu selamlaşmalar, aslında uyuşturucu trafiğinde oluşan yeni bir rotayı ifade ediyor.

Kolombiya’nın en büyük uyuşturucu çetesi Cali kartelinin organize ettiği uyuşturucu sevkıyatının son durağı ise yine Mersin Limanı. Uyuşturucular Kolombiya’dan; çiçek, muz ve kahve kolileri arasında uçakla ABD ve Hollanda rotasını izleyerek İtalya üzerinden Mersin Limanı’na ulaşıyor. Bu rotadan gelen uyuşturucunun bir kısmı Mart 2021’de ele geçirilmişti.

Tarım Bakanlığı’nın “Türkiye’nin Venezuela’dan beyaz peynir ithal edebileceği”ne yönelik onayından sonra, Venezuela’dan Türkiye’ye gelen bir gemide, Ekim 2020’de yüzlerce peynir paketine gizlenmiş kokain yakalanmıştı. Sedat Peker’in iddiasına göre bu gemi Binali Yıldırım’ın oğlu Ekram Yıldırım’a aitti.

Venezuela ve Türkiye hükümetleri arasındaki karanlık ilişkilerin bununla da sınırlı olmadığına, uyuşturucu trafiğinin geliştirilmesine ve kara para aklama işlerine yönelik hükümetler arası bir konsensüs kurulduğuna dair iddialar çeşitli delillerle ortaya atılmıştı.

4 Ağustos 2021’de ise Brezilya polisince yakalanan özel Türk jetinde, 1300 kilo kokain ele geçirildi. İşin ilginç tarafı adı geçen uçak, uzun yıllar Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı tarafından kullanılan TC-ATA tescilli Gulfstream 4 tipi özel jetti. Operasyonda adı geçen Veli D.’nin Süleyman Soylu’yla çektiği fotoğraflar ertesi gün medyada yer aldı.

Balkan mafyası cirit atıyor

Soylu demişken, 2 yıl önce yakalanarak Sırbistan’a teslim edildiğini söylediği, Balkan mafyasının önde gelen isimlerinden Jovan Vukotiç geçtiğimiz günlerde İstanbul’da öldürüldü. Yakın günlerde yine Sırp mafyasının önemli isimlerinden Milan Vujotiç İstanbul’da yakalandı. Anlaşıldığı üzere İstanbul Balkan mafyasının konumlandığı bir yere dönüştü. Peki, Balkan mafyasını bir mıknatıs gibi Türkiye’ye çeken şey neydi?
Bilindiği üzere Balkan mafyası esasta uyuşturucu ticareti ile hayatta kalan bir organizasyon. Balkan çetelerinin tamamı uyuşturucunun Avrupa’ya çıkarılması işinde uzmanlaşmış durumda. Anlaşılıyor ki Türkiye’deki varlıkları da uyuşturucu rotasının Türkiye merkezli şekilde yeniden düzenlenmesiyle alakalı.

İstanbul’un ilerleyen zamanda Balkan mafyasının kendi iç çatışmalarına ve hesaplaşmalarına ev sahipliği yapacağını söylemek bir kehanet olmasa gerek.

Türkiye uyuşturucu cenneti

Uyuşturucunun Türkiye merkezli şekilde yeniden organizasyonu kaçınılmaz olarak Türkiye’de uyuşturucuya ulaşmayı kolaylaştıran bir etki yarattı. Ulaşımın kolaylaşması beraberinde kullanımının da artması demek.

Türkiye’de bugün her sınıftan ve ekonomik gelir grubundan insana göre uyuşturucu bulunabiliyor. İsteyen herkes kendi bütçesine uygun uyuşturucuya çok hızlı ve rahat biçimde ulaşabiliyor.

Özellikle yoksul mahallelerde ve kenar semtlerde bonzai, bali ve kimyasal uyuşturucular yaygın şekilde kullanılıyor. Orta sınıf ve beyaz yakada ise ağırlıkta esrar üzerine kurulu bir kullanım gözlemleniyor. Üstelik bu cenahta “sentetik olmadığı” gerekçesiyle hayli meşru bir zemine de sahip esrar kullanımı. Daha üst sınıflarda ise kokain kullanımının daha yaygın olduğu söylenebilir.

Yoksulluk ve umutsuzluk uyuşturucuya itiyor

Ülke insanı yoksul, öfkeli ve mutsuz. Avrupa’nın en öfkeli, en yoksul ve en mutsuz halkı Türkiye’de yaşıyor. Buna cahillik de eklenince, iş içinden çıkılmaz bir hal alıyor. İşte uyuşturucunun patlaması için en uygun ortam. Bu atmosferde bunların hepsi bireyi uyuşturucuya yönlendiren birer etkene dönüyor.

Yine bu koşullarda bireysel acılarını ve ekonomik sorunlarını çözemeyen sıradan kişi, yaşama tutunmak için yapay mutluluklar ve anlık hipnozlar arıyor. Bu arayışın kaçınılmaz sonucu ise kendisine ulaşmak konusunda sıkıntı yaşamadığı uyuşturucu kullanımı olarak beliriyor.

Türkiye gibi ülkelerde umudunu yitirmiş geniş yığınlar, arabesk bir edayla bu türden “kurtarıcılara” bağlanıyorlar. Kenar mahallelerde yaşanan uyuşturucu patlaması boşuna değil. Benzer şekilde bu mahallelerde bireyin “kendini gerçekleştirme” ihtimali yok. Bu imkânsızlık içinde uyuşturucu bireyin sığındığı bir durağa dönüyor.

Özellikle mafyatik filmler ve sokak çetelerinin karizmatik bir biçimde resmedildiği diziler, bu mahallelerde cahil bir lümpenliğe özendiriyor genç yığınları. Bizzat kültür endüstrisi eliyle; uyuşturucuya bulaşmış, her an birini öldürebilecek bir insan modeli yaygınlaştırılıyor. Adeta nobran, müptezel, lümpen davranış biçimleri pompalanıyor bu dizilerde. Çok yakında bir salgına dönüşecek kriminal olaylara ve uyuşturucu kullanımına özendiriliyor gençler.
Başta da söylediğimiz gibi, uyuşturulmuş beyinler, beraberinde trajedileri de getiriyor. Uyuşturucu kullanım sınırları bireysel çeperin dışına taşarak toplumsal bir boyuta eriştiği anda ise toplumsal bir trajediye, yani felakete hazır olmalısınız. Bu durumda, Bağcılar’da yaşanan vahşete benzer haberler yurdun dört bir yanından duyulmaya başlar.

Can Serhat Halis / BİRGÜN

Borsada baş döndüren organize işler - Havva Gümüşkaya / BİRGÜN

 

                                                                                                                       Fotoğraf: DepoPhotos

Hisse fiyatlarının uçuk rakamlara çekilerek ilave ortak satışlarıyla yatırımcının nasıl kaybettiğine mercek tuttuk. Borsadaki hisse fiyatlarında sert yükselişlerin ardından ilave ortak satışları ve hisse fiyatlarının hızla düşmesi gibi hareketler olması manipülasyon iddialarını güçlendiriyor.

