27 Haziran 2023 Salı

Türkiye vergi sıralaması + İki seçim üzerine bir aykırı yorum - Özdemir İnce / Cumhuriyet

 


Türkiye vergi sıralaması

Vergi konusunu ameliyat etmeden önce bana aktarılan bir anonim fıkrayı tekrarlacağım: Enver Sedat’ı suikast sonucunda öldüren adama hâkim sorar: 

Neden öldürdün?

Katil: Çünkü laikti.

Hâkim: Laik ne demek?

Katil: Bilmiyorum!!!

Mısır’ın en iyi yazarlarından, Nobel Ödüllü Necip Mahfuz’u öldürmeye çalışıp başarısız olan sanığa hâkim sorar: Neden vurdun?

Sanık: Sokak Çocuklarının Hayalleri adlı kitabı yazdığı için.

Hâkim: Peki Sokak Çocuklarının Hayalleri’ni okudun mu?

Sanık: Hayır!!!

Hâkim, yazar Faraç Foda’yı öldüren üç teröriste sorar: Neden Faraç Foda’ya suikast düzenleyip öldürdünüz?

Suçlular: Çünkü kâfir.

Hâkim: Onun kâfir olduğunu nereden anladınız?

Suçlular: Onun kitabından.

Hâkim: Hangi kitabından anladınız onun kâfir olduğunu?

Suçlular: Biz okuma yazma bilmiyoruz.

Her kötülüğün anası her dönemde CEHALET olmuştur! Ben de bu konuda iki kitap yazdım: Cehaletin Rönesansı ve Egemenlik Cehaletindir (Kaynak Yayınları).

Geçen yıl toplam vergi gelirinin yarıya yakınını İstanbul tek başına sağlarken Ankara 259.7 milyar liralık tahsilat ve toplamda yüzde 11 payla onu izledi. Geçen yıl 247.7 milyar lira vergi ödeyen İzmir yüzde 10.5 payla üçüncü, kişi başına en çok vergi ödeyen il olan Kocaeli toplam 237 milyar lira ve yüzde 10.1 payla dördüncü, Mersin 59 milyar liralık tahsilat ve yüzde 2.5 payla beşinci sırada yer aldı. Yıllık vergi tahsilatında bu illeri sırasıyla Bursa, Hatay, Antalya, Adana ve Tekirdağ izledi.

1- İstanbul (Vergi gelirinin yarıya yakını, Millet İttifakı)

2- Ankara yüzde 11 (Millet İttifakı)

3- İzmir yüzde 10.5 (Millet İttifakı)

4- Kocaeli yüzde 10.1 (Cumhur İttifakı)

5- Mersin yüzde 2.5 (Millet İttifakı)

6- Bursa (Cumhur İttifakı)

7- Hatay (Millet İttifakı)

8- Antalya (Millet İttifakı)

9- Adana (Millet İttifakı)

10- Tekirdağ (Millet İttifakı)

İlk beşe göre: Millet İttifakı toplam verginin yüzde 74’ünü, Cumhur İttifakı ise yüzde 10.1’ini ödemiş. Benim tahminime göre toplam verginin yüzde 90’ını Millet İttifakı’na oy veren sahil illeri, yüzde 10’unu ise Cumhur İttifakı’na oy verip TBMM’de çoğunluğu sağlayan ve R.T. Erdoğan’ı cumhurbaşkanı yapan Orta Anadolu illeri ödemiş.

R.T. Erdoğan’a ve onun müttefik ve müritlerine göre Millet İttifakı külliyen Allah’sız, dinsiz, kitapsız, vatansız, bayraksız, terörist, ahlaksız, erkek erkeğe evlenen LGBTİ sapıkları... Sahil illerinde yaşayan insanların çok büyük çoğunluğu cumhuriyetçi, laik, Cumhuriyet devrimlerine bağlı, çağdaş, eğitimli, kültürlü insanlar ve bu insanlar kendilerini suçlayanları beslemekteler...

Edebiyat dışı yazarlık hayatım boyunca yazdım: Halk benim için kutsal değildir, ona bağlı eşeğimi bile güvenmem. Şaka değil, pahalılığın, enflasyonun, başımıza gelen her türlü musibetin nedeninin CHP olduğunu sanan ve inanan halkın neresine güveneyim. Erdoğan’ın kıçında kıl olmaya özenen halkı ben ne edeyim?

Halk, henüz toplum, örgütlü bir toplum olamamış, karışık, karmaşık ve şekilsiz bir yığışımdır. Nesnel dünya ile ilişkisinde bilinç yoktur. Neden yoksul olduğunu anlayamaz, bilemez. Öğrenmeden, bilmeden, bir üfürük olarak inandığı dinin Allah’ı öyle ve böyle istemiştir. Katlanırsa, sabrederse öteki dünyada ödüllendirilecektir. Bu “formül”ü kendisine öğretenlerin neden kendisi gibi yoksul olmadığını düşünmez.

R.T. Erdoğan seçimle iktidara gelmiş, seçimle iktidardan gidecek bir siyasetçi değildir onun için. Bir kabile reisidir, Talibiye tarikatının şeyhidir, mucizeler gösteren bir kutsal insandır. Kimi zaman nanla, kimi zaman nazla yığışımı efsunlar.

Gelecek seçimde, demokrasiyi, adaleti, özgürlükleri, eşitliği falan bir yana bırakıp üretim yapmayan, vergi vermeyen ya da veremeyen kitleye, AKP’ye oy vermeyen kentli insanlar olmasa sefaletinin, yoksulluk ve yoksunluğunun iyice katmerleneceği anlatmalı. Bu yığışıma, bu insanlara, AKP’ye, R.T. Erdoğan’a oy vermeyen seçmen vatandaşların kendilerini vergileriyle beslediği ve gerçek velinimetin düşman ve kâfir saydıkları “ötekiler” olduğu mutlaka anlatılmalı. Belki anlarlar!

                                                            /././

İki seçim üzerine bir aykırı yorum

İki seçimin sonuçları üzerine yapılan yorumların hiçbirine katılmıyorum: Şöyle olsaymış da böyle olsaymış da seçimin sonucu höyle olurmuş... Olmazdı! Bütün bu işler, araştırmalar, mitingler yapılmasaydı, Kılıçdaroğlu TRT’de Erdoğan kadar yer alsaydı ve seçimler doğrudan hazırlıksız yapılsaydı, seçmen sandık başına doğrudan gitseydi seçimlerin sonucu aynı olurdu. Keşke bunu denemek mümkün olsaydı.

Gazetemizde bu konuda yazmayı, TELE1’deki cumartesi programında bu tezimi açıklamayı düşünürken, bana gereken malzemeyi Barış Terkoğlu kardeşimiz 15 Haziran 2023 günlü Cumhuriyet gazetesinde “CHP’deki yenilgi dersleri” başlıklı yazısıyla verdi:

“Tam da bunları düşünürken, CHP içinde, bir seçim raporu olduğunu öğrendim. Kaynağı, Ekrem İmamoğlu’nun çalıştığı düşünce kuruluşları. İmamoğlu’nun isteğiyle, ‘Neden kaybettik?’ muhasebesi yapıp onun masasına koymuşlar. Raporu okudum, önce ‘Kim kime oy verdi?’ analizi yapılmış. Erdoğan’ın en yüksek oy aldığı seçmen grupları şöyle sıralanmış: Başörtülü kadınlar yüzde 70.1, düşük eğitimliler yüzde 62.3, ‘dindarım’ diyenler yüzde 62, ev kadınları yüzde 61.3, milliyetçiler yüzde 57.7.

Aynı liste Kılıçdaroğlu’nda farklı: Öğrencilerde yüzde 52, üniversite mezunlarında yüzde 57.8, Atatürkçülerde yüzde 58.3. Öte yandan ‘dindarım’ diyenlerde yüzde 33.6’da ve milliyetçilerde yüzde 35’te kalmış.”

