Tarihi Pasquali Köşkü'nün kentsel sit alanı olarak belirlenen bahçesinde bardan, restorana birçok izinsiz yapı var. Koruma kurulu ise geçen yıl, bu yapıların ‘kaldırıldığı’ yönünde karar aldı.
Pasquali Köşkü |Fotoğraf: Eda Aktaş/Evrensel
İzmir 1 No’lu Koruma Kurulu, Kültür ve Turizm Bakanlığına yapılan bir ihbar üzerine Bornova’da bulunan ve korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli tarihi Pasquali Köşkü’nde yaptığı denetimler sonucunda, söz konusu köşkteki izinsiz yapılarla ilgili skandal bir karara imza attı.
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun çiğnendiği olayda, koruma bölge kurulu tarihi köşkte saptadığı izinsiz yapıların kaldırılması için ilgili kurumlara yazı gönderdi. Kurumlar arası yapılan yazışmalarda sonunda söz konusu izinsiz yapılar kaldırılmadığı halde kaldırılmış gibi gösterildi.
Yapılacak bir işlem olmadığına karar veren koruma kurulu, korunması gereken kültür varlığı olan köşkte yapılan izinsiz kaçak yapıları sahte bir gerekçeyle meşrulaştırarak suç işlemiş oldu.
Pasquali Köşkü, Bornova ilçesinde kentsel sit alanı içinde yer alan, günümüzde Barry Köşkü olarak bilinen ve 19. yüzyılın ortalarında inşa edilen bir yapı. 1941 yılında Bornova Ziraat Mektebi olarak kullanılması için kamulaştırılan Pasquali Köşkü, 1955 yılında Ege Üniversitesinin (EÜ) açılmasıyla birlikte üniversiteye tahsis edildi. Yıllarca lojman olarak kullanılan köşk, 1980-2019 yılları arasında üniversitenin sosyal tesisi olarak hizmet verdi.
EÜ Lokali olarak kullanılan Pasquali Köşkü, CHP milletvekilliği yaptıktan sonra AKP’ye geçerek EÜ Rektörlüğüne atanan Prof. Dr. Necdet Budak tarafından 2019 yılında kiraya verildi. Kiralama yapılırken üniversitenin ilgili kurullarında karar alınıp alınmadığı ve ihale yasasının uygulanıp uygulanmadığı ise belirsizliğini koruyor.
Koruma kurulunun iznine ve belediyece verilen ruhsata tabi olan Pasquali Köşk, 2019 yılından sonra özel şahıslar tarafından restoran olarak işletilmeye devam ediliyor. Kentsel sit alanı içerisindeki köşkün 200 metrekarelik kapalı alan ile çevre duvarının bir bölümünde, günübirlik konaklama için yapılan apart tarzı yapıların koruma kuruluna bilgi verilmeden inşa edildiği belirtildi.
Köşk bahçesi içinde 2022 yılında yoğun bir kaçak yapılaşma başlatılarak bar, kafe ve restoranlardan oluşan eğlence mekanı kullanıma sokuldu. Köşk bahçesinin yan sokağa bakan cephesindeki mevcut yüksek bahçe duvarı boyunca sıralanmış depo, görevli odası ve tuvalet olarak kullanılan yapılar yıkılarak günübirlik konaklama amaçlı olduğu söylenen konforlu özel odalar inşa edildi. Köşkün, Ankara Caddesi’ne bakan bahçe bölümüne ise lüks bir et lokantası ve bar kuruldu.
RUHSATSIZ KAÇAK YAPILAR
Geçtiğimiz günlerde et restoranında çıkan yangın nedeniyle tarihi köşk büyük bir tehlike atlattı. İmar planında kentsel sit alanı olarak belirlenen alan kültür varlığı olarak koruma altında olduğundan, kullanım hakkı olanların alanı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu gereğince mimari ve tarihi özelliklerini koruyarak işletmeleri ve yapacakları en küçük eklenti ve tadilat için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulundan izin ve Bornova Belediyesinden ruhsat almaları gerekiyordu.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü vasıtasıyla yaptırdığı denetimler sonucunda, köşk ve bahçesinde yapılan inşaat faaliyeti için koruma kurulundan izin alınmadığı gibi kaçak yapılar için Bornova Belediyesinden ruhsat da alınmadığı saptandı.
Pasquali Köşkü bahçesindeki kafelerden biri. |Fotoğraf: Ramis Sağlam/Evrensel
KAÇAK YAPILAR ‘KALDIRILDI’ OLARAK GÖSTERİLDİ
İzmir 1 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü bunun üzerine söz konusu izinsiz yapıların yıkılmasına yönelik işlem başlattı. Bu işlem kapsamında Bornova Belediyesi ve köşkün kullanım hakkına sahip EÜ Rektörlüğü ile yazışmalar yaparak izinsiz yapıların kaldırılmasını talep etmiş ve devamında gereğinin yapılıp yapılmadığına dair denetim sonucunu içeren bir uzman raporu hazırlatmıştı.
Kurul müdürlüğü görüşülmek üzere bu raporu, 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 16 Aralık 2022 tarihli kurul gündemine almış ve yapılan inceleme ve görüşmeler sonunda “İzinsiz yapıların kaldırılmış olduğu” gibi gerçek dışı bir gerekçeyle yapılacak bir işlem olmadığı kararıyla konuyu kapattı.
KAMPÜS RANT CENNETİ HALİNE GELDİ
Üniversite kurulması için halkın parasıyla kamulaştırılan kampüs arazileri, üniversitenin gelişme bölgesi ve ağaçlandırılmış yeşil alan olarak elde kalan yüzlerce dönümlük bölümleri, kamulaştırma amaçlarına aykırı işlemlere sahne oldu. Ege Üniversitesi Güçlendirme Vakfı (EÜGV) tarafından 1991 yılından itibaren üniversite arazileri ve kullanım alanları kaynak yaratma bahanesi altında yerli ve yabancı kuruluşlara uzun süreli (29-49 yıl) kiralandı.
Kamulaştırılan alan içinde Forum Bornova Alışveriş Merkezi, Özel Tevfik Fikret İlköğretim Okulu, BİLFEN Okulları (anaokulu, ilköğretim okulu ile fen ve Anadolu liseleri), Anemon Oteli, Egeyurt İzmir Özel Öğrenci Yurdu gibi yerler üniversite yönetimine yakın kişi ve kuruluş ve holdinglere sağlanan büyük ranttan sadece bir kısmı. Üniversite varlıklarının kiraya verilmesinde ihale yasalarına uyulmadığına ilişkin basına yansıyan haberler kamuoyunda uzun süre tartışma konusu olmuş, YÖK tarafından ise çoğunlukla soruşturma konusu yapılmamıştı.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan adına vakıf kuruldu. Kurucular arasında Erdoğan’ın çocukları Bilal Erdoğan, Esra Albayrak, Sümeyye Erdoğan Bayraktar da yer aldı.
