17 Ocak 2023 Salı

BELLEK - 18 OCAK -


 OLAYLAR:

  • 532 - Konstantinopolis'te (günümüzde İstanbul) başlayan Nika ayaklanması tamamen bastırıldı. 30.000 kişinin öldüğü tarihin bu en kanlı ayaklanması 13 Ocak'ta başlamıştı.
  • Nika Ayaklanması , MS 532'de bir hafta boyunca Konstantinopolis'te Bizans İmparatoru I. Justinianus'a karşı gerçekleşmiştir. Konstantinopolis'in neredeyse yarısının yakılması veya yıkılması ve on binlerce insanın öldürülmesiyle genellikle şehir tarihindeki en şiddetli ayaklanma olarak kabul edilir.Antik Roma ve Bizans imparatorluklarında, belirli spor etkinliklerinde, özellikle araba yarışında, yarışmacıların ait olduğu farklı grupları (veya takımları) destekleyen, demes olarak bilinen iyi gelişmiş dernekler vardı. Başlangıçta, araba yarışlarında yarıştıkları üniformanın rengine göre farklılaşan dört ana grup vardı; renkler de taraftarları tarafından giyildi. Bunlar Maviler (Veneti), Yeşiller (Prasini), Kırmızılar (Russati) ve Beyazlar (Albati), idi ancak Bizans döneminde herhangi bir etkiye sahip olan yalnızca Maviler ve Yeşiller idi. İmparator I. Justinianus, Maviler'in destekçisiydi. Demes, genel Bizans nüfusunun başka çıkış biçimlerinden yoksun olduğu çeşitli sosyal ve politik meselelerin odak noktası haline gelmişti. Sokak çetelerinin ve siyasi partilerin özelliklerini birleştirdiler, teolojik sorunlar ve taht iddia edenler de dahil olmak üzere güncel konularda pozisyon aldılar. Sık sık ırklar arasında siyasi talepleri haykırarak imparatorluk siyasetini etkilemeye çalıştılar. Şehirdeki imparatorluk güçleri ve muhafızları, sırayla şehrin aristokrat aileleri tarafından desteklenen hiziplerin işbirliği olmadan düzeni sağlayamazlardı. 531'de Maviler ve Yeşiller'in bazı üyeleri, bir araba yarışından sonra çıkan arbedeler sırasında ölümler ile bağlantılı olarak cinayetten tutuklandı.Modern zamanlarda futbol maçlarından sonra ara sıra patlak veren futbol holiganizmine benzer şekilde, araba yarışlarında nispeten sınırlı isyanlar bilinmiyor değildi. Katiller idam edilecekti ve çoğu idam edildi. Ancak, 10 Ocak 532'de, ikisi, bir Mavi ve bir Yeşil, kaçtı ve öfkeli bir kalabalıkla çevrili bir kiliseye sığındı. İberya Savaşı'nın sonunda doğuda barış konusunda  Sasani İmparatorluğu ile müzakerelerin ortasında olduğu için Justinianus gergindi ve şimdi şehrinde potansiyel bir krizle karşı karşıya kaldı. Bu nedenle 13 Ocak'ta bir araba yarışı yapılacağını ilan etti ve cezaları hapis cezasına çevirdi.Justinianus ve önde gelen iki yetkilisi, Kapadokyalı İoannis ve  Tribonianus, topladıkları yüksek vergiler,r ikisinin yolsuzları  ve İoannis'in borçlulara karşı zulmü nedeniyle son derece popüler değildiler. İoannis ve Justinianus ayrıca kamu hizmetine yapılan harcamaları azalttı ve kamu hizmetinin yolsuzluğuyla mücadele etti. Daha küçük, daha az yozlaşmış kamu hizmetinden çıkarıldıklarında güçlerini ve servetlerini kaybeden birçok soylu, Yeşiller saflarına katıldı. Justinianus ayrıca her iki takımın da gücünü azaltıyordu; Yeşiller bunu kamu hizmetindeki reformlara benzer bir imparatorluk baskısı olarak görürken, Mavililer ihanete uğradıklarını hissettiler. Roma hukuk yasası, medeni Romalıları "barbar" (Latince barbari) halklardan ayıran popüler bir imaja sahipti. Romalıların "Tanrı tarafından seçildiklerine" inanıldığından, yasa kodu dini açıdan da önemliydi, bu bir adalet sembolüydü. Bu nedenle, bir imparator önemli yasal reformları başarılı bir şekilde yaparsa ona meşruiyet kazandıracaktı, ancak bu süreç çıkmaza girerse ilahi öfke gözükürdü. Codex Theodosianus için dokuz yıl süren şey, Justinian'ın sadece on üç ayını aldı. Ocak 532'deki Nika isyanlarından hemen önce, reformların hızı yavaşlamıştı. Aynı zamanda, Justinianus,  Sasani İmparatorluğu'na karşı başarısız bir savaş veriyordu; Bizans'ın Dara'da (530 baharı) ve Satala'da (530 yazı) kazandığı zaferler kısaca onun meşruiyetini artırırken, Calinicum'daki yenilgi (531) ve olumsuz stratejik durum imparatorun itibarını zedeledi. Hukuki reformlar, aleyhte hükümlerden kaçınmak için belirsiz yasaları ve içtihatları kullanmayı imkansız kıldığından, aristokrasi tarafından baştan beri popüler değildi. Ayrıca, hem Justinianus hem de karısı Theodora düşük doğumluydu - Geç Roma ve Bizans toplumu, batının feodal egemen toplumu kadar sınıf odaklı değildi.Yeşiller bir Monofizit grubuydu ve Justinianus'un ikisi de olmamakla birlikte, toprak sahibi olmayan paralıların çıkarlarını temsil ediyordu. Bu nedenle, Justinianus, tutuklanan iki isyancıyı affetmeyi reddettiğinde, hem genel halk hem de aristokrasi arasında ona karşı zaten bir kızgınlık vardı.Hipodrom saray kompleksinin  yanındaydı, bu yüzden Justinianus saraydaki locasında güvenliğinden yarışlara başkanlık edebilirdi. Kalabalık, başından beri Justinianus'a hakaretler yağdırdı. Günün sonunda, 22. yarışta partizan tezahüratları "Mavi" veya "Yeşil" gruplarından birleşik bir GrekçeNίκα ("Nika", "Kazan!", "Zafer!" veya "Fetih!") sloganına dönüşmüştü ve kalabalık saraya saldırmaya başladı. Kargaşa sırasında çıkan yangınlar, şehrin en önde gelen kilisesi olan Ayasofya (Justinianus'un daha sonra yeniden inşa edeceği) dahil olmak üzere şehrin çoğunu yok etti. Justinianus kaçmayı düşündü, ancak karısı Theodora'nın "Tacı takanlar, onun kaybından asla kurtulamazlar. İmparatoriçe olarak selamlanmadığım günü asla görmeyeceğim." diyerek onu vazgeçirdiği söylenir. Ayrıca, "Gün ışığına doğan her kim er ya da geç ölür ve bir İmparator nasıl olur da kendisinin bir kaçak olmasına izin verebilir" diye ekledi. İmparator için denizde bir kaçış yolu açık olmasına rağmen,
    Theodora şehirde kalacağı konusunda ısrar etti ve eski bir deyişi "Kraliyet güzel bir mezar örtüsüdür" veya belki de "kraliyet rengi Mor iyi bir kefendir" aktarmıştır. Justinianus, popüler bir hadım olan
     Narses ile generaller Belisarius   ve Mundus'u içeren bir plan yaptı. Hafif yapılı hadım, Justinianus tarafından kendisine verilen bir torba altını taşıyarak, tek başına ve silahsız olarak Hipodrom'a girdi. Narses doğrudan Maviler bölümüne gitti ve burada önemli Mavi liderlere yaklaştı ve onlara Justinianus'un Yeşiller karşısında onları desteklediğini hatırlattı. Altınları dağıttı ve Mavi liderler birbirleriyle sessizce konuştu ve ardından takipçilerine hitap ettiler. Hipatius'un taç giyme töreninin ortasında, Yeşiller kalırken birçok Maviler Hipodrom'u terk etti. Ardından, Belisarius ve Mundus tarafından yönetilen İmparatorluk birlikleri, Hipodrom'a saldırdı ve kalan insanları, ister Mavi ister Yeşil olsun, ayrım gözetmeksizin öldürdü. Yaklaşık otuz bin kişinin öldürüldüğü söylenir. Justinianus, Hipatius'u idam ettirdi ve isyanı destekleyen senatörleri sürgüne gönderdi. Daha sonra Konstantinopolis'i ve Ayasofya'yı yeniden inşa etti ve egemenliğini kurmakta önünde engel yoktu
  • 1535 - İspanyol fatih (Konkistador) Francisco Pizarro, Peru'nun başkenti Lima'yı keşfetti.

  • 1778 - İngiliz kâşif James Cook, Hawaii'ye ulaştı.

  • 1886 - Kadınlar, Şükufezar dergisinde "saçı uzun aklı kısa" deyimine karşı mücadele başlattı.
  • 1896 - X-ışınları cihazı ilk kez New York'ta halka tanıtıldı. "X" adı, ne tür bir ışın olduğunun bilinmeyişini simgeliyordu.
  • 1903 - Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Theodore Roosevelt'in, Birleşik Krallık Kralı VII. Edward'a gönderdiği radyo mesajı, Birleşik Devletlerden radyo ile yapılan ilk okyanus aşırı iletişim olmuştur.
  • 1906 - İvan Vasilyeviç Babuşkin kurşuna dizildi. Babuşkin, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi  (Bolşevikler) kurucularındandı.
  • 1910 - Çırağan Sarayı yandı. Saray 1865'te Sultan Abdülaziz tarafından inşa ettirilmişti.

  • 1911 - İlk defa bir uçak, bir geminin güvertesine iniş yaptı. Pilot Eugene Burton Ely, San Francisco limanında bulunan USS Pennsylvania (ACR-4) gemisine indi.

  • 1912 - Kaptan Robert Falcon Scott, Güney Kutbuna ulaştı. Bunu başaran ilk insan olmayı hayal ediyordu ancak Roald Amundsen, ondan yaklaşık bir ay önce bunu başarmıştı.
  • 1919 - I. Dünya Savaşı'nda yenik düşen devletlerle anlaşmalar yapmak üzere, İtilaf Devletleri  temsilcilerinin oluşturduğu Paris Barış Konferansı açıldı. Avrupa'nın haritası yeniden çizildi.
  • 1924 - İstanbul'da Millî Türk Ticaret Birliği Kongresi toplandı.
  • (https://istanbultarihi.ist/210-istanbulun-iktisadi-tarihi-cumhuriyet-donemi-sanayi-ticaret-finans)
  • 1927 - Lozan Antlaşması, Amerikan Senatosu tarafından reddedildi.
  • 1928 - Çerkez Hacı Sami çetesinden 3 kişi, Eminönü Meydanı'nda idam edildi. Bu kişiler  Atatürk'e suikast iddiasıyla idama mahkûm edilmişlerdi.
  • 1929 - Lev Troçki, Sovyetler Birliği'nden sınır dışı edildi.
  • 1931 - Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Türkiye Güzellik Kraliçesi YarışmasınıNaşide Saffet Esen kazandı.
  • 1940 - Millî Koruma Kanunu kabul edildi.
  • 1943 – Sovyetler Birliği iki yıl süren Leningrad kuşatmasını kırdı; Eylül 1941’den beri Nazi orduları ve müttefiklerinin kuşatması altındaki Leningrad’da ilk kez 10 km. genişliğinde bir koridor açtı. Bir yıl sonra kuşatma bütünüyle son buldu.

  • 1944 Trak adlı yolcu vapuru, Çanakkale'den Bandırma'ya giderken kayalara bindirerek battı: 24 kişi öldü.
  •  Trak Vapuru Faciasi : (18 Ocak 1944)
    İstanbul-Bandırma hattının en güzel ve Lüks yolcu gemisi, Devlet Deniz Yollarının gözbebeği güzel Trak Vapuru bu tarihte bir kaza sonucu batmıştır. Belki bugün hatırlayanı azdır ama Trak zamanının en lüks gemilerinden biridir.
    Bu zamana kadar Denizyolları bünyesinde bulunan tüm gemiler 2. el olarak satın alınırken Büyük Kurtarıcı Atatürk’ün emriyle Almanya’da yeni inşa olarak yaptırılmıştır. İsimleri de yine Büyük Kurtarıcı Atatürk tarafından verilmiştir.
    Bu devirde Trak’ın kardeşleri Sus ,Marakaz ve diğerleri Tırhan Etrüsk ve Kadeş gibi 1938 Mayıs’ında Devlet Denizyolları bünyesine katılan Trak 75 metre boyunda 11 metre eninde saatte 19 mil hız yapabilen 1414 Grostonluk bir teknedir.
    Vapur zamanın en son teknolojisine göre yapılmıştır; sür'ati saatte 19 mildir. Makinasının devir sür'ati 250 dir. Makine 18 mille çalıştığı zaman 3600 ve 19 mille çalıştığı zaman da 4000 beygir kuvvetindedir. Makine türbin ve kazanın tazyiki 15 atmosferdir. Yani 350 libre tazyik demektir. Dümen çok iyi oturtulduğu için geminin manevra kabiliyeti de o nispette kolaydır. Eski Türk kökenli Trak kavminden olan bu gemimiz 1938’den 1944’deki batışına kadar Marmara hattında seferler yapmış halkın çok sevdiği güzel Trak dediği bir teknedir. Daha pek çok hizmet edebilecek durumda iken talihsiz bir kaza onu bizlerden alıp Marmara’nın sularına gömmüştür. Bu facianın oluş nedeni fırtınada geminin ufaklığı nedeniyle istenilen şekilde gemiye hakim olamayıp geminin (Aya Andrea kayalıklarına) Fener Adası kayalıklarına bindirerek batmasıdır.
    Kapıdağ Yarımadası bünyesinde ki bu kayalıklara bindiren Trak 18 Ocağı 19 Ocağa bağlıyan 1944 gecesinde ilk imdat sinyalini 11.55’te veren Trak kayalıklara bindirmiş 5–10 dakikada su alan Trak yan yatmış batma tehlikesi arz etmiştir. Bunun üzerine Suvari Nedim Cemşit Gemiyi terk emri verip kayalıklara çıkılmasını istemiştir. Artık facia başlamıştır. İstanbul’dan Alemdar Sus Bandırma’dan Çanakkale vapurları kaza yerine yollansa da havanın kar yağışlı fırtınalı ve karanlık oluşu personelin kurtarılmasını engellemiştir. Gemiyi terk sırasında veya kayalıklara tırmandıktan sonra soğuktan ölen personel çok kayıp vermiştir. Kazazedelerin ilk kurtarılışı fenerdeki bekçinin ve Sus vapurunun sandallarının ulaşmasıyla başlamış kurtarılan kazazedeler Sus’a alınmışlardır.
  • 1946 - Madam Butterfly operası, Ankara'da sahnelendi.
  • 1947 - Isparta'nın Uluborlu ilçesinin Senirkent bucağından on vatandaş, noter aracılığıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na bir protesto mektubu gönderdi. Mektupta hiçbir suçları olmadığı halde, jandarmanın kendilerine sistemli olarak işkence boyutlarında kötü muamele yaptığını yazıyorlardı.
  • 1947 - İstanbul'da Muallimler Birliği kuruldu.
  • 1950 - Demokrat Parti (DP), işçiye grev hakkı istedi.
  • 1951 - Vietnam Kurtuluş Cephesi gerillaları, Hanoi'den geri çekildi; şehir Fransızların eline geçti.

  • 1954 - Yabancı Sermaye Yasası Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edildi.

  • 1964 - Pemba Halk Cumhuriyeti kuruldu.
  • Pemba Halk CumhuriyetiAfrika kıtasının doğusu ile Madagaskar adasının arasında kalan, 18 Ocak 1964 ile 7 Nisan 1964 tarihleri arasında bağımsız olan ada devleti Pemba Halk Cumhuriyeti, 1964 yılında üç ay gibi kısa bir süre için bağımsızlığını ilan etmiş ancak 7 Nisan 1964 tarihinde bağımsızlığına son vererek Zanzibar adası ile birleşmiştir. Zanzibar ve Pemba adaları, uluslararası baskılar sonucu 26 Nisan 1964 tarihinde Tanganika Cumhuriyeti ile birleşerek günümüzde de varlığını sürdüren Tanzanya devletini oluşturmuşlardır. Günümüzde Pemba adası, Tanzanya'ya bağlı bir özerk ada konumuna sahiptir.
  • 1966 - Ankara Cezaevi'nde af isteyen mahkûmlar isyan etti. İstanbul Üsküdar Toptaşı Cezaevi'nde 260 mahkûm açlık grevine başladı.
  • 1966 - Vefa Poyraz, İstanbul valiliğine atandı.
  • 1969- Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) üyesi “faşist komandolar” Beyazıt’tan Taksim’e “9 Işık Yürüyüşü” yaptı.
  • 1969 - Amerikalı bilim insanlarınca, düzenli elektromanyetik dalgalar yayan ilk pulsarlar bulundu.
  • 1974- İsveç televizyonunda Yaşar Kemal’in “Bebek” öyküsünden TV’ye uyarlanan Türkçe filmde Tuncel Kurtiz, Aliye Rona ve Tunç Okan İsveçli oyuncularla birlikte oynadı. Filmin müziği Zülfü Livaneli ve Rahmi Saltuk’tan.
  • 18Ocak1974: Yaşar Kemal'in "Bebek" adlı öyküsünden Barbro Karabuda tarafından TV'ye uyarlanan 65 dakikalık Türkçe film İsveç televizyonunda gösterildi. Tuncel Kurtiz, Aliye Rona ve Tunç Okan İsveçli oyuncularla birlikte oynadı. Filmin müziği Zülfü Livaneli ve Rahmi Saltuk’tan..
    Resim
  • BEBEK: Yaşar Kemal’in aynı adlı öyküsünden uyarlanan Bebek, yoksul köylü İsmail ile karısı Zala’yı konu ediniyor. Evde tek başına doğum yapan Zala, güçsüz düşmüş ve hastalanmıştır. Doktora gitmeyi reddeder, zira bütün birikimlerini işledikleri tarlaya yatırmışlardır. Ancak genç kadının güçsüz bedeni ağır koşullara ve bakımsızlığa dayanamaz. İsmail bebeğiyle tek başına kalmıştır, üstelik ağaya olan borcunu ödemek için çalışmak zorundadır. Bebeğini yaşatabilmek için köydeki çocuklu kadınların kapısını tek tek çalıp bir sütanne bulmaya çalışacaktır.Politik koşulların elvermemesi nedeniyle Türkiye yerine Cezayir’de çekilen filmde, yazar ve yönetmen Barbro Karabuda; sanat yönetmeni Gürel Yontan ve görüntü yönetmeni Güneş Karabuda’nın yardımıyla Yaşar Kemal’in dünyasını başarıyla beyazperdeye taşıyor. Usta oyuncular Tuncel Kurtiz ve Aliye Rona’ya, Bergman filmlerinden tanıdığımız Harriet Andersson ile İsveç’in tanınmış yıldızlarının eşlik ettiği film, 48 yıl sonra ilk kez Türkiye’de izleyiciyle buluşuyor. Barbro Karabuda (1935-2017) uzun yıllar gazeteci olarak çalıştı ve eşi kameraman Güneş Karabuda ile çok sayıda belgesele imza attı. İlk kurmaca filmi Bebek’ten sonra, İsveç Televizyonu için belge-kurmaca Ambassaden (Büyükelçilik, 1974) ve Zülfü Livaneli’nin öyküsünden uyarlanan Svartskallen (Karakafa, 1981) filmlerini çekti. 1991’de Yaşar Kemal’in “Ağır Akan Su” öyküsünü Menekşe Koyu adıyla sinemaya uyarladı. Karabuda’nın yayınlanmış 20’yi aşkın kitabı bulunmaktadır.
  • 1975- TSİP’in Viranşehir olaylarını protesto için Beyazıt’ta düzenlemek istediği miting “izinsiz olduğu” gerekçesiyle dağıtıldı. TSİP mitingi öncesinde polis TSİP ve SGB Fatih İlçe binasındaki partilileri göz yaşartıcı bomba ve cop kullanarak binadan çıkarıp gözaltına aldı. Cumhuriyet muhabiri Fikret Otyam Urfa’ya giderek sağ kurtulanlarla görüştü. 11 Aralık 1974’de bir kaçakçı grubu Suriye’den yüklediği mallarla sınırdan Urfa/ Viranşehir’e gizlice geçerken jandarma pususuna düşmüş, 9’u öldürülmüştü. Olay, TRT akşam haberlerinde ”1.5 saat süren çatışmada…” şeklinde verilmişti. Otyam’ın kaçakçılığın yanısıra topraksız köylülerin durumu ve ”Toprak Reformu”ndan beklentilerini de içeren yazı dizisi Cumhuriyet’te gazetesinde yayınlanmaya başlandı.
  • 1977 - Zatürreye yol açan gizemli Lejyoner hastalığı'nın amili olan bakteri bulundu ve Legionella pneumophila olarak adlandırıldı.
  • 1980- İşçi çıkarılacağı haberleri üzerine direnişe geçilen TARİŞ İzmir Pamuk Yağı Kombinası’nda, 100 kadar sağcı işçiyle birlikte fabrikaya girmeye çalışan Genel Müdür’e kombina kapılarını kapatan 1.600 işçi gelen polislerle çatıştı.
  • 1982- Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevleri arasına “Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülere vaaz, nasihat, konferans verilmesi” de ekleniyor.


  • 1982- Mamak Askeri Cezaevi’nde, Devrimci Yol üyesi olmaktan tutuklu bulunan Teğmen Ahmet Reşit Erdoğdu (1960/ Tekirdağ) kaldığı koğuşta ölü bulundu ve ölüm nedeni intihar olarak açıklandı.
  • 1983 - Kültür Bakanlığı'nca Sinema Yasa Tasarısı hazırlandı. Bakanlık tasarıyla filmlere denetim getiriyordu.
  • 1984 - Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) davası duruşmasında, sanıklara tek tip elbise giydirildi.
  • 1989 - Kıbrıslı iş insanı Asil Nadir, Günaydın gazetesi'nden sonra Gelişim Yayınları'nı da satın aldı.
  • 1990 -Et Balık Kurumu, işçi ve memura kurum mamullerinin taksitle satılmasını kararlaştırdı. Karara göre alınan malların bedeli, ücretlerden 5 eşit taksitte kesilecek.
  • 1991 – Hükümet, TBMM’den gerektiğinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yurt dışında görevlendirilmesi ve yabancı askerlerin Türkiye’de bulundurulması konusunda yetki aldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümete savaş yetkisi verdi; İncirlikten kalkan Amerika Birleşik Devletleri uçakları Irak’ı bombaladılar. ABD’nin Irak’a müdahalesinin 3.gününde, İzmir’de 10 bin kişinin imzaladığı savaş karşıtı dilekçe Meclis Başkanlığı’na gönderildi.
  • 1991 - Irak, İsrail'in Tel Aviv ve Hayfa şehirlerine Scud füzesi attı.
  • 1992- TBMM Başkanı Cindoruk, 2’si bağımsız 20’si SHP’li 22 HEP kökenli milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması yönündeki Ankara DGM Savcılığı fezlekesini “TBMM’nin ve rejimin kimliğini savunmak amacı ve kararlılığı ile işleme koymuyorum” açıklamasıyla geri gönderdi.
  • 1992-  Nazım Hikmet’in doğum yıldönümü nedeniyle İstanbul’da düzenlenen etkinliklere katılan, ”Nazım’ın Çilesi” adlı kitabıyla ile tanınan Sovyet Türkolog/ yazar Radi Fiş: “Büyük şair olmak için büyük kişilik sahibi olmak gerek; Nazım Hikmet böyleydi.”
  • 1993- Refah Partili Kağıthane Belediyesi’nden atılan 343 işçi için 7 ilçe belediyesinden yaklaşık 2.000 Belediye-İş üyesi işçi Kağıthane’de yürüdü.
  • 1993 - Bayburt'un Üzengili köyü üzerine çığ düştü; 56 kişi öldü, 22 kişi yaralandı.
  • 2003 – ABD’nin Irak harekatına karşı çıkmak için bir hafta sürecek barış seferberliği başladı. Amerikan barış cephesinin seferberlik çağrısına 18 ülkeden katılım oldu. Amerika, Rusya, Britanya, İsveç, Japonya, Türkiye, Fransa, Almanya, Yeni Zelanda, Fas, Mısır, Suriye, Pakistan, Hollanda’da eylemler yapıldı.
  • 2004- Irak’ta ABD işgal güçlerinin karargah olarak kullandığı Saddam Hüseyin’in Cumhuriyet Sarayı’nın girişine otomobilli intihar saldırısı düzenlendi; 25 kişi öldü, 130 kişi yaralandı.
  • 2005 – Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFC), 2004’te 129 gazetecinin görev başında öldürüldüğünü açıkladı. 2004 bu bakımdan en karanlık yıl oldu. IFC 110 ülkeden 500 binden fazla gazeteciyi temsil ediyor.
  • 2005 - 800 yolcu kapasiteli yolcu uçağı Airbus A380Toulouse'da (Fransa) basına tanıtıldı.