Cumhuriyet muhabiri Şehriban Kıraç’ın 21.03.2022 tarihli gazetede yayımlanan haberine göre: “Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 32’si yardımlarla ayakta durabiliyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı verileri ülkedeki yoksulluğu gözler önüne serdi. Yaklaşık 6 milyon hane gıdadan yakacağa, sağlıktan barınmaya kadar birçok kalemde sosyal yardım alıyor. (...) 2021 yılında 27 milyon 189 bin 433 kişi yardım aldı. Geçen yıl 5 milyon 903 bin 515 hane sosyal yardımlardan faydalanırken bu hanelerden 2 milyon 476 bin 457’si düzenli yardım, 5 milyon 276 bin 998’i süreli yardım aldı. 1 milyon 849 bin 940 hane ise hem düzenli hem de süreli yardımlardan faydalandı. 2021’de 2 milyon 830 bin 537 hanede yaşayan 11 milyon 369 bin 761 kişi gıda yardımı aldı. Gıda yardımı alan kişi sayısı 2020’ye göre yüzde 157 artış gösterdi. Gıda yardımı ise Ramazan ve Kurban bayramları olmak üzere yılda sadece iki kere yapılıyor. Geçen yıl ayrıca Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları tarafından 3.7 milyon haneye patates ve soğan yardımı da yapıldı. (...) Sigortalı bir işte çalışmayan veya herhangi bir kapsamda sosyal güvencesi olmayan kişilerin ortalama aylık gelirlerinin kişi başı asgari ücretin 1/3’ünün altında olan vatandaşların genel sağlık sigortası (GSS) primi genel bütçeden ödeniyor. 2021’de 9 milyon 482 bin 940 kişinin GSS primi devlet tarafından ödendi. 2020’de bu sayı 7 milyon 810 bin 588 kişiydi. Şartlı sağlık yardımları (ŞSY) kapsamında 2021’de 1 milyon 230 bin 12 kişiye 494 milyon TL ödeme yapıldı. 2021’de, engelli aylığı kapsamında toplamda 631 bin 755 kişiye 5 milyar 151 milyon TL, engelli yakını aylığı (18 yaş altı) kapsamında 98 bin 116 kişi için 620 milyon TL ödeme yapıldı. İhtiyaç sahibi olan vatandaşlardan 65 yaşını doldurmuş yaşlılara aylık bağlanıyor. 2021 yılında 836 bin 665 kişi için 7 milyar 458 milyon 919 bin 533 TL ödendi. Şartlı eğitim yardımı (ŞEY) kapsamında 2021’de 2 milyon 128 bin 750 kişiye 898 milyon TL ödendi. ŞEY, sosyal güvencesi olmayan ihtiyaç sahibi ailelere, çocukların örgün eğitime devam etmeleri şartıyla yapılıyor. (…) Dr. Kılıç ve Dr. Demir’e göre, sosyal yardım harcamaları siyasetçilerin cebinden çıkmıyor ve ‘Oy’ tehdidi olarak kullanılıyor. Oysa sosyal yardımlar aslında bir lütuf değil devletin karşılaması gereken yasal bir hak.”

Şimdi iki metni karşılaştırarak düşünün: Barış Terkoğlu’nun yazısındaki nitelik ve sıfatları yazılı vatandaşlarla Şehriban Kıraç’ın haberinde açıklanan vatandaşlar aynı insanlar. Ben bu insanları “geçirimsiz” (impermeable) olarak tanımlıyorum: Her türlü mesaja kapalı insanlar. Kendilerine “Ben kimim”“Neden yoksulum” gibi sorular sor(a)mayan yığışım. Kim bunlar? Başörtülü kadınlar, düşük eğitimliler, “dindarım” diyenler, ev kadınları... Fanatik ve neden milliyetçi olduklarını bilmeyen milliyetçiler...

Siyaset sosyolojinde bu bütün mesajlara kapalı yığışıma dayanan yönetime  Ohlokrasi deniliyor. Bilgisi ve yetkinliği olmayan geniş halk kitlelerinin desteğini alan popülist siyasetçilerin devlet yönetiminde mutlak güç elde etmesiyle oluşan bir yönetim. Yani ohlokratik diktatorya!

Özdemir İnce / Cumhuriyet

Biz, kaç Fevzi'yi ıskaladık acaba? - Alper Kaya / Evrensel

 

Fevzi Tuncay’ı nasıl hatırlarsınız?

Kimisi onu meşhur ıskasıyla, kimisi büyük bir üzüntü ve sinirle kafasını direğe peşpeşe vurduğu anlarla hatırlar. Ben ise en son, eski eşine ödeyemediği nafaka borcu nedeniyle hapse girmesiyle anımsıyordum. Sonrasında toplanan paralarla hapisten çıkmış, hayatına devam etmeye başlamıştı.

Ancak ortalama bir spor izleyicisinin dahi aklında bir şekilde yer edinen bir isimdi Fevzi Tuncay. Hikayesi, anlatılmaya değer detaylar içeriyordu şüphesiz. Sonuçta Muğlaspor’dan henüz 17 yaşındayken Beşiktaş’a transfer olmuş, sekiz yıl boyunca Beşiktaş’ta bazı dönemler düzenli forma şansı bulabilmiş, özellikle alt yaş gruplarında milli takımın kalesini başarıyla korumuş bir isimden bahsediyoruz.

Ve tabii, akılda kalan ıskalarından.

Mert Erez’in 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin finalistleri arasında yer alan “Iska” isimli belgeseli, Fevzi’yi ve belki de bizim ıskaladığımız nice Fevzileri gözler önüne sermek için oluşturulmuş; güçlü bir anlatı içeriyor. (https://www.youtube.com/watch?v=Xv637m7r0yw) Belgesel, Eduardo Galeano’nun kalecilik hakkındaki sözleriyle başlıyor. Ardından Hagi’nin Türkiye Kupası finallerinde kullandığı ve Fevzi’nin kurtardığı penaltı seyircinin gözüne ilk çarpan görüntü oluyor. Bunun sonrasında dönemsel tanıklıklar ve bazı şahsi anlatılar ile ilerliyor belgesel. Kimler yok ki? İlhan Mansız’dan Şifo Mehmet’e, Didem Dilmen’den İlker Duralı’ya kadar futbolcu ve basın emekçisi pek çok isim Fevzi’ye dair anekdotlar anlatıyor. Ve tabii ki, Fevzi’nin ilk ıskasının müsebbibi Sead Halilagiç de yer alıyor anlatıcılar arasında…

Belgesel, seyircilerle paylaşılan güçlü tanıklıkların yanı sıra harika kurgusu ve zaman zaman tüyler ürpertici derecede iyi seçilmiş müzikleriyle inanılması güç bir gövde gösterisi ortaya koyuyor. Tıpkı Fevzi’nin penaltı vuruşlarında kartal kanatları gibi açtığı kolları misali, belgesel kendi içinde açılarak ilerliyor… Bunun başarılmasındaki en önemli etmenlerden birisi ise, anlatılan her şeyin bir yapbozun parçaları gibi birbirine geçebilecek yapıda olması. Bir kişinin anlattığını bir diğeri doğruluyor, onların anlattıklarını ise Fevzi Tuncay tamamlıyor… Büyüleyici olan ise, bütün bunların hepsinin birbirinden farklı ortamlarda alınmış kayıtlar ile başarılıyor olması.

Mert Erez’in “Iska” belgeseli, bize sadece Fevzi Tuncay’ın ıskalarını anlatmıyor elbette. Düşünün ki yıllardan 1994 ve bir İstanbul kulübünün başkanı, Muğlaspor’un 17 yaşındaki kalecisini transfer etmek için harekete geçiyor. Fevzi’nin kulüpten ayrıldığı süreç, aslında bu transfer anlayışının da Beşiktaş’ı terk edip gittiği dönemi işaretliyor takvimlerimizde. Öyle ya, kaç yıl geçti aradan; böyle bir transfere kaç kez daha şahit olduk?

Giriş için Hagi’nin penaltısının kurtarıldığı sahnenin seçilmesi elbette tesadüf değil. Belgesel ilerledikçe, belgeseldeki hiçbir şeyin tesadüf olmadığı kendi kendisini kanıtlıyor… Zira Fevzi’nin akıllara kazınan ilk ıskası, bir şampiyonluk mücadelesi döneminde Galatasaray karşısında vuku buluyor. Yedi puanla şampiyonluğun kaybedildiği o sezonun ardından psikolojik olarak da kendisini iyi hissetmeyen Fevzi’nin Kulübün Yeni Teknik Direktörü Daum’dan istediği nekahat talebi kabul görmeyince yaşadığı stres ve bütün bunların üzerine art arda oynanan iki maçta, Denizlispor ile Rizespor maçlarında uzaktan toplarda birbirinin kopyası olarak elinden kayıp gol olan pozisyonlar… Bütün bunların ardından da kafasını direklere vuran Fevzi’nin yaşadığı üzüntüyü hissetmemeniz çok zor. Üstelik bütün bu olayların yaşandığı dönemde oldukça genç bir isim olan Fevzi’den tabir-i caizse ‘esirgenen’ psikolojik destek de spor kulüplerimizin zannımca hâlâ eksiklik yaşadığı bir unsur. Sahi, kim bilir biz kaç Fevzi’yi ıskaladık?