Görev süresi devam ederken müzesinin açılması gündemde olan AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan adına vakıf kuruldu.
Vakfın kurucuları arasında, Bilal Erdoğan, Esra Albayrak, Sümeyye Erdoğan Bayraktar, Vedat Demiröz, Tevfik Göksu, Hüseyin Aydın, Ahmet Özel ve Nuri Aksu yer aldı. Vakfın amacının Erdoğan'ın şahsi eşyalarıyla görevi sırasında kendisine hediye edilen eşyaların sergileneceği bir "Recep Tayyip Erdoğan Müzesi" ve toplumun eğitim ve kültür seviyesinin yükseltilmesi amacıyla "Recep Tayyip Erdoğan Kütüphanesi" kurmak olduğu belirtildi.
NTV'de yer alan habere göre; vakfın ayrıca bilimsel, kültürel ve sanatsal programlarla sergiler de düzenleyeceği belirtildi.
Gazeteci Murat Sabuncu, 11 Ocak'ta kaleme aldığı yazısında Erdoğan için Kasımpaşa'da seçim öncesine yetiştirilmeye çalışılan bir müze hazırlandığını belirtmiş ve müzeye ait sunum fotoğraflarını paylaşmıştı.
Gazeteci Murat Sabuncu, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için Kasımpaşa'da hazırlandığı belirtilen müzenin sunumundan fotoğraflar paylaştı. Müze, seçim öncesine yetiştirilmeye çalışılıyor.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için Kasımpaşa'da seçim öncesine yetiştirilmeye çalışılan bir müze hazırlanıyor. Müzede Erdoğan'ın çocukluğundan futbolculuk yaşamına siyaset öncesi ile özellikle siyasi hayatı boyunca yaşadıkları, öne çıkan sözleri yer alıyor.
Müzede, başta eşi Emine Erdoğan olmak üzere aile fertlerine de yer veriliyor.
Müzede fotoğraflar, videolar, duvarlara ve binanın dışına yansıtılacak özel efektlerle, projeksiyon ve hologram tekniklerinin de kullanıldığı bir hazırlık yapılıyor.
Erdoğan'ın onay verdiği sunuma göre, ortaya çıkan taslakta şu ayrıntılar yer alıyor:
Müze binası Selçuklu-Osmanlı mimarisi özelliklerinde. Birkaç katlı binanın geniş bir bahçesi var ve su kenarında.
Sabuncu, müzenin kurulacağı alanla ilgili de şu bilgileri paylaştı: "Haliç kıyısındaki alanda konuttan konferans merkezine pek çok yapı inşa ediliyor ve buranın sahibi Fettah Tamince. Kendisinin Fethullah Gülen ile yakın ilişkisi var. 2004 yılında "Gülen idolüm" demiş, 17-25 Aralık süreci sonrası Zaman gazetesine ortak olmuş, Bank Asya'ya para yatırmış, bu konuların ayrı ayrı her biri sıradan insanlar için tutuklama ve yıllarca ceza konusu olmuşken o beraat etmiş bir isim. Hakkında açılan soruşturma Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 10 Mayıs 2018'de verdiği takipsizlik kararıyla kapandı. Kovuşturmaya gerek yoktur, diyen savcı İsmet Bozkurt ilerleyen günlerde davalarda kurduğu 'etik dışı ilişkiler' nedeniyle HSK tarafından meslekten men edildi.
Kaynaklara göre müzenin yer alması muhtemel alanın tarihi önemi şöyle: 1455'te bu alanda Tersane-i Amire (İmparatorluk Tersanesi) kuruldu. Her gelen padişah yeni kızaklar ile savaş gemisi yapımında kullanılan havuzlar inşa ettirdi, Osmanlı donanması geliştirildi.
Cumhuriyet döneminde de faal olmuş bu bölgede özellikle Camialtı ve Taşkızak tersaneleri 2001'de şehrin dışına taşındı. Son dönemde Fettah Tamince'nin kurucusu olduğu Tersane Bölgesi Haliç Altın Boynuz Marina Turizm Gayrimenkul tarafından alındı. Kısa bir süre evvel eski AKP Rize Milletvekili Abdülkadir Kart projeye ortak oldu.
Erdoğan Müzesi'nin Kasımpaşa'da olmasının en önemli nedeni, hayatının, özellikle ilk gençliğinin büyük bölümünün burada geçmiş olması.
Yine onay alınan taslaktan anlaşıldığına göre, projede Erdoğan'ın Milli Görüş, Refah Partisi yılları ve Necmettin Erbakan ile olan birlikteliğine de yer veriliyor.
Özellikle 1990'lı yılların başında çekilmiş simge bir fotoğrafın burada yer alması planlanıyor. Küçük bir kamyonetin arkasında seçim çalışması için bir arada olan Erdoğan ve Erbakan kalabalıkta zor ayakta duruyor.
Erdoğan'ın "Dünya beşten büyüktür" ya da "One minute" gibi konuşma-tartışmaları da video wall'larda gösterilmek üzere hazırlanıyor.
Ayasofya'nın camiye çevrilişi ise, müze projesinde ayrı bir alanda temsil ediliyor.
Bir duvara 10 Temmuz 2020 tarihli ve 31181 sayılı Resmi Gazete'deki 'Ayasofya Müzesi'nin camiye çevrilmesi ile ilgili' kararın yansıtılması hedefleniyor. Caminin hologramının da ayrı bir şekilde salonda yer alacağı şekilde çalışma yapılıyor.
Erdoğan'ı eşi Emine Hanım'ın da Başbakan ve Cumhurbaşkanı eşi olduğu dönemlerde yaptığı ziyaretler, etkinlikler ayrı bir şekilde gösteriliyor. Çalışmada ayrıca, tüm aileyi gösteren bir aile ağacı ve yaşadıkları evleri simgeleyen fotoğraf ve hologramlara da yer verilmesi için çalışılıyor.
Erdoğan'ın futbolculuk günlerinden Pınarhisar Cezaevi'ne, belediye başkanlığından, başbakanlığa ve cumhurbaşkanlığına hayatının değişik dönemlerinin farklı odalarda gösterilmesi yönünde hazırlık yapılıyor.
Gelelim işi hangi şirketin yapacağına. Şirketin adı Outdoor Factory (Açıkhava Fabrikası). İktidara yakın bir şirket. 2010 yılında kurulmuş. Tema park sektöründe faaliyet gösteriyor. Türkiye'de Vialand ve Devlet Bahçeli'nin açılışına da katıldığı memleketi Osmaniye'deki Masal Park için çalıştı. Beştepe içinde de yaptığı işler oldu. Kullanılamaz hâle gelen Anka Park'ta da 2017 yılında 56,6 milyon liralık 'açık oyuncak alanı tema işi'ni aldı. (Anka Park işini Murat Ağırel'in Parsel Parsel kitabından öğrendim).
Şirket Katar'da ve Orta Doğu'da işler yaptı. Şirketin kurucuları Toygar Yedigöz, Suphi Aydıner ve Sinan Cihan. Yedigöz Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın elinden ödül de aldı. Toygar Yedigöz'ün organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı ile de fotoğrafı var. 4 Ağustos 2020 tarihinde Çakıcı'nın hesabından atılan tweet'te "Sn. Çakıcı çok yakın dostları Toygar Yedigöz, Emre Veri, Vahit Kayracı, yakın akrabası Selahattin Yılmaz, yeğeni kadar yakın olan Şafak Mahmutyazıcıoğlu, 30 yıllık yakın arkadaşı ve hemşerisi Menderes Saruhan, manevi oğlu Yunus Emre Uçar ile akşam yemeğindeler" denilerek fotoğraf paylaşılmıştı."
/././
Bakanlık'tan bir çocuğun masada oynatıldığı görüntülere ilişkin açıklama: 1 kişi gözaltına alındı
Kanal İstanbul’a ilişkin Halkalı-Ispartakule arasındaki demiryolu inşaatı ile ilgili danışmanlık ihalesi yapıldı. “Şirketler keyfi puanlandı” iddialarında bulunulan ihale ile ilgili KİK ‘düzeltici işlem’ yapılması kararı aldı.
AKP iktidarının Katar’la bağlantılı büyük rant projelerinden biri olarak tartışılan Kanal İstanbul’un ihale süreçleri devam ediyor. Halkalı-Ispartakule arasındaki demiryolunun Kanal İstanbul geçişi ile ilgili ‘belli istekliler arasında’ yöntemiyle yapılan danışmanlık ihalesi tamamlandı. İhale komisyonunun şirketleri keyfi olarak puanladığı, bir şirketin teklifinin yaklaşık maliyet ile kuruşu kuruşuna aynı olduğu iddia edildi. Kamu İhale Kurumu (KİK) puanlama ile ilgili itirazı yerinde buldu.
Halkalı-Ispartakule arasındaki demiryolu inşaatının yapım sürecine ilişkin gizli ihaleler, iki ihale arasında maliyet ikiye katlanarak tamamlanırken projenin kontrollük, danışmanlık ve mühendislik hizmetleri ile ilgili hizmet alımı ihalesi de 19 Aralık 2022’de yapıldı. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın ihalesi, Türkiye’nin yanı sıra ABD başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde inşaat projeleri üstlenen Dillingham Construction ile özellikle kamu kurumlarının ihalelerinde öne çıkan Altaş Altyapı ve Apco Teknik’in oluşturduğu konsorsiyuma verildi.
KEYFİLİK İDDİASI
Ancak diğer istekli Altınok Müşavirlik–TCDD Teknik ortaklığı 23 Şubat’ta ihalenin verildiği şirkete ilişkin puanlamayla ilgili şikâyette bulundu. 7 Mart’ta başvurunun reddedilmesi üzerine itiraz yoluna gidildi. Grup, şikâyet dilekçesinde, tekliflerinin daha uygun olduğunu bildirdi. Buna karşın hangi kriterle yeterli bulunmadıklarının, aradaki puan farkının açıklanmadığı belirtildi. Ayrıca, ihale üzerine bırakılan Dillingham Construction firmasının ihalede 100 teknik puan aldığı, katıldığı benzer dört ihaleden ise yaklaşık 88 teknik puan aldığı, aslında aynı ihale komisyonu üyeleri tarafından verilen puanların birbirine yakın olması gerektiği kaydedildi.
KURUŞU KURUŞUNA AYNI
İsteklilerden Tecnosistem S.P.A.-Ras. Grup Mühendislik Ortaklığı’nın teklifinin yaklaşık bedelin kuruşuna kadar aynı olması nedeniyle elenmesi gerektiği de iddia edildi. Dilekçede, “Yaklaşık maliyetin kuruşuna kadar aynısının tahmin edilmesinin neredeyse imkansız olduğu, bu nedenle teklif veren isteklinin sorgulanması ve söz konusu ihale dahil Ulaştırma Bakanlığı Alt Yapı Genel Müdürlüğü’nün katıldığı tüm ihalelerinden elenmesi gerektiği” de ifade edildi. Dillingham Construction firmasının yapım müteahhidi bir firma olduğu ve danışmanlık bu ihalelerine katılmasının mevzuata aykırı olduğu da öne sürüldü.
Kurul iddialarla ilgili yaptığı inceleme sonucunda, ihale komisyonu üyelerinin gerçekleştirdikleri değerlendirmeler ile puanlamaların somut ve anlaşılır olmadığına hükmetti. Kurul Dillingham’ın belgelerinin mevzuata aykırı olduğu iddiasıyla ilgili olarak da kurumun ihale komisyonlarının yerine geçip, resen inceleme sonucunu doğuracak şekilde işlemleri baştan sona yeniden inceleme yetkisi bulunmadığı yanıtı verildi.
“Maliyet ile teklifin aynı olması”nın da aralarında bulunduğu diğer iddialarla ilgili itiraz süresinin geçmesi nedeniyle işlem yapılmadı. Yapım şirketlerinin danışmanlık ihalelerine giremeyeceği yönündeki itiraz da haklı bulunmadı. Kurul ihale ile ilgili komisyonun mevzuata uygun olarak yeniden puanlama yapması yönünde düzeltici işlem yapılması kararı aldı.
/././
Dış güçler Erdoğan’dan neden memnun? (İbrahim Varlı)
Ülke tarihinin en baskıcı, anti demokratik, hileli seçimi geride kaldı. Kendi bekasını ülkenin bekasıyla eşitleyen Erdoğan’ın olmadık manipülasyonlara başvurarak “dış güçler” heyulası üzerinden oy devşirmesi aldatmasın. Seçim süresince dillere pelesenk edilen “dış güçler” Erdoğan’dan, Erdoğan da “dış güçler”den memnun.
Bu durum emirlerin, şeyhlerin, otokratların, Batılı liberal liderlerin birbirleriyle yarışan kutlama mesajlarından da pekala anlaşılabilir. Biden’den “darbeci Sisi”ye, Orban’dan Macron ve Aliyev’e yağan tebrikler “şahsın” seçimine dair tutumu net biçimde gösteriyor. Pek çoğu “seçimi kazananla çalışma” pragmatistliğine sığınarak açıkça memnuniyetini dile getirmekten bir beis görmedi.
Zaten “dış güçler” açısından Erdoğan’ın seçiminden rahatsız olunacak bir durumdan da bahsedilemez. Ortadoğu monarşileri, Asya’daki otokratlar ve liberal Batı için ‘tek adam rejimi’ oldukça kullanışlı. Dönemsel rahatsızlıklar genel memnuniyeti perdeleyemiyor.
İlhan Uzgel hoca seçimden önceki yazısında “Erdoğan’ın dış politikadaki muhatapları açısından doğrudan ve mutlak olarak ondan memnun veya onun gitmesini istiyorlar diyebileceğimiz bir durum yok” diyerek Erdoğan’ın durum, yer ve konuya göre dış güçlerle aynı and a farklı roller üstlenebildiğini yazarak bu duruma dikkat çekmişti.
→Erdoğan en rahat pazarlık yapılan liderlerden
NATO’culukta yarışan, mülteciler için arka bahçe yapılan, silah pazarının karlı müşterilerinden Türkiye’nin “işlevsel” yanı yabana atılamaz. Erdoğan da "bu güçler" için en rahat pazarlık yapılabilen liderlerden birisi. Mülteciler, enerji krizi, AB, S400, F16’lar ve pek çok konuda bu pazarlıkları alenen gördük.
***
İngiliz The Daily Telegraph’ın “Erdoğan iktidarda kalınca Avrupa liderleri rahat bir nefes aldı. Kabul etmeseler de Avrupa’daki liderlerin çoğu, Türkiye AB’den uzak durduğunda kendilerini daha rahat hissediyor” analizi durumu net bir biçimde özetliyor.
2010’lardan bu yana AB üyeliği konusunda gösterilen ilgisizlik, neredeyse on yıldır bir tek fasılın açılmaması Brüksel’i çok rahatlattı, Türkiye’yi oyalamak için fazladan enerji harcamak zorunda bırakmadı. İlhan hocadan alıntılarsak, “Yarattığı bütün sıkıntılara rağmen Erdoğan bir bütün olarak Avrupa sisteminin hayati çıkarlarına gayet güzel hizmet etti.”
Yaratılan algıya rağmen dış güçler Erdoğan’dan, Erdoğan dış güçlerden memnun.
***
→Dış politikada nasıl bir yol izlenecek?
Tartışmalı seçimden sonra en çok merak edilen konularından birisi de “şahsın” dış politikada nasıl bir yol izleneceğine dair. Rejimin yarattığı dış politik enkaz ve seçim sürecindeki dış güçler manipülasyonunun yanında küresel jeopolitik gelişmeler de bu merakın nedeni.
Dış politikada yeni bir sayfa açmak için koşullar oldukça elverişli, önemli fırsat ve imkânlar var. Ancak Saray rejiminin kendisine seçim kazandıran etmenlerin başında gelen “dış politika”da gözle görülür bir değişime gitmesi olası gözükmüyor.
Rusya ile Batı arasında “tahterevalli diplomasisi”, Ortadoğu’da başlayan “diplomasi trafiği” olağan akışında devam edecek. AKP NATO’culuktan vazgeçmeyecek, Rusya ile ilişkilerde de bir sapma yaşanmayacak. “Denge” adı verilen ancak bir bağımlılıktan bir diğer bağımlılığa kulaç atılan politika aynen sürdürülecek.
***
→Suriye’den çekilir mi?
Merak edilen konuların başında gelen sığınmacılar ve Suriye meselesinde de mevcut pozisyonun değişmesi zor. Seçim öncesi hızlandırılan Esad ile görüşme planı yeniden ağırdan alınacak. Olağanüstü bir gelişme olmadığı müddetçe belki de bu plan askıya alınacaktır.
TSK’nin Suriye’den çekilmesi Esad ile görüşülse dahi yakın dönemde oldukça zor. Pek çok parametrenin olduğu Suriye sahasında Şam ile görüşülse de TSK’nin çekilmesi kısa vadede ufukta görünmüyor. “Sığınmacılar” meselesine bu yaklaşımla çözüm bulunması ise imkansız. Sığınmacıların bir kısmı Kuzey Suriye’deki kontrol altındaki bölgelere gönderilse de İdlib ve diğer bölgelerdeki çatışma ve istikrasızlık nedeniyle yeni mülteci akını kaçınılmaz.
→Tüm otokratlar birbirine benzer
Kendi yarattığı enkazın başına oturan Erdoğan’ın içeride ve dışarıda bundan sonra yoluna nasıl devam edeceği sır değil. Dünyadaki tüm otokratlar ne yaptıysa burada da aynısı olacak. Kutuplaştırma, ötekileştirme, baskı ve dayatmalar tüm hızla sürecek.
Nefret diliyle toplumu bölerek konsolide ettiği kitlesi üzerinde dilediğince sörf yapacak, ‘teokratik’ rejim inşası kesintisiz sürecek. İhtiyaç halinde duruma göre “beka” sorunları inşa edilecek, “rıza” imalatı için çeşitli askeri maceralara girişmekten sakınılmayacak. Tüm bunların faturasını da ülke ödeyecek.
/././
Umut, adalet ve insanlık: Toni, Coni ve Herkel (Kaan Sezyum)
Demokrasi; özgürlük, eşitlik ve adalet kavramları üzerine inşa edilmiş bir yönetim biçimidir. Ancak bazen demokrasinin bu ideal hedeflere ulaşmasında zorluklarla karşılaşılır ve halkın umudu sarsılabilir. Bir ülkede muhalefet, bu kritik seçimlerde kaybetse bile, demokrasiye olan inanç ve umudun önemini vurgular. Çünkü demokrasi, herkesin daha iyi bir yaşama sahip olması gerektiğine dair güçlü bir mesaj taşır. Ha mesaj alınır mı alınmaz mı orasına halk karar veriyor. Halk da olmak kolay. Ya sınırdan koşa koşa içeri giriyorsun, ya da parasını verip vatandaşlık alıyorsun. Sorgu sual yok. En güzel vatandaşlık bizim vatandaşlığımız.
Demokrasi, insan haklarına, özgürlüklere ve adaletin sağlanmasına dayanır. Ancak bu ideallerin tam anlamıyla gerçekleşmediği durumlarda umut zedelenebilir. Sanki sonsuza dek kaybedilecekmiş gibi görünen seçimlere rağmen, demokratik değerleri canlı tutarak, umut yeniden alevlendirilebilir. Umut, insanların daha iyi bir geleceğe olan inancıdır. Umut en çorak zihinde, en sağlıksız bünyede bile yetişebilir, yeşerebilir. Hayat varsa umut da vardır, hatta bazen hayat yoksa bile umut toprağın altında bir tohumda yaşıyordur.
***
Herkesin daha iyi bir yaşama sahip olması gerektiği fikri, demokrasinin merkezinde yer alır. Demokrasi kavramı, teoride toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şekilde, her bireye eşit fırsatlar sunar. Ancak bazen siyasi iktidarlar, güçlerini kötüye kullanarak küçük sevimli adaletsizliklere neden olabilir. Hatta iktidar bir noktada gemi azıya alıp komple adaletsizlik içinde de yaşamak isteyebilir. Sonuçta sonsuz bir suç ve rant sarmalının içinde yıllarca kalınca ister istemez sarmaldan çıkmak olmuyor. Bu da iktidarların makus kaderi. Yolsuzluklardan ellerini çekemiyorlar. Aman da mağduriyet yükleniyor. Aman aman… Muhalefet, adaletin sağlanması için mücadele ederek, demokrasinin gerçek anlamını hatırlatır. Adalet, insanların haklarının korunduğu, yasaların herkes için geçerli olduğu bir toplumu şekillendirir. Matematik formülü gibi okunsa da adalet herkese gerekli. Peki ya adalet yoksa onun yerine ne yiyeceğiz?
Demokrasi, insanlık değerleri üzerine inşa edilmiştir. İnsanlık, tüm insanların ortak paydasıdır ve bu payda etrafında birleşmek demokrasinin en önemli özelliklerinden biridir. Muhalefet, toplumun tüm kesimlerini kucaklayarak, insanların farklılıklarını bir zenginlik olarak görmesi gerektiğini hatırlatabilir. İnsanlık, insanların birbirine saygı duyduğu, dayanışma içinde olduğu bir toplum idealidir de bizde de bu idealin sadece küflü bir kısmı kalmış dolabın en alt gözünde.
***
Hayatı sevme isteği, geçici ve kıymetli olduğumuzun farkına varma ihtiyacından da kaynaklanır. Her bir nefes alışımızın ve anımızın değerini bilmek, zamanı daha iyi değerlendirmek ve yaşamı dolu dolu yaşamak önemlidir. Hayatın kaçınılmaz döngüsüne rağmen, her birimizin varoluşu anlam taşır ve bu anlamı keşfetmek için yaşamaya devam etmek önemlidir.
İyi de giderek daha da zorda oynadığımız bu bir seferlik -bir ömürlük- hayat oyununda boşa geçmiş zamana ömür denebilir mi?
Yeni gerçeklik döneminde artık yalanın doğru, pirenin berder, dedelerin torun, Hans, Toni, Coni ve Herkel’in çok tuhaf niyetleri olduğu bir yerdeyiz. Sanki dükkânda camı çerçeveyi indiren kendisi değilmiş gibi kafeslediği halkı, “Biz batırdık, biz toparlarız” gibisinden akla, mantığa, bilime uzak bir mantıkla daha ne kadar avutabilecekler, hep birlikte göreceğiz. Her şey iyiydi de Kanal İstanbul’a başlarlar şimdi, o kötü oldu… Yeni fobi yükleniyor.
Taksim Gezi Parkı’nda başlayan direniş zamanla 79 kente yayılarak 3 milyon 600 bin kişinin katılımıyla devam etti. (Foto: Depo)
İktidarın baskı, talan, yasak politikalarına karşı başlayan ve kısa sürede büyüyen Gezi Direnişi, 10 yaşında. Bundan 10 yıl önce iktidar, İstanbul’un kalbindeki talandan zor kurtulmuş ve ayakta kalabilmiş ağaçları kesmek için harekete geçti. Amaç Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesi ve parka Topçu Kışlası’nın yapılmasıydı. Fakat bunun ne büyük bir direnişi başlattığının farkında değillerdi. Gezi Parkı’nı savunmak için başlatılan protesto, ülke çapında yayılarak adalet, özgürlük ve eşitlik isteyen milyonların sesine dönüştü. Ülkenin 81 ilinden 79’unda kitlesel protestolar yapıldı. Medeni Yıldırım, Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, Hasan Ferit Gedik polis şiddeti sonucu hayatını kaybetti. On binlerce kişi ise yaralandı.
Hukukun işlemediği yargılamalar sonucu işinsanı Osman Kavala ağırlaştırılmış müebbet, mimar Mücella Yapıcı, Av. Can Atalay, Dr. Tayfun Kahraman, belgeselci Mine Özerden, yapımcı Çiğdem Mater, akademisyen Hakan Altınay 6kişi bir yılı aşkın süredir, Osman Kavala ise tam 5,5 yıldır tutuklu…
Peki, yaşamını yitirenler ile polis şiddetine maruz bırakılanların davalarında ne oldu? Failler korundu, dosyalar sürüncemede kaldı, aranan ‘adalet’ gelmedi. Gezi aileleri, direnişin 10’uncu yılında hem mücadelelerini hem de düşüncelerini paylaştı.
KARAMSAR OLUNMAMALI
Sami Elvan (Berkin Elvan'ın babası): Bizim için, benim için hatırlaması acı veren bir tarih Gezi’nin yıldönümü… Biz bu ülkede hâlâ varız. Bu ülkede iki kişiden biri, bu sisteme itiraz edebiliyor. Hâlâ umudumuz ve inancımız bu nedenle yüksek. Son seçimde de gördüğümüz gibi, ülkemizin kaderini arasında yurtdışından gelen oylar, devşirme oylar belirledi. Bu nedenler adaletin geri geleceğini, umudun tüm ülkede tekrar yeşereceğine eminiz. Biz bu ülkede kalıp mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz. İlerleyen zamanlarda demokrasi ve insanlık adına tekrar haykıracağız. Bu nedenle karamsar olmamak lazım. Eğer ben hâlâ umutluysam, kimse umudunu kaybetmemeli. Biz Elvan Ailesi olarak ne bu ülkeyi terk edeceğiz ne de mücadelemizden vazgeçeceğiz.
ARTIK KAZANIM VAKTİ
Muharrem Ayvalıtaş (Mehmet Ayvalıtaş'ın ağabeyi): Göllerimiz, nehirlerimiz kuruyor. Bu ülkede yaşamak bize günden güne mutsuzluk, umutsuzluk veriyor. Yine de umut edebileceğimiz yarınlar var. Gezi Parkı’nda mesele yalnızca ağaçlar değildi. Mesele, karar alınırken yok sayılan gerçekliğimizdi. Biz varız ve buradayız. Bu ülkenin istikbalinde yok sayılmak istemiyoruz. Demokrasi istiyoruz ve bunun “bir kişi fazla olan, diğer tarafı yok saymasın” şeklinde, çoğulcu olmasını istiyoruz. Muhalif olduğumuz için ‘terörist’ ilan edilmek istemiyoruz. Eşit haklar istiyoruz. Devlette kadrolarına bu ülkenin bütün halklarından insanların, liyakate göre alınmasını istiyoruz. İfade özgürlüğü ve toplu gösteri hakkı demokrasi için olmazsa olmazdır. Haklarımızı kullanırken bize engel olunmasından bıktık, usandık. Artık kazanım alma vaktidir. Sokakta, sendikada ve sandıkta ilerleme vaktidir.
İZİNDEN YÜRÜYORUZ
Emsal Atakan (Ahmet Atakan annesi): Gezi Direnişi’nin 10’uncu yılındayız. 10 yıldır çocuklarımızın katilleri cezalandırılsın diye adalet talep ettik ama kendi ülkemizde adaleti bulamadık. Oğlumun dosyasını dahi açmadılar. Bu nedenle üst mahkemeye taşımıştık ancak bundan da hâlâ cevap gelmedi. Bir de daha yeni depremi yaşadık. Enkaz altında kalan avukatımız Hatice Can maalesef hayatını kaybetti. Çok üzgünüm… Bu ülkede adalet sadece yukarılarda tanıdığı olanlara işliyor. Biz yandık, başka anne ve babalar yanmasın diye mücadelemizi sürdüreceğiz. Adalet istemekten asla vazgeçmeyeceğiz. Oğlum demokrasi, özgürlük, barış içinde yaşamak için haykırdı ve katledildi. Biz de oğlumuzun izinden mücadele gücünü yaşayacağız. Adalet yoksa, insanlık da yoktur. Adalet herkese lazım.
YANGIN HİÇ SÖNMEDİ
Emel Korkmaz (Ali İsmail Korkmaz'ın annesi): 10 yıl geçmesine rağmen ülkede hâlâ maalesef bir şey değişmedi. Evlatlarımızın canı gitti ama hesap soramadık, onun acısı var. Depremi de yaşadık, acılarımız katlandı. İçimizdeki yangın sönmeden, başka acılar, kayıplar yaşadık. Her yönüyle mağdur olduk. Ancak, Gezi’nin ateşiyle umudumuzu yitirmedik, zaten yitirsek yaşayamazdık. Umut varsa mücadele de her zaman olacaktır. Her ne kadar ara ara umutsuzluğa düşsek de, çocuklarımızın geleceği için mücadeleye etmeye devam etmemiz lazım. 10 yıl oldu, o içimizdeki yangın sönmedi… Can’ın (Can Atalay) cezaevinden çıkacak olması, biz mutlu etti. İnşallah cezaevinde olan arkadaşlarımız da bir an önce tahliye edilecek. Örneğin Mücella abla (Mücella Yapıcı) her zaman yanımızdaydı. Basın açıklamasını her yıl Mücella Abla yapıyordu. Bunu bile hazmedemeyen bir devletle karşı karşıyayız. Maalesef şu an cezaevinde. Ancak onların dışarı çıkması için mücadele etmeye devam edeceğiz. Er ya da geç mücadelemizin sonucunu alacağız.
ONLARA BORCUMUZ VAR
İkrar Sarısülük (Ethem Sarısülük’ün kardeşi): Ne denir, nasıl söylenir bilmiyorum. Gezi bizler için on yıldır sönmeyen ateş ve dinmeyen acıdır. Hâlâ çok öfkeliyiz. On yıldır kardeşlerimizin katillerini yargılatıp ceza verdirmek için mücadele ediyoruz… Başka Berkinler, Ethemler, Aliler olmasın diye mücadelemiz hâlâ ilk günkü gibi. Bu adaletsiz düzende, her geçen gün adalet sistemi daha da içler acısı oluyor. Azmettiriciler, katillerini koruyup kollamaya devam ediyorlar. Ama bizim Gezi’ye ve kardeşlerimize yaşam borcumuz var. Onlara verilmiş sözlerimiz var. Belki şimdi değil ama bir gün mutlaka bu ülkeye yeniden baharı, yaşama umudu ve kardeşliği getireceğiz.
***
10 YILDIR KORKUYORLAR
SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi İsmail Hakkı Tombul, Gezi’nin 10’uncu yılına ilişkin yaptığı açıklamada, ‘Haziran İsyanı’nın tüm ülkeye yayıldığını anımsattı. Tombul, şu değerlendirmeyi yaptı: “Gezi AKP eliyle inşa edilmek istenen yeni rejimin en önemli dinamiklerinden olan kentin yağmalanması, rant-talan ekonomisi, baskı ve zora karşı öncelikli bir itiraz olarak başladı. Bütün Türkiye’ye yayılan bu itiraz, AKP’nin Türkiye’de inşa etmek istediği yeni rejime yönelik ilk isyandı. Ancak toplum yeterince örgütlü olmadığı için Gezi’nin biriktirdiği mücadele isteği yeterince dönüştürücü olamadı. Yalnız toplumdaki bu mücadele ve itiraz potansiyeli kaybolmadı. Kuşkusuz tam da şu anda, AKP’nin galip ilan edildiği seçimlerden sonra, her şeye rağmen itiraz eden ve teslim olmayan toplumun önemli bir kesiminin mücadele arzusunu yansıtıyor. Şimdi topluma düşen örgütlü bir biçimde bu itiraz ve mücadele potansiyelinin dönüştürücü etkisini kullanmak. Eşitlikten yana, laiklikten yana şekillenen toplum hayali nedeniyle Gezi ile başlayan itirazı kazanımla sonuçlandırmalıyız.”
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz da açıklama yaptı. İktidarın 10 yıl sonra bile Gezi’den korktuğunu vurgulayan Koramaz, şunları ifade etti: “Gezi’yi unutamayan sadece biz değiliz. Siyasi iktidar da aradan geçen 10 yıla rağmen Gezi Direnişi’ni unutabilmiş değil. İktidar, Gezi ile yüzleşmekten korktuğu için, Gezi’yi bir heyulaya, bir suça dönüştürmeyi tercih etti. Bunu yapabilmek için de komplocu zihnin ürünü olan iddialar ve uydurma delillerle arkadaşlarımızı mahkûm ettiler. Gezi bu ülkenin onurlu geçmişi, umutlu geleceğidir. Gezi bu ülkenin başına gelmiş en güzel şeydir. Gezi Direnişi, bu topraklarda ağaca, doğaya ve kamusal mekânlara sahip çıkma iradesi, geleceği kazanma mücadelesidir. Bundan 10 yıl önce Gezi Parkı’nı nasıl savunduysak, 10 yıldır Gezi Direnişi’ni nasıl savunuyorsak, Gezi Davası nedeniyle tutuklu bulunan arkadaşlarımızı da aynı kararlılıkla savunmaya devam edeceğiz.”
***
DÜŞLERİ YAŞATALIM
SOL partiler, Gezi’den bu yana sokaklarda halkın mücadelesinin devam ettiğini vurguladı. SOL Parti’den yapılan açıklamada, şu ifadelere yer verildi: “Gezi Direnişi bugün de halkın birleşerek neler başarabileceğini gösteren bir umut ışığı olarak parlamaya devam ediyor. Ülkeyi büyük bir enkaza çeviren iktidar hile ve zorbalıkla ayakta kalmaya devam ederken, Gezi direnişinden bu yana karşısında yer alan ülkenin en az yarısının mücadele kararlılığı sürüyor. Bugün de birleşerek ve örgütlenerek toplumsal yaşamın her alanındaki direnişleri büyüterek Gezi’nin izinde yeni yollar bularak yürüyüşümüz sürecek. İstanbul’da Ankara’da, Uşak’ta, Fatsa’da memleketi için, bağımsız, laik, demokratik bir gelecek için hâlâ mücadele azmiyle dolu olan milyonlarla solda buluşarak yarım kalan hikâyeyi tamamlamak olacak. 10’uncu yaşında Ali İsmail, Abdullah, Ethem, Mehmet, Ahmet, Medeni, Hasan Ferit ve Berkin’in mücadelesiyle yeni bir ülkeyi kurma yolunda: Bu daha başlangıç mücadeleye devam!”
EMEP “Gezi Direnişi halkın mücadelesinde yaşıyor, yaşayacak” başlıklı bir açıklama yaptı, Gezi ile ortaya çıkan toplumsal mücadelenin önemine dikkat çekti: “Gezi, ‘birleşe birleşe kazanma’nın ne demek olduğunu gösteren bir deneyimdir. Bütün itibarsızlaştırma çabalarına karşın, muhtemel bir Gezi iktidarın korku kaynağıdır.”
Yeşil Sol Parti Gezi’nin baskıcı ve otoriter zihniyete karşı demokratik bir tepki olduğunu belirterek, “Gezi tutuklularının yanında olmaya ve Gezi'yi savunmaya devam edeceğiz” açıklaması yaptı.
TKP ise ‘‘Hiçbir seçim Erdoğan’ı Haziran günlerindeki kadar korkutmadı. Gezi’yi hatırlayın… AKP’den kurtulmanın anahtarı orada… Boyun eğmeyeceğiz’’ ifadelerini kullandı.
***
HUKUKSUZLUĞUN ÖZETİ
Gezi Direnişi’yle ilgili ilk iddianame, 2014’ün Mart ayında kabul edildi ve 26 kişi hakkında “örgüt kurmak ve yönetmek” suçlamasıyla dava açıldı. Bir yıl sonra tüm sanıkların beraatına karar verildi. “Gezi olaylarını finanse etme” suçlamasıyla 18 Ekim 2017’de gözaltına alınan Kavala, 1 Kasım’da tutuklandı. 4 Mart 2019’da, Gezi’ye ilişkin soruşturmaları başlatan ancak daha sonra “FETÖ soruşturmaları” sebebiyle görevden alınan dönemin savcısı Muammer Akkaş tarafından hazırlanan ikinci iddianame kabul edildi.
Kavala, tutuklanmasından 16 ay sonra hakkında hazırlanan iddianamede Gezi ile 15 Temmuz Darbe Girişimi ilişkilendirildi. Takvimler 10 Aralık 2019’u gösterdiğinde AİHM, Kavala’nın ‘derhal serbest bırakılması’ gerektiğine hükmetti. Bu hükümden yaklaşık iki ay sonra, 18 Şubat 2020’de 9 kişi hakkında beraat kararı verildi. Fakat davadaki tek tutuklu sanık olan Kavala’nın tahliyesi gerçekleşmedi.
İstinaf, 21 Ocak 2021’de, 9 kişi hakkında verilen beraat kararını bozdu. Mahkeme heyeti, 25 Nisan 2022’de Osman Kavala’nın “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verdi. Diğer sanıklar ise “yardım” suçlamasından 18’er yıl hapis cezasına çarptırıldı.
TAHLİYESİ BEKLETİLİYOR
Gezi davası tutuklularından Can Atalay, 14 Mayıs’ta yapılan seçimlerde Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) Hatay Milletvekili seçildi. Atalay’ın mazbatasını avukatları alarak Yargıtay’a tahliye başvurusunda bulundu. Meclis yemin törenine 2 gün kalmasına rağmen Milletvekili seçilen Can Atalay’ın tahliye işlemlerine hâlâ başlanmadı.
***
GEZİ RUHUNUN KÖKENİ
Ülkeyi, her yaştan insana umudun sesi olan Haziran Direnişi’ne götüren çeşitli faktörler meydana gelmişti. 2011’de Artvin Hopa’da başlayan ve Metin Lokumcu’nun ölümüyle ülkeye yayılan protestolar yaşanmıştı. Hemen devamında 27 Aralık 2012’deki ‘ODTÜ Ayakta’ eylemleri düzenlenmişti. Gezi Direnişi’nin ardından ülkede yeni bir döneme girildi; üniversiteler, sokaklar birer eylem alanlarına dönüştü. Gezi’nin ardından AKP’nin türlü skandalları da ortaya çıktı. 2015’teki seçimlerde kaybedeceğini anlayan iktidar, ülkeyi daha da karanlığa sürüklemeye çalıştı, neredeyse her kentte bombalar patladı. Hopa’dan başlayıp yolu Gezi’den geçen ve bugünlere ulaşan direniş hâlâ sürüyor.
***
2013 HAZİRAN İSYANINDA NELER YAŞANDI?
UNUTULMAYACAK
Gezi Direnişi’nde yitirilenler bugün anılacak. Taksim Dayanışması, saat 19.00’da Taksim’de buluşmak için çağrı yaptı, TMMOB de Ankara Mimarlar Odası önünde saat 18.00 için eylem çağrısında bulundu. İzmir’de TMMOB İl Koordinasyon Merkezi önünde açıklama yapılacak.
Siz kime saldırdığınızı biliyor musunuz? (Barış Pehlivan)
Karamanlı fakir bir ailenin en küçük çocuğuydu. Babası Sümerbank’tan emekli bir işçiydi. Ablası hemşire, ağabeyi edebiyat öğretmeniydi. Annesi, Kilis’e tayin olan ablasının çocuklarına bakmak için gidince, babası ve ağabeyiyle birlikte büyüdü.
Yıldız Teknik Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nü kazandı. Üniversite hayatı boyunca hak mücadelesi içindeydi.
2009’da girdiği AKP’nin yönetimindeki Bursa Büyükşehir Belediyesi’nde sekiz yıl boyunca şehir plancısı olarak çalıştı. Aynı anda Şehir Plancıları Odası yönetimiyle birlikte Bursa’daki imar rantlarına karşı hukuk kavgası verdi. Gün geldi, Çanakkale’ye bağlı Kepez Belediyesi’nde İmar ve Şehircilik müdürü oldu. Çok kez rüşvet teklifi aldı, hepsini elinin tersiyle itti. Personeline verilen hediyelere karşı bile mücadele etti.
Liyakat sahibiydi. Tek derdi, memleketinde sadece yasaların hüküm sürmesiydi. Ekrem İmamoğlu’nun başkan olmasıyla birlikte İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar müdürü olarak atandı.
SALDIRANLAR ‘PKK’LİSİNİZ’ DEDİ
Artık İstanbul’daydı. 12 yılda biriktirebildikleriyle Maltepe’de bir apartmanın giriş dairesini satın aldı. Evet, milyarlarca dolarlık rantın döndüğü İstanbul’dan sorumlu imar müdürü, güneş görmeyen 2 odalı oldukça mütevazı bir evde yaşıyordu.
İstanbul’da yine en iyi bildiğini yapmaya başladı. Nerede kaçak yapı, nerede usulsüzlük, nerede rant varsa ona karşı çıktı. 6 yaşındaki kıza cinsel istismar skandalıyla gündeme gelen Hiranur Vakfı’nın kaçak külliyesini mühürlemeye de yıkmaya da bizzat gitti.
Ve şimdi...
Yahya Kemal’in “İstanbul’un fethini gören şehir” diye adlandırdığı Üsküdar’ı kötü yapılaşmadan ve görüntü kirliliğinden kurtarma projesini hayata geçirmek için yola çıktı. Üsküdar’a tarihine yakışır bir meydan kazandırmayı amaçlıyordu. Bunun için de yıllardır göz yumulan kaçak işletmelerin yıkılması gerekiyordu.
Hakkında yıkım kararı alınan kaçak yapıların sahipleri yargıya başvurdu. Lakin, İBB’nin itirazıyla yine mahkeme tarafından yıkım kararının uygulanmasına hükmedildi. Sonuçta, kanunun emrini yerine getirmek için İBB İmar müdürü olarak dün sabah Üsküdar’a gitti. Orada kaçak kafe sahiplerinin saldırısına uğradı. Öğrendim ki saldırıyı gerçekleştirenler İBB İmar Müdürü’ne yumruk atarken “PKK’lisiniz” diye bağırmıştı.
Dün yüzü kanlı fotoğrafını gördüğünüz Ramazan Gülten’in hayat öyküsünü okudunuz.
Cumhuriyet demek, Anadolu’nun fakir bir ailesinde büyüyüp dünyanın en büyük şehrini hukukla yönetme hakkına sahip olabilmekti. Ramazan Gülten işte o büyük düşün liyakatli örneğiydi. Yüzünden akan kan ise o düşe sokulmak istenen hançerdi.
28 Mayıs’ta eşit koşullarda seçim yapılmadığı, devlet olanaklarının Erdoğan lehine sömürüldüğü, kampanya boyunca iktidarın Kılıçdaroğlu’na iftiralarla saldırdığı, vatandaşlık verilen sığınmacılara oy kullandırıldığı, seçimde türlü usulsüzlüklerin uygulandığı doğrudur.
Ancak bunlar, AKP iktidarında aşırı derecede yoksullaşan, yolsuzluk, ve gericilik altında ezilen, depremden sonra yüz binlerce insanını kaybeden bir halkın, bunların doğrudan sorumlusu olan bir adayı, neden hâlâ bu kadar yüksek oranda desteklediğini açıklamaz.
Erdoğan’a desteğin nedeni, 17 Mayıs’ta bu köşede yazdığım gibi, 21 yılda oluşturulan “Karşıdevrim Tarikatı”dır. Ne var ki muhalefet partileri, onların çevresinde köşeleri tutmuş olan kadrolar, medyadaki birçok partili yorumcu ve muhalefetten nemalanan araştırma şirketleri, aç ve işsiz olsa da “Ölümüne reis!” diyen kitlenin çözümlemesini yapamamış ya da yapmamıştır. Ekonomik kriz ve deprem sonrası yıkımın iktidarı yerinden etmeye yeteceğine halkı inandırmışlar ve bu yüzden yaşanan hayal kırıklığı büyük olmuştur.
Aynı kişiler, şimdi “Senden razıyım” diyerek Kılıçdaroğlu ile ekibinin görevinde kalması için kampanya yürütüyor. İyi bir insan olabilir, seçim kampanyasındaki kapsayıcı tavrıyla takdir kazanmış olabilir ama gelinen noktada Kılıçdaroğlu’nun yanlışlarını kabul edip bunun gereğini yapması gerekir.
CHP, ÖZÜNÜ TERK EDİP KARŞIDEVRİMİN YOLUNU AÇTI
Dün Mustafa Balbay, “Bugünkü iktidarın ekonomiden hukuka yarattığı bir dizi sorun karşısında Kılıçdaroğlu’nun öncülüğünde oluşan seçeneği gazetenin tüm yazarları gibi biz de çıkış yolu olarak gördük” demiş. Ben görmedim ve Millet İttifakı’nı en başından beri yazılarımda eleştirdim; 14 Mayıs’tan önce Erdoğan gitsin diye oy kullanmalı dedim.
Bu nedenle bazı statükocuların hakaretlerine maruz kaldıysam da gerçekleri yazmaktan vazgeçmedim. Yine öyle yapacağım ve Kılıçdaroğlu’nun yanlışlarını hatırlatacağım:
Öncelikle CHP’yi kendi ilkelerine ters politikaları savunan bir partiye dönüştürdü, “helalleşme” söylemiyle kurucu lider Atatürk’ün partisini laikliği ağzına almaz haline getirdi.
Çevresindeki liberal, etnikçi kadrolarla ideolojik mücadeleyi terk eden bir seçim kampanyası yürüttü. Altılı masaya AKP eskilerini de alıp sağa karşı yeni bir sağcı seçenek yarattı. Atatürkçüleri partisinden uzaklaştırırken “Kemalizm ırkçıdır” diyenleri birinci sıradan aday yaptı; siyasal İslamcıları CHP listelerinden aday gösterip TBMM’de 2. Cumhuriyetçi bir tasarım yapılmasına yol açtı.
Nurcuların cemaat yurdunda kalan Enes Kara baskı yüzünden intihar ettiğinde herkes tüm gün ondan bir tepki beklerken sessiz kaldı. Gece sosyal medyada, “Etik nedenlerden dolayı paylaşım yapmayacağım” diyerek sustu.
Tarikatları ve cemaatleri dağıtacağız demedi çünkü ittifak ortakları arasında da onların temsilcileri vardı. CHP milletvekili, televizyon kanallarında “Tekke ve zaviyeleri kapatan devrim yasası kadük oldu” dediğinde sustu.
KILIÇDAROĞLU İÇİN GERİYE ÇEKİLME VAKTİ
Yargıtay’da dualı açılışa katıldı, Ankara Adliyesi’nde Kuran kursu açıldığında sustu, salgın bahane edilerek alkol satışı yasaklandığında sustu. En önemlisi de Erdoğan anayasaya aykırı şekilde üçüncü kez aday olduğunda, “mağduriyet yaratmamak” gerekçesiyle sustu!
Medrese sistemini hortlatan Diyanet Akademisi Yasası, TBMM’de CHP’lilerin evet oyu ile yasalaştı.
Kamu kurumlarını tarikatlar ve cemaatler sararken, okullar imam hatip okullarına dönüştürülüp türban ilkokula kadar inerken “Laiklik tehlikede değil” dedi; “Türbana özgürlük” diyerek anayasaya aykırı teklif verdi.
Erdoğan, “ümmet” söylemi ile kendi yandaşlarını bir tarikata dönüştürürken, camide “fetih çağrısı” yaparak karşıdevrimin ayak seslerini yükseltirken o, kalp işaretleriyle bunu yeneceğini sandı.
CHP, devrim yapan parti olmaktan, CHP olmaktan vazgeçti; Kılıçdaroğlu ve ekibi partiyi ortanın sağına çekti. Atatürk’ün, partisi ve Türkiye için belirlediği ilkelerden uzaklaştı; tam bağımsızlık ve kamuculuğun yerini, NATO’culuk ve neoliberal politikalar aldı.
Bunların bir bedeli olacak elbette. Vakit, Kılıçdaroğlu için geriye çekilme vaktidir.