Borsa, tarihinde hiç olmadığı kadar ülkenin gündeminde. Eski Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu, kız kardeşi Zehra Taşkesenlioğlu ve kız kardeşi ile boşanma aşamasındaki Ünsal Ban hakkında Sedat Peker tweetleriyle başlayan SPK’deki rüşvet çarkı iddiaları, ardından borsada bankacılık hisselerinde yapılan manipülasyon ve takas sisteminde yarattığı hasar gündemdeki yerini koruyor. Takip eden, etmeyen herkes borsada neler olduğunu konuşuyor ve merak ediyor. Ali Fuat Taşkesenlioğlu döneminde yapılan halka arzların sadece SPK’nin bir halka arz politikası yanlışlığı olmadığını, sürecin halka arz sonrası borsada devam ettiğini, ekibin manipülatör ayağının halka arz sonrası devrede olduğunu ve böylece hisse fiyatının uçuk rakamlara çekilerek ilave ortak satışlarıyla yatırımcının bütün parasının nasıl alındığını Sermaye Piyasası Uzmanı Kenan Gözlemci ile konuştuk.

SPK’nin onayladığı halka arzlar 2020 yılında sınırlı kalırken 2021 yılından itibaren çok ciddi bir hızla artmaya başladı. 2021 ve 2022 yıllarında toplam 82 şirketin, 35,6 milyar TL büyüklüğünde halka arzı gerçekleştirildi. Gözlemci’ye göre bu şirketlerin halka arz tutarının yüzde 47,4’ünün şirket sahiplerinin cebine direkt para girişi olan ortak satışlı halka arzlar olmasının yanında, birçoğunun borsadaki hisse fiyatlarında sert yükselişlerin ardından ilave ortak satışları ve hisse fiyatlarının hızla düşmesi gibi hareketler olması manipülasyon iddialarını destekler nitelikte.

Borsada manipülasyonun birinci yöntemi, manipülatörlerin kendilerinin düşük fiyattan hisse toplayıp, sonra aracı kurumları kullanarak tahtalarda kurmaca işlemlerle fiyatı yükseltip, internet üzerinden ve bazı borsa haber siteleri üzerinden algı yaratarak birden bire ucuzdan topladıkları hisseleri yüksek fiyattan küçük yatırımcılara satıp kaçması. İkinci yöntemi ise daha küçük bir fonla yine belli aracı kurumları kullanarak, kurmaca işlemlerle hisse fiyatını olmadık fiyatlara hızla çekip, şirketle veya patronu ile işbirliği içinde değişik haberler çıkartıp küçük yatırımcıda ekstra beklenti yaratıp sonra hızla yükselttikleri fiyattan patronun kendine ait hisselerini borsada küçük yatırımcılara satmasını sağlayarak kendi yüzdelerini alıp kaçmak.
Gözlemci’ye göre Taşkesenlioğlu döneminde ikinci yöntem öne çıkıyor ve süreci şöyle özetliyor: “Taşkesenlioğlu ve ekibinin halka arz sürecini başından beri organize ettiği, adım adım işleyen bir süreç.”

Bu dönemde öne çıkan halka arz süreçlerinin röntgenini çıkardık. Halka arz sonrasında baş döndüren fiyat hareketliliklerinin yaşandığı birkaç firmadaki işlemler manipülasyon iddialarını kuvvetlendiriyor.

VARAN 1

Info Yatırım tarafından Ağustos 2020’de 2,40 TL’den halka arz edilen Fade Gıda’nın hissesi, bir yılda yüzde 924 yükselişle 24,58 TL’ye çıkmasının ardından bir buçuk ayda yüzde 62 düşerek 9,29 TL’ye kadar geriledi. Düşüş esnasında yüzde 19 bedelsiz sermaye artırımı olduğu için düzeltilmiş fiyatlar ile 20,67 TL’lik zirveden 7,81 TL’ye hızlı bir düşüş olmuş.

Sözkonusu hareketliliğin yaşandığı dönemde Borsa İstanbul tarafından sürekli işleme ara verme ve brüt takas gibi tedbirler alınmıştı. Ancak sonrasında da sert hareketlerin devam ettiği görülüyor. Hissede zirve görülmesinin ardından Temmuz 2021’de başlayıp bir yıl kadar süren düşüşün dip noktasında yatırımcının kaybı yüzde 73’ü buldu.

Fade Gıda hissesinin borsadaki genel hareketten önemli ölçüde ayrışması nedeniyle geçen yıl temmuzda ‘patronun manipülatörler ile anlaştığı ve yüklü miktarda satış yapacağı’ yönünde çıkan haberlerin ardından şirket sözkonusu iddiaları 13 Temmuz tarihli KAP açıklaması ile yalanlamıştı.
Şirketin yüzde 55,02’si Faruk Demir, Emine Demir ve Hacı Ali Demir’e ait. Temmuz-Ağustos 2021 döneminde yaşanan düşüşün ardından ortaklardan Emine Demir’in yüklü miktarda satış yaptığı, payının 13 Ağustos tarihli KAP kaydında yüzde 23,4’ten 26 Ekim’de yüzde 13,5’e gerilediği dikkat çekiyor.
Ayrıca Borsa İstanbul piyasalarında işlem gören payların halka açıklık oranlarını gösteren fiili dolaşım oranının, şirketin halka arz edildiği dönemde yüzde 27 civarındayken neredeyse yüzde 45’e yükselmesi, şirkete yönelik manipülasyon iddialarını kuvvetlendirir nitelikte.

VARAN 2

Ekibin halka arzlarından olarak piyasada bilinen, hisse senedinde manipülasyon yapıldığı tartışmaları ile dikkat çeken diğer bir şirket Turk İlaç. Halka arzda yaşanan dağıtım adaletsizliğinden dolayı hisselerin sahibi olacak yatırımcı hesaplarının önceden belirlendiği yönündeki haberler ve şirketin hissesindeki fiyat hareketleri organize bir manipülasyon iddialarını kuvvetlendirdi.

Halka arzını Oyak Yatırım’ın yaptığı, Mart 2021’de 10,00 TL’den (düzeltilmiş olarak 4,77 TL) işlem görmeye başladıktan sonra art arda 11 kez tavan bozmadan, toplam yirmi günde yüzde 630 artışla 73,5 TL’ye yükselen hissede, bu anormal yükselişin 18’inci gününde borsa tarafından, çok geç de olsa brüt takas ve açığa satış yasağı tedbiri getirildi.

Geçen yıl nisan ayında zirveden alım yapan bir yatırımcının bu yıl mart ayı itibarıyla kaybı yüzde 77’yi buldu. Fade Gıda’da olduğu gibi Turk İlaç’ta da ortaklara satış dikkat çekiyor. Halka arzdan birkaç hafta sonra yüzde 64 civarından yüzde 54’lü seviyelere gerileyen hâkim ortak Mehmet Berat Battal’ın sermayedeki payı Ocak 2022 başında başlayan düşüşten birkaç gün önce yüzde 49 civarına geriledi. Ayrıca, şirketin halka arzında yüzde 30 civarında olan fiili dolaşımın kademeli olarak artarak yüzde 50’yi aştığı görüldü.

VARAN 3

Dikkat çeken halka arzların yaşandığı bu dönemde borsaya açılan, Sinpaş GYO’nun iştiraki Kızılbük GYO’nun yatırıma konu olan Marmaris’teki projesi, turizm sezonunda inşaat yasağının delinerek otel yapımına devam edilmesi ile gündeme gelmişti.

Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası liderliğinde Ağustos 2021’de 15,80 TL’den (düzeltilmiş fiyat 12,64 TL) halka arz edilen hisse bir yılda yüzde 600’den fazla primle bu yılın temmuz ayında 120 TL’yi aştı. 28 Temmuz’da başlayan sert satışlar kısa bir düzeltmenin ardından hâlâ devam ediyor. Yatırımcının temmuz zirvesinden 27 Eylül’e kadar yaşadığı kaybı yüzde 78 civarında.

Şirketin borsaya açılma sürecinde de dikkat çeken bir süreç yaşandı. Yeterli talep gelmediği için halka arzın iptal edileceği yönündeki iddiaların ardından arz edilen payların yaklaşık yüzde 77’si grup şirketi Sinpaş Yapı Endüstri A.Ş.’ye satılarak süreç tamamlandı. Ama halka arzda yeterli talep toplayamayan, maket projeden halka arzına izin verilen bu şirketin hisse fiyatı SPK’nin gözü önünde 1 yılda yüzde 600 gibi bir artış performansı gösteriyor.

Yani halka arzın ardından KAP’ta yer alan ilk kayıtlarda grubun halka arz ettiği iştirakindeki payının yüzde 91’in üzerinde, halka açık kısmın ise sadece yüzde 8,6 civarında olduğu görüldü. Sonraki dönemde ise grubun sözkonusu payları satmasıyla sermayedeki halka açık kısmın payı yüzde 17’leri aştı.

VARAN 4

Halka arzda paylarını kendi alan bir başka şirket ise Torunlar Enerji bünyesindeki Başkent Doğalgaz. Garanti BBVA’nın Haziran 2021’de yaptığı halka arzda payların yaklaşık yüzde 39’unun Torunlar Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş., yüzde 19’unun Torun Kağıt Pazarlama A.Ş.’ye olmak üzere toplam yüzde 59’u grup şirketlerine satıldı. Halka arzın ardından grup şirketlerinin sermayedeki payı yüzde 85’e yaklaştı.

Garanti Yatırım’ın ve grup şirketlerinin alımlarının ardından halka açık kısım yüzde 4’ün altına geriledi. Sonrasında ise grubun pay satışlarıyla birlikte halka açık kısmın sermayedeki payı yüzde 14’ün üzerine çıkıyor.

Matriks, Orçay gibi bir dizi şirkette de şüphe uyandıran aşırı hareketler ve manipülasyon şüpheleri dikkat çekiyor.

Garanti Yatırım’ın Nisan 2021’de 28,00 TL’den (Düzeltilmiş fiyat 20,05 TL) halka arzını yaptığı Matriks hissesi yedi kez tavan fiyattan kapattıktan sonra üç ayda neredeyse halka arz fiyatına geri döndü. Mart 2022’de başlayan sıra dışı yükseliş beş ayda yüzde 300’ü buldu. Düzeltilmiş hisse fiyatı bu dönemde 20 TL civarından 81 TL’nin üzerine çıktı. Sonrasında, Ünsal Ban’ın hisseyi manipüle ettiği haberleriyle eşzamanlı olarak 81,80 TL zirvesinden dokuz günde 31,22 TL’ye düştü. Sözkonusu düşüşte hissede operasyon yapanların manipülasyon haberlerinin yayılmasıyla satışa geçtikleri iddiaları gündeme gelmişti.

Tera Yatırım tarafından Eylül 2021’de 9,90 TL’den (Düzeltilmiş fiyat 2,53 TL) halka arz edilen Orçay hisseleri yüzde 700’e yakın yükselişle ocak sonunda 78,60 TL’ye kadar tırmanmasının ardından hızla düşüşe geçerek yüzde 80 kayıpla mayıs sonunda 15,69 TL’ye kadar çekildi.

Orçay hisseleri halka arzından sonra fiyatının beş ayda sekiz katına çıktı, sonra üç buçuk ayda değerinin beşte dördünü kaybetti.

Siyasete yakın isimlerle anılan hissede belirli merkezlerden toplu alış ve satışların dikkat çektiği yönünde haberlerin ardından borsada dönemsel açığa satış ve kredi işlem yasağı tedbirleri getirilmişti.

VARAN 5

Benzer bir durum Metro Yatırım’ın arzını gerçekleştirdiği Şubat 2020’de işlem görmeye başlayan Ard Bilişim için de geçerli. Zira şirketin fiili dolaşım oranının halka arzdan beri peyderpey artarak yüzde 34’ten yüzde 75 civarına yükseldiği görülüyor. Sermaye hareketleri incelendiğinde hâkim ortak ARD Grup Holding’in sermayedeki payının Şubat 2020’de yaklaşık yüzde 66 iken kademeli olarak düşerek Ağustos 2021’de yüzde 25’lere kadar gerilediği görülmekte. Pay sayısının bedelsiz sermaye artırımı ile yaklaşık yedi katına çıkarılmasından kısa bir süre sonra şirketin Şubat 2022 başında aldığı bedelli sermaye artırımı kararı tepki çekmişti. Kararın ardından hisse senedi fiyatı bir ayda neredeyse yarı fiyatına gerilerken yatırımcı tarafında bedelsizin operasyon öncesinde daha fazla fon çekme amacıyla yapıldığı izlenimi uyanmıştı. Ardından SPK’nin yeni Başkanı Ömer Gönül’ün döneminde Ağustos 2022 ortasında, bedelli sermaye artırımına onay verilmediği SPK bülteninde açıklandı.

                                                                     ***

Organize manipülasyon hikâyesi

Halka arz olan şirketlerinin piyasadaki hareketlerine ilişkin değerlendirmede bulunan sermaye piyasası uzmanı Kenan Gözlemci, “Bu halka arzlar ve sonrasındaki fiyat hareketleri organize bir manipülasyon hikayesidir” dedi ve ekledi: “Olay, sadece malum ekibe rüşvet verilerek yapılan tuhaf bir halka arz değil, halka arz şekli yani halka arzda kime ne kadar hisse dağıtılacağı da önceden planlanıyordu, nitekim sonrasında borsada hiç olmayacak fiyatlara büyük bir süratle çıkıp arkasından ek patron hisse satışıyla muazzam kârlar elde edildi. Halka arzı yapacak aracı kurumlar, fiyatı yükseltecek manipülatörler hepsi organize bir ekip. Tabii bu işin bir de SPK’deki dosyayı hazırlayan uzmanı, Daire Başkanı, Borsa İstanbul’da işlem görürken tuhaf fiyat hareketlerini sadece izleyen, sessiz kalan Piyasa Gözetim Dairesi var. Yani konu bir eski başkanın ve akrabasının yoldan çıkarılmasıyla başarılacak bir şey değil bu organize manipülasyon, ekip işi, bunu da piyasada bilmeyen yok.”

Havva Gümüşkaya / BİRGÜN


Brezilya'da seçimler: Güney Amerika'da bir 'sol dalga' mı geliyor? - KAYA EMRE UZMAY / SOL-Söyleşi

 Erhan Nalçacı'yla Latin Amerika'nın en büyük ülkesindeki siyasi atmosfer ve kıtanın geri kalanındaki siyasi yönelimleri konuştuk.


Brezilya bugün sandık başına gidiyor. Birçok anket sonucuna göre mevcut cumhurbaşkanı aşırı sağcı Jair Bolsonaro'nun seçimden zaferle çıkma ihtimali imkânsıza yakınken, favori aday olaraksa eski cumhurbaşkanı Lula da Silvia öne çıkıyor.

İşçi Partisi'nin adayı Lula geniş bir sol ittifak tarafından destekleniyor. Lula, Bolsonaro döneminde artan yoksullukla mücadele sözü verirken aynı zamanda ABD'yle ülkesinin arasına mesafe koyma ve "bağımsız ve tarafsız" bir dış politika izleme vaadinde bulunuyor.

Brezilya'daki seçim atmosferini ve Latin Amerika'da son yıllarda artan "ABD karşıtı sosyal adaletçi iktidarlar" ekolünü yazarımız Prof. Dr. Erhan Nalçacı'yla konuştuk...

'Örtülü darbe bir yanıyla boşa çıktı'

Bugün Brezilya sandık başına giderken mevcut Cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro'nun kaybedeceğine neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. İktidara gelmesi de tartışmalı bir hükümet darbesiyle mümkün olan Bolsonaro kendisine dönük bu kadar tepkiyi nasıl toplayabildi?

Öncelikle şunu söylemeliyiz; Brezilya’da yaşanan süreç bir örtülü darbeydi ve onu inandırıcı şekilde sürdüremediler. Lula iki sene hapis yattı ve sonra aklandı, dolayısıyla o örtülü darbe bir yanıyla boşa çıktı.

Ayrıca Bolsonaro iktidarı pandemi döneminden çok kötü etkilendi, çünkü çok çok başarısız bir sınav verdiler. İnsanlık dışı ve bilim dışı bir politika izlediler ve Brezilya halkı kırıldı pandemide, en çok kayıp veren ikinci ülke oldu.

Yine pandemiye de bağlı olarak işsizlik, yoksullaşma, halkın yaşam koşullarının kötüleşmesi çok bariz şekilde belli oldu. Onun dışında Brezilya yağmur ormanlarının yok edilmeye çalışılması, ABD’yle olan bağlantı gibi olayları da göz önünde tutarsak, bütün bunlar Bolsonaro’ya dönük yoğun tepkinin sebepleri olarak ele alınabilir.

Çok hızlı şekilde yıpranmış bir iktidar var. Diğer yandan Lula dönemini Bolsonaro dönemiyle karşılaştırdığımızda da düzen içinde oldukça parlak, daha sosyal adaletçi, Brezilya’nın bağımsız bir ülke olarak öne çıkması, BRICS üyesi olması, bütün bunlar halk tarafından hatırlanıyor. Şimdiyse yüzde 15’lik bir oy farkından bahsediliyor, hatta Lula’nın ilk turda seçimleri kazanması ihtimali üzerinde bile duruluyor.

Burada “Bolsonaro izin verecek mi buna?”, “Bir iç kargaşa, darbe olacak mı?” soruları akıllara geliyor. Ben buna çok ihtimal vermiyorum ama bir şey söylemek de mümkün değil, bunlar da olasılık dahilinde. Brezilya gibi bir ülkeyi ABD bırakmak istemeyebilir ve seçimlerden sonra, belki de hemen seçimlerden önce, çok büyük bir hile olmazsa, bir iç kargaşa olasılığını da şu anda dışlayamayız.

Brezilya bir taraftan dünyanın en büyük onuncu ekonomisiyken aynı zamanda da yüzde 16’lık evsizlik oranına sahip. Ülkedeki eşitsizlikler Bolsonaro döneminde daha da arttı. Bunların ışığında Bolsonaro'nun gözden düşmesine giden süreç nasıl işledi?

Evet Bolsonaro döneminde bunlarda ciddi bir artış oldu, sosyal adaletsizlikte, özellikle pandemiyi yönetememelerinin etkisi olarak çok büyük bir artış oldu.

Sonuçta ABD emperyalizmi kendisine yönetici arıyor, Brezilya sermayesinin en muhafazakâr kesimi kendisine yönetici arıyor. Dolayısıyla Bolsonaro gibi bilim karşıtı, çağ dışı birisini bulabildiler ancak. Bu bir yerde kaçınılmaz bir şey, sahiplerinde aramak gerekiyor Bolsonaro’nun karakterinin sebebini.

Brezilya pandemi sırasında sosyal politikaların olmamasının sonucu olarak da çok büyük bir sosyal yıkım yaşadı. Ülke böyle bir ortamda seçime giriyor.

'Buna sosyal demokrat bir program diyebilirz, ama “sol” bir program olamaz'

Lula’nın destekçileri sadece kendi partisinden oluşmuyor, aynı zamanda Brezilya Komünist Partisi (PCdoB) de dahil birçok sol örgüt tarafından destekleniyor. Ancak Lula temel hatlarıyla kamucu bir plana sahip değil, sosyalist bir figür de değil. En iyi hatlarıyla sosyal demokrat olarak tarif edilecek bir aday. Lula’ya dönük yoğun sol desteğin arkasında büyük bir Bolsonaro karşıtlığının yattığı düşünülebilir mi?

2017’de PCdoB’un kongresine katılma şansım olmuştu, derin tarihi ve köklü bir geleneği olan bir parti. Kitlesel bir parti, pek çok belediyeyi elinde tutuyor.

Kongre sırasında Lula’yı sahneye çıkarttılar, Lula elinde gezici mikrofonla bütün sahne boyunca dolaşarak konuştu ve büyük bir sempati topladı. Bu çok ilginç bir olaydı. Şöyle örnek vereyim, bu Türkiye’de TKP’nin kongresinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun gelip kürsüye çıkması, elinde gezici mikrofonla sahnede şov yapması, delegeler arasında çok büyük alkış toplaması gibi bir şey olurdu.

PCdoB’un programı da aşamacı özellikler gösteriyor, dolayısıyla bakıldığında programatik olarak çok büyük bir fark yok aralarında aslında Lula’yla. Bu sayede kongrede yer verebiliyorlar ve bu kadar rahat destekleyebiliyorlar diye düşünüyorum.

Lula’nın programı sosyal demokrat ve vergi adaletine kısmen dayanıyor. Yoksulluğun önlenmesine dayandığı doğru ama sömürüye karşı değil, Brezilyalı tekellere, büyük şirketlere karşı değil, aksine onlara yeni alanlar açma arayışında Lula.

ABD emperyalizminden daha bağımsız, hatta ABD emperyalizmine karşı, ancak Lula’nın Brezilya sermayesini Latin Amerika’ya yayma ve Güney Afrika’ya yayılmacı politikaları olan bir programı olduğunu düşünüyorum. Buna sosyal demokrat bir program diyebilirz, ama “sol” bir program olamaz.

Özellikle 2008’den sonra emperyalist hegemonya krizi derinleşti ve Brezilya sermayesi tekrar yerini aradı dünyada. Bunun dışında Afrika’da Lula döneminde çok büyük bir sermaye akışı vardı, 500’den fazla Brezilyalı sermaye grubu Afrika’ya yayılmış durumda, hammaddelere el koyma üzerinden dönen bir program yürütüyorlar.

Brezilya’nın sermaye sınıfının merkezinde durduğu, Latin Amerika ülkelerinin arasında emperyalist bir birliğin hedeflendiği anlaşılıyor. Bu da yanlış bir sol algı içerisinde kaybolup gidiyor. Bunun altını çizmemiz gerekiyor ve çok iyi takip etmemiz gerekiyor.

'İnsanın insanı sömürüsünü karşısına almıyor'

Kıta genelinde Lula gibi birçok figür ortaya çıktı. Hatta son seçimlerde Kolombiya’da, Şili’de ve Peru’da da ABD’ye bağlı olmayan, komünist partilerin de destekledikleri “sol” adaylar iktidara geldi. Ancak bu ülkelerde gerçek bir sol dalganın hakim olmasından bahsedilebilir mi?

2005’te Venezuela’da demokratik gençlik federasyonunun kongresi olmuştu, ben de katılmıştım. O dönem dünyada yaprak oynamıyordu, gericilik dönemi içerisindeydik SSCB’nin yıkılmasından beri. Gittiğimizdeyse çok şaşırdık, her yerde devrimci sloganlar asılı, askerler bize “yoldaş” diye hitap ediyor, Hugo Chavez çok sosyalizan konuşmalar yapıyor... O zaman yazdığım yazılarda “2’li iktidar” tarif etmiştim, hem işçi sınıfının hem de burjuvaların iktidarda olduğu bir geçiş dönemi... Daha sonradan bu akım büyüdü, başka örnekler çıktı, “pembe sol” ismiyle anılmaya başladı. Fakat ben şimdi geriye bakınca o yıllar hata yaptığımı düşünüyorum, sonuçta burada sermaye sınıfının iki kliği söz konusu, bir taraftan ABD’ci, daha komprodor, ABD sermayesinin çıkarlarıyla paralel, tutucu sermaye sınıfı duruyor. Diğer taraftaysa Latin Amerika’nın ABD’den bağımsızlığından yana, Latin Amerika’nın siyasi entegrasyonundan yana, sosyal adaletçi programa sahip bir klik var.

Baktığımız zaman Güney Amerika’da ABD bastırıyor bunları, darbeler oluyor, renkli devrimler oluyor, meclis darbeleri oluyor, ne derseniz diyin. Sonra ama o baskı kısa süre sonra geriye dönüyor. Dolayısıyla bu anayasacı demokrat programın Latin Amerika sermayesinin bir genel programı olması dikkat çekiyor. Söz konusu anayasacı demokrat program, anayasa önünde eşitlik talep ediyor, etnik eşitlik, kadın erkek eşitliliği, biyo çeşitlilik, vergi adaleti öngörüyor. Ama katiyen mülkiyet eşitliğini savunmuyor. Dolayısıyla insanın insanı sömürüsünü karşısına almıyor. Öte yandan anti-ABD’ci olmalarına karşın anti-emperyalist olduklarını düşünmüyorum. Güney ve Orta Amerika’nın birliği ve kapitalist şekilde yayılmasını öngören bir programla karşı karşıyayız.

Bütün bu programlara renk veren kadın-erkek eşitliği, ekolojik programlar... Bunlar aslında mülkiyet eşitliği olmadığı sürece gerçekçi de değil, ancak bir illüzyon yaratıyor. Yaşadıkça daha iyi göreceğiz.

KAYA EMRE UZMAY / SOL-Söyleşi

Zülal Kalkandelen: Cumhuriyet'in kazanımlarını sosyalist politikalarla buluşturmak gerekiyor - VOLKAN ALGAN / SOL-Söyleşi

 Gerici odakların son dönemde sıkça hedef gösterdiği Cumhuriyet yazarı Zülal Kalkandelen soL'un sorularını yanıtladı.


Son dönemde iktidar trollerinin, gazeteci olduğu iddiasındaki yobaz kalemlerin en çok hedef aldığı isimlerden birisi Cumhuriyet yazarı Zülal Kalkandelen.

Muhalefet bloğunun laiklik için AKP'nin tarifini kabul etmesi, şımarmış gericiliğin saldırılarını görmezden gelerek geçiştirmesi, "gericilik tehdidini" iktidarın işine yarayan "suni bir tartışma gündemi" olarak görmesi bu saldırılara zemin hazırlayan başlıca nedenler olarak sayılabilir. 

"Aslında altılı masa, “özgürlükçü laiklik” diyerek, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaklaşımını benimsedi." diyen Kalkandelen, sorularımıza verdiği yanıtta çözümü de şu tarifle özetliyor:

"1923'te kurulan Cumhuriyet'in kazanımlarını, laik, bağımsız ve anti-emperyalist ilkeleri sahiplenerek güçlendirmek gerekiyor. Bunu yapmak için de bu kazanımları, emekçilerin haklarını gözeten kamucu, sosyalist politikalarla buluşturmak gerekiyor."

***

Zülal Hanım, 2012'de “İdris Küçükömer’in tezleri: İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri” kitabınız çıktığında soL için röportaj yapmıştık sizinle. 10 yıl geçmiş üzerinden, benim de soL'a hazırladığım ilk röportajlardan biriydi. Öncesinde toplumda başlayan kıpırdanış 2013'te Gezi'yle birlikte büyük bir patlamaya dönüştü. Sonrası, bugüne kadar devam eden, bitmeyen bir tartışma, mücadele faslı. Bu 10 yılı size sorarak başlayalım istiyorum... İkinci Cumhuriyetçiler biz röportajı yaptığımız zamanda, 2012'de, pek muteberdiler! "Yetmez ama Evetçi"lik henüz bugünkü gibi herkes için utanılacak bir siyasi fiyasko değildi, bilakis... O imzacılar çoğunu bugün muhalefet saflarında görüyoruz. Tabii yine en doğruyu onlar savunuyor! Kitabınızı okumamış olanlar için de bilgilendirici olsun: İkinci Cumhuriyetçiler derken neyi kastediyordunuz kısaca bahseder misiniz? Türkiye'nin AKP'li yıllarında nasıl bir rol oynadılar ve bugüne gelecek olursak, şimdi neyi savunuyorlar?

Kitap hakkında o dönemde yapılan ender röportajlardan biriydi. O dönemi ve geleceği çok yakından ilgilendiren bir konuya odaklanmasına karşın medyada yok sayıldı o kitap. Çünkü sizin de hatırlattığınız gibi, 2. Cumhuriyetçiler'in çok popüler olduğu günlerdi. Yaşadıkları hezimet nedeniyle bugün seslerinin tonu biraz kısılsa da yine her yerdeler aslında.

Siyasi tarihimizde 1960’lardan itibaren telaffuz edilen İkinci Cumhuriyet fikri, 1990'larda Sovyet bloğunun çöküşü ve küreselleşmenin gelişmesiyle birlikte ulus devletlerin gelişen kapitalizmin önünde engel olarak görülmeye başlandığı bir dönemde yaygın olarak gündeme geldi. 1923’te kurulan Cumhuriyet’in geniş halk yığınlarını temsil etmediği, laik ve elit bürokrat kesimin Cumhuriyet’ten nemalandığı ve çoğulcu olmadığı düşüncesiyle, Cumhuriyet Türkiyesi'nin kurumlarını tümüyle reddeden, Cumhuriyet’in eğitim reformunu, aydınlanma hedefini, kulluktan yurttaşlığa geçiş sürecini görmezden gelerek, Cumhuriyet tarihini sadece bir baskı dönemi olarak algılayan grup, herhangi bir sınıfsal çözüm önermeden, aslında sağ partilerin ülkenin başına bela ettikleri her türlü sorunu laik Cumhuriyet'in üzerine yükleyerek 2. Cumhuriyet'i kuracaklarını iddia ettiler.

İdeolojik olarak üzerine oturdukları zemin öylesine oynaktı ki ancak etik açıdan zayıf olanlar o yalpalamayı kaldırabilirdi. Nitekim "özgürlük", "eşitlik" diyerek sırtlarını dayadıkları yer, emperyalizm destekli siyasal İslamcı AKP'ydi. Demokrasinin sadece bir araç olduğunu, kendisinin "şeriatçı" olduğunu söyleyen Erdoğan'dan bir "demokrasi kahramanı" yaratmaya çalıştılar ama yarattıkları bu hayalet, onların da kabusu oldu. Yıllarca Avrupa ve Amerika'da AKP'nin reklamını yapmak için kent kent gezip fonlananlar, "Yetmez Ame Evet" diyerek, tüm adalet sistemini Cemaat'in eline teslim etti. AKP'nin demokrasiyi güçlendireceği yalanına halkı inandırmak için kanal kanal dolaşıp ekranları parsellediler, köşelerinden kumpas davaları için rıza ürettiler.

Lideri ABD korumasında olan Gülen Cemaat’ine ait Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın verdiği ödülleri almak için "sol" liberaller sıraya girdi! Cemaat'in düzenlediği Abant kamplarına, İkinci Cumhuriyetçiler akın etti. Bu yapıların laiklik ve cumhuriyet karşıtı olması, açıkça şeriat istemeleri onlar için sorun değildi.

Gülen Cemaati’nin aslında FETÖ olduğu 15 Temmuz 2016’da ortaya çıkınca “kandırıldık!” dediler; oysa kimse kandırılmadı, her şey ortadaydı, AKP ile Cemaat beraber yürürken paylaşım ve iktidar krizi çıkınca birbirlerine girdiler; çıkarlar bozulunca masalar dağıldı.

O tarihten sonra İkinci Cumhuriyetçilerin bir bölümü, faşizm kendilerine de yönelmeye başlayınca, soluğu yurtdışında aldı. Zaten temasta oldukları, yıllarca fonlandıkları kurumlarda iyi maaşlı pozisyonları hazırdı. Cemaat ile olan ilişkileri nedeniyle hapse girenler de oldu. Bir bölümü ise, aynı iktidar partisindekiler gibi, "kandırıldık!" diyerek paçayı kurtardı; içtenlikle bir özeleştiri bile yapmadan hâlâ yazıp çiziyorlar, bir kısmı yine ekranlarda boy gösteriyor. Şimdilerde işin ucu kendilerene de dokunduğu için "sıkı muhalif" rolünü üstlendiler. Oysa ne dedilerse yalanlanan bu insanlar, AKP'ye ve FETÖ'ye verdikleri destek için, bu belayı ülkenin başına sardıkları için, halkı kandırdıkları için özür borçlular.

Siz, bugün de, kökleri "2. Cumhuriyetçiler" dediğiniz kaynağa yaslanan liberal tehdidin devam ettiğini düşünüyorsunuz, uyarı da içeren yazılarınızdan görüyoruz bunu. İleri sürdükleri fikirler bu kadar yanlışlanmışken bu tehdit hala nasıl canlı kalabiliyor size göre?

Türkiye'de siyasi duruşunuz netse, başından beri doğru bildiğiniz yolda tutarlı bir görüşü savunuyorsanız, pek sevilmiyorsunuz. Aksine duruma göre pozisyon alıyorsanız, "Bu kişi bir gün bizim de işimize yarar" yaklaşımıyla destekleniyorsunuz.. Liberaller bu yaklaşıma en uygun insanlar. Kaygan zeminde patinaj yapıp duruyorlar. Düşe kalka birileriyle yolları kesişiyor; içlerinden birinin ortaya attığı "kullanışlı aptallık" bu olsa gerek.

Üniversitelerde, kültür- sanat ve yayıncılık sektöründe, "sivil toplum" adını verdikleri alanlarda, medyada liberal tehdidin devam etmesinin nedeni, elbette uzun yıllardır emperyalizmin bu alanlarda fonlar aracılığıyla sağladığı büyük destek. Bu yolla muazzam bir ağ da kurulmuş durumda. Çeşitli vakıflar, dernekler, sayısız oluşum bu ağın içinde. Hak mücadelesi verilen hemen her alanda bu nedenle hakimler. Bunların AKP gibi siyasal İslamcı bir parti ile kol kola girmelerinin nedeni, laik Cumhuriyet'e olan düşmanlıklarıydı. Ortak hedefleri buydu. Türkiye’nin Ortadoğu’da kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde yapılandırılmasını amaçlayan emperyalizm, içeride işine yarayacak aparatları her dönemde buldu. AKP, Cemaat ve solcu eskisi liberallerin buluşmasını bu çerçevede görmek gerekir. Bu tehdidin canlı kalması için her türlü desteğin bugün de verildiğine kuşku yok.

Bağlantılı bir konuya girmek istiyorum. Laiklik meselesi... Yazılarınızda, konuşmalarınızda laiklik konusunda muhalefete ciddi eleştirileriniz oluyor: Gericiliğe 'taviz verdiği', hatta 'uzlaştığı' hususunda. Az önce üzerinde durduğunuz liberal kesimin temsilcileri de aslında tam olarak bu uzlaşının peşinde gibi görünüyor, bu konudaki gözlemleriniz nelerdir? İçinden geçtiğimiz süreçte "liberal"lerin nasıl bir misyonla hareket edeceğini düşünüyorsunuz?

AKP döneminde Türkiye’de laiklik anayasada sadece şeklen var ama özü itibarıyla rafa kalktı. Gerçekte laiklik, ülkenin, referanslarını dinden almayan yasalarla yönetilmesidir. Oysa bugün sadece türban meselesine indirgendi; türban her yere, hatta anaokullarına kadar girince bunun adına “esnek ya da özgürlükçü laiklik” denilerek kavramın içi boşaltıldı. Böyle bir ortamda, muhalafetin gereken tepkiyi vermediği her yobaz saldırıdan sonra daha ağırı geldi, suskunlukları siyasal İslamcı AKP’nin önünü açtı.

Altılı masadakiler, parlamenter sistemi demokrasi ile taçlandıracaklarını vaat ediyor ama demokrasinin ilk şartı olan laiklik, açıkladıkları bildiride sadece “Din ve Vicdan Özgürlüğü” başlığı altında sadece bir kere geçiyor. Aslında altılı masa, “özgürlükçü laiklik” diyerek, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaklaşımını benimsedi. Unutanlara hatırlatalım: 5 Şubat 2011'de Başbakan olan Erdoğan, laiklik ilkesinin anayasaya girişinin yıldönümünde açıklama yapmış ve laikliğin özgürlükçü bir yaklaşımla yorumlanması gerektiğini söylemişti. Karamollaoğlu’nun, Akşener ve Gültekin Uysal’ın, AKP’nin içinden çıkan Davutoğlu ile Babacan’ın, anayasal ilke olan laikliği çarpıttıkları ortada olsa da yıllardır izledikleri siyaseti düşününce, Erdoğan’ın yorumuna katılmalarını garipsemiyorum. Ancak Kılıçdaroğlu’nun kendi partisinin ilkelerinden biri olan laikliğin İslamcı bir yaklaşımla yapılan yorumuna desteği dikkat çekici.

Bu yorum, yıllarca laiklik konusunda endişe taşıyanlarla "laikçi" diyerek dalga geçen liberallerin yaklaşımına da uygun düşüyor. Bunların bir kısmı HDP'nin Danışma Kurulu'na seçildi. 1925'te devrim kanunu ile kapatılmış olan tarikatların ve cemaatlerin dağıtılması gerektiğine dair ne altılı masadan ne de liberallerden bir şey duyduk. "Sivil toplum örgütü" diyerek kılıfa soktukları bu gerici yapıları kollamaya devam edeceklerdir. Liberaller, AKP'nin 2002 versiyonunun peşinde. Çünkü misyonları yeniden o dönemdeki politikaları güçlendirmek.

Peki Sağ'la uzlaşmanın, kucaklaşmanın; Kılıçdaroğlu'nun deyimiyle de 'helalleşmenin' dinci gericiliği geriletmekte başarıya ulaşma şansı olduğunu düşünüyor musunuz? Ya da "böyle bir niyet var mı sahiden" diye de sorabiliriz soruyu.

Ben "helalleşme" politikasının doğru olduğunu düşünenlerden değilim. Toplumdaki kutuplaşmaya karşı iyi niyetle düşünülmüş bir uzlaşma sağlamayı amaçladığı belirtiliyor ama "helalleşme" kavramı, her zaman bir tür özür ve pişmanlık da içerir. CHP lideri, helalleşme ile hesaplaşma arasında denge kuracağını açıklıyor ama sonuçta bu bir orta yolculuğu da işaret ediyor. Ben yaşanan son 20 yıldan sonra Türkiye'nin orta yolcu bir yaklaşıma değil, net bir duruşa ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Hesap sorulacak bazı kesimleri saydı Kılıçdaroğlu, "bu ülkede yolsuzluk yapanlar, kul hakkı yiyenler, er ya da geç hesaplarını verecek" dedi. Usulsüzlük, yolsuzluk yapan, ihaleye fesat karıştıran, kamu kaynaklarını kullanırken zarar yaratanlardan hesap sorulacağını açıkladı CHP'liler. İyi ama dinci gericiliği topluma dayatıp hayatı nefes alınmaz hale getirenlerden, nefret söylemleriyle toplumun farklı kesimlerini hedef yapanlardan da hesap sorulacak mı? Geçenlerde İstanbul'da LGBTİ karşıtı miting yapılırken sesleri çıktı mı? Tarikat ve cemaat yapılanmaları dağıtılmadan Türkiye'de dinci gericiliğin geriletilmesinin başarıya ulaşma şansı yok. Oysa bakıyoruz ki kadınları aşağılayan bir tarikat şeyhi vefat edince parti temsilcileri cenaze töreninde yan yana diziliyor. Bu da herhalde helalleşme politikasının gereği olsa gerek.

Tabii Sağ'a, gericiliğe verilen tavizlerin, AKP'nin 'ideolojik hegemonyasını' utangaçça kabul etmenin bir bedeli oluyor. Bunu en çok ödeyen, sosyal medyadaki dinci trollerin en çok hedefe aldığı isimlerden birisiniz. Bu tür saldırılar karşısında sosyal medyadan size desteklerini ileten çok geniş bir kesim olduğunu da görüyoruz ama bu destek 'gerçek hayatın' içinde de devam ediyor mu, yoksa daha çok 'bu dönem biraz daha uzlaşmacı olmak lazım' türünden tavsiyeler mi ağır basıyor?

Tehdit sadece sosyal medyadaki trollerle sınırlı kalmıyor; Yeni Akit geçenlerde bir hafta içinde üç kere beni hedef gösterdi. Dinci gericiliğe, şeriatçılara karşı durup laikliği savunan bir gazeteci olarak sürekli tehditler alıyorum. Destek iletenler de oluyor ama açıkçası onlar aldığım tehditler kadar fazla değil ne yazık ki. Geçen hafta sonu İlerici Kadınlar Derneği'nin 2. Türkiye Konferansı'nın sonunda yayınlanan deklarasyon kapsamında, bana yönelik saldırılara karşı yanımda olduklarını bildiren bir karar da alındı. Onu ayrı bir yere koymam gerek. Dediğiniz gibi çok sayıda insan, "bu dönemde biraz bu konulara değinme, biraz sosyal medyadan uzaklaş, daha ılımlı ol" şeklinde tavsiyelerde bulunuyor. Oysa gericilerin yapmak istediği de bu; insanları sindirmek. Görüşlerimi yazmak, aydınlanma mücadelesine omuz vermek, benim görevim ve sorumluluğum. Susma zamanı değil.

Cumhuriyet'in 100. yılına giriyoruz. Bir asır sonra Cumhuriyet değerlerinden geriye kalanlar konusunda manzaranın pek de parlak olmadığı açık. Sizce laiklik gibi, bağımsızlık gibi bu değerleri yeniden kazanmanın yolu nereden geçiyor?

1923'te kurulan Cumhuriyet'in kazanımlarını, laik, bağımsız ve anti-emperyalist ilkeleri sahiplenerek güçlendirmek gerekiyor. Bunu yapmak için de bu kazanımları, emekçilerin haklarını gözeten kamucu, sosyalist politikalarla buluşturmak gerekiyor. Dinci gericiliğin neoliberal politikalarla bütünleşerek tüm dünyada sağın önünü açtığını düşünürsek, Cumhuriyet değerlerini yeniden kazanmanın başka yolu da yoktur.

AKP'nin Türkiye'yi emperyalizmin Büyük Orta Doğu Projesi'ne dahil etmesinin halka bedeli çok ağır oldu; "ılımlı İslam" aldatmacasının ülkede yarattığı tahribat yıkıcı oldu. Bütün bunlardan kurtulup yeniden aydınlanmayı atağa geçirmek için sol siyasete büyük iş düşüyor. Elbette seçimde AKP rejiminden kurtulmak için sol üzerine düşeni yapacak. Ancak söz konusu atak, sadece seçim odaklı değildir. Bu nedenle Türkiye'de önümüzdeki dönemde Sosyalist Güç Birliği bileşenlerinin rolünün hayati önemde olacağını düşünüyorum. Solun sesinin yükseleceği ve daha geniş kesimlere ulaşacağı bir dönem olacaktır. Toplumda örgütlenmeyi hızlandırmak ve eğitim için çabaları yoğunlaştırmak gerekiyor. Çünkü biliyoruz ki örgütlü bir halkı hiçbir güç yenemez.

 VOLKAN ALGAN / SOL-Söyleşi


KISA KISA GÜNDEM (2 Ekim 2022)

 1) Konyaspor tribününde jakuzi sefası. Kim giriyor maç günü buna (Yeniçağ)

Süper Lig ekibi Konyaspor, stadın loca bölümüne jakuzi yaptırdı.(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/kim-giriyor-mac-gunu-buna-konyaspor-tribununde-jakuzi-sefasi-583303h.htm)

2) Akaryakıta zam geldi (Yeniçağ)

Brent petrolün varili uluslararası piyasalarda 87,25 dolardan işlem görürken, birçok dünya ülkesi akaryakıta indirim uyguluyor. Türkiye'de ise akaryakıt ürünlerinden kalyakın litre fiyatı 67 kuruş,  fuel oilin 16 kuruş, yüksek kükürtlü fuel oilin ise 57 kuruş zamlandı.(SIRADA BENZİN VE MOTORİN VAR)  Zam ile birlikte İstanbul'da güncel kalorifer yakıtının fiyatı 18.84 TL/lt, fuel oilin fiyatı 16.07 TL/lt ve yüksek kükürtlü fuel oilin fiyatı 8.83 TL/lt oldu. 4 Ekim Salı günü, motorine 1 lira 25 kuruş, benzine 96 kuruş zam gelecek. Son dakika değişikliği olmazsa söz konusu zam 4 Ekim Salı günü saat 00.01’den itibaren geçerli olacak.

3) Diyanet’in 'bağımız kalmadı' dediği Mustafa Demirkan ile Ali Erbaş bir kez daha yan yana (Yeniçağ)


Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Mustafa Kemal Atatürk’e lanet okuyan ve kurumunun “bağı yok” dediği Mustafa Demirkan ile icazet töreninde bir araya geldi.
(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/diyanetin-bagimiz-kalmadi-dedigi-mustafa-demirkan-ile-ali-erbas-bir-kez-daha-yan-yana-583479)

4) Eski AKP’li vekil yolsuzluktan tutuklanan kardeşini böyle savundu: Suriye'den alınan ganimet helaldir (Yeniçağ)


Şanlıurfa Toprak Mahsulleri Ofisi’nde (TMO) yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla tutuklanan TMO Şanlıurfa Şubesi Müdür Yardımcısı Abdurrahman Bağlı'nın ağabeyi eski AKP Milletvekili Mazhar Bağlı, bir yıl sonra sessizliğini bozarak, "Ayrıca İslam hukukunda ganimet müessesi vardır ve Suriye savaş ganimeti helaldir" dedi.
(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/eski-akpli-vekil-yolsuzluktan-tutuklanan-kardesini-boyle-savundu-suriyeden-alinan-ganimet-helaldir-583473h.htm)
 
5) A Milli Kadın Voleybol Takımı son 16 turuna grup lideri olarak yükseldi (Sözcü)


A Milli Kadın Voleybol Takımı, FIVB Dünya Şampiyonası B Grubu'ndaki son maçında Polonya'yı 3-2 yenerek son 16 turuna grup lideri olarak yükseldi.
(https://www.sozcu.com.tr/spor/diger-sporlar/a-milli-kadin-voleybol-takimi-son-16-turuna-grup-lideri-olarak-yukseldi-7394757)

6) Yurttaşlar zorla çıkartılmıştı: Erdoğan'a yakın isme 789 milyon TL'lik Tokatköy ihalesi (SOL)

Yurttaşların kapılarının kırılarak ve biber gazı sıkılarak zorla tahliyesinin yapıldığı Tokatköy’de kentsel dönüşüm ihalesi Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen İbrahim Turgut’un şirketine verildi. (https://haber.sol.org.tr/haber/yurttaslar-zorla-cikartilmisti-erdogana-yakin-isme-789-milyon-tllik-tokatkoy-ihalesi-350285)

7) Kent Ormanı'nı millet bahçesine dönüştürme projesine karşı çalışma başlatıldı (SOL)
Edirne de Kent Ormanı, Millet Bahçesine dönüştürülme projesine karşı kurulan Söğütlük Doğal Kalsın Platformu, yönetim kurulunu seçti. (https://haber.sol.org.tr/haber/kent-ormanini-millet-bahcesine-donusturme-projesine-karsi-calisma-baslatildi-350326)



1 Ekim 2022 Cumartesi

Tarihi Rum evi arazisinde süren inşaat çalışmaları durduruldu - Şeyda Öztürk / Cumhuriyet

 

1985 yılında Kayalar Holding'e satılan Moda Caddesi’ndeki tarihi Rum evinin arazisindeki inşaat çalışması bölgede arkeolojik buluntuların ortaya çıkmasından dolayı durduruldu.


İstanbul Kadıköy’deki tarihi Rum evinin arazisi yıllarca Kayalar Holding tarafından otopark olarak kullanıldıktan sonra 2 Eylül’de yapılaşmaya açıldı. Kayalar Holding’in internet sitesinde yer alan bilgiye göre projenin toplam 10 adet 4+1 daire, 2 adet 5+2 ve 6+2 daire ve 4 dükkândan oluşması öngörülüyor.

Bölgede yaşayan yurttaşlar ise projeye hem tarihi Rum evinin yeniden inşa edilmesini istediği hem de mahalledeki tarihi yapıların olumsuz etkilenebileceğinden dolayı karşı çıktı.

664 sayılı İlke Kararı’nı da örnek gösteren yurttaşlar, “Kararda ‘Tescilli parsellere komşu olan veya aralarından yol geçse dahi bu parsele cephe veren parseller koruma alanı olarak kabul edilir’ deniyor” ifadelerini kullandı.

            (Tarihi evin arazisinde 10 daire ve dört dükkândan oluşan bir binanın inşaatı başlatılmıştı.)

Tepkilerin ardından çalışmalar, geçen günlerde son buldu. Birkaç gün sessiz duran iş makineleri bölgeden çıkarıldı. Sessizliğin ardından ise bölge, Kadıköy Belediyesi ekipleri tarafından mühürlenerek kapatıldı. Arkeolojik buluntuların bulunduğu bölgede, arkeoloji müzesi çalışma başlatacak. Çalışmaların ardından ilgili kurula bilgi verilene kadar alan mühürlü kalacak. 

                 (Arazi sahipleri, mühürleme işlemi yapıldığının görünmemesi için mührü ters çevirdi.)

6-7 EYLÜL OLAYLARINDA TERK EDİLMİŞTİ

Tarihi ev, 6-7 Eylül olayları sırasında terk edildi. Emanetçilerin ardından Hazine’ye devredilen yapı 1978’te “İçi ve dışıyla olduğu gibi korunması gerekli yapılardan” kabul edildi ve tescillendi. 1985’te ise Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu’nca tescili iptal edilen yapı birkaç ay sonra Kayalar Holding’e satıldı, 1996’da ise tamamen yıkılarak üzeri mıcırla kapatıldı.

Yıkımı belirleyen mahalleliler, ilgili kurumlara başvurarak 10 yıl süreyle bölgede inşaat yapılmasına engel oldu. Mülk sahibi, bölgeyi otopark olarak kullanmak için 2011’de ilgili kurumdan çalışma ruhsatı istedi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ise konuyla ilgili olarak ilgili kurulun görüşünü istedi. Aynı yıl içinde İstanbul 5 No’lu Koruma Bölge Kurulu’nun kararıyla “Dönemini temsil eden ender yapılardan olması ve yapının ihyasına yönelik her türlü şartın uygun olması nedeniyle” yapının tescillenmesine karar verdi.

Mülk sahibi kararın gözden geçirilmesi için Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne başvuru yaptı. Ancak kurul “Binanın yeniden ihyası ve alanın otopark olarak kullanılamayacağı” kararına vardı. 2012’de ise Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından yapının tescili iptal edildi.

Şeyda Öztürk / Cumhuriyet