Duygusal ve oldukça şahsi bir anlatı geliştiren Erez’in belgeseli, pek çok türdeşinin yaptığı hataya düşmüyor; Fevzi’yi bizlere sadece akıllarımızda kalmasını istediği o görkemli dönemleri ile değil en güncel hali ile sunuyor ve yaşadığı hapis dönemine de finalde değiniliyor.

Aralarda verdiği detaylar ise çok düşündürücü.

Herkesin Fevzi ile özdeşleştirdiği o ıska vuruşunun öbür ucundaki isim, Sead Halilagiç’in de samimi anlatımları ve kalpleri sızlatan o ufak not belgesel türünün gücünü net biçimde yansıtmaya muktedir: “İki futbolcu, birbirleriyle hâlâ hiç görüşmediler.”

Alper Kaya / Evrensel

Robespierre ve Jakobenlere sahip çıkmak bize mi düştü? - Çağdaş Gökbel / soL

 'Yoksul kadınların giyotin karşısında örgü örmelerinin sebebi tamamen vicdanla ilişkilidir. Fransız halkının adalet çağrısıdır giyotin.'


“Düşünen insan için, tüm Fransız Devrimi’nin en trajik olayı, Marie Antoinette’in kraliçe olduğu için öldürülmesi değil, Vendee’li aç köylünün feodalizmin çirkin davası uğruna seve seve ölüme gitmiş olmasıdır." 1



1989 yılı, dünya için önemli bir dönüm noktasıdır. Fransız Devrimi'nin 200. yılında Avrupa, düşünsel bir kırılmanın eşiğindedir. Fransız Komünist Partisi ve tüm ilericiler soğuk savaşın muzaffer ideolojik orduları tarafından geriye doğru çekilmeye zorlanmaktadır. Devrimin 100. yılına nazaran tarihçilerin elinde daha fazla yazılı doküman ve kaynak vardır. Örneğin, İngiltere’de devrime dair yapılan doktora çalışmaları 200. yıla gelirken büyük bir sıçrayış göstermiştir. Bu sıçrama, zihin dünyamızdaki bir atılımı temsil etmiyor. Yani akademi Fransız Devrimi'ne daha fazla ilgi gösterdi diye ‘Konvansiyoncu’ hayaleti bir kurtarıcı silüetine dönüşmedi. Tersine devrim karşıtı ideolojik cepheye güç kazandırıldı ve bu bir filmle taçlandırıldı.

Devrimin 200. yılı şerefine çekilen iki bölümlük uzun metrajlı filmin ana temasını Oscar Wilde, giriş bölümündeki pasajdaki ifadeleriyle net bir biçimde ortaya koyuyor. Film, kitlelere bir annenin ve çocuklarının acımasız Jakobenler ve iftiracı Hebertistler tarafından nasıl ölüme sürüklendiğini gösteriyor. Tarihin trajedisini, Oscar Wilde’den aldığımız güçle bugüne uyarlayalım. Düşünen insan için, tarihin en trajik olayı 1989 yılında beyaz perde karşısında kraliçe için gözyaşı döken izleyicilerdir. Yaşananların öncesi yoktur, monarşinin aç bıraktığı kadınların artık bebeklerine süt veremediği gerçeği burjuvazinin elinin tersiyle itilir.

Burjuvazi, 1989 yılına dek devrim denen hastalıkla cebelleşmişti. Victor Hugo’nun tabiriyle konvansiyoncunun hayaleti, kendisini kralın yerine göre konumlandıran burjuvazinin enesesindedir. Jakobenlerin tarih sahnesinde açtığı perdenin ardından komünistler göründü ve Fransız Devrimi'nin gerçek temeline oturması için devrimin kontrol edilemez çocuklarının, işçi sınıfının devrimci teorisini yazdılar ve Jakoben korkusunun 200. yıla dek uzanmasına yardımcı oldular...

Muzaffer Sovyet ordusunun faşizmi ezmesi, Fransız direnişini zafere ulaştırmış, Paris sokaklarında Jakoben hayaletin büyümesini sağlamıştı. Bu öyle büyük bir dalgaydı ki savaş öncesinde faşistlerin cirit attığı öğrenci kulüplerinde artık komünistler hakimdi.


Fransa, II. Dünya Savaşı’nda korkunç bir ihanetle yüzleşmişti. Bu ihaneti, kralın feodalizmin destekçilerine kaçma girişimine benzetmek abartılı olmayacaktır. Fransız burjuvazisinin ayağını bastığı sağcılığın zemini çürüktür. Yine de konvansiyoncu korkusu, bu çürük tahtaya basmasına neden olmuştur. Fransa yine ihanete uğramaktadır; bu sefer ki ihanet dev Nazi savaş makinesinin kendisini Paris'te göstermesiyle sonuçlanmıştır. Jakobenizmin olmadığı yerde, işgal ordularına kapıları açan kralcı milliyetçiliğin ihaneti vardır. Bu yüzden burjuvazinin acil çıkış kapısı olan milliyetçilik, dünyanın her yerinde ihanetin ideolojisidir. Türkiye’deki milliyetçi pratikte bunun açık bir örneğidir. Ülkesini çıldırmışçasına sevenler, ırmağının akışına ölenler NATO’nun ülkeyi işgal edebilmesinin önünü açmıştır. Tıpkı Paris’in kapısını Nazilere açan Fransız burjuvazisi ve onun lümpen ordusu gibi. Tüm bu felaketler silsilesine rağmen Fransız işçi sınıfı gerçek yurtseverlerin komünistler olduğu gerçeğiyle yüzleşti. İşgal öncesi Fransız hükümetini ihanetle suçlayan komünistlerin haklı olduğu ortaya çıkmıştı. Frig başlığı (şapkası) artık komünistlerin kafasındaydı. Jakobenler tekrar dirilmişti ve Jakobenler ülkeye karşı ihanet içerisinde olanlara karşı yine yurseverliği örgütlüyordu. Cumhuriyet tüm varlığıyla yeniden Paris’te görünmüş, Naziler inlerinde boğulmuştu. Fransa tarihte hiç olmadığı kadar 1793’e yaklaşmıştı.

 


Kitleler devrime öylesine yakındılar ki sokaklarda Maximilien Robespierre, Jean-Paul Marat ve Saint Just’un suretleri görülebiliyordu. Burjuvazi her zamanki gibi korkularına gömülmüştü. Sonrasında olanlar ise, devrimin 200. yılına doğru ilerleyen sürecin işaretiydi. Akademi soruyordu! Devrime gerçekten lüzum var mıydı? Bu soru mucizevi bilim guruları tarafından icat edilmiş bir şey değildi. Jakobenler iktidardan düşer düşmez burjuvazinin aklını kurcalayan bir soruydu. Herkes İngiltere’ye imreniyordu, sonra bir aralar Amerikan sistemini incelemeye koyuldular.


Alexis de Tocqueville, Amerika’ya gitmiş ve demokrasi denen acayip icadı yerinde izlemişti. Oscar Wilde ise demokrasi denen icadın ne olduğunu şu şekilde açıklar: “Bir zamanlar demokrasiden büyük şeyler umulmuştu, fakat demokrasi sadece halkın halk için halk tarafından sopalanması demektir. Gerçek yüzü ortaya çıkmıştır.” Fransa’nın temeldeki paradoksu, kitlelerin duygu ve motivasyonlarını (psikolojilerini) henüz kontrol edebilecek kitle iletişim araçlarının aktif bir biçimde kullanılamamasıydı. Bu yüzden Amerikan demokrasi modeli büyük bir riskti. Fransız halkının önüne sandık konulduğunda sandığın içinden yeniden ve yeniden konvansiyoncu fırlayıp geliyordu. Victor Hugo’nun ‘93’ romanı bu korkunun izlerini sürmek için iyi bir seçenek. Fransız burjuvazisinin işi karmaşık gibi görünmektedir. Devrimi korumak için işçi sınıfına sarılmak zorundadır ama bu ilişki iktidarını tehdit etmektedir. Muhafazakarlığa döndüğünde ise kralcılar pusuda beklemektedir. Burjuvazi için Fransa’nın dengede durması uzun ve sancılı bir süreç olmuştur.