  • 2006- ABD Adalet Bakanlığı, en çok arama yapılan konuları ve rastgele seçilmiş bir milyon sitenin adresini ABD yönetimine bildirmeyi reddeden internet arama motoru Google’u mahkemeye verdi. Google red gerekçesi olarak kullanıcıların şahsi bilgilerinin ortaya çıkacağını gösterdi. Microsoft ve Yahoo ABD yönetiminin bu talebini kabul etti.
  • 2010 - Gazeteci-yazar Abdi İpekçi cinayeti ve iki ayrı gasp suçundan hükümlü Mehmet Ali Ağca, Sincan F tipi Cezaevi'nden tahliye edildi.
  • 2018- OHAL 6. kez uzatıldı. Olağanüstü halin 3 ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık Tezkeresi, TBMM Genel Kurulunda kabul edildi. Türkiye 546 gündür OHAL ile yönetiliyor.


DOĞUMLAR:


ÖLÜMLER:

  • 1213 - Tamar, Gürcistan Krallığı’nı 1184-1213 arasında yöneten ünlü kraliçedir (d. 1160)
  • 1557 - Pietro Bembo, İtalyan Knights Hospitaller üyesi, kardinal, bilgin, şair ve edebiyat teorisyeni (d. 1470)

  • 1623 - Kara Davud Paşa, Osmanlı devlet adamı (d. ?)
  • Kara Davud Paşa ya da Sultan II. Osman'ı öldürdükten sonraki unvanıyla Hain Davud Paşa Sultan I. Mustafa'nın ikinci padişahlık döneminde, 20 Mayıs 1622 - 13 Haziran 1622 tarihleri arasında 24 gün Veziriazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır. Aslı Boşnak'tır. Enderun'da eğitim aldı.  Çuhadar olarak atandı. III. Mehmed döneminde kapıcıbaşılık görevi ile saraydan çıktı. 1604'te Rumeli Beylerbeyi, 1605'te Anadolu Beylerbeyi olarak görevlendirildi. Anadolu'da Celali isyanlarının  bastırılmasında, 1612'de İran seferinde, 1621'de II. Osman'ın Lehistan seferinde bulunmuştur.  1618'e İstanköylü Çelebi (Güzelce) Ali Paşa yerine kaptan-ı derya görevine getirildi. Davut Paşa     padişah I. Mustafa'nın kız kardeşiyle evlenerek Osmanlı Hanedanı'na damat girmişti. I. Mustafa kısa bir süre tahtta kaldıktan sonra yerine tahta çıkan Genç Osman'a karşı yeniçeriler isyan ettiler. Yeniçeriler I. Mustafa'yı ikinci bir kez tahta çıkarttıkları gibi eniştesi olan Kara Davut Paşa'yı da 19 Mayıs 1622 tarihinde sadrazam yaptılar. Osmanlı tarihçisi İbrahim Peçevi'ye göre Kara Davut Paşa kendisi, yeniçeri ağası Derviş Ağa ve bölük ağaları ile birlikte bir pazar arabasına bindirip Genç Osman'ı Yedikule Zindanları'na götürdü. Ertesi gün orada II. Osman Kara Davud Paşa huzurunda öldürüldü. Kara Davud Paşa'nın II. Osman'ın bir kulağını kesip "nişan" olarak saraya gönderdiği bildirilir. I. Mustafa'nın ikinci saltanatı yeniçerilerin isteklerine göre sadrazamların değiştirildiği bir anarşi dönemiydi. Kara Davut Paşa'nın sadrazamlığı ancak yirmi yedi gün sürdü. I. Mustafa zihin engelli olduğu için bu süre boyunca I. Mustafa'nın annesi Halime Sultan ile birlikte devletin kontrolünü ele geçirmeye çalıştı. Ancak bunda başarılı olamadı. 13 Haziran 1622'de sadrazamlıktan azledildi. II. Osman'ın öldürülmesi nedeniyle Anadolu'da ayaklanmalar çıkmıştı. Timarlı sipahiler, İstanbul'daki kapıkulları aleyhine eyleme geçmişlerdi. Bunlar asi yeniçerileri ve kapıkulu sipahilerini kaygılandırmaya başladı ve aklanmak için çeşitli taşkınlıklarda bulunmaya başladılar. 31 Aralık 1622'de sipahiler II. Osman'ın kan davası ile ayaklandılar. Ocak ayının ilk haftası boyunca Divanhane önüne gelip gürültülü eylemlerde bulunup II. Osman katillerinin cezalandırılmasını istediler. I. Mustafa kısaca "tiz kaatiller bulunsun" kelimelerinden oluşan bir hattı-humayun yayımladı. Diğer katiller aranıp yakalanmakta iken, 5 Ocak günü Eyüp'te bir samanlıkta saklanmış bulunan Kara Davut Paşa da ele geçirildi ve hemen Yedikule zindanına hapis edildi. Cellad Süleyman Usta'ya karısı rüşvet teklif ederek onun idamını geciktirmeye çalıştı. Ama 7 Ocak'ta Divan-ı Hümayun Kara Davut Paşa'nın idamı için karar aldı. Davut Paşa'nın II. Osman'ın Yedikule'ye götürülürken su içtiği çeşme başında idamı uygun görüldü. Kara Davut Paşa bu çeşme başına getirilince koynundan II. Osman'ın katli için Anadolu ve Rumeli kazaskerlerinin verdikleri fetvaları ve I. Mustafa'nın verdiği fermanı çıkartıp etraftakilere gösterdi. Orada bulunan yeniçeriler paşayı korumak için onu ata bindirip Orta Camii'ne götürdüler. Fakat Sadrazam buna karşı tedbir almıştı ve 200 asker ile Orta Camii'ni bastırıp Kara Davut Paşa'yı ele geçirip tekrar Yedikule'ye götürttü. Burada Kara Davut Paşa ile II. Osman'ın katlinde rol oynamış olan diğer yakalananlardan vezir Derviş Paşa, Kalender Uğrusu ve Meydan Bey 8 Ocak'ta idam edildiler. Naaşı Aksaray'da Murat Paşa Camii mezarlığına gömülmüş idi. Fakat sonradan 19. yüzyılda yol genişletilmek üzere mezarlık istimlak edilince mermerden olan lahdi açılmıştır. Yapılan tıbbî incelemelerden sonra verilen raporda lahitteki iskeletin başsız olduğu ve uzun boylu olduğu belirtilmiştir.
  • 1803 - Sylvain Maréchal, Fransız şair, filozof ve devrimci (d. 1750)
  • 1874 - August Heinrich Hoffmann von Fallersleben, Alman şair (d. 1798)

  • 1886 - Sadık PaşaPolonezköy'ün Polonyalı kurucularından (d. 1804)
  • Michał Czajkowski veya Mehmet Sadık Paşa (29 Eylül 1804-18 Ocak 1886),  İstanbul'un Beykoz ilçesinde yer alan Polonezköy'ün Polonyalı kurucularından biridir. Michal Czajkowski Polonya'daki (1830-1831) Kasım Ayaklanması'nda teğmendi ve Virtuti Militari Nişanı ile ödüllendirildi. Muhacerette roman yazarlığı yaptı ve siyasetle ilgilendi. 1841 senesinin yazında Hotel Lambert'in Şark Misyonu Basajansı'nı kurma görevi ile İstanbul'a geldi. Rusya'nın baskıları sonucunda sınır dışı edilme tehlikesi karşısında Osmanlı Devleti'nde kalmaya karar verip Aralık 1850'de İslam'ı kabul etti. Kırım Savaşı sırasında Mehmet Sadık Paşa Osmanlı ordusunda Kazak Birlikleri'ni kurdu. Aleksander Wereszczyński (Prens Adam Czartoryski'nin diğer temsilcisi) ile birlikte 1841-1842 senelerinde  Polonya köyünün Boğaziçi yakınında kurulması ile ilgili müzakerelerde bulundu ve eşi Ludwika Śniadecka ile beraber yerleşimcilere ilk zor yıllarda arka çıktı. 1842-1850 yıllarında Prens Adam Czartoryski adına Adampol'un ilk müdürü oldu. 1872'de, Rus hükûmeti ona bir af teklif etti ve kısmen üçüncü eşinin, genç bir Yunan kızının etkisi altında, Rus teklifini kabul ederek Osmanlı Devleti'nden ayrıldı, Hristiyanlığı kabul etti, Ukrayna'ya döndü ve Kiev'de yaşamayı seçti. Bu dönemde çok kapsamlı anılarını yazdı. 1886'da hayatını kaybetti.
  • 1925 - J. M. E. McTaggart, İngiliz idealist düşünürü (d. 1866)
  • 1936 - Rudyard Kipling, İngiliz yazar ve Nobel Edebiyat Ödülü sahibi (d. 1865)

  • 1949 - Charles Ponzi, İtalyan iş insanı ve dolandırıcı (d. 1882)
  • Charles Ponzi  Carlo Pietro Giovanni Guglielmo Tebaldo Ponzi ; (3 Mart 1882 - 15 Ocak 1949),   ABD ve Kanada'da faaliyet gösteren bir İtalyan dolandırıcıydı.Takma adları arasında  Charles Ponci , Carlo ve Charles P. Bianchi vardı. İtalya'da doğup büyüdü, 1920'lerin başında Kuzey Amerika'da para kazanma planı nedeniyle bir dolandırıcı olarak tanındı. Diğer ülkelerde indirimli posta yanıt kuponları satın alarak ve bunları ABD'de bir çeşit arbitraj olarak itibari değerinden itfa ederek müşterilerine 45 gün içinde %50 veya 90 gün içinde %100 kâr sözü verdi. Gerçekte, Ponzi önceki yatırımcılara sonraki yatırımcıların yatırımlarını kullanarak ödeme yapıyordu. Bu tür hileli yatırım planı Ponzi tarafından icat edilmediyse de, onunla o kadar özdeşleşti ki artık Ponzi planı " olarak anılıyor. Planı, "yatırımcılarına" 20 milyon dolara mal olan çökmeden önce bir yıldan fazla sürdü. Ponzi, 1899'da 1 milyon $ (2022'de yaklaşık 35 milyon $) almak için benzer bir aldatmaca kullanan  Brooklyn muhasebecisi William F. Miller'ın ("% 520 Miller" olarak da bilinir) planından ilham almış olabilir .

  • 1956 - Makbule Atadan, Mustafa Kemal Atatürk'ün kız kardeşi (d. 1885)

  • 1960 - Nahid Sırrı Örik, Türk yazar (d. 1895)

  • Nahid Sırrı Örik, soylu ve eğitimli bir ailenin oğlu olarak 1895 senesinde İstanbul’da dünyaya geldi. Hayattaki ilk travmasını annesiyle babası ayrıldıktan sonra henüz 4 yaşındayken yaşadı. Özel hocalar eşliğinde büyütüldü. Buna karşın lise eğitimini yarım bıraktı. 20 yaşına geldiğinde Avrupa’ya gitti ve yaklaşık 13 senesini ülke dışında geçirdi. Son demlerini süren Osmanlı Devleti’nin yıkılmasını; genç ve yenilikçi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını dışarıdan izledi.Cumhuriyet Gazetesi’nde yazarlık, Milli Eğitim Bakanlığı’nda Fransızca tercümanlık yaptı. Yazmaya hevesliydi. Ancak hem iş hem de özel hayatında insanlara karşı oldukça mesafeliydi. Bu nedenle hiçbir zaman fazla arkadaşı olmadı ve kendisini destekleyecek bir çevre edinemedi. Soylu ve gösterişli geçmişine derin bir özlem duyuyordu. Kendini bulunduğu döneme ait hissetmiyordu. İnsanlardan kaçışının bir diğer nedeni ise eşcinsel olmasıydı. Eşcinselliği, yazarlık kariyerinin engellenmesine de neden oluyordu. Öyle ki, yazar camiasının önde gelen isimleri Melih Cevdet Anday ve Yusuf Ziya Ortaç bile onu cinsel yönelimi nedeniyle sert biçimde aşağılıyordu. Nahid Sırrı Örik’in bir diğer sorunu ise yazım tarzıydı. Son derece ağdalı ve okunması zor bir dille yazıyordu. Eserleri edebi bakımdan dönemin gerisinde kalıyordu. Dolayısıyla yazdığı eserlerin başarısı gölgeleniyordu.Eleştirmenlik yönü de kuvvetliydi. Başta resim ve plastik sanatlar olmak üzere edebiyat dışındaki sanatlara dair de yazıyordu. İncelemeden araştırmaya, gezi yazısından romana kadar birçok farklı edebi türde eser üretse de, ömrünün sonuna kadar dışlandı. İşin üzücü tarafı, öldükten sonra kıymeti anlaşılan yazarlardan biri de olamadı. 18 Ocak 1960’ta sessiz sedasız şekilde ölen yazar, 30 yılı aşkın bir süre hafızalardan silindi. Tüm eserlerinin basımı, romanlarının sinemaya ve televizyona uyarlanması ve Selim İleri’nin kişisel çabaları sonucu 90’lardan sonra tekrar hatırlandı. Özellikle Abdülhamit Düşerken, Eve Düşen Yıldırım ve Kıskanmak gibi eserlere çok geç de olsa iade-i itibar yapıldı.

  • 1970 - Mehmet Mümtaz Tarhan, Türk avukat ve siyasetçi (eski İstanbul Valisi) (d. 1908)

  • 1975 - Arif Müfid Mansel, Türk arkeolog (d. 1905)
  • 1977 - Carl Zuckmayer, Alman oyun yazarı (d. 1896)
  • 1985 - Davut SulariTürk halk müziği sanatçısı (d. 1925)
  • 1992- Klasik Türk Müziği bestecisi Yesari Asım Arsoy öldü.
  • 2012 - Evin Esen, Türk tiyatro sanatçısı yaşamını yitirdi

  • 2016 - Leila Alaoui, Fas asıllı Fransız fotoğrafçı ve video sanatçısı (d. 1982)

  • 2017 - Yosl Bergner, Avusturya Yahudisi asıllı İsrailli ressam (d. 1920)
  • 2017 - Roberta Peters, Amerikalı soprano ve opera şarkıcısı (d. 1930)
  • 2019 - Lamia Al-Gailani Werr, Iraklı arkeolog (d. 1938)
  • 2021 - Jean-Pierre Bacri, Fransız oyuncu ve senarist (d. 1951)
  • 2022 - Yvette Mimieux, Amerikalı aktris (d. 1942)
  • 2022 - André Leon Talley, Amerikalı moda gazetecisi (d. 1948)



  (derleyen: mstfkrc)


16 Ocak 2023 Pazartesi

Latin Amerika'da esen sol rüzgâr ne anlatıyor? (6) - Yazı dizisi / Hazırlayan: İbrahim VARLI-BİRGÜN

 Yükseliş, kriz, geri dönüş(Celal Oral ÖZDEMİR, Dr. Öğr. Üyesi)



Darbe sonrası kurulan geçici Añez hükümeti döneminde güçlenen ve kamusal görünürlük kazanan yerli karşıtlığı tam tersine solu besledi. Yerli nüfustan aldığı destekle Bolivya solu, darbeden daha güçlü çıkarak geri döndü.

Güney Amerika’nın yaklaşık 422 milyon nüfusu ve toplam 3,5 trilyon dolarlık ekonomisi içerisinde Bolivya, 11,8 milyon nüfusu ve yaklaşık 40,5 milyar dolarlık ekonomisiyle küçük bir ülkedir. Ülke, gümüş, kalay ve çinko gibi değerli metaller; petrol, doğalgaz gibi hidrokarbonlar ve son zamanlarda önemi artan nadir elementler başta olmak üzere büyük maden rezervlerine sahiptir. Doğal kaynaklara ve bilhassa elektrikli bataryaların ham maddesi olan lityumun dünyadaki en büyük rezervine sahip olması, bu küçük Güney Amerika ülkesinin siyasal etkisini, nüfusundan ve ekonomik büyüklüğünden çok daha önemli hale getirmektedir. Ancak Amerika’nın varlığının fark edilmesinden 1825’e kadar sömürge bölgesi olan, 20’nci yüzyılı darbeler ve neoliberal politikalarla geçiren Bolivya’da bu kaynaklardan elde edilen gelir halka adil biçimde pay edilemedi.

TOPLUMSAL HAREKETLER İKTİDAR DEĞİŞİKLİĞİ

21’inci yüzyılın eşiğinde Bolivya, 1980’li yıllardan beri uygulanan vahşi neoliberal politikalar yüzünden oligarkları çok zengin, halkı çok yoksul bir ülkeye dönüştü. 20’nci yüzyılda ABD’nin arka bahçesi yakıştırması yapılan Latin Amerika genelinde olduğu gibi Bolivya’da da darbeler, yoksulluk, temel hak ve özgürlüklerden mahrum bırakılma vaka-i adiye oldu. 2000’li yılların başında bölgede ve Bolivya’da yaşanan iktidar değişimleri ise siyasal, ekonomik ve kültürel anlamda önemli gelişmelerin yaşanmasına yol açtı. Yeni iktidarlar, siyasal anlamda daha özgürlükçü, ekonomide daha adil bir bölüşümü, kültür alanında ise hak temelli bir anlayışı benimseme iddiasını ortaya koydu.

Bolivya’da değişimin fitili, yoksulluğun katlanılmaz hale geldiği, yerli nüfusun yoğun olduğu Cochabamba’da ateşlendi. 1990’larda, temiz su kaynaklarına bile ulaşamayan kırsal bölgelerde yaşayan yoksul ve çoğu yerli olan halk, su ihtiyaçlarını karşılamak üzere yağmur suyunu biriktirebileceği kuyular ve taşıyabileceği kanallar inşa etti. Ancak su idaresinin özelleştirilmesinin ardından, su fiyatlarına fahiş oranda zamlar yapıldı, halkın kendi inşa ettiği kuyu ve kanallara da sayaç takıldı. Yani vahşi neoliberal politikaların vardığı nokta, İspanyol yönetmen Icíar Bollaín’in 2011 yapımı filminde verdiği isimle “Yağmuru bile” özelleştirmek oldu. Temel ihtiyaçlara erişimde fahiş fiyat politikalarıyla karşılaşan halk ise isyan başlattı.

1999-2000 yıllarında su için ayaklanan Bolivyalılar, 2003 yılında da doğalgaz kaynaklarının Şili üzerinden Meksika ve ABD’ye, normal değerinden yaklaşık beş kat daha ucuza satılmasına karşı eylemler düzledi. Bu iki büyük ayaklanma, Bolivya siyasi tarihine ‘Su ve Gaz Savaşları’ olarak geçti. Bu ayaklanmalar seçim sonuçlarına da yansıyınca, Latin Amerika genelinde 1999-2007 arasında sol ya da “pembe dalga” olarak bilinen iktidar değişim sürecine 2005’te Bolivya da katılmış oldu.

HALKIN ADAMI EVO MORALES…


Bolivya nüfusunun yüzde 68’i melez, yüzde 20’si yerli olmasına karşın, 2005 sonunda yapılan seçime kadar ülkenin yerli başkanı olmamıştı. 2006’da koka üreticisi ve Aymara yerlisi Morales başkanlık koltuğunu devralırken yaptığı konuşmada seçim sonuçlarını 500 yıllık direnişin zaferi olarak tanımladı. Kendisinin ve partisi MAS-IPSP’nin (Sosyalizme Doğru Hareket) geçmişini, Latin Amerika ve Bolivya’nın ezilenlerine, dışlananlarına ve yok sayılanlarına dayandırdı. Siyasal hedefi de bu kesimlerin siyasal, ekonomik ve kültürel haklarını geliştirmek oldu.

Morales, iktidarda olduğu ilk 1 Mayıs’ta büyük millileştirme kararına imza atarak, ülkedeki petrol ve gaz kaynaklarını kamulaştırmaya başladı ve yurtdışı destekli oligarkları tasfiye sürecini başlattı. Rezervlerin millileştirilme gerekçesi ise hem devletin ekonomik zarara uğraması hem de stratejik bir sektörün kontrolünün yabancılara devredilmesinin ulusal egemenliği tehdit eden bir ihanet olarak görülmesi oldu. Öte yandan aynı tarihte alınan kararla asgari ücrete Bolivya tarihinin en yüksek zamlarından biri yapıldı, işten çıkarma zorlaştırıldı. Böylece Morales yemin töreninde ortaya koyduğu tarihsel referansın ardından, 1 Mayıs’ta da hükümetinin gelecek rotasını belirledi.

Ekonomik milliyetçiliğin ve emek yanlı politikaların uygulandığı bu yeni dönem, Bolivya ekonomisinde hızlı bir büyümeyi ve refahın daha adil bölüşümünü sağladı. Bolivya’nın 1980-2000 yılları arasında 4,5 milyar doalrdan 8,4 milyar dolara çıkan GSYİH’sı, Morales’in devlet başkanı olduğu 2005-2019 arasında 9,6 milyar dolardan 40,9 milyar dolara yükseldi. Büyümenin daha adil biçimde gerçekleştirdiğini gösteren veri ise gelir adaletsizliğini gösteren GINI katsayısının 2000 yılından 2019’a kadar geçen sürede, 61,6’dan 41,6’ya düşmesidir.

Ekonomi göstergelerinde yaşanan iyileşmelerin arkasında demokratik gelişimin olduğuna dair var olan şaşmaz kural, mevzubahis dönemde Bolivya’da da işledi. İktidar değişikliğinin ardından başlayan Anayasa çalışmaları, 2009 yılında sonuçlandı ve düzenlenen referandumla Bolivya Anayasası değiştirildi. Yeni Anayasayla yerlilerin kimlikleri tanındı, hakları güçlendirildi. Morales öncesi dönemde ülke içinde savaşlara neden olan temel ihtiyaçlara erişim meselesi de bir insan hakkı olarak tanımlanarak, güvence altına alındı.

HALKTAN KOPARSA

2009 Anayasası peş peşe en çok iki dönem devlet başkanı olunabileceği kuralını getirerek, Bolivya’nın tarihsel olarak zayıf olan demokrasi tecrübesini güçlendirmeyi hedeflemişti. Ancak Morales kendi siyasal rotasından en açık sapmayı 2019 seçimlerde toplamda dördüncü, yeni anayasa göre üçüncü kez aday olmak isteyerek yaptı. Yeniden aday olabilmek için 2016 yılında, referandumla iki dönem kuralını kaldırmak istedi. Kamu kaynaklarını da kullanarak yürüttüğü kampanyasına rağmen taciz ve yolsuzluk suçlamaları yöneltilmesinin de etkisiyle istediği sonucu alamadı. Daha sonra taciz suçlamasından aklansa da yeniden aday olabilme hakkını referandumla alamadı.

2011’de yerli halkın yaşadığı Amazon ormanlarının bir bölümünü de içeren otoyol projesi yüzünden kendi seçmeniyle ters düştüğünde geri adım atan Morales, 2016 referandumu sonrası geri adım atmadı. 2017’de Anayasa Mahkemesi’nden iki dönem kuralının insan haklarına aykırı olduğuna, seçilme hakkının engellenemeyeceğine dair karar çıkardı. Yani halktan alamadığı desteği yargıçlardan aldı ve 2019’da yeniden aday olma hakkını elde etti. Üstelik Morales’in bu dönemde halkın taleplerine karşı gelerek aldığı tek karar bu değildi. 2011’de geri çekmek zorunda kaldığı otoyol projesini de hayata geçireceğini de duyurdu. Özetle, bölgenin en yoksul ülkelerinden birinde hızlı başlayan kalkınma hamlesi rotasından saptı ve hatta yerini halkın taleplerini umursamayan bir lider yönetimine bıraktı.

Morales iktidarının halktan kopuşu, bölgede müttefiklerini kaybetmesiyle de alakalıdır. Pembe dalgayla iktidara gelen solcu liderler, yüzyılın ikinci on yılında iktidarlarını kaybetti. Bu konjonktürde Morales de yalnızlaştı ve bölge ittifakından aldığı gücü kaybetti. Sonuç olarak ise iktidarda kalabilmek için demokrasiye sırt çevirmeye başladı. Ancak Venezuela’daki Maduro’dan farklı olarak Morales, askeri bürokrasiye, kendi döneminde güçlenen ekonomik elitlere (Boliburjuvazi) değil, toplumsal hareketlere ve yerli halkın desteğine dayanan bir iktidar kurmuştu. Dolayısıyla bu desteği kaybetmeye başladığında iktidarda kalma şansı da azaldı.

SEÇİMLERİN ÜZERİNE DÜŞEN GÖLGE VE DARBE

Morales’in dördüncü kez başkan olmak istediği 2019 seçimlerinin şeffaflığına da gölge düştü. Bolivya’da seçimin ilk turda sonuçlanması için iki senaryodan biri gerçekleşmelidir. Ya adaylardan biri geçerli oyların yüzde 50’sinden bir fazlasını almalı ya da yüzde 40’ından fazlasını alıp, en yakın rakibine 10 puan fark atmalıdır. 20 Ekim 2019’da yapılan seçimlerde, oyların yüzde 83’ü sayılmışken ve Morales sadece 7 puan farkla öndeyken, yaklaşık 24 saat veriler güncellenmedi. Seçimlerin ikinci tura kalması beklenirken, Morales’in oyların yüzde 47,08’ini, Mesa’nın ise yüzde 36,52’ini aldığı duyuruldu. Bu şaibeli sürecin ardından Morales başkanlığını ilan ederken, muhalifleri sokağa çıktı ve çatışmalar başladı.

Halkın önemli bir bölümünün protesto ettiği seçim sonucuna karşı Morales de uzun süre direnemedi, 10 Kasım 2019’da seçimi tekrarlamayı kabul etti. Ancak aynı gün, Genelkurmay Başkanı’nın televizyon ekranlarından Morales’i istifaya çağırması, ülke tarihindeki 190’dan fazla darbe girişimine bir yenisini ekledi. Darbenin ardından Morales önce Meksika’ya, ardından Arjantin’e sığındı. Bu sırada Bolivya’da başkanlık koltuğuna sivil bir siyasetçi olan Jeanine Añez oturtularak, Morales’e yapılan askeri darbeye sivil bir görünüm kazandırılmaya çalışıldı.

SOL YERLİLERE, YERLİLER SOLA GÜÇ VERİYOR

Darbe, Bolivya siyasetinde yerli karşıtı siyaset için büyük alan açtı. Geçici hükümetin başkanı Añez’in başkanlık konutuna girerken elindeki İncil’le “İncil yeniden Saray’a döndü” demesi çatışmaların yaşandığı sokaklarda yerlileri hedef haline getirdi. Yükselen yerli karşıtlığı yeni siyasal aktörler çıkardı. Bolivya’nın Bolsonaro’su yakıştırması yapılan Camacho, kısa sürede yerli karşıtı siyasetin lideri haline geldi. 18 Ekim 2020’de yapılan başkanlık seçiminde yüzde 14 oy aldı, 2021’de ise Santa Cruz valisi seçildi.

Darbe sonrası kurulan geçici Añez hükümeti döneminde güçlenen ve kamusal görünürlük kazanan yerli karşıtlığı, Morales’le yerli hareketleri arasındaki gerilimin düşmesini sağladı. Morales sürgün döneminde en önemli desteği, son dönemlerde gerilimler yaşadığı yerli nüfustan gördü. Buna karşılık Morales de yeniden başkanlık ısrarının hata olduğunu kabul ederek, demokrat kimliğinden uzaklaştığı yönünde özeleştiri yaptı.

2020 seçimlerinde MAS adayı Arce’nin seçimi kazanması ve Morales’in ülkeye dönüşü Bolivya solu için de demokrasisi için de tartışmasız bir siyasi zaferdir. Ancak bu geri dönüşle beraber Morales’in sürgüne gönderilmesiyle başlayan tartışmanın ikinci yarısı da başlamıştır. 2025 seçimleri yaklaşırken, Bolivya solunda üç liderin adaylık yarışı vereceği öngörülüyor. MAS’ın 2025 adayı ve Bolivya solunun geleceğine yön verecek lider, mevcut başkan Arce mi, sürgünden dönen Morales mi, yoksa 2020 seçimlerinde yerli örgütlerin aday olmasını istemesine rağmen MAS ve Morales’in karşı duruşuyla adaylaşamayan Arce’nin başkan yardımcısı, Morales’in 11 yıl dışişleri bakanlığını yapmış yerli lider David Choquehuanca mı olacak?

BOLİVAR’IN ÜLKESİ: BOLİVYA

İspanyol sömürgeciliği döneminde Yukarı Peru olarak bilinen Bolivya, adını Güney Amerika'yı İspanyol boyunduruğundan kurtaran Simon Bolivar’dan aldı.


                                                                        ***

Peru’da 30 günlük OHAL ilan edildi

Cumhurbaşkanı Pedro Castillo’nun tutuklanması üzerine başlayan protestoların sürdüğü Peru’da, başkent Lima, Cusco, Callao ve Puno kentlerinde 30 günlüğüne olağanüstü hal (OHAL) ilan edildi. İlan edilen OHAL kararı, ülke içerisinde toplanma, kişi hürriyeti ve anayasal konut dokunulmazlığını askıya alıyor. Peru Silahlı Kuvvetleri’nin de protestoların şiddeti ve durumuna göre, meydanlara inebileceği değerlendiriliyor.

Eski Cumhurbaşkanı Pedro Castillo’nun tutuklanması üzerine başlayan eylemlere katılan Perulular, yeni Cumhurbaşkanı Dina Boluarte’nin istifasını, erken seçime gidilmesini ve Kongre’nin kapatılmasını talep ediyor. Dış Haberler

Lula’dan açıklama: Yapacaklarımız var

Brezilya’da Bolsonaro destekçileri tarafından solcu Başkan Lula da Silva hükümetine yönelik darbe girişimi bastırılsa da ülkedeki siyasi kriz sürüyor. Ayaklanmadan sonra çalışmalarına tam gaz devam eden Lula, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Benim taahhüdüm Brezilya halkına sadık olmaktır. Bunun hayatımın görevi olacağını söylüyorum çünkü açlığı yeniden bitirmem, sağlığı ve eğitimi iyileştirmem gerektiğini biliyorum. Brezilya’da yapmamız gereken acil şeyler var ve bunun üzerinde çalışıyoruz” ifadelerini kullandı.




Bahçeli’nin yanındaki savaş suçlusu - Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

 

Nerede, nerede diye arıyorsun. Kitapların arasında, vazoların içinde, halıların altında bile bulamıyorsun. Sonunda cebinden çıkıyor. Meğerse kendin bile bulama diye kendine saklamışsın!

Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na sövdü. Generaller alkışladı. Muhalefet eleştirdi. AKP sözcüsü, “komuta kademesine saldırı” dedi. Oysa sadece 1.5 yıl önce, üzerinde üniforma olmayan, emekli olmuş amiraller, Montrö’yü savunan duyuruları nedeniyle, sabaha karşı gözaltına alındı. Mahkemelerde yargılandı. Lojmanlarından atıldı. Korumaları alınarak terörün insafına terk edildi. Sonunda beraat ettiler. Ama olay, tarihin ikiyüzlü sayfalarına yazıldı.

İşte hikâye tam da burada başlıyor. Meğer mesele o kadarla kalmamış. İşin Sinan Ateş cinayetine uzanan bir tarafı varmış.

O amirallerden Türker Ertürk’ü biliyorsunuz. 2010 yılında, Deniz Harp Okulu komutanı iken, TSK içerisindeki FETÖ kumpaslarına isyan ederek istifa etmişti. Sonrasında Pensilvanya’ya, Gülen’in çiftliğinin önüne kadar giderek örgütü protesto etti. Montrö’ye sahip çıkan duyuruya imza atınca, gözaltına alınıp yargılandı.

TEHDİT EDEN SAVAŞ SUÇLUSU

İşte o günlerde, 4 Nisan 2021’de, Türker Ertürk’e bir tehdit geldi. Öyle imalı filan değil. Açık açık... Aynen şu yazıyordu: “Bu terörist sevici Mihraç Ural itinin yoldaşı amiral Türker Ertürk mü darbe yapmayı düşünüyormuş, sıkarız kafasına bir daha düşünemezler...”

“Sıkarız kafasına” sözü açık da... Ya tehdit eden?

Adı Alparslan Çelik.

Hatırlamayanlar için sizi yedi yıl önceye götüreyim...

 Putin ile Erdoğan’ın bugünkü kadar yakın olmadığı günler. Suriye’de cihatçı teröristlere operasyon yapan bir Rus Su-24 uçağı, 24 Kasım 2015 günü, TSK’nin tespitine göre sınır ihlali yaptı. Bunun üzerine bir F-16 tarafından vuruldu. Uçaktan atlayan Rus pilot Oleg Peşkov, paraşütüyle havada süzülüyordu. Ancak yerde onu öldürmeyi bekleyenler vardı. Kendisini, Suriye’de 2. Sahil Tümeni olarak tanıtan birliğin başındaki Alparslan Çelik, emrindeki militanlarla pilotu hedef almıştı. Peşkov’a tam dört kurşun isabet etti. Yere düştüğünde hayatını kaybetmişti. TSK, kendisine yakışan bir şekilde, ölen pilotu, Suriye’den Türkiye’ye getirerek askeri törenle Rus ordusuna teslim etti.

Ancak cinayet aslında bir savaş suçuydu. Zira can çekişen silahsız bir askeri öldürmek, uluslararası hukuka aykırıydı.

SAHTE PARADAN DOLANDIRICILIĞA

O günlerde Alparslan Çelik’e bir şey olmadı. Zira olayın ardından, Rus istihbaratının hedefine girdiğini görüp Türkiye’ye gelmişti. Çelik hakkında, Türkiye’deki savcılık takipsizlik kararı verdi. Kararda, Rus pilot için, “uçaktan ayrıldığı sırada başını, üstündeki camlı bölüme çarpmasından dolayı kafatasında kırıkların oluşmuş olabileceği” yazıyordu.

Yıllar geçti. Türkiye ile Suriye yakınlaştı. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu AKP’den koptu. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, hadise FETÖ’ye bağlandı. Bu kez, Türkiye ile Rusya’yı savaşa sürüklemek için, örgütün bu olayı tertiplediği iddia ediliyordu.  

Peki Alparslan Çelik? Huylu huyundan vazgeçer mi? Elbette bir kafeye girip garsonluk yapmadı. Türkiye’de mafyacılık işlerine karışması sanırım sizin için de sürpriz olmamıştır.

Hazırsanız anlatayım...

31 Mart 2016’da, polise bir ihbar gitti. İzmir’in Karabağlar ilçesindeki bir lokantada, silahlı kişiler vardı. Olay yerine giden güvenlik görevlileri, 17 kişiyi gözaltına aldı. Tahmin ettiğiniz gibi, birisi Alparslan Çelik’ten başkası değildi. Aramada, şüphelilerde, 5 makineli tüfek, 4 tabanca ve 2 telsiz ele geçirildi. Çelik ve arkadaşları, “Ateşli Silahlar Kanunu’na Muhalefet” ve “Harp silahı bulundurmak” suçlamasıyla tutuklandı.

Yakalananlar tam bir suç ordusuydu. Hayır siyasi mesele sanmayın. Örneğin Rus pilotu öldüren Alparslan Çelik’in, “sahte para” suçundan kesinleşmiş 2.5 yıl hapis cezası olduğu fark edildi. Ayrıca “hükümlünün kaçmasına yardım” ve “dolandırıcılık” suçlarından da Elazığ Emniyet Müdürlüğü’nce arandığı anlaşıldı.

17 kişiyi tek tek yazsam buraya sığmaz. Sadece birini söyleyeyim. İzmir’de FETÖ borsasından AKP İzmir il başkanının öldürülmesine kadar çeşitli suçlara karışan ve Türkiye’nin kırmızı bültenle aradığı Serkan Kurtuluş da bunlardan biriydi.

HAPİSTEN ÇIKTI TEHDİT ETTİ

Bir parantez açayım...

Daha sonra yapılan operasyonlar sırasında, gruptaki kişilerin, Suriye ile İzmir arasında derin bir köprü kurdukları, bu vesileyle çeşitli suçlara karıştıkları tespit edildi. Merak ettiğim, İzmir’de HDP binasını basan ve Deniz Poyraz isimli çay ocağı çalışanını öldüren Onur Gencer’in, bu çeteyle ilişkileri neden soruşturulmadı?

Neyse konumuza geri dönelim...

“Birileri” tarafından kollanan grup, hafif cezalarla kurtuldu. Alparslan Çelik de 5 yıl hapis yattıktan sonra 2 yıl önce serbest bırakıldı. Çıktığı gibi, ayağının tozuyla, Türker Ertürk’ü “kafasına sıkarız” diye tehdit etmişti. Gerçekten, daha önce “kafaya sıkma deneyimi” olan Çelik’in yazdığına bakılırsa, tehdit ciddiydi.

Elbette Türker Ertürk de ciddiye aldı. Avukatı Ayhan Yıldızel aracılığıyla, 6 Nisan 2021’de, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Hani şu, İmamoğlu’nu “ahmak” ifadesinden dolayı siyasi yasaklı yapan savcılık!

Savcılık ne mi yaptı?

Uzun süre dosyayı nedense sümen altında tuttu. Sonunda da Savcı M.Ç., Çelik’e ulaşılamadığı gerekçesiyle, geçen yılın temmuz ayında faili meçhul birimine sevk etti.

MHP’DEN ÇIKTI

Faili meçhul kalmasın, hatta yeni faili meçhuller olmasın diye, Türker Ertürk ve avukatı harekete geçti.

Bir de ne görsünler!

Bunca suça karışmış, Rus pilotu öldürerek Türkiye’yi savaşın eşiğine getirmiş, çeşitli çetelerle içli dışlı olmuş, birçok suçtan hüküm giyerek hapis yatmış Alparslan Çelik, MHP Genel Merkezi’nde. Hatta Devlet Bahçeli’nin hemen ardında durup fedailiğini yapıyor. Haliyle savcı “bulamıyor” değil, bulmak istemiyor!

Bunun üzerine 4 Ekim’de savcılığa bir dilekçe daha verdiler: “Ek fotoğraflarda da görüldüğü üzere şüpheli, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Erzurum ziyareti sırasında genel başkan ile beraber bulunmuş, ayrıca bu toplantının fotoğraflarını 25 Eylül 2022 tarihinde MHP Elazığ İl Başkanlığı’nın tweet’ini kendi Twitter hesabından paylaşmıştır.”

Bu kez yerini de vermişlerdi. Dosya, bunun üzerine, mecburen, faili meçhul biriminden alınıp, Savcı M.Ç’ye tekrar gönderildi. Ancak Savcı M.Ç., aylarca bekleyip, yine aynı şeyi yaptı. Geçen hafta bir kez daha “Alparslan Çelik bulunamıyor” diyerek dosyayı faili meçhule gönderdi.

SİNAN ATEŞ MESAJLARI

Türker Ertürk’ün avukatı bu kez Başsavcı İsmail Uçar’a bir dilekçe yazdı. Çelik’in durumunu anlattı. Bir de ekleme yaptı: “Şüpheli halen Twitter paylaşımlarına devam etmekte ve özellikle son dönemde gündeme gelen Sinan Ateş suikastı ile ilgili aktif paylaşımlar yapmaktadır.”

Gerçekten de Alparslan Çelik, bu yazı yazıldığı sırada, MHP Genel Merkezi’nden, Bahçeli’nin en yakınından fotoğraf paylaşmaya devam ediyor. Sinan Ateş cinayeti sonrası attığı mesajlara bakılırsa, en çok da Semih Yalçın ve İzzet Ulvi Yönter’le anlaşıyor gibi görünüyor! Bahçeli’nin “Tek bir ülküdaşımı ezdirmeyeceğim” sözünü duyan savcılar ise ellerindeki dosyaları faili meçhule sevk etmeye devam ediyor!

Her yeri kaldırdım da yine de bulamadım sandın. Oysa sen hiç aramadın. Korkunu yendiğin gün, her şeyin yerini elinle koymuş gibi bileceksin.

Barış Terkoğlu / Cumhuriyet