16 Ocak 2023 Pazartesi

BELLEK - 16 OCAK -

 


OLAYLAR:

  • 1547 - Rus Çarı Korkunç İvan taç giydi.

  • 1804 - Fransız fizikçi Joseph Louis Gay-Lussac, bir hidrojen balonu içinde 7.016 m'ye yükselerek, sonraki 50 yıl içinde kırılamayacak olan bir rekora imza attı.

  • 1846 - İlk Ziraat Bakanlığı (Nazırlığı) kuruldu.
  • İbrahim Edhem Paşa (1818 - 1893) 19. yüzyılda yaşamış Osmanlı Devleti'ne 5 Şubat 1877 - 11 Ocak 1878 arasında sadrazamlık, hükûmet nazırlığı, Şura-yı Devlet reisliği ve büyükelçilik gibi birçok yüksek kademe görevlerde hizmet vermiş bir devlet adamıydı1818 yılında Rum kökenli bir ailede doğduğuna inanılan İbrahim Edhem Paşa çocukluğunda, 1822'de Sakız Adası isyanları patlak verince çatışmalar esnasında, kimi kaynaklara göre köle olarak satılmak, kimi kaynaklara göre ise İzmir'e kaçtıktan sonra evlatlık olarak verilmek suretiyle sonradan sadrazam olan Koca Mehmet Hüsrev Paşa'nın velayetine geçmiştir.Koca Mehmet Hüsrev Paşa çocuklara olan sevgisi ile tanınmakla, 10 kadar kimsesiz çocuğu bu şekilde himayesine almış ve hepsini okutmuştur. Bu çocukların çoğu sonradan önemli mevkilere gelmişlerdir. Zekasıyla kısa sürede dikkat çeken İbrahim Edhem Bey, Hüsrev Paşa'nın ve bizzat padişah II. Mahmut'un gözetiminde  Paris'e eğitim için gönderildi. Önce İnstitution Barbet'e kaydoldu. Buradaki en yakın sınıf arkadaşlarından biri de ünlü Fransız kimyacısı ve bilim insanı Louis Pasteur'dü Mines ParisTech'de Paris'ten sınıfının en başarılı öğrencilerinden biri olarak mezun oldu ve Türkiye'nin çağdaş anlamdaki ilk maden mühendisi olma ayrıcalığını kazandı.İbrahim Edhem Paşa'nın Osmanlı Devleti hizmetindeki ilk yüksek kademeli görevi Kasım 1856-Nisan 1857 tarihleri arasında yaptığı Hariciye Nazırlığıdır. Bu görevden sonra sırasıyla Ticaret Nazırlığı (Aralık 1859-Temmuz 1861), Ticaret ve Nafıa Nazırlığı (Şubat-Mayıs 1863), Maarif Nazırlığı (Mart-Mayıs 1863) ve tekrar Ticaret Nazırlığı (Mart 1865-Haziran 1866) görevlerini yüklenmiştir. Bundan sonra 1866 yılının Eylül ayında Tırhala Valisi, 1867 yılının Haziran ayında da Yanya Valisi olmuş, bu görevde 1868 yılının Mart ayına kadar kalmıştır. Bu iki valilik görevini tekrar bir dizi hükûmet nazırlıkları izlemiştir. Sırasıyla Divan-ı Ahkam ve Adliye Nazırı (Ağustos 1870-Haziran 1871), Nafıa Nazırı (Haziran 1871-Ocak 1873), Ticaret Nazırı (Eylül 1871-Ağustos 1872) ve tekrar Nafıa Nazırı (Şubat 1874-Haziran 1875) olarak görev yapmıştır. Bu görevi Nisan-Aralık 1876 tarihleri arasında yaptığı Berlin büyükelçiliği ve 26 Aralık 1876-5 Şubat 1877 tarihleri arasında yaptığı Şura-yı Devlet reisliği izlemiştir. 5 Şubat 1877 tarihinde padişah II. Abdülhamit o sırada sadrazamlık görevini yapmakta olan Midhat Paşa'yı görevden alarak yerine o sırada Şura-yı Devlet reisi olan İbrahim Edhem Paşa'yı getirdi. Bu tarih 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı öncesinde toplanan Tersane Konferansı'nın başarısızlıkla sonuçlanarak 20 Ocak 1877 tarihinde dağıldığı ve savaşın kaçınılmaz duruma geldiği günlere rastlar. Padişah bu başarısızlıktan Midhat Paşa'yı sorumlu tutmuş, onu sadece sadrazamlıktan indirmekle yetinmemiş, yurt dışına sürgüne göndermiştir. İbrahim Edhem Paşa sadrazam olduktan 2-3 ay gibi kısa bir süre sonra Ruslar hem batıdan, hem de doğudan Osmanlı Devleti'ne saldırarak savaşı başlattılar. İbrahim Edhem Paşa bu savaşın büyük bir bölümünde sadrazamlık görevinde kaldı. Ancak savaşın gidişi sırasında verilen önemli kararlar sadece İbrahim Edhem Paşa değil, onun başkanlık ettiği bir savaş kurulu tarafından verilmiştir. Nihayet 10 Aralık 1877 tarihinde Plevne Savunması'nın başarısızlıkla sonuçlanması ve savaşın kaybedildiğinin kesinleşmesi üzerine padişah 11 Ocak 1878 tarihinde İbrahim Edhem Paşa'yı görevden alarak yerine Ahmed Hamdi Paşa'yı getirdi. İbrahim Edhem Paşa'nın sadrazamlık dönemi görevi on bir ay dört gün süreyle sürdürmüştür. Bu görevden sonra Mart 1879 -Mart 1882 tarihleri arasında Viyana büyükelçisi ve Mart 1883-Ekim 1885 tarihleri arasında Dahiliye Nazırı olarak görev yapmış, 1893 yılında İstanbul'da ölmüştür.İbrahim Edhem Paşa'nın 2 kız ve 4 erkek olmak üzere 6 çocuğu vardı. Çocuklarından Osman Hamdi Bey Türk müzeciliğinin babası olarak bilinmektedir. Diğer oğlu İsmail Galip Bey ise Türk nümismatik'inin kurucusu olarak bilinir. Diğer bir oğlu olan Halil Ethem Eldem ise jeoloji ilmine büyük katkılarda bulunmuştur. Ayrıca 1990 yılında bir suikast sonucu öldürülen MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas'ın büyük dedesidir.
  • 1883- İstanbul’da ilk Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi kuruldu. Okul, değişikliklere uğrayarak günümüzde Marmara Üniversitesi olarak faaliyet göstermektedir.
  • 1914 - Altay SK kuruldu.
  • 1925 - Sovyetler Birliği'nde Lev Troçki, Savaş Komiserliği görevinden alındı.
  • 1928 - Cemal Reşit Rey'in, "12 Anadolu Türküsü" adlı ses ve piyano için yapıtı ilk kez seslendirildi.
  • 1928 - Doktor Şefik Hüsnü Deymer ve arkadaşlarının Türkiye Komünist Partisi davası başladı.
  • 1929 - Josef Stalin'le anlaşmazlığa düşen Nikolay BuharinKomünist Enternasyonal'in başkanlığından istifa etti.
  • 1945 - Adolf Hitler, Führerbunker'e taşındı.
  • 1946 – Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) bugün İş ve İşçi Bulma Kurumu Kanunu’nu kabul etti.
  • 1952 - Gazeteci ve yazar Ercüment Ekrem Talu'ya, Fransız "Légion d'honneur" nişanı verildi. Yazar, bu ödüle Türk-Fransız kültür ilişkilerine katkılarından dolayı layık görüldü.
  • 1956 - Uluslararası Basın Enstitüsü, Türkiye'de basına baskı yapıldığını açıkladı.
  • 1960 - İşçi Sigortalıları Kurumu İstanbul Hastanesi, Cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından hizmete açıldı.
  • 1965 – BEREC Pil Fabrikası’nda 42 gündür süren grev anlaşma ile sonuçlandı. İşçi ücretlerine birinci yıl için yüzde 10, ikinci yıl için yüzde 8 zam yapıldı. İşverenin grev nedeniyle zararı 3 milyon lira.
  • 1965- Manisa/Kırkağaç’ın Karakurt köyünde öğrencilere futbol oynatan öğretmenlere köy vaizinin de kışkırtmasıyla taş ve sopalarla saldırıp yaralayan bir grup köylü, gelen kaymakam vekilini de yaraladı. 14 köylü gözaltına alındı, müdür ve 2 öğretmen başka okullara atandı.
  • 1975- Lütfi Akad’ın “Gelin” ile başlayıp “Düğün” ile devam ettiği üçlemesinin sonuncu filmi “Diyet” gösterime girdi.
  • 1978- Çarşıkapı’da ülkücülerce öldürülen Çapa Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisi İlerici Gençler Derneği (İGD) üyesi Barış Yıldırım toprağa verildi.
  • 1978-  İstanbul Pertevniyal Lisesi’nde sabah okulun en üst katında toplanan bir grup ülkücü şiş, sopa ve zincirlerle solcu öğrencilere saldırdı. Okul bir gün süreyle tatil edildi.
  • 1980 - Bilim insanları, interferon üretmeyi başardı.

  • İnterferon (İFN), vücut hücrelerinin çoğunluğunca sentezlenen ve bakterilereparazitlerevirüslere ve urlara karşı etki gösteren bir proteindir. Sitokin olarak bilinen, glikoproteinlerin en büyük sınıfı altında incelenirler. Dört çeşit interferon vardır;
    1. İFN alfa - Akyuvarların ürettiği,
    2. İFN beta - Vücudun diğer hücrelerince üretilen,
    3. İFN gama - T lenfositlerce üretilen.
    4. İFN tau - Trophoblast hücrelerince üretilen.

    İnterferon belirli bir türe özgü olduğundan, insanların tedavisinde kullanımı için yine insan hücrelerinden elde edilme zorunluluğu vardır. Başlangıçta interferon yarı sınai ölçekte akyuvarlardan veya dölüt fibroblastı kültüründen üretilmişti. Bugün İFN (İFN alfa) genetik mühendisleri tarafından bir bakteri üzerinden (kolibasili Escherichia coli) üretilmektedir. Bu amaçla söz konusu bakterinin genetik hazinesi, yeni bir düzenleme yapılarak (İFN alfa için şifreli insan DNA'sı parçası sokulmak suretiyle) değiştirilir. Kültür, bakterinin önceden dirençli hale getirdiği güçlü bir antibiyotik olan  tetraksilinin bulunduğu ortamda geliştirilmektedir. Sınai ölçeğindeki üretimde kültürler 3500 litrelik mayalandırma kaplarında yapılmakta ve ürün art arda birkaç kere saflaştırılmaktadır. MS (Multipl skleroz) hastaları için değişik interferonlar kullanılmaktadır. Çoğunlukla kullanılan beta interferondur. İnterferonlar, biyoteknoloji çalışmaları sonucunda üretilebilir.

  • 1980– İstanbul– Şişli’de Partizan taraftarı Mehmet Günalp (Erzincan– Refahiye, 1960- 61) ülkücülerce öldürüldü.
  • 1980-  Tokat/Artova Cumhuriyet Savcısı İlhan Aktaş, devlet hastanesinden çıkarken ülkücülerin açtığı ateşte hayatını kaybetti.
  • 1981- Çamlıhemşin Meydan köyü civarında kolluk güçleriyle çıkan çatışmada yakalananlardan, Devrimci Yol militanlarından Ahmet Uzun, işkence merkezine dönüştürülen Rize Eğitim Enstitüsünde işkenceyle öldürüldü. Ahmet Uzun, Rize DEV-GENÇ’in kurucularından ve Rize Eğitim Enstitüsü öğrencisiydi.(https://www.birgun.net/haber/ahmet-uzun-iskencede-katledilisinin-39-yildonumunde-anildi-284283)
  • 1985 – Türk-İş’e bağlı Teksif Sendikası ile Sümerbank Genel Müdürlüğü arasında 32 bin dokuma işçisini kapsayan toplu sözleşme imzalandı. Ortalama 44 bin lira olan ücretler 78 bin liraya yükseldi, sosyal haklarda da artış sağlandı.
  • 1985 - Halkçı Parti (HP) milletvekili Bahriye Üçok, zina yapan erkeklerin de cezalandırılmasını öngören yasa önerisi vermişti. TBMM yasa önerisini reddetti..
  • 1986- 53 sanıklı Dev-Sol-7 Davası’nda 14 sanık için idam cezası istendi. Tek tip elbise giymediği için duruşma salonuna alınmayan 12 sanığın adları tutanağa geçirildi.
  • 1986-  New-York’ta toplanan Uluslararası PEN Kongresi, Türk hükümetini yazarlarla ilgili tutumunu gözden geçirmeye çağırdı.
  • 1987- 12 Eylül öncesi Adana’da çok sayıda devrimcinin öldürülmesinden yargılanan 22 ülkücüden 2’si ölüm cezasına çarptırılırken, Ağustos 1979’da cezaevi kaçağıyken yakalanan Ferhat Tüysüz “yaşı küçük olduğu” gerekçesiyle 36 yıl ağır hapse mahkum edildi.


  • 1987- 1 ocakta Çin’in başkenti Pekin’deki Tiananmen Meydanı’nda öğrencilerin başlattığı gösteriler sonunda Komünist Partisi lideri Hu Yaobang istifa etti, yerine Zao Ziyang getirildi.
  • 1991 - ABD Irak'a hava akınları ve füze saldırısı başlattı. Çöl Fırtınası Harekatı, Irak'ın sanayi ve savaş potansiyeli tamamen imha edip, 2003 yılında ülkenin işgaline zemin hazırladı.
  • 1992 – Halkın Emek Partisi (HEP) kökenli Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) Diyarbakır Milletvekilleri Leyla Zana ve Hatip Dicle “SHP tartışmanın dışında tutulmalı” açıklamasıyla Parti’den istifa etti
  • 1997- 15 sanıklı “Manisa Davası”nda 10 genç “silahlı çete oluşturdukları” gerekçesiyle toplam 76 yıl 3 ay hapse mahkum oldu. Karar temyize götürülecek.
  • 1997- İstanbul Üniversitesi Öğrenci Derneği’ne (İÜDER) üye bir grup öğrenci, İÜDER YK üyesi ve İktisat Fakültesi öğrencisi U.Tanbaş’ın Uluslararası İlişkiler’den bir ülkücü öğrenci tarafından bıçaklanmasını protesto etti. Protestoya bazı öğretim üyeleri destek verdi.
  • 1998– Refah Partisi, “Laik cumhuriyet karşıtı eylemlerinin tespit edildiği” gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nce kapatıldı. Erbakan dahil 6 partilinin milletvekilliği düşürüldü ve siyaset yasağı getirildi.
  • 2000 - Ricardo Lagos, Şili'nin Salvador Allende'den bu yana ilk sosyalist başkanı seçildi.
  • 2001- Metin Göktepe’yi gözaltında gören 7 tanık Evrensel Gazetesi’nde konuştu: “Göktepe çevik kuvvet polislerince dövülerek öldürüldü, gazeteci olduğunu söyleyince polisler daha fazla vurmaya başladı.” İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Adnan Ekmen: “Metin Göktepe gözaltında tutulduğu spor salonunda öldürüldü. Polis şaibe altındadır.”
  • 2001- TÜSİAD’ın hazırlattığı “Kadın-erkek eşitliğine doğru yürüyüş: Eğitim, çalışma yaşamı ve siyaset” raporu açıklandı. Kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 33.Kadınlar arasında işsizlik erkeklerin iki katı seviyesinde, kadınlar özel sektörde kendisiyle aynı düzeydeki erkeğin kazandığının yüzde 68’ini kazanıyor.
  • 2001- Körfez ülkesi Kuveyt’te dört kadının seçmen olarak kaydedilmedikleri gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne yaptıkları dava başvurusu reddedildi. Anayasa Mahkemesi, seçme ve seçilme hakkının yalnızca erkeklere verildiğini gerekçe gösterdi.
  • 2001- Kongo Devlet Başkanı Laurent Desire Kabila öldürüldü.
  • 2002 - BM Güvenlik KonseyiUsame bin Ladin'in ve Taliban üyelerinin tüm varlıklarını dondurma kararı aldı.
  • 2002- Türkiye, Ermanistan vatandaşlarına uygulanan ‘vize zorunluluğu’nu kaldırdığını açıkladı. Yeni karar gereği Ermenistan pasaportu taşıyanlar sınır kapılarında bandrol satın alarak Türkiye’ye giriş yapabilecek.
  • 2003 - Columbia uzay mekiğiCape Canaveral (Amerika Birleşik Devletleri) üssünden ayrıldı. (Mekik, 1 Şubat'ta dünyaya dönüşü sırasında parçalandı ve 7 kişilik uçuş ekibi yaşamını yitirdi).
  • 2004- Marmara Üniversitesi öğrencileri “kameralarla izlendikleri” gerekçesiyle Sultanahmet’teki rektörlük binası önünde gösteri yaptı.
  • 2005 - Adriana Iliescu, 66 yaşında doğum yaparak dünyanın en yaşlı annesi unvanını aldı.
  • 2006- Afrika’nın seçilmiş ilk kadın devlet başkanı olan Ellen Johnson Sirleaf Liberya’da yemin ederek göreve başladı. Dünya’da Şili, Liberya, Finlandiya, Filipinler, İrlanda ve Letonya’da kadın devlet başkanı , Almanya, Yeni Zelanda, Bangladeş, Sao Tome ve Mozambik’te de kadın başbakanlar görevde.
  • 2007- Dünyanın ilk genetik yapısı değiştirilmiş tavukları Edinburgh’taki bilim adamları tarafından yumurtlatıldı. Bu yumurtaların kanserle mücadelede faydalı olduğu belirtildi.
  • 2008- Susurluk/YÖRSAN’da Tek Gıda-İş’e üye oldukları için işten atılan 400 işçi Ankara’da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na yürüdü.
  • 2010 - "2010 Avrupa Kültür Başkenti" olan İstanbul'da etkinlikler, şehrin yedi ayrı noktasındaki kutlamalarla başladı.
  • 2011- Ankara’da Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu Kültür Vakfı öncülüğünde düzenlenen “Büyük Alevi Kurultayı”nda Diyanet’in ve zorunlu din derslerinin kaldırılması, Cemevlerinin ibadethane olarak kabulü gibi 17 talep dile getirildi.
  • 2014- Aden Körfezi’nde görev yapan TSK’nın 10 Şubat’tan itibaren bir yıl daha uzatılmasını öngören Başbakanlık Tezkeresi TBMM’de kabul edildi
  • 2015- Uluslararası Ceza Mahkemesi, Filistin’deki savaş suçlarıyla ilgili ön soruşturma açılması kararı aldı.
  • 2016- Tayvan Demokratik İlerleyiş Partisinin (DPP) kadın lideri Tsai Ing-wen, ülkenin ilk kadın lideri oldu.


DOĞUMLAR:



ÖLÜMLER:

  • 1545 - George Spalatin, Alman reformcu (d. 1484)
  • 1794 - Edward Gibbon, İngiliz tarihçi (d. 1737)
  • 1806 - Nicolas Leblanc, Fransız fizikçi, cerrah ve kimyacı (d. 1742)
  • 1885 - Edmond About, Fransız yazar, romancı ve yayıncıdır (d. 1828)
  • 1886 - Amilcare Ponchielli, İtalyan besteci (d. 1834)
  • 1891 - Léo Delibes, Fransız besteci (d. 1836)

  • 1896 - Ali Şefkati, Osmanlı gazeteci (d. 1848) Meşrutiyet için Avrupa’da çalışmış bir Jön Türk.
  • Şûrayı Devlet Tanzimat dairesinde muavin iken Abdülhamid II’yi indirip yerine Sultan Murad V’i tahta geçirmek gayesi ile çalışan iskalyeri Azuzbey komitasındaydı. Bu Komita ele geçince Avrupa’ya kaçtı. 1879’da Napoli’de istikbal adlı bir gazete çıkardı. Saraya karşı çalıştığı için gıyabında müebbet sürgün cezası verildi. Pere Lachaise mezarlığına gömüldü.

  • 1933 - Bekir Sami Kunduh, Türk siyasetçi ve diplomat (Türkiye'nin ilk Dışişleri Bakanı) (d. 1867)

  • 1936 - ‎Albert Fish‎‎, Amerikalı doktor, seri katil, ve yamyam‎ (İdam) (d. 1870)
  • Albert Hamilton Fish (19 Mayıs 1870, Washington - 16 Ocak 1936, New York), Amerikalı seri katil, yamyam.Gri AdamWysteria'nın Kurt Adamı, ve Brooklyn Vampiri gibi takma adlarla anılıyordu. Azılı yamyam Fish'in toplam 100'den fazla cinayet işlediği sanılmaktadır. Bilinen en yaşlı seri katil özelliğindedir.1875 yılında babasının ölümünden sonra, kimsesiz çocukların bakıldığı bir çocuk bakımevine yerleştirilen Albert Fish, 7 yaşına kadar kaldığı bu kuruma uyum sağlayamadığı için ruhsal yapısı bozuldu. Annesinin yanında cinsel istismara uğradıktan sonra aşırı baş ağrılarından yakınan Albert Fish, lise öğreniminin ardından bir yandan gezip bir yandan geçici işlerde çalışmaya başladı. 1882 yılında eşcinsel eğilimleri ortaya çıktı. Küçük suçlara bulaşan Fish, 1910 yılında ilk kez  cinayet işledi. Çeşitli sapkınlıklara olan ilgisi giderek artıyordu. Dine olan eğilimi belirginleşti.  Genellikle küçük ve savunmasız çocukları kurban seçen Albert Fish, cinayetlerinde mutlaka işkenceler uyguluyor, tecavüz ediyor, etlerini yiyor, kurbanlarına acı çektirmekten büyük zevk duyarak, bunları din adına yaptığını düşünüyordu. 1920 yılına kadar yaklaşık 15 cinayet işlediği varsayılmaktadır. Seri katil, aynı zamanda kendi kendisine de çeşitli işkenceler uyguluyor, kendi idrarını içip, çivili sopayla kendini dövmek, kasıklarına iğne batırmak gibi cinsel ve fiziksel işkencelerle kendi günahlarını cezalandırdığına inanıyordu. İşkence yaptığı ve öldürdüğü çocukları "Tanrı'ya verilen kurbanlar" olarak düşünüyordu.  1898'de evlendi ve 6 çocuk sahibi oldu. Karısının başka biriyle kaçarak kendisini terk etmesinden sonra başka kadınlarla da birlikte oldu. "Gri Adam", sürekli adres değiştirdi, her gittiği yerde yüzlerce çocuğu taciz etti ve bazılarını öldürdü. 1928'de Budd ailesiyle yakınlaşan Fish, onların güvenini kazandıktan sonra küçük kızları Grace Budd'ı, yeğeninin doğum günü eğlencesine götürmek bahanesiyle kaçırarak boş bir eve götürdü. Grace'in cesedini parçalayan Fish, bazı parçaları kaldığı pansiyona getirdi ve 9 gün boyunca hiç dışarı çıkmadan bu parçaları pişirip yiyerek mastürbasyon yaptı. Daha sonra kaçmaya başlayan Fish, 1934 yılında kendi hatası yüzünden, kendisini yakalamayı kişisel bir konu haline getiren polis William King'in eline düştü. "Brooklyn Vampiri", Budd ailesine, kızlarını nasıl öldürüp yediğini anlatan mektuplar göndermesi nedeniyle yakalandı. 1935 yılında yargılanmasının sonunda deliliğine kanaat getirildiyse de elektrikli sandalyede idam cezasına çarptırıldı. Kararı duyunca "Hiç tatmadığım bu büyük zevki tatmaktan mutlu olacağım" dedi. Albert Fish'in idam cezası, 16 Ocak 1936 tarihinde Sing Sing Hapishanesi'nde bir elektrikli sandalyede gerçekleşti.
  • 1957 - Arturo Toscanini, İtalyan orkestra şefi ve kemancı (d. 1867)

  • 1966 - Ahmet Fetgeri Aşeni, Türk jimnastikçi, Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün kurucularından ve 6. Başkanı (d. 1886)
  • Ahmet Fetgeri Aşeni, (1886, Yanık - 16 Ocak 1966, Gölcük), Türk jimnastikçi, spor yöneticisi ve Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün 6. başkanıdır. Aşeni, Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün kurucularındandır.Türkiye Güreş Federasyonu'nun ve Türkiye Atletizm Federasyonu'nun başkanlığı görevlerinde bulundu. Kardeşi Mehmet Ali Fetgeri bir jimnastikçi ve halterci olan Ahmet Fetgeri'nin kızı Suat Fetgeri de eskrim sporcusu olarak yetişti.İstanbul'un Şişli ilçesine bağlı Fulya semtinde yer alan ve kendi adını taşıyan Ahmet Fetgeri Spor Salonu 1985'ten 2005 yılına kadar varlığını devam ettirdi.
  • 2005 - Recep Birgit, Türk sanat müziği sanatçısı (d. 1920)
  • 2007 - Ron Carey, Amerikalı oyuncu (d. 1935)

  • 2009 - Andrew Wyeth, Amerikalı görsel sanatçı (d. 1917)


  • 2013 - Burhan Doğançay, Türk ressam ve fotoğrafçı (d. 1929)

  • 2016 - Joannis Avramidis, Yunan kökenli Avusturyalı heykeltıraş (d. 1922)


  • 2019 - Mirjam Pressler, Alman roman yazarı ve çevirmen (d. 1940)
  • Mirjam Pressler (18 Haziran 1940 – 16 Ocak 2019), Alman kadın roman yazarı ve çevirmen. 30'dan fazla çocuk ve gençlik kitabının yazarıydı. Ayrıca İbraniceİngilizceHollandaca dillerinden ve Afrika kökenli Amerikalıların 300'den fazla yazılı eserinin çevirisini yapmıştır. 1991 yılında Anne Frank'in yaşamını konu alan, The Diary of a Young Girl adlı eserin bir revizyonunu çevirmiştir.
  • 2021 - Charlotte Cornwell, İngiliz aktris (d. 1949)
  • 2021 - Muammer Sun, Türk besteci (d. 1932)
  • 2022 - Bozkurt Kuruç, Türk tiyatro oyuncusu, yönetmen ve öğretim üyesi (d. 1935)



      (derleyen: mstfkrc)


15 Ocak 2023 Pazar

Cumhuriyet Devrimi, karşıdevrimcilerle korunmaz, yıkılır+Hukuksuz yol haritalarına hayır! - Zülal Kalkandelen / Cumhuriyet

 


Cumhuriyet Devrimi, karşıdevrimcilerle korunmaz, yıkılır

Altılı masa, Türkiye’de şeriatçı, faşizan eğilimin yükseldiği bu dönemde,  “demokrasi çatısı altında buluşan partilerin yarattığı seçenek” olarak topluma sunuldu.

Erdoğan’ın “Şahsım Devleti”nin karşısına Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi konuldu. Otokratik bir yönetime karşı demokrasi vaat edildi.

Hemen herkesle kavga eden bir iktidara karşılık olarak “helalleşme” söylemi siyasete sokuldu. Yanlış bir siyasetti ama gerilimden yılan ülkede gerektiği gibi sorgulanmadı. 

Helalleşilenler arasında liberaller, sağcılar, siyasal İslamcılar, tarikatlar ve cemaatler de yer aldı ama masa dağılmasın diyenler sustu. Ne zaman ki masadaki siyasal İslamcılar pazarlığa başladı, iş şirazeden çıktı.

MASADA SİYASAL İSLAMCI VARSA NE OLUR?

Masadakiler siyasal İslamcı ise zaten demokrasi vaat edemezsiniz. Çünkü onlar varsa, laikliği sulandırmadan savunamazsınız. Laiklik olmayınca da demokratik bir yönetim kuramazsınız.

Masadakiler, kadın düşmanı tarikat liderlerine “kanaat önderi” diyorsa, kendiniz laikliği feda etmiş olsanız bile, tabanınızdaki huzursuzluğu önleyemezsiniz.

Masadakiler, AKP’nin en karanlık döneminde başbakanlık yapmışsa ve o dönemdeki vahim olaylar hakkında susuyorsa ya da ekonomi yönetiminin idaresinden sorumlu bakan olup özelleştirmelerin altına imza atmışsa, halkın hakkını geri alacağınızı ve karanlığı dağıtacağınızı iddia edemezsiniz.

Masadakiler, anayasanın değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek maddelerine karşı görüş açıklıyorsa, birliği sağlayamazsınız.

Masadakilerle el ele verip, TÜSİAD’a övgüler düzerek NATO’culuk oynarken emekçilerin haklarını koruyacağınızı söyleseniz de kimseyi inandıramazsınız.

Masadakilerin demokrasi anlayışı, yüzde 1 oy ile cumhurbaşkanının yetkilerine ortak olmayı dayatıyorsa, böyle bir iktidarı sürdüremezsiniz.

Masadaki siyasal İslamcı eski AKP’liler karşıdevrimci görüşleri savunurken iktidarınızda AKP’yi sandığa gömeceğinizi söylerseniz, sadece kendinizi kandırırsınız. 

ÖDÜNLER, ŞANTAJLAR VE GERÇEKLER

Bunca zamandır altılı masanın bileşenlerinin demokrasi anlayışları ve beslendikleri siyasal damarların yarattığı uyumsuzluğun üzeri örtüldü. Partiler arasında farklar olabilir, sadece parlamenter sisteme ve demokrasiye odaklanılsın denildi. Uyumlu görünmek için de sürekli olarak sağa eğilen CHP oldu. Bu yüzden altı ay kadar önce “Ortanın Sağı” başlıklı bir yazı da yazmıştım.

Siyasal İslamcı ve sağcı partiler, hiçbir ödün vermezken CHP, kendi tabanını uzaklaştırma pahasına kendi ilkelerini rafa kaldırdı. Bu öyle bir noktaya vardı ki Kılıçdaroğlu, türbana kamuda yasal garanti sağlayacak teklif bile verdi. AKP’nin hamlesinden sonra, anayasaya karşı olsa da şimdi ortak bir anayasa değişikliği önerisi gündemde...

Ancak siyasal İslamcıların şantajları bununla kalmadı; yönetimde eşit söz hakkı istiyorlar. Her talebe boyun eğen Kılıçdaroğlu, sonunda “Altı partinin lideri eşittir ve başkan yardımcısı olacaktır. Yüzde 1, yüzde 3, yüzde 25, yüzde 50 diye bakamayız” dedi. Çünkü Davutoğlu, cumhurbaşkanı seçilen kişinin, “Sizin oylarınız düşüktü; ben bu kararı alıyorum” demesi durumunda, “Kriz çıkar, Meclis desteğimizi çekeriz, ülke seçime gider” diyerek şimdiden tehdit ediyor.

Babacan ise “Rahat seçilirim, hem de en iyi şekilde yönetirim” iddiasıyla, laiklerden ve emekçilerden de bir siyasal İslamcı olarak oy alacağını düşünüyor!

CHP’nin iktidarı değiştirmek için taktiksel olarak bu ödünleri verdiği düşünülse bile, asgari olarak vaat ettiği demokrasinin altılı masadaki liderler ile sağlanamayacağı açıktır. Seçmenin tıpış tıpış gidip kendisine oy vereceğini düşünen varsa yanılır.

Nitekim laikliğin ne kadar hayati olduğunu bilenler, herhangi bir siyasal İslamcı partinin TBMM’de grup kurabilmesi için gerekli olan 20 milletvekili adayı CHP listesinden seçime girerse, oy vermem diyor. 

Bir ittifaktaki partiler arasında farklı görüşler olabilir elbette ama siyasal İslamcılar ile fark ayrıntıda değil, temeldedir. Karşıdevrimcilerle, Cumhuriyet Devrimi ve onun kazanımları korunmaz, ancak yıkılır.

                                                         /././

Hukuksuz yol haritalarına hayır!

Türkiye’de iktidar temsilcileri, son 20 yılda özellikle bir alanda uzmanlaştı. Hukuksuz yol haritası çıkarma konusunda onlardan daha iyisi yok! 

Son olarak Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişci de buna uyum gösterdiğini duyurmak için medya kuruluşlarının Ankara temsilcileriyle bir araya geldi ve dedi ki: “Türkiye genelinde bu konuya katkı sağlayabilecek paydaşları davet ederek 29-30 Kasım’da Bolu’da bir çalıştay düzenledik. Ortaya çıkan son durum ile ilgili yol haritası belirlemeye çalışıyoruz. Paydaşlarımızın da katkılarını alıp son şeklini vereceğiz. Sayın Cumhurbaşkanımıza da bunu arz edeceğiz.”

Ancak doğruyu söylemedi. Sokak hayvanlarını haritada işaretleyerek hedef gösteren yasaya aykırı Havrita oluşumunun sözcüsünün de davet edildiği çalıştayda, hayvan hakları mücadelesine yıllarını vermiş demokratik toplum örgütlerinin temsilcileri ve aktivistler yoktu. Böyle bir ortamda, hayvanları hapsetmekten başka bir yol bulunmadı elbette.

Bakanın son şeklini vereceğiz dediği çalışma, geçen ay bu köşede yazdığım gibi, “yaşam alanı” adı altında orman içinde devasa hayvan hapishaneleri inşa etmek. Böylece ihalelerle yeni bir rant kapısı açılırken, sokak hayvanları binalara hapsedilecek; AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın örnek diye gösterdiği Konya Belediyesi hayvan bakımevindeki gibi yeni katliamlar olacak.

Medyadaki haberlere göre Kirişci, hayvan barınaklarının artırılması gerektiğini belirterek “62 noktada 120 bin hektar alanı bu işe tahsis etmiş durumdayız. Elbette yeter değil ama bu kanunun da gözden geçirilmesi gerektiğini söylüyorum. ABD ve AB sokaklarda sahipsiz hayvan görebiliyor musunuz? Hiçbir hayvan yok bu şekilde” demiş.

Defalarca yazdım, bir daha kere açıklayayım!

1- 5199 sayılı Hayvanları Koruma Yasası yürürlükte. O yasanın 6. maddesi, belediyeler sokak hayvanlarını aşılatıp kısırlaştırdıktan sonra bulduğu yere bırakır diyor. 

2- Yasa 2021’de TBMM’de yeniden düzenlenirken 6. maddenin değiştirilmesi denendi ama hayvan hakları savunucularının muazzam direnişi sonucunda engellendi. Görülüyor ki Erdoğan’ın 23 Aralık 2021 tarihli yasaya aykırı talimatıyla başlayan operasyon, sonunda 6. maddenin açıkça hedeflenmesine vardı. Bu madde, sokak hayvanları açısından hayati önemdedir. Ona dokundurtmayız.

3- İşinize gelmediğinde, mesela İstanbul Sözleşmesi konusunda örnek almadığınız Avrupa ve ABD’yi, işinize geldiğinde yani köpekleri hapsetmek konusunda örnek gösteremezsiniz. O ülkelerde sokaklarda hayvan bulunmamasının nedeni, kısırlaştırmanın etkin bir şekilde uygulanması ve yuvalandırma oranının çok yüksek olmasıdır.

4- Yapılması gereken yasanın uygulanması ve 18 yıldır üzerlerine düşen sorumlulukları görmezden gelen belediyelerin görevlerini yerine getirmelerinin sağlanmasıdır. Belediyelere yaptırım uygulamayan iktidar, ortaya çıkan sorun nedeniyle hayvanları cezalandırmak istiyor.

5- Belediyelerin acilen kısırlaştırma kampanyası başlatması gerekir. Özel sektörde köpeklerin kısırlaştırılması çok masraflı. Bu kadar çok sayıda köpeğin kısırlaştırılmasına derneklerin ve gönüllülerin yetişmesi olanaksız. Hayvanlar kısırlaştırılmadığı sürece, dev barınaklara kapatsanız bile orada üremeye devam edecekleri için sorun çözülmez.

6- Yerel hayvan koruma görevlileriyle belediyelerin eşgüdüm sağlayarak hayvanların beslenme ve bakımının takibi yapılırsa merdiven altı hayvan üretimi ve satışı yasaklanıp etkili şekilde denetlenirse sorunlar hızla çözüm bulunabilir.

Bunların hiçbirini yapmayan iktidar, son bir yıldır hayvan hakları savunucularını, aktivistleri hedef gösterme operasyonu uygulayan trol çetelerini destekledi.

Hayvan hakları savunucuları, bir kez daha bu gerçekleri haykırmak için 15 Ocak’ta Ankara’da olacak. Türkiye genelinde 100’den fazla demokratik toplum örgütü, 50 üniversite grubu, Anıt Park’ta toplanacak. Bu sese kulak vermek zorundasınız.

Hukuksuz yol haritalarına hayır!

Zülal Kalkandelen / Cumhuriyet 


Latin Amerika'da esen sol rüzgâr ne anlatıyor? (4+5) - Yazı dizisi / Hazırlayan: İbrahim VARLI-BİRGÜN

 

Kolombiya’da sol iktidar: İmkânlar, sınırlılıklar (4) (Dr. Öğr. Üyesi, Esra AKGEMCİ)
Kolombiya’nın ilk solcu devlet başkanı seçilen eski şehir gerillası Gustavo Petro’yu zorlu günler bekliyor. (Foto: Depo Photos)

Zaman kısa, savaş sonsuz/ Fernando Rendón

Kolombiya tarihinin ilk sol hükümeti olan Gustavo Petro yönetiminin Ağustos 2022’de iktidara gelmesinin hemen ardından ilk işlerinden biri, Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN) ile barış görüşmeleri başlatmak oldu. Latin Amerika’nın en eski gerilla hareketi olan ELN, 1964’te, FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) ile aynı yıl kurulmuştu. FARC’ın 2016’da Kolombiya hükümeti ile barış anlaşması imzalayarak silah bırakması ve yasal siyasete geçmesinin ardından, Latin Amerika’nın (ve aynı zamanda dünyanın) en eski gerilla hareketi olarak sadece ELN kaldı.

Kendisi de silah bırakmış eski bir gerilla olan Petro’nun Kasım 2022’de başlattığı müzakerelerin ardından ELN ile ilk anlaşma sağlanmış durumda. Müzakerelerde sadece silah bıraktırmaya değil, katılımcı bir barış süreci inşa etmeye yönelik kapsayıcı bir anlayış öne çıkıyor. Eğer barış görüşmeleri başarıyla sonuçlanırsa yarım asrı aşan çatışma dönemi sona ermiş olacak. 1950’lerdeki iç savaş yıllarından bu yana tam bir şiddet sarmalına hapsolmuş olan Kolombiya’da şiddetin birden fazla tarafı var. Ancak FARC’ın ardından ELN ile de barış anlaşması imzalanması önemli bir eşik. Bugün, yıllar sonra ilk kez Kolombiya’da hiç savaş görmemiş nesillerin yetişeceğine dair bir umut var.

Petro’yu iktidara taşıyan, işte tam da bu umuttu. Haziran 2022’deki seçimlerde Petro’nun aldığı yüzde 50,4’lük oy, barıştan yana koyulmuş başlı başına bir tavırdı. Bugüne kadar ABD’nin bölgedeki en yakın müttefiki olan Kolombiya’da uyuşturucu ticareti, yolsuzluk, otoriterlik ve paramiliter şiddet üzerine kurulu oligarşik düzenin yönetici elitlerini iktidardan indirmeden barış sağlanamazdı. Barış demek, toplumsal adalet ve eşitlik demekti.

URİBİSMO’YU AŞMAK

2000’lerin başından itibaren Kolombiya siyasetini, silahlı çatışmaların otoriter rejimi meşrulaştırmak için kullanıldığı, paramiliter güçlerle işbirliğine dayalı Uribe’ci anlayış (Uribismo) şekillendiriyordu. Adını 2002’de iktidara gelen devlet başkanı Álvaro Uribe’den alan siyasi doktrin, birbiriyle bağlantılı dört temel üzerine kuruluydu: Neoliberalizm, uyuşturucu ticareti, otoriterlik ve paramilitarizm. ABD’nin 1990’larda uyuşturucuyla mücadele kapsamında geliştirdiği “Kolombiya Planı” (Plan Colombia), bu temelleri bir arada tutan temel unsurdu. Buna göre, ABD’nin “uyuşturucuya karşı savaş” politikası, özellikle George W. Bush döneminden itibaren FARC ve ELN gibi devrimci örgütlerin denetimindeki bölgelere askerî müdahaleyi meşrulaştırmak için kullanıldı. ABD’nin Irak işgalini destekleyen tek Latin Amerikalı lider olan Uribe’nin başkanlık döneminde (2002-2010) Kolombiya, Bush yönetiminin bölgedeki en önemli müttefiki oldu. Latin Amerika genelinde sol yükselirken, Kolombiya’da ABD hegemonyası altında militarizm iyice güçleniyordu.

ABD ile işbirliğini ilerleten ve Kolombiya Planı için uygun bir toplumsal zemin oluşturmaya çalışan Uribe, “demokratik güvenlik” adını verdiği strateji ile devletin güvenlik alanındaki denetimini artırdı. Buna göre “toplumun güvenliği”, yabancı sermaye için oluşacak “güven ortamı” ile birlikte sağlanabilirdi. Bu koşullarda Uribismo, “uyuşturucuyla mücadele” kapsamında paramiliter grupların desteklenmesine, ABD ile askerî ve ticari ilişkilerin geliştirilmesine ve neoliberal politikaların uygulanmasına dayanan bir anlayış olarak şekillendi.Uribe’nin iktidarından sonra, 2010’lardaki barış sürecine rağmen Uribismo, Kolombiya siyasetini şekillendirmeye devam etti. Uribe döneminde savunma bakanlığı yapmış olan Juan Manuel Santos, 2010’da devlet başkanı seçildikten sonra onarıcı adalet mekanizmalarına dayanan, kapsayıcı ve özne odaklı bir çözüm sürecini hayata geçirmiş ve Uribeci çizgiden uzaklaştı. Ancak Santos’tan sonra, 2018’de iktidara gelen Iván Duque, Uribe’nin güvenlikleştirme pratiklerine geri döndü ve barış anlaşmasının uygulanmasını sekteye uğrattı. Duque ayrıca eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik sektörlerindeki özelleştirmelerle neoliberal politikaları derinleştirmeye çalıştı.

2019’da başkent Bogota başta olmak üzere büyük kentlerde kendini gösteren protestoların hedefinde Duque hükümetinin siyasi ve ekonomik reformları vardı. Protestocular hem neoliberalizmin yol açtığı ekonomik ve toplumsal dışlanmaya meydan okumak hem de barış sürecine sahip çıkmak için sokaktaydılar. 2019’da daha adil ve daha eşit bir düzen talebiyle dünya geneline yayılan, “müesses nizam karşıtı” olarak nitelendirilebilecek protestolar, Latin Amerika genelinde “ikinci pembe dalga” olarak anılan, solun yeniden yükseldiği bir dönemin kapılarını açtı. Kolombiya’da müesses nizam, Uribe iktidarında iyice yerleşen narko-kapitalizm demekti, şiddet ve cezasızlık demekti. Gustavo Petro’nun zaferi, bu yerleşik düzene karşı gelişen yeni mücadele döneminin ürünüydü.

‘HİÇ KİMSELER’İN İKTİDARI

Eski bir M-19 (19 Nisan Hareketi) gerillası olan Gustavo Petro, 1990’da silah bırakmasının ardından, 1991-2006 arasında Temsilciler Meclisi üyeliği, 2006-2010 arasında Senato üyeliği yapmış, 2011’de Bogota belediye başkanı seçilmişti. Petro, 2018’de başkanlık için yarışmış, yüzde 25’le ikinci tura kaldıysa da Duque karşısında kaybetmişti. 2022 seçimlerinde Petro’nun temel vaatleri, FARC ile imzalanan barış anlaşmasının uygulanması ve ELN ile barış için müzakerelere başlanması, daha adil bir toprak dağılımı için tarım reformu yapılması ve özellikle yerli halkların talepleri olan, madencilik şirketlerinin doğal kaynak sömürüsüne dayalı politikalarıyla mücadele edilmesiydi.

Petro, bu doğrultuda ekonomi programının ana hatlarını ekolojik sürdürebilirlik ve iklim krizi üzerine kurdu ve ekonomiyi “karbonsuzlaştırma” sözü verdi. Çevreye büyük zarar veren, hidrolik kırılma (fracking) olarak bilinen, yeraltına hidrolik sıvı pompalanmasına dayalı petrol çıkarma yöntemine karşı çıkan Petro, iktidara gelince Kolombiya’daki yeni petrol aramalarına son verdi. Kolombiya’nın önemli ihracat kalemlerinden olan petrol ve kömüre bağımlılığı kırmak için yeni hükümetin hedefi turizmi önemli bir gelir kaynağı haline getirmekti. Petro ayrıca bölge çapında bir ekolojik dönüşüm için diğer solcu liderlerle birlikte çalışma sözü verdi. Çevre meselesinin, Latin Amerika’da solcuların bölgesel işbirliği mekanizmaları geliştirebilmeleri için önemli bir zemin oluşturduğunu bu noktada hatırlatmak gerek.Bununla birlikte, 2019 protestolarında barış talebi ve çevrecilik vurgusunun yanı sıra kadına yönelik şiddetle mücadele ve kürtaj hakkı gibi feminist talepler de öne çıkıyordu. Sadece Latin Amerika’da değil dünya genelinde 2019’daki protestolarda özellikle kadınlar ve gençler ön saflarda yer aldılar. Bu elbette tesadüf değildi. Son dönemde dünya genelinde yükselen otoriter rejimlerin doğrudan kadınları hedef alan söylem ve pratikleri, yeni-muhafazakâr ideolojiye yönelik feminist bir tepki doğurmuş ve bu tepki, Türkiye de dâhil olmak üzere birçok ülkede feminist harekete ivme kazandırmıştı.

Latin Amerika’da feministlerin geniş tabanlı, etkin hareketler örgütleyebilme kapasiteleri, solcuları yeniden iktidara getiren toplumsal dönüşüm sürecinde önemli rol oynadı. İlk kez 3 Haziran 2015’te Arjantin’de gerçekleşen Ni una menos (Bir kadın daha eksilmeyeceğiz) eylemleri bu açıdan önemli bir dönüm noktası oldu. Arjantin’de 2019’da neoliberal politikalara tepki olarak gelişen protestolarda Ni una menos aktivistleri etkin rol oynadılar. Son dönemde giderek artan kadın cinayetlerini protesto etme amacıyla başlayan ve kısa sürede bölge geneline yayılan Ni una menos eylemlerinin sağladığı dinamizm, kürtaj hakkını savunan “Yeşil Dalga” (Marea Verde) hareketinin doğması için de zemin hazırladı. Ücretsiz ve sağlıklı kürtaja erişim hakkını sembolize eden yeşil bandanadan dolayı Yeşil Dalga olarak anılan hareket, Şubat 2022’de Kolombiya’da da kürtajın yasallaşmasını sağladı.

2019 protestolarında Latin Amerika genelinde öne çıkan en dinamik toplumsal hareketlerin işçi hareketi, çevre hareketi, yerli hareketi, öğrenci hareketi ve kadın hareketi olduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan Kolombiya’nın 2022 seçimleri, sadece başkan Petro’nun değil, başkan yardımcısı Francia Márquez’in de zaferiydi. Ülkesindeki ilk Afro-Kolombiyalı başkan yardımcısı olan Márquez, temizlikçilikten madenciliğe kadar birçok işte çalışmış, “unutulmuş topraklar” olarak tanımladığı yaşadığı yoksul bölgeye yapılan baraj yüzünden zorla yerlerinden edileceklerini öğrendiğinde hukuk okumaya karar vermiş, hayatını çevre mücadelesine adamıştı.

Çevre aktivisti ve feminist Márquez, toplumsal hareketlerin içinden gelen, Petro’dan ayrı, kendi tabanı da olan güçlü bir kadın lider ve muhtemelen bir sonraki seçimlerin en gözde başkan adayı olacak. (Kolombiya’da devlet başkanlığı 2015’ten itibaren tek dönemle sınırlandırıldığı için Petro bir daha aday olamayacak.) Márquez, Kolombiya’nın tüm dışlanmış kesimlerinin temsilcisi olarak politika yapıyor ve adları bilinmeyen, yüzleri olmayan, sesleri duyulmayan bu dışlanmış kesimleri “hiç kimseler” (los nadies ve las nadies) olarak tanımlıyor. Petro ve Márquez liderliğindeki sol koalisyonun (Pacto Histórico/Tarihi İttifak) zaferi, “hiç kimseler”i iktidara getiren, barış ve adaletten yana umut doğuran tarihi bir fırsata işaret ediyor. Ancak bu fırsatın önünde duran bazı zorluklara da değinmek gerek.

İTTİFAK’IN SINIRLARI

Latin Amerika’daki “pembe dalga” hükümetlerini sınırlayan en büyük unsurların başında, solcuların iktidara gelmiş olmalarına rağmen kongrede çoğunluğu sağlayamamaları ve bu yüzden istedikleri/söz verdikleri reformları yapamamaları geliyor. Kolombiya’da da sosyal demokratlardan radikal solculara, yerlilerden feministlere ve çevrecilere uzanan geniş bir sol koalisyon niteliğinde olan Tarihi İttifak, kongrenin üst kanadı Senato’da 20, alt kanadı Temsilciler Meclisi’nde 28 sandalyeye sahip. Bu da kongrede çoğunluğu sağlamaya yetmiyor.

Solcular iktidara gelse bile finans, yargı ve medya gücünü elinde tutan sağcılar, kongrede ataklarına devam ediyor ve yapısal reformların önüne geçmekle kalmayıp (son olarak Peru’da olduğu gibi) başkanın azledilmesi gibi anti-demokratik yollara başvurabiliyorlar. Üstelik son dönemde yükselen yeni-muhafazakâr ideoloji ile birlikte sağcılar giderek radikalleşmeye başladı. Bu da elbette sol mücadele açısından zorlu bir sürece işaret ediyor. Kolombiya’da kongre içi dengelerin nasıl işleyeceğini zaman gösterecek fakat en azından solun karşısındaki sağ muhalefetin bölünmüş durumda olması bir avantaj olarak değerlendirilebilir. Ancak solun önündeki engeller, seçim siyaseti ile sınırlı değil.

Latin Amerika’da sol siyasetin gelişimi açısından en temel sınırlılık, kökleri sömürgecilik dönemine dayanan, büyük toprak sahipleri, sermaye çevreleri ve çokuluslu şirketlerin oluşturduğu oligarşik düzenin ta kendisi. Hatta oligarşiyi, solun önündeki bir engelden ziyade solu büsbütün sarmalayan bir yapı olarak tanımlamak gerek. Bu yapının yol açtığı sınıf, etnisite, ırk ve cinsiyet temelli eşitsizlik ve adaletsizliklerle mücadele etmek için iktidar değişikliği yeterli değil. Bunun için çok daha radikal bir toplumsal dönüşüm süreci gerekiyor. Solcu iktidarların en büyük katkısı, bu yönde bir değişim için gerekli mekanizmaları inşa etmek ve dönüştürücü sosyo-ekonomik reformlar yapmak olabilir.

Ancak solcular iktidara geldiklerinde bu reformları yapabilmek için sağa önemli tavizler veriyorlar. Sonuç olarak bazı önemli kazanımlar elde edilse de verilen tavizler yüzünden uzun dönemde oligarşik düzen iyice yerleşmiş oluyor. Bunun en önemli örneğini, geliri yeniden dağıtabilmek için burjuvazinin belirli kesimlerine verilen ayrıcalıklar oluşturuyor. Üstelik “pembe dalga” liderleri geliri daha adil bir şekilde yeniden dağıtabilseler bile mevcut mülkiyet ilişkilerine ve toprak yapısına dokunamıyor, oligarşinin elindeki büyük arazileri yoksul köylülere dağıtamıyorlar.

Latin Amerika solu, 2000’lerin başlarından beri bu sınırlılıklarla uğraşırken Kolombiya’nın henüz yolun çok başında olunduğu söylenebilir. Petro hükümetinin önceliği, her şeyden önce toplumsal barışı inşa etmek. Kolombiya, askerî aygıtın çok güçlü olduğu, kapitalizmin bile savaşa göre yeniden yapılandığı, son derece militerleşmiş ve bitmek bilmeyen çatışmalar yüzünden ağır toplumsal travmalar yaşamış bir ülke. Kolombiya’da sol en nihayetinde iktidara geldi ama bu sadece bir başlangıç. Öncelikle solun gelişebileceği temel zemini inşa etmek ve toplumsal muhalefet aktörlerinin daha etkin bir şekilde örgütlenebilmesi için elverişli koşulları oluşturmak gerekiyor. Petro, ekolojik adaleti de kapsayan çok boyutlu bir barış sürecinin temellerini atabilir ve toplumsal hareketlerle ilişkisini geliştirebilirse sağın saldırısı karşısında daha güçlü durabilecektir. Sol, kendisini sarmalayan oligarşik yapı içinde çatlaklar açacak sarmaşıkları ancak böyle yeşertebilecektir.

***

KRİSTOF KOLOMB'UN ÜLKESİ

Dil ve etnisite bakımından dünyanın en kozmopolit ülkelerinden Kolombiya adını İtalyan kaşif Kristof Kolomb'dan alyor.

Zulme karşı yapılan gösterilere devam

Peru'da Pedro Castillo’nun azledilerek yerine getirilen Dina Boluarte hükümetine karşı protestolar sürüyor. İnsan hakları örgütleri Ayacucho kentindeki gösteriler sırasında tutuklanan yerli liderlerin serbest bırakılmasını talep etti. Ayacucho Halk Savunma Cephesi başkanı da dahil olmak üzere gözaltına alınan liderlerin bırakılması için emniyetin önünde toplanan yüzlerce kişi, gösterilerin devam edeceğini açıkladı. Peru Ulusal İnsan Hakları Koordinatörü de üç yerli liderin tutuklanmasını kınadı, yerli haklara yönelik zulmün ülkedeki kutuplaşmayı keskinleştireceği konusunda uyardı.

Sendikacılara baskı kabul edilemez

Orta Amerika ülkelerinden El Salvador’da sağ popülist Nayib Bukele hükümetinin toplumsal muhalefete yönelik baskıları artıyor. Bukele yönetimi son olarak olağanüstü hali uzatıp Soyapango Belediye Başkanlığı’nda örgütlü olan sendika üyelerini tutuklaması bardağı taşırdı. İktidar partisi Nuevas Ideas’ın elindeki belediyede maaşların ödenmemesini protesto ettikten hemen sonra tutuklanmaları tepki çekti. Daimi Çalışma Adaleti Tablosu (MPJL) tutuklamaları kınadı ve olayları, Arjantin'deki tutuklamalara atıfta bulunarak "toplumsal örgütleri sindirmeye yönelik bir strateji" olarak nitelendirdi.

Polis ve askerler baskına yol verdi

Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva, polis ve ordudan bazı kişilerin Ulusal Kongre'yi basan Bolsonaro destekçileriyle işbirliği yaptığını söyledi. Baskın videolarını görmek istediğini belirten Lula, iş birliği yapan çok sayıda kişinin olduğunu kaydetti. Lula, “Bu insanların Planalto Sarayı’nın kapısından içeri girmeleri sağlandı, yani birileri onların buraya giriş yapmasını kolaylaştırdı” dedi. Lula, 8 Ocak’taki Kongre ve diğer devlet binalarına yapılan baskına karıştıkları gerekçesiyle gözaltına alınan kişi sayısının 1800’e ulaştığı bildirildi.

                                                                          /././

Meksika’nın gerilim hatları (5) (Dr. Öğr. Üyesi Ertan EROL)


Kendisini yakın tarihin en önemli 4’üncü dönüşüm dönemi olarak tanımlayan siyasal hareketin iktidarda olduğu Meksika, ülkedeki sınıfsal, etnik, kültürel fay hatlarının belirginleştiği ve ulusal nitelikli ayrışmaların bölgesel koşullardan ayrışmadığı dönemden geçiyor.

İspanya’dan bağımsızlığın kazanılması, III. Napolyon’un emperyalist macerası olan ikinci imparatorluk deneyimine karşı cumhuriyetçi direniş ve reform hareketi, 20’nci yüzyılın en önemli ve en tartışmalı halk hareketlerinden biri olan meşhur devrimi sonrasında, kendisini yakın tarihin en önemli dördüncü dönüşüm dönemi olarak tanımlayan bir siyasal hareket Meksika’da iktidarda. Meksika, hem ülke içindeki sınıfsal, etnik ve kültürel fay hatlarının belirginleştiği, hem de ulusal nitelikli ayrışmaların bölgesel koşullardan çok da ayrışmadığı bir dönemden geçiyor. Siyasal iktidarın üzerinden yükseldiği sınıfsal kompozisyonun dönüşüp dönüşmediği konusu maalesef bu yazının kapsamı dışında kalıyor; bunun yerine sınıfsal izdüşümleri çok açık olan güncel siyasal çatışmalar üzerine yoğunlaşmayı tercih ederek, belli başlı ulusal ve uluslararası sonuçlara değinmeye çalışıyoruz. Gerçekten de ülkedeki günlük ve güncel siyasal ayrışmalar, bazı temel konuları muğlaklaştırıyor. Kasım ayında önce muhalefetin daha sonra da iktidar partisinin karşılıklı olarak gerçekleştirdiği yürüyüşler bunun en somut örneklerinden biriydi.


27 Kasım sabahı, Meksiko City’nin en büyük bulvarı olan Reforma’da, Başkan Andrés Manuel López Obrador’un çağrısına uyarak ülkenin birçok yerinden başkente gelen kalabalıklar sabahın erken saatlerinden itibaren Bağımsızlık Meleği Anıtı’nın (Angel) etrafında toplanmaya başladılar. Devrim Anıtı’ndan Angel’e doğru yaklaştıkça, bu geniş bulvardaki insan selini aşıp yürüyüşün başlangıç noktasına ulaşmanın mümkün olmadığı çabucak belli oldu. Mecburen daha önce Kolomb’un heykelinin bulunduğu, ama artık lahdinde yumruğunu havaya kaldırmış geçici bir kadın heykelinin yer aldığı anıta doğru yürümek gerekti. Reforma Bulvarı, 19. yüzyılın sonunda diktatör Porfirio Diaz’ın, Paris’e öykünerek şehrin aksını kolonyal merkezden Chapultepec kalesine doğru kaydırma planıyla açılan, sağlı sollu heykellerin geniş döner kavşaklara ve bu kavşaklardaki anıtlara açıldığı ve şehrin ana akslarından birini oluşturan bir bulvar. Ama aynı zamanda ülkenin toplumsal mücadelelerinin ve çatışmaları için sembolik bir öneme sahip kentsel bir alan. Hemen hemen her yürüyüşte boya atılan ve zarar verilen Kolomb anıtı ise, önce restore edilmek daha sonra da temelli olarak yerini yerli bir kadın heykeline bırakmak üzere bulvarı terk edeli çok olmadı. Artık mücadele eden kadınlar kavşağına dönüşen bu alanda mahşeri kalabalığa rağmen kadınlar seslerini duyururken başkanın geçişi esnasında bile protestoculara kimse müdahale etmedi. Kalabalık dışında ilk göze çarpan şey ise güvenlik güçlerinin neredeyse hiçbir yerde görülmemesiydi. Özellikle sağın bölgede her koşulda iktidarları değiştirmek veya zayıflatmak yönünde kararlı göründükleri bir dönemde, Obrador’un bu kadar yaklaşılabilir olması da önemli bir sembolizm taşımaktaydı.

Obrador başkanlık sarayından, yürüyüşün başlangıç noktası olan Angel anıtına meşhur beyaz Jetta’sı ile ulaştıktan sonra etrafını saran, kendisine dokunmak, onu yakından görmek ya da fotoğrafını çekmek isteyen kitle ile 4 kilometrelik yolu yaklaşık 7 saatte yürüyerek, 1,5 saatlik konuşmasını gerçekleştireceği Zócalo’ya ulaştı. Yürüyüş boyunca 2024 başkanlık seçimlerinde aday olarak öne çıkan en önemli üç isimden ikisi, Mexico City Valisi Claudia Sheinbaum ile İçişleri Bakanı Adán Augusto López, başkanın yanından hiç ayrılmamaya önem gösterdiler. Görüntü gerçekten de bir Ortaçağ tablosundan farksızdı, Obrador neredeyse hiçbir koruma olmadan bir aziz edasıyla etrafındaki halk kitleleri ile ilerlemiş yaşı ve rahatsızlıklarına rağmen bir kez daha sokaklara ne kadar hâkim olduğunu gösteriyordu.

2006’da hile ile kaybettiği başkanlık seçimini tanımayarak aylarca yine bu kitleler ile birlikte aynı bulvarda hükümete sokaklara kendisinin hâkim olduğunu kanıtlamıştı. 2006’da Obrador’un Reforma işgali, birçok kişi için onun siyasi kariyerinin sonu olduğu şeklinde yorumlanmıştı. 2018 seçimlerinde ise durumun böyle olmadığı görülmüştü. Obrador, bir kez daha son dönem Meksika siyasetinin en önemli ve en sembol kişilerinden biri olduğunu bu yürüyüş ile teyit etmiş bulunuyordu.

HALKIN İKTİDARA DESTEĞİ FAZLA

Meksika, Latin Amerika’da mevcut iktidarın halkın çoğunluğu tarafından büyük oranla desteklendiği nadir ülkelerden biri. Bu desteğin önemli bir kaynağını ise ekonomik istikrar ve sosyal programlar oluşturuyor. Ekonomide büyük kur şoklarının yaşanmadığı, enflasyonun yüzde 8 civarında kalmasına rağmen emekçi sınıflar için önemli ücret artışlarının gerçekleştiği, tüm yaşlılar için asgari bir gelirin garanti edildiği, milyonlarca yoksul gence eğitim bursunun sağlandığı, vergi reformu ile daha etkin bir vergi sisteminin getirildiği, tüm özel sektöre yayılmış bulunan taşeron sisteminin kaldırıldığı ve bunlara rağmen doğrudan yabancı yatırımın arttığı nadir ülkelerden biri Meksika. ‘Near-shoring’ olarak adlandırılan mefhum, son dönemde büyük ABD firmalarının üretimi Doğu Asya’dan Meksika’ya kaydırmalarına gerçekten sebep oldu. Bununla birlikte ABD’deki pandemi paketleri ile ortaya çıkan likidite, bu ülkede yaşamakta olan yaklaşık 40 milyon Meksikalının ülkelerine gönderdikleri transferleri de önemli ölçüde artış göstermiş durumda.

Bununla birlikte, madem hükümet iyi bir durumda, Obrador, muhalefete karşı neden böyle bir güç gösterisinde bulunmak durumunda kaldı sorusu gündeme gelebilir. Obrador karşısında önemli ölçüde dağınık görünen, halen 2024 seçimlerini kazanabilecek bir aday gösterememiş durumda bulunan ve farklı ideolojik oryantasyonlara sahip muhalefet bloku, Obrador’un seçim kanunu ve yüksek seçim kurulunda yapmak istediği değişiklikler karşısında toplumun farklı kesimlerinden ilk defa önemli bir destek bulduğunun farkına vardı ve 13 Kasım’da Reforma bulvarında ve ülkenin diğer büyük kentlerinin meydanlarında büyük katılımlı yürüyüşler gerçekleştirdiler. Bu yürüyüş muhalefetin üzerindeki 2024 seçimlerini büyük ihtimalle kaybedeceğiz düşüncesini bir nebze de olsa gerileterek, kitleleri mobilize edebilecek kapasiteye sahip olduklarını ve özellikle orta sınıfların alt kesimlerinin ilgisini çekebilecekleri yönünde motive olmalarını sağladı. Buna karşılık Obrador, görevdeki dördüncü yıl bilgilendirme toplantısını öne çekerek bir nevi sine-i millete döndü ve PRI dönemindeki tabanın mobilizasyonu suretiyle konsolide edilmesi görevini başarı ile gerçekleştirmiş oldu.

Obrador konuşmasına 20’nci yüzyıl Meksika siyasetinin mihenk taşı olan yeniden seçilmeme ilkesi ile başladı ki, kalabalığın içerisinden buna itirazlar bile yükseldi. Hiç şüphesiz, Obrador bugün Anayasa’nın bu ilkesine karşı kanunu değiştirip tekrar seçilmek istese bunu kesinlikle başaracak desteğe sahip. Ancak Obrador, altını kalın çizgilerle çizerek yeniden seçilmeme ilkesinin öneminden bahsetti ve eşinin de hiçbir kamusal görev kabul etmeyeceğini bir daha vurguladı.

Konuşmasının büyük kısmını ekonomiye ayıran Obrador, ana akım iktisadı eleştirmekten, Maya Treni’nin tamamlanmasına, sağlık sisteminin kalitesinin arttırılmasından, laik ve parasız eğitimin önemine, yükselen ırkçı ve aşırı sağ hareketlere kadar birçok konuya değindi. Brezilya’nın yeni başkanı Lula’ya selam gönderirken, Meksika’nın artık bölgede daha saygın bir yere sahip olduğu, ABD ile olan ilişkilerin de de karşılıklı saygı temelinde ilerlediğinin altını çizdi ve ülkedeki 40 milyon Meksikalının da bu saygıyı hakkettiklerine dikkat çekti. Obrador’un konuşmasının neredeyse hiçbir yerinde muhalefete değinmemesi ise önemliydi.

OBRADOR PARTİNİN ÖNÜNDE

Bu bağlamda hem bölge açısından hem de Meksika açısından bazı değerlendirmeler yapmak mümkün. Obrador’un ağırlığı partisinin çok ötesinde bir ağırlık ve 2024 seçimleri için her ne kadar desteklediği bir aday olmadığını söylese de Clauida Sheinbaum’a gösterdiği ‘öncelikle eşitler arası’ yakınlık hareket için önemli bir anlam taşıyor. Diğer adaylardan en güçlü olan Dışişleri bakanı Marcelo Ebrard’ın her halükârda aday olması da bir ihtimal gibi duruyor.

Bir diğer taraftan Obrador’un toplumun en yoksul kesimleri arasında önemli bir desteğe sahip olmasına rağmen, bu desteğin kendisinden sonraki adaya devam edip etmeyeceği yönünde ise bazı şüpheler yok değil. Obrador’un siyasi ağırlığı, kendisinden sonraki adaylar için bir sorun teşkil ediyor. Özellikle medyanın tamamını elinde bulunduran büyük sermaye grupları orta sınıfları etkileme gücüne sahip. Ki bu durum Meksiko City yerel seçimlerinde açık bir biçimde ortaya çıkmış, orta ve üst gelirli kesimlerin yaşadığı ilçelerde PRI-PAN-PRD muhalefet bloku Obrador’un partisi Morena’yı yenilgiye uğratmışlardı. Şimdilik 2023 ara seçimlerinde PRI’nin kalesi olarak görülen ve Meksiko City’yi bir halka gibi çeviren, çoğunlukla alt gelir grubu kesimlerin ve işçi sınıfının yaşadığı Meksika Eyaleti valiliğini Morena kazanacakmış gibi görünüyor. Ancak bununla birlikte 2024’te 20 yılı aşkın bir süredir solun kazandığı Meksiko City valiliğinin muhalefete kaybedilme riski var. Özellikle yaşlanmış metro sisteminde sıklaşan her arıza Sheinbaum’un ve Morena’nın hanesine yazılıyor.

Bununla birlikte, Obrador 2023 yılı için asgari ücretin enflasyonun neredeyse üç katı büyüklüğünde yüzde 20 oranında arttırılacağını ilan etti. Aynı şekilde 65 yaş üstü bireylere verilen yaşlılık maaşı da önemli ölçüde artırılacak. Bunların seçmen üzerindeki etkisini görmek için ise önce Morena’nın sonra da muhalefet ittifakının başkan adaylarını ve kampanyalarını deneyimlemek gerekecek.

MEKSİKA'NIN ARTAN AĞIRLIĞI

Meksika’nın bölgedeki konumunun da Obrador döneminde önemli bir dönüşüm geçirdiğini söylemek mümkün. Bolivya’da Evo Morales’e karşı gerçekleştirilen darbede Meksika’nın aldığı tutum, Morales ile başkan yardımcısı Garcia Linera’nın hayatlarını kurtarırken aynı zamanda darbe rejimin kısa erimli olmasının da temelini attı. Obrador’un Amerikan Devletleri Örgütü’ne yönelik eleştirileri, ABD ve Kanada’nın üyesi olmadığı bir bölgesel dayanışma örgütünün gerekliliğine vurgusu halen cari bir konu olarak duruyor. Peru’da Pedro Castillo’ya yönelik gerçekleştirilen Kongre darbesine ilk ve en güçlü tepki yine Meksika’dan geldi. Hatta Castillo’nun azledildiği ve tutuklanacağını anladığı anda Meksika Büyükelçiliği ile görüştüğü ve Meksika’nın iltica talebini kabul ederek büyükelçiliğin hazırlandığı, ancak telefonları dinlenen Castillo’nun elçiliğe ulaşamadan tutuklandığı ortaya çıktı.
Meksika, aynı zamanda Küba’ya yönelik ablukanın kaldırılmasını savunurken pandemi döneminde ülkeye önemli ölçüde tıbbi ve ekonomik yardımlarda da bulundu. Bugün Meksika’nın birçok kırsal bölgesinde Kübalı doktorları görmek mümkün. Küba Devlet Başkanı Miguel Díaz Canel’in ülkeyi ziyareti de önemli ölçüde yankı bulmuştu.

Bununla birlikte, Obrador’un ve partisi Morena’nın her ne kadar yürüyüşten sonra konsolide olduğunu, Obrador’un görev onayının yüzde 71’e ulaştığını söylesek bile, orta sınıflar arasında hızlı bir biçimde destek kaybettiği de bir gerçek. Ülkedeki neredeyse bütün televizyonlar, gazete ve radyolar muhalefeti destekleyen sermaye gruplarının elinde bulunuyor. Böylece muhalefetin ortaya attığı iddia ve söylemler toplumun büyük kesimine çok hızlı bir biçimde ulaşıyor ve yer ediniyor. 2006-2018 yılları arasında ülkedeki karteller arasındaki savaş en yüksek aşamasına ulaşmışken, bugün en azından ölümlerdeki artış durmuşken, Obrador ya ülkeyi militarize etmek ya da kartellere karşı sert olmamak ile suçlanabiliyor. Obrador her ne kadar, neoliberalizmin ‘organik aydınlarına’ sık sık referans veriyor olsa da, kendi organik aydınlarının nerede olduğuna yönelik bir kaygı taşımıyor. Her sabah erken saatlerde gerçekleştirdiği basın toplantısı ile, siyasetin dışına itilmiş yoksulların organik aydını olma rolünü kimseye bırakmıyor. Bu da hiç şüphesiz, tekrar başkan seçilmeme ilkesinin tüm siyasi sistemin üzerinde yükseldiği bir ülkede, iktidar değişimini sorunlu hale getiriyor.

Her ne kadar, devletin yoksullara yönelik nakdi transferlerinin, sosyal yardımların, ücret artışlarının önemli ölçüde toplumsal refaha etki ettiğini gözlemlesek bile, Meksika hâlâ gelir adaletsizliğinin çok güçlü olduğu bir ülke olmaya da devam ediyor. Ülkedeki emeğin yüzde ellisi hâlâ enformel sektörde istihdam edilirken, yoksulluk toplumun yaklaşık yüzde 40’ına tekabül ediyor. Ekonomik büyümeden toplumun geniş kitleleri halen yeteri kadar faydalanamazken, sınıfsal, etnik, kültürel ayrımlar hâlâ ülkenin en önemli sorunları olarak öne çıkıyor. Yerli olmak ya da ten renginin koyu olması Meksika’da hala ekonomik gücü ve yoksulluğu belirleyen temel unsurlar olmaya devam ediyor. Meksiko City’nin bazı mahalleleri, ABD’li ve Avrupalı uzaktan çalışan expatlar tarafından en yaşanılası yerler olarak tarif edile dursun, Condesa veya Roma’da bir öğle yemeğine eşit bir günlük ücrete mukabil çalışmak üzere Iztapalapa’dan veya çeper mahallelerden binlerce insan her gün saatlerce yol kat ederek şehre çalışmaya geliyorlar. Obrador’un açık bir biçimde neoliberalizm karşıtlığına dayanan söylemine, vergi reformu ve sosyal programlar ile gelir adaletsizliğini hafifletmeye çalışmasına rağmen, ülke ılımlı bir Keynesçi yaklaşımdan bile uzak, tam anlamı ile neoliberal bir ülke olmaya devam ediyor. Ancak bu bile, ülkedeki sosyoekonomik eşitsizliğin sebebi olan, ülkedeki ekonomik ve politik gücü elinde bulunduran ve bunu kaybetmekten endişe duyan sınıfları Obrador karşıtı yapmaya yeterli bir sebep oluşturuyor. ABD destekli ve Latin Amerika’nın birçok ülkesinde ilerici/solcu/sosyal demokrat iktidarlara karşı teyakkuz halinde bulunan gruplar ise gözlerini Meksika’daki 2024 seçimlerine dikmiş durumda.

                                                                          ***

Bolsonaro hakkında soruşturma başlatıldı

Brezilya'da Yüksek Mahkeme, eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında Kongre baskınını "kışkırttığı" suçlamasıyla soruşturma başlatılmasına karar verdi. Yüksek Mahkeme’ye sunulan dilekçede Bolsonaro'nun, "Brezilya'da vandalizm ve şiddet olaylarıyla sonuçlanan antidemokratik eylemleri kışkırttığı" kaydedildi. Öte yandan Bolsonaro'nun Adalet Bakanı Anderson Torres, ABD'nin Florida eyaletinden Brasilia'ya döndükten sonra dün sabah Federal Polis tarafından tutuklandı.

                                                                        ***

Macri’den kurtulan harika bir toplum

Yargı üzerinden Başkan Yardımcısı Kirschner’e karşı bir darbe gerçekleştirilen Arjantin’de Devlet Başkanı Alberto Fernández, Buenos Aires'in Nueva Pompeya ve Parque Patricios semtlerinde bitirilen sosyal konutları teslim etti. Fernández yaptığı açıklamada, "Bugün 79 bin 900 evi teslim ettik, gelecek hafta 80 bin, mart ayı sonuna kadar 100 bin evi teslim edeceğiz" dedi. Fernandez, sosyal konut inşasını ülke genelinde hızlandırdıklarını belirterek, "Hepimizin elde ettiği başarılar, bizim toplum Mauricio Macri'den kurtulmuş ve yürümeye devam edebilen harika bir toplum. Dimdik durmakla, yürümekle ve hak ettiğimiz geleceği inşa etmekle” ifadelerini kullandı.

                                                                      ***

Peru’da eylemler başkente ulaştı

Peru'da Kongre tarafından solcu lider Petro Castillo’nun yerine seçilen Devlet Başkanı Dina Boluarte'nin istifası ve erken seçime gidilmesi talebiyle yapılan hükûmet karşıtı protestolar başkent Lima'ya sıçradı. Lima'nın tarihi merkezinde bir araya gelen çeşitli STK ve sol partilerin temsilcileri, Boluarte'nin istifasını istedi ve erken seçim çağrısında bulundu. Protestoların yoğun olarak düzenlendiği Puno, Cusco, Arequipa ve Madre de Dios kentlerinde ise otoyollar barikatlarla kapatıldı. Öte yandan Çalışma Bakanı Eduardo Garcia, görevinden istifa ettiğini belirterek seçimlerin 2024 yerine bu yıl yapılmasını istedi.