Peki, 1989’a gelindiğinde ne oldu? Komünistlerin hızla geri çekilişi, büyük 1789 devrimine dönük saldırıların artmasını sağladı. Bilimin kutlu isimleri, devrimin gereksizliğine ve Fransa’ya büyük zararlar verdiğine hükmettiler. Revizyonist tarih anlayışını ve Fransız sosyalistlerinin işbirlikçi ruhunu bir kenara bırakırsak aklı henüz başında olmaya devam eden burjuva tarihçileri, kısa süreli Jakoben deneyimin Fransız Devrimi'nin yaşayabilmesinin biricik uğrağı olarak görmektedir. Jakobenler ve kamu selameti komitesinin çalışması olmasaydı burjuvazinin iktidara yerleşmesi pek mümkün görünmüyordu. ‘Gustave Le Bon’ gibi bilimin mucizesi akıllı adamlar, Terör Dönemi dedikleri kısa süren halk iktidarını ve tüm Fransız devrimini lanetlemekle ömürlerini tükettiler. Durum öyle bir hal aldı ki Danton’u sahiplenmek dahil olmak üzere tüm aydınlanmacı sorumluluklar komünistlerin üzerine kalmıştı. Avrupa, konvansiyoncu hayaletini 1917 yılında Rusya’da görmüştü. Lenin dahil olmak üzere tüm devrimciler, Fransız Devrimi'nin Jakoben suretleriyle karşılaştırılıyordu. Lenin’in buna itiraz etmediğini, hatta sorumluluklarının farkında olduğunu ve Fransız Devrimi'ne itibarını geri kazandırdığını biliyoruz. Devrim korkusuyla kendi devrimine dahi ihanet eden bir sınıfın trajedisinin ayak izlerini takip ediyoruz. Devrimin Jakoben uğranın gerçekten burjuva niteliğinde olup olmadığı tartışmalarına girmiyorum. Bu tartışmalar köşe yazısı denen kurumun sınırlarını zorlamaktadır. Yine de bu noktada şöyle bir uyarı yapılabilir: Marx’ın devrime ilişkin sunduğu tarihsel bakış açısının dışına çok sapmamak gerekir. Bireylerin kişisel servetleri ve mesleklerine odaklanmaktan ziyade toplumsal sonuçlara ve etkilerine odaklanmak gerekmektedir.

 


Neticede elbette Robespierre, halkın avukatıydı ve bu şerefle son nefesini verdi...

Fransa, devrimin 200. yılında devrimin gereksiz olduğuna sosyalist Başbakan Michel Rocard tarafından ikna edilmeye çalışıldı. Devrim olmasaydı her şey çok daha iyi olabilirdi. Devrime karşı ihanet yine devrimcilik iddiası taşıyanlar tarafından geliyordu. Fransız halkı için 1789 artık çok uzakta bir yerlerde gerçekleşmiş bir masala dönüşmüştü. Devrim, kitlelerden uzaklaştıkça imkânsızlaşıyordu. Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine doğru hızla yuvalanırken insanlık, burjuvazi kendi devrimleri dahil olmak üzere tüm devrimleri lanetleme telaşına düşmüştü. Devrimleri lanetlemenin sonu, dolu dizgin geriye gidiştir. Gericilik hortladı, papazlar (tarikat şeyhleri) çocuklara saldırmaya ve dinciler çok sevdikleri ticarette etkin olmaya başladılar.


 “Thomas Carlyle’ye göre, Fransız Devrimi bir anlamıyla sadece Avrupa’ya özgü bir devrim değildi (Carlyle onu Çartizm’in önceli sayıyordu), aynı zamanda 19. yüzyılın büyük şiiriydi: Antik Yunan’ın mitleri ve destanlarının bir Sofokles, ya da bir Homeros eliyle değil, bizzat hayatın kendisi tarafından yazılmış gerçek hayattaki eşdeğeri. Bu, terörün tarihiydi; daha doğrusu, bizim katliam ölçülerimize göre ölü sayısı az belki birkaç on bin olmasına rağmen, yaygın olarak hâlâ Terör Dönemi diye bilinen 1793-1794 Jakoben Cumhuriyeti’nin. Örneğin, peşi sıra Britanya’da Barones Orcz’nin The Scarlet Pimper-nel’ı gibi edebi taklitlerinin çıktığı Carlyle’nin eserinin ve Dickens’ın (Carlyle’den etkilenmiş) İki Şehrin Hikâyesi’nin sayesinde, halkın bilincine kazınmış en yakın devrim resmi bu şekildeydi: giyotin bıçaklarının gümlemesi, karşı-devrimcilerin kafalarının kesilişini oldukları yerde kayıtsızca seyrederken örgü örmeye devam eden sans-culottes kadınlar." 2

Yoksul kadınların giyotin karşısında örgü örmelerinin sebebi tamamen vicdanla ilişkilidir. Fransız halkının adalet çağrısıdır giyotin. Robespierre, bu şimşeklerden kimsenin kaçamayacağını çok iyi biliyordu. Binlerce yıl, çocukları toprak ağaları ve kilise tarafından yenen yoksul insanların adalet karşısındaki saygı duruşudur giyotin! Şimdi, soru ortadadır. Devrime ne kadar yakınız? Devrimi uzağımızda hissetmemize neden olan imkânsızlıkları nasıl ortadan kaldırırız? Burjuvaların devrimci suretlerine sahip çıkmak bize mi kaldı? İnsanlığı ileriye taşımak istiyorsak Terör Dönemi diye nitelendirilen zaman aralığı dahil olmak üzere tüm devrimci atılımlara sahip çıkmak zorundayız. Buna Türkiye Cumhuriyeti’nin devrimci-aydınlanmacı pratiği elbette dahil. Burjuvazi kendi devrimini satmakta ve iktidarı uğruna karanlığa sıkı sıkıya sarılmakta özgür. Ancak biz aydınlığı tekrar kucaklayacak, sans- culottes’ların iktidarını kuracaksak eğer Frig başlığını başımıza yeniden geçirmek ve devrimci yurttaşı yaratabilmek için mücadele etmek zorundayız. Burjuvazinin yarım kalmış devrimleriyle kavga etmeyi iş edinmiş sol liberallerin, Fransa’daki sosyalistlerle kardeş olduklarını hatırlamak zorundayız. Fransız devriminin yetersizlikleriyle uğraşarak ileriye değil ancak geriye gidilebilir. 

Şimdi, tıpkı Fransa’da olduğu gibi 1923 hepimize binlerce yıl uzaktaymış gibi görünüyor ve saltanat sanki hiç kaldırılmamış gibi. Burjuvazi sömürüyü daha da azgınlaştırmak için tarikatlara güç veriyor, tarikatlar güçlendikçe yurttaş- vatandaş ortadan kalkıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin Jakoben bir birikimi vardı ve faşist darbelerle örselenmeden önce sosyalizmle dirsek temasının olduğunu çok iyi biliyoruz. Okuma yazma bilmeyen insanlarımızın ölen çocuklarının kaderi için atmak zorunda bırakıldıkları imzanın bir adalet çağrısına dönüşmesini mi istiyoruz? Çocukların geleceğini karartan tarikatçıların halkın şimşekleriyle yüzleşmesini mi istiyoruz? Öyleyse Jakobenizme sahip çıkacak ve Cumhuriyetin açtığı kapıdan geçerek devrime ve sosyalizme yürüyeceğiz. Bundan başka yol yok.

Devrimin 200. yılı nedeniyle çekilen iki bölümlük ‘La Révolution française (Fransız Devrimi)’ filminden bir kare. Maximilien de Robespierre rolünü aktör Andrzej Seweryn üstlenmiştir.

 Çağdaş Gökbel / soL

  • (1)Wilde, Oscar (2016). Sosyalizm ve İnsan Ruhu. Çev: Fatih Özgüven. Metis Yayınları
  • 2.Hobsvawm, J. Eric (2016). Fransız Devrimi’ne Bakış. Çev: Osman Akınhay. İstanbul. Agora Kitaplığı

26 Haziran 2023 Pazartesi

Reuters: ABD ve İsveç savcıları Bilal Erdoğan’ın adının geçtiği yolsuzluk şikayetini inceliyor+AP'deki rüşvet skandalı Bilal Erdoğan'ın sözcüsüne uzandı (soL)

 Reuters: ABD ve İsveç savcıları Bilal Erdoğan’ın adının geçtiği yolsuzluk şikayetini inceliyor


Dignita adlı şirketin ürünlerinin satışında 10 yıllık ticari ayrıcalık karşılığı, Bilal Erdoğan'ın YK üyesi olduğu iki kuruma on milyonlarca dolar lobi ücreti ödeyeceğini taahhüt ettiği iddia edildi.

ABD ve İsveç'teki yolsuzlukla mücadele yetkililerinin, bir ABD şirketinin İsveç'teki iştirakinin rüşvet planlarıyla ilgili, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan’ın da adının geçtiği bir şikayeti incelediği öne sürüldü.

Reuters haber ajansının özel haberine göre şirket, ürettiği bir alkolmetrenin Türkiye’de pazar hakimiyeti sağlamasına Bilal Erdoğan’ın yardımcı olması halinde, on milyonlarca dolar komisyon ödemeyi taahhüt etti.

VoA Türkçe'nin aktardığına göre şirketin önerdiği teklif, Reuters tarafından görülen iletişim ve işletme belgelerinin yanısıra konuyla ilgili bilgi sahibi bir kaynak tarafından da detaylandırıldı. Reuters bu planı ve bunun sonucunda ortaya çıkan ön soruşturmaları haberleştirdi.

'Şirket projeden aniden vazgeçti'

Yetkililere sunulan ve Reuters tarafından incelenen bireysel şikayete göre, sonuçta Bilal Erdoğan’a herhangi bir komisyon ödenmedi. Konuyla ilgili bilgi sahibi iki kişiye ve Reuters tarafından görülen şirket yazışmalarına göre, İsveçli şirket Dignita Systems AB, geçen yılın sonlarında projeden aniden vazgeçti.

Dignita'nın Amerikalı sahibi Reuters'a yaptığı açıklamada, Türkiye'de "potansiyel olarak endişe verici uygulamalar" olduğunu öğrendiğini ve ilgili birkaç kişinin işine son verdiğini söyleyerek, projenin durdurulduğunu doğruladı.

Şikayete göre şirketin planı, Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetiminin Dignita'nın ürününün satışlarını arttıracak düzenlemeleri geçirmesiydi. Bu ürün, sürücü sarhoş olduğunda aracın kontağını kilitleyen gösterge paneli alkolmetresi.

10 yıllık ticari ayrıcalık için Bilal Erdoğan'ın yönetici olduğu kurumlara para teklifi

Şikayete göre Dignita, ürünlerinin satışında 10 yıllık ticari ayrıcalık (münhasırlık) karşılığında, Bilal Erdoğan'ın yönetim kurulu üyesi olduğu iki kuruma paravan bir şirket aracılığıyla on milyonlarca dolar lobi ücreti ödeyeceğini taahhüt etti.

Reuters’a göre bu girişim Eylül ayında engellenmiş olsa da yatırımcıların Bilal Erdoğan'ı, 28 Mayıs'ta beş yıl için yeniden seçilen Cumhurbaşkanı Erdoğan'a erişim sağlamak için nasıl kilit bir kişi olarak gördüğüne dair bir ipucu veriyor.

Dignita'nın icra kurulu başkanı Anders Eriksson, Reuters'a yaptığı açıklamada, şirketten ayrılmak üzere olduğu ve gizlilik anlaşması imzaladığı için iddia edilen plan hakkında konuşamayacağını söyledi.

Bilal Erdoğan avukatı aracılığıyla yaptığı açıklamada, Dignita ile işbirliği yaptığı iddialarının "tamamen asılsız" olduğunu ve bunun bir "yalanlar ağı" olduğunu söyledi. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'ndan üst düzey bir yetkili de Reuters’a yorum yapmayı reddetti.

Reuters, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Bilal Erdoğan’ın, Dignita'nın iddia edilen ‘rüşvet planı’ndan haberdar olup olmadıklarını veya bu plana dahil olup olmadıklarını bağımsız olarak teyit edemedi.

Reuters tarafından görülen resmi yanıtlara göre, Nisan ayında şikayeti alan ABD Adalet Bakanlığı ve İsveçli savcılar, önce bir özel ajanı ardından bir polis müfettişini incelemeler yapmak, ABD ve İsveç’in yolsuzlukla mücadele yasalarının herhangi bir hükmünün ihlal edilip edilmediğini belirlemek üzere görevlendirdi.

Ön incelemeler resmi soruşturmalara ya da suçlamalara yol açmayabilir. Amerikalı ve İsveçli yolsuzlukla mücadele uzmanları, her iki ülkede de komisyon ödeme taahhüdünün belirli koşullar altında cezai bir suç teşkil edebileceğini söyledi.

Washington'daki yolsuzlukla mücadele eden Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nden avukat Scott Greytak, ABD’de para el değiştirmemiş olsa bile “Yabancı Yolsuzluk Uygulamaları Yasası”nın (FCPA) ihlalinin tespit edilebileceğini söyledi. Greytak, "Ancak anlaşma olması ve bu paranın gideceği banka hesabı açılması gibi aleni bir eylem olduğunu kanıtlamanız gerekir" dedi.

Adalet Bakanlığı ve İsveçli savcıların sözcüleri ise Reuters’a, yorum yapmayacaklarını söyledi.

ABD, Dignita'nın Türkiye'deki eylemlerini FCPA kapsamında soruşturmak için yargı yetkisine sahip olabilir. Çünkü İsveçli şirket, dünyanın en büyük varlık yöneticilerinden biri olan Apollo Global Management'ın sahibi olduğu Teksas merkezli şirket 1A Smart Start’a ait.

Apollo, iddialarla ilgili soruları Smart Start'a yönlendirdi. Smart Start ise Türkiye'de hiçbir zaman ürün satmadığını ya da gelir elde etmediğini bildirdi.

Şirket Reuters'a yaptığı açıklamada, "Türkiye'de gelecekteki iş fırsatlarıyla ilgili potansiyel olarak endişe verici uygulamaları öğrendikten sonra, derhal araştırdık ve ilgili tek çalışanın ve üçüncü taraf danışmanların işine son vermek dahil, derhal önlemler aldık. Sonuç olarak, Türkiye'de ticaret yapma konusunda bir ilerleme kaydetmedik" ifadelerini kullandı.

Türk şirket kayıtlarına göre Smart Start'ın, Türkiye'de kayıtlı bir iştiraki mevcut.

Dignita'nın Türkiye'deki bu girişimine İsveç'in ön soruşturma başlattığı haberi, Ankara ile Stockholm arasındaki ikili ilişkilerin hassas bir dönemine rastladı. Türkiye, İsveç'in NATO’ya katılımını, teröristlere evsahipliği yaptığı gerekçesiyle engelliyor. İsveçli yetkililerse bu suçlamayı reddediyor.

'Strateji iki yönlü oluşturuldu'

Cumhurbaşkanı Erdoğan için 2022 yazında hazırlanan ve Reuters tarafından görülen sekiz slaytlık sunuma göre İsveçli şirketin planı, Türk makamlarını alkolmetre ve kontak kilitlerinin kullanımını, belirli sürücü ve araç kategorileri için zorunlu hale getirmeye ikna etmek ve ardından bunların tedariki için 10 yıllık münhasırlık elde etmek üzerine kuruluydu.

Haziran 2022 tarihli mesajın bir kopyasının da yer aldığı ticari belgelere göre, dört yıl süren hüsranla sonuçlanan çabaların ardından Dignita, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, planını özetleyen bir mektup göndermeyi başardı.

Konuyla ilgili bilgi sahibi bir kaynağın Reuters’a aktardığına göre bu fırsat, Dignita'dan bir temsilcinin geçen yıl Şubat ayında İstanbul'da Bilal Erdoğan'la bir araya gelerek iki yönlü bir stratejiyi gözden geçirmesinden yaklaşık dört ay sonra ortaya çıktı.

Reuters’ın gördüğü 11 sayfalık "pazarlama keşif anlaşması"nda ayrıntılı olarak ortaya konan stratejinin ilk bölümüne göre, Smart Start'ın Türkiye'deki bir iştirakı, İsveç ve ABD firmalarınca seçilen bir kişinin kontrolündeki İstanbul merkezli bir paravan şirkete, düzenli danışmanlık ücreti ödemeyi taahhüt etti.

Paravan şirkete ödenecek danışmanlık ücretleri, Dignita'nın kitleriyle donatılmış araç sayısına bağlı olarak cihaz başına ve aylık 50 sent ila 3 dolar arasında değişiyordu. Mart 2022 tarihli anlaşma ve Dignita yazışmalarına göre bu şekilde ve öngörülen 10 yıllık münhasırlık süresi boyunca, paravan şirkete aktarılan toplam ücret 500 bin araç için 54 milyon dolar, iki milyon araç için ise 384 milyon dolar olacaktı.

'İbn Haldun Üniversitesi ve TÜGVA Gençlik Vakfı'na yüklü bağış' planı

Konuyla ilgili bilgi sahibi kişiye göre stratejinin sadece sözlü olarak tartışılan ikinci kısmı, paravan şirketin Bilal Erdoğan'ın yönetim kurulu üyesi olduğu iki kuruma, İbn Haldun Üniversitesi ve TÜGVA Gençlik Vakfı'na yüklü bağışlar yapmasını öngörüyordu.

İbn Haldun Üniversitesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İstanbul Belediye Başkanı olduğu 1990'lı yıllarda kurulmasına yardımcı olduğu bir yardım kuruluşu olan TÜRGEV (Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı) tarafından kuruldu. TÜGVA ise sosyal yardım projeleri için bağış toplamaya yetkili, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olarak kayıtlı; Türkiye'de 20’den fazla şehirde öğrenci yurtları işletiyor.

Reuters’a göre bu iki vakıf, sosyal yardım faaliyetlerini destekleyecek şekilde genişledi. Muhalefet liderleri ise bu faaliyetleri Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçmenlerini kollamak için ülke çapında kullandığı bir himaye sistemi olarak tanımlıyor.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'ndan üst düzey bir yetkili, siyasi muhalifler tarafından dile getirilen himaye suçlamaları hakkında yorum yapmayı reddetti.

TÜRGEV'in sözcüsü vakfın Dignita ile herhangi bir ilişkisi olmadığını belirterek, vakfın usulsüz faaliyetlerde bulunduğuna dair iddiaların asılsız olduğunu söyledi.

Sözcü, "Faaliyetlerimizin şeffaflığını sağlamak amacıyla idari ve mali süreçlerimiz bağımsız denetçiler tarafından düzenli olarak değerlendirilmektedir" dedi. İbn Haldun Üniversitesi ve TÜGVA yöneticileri ise Reuters’ın yorum taleplerine yanıt vermedi.

Bilal Erdoğan’ın nadiren kamuoyu önüne çıktığını yazan Reuters, 42 yaşındaki işadamının Erdoğan ailesinin diğer üyeleriyle birlikte, bir deniz taşımacılığı ve inşaat şirketi olan BMZ Group'ta azınlık hisselerine sahip olduğunu kaydetti.

Bilal Erdoğan’ın adının geçmişte yolsuzluk iddialarıyla anıldığını da hatırlatan Reuters, “İtalyan savcılar 2016 yılında Bilal Erdoğan hakkında ülkeye beyan etmeden nakit para soktuğu şüphesiyle kara para aklama soruşturması yürüttü. Erdoğan suçlamaları reddetti ve İtalyan savcılar da delil yetersizliğini gerekçe göstererek soruşturmayı geri çektiler. Önceki yıl Rus hükümeti, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın oğlunun Suriye'deki IŞİD ile sınır ötesi petrol ticaretinden kazanç sağladığına dair kanıtları olduğunu iddia etti. Rusya elindeki kanıtları paylaşmayı reddetti. Bilal Erdoğan iddiaları reddederek radikal isyancıların Türkiye'nin düşmanı olduğunu söyledi” ifadelerine yer verdi.

Dignita, trafik güvenliği cihazlarını satmak amacıyla Türkiye piyasasına 2017 yılında girdi. Türk şirket kayıtlarına göre o yıl Dignita CEO'su Eriksson, Smart Start tarafından kurulan Türk şirketinin başına geçti.

Konuyla ilgili bilgi sahibi bir kişi, Dignita ve Smart Start'ın birkaç yıl boyunca Cumhurbaşkanı Erdoğan'a dolaylı da olsa erişim sağlayamadıkları için çok az ilerleme kaydettiklerini söyledi.

Konuyla ilgili bilgi sahibi bir kişiye göre, 2021 yılının başlarında Eriksson’un bir yardımcısı, İsveçli şirketin planını ilahiyat profesörü ve siyasetçi İrfan Gündüz'e sunabildi ve bu bir dönüm noktası oldu. Reuters’ın kaynağına göre Dignita'nın Gündüz’ü seçmesinin nedeni, Bilal Erdoğan'a yakınlığıyla bilinmesi ve bu sayede Cumhurbaşkanı'na erişim sağlanabilecek olmasıydı. Gündüz, İbn Haldun Üniversitesi'nin mütevelli heyeti başkanı; Bilal Erdoğan da başkan yardımcısı.

30 Mayıs'ta bir iş gezisinde olduğunu söylediği ABD'de kendisine ulaşılan Gündüz, Reuters'a verdiği demeçte "Bunların hepsi dedikodu. Ne ben ne de Bilal bu şirketten haberdar olduk; bu şirketle hiç görüşmedik" dedi.

İrfan Gündüz '100 milyon dolarlık lobi ücreti' istedi mi?

Şirket yazışmalarına ve konu hakkında bilgi sahibi bir kişiye göre, Gündüz'le yapıldığı iddia edilen görüşmenin ardından kapılar aniden açılmaya başladı ve Dignita, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yönetiminin üst düzey bir üyesiyle, trafik güvenliği düzenlemelerini alkolmetre ve kontak kilidi kullanımını kapsayacak şekilde nasıl değiştireceklerini görüşebildi.

Bazı ülkeler toplu taşıma operatörlerinin yanısıra alkollü araç kullanmaktan hüküm giymiş sürücülerin de araçlarını kontak kilitleme sistemleriyle donatmalarını zorunlu kılıyor. Motoru çalıştırmadan önce sürücü bir ağızlığa üflüyor; nefesteki alkol konsantrasyonu yasal olarak izin verilen sınırın üzerindeyse, cihaz motorun çalışmasını engelliyor.

Konuyla ilgili bilgi sahibi bir kişiye göre 2021 baharında Dignita, Gündüz'ün potansiyel olarak 100 milyon dolara kadar çıkabilecek bir lobi ücreti istediğini öğrendi. Dignita CEO'su Eriksson, 8 Haziran'da Türkiye'deki yardımcısına gönderdiği mesajda "Bunu görüşelim" dedi.

Reuters’ın incelediği yazışmalarda Eriksson ve yardımcısı, özellikle toplantı programlarını tartışırken başlangıçta Gündüz ve Bilal Erdoğan'dan isimleriyle, ya da Bilal söz konusu olduğunda "oğul" olarak, bahsetmişler. Ancak daha sonra Türk tarafını "Lobi" olarak tanımlayarak ihtiyatlı davranmışlar.

Eriksson bir mesajında "Lobi bunun için 100 milyon alırsa son derece mutlu olacaklar. Bu kadar paraya yakın bir paraları olduğunu ya da bir daha 100 milyonu bu kadar kolay kazanma fırsatına sahip olacaklarını hayal bile edemiyorum" dedi.

Reuters, Gündüz'ün lobicilik ücreti ödenmesini talep edip etmediğini bağımsız olarak teyit edemedi.

Eriksson, yardımcısına gönderdiği sonraki mesajlarda, böyle bir ücretin hangi hizmetleri satın alacağını açıklığa kavuşturmaya çalıştı. Aynı gün bir başka mesajında "Lobinin bizi zaman içinde desteklemesini ve rekabetten 'korumasını' istiyoruz" diye yazdı. Dignita CEO’su, Ankara eğer rekabete izin verirse, ücretlerin yarıya indirileceğini söyledi.

Eriksson ayrıca Dignita'nın Türkiye'de para kazanmaya başlayana kadar herhangi bir lobi ücreti ödemeyeceğini de açıkça belirtti. CEO, 14 Haziran 2021’deki mesajında "Eğer kabul etmezlerse, dursak iyi olur çünkü sahiplerimiz bize ödeme yapılmadan onlara ödeme yapmamıza asla izin vermezler" dedi.

Konuyla ilgili bilgi sahibi bir kaynağa göre, 2022 yılı başlarında İsveç ve Türk tarafları peşin ödeme fikrinden vazgeçerek, lobi ücretlerinin paravan bir şirket aracılığıyla ödenmesini öngören iki yönlü bir strateji izlemeye başladı.

Bu kaynak, Bilal Erdoğan'la geçen yıl 25 Şubat'ta İstanbul'un Anadolu yakasındaki bir çocuk müzik okulunda gerçekleştiği iddia edilen karşılaşmanın ardından Dignita'nın Cumhurbaşkanı Erdoğan'a iş teklifini özetleyen resmi bir mektup göndermesi gerektiğini anladığını söyledi.

Erdoğan mektubu gördü mü?

Şirket yazışmalarına göre Anders Eriksson 2022 yazında Smart Start'ın CEO'su Matthew Strausz'dan bir mektup taslağı ve bazı talimatlar aldı. Amerikalı CEO 23 Haziran tarihli bir mesajda İsveçli meslektaşına "Anders, eke bak. Cumhurbaşkanı'na nasıl hitap edeceğimiz dışında kullanacağımız taslak bu. Avukat tarafından onaylandı. Tercüme ettirip son onay için geri gönderebilir misiniz? Apollo'nun (...) bir avukatı var, son gözden geçirmeyi yapacak, sonra da şahsen göndermeniz için size vereceğiz" diyor.

Strausz soruları Smart Start'ın bir sözcüsüne yönlendirdi; sözcü şirketin Reuters'in sorularına verdiği yanıtta CEO'nun rolüne değinmedi.

Reuters’ın gördüğü mektubun son versiyonu 29 Haziran 2022 tarihli ve Dignita CEO'su tarafından mavi mürekkeple imzalanmış. Üç sayfalık mektuba Eriksson, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı Türkiye'deki yollarda güvenliği arttırma konusundaki başarılarından dolayı överek ve şirketinin bu konuda kendisine, daha da ilerlemesi için yardımcı olmaya istekli olduğunu söyleyerek başlıyor.

CEO, alkollü araç kullanan suçlular ve okul servisleri gibi toplu taşıma araçları için kontak kilitlerinin zorunlu hale getirilmesi ve Dignita'ya bir ihale verilmesi halinde, şirketin "yatırımı mümkün kılmak için gerekli olan temel garantileri ve koşulları" görüşmeye hazır olduğunu belirtiyor.

Konuyla ilgili bilgi sahibi bir kişiye göre mektup İrfan Gündüz'e gönderildi ve Temmuz ayı ortasında cumhurbaşkanlığına teslim edildi.

Dignita, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mektubu görüp görmediğini tespit edememiş olsa da, mektubun anında ve olumlu bir etki yarattığını söyledi.

Aynı ay İsveçli şirket Gündüz'den, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yönetiminin üst düzey bir üyesiyle ve muhtemelen cumhurbaşkanının kendisiyle bir sonraki adımları görüşmek üzere yakında toplantılar yapılacağını öğrendi.

Türkiye'deki ticari kayıtlara göre, planlanan paravan şirket Temmuz ayında İstanbul'da kuruldu. Yasal başvurulara göre şirketin amaçlarından biri yerli ve yabancı şirketler arasında arabuluculuk yapmak. 2022 Ağustos ayında da Dignita, Cumhurbaşkanı Erdoğan için sekiz slaytlık bir belge hazırladı.

Ancak konu hakkında bilgi sahibi olan diğer kişiye göre o zamana kadar Dignita'nın ABD'deki sahipleri Smart Start ve Apollo, bu projenin ABD rüşvetle mücadele yasalarını ihlal edebileceği gibi uygunsuz yönlerinden endişe duymaya başlamıştı; kurum içi bir incelemenin ardından projenin durdurulmasına karar verildi.

Reuters tarafından görülen bir mesaja göre geçen Eylül ayında Dignita, Türk tarafındaki görüşmelere katılan bir kişiye İsveçli şirketin projeden vazgeçtiğini bildirmiş ancak herhangi bir neden belirtmemiş. Bu katılımcı ise "Hadi hayırlısı" şeklinde yanıt vermiş.(26/06/2023)

AP'deki rüşvet skandalı Bilal Erdoğan'ın sözcüsüne uzandı 

Avrupa Parlamentosu'nu sarsan Katar Gate soruşturmasında Bilal Erdoğan'ın yasal sözcülüğünü yapmış olan Hakan Camuz'un da adı geçiyor.

Avrupa Parlamentosu'nu sarsan ve "Katar Gate" olarak adlandırılan yolsuzluk skandalında Türkiye bağlantısı olduğu ortaya çıktı.

DW Türkçe'den Serdar Vardar'ın ulaştığı bilgilere göre, skandalla ilgili Brüksel'de yürütülen soruşturmada TURKEN Vakfı ve MÜSİAD'ın İngiltere'deki eski temsilcisi Hakan Camuz ve yönettiği şirketlerin de adı geçiyor.

Geçtiğimiz yıl Dünya Kupası'na ev sahipliği yapan Katar'ın Avrupa Parlamentosu'ndan (AP) bazı milletvekili ve çalışanlarına rüşvet verdiği gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştı. Soruşturma kapsamında Avrupa Parlamentosu eski Başkan Yardımcısı ve Yunan politikacı Eva Kaili, hayat arkadaşı Francesco Giorgi tutuklanmıştı. Giorgi aynı zamanda Katar Gate skandalının baş sanığı olduğu düşünülen İtalyan politikacı ve eski AP Milletvekili Antonio Panzeri'nin de yardımcısıydı.

Üç isim de önce gözaltına alınmış, sonra da şartlı tahliye edilmişti. Soruşturma devam ediyor.

Paravan şirkete Hakan Camuz'dan para transferi 

Skandalın kilit isimlerinden biri olan Giorgi, soruşturma kapsamında yetkililere verdiği ifadede, skandalın Türkiye bağlantılarını gündeme getirdi. İfadeye göre, Katar ve Fas tarafından Avrupa politikalarını etkilemek için kullanılan bir organizasyonun parçası olduğunu itiraf eden Giorgi, rüşvet trafiğinde nakit para almak yerine şirket kurarak para akışını yasallaştırmaya çalıştıklarını anlattı. İtalya'da bu amaçla "Equality" adında paravan bir şirket kurduklarını söyleyen Giorgi, "Hakan'a ve adını hatırlamadığım İngiltere'deki şirketine başvurmayı öneren Filistinli'ydi" dedi.

AKP hükümeti ve Erdoğan'ın ailesi ile ilişkileri olan Camuz, Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın bir dönem yasal sözcülüğünü üstlenen bir isim. Aslında avukat olmayan Camuz'un İngiltere'de Stoke White LTD adında bir danışmanlık şirketi bulunuyor. 

Dosyada yer alan iddialara göre Hakan Camuz'un yöneticisi olduğu şirket ve bir vakıf 2019-2020 yılları arasında "Equality" adlı paravan şirkete en az 115 bin avro yolladı. Belgelerde paravan şirkete Camuz'un firması üzerinden 55 bin avro, mütevelli heyetinde olduğu ve Londra'da 2009 yılında kurulan Radiant Trust Vakfı'nın hesaplarından da yine aynı dönemde 60 bin avro para aktarıldığı görülüyor. 

Giorgi ifadesinde, organizasyonundaki görevinin "eski patronu Antonio Panzeri'nin muhasebecisi Monica Bellini ve kızı Silvia'yı Hakan ile temasa geçirmek" olduğunu söyledi. Giorgi, yaptığı işleri "Silvia bir avukat olarak raporları hazırlıyordu. Ben de yabancı dil bilgimle Equality şirketine yardımcı oluyordum. İtalyan firmasının İngiliz firmasını kullanmasını kılıfına uydurmak için raporlar İngilizce sunulmalıydı. O yüzden ben de ailemde İngilizce konuşanlardan yardım isteyerek hizmet verdik, ama ailem aslında ne olup bittiğini bilmiyordu" diye anlattı.   

Paravan şirketin hesaplarını inceleyen yetkililer, Camuz'un yanı sıra Türkiye'den başka bir şirketin daha Equality'e para yolladığını tespit etti. Bu şirketin adı belgelerde "Team Organizasyon Basın Yayın Ticaret Limited Şirketi" olarak geçiyor. İstanbul Fatih'te 2016'da Filistin uyruklu Hamza A. F. Harara tarafından kurulan şirket, Şubat 2018'de Lübnan vatandaşı Hassan Dergham'a devrediliyor. Elde edilen bilgilere göre şirket devir sonrası, Aralık 2018 ile Şubat 2019 arasında, İtalya'daki paravan şirkete toplamda 200 bin avro ödeme yaptı. 

Giorgi'nin para transferi ile ilgili iddialarını, eski patronu Panzeri'nin verdiği ifadeler de destekliyor. Belgelere göre Panzeri, Katar'dan gelen paranın büyük bir kısmının kendilerine "Londra'daki bir Türk iş adamı ve avukatı" aracılığıyla aktarıldığını söyledi. Giorgi'nin ifadesinde bahsettiği Filistinli'nin Harara mı ya da Dergham mı olduğu ise bilinmiyor. Camuz'un soruşturmaya dahil edilip edilmeyeceği de belirsiz. 

Camuz yolsuzluğa karıştığı iddiasını kabul etmedi 

Şu anda soruşturma dosyasına dahil olmayan Hakan Camuz, hakkındaki iddialara ilişkin DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

Paravan şirket Equality'e ödemeler yaptığını kabul eden Camuz, ancak Katar Gate soruşturması kapsamında adı geçen siyasileri tanımadığını belirterek Katar lehine rüşvet parası sağlamak üzere şirkete ödeme yaptığı iddialarını yalanladı.

Francesco Giorgi ile Katar'ın başkenti Doha'da tanıştığını, kendisinin özellikle AP'deki başarılı lobi çalışmalarından çok etkilendiğini belirten Camuz, Giorgi'den etik lobicilik hizmetleri almak ve Avrupa Birliği fonlarına erişmek için ödemeleri yaptığını söyledi. 

Hakan Camuz ve Erdoğan ailesiyle ilişkisi  

Daily Sabah'ın haberine göre, CNBC'de yayınlanan ve Bilal Erdoğan'ı aşırı İslamcı gruplara yardım ettiği belirtilen İnsan Hak ve Hürriyetleri ve İnsani Yardım Vakfı (İHH) ile ilişkilendiren bir habere karşı açılan tekzip davasında Hakan Camuz, 2014 yılında Erdoğan'ın basın sözcülüğünü yapmıştı. 

Camuz'un İngiltere'deki şirketi ayrıca 10 kişinin İsrail askerleri tarafından öldürüldüğü Mavi Marmara olayını Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne taşımak istemiş, ancak mahkeme başvuruyu kabul etmemişti.

Hakan Camuz, AKP hükümetinin dış politikaları ile bağlantılı davalarla da biliniyor. DW Türkçe'ye yolladığı yanıtta Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a karşı Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde dava açan ilk firma olduklarını, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri haklarında savaş suçları ve siyasi suikastler suçlamasıyla, Hindistan hükümeti hakkında da Keşmir'de işlediği iddia edilen insan hakları suçları nedeniyle Avrupa'nın farklı ülkelerinde dava açtıklarını belirtti.

AKP'l Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan öncülüğünde kurulan TÜRGEV (Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı) ve Ensar Vakfı işbirliği ile 2014 yılında ilk olarak ABD'de kurulan TURKEN Vakfı'nın İngiltere temsilciliği de 2015 yılında Hakan Camuz'un firması Stoke White'ın Londra'daki adresinde kuruldu. Camuz, vakfın İngiltere temsilciliğini 2019'a kadar yönetti.

Sonrasında vakfın yönetimi hukuk firmasındaki ortağı Türkan Akbaş ile Recep Tayyip Erdoğan'ın yakın arkadaşı ve çocuklarının eğitim sponsoru Remzi Gür'ün kızı Yasemin Gür Solmaz'a bıraktı. 

Türk ve Müslüman öğrencilere barınma, burs ve diğer kültürel programlar aracılığıyla yardım ettiği belirtilen TURKEN Vakfı, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun 2022 yılının Mayıs ayındaki iddialarıyla gündeme oturmuştu. Kılıçdaroğlu, ABD'deki TURKEN vakfına toplamda bir milyar lira aktardığını belirtip "Toplu bir kaçış planı yürürlükte" diyerek Erdoğan'ın vakıf süsü verdiği paralel yapılarla yurt dışına para aktardığını iddia etmişti.

Hakan Camuz - Mehmet Şimşek bağlantısı 

Hakan Camuz'un şu anda hayatını Londra'da sürdüren eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'le de bağlantısı bulunuyor. Mehmet Şimşek 5 Ağustos 2021 yılında İngiltere'de London RS Properties adı altında bir firma kurdu. Firmanın kuruluşunda yer alan ve bir dönem müdürlüğünü yapan kişi ise Hakan Camuz.

London RS Properties firmasının Mehmet Şimşek'le beraber diğer bir ortağı da Türkiye’nin bir çok yerinde köprü, viyadük, otoyol, ve maden projesi ihaleleri alan Ek-Pet İnşaat şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı Abdurrahman Reşitoğlu.

DW Türkçe'nin bu konudaki sorusuna yanıt veren Camuz, "London RS Properties gayrimenkul sirketi kuruluş aşamasında prosedürler doğrultusunda bir ihtiyaçtan dolayı çok kısa bir sure direktörlük rolümün olduğu ve kurulduktan hemen sonra istifa ettiğim bir firmadır" yanıtını verdi. Camuz, eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'i dostu olarak tanımladı.

Mehmet Şimşek ise DW Türkçe'nin konuya ilişkin sorularına yanıt vermedi.

Sahte evlilikler düzenleyen göçmenlik uzmanı

Camuz, gönderdiği yanıtlarda faaliyetlerini de "göçmenlik hukuku alanında yaptığımız çalışmalar son 10 yılda daha çok insan hakları ihlalleri ve savaş suçları alanında yoğunlaşmış bulunmaktadır" şeklinde açıkladı.

Mütevelli heyetinde bulunduğu ve insan hakları örgütü olarak tanıtılan Radiant Trust'ın web sitesine göre vakfın tek bir çalışanı var. O da operasyon müdürü Zafer Altınbaş. Radiant Trust sayfasına göre göçmenlik ve insan hakları konularında uzman olan Altınbaş, İngiltere basınında yer alan bilgilere göre 2013 yılında Arnavutluk mafyası mensupları da dahil binlerce kişiye sahte evlilikler düzenleyerek Birleşik Krallık vatandaşlığı almalarını sağlamak ve bu yolla elde edilen 2 milyon sterlinlik haksız kazancı aklamaktan yargılanarak 6 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı.

İtalyanca da bildiği belirtilen Zafer Altınbaş, 26 Nisan 2019'da Londra'da kurduğu Black Pearl Management Consultancy adlı şirketinin yönetimini 26 Ekim 2021 tarihinde Hakan Camuz'a devretti. 

Katar Gate'de neler olmuştu?

Belçika'nın başkenti Brüksel'de savcılığın yürüttüğü yolsuzluk soruşturması kapsamında Aralık 2022'de 16 eve yapılan baskınlarda 1,5 milyon avro nakit para ele geçirilmiş ve Yunan siyasetçi Eva Kaili gözaltına alınmıştı. Polis, Kaili'nin dairesinde yaptığı aramada içinde yüklü miktarda nakit paranın bulunduğu çantalar bulunduğunu duyurmuştu. 2022 FIFA Dünya Kupası'nın ev sahibi Katar'ın yanı sıra ve Fas'ın da aralarında bulunduğu ülkelerin AP vekillerine ve çalışanlarına rüşvet verdiği iddiasıyla başlatılan soruşturmada dört kişi tutuklandı.

Ancak Panzeri ve Giorgi, AP'nin diğer üyelerini etkilemek için Katar ve Fas'tan rüşvet aldıklarını itiraf ederek savcılıkla anlaşma yapıp şartlı tahliye edildi. Aralık ayında tutuklanan ve bütün suçlamaları reddeden Eva Kaili ise 14 Nisan'a kadar tutuklu kaldı. Bu tarihte Kaili'nin de şartlı tahliyesiyle artık tutuklu sanık kalmadı. Soruşturma devam ediyor. 

Giorgi ve Panzeri'nin haftalarca aynı hücreyi paylaştıkları basına yansımış ve gözaltında birlikte savunma planlamış olabilecekleri suçlamalarına yol açmıştı. Uzmanlara göre iki şüphelinin bir hücreye kasıtlı olarak konularak konuşmalarının kaydedildiği durumlar Belçika'da daha önce yaşandı. 

Panzeri ifadesinde, Kaili'nin 2019 Avrupa Parlamentosu seçim kampanyasını finanse etmek için Katar'dan 250 bin avro aldığını iddia etti. 

Katar Şeyhi'nin vergi cennetindeki firması

Öte yandan, Katar'ı yöneten Al-Thani hanedanı mensubu ve Katar Uluslararası İslami Bankası Genel Müdürü Halid Thani Al Thani İngiltere'ya bağlı bir vergi cenneti olan Jersey adasında kayıtlı Radiant Properties Limited adlı bir firmanın sahibi. 

Süddeutsche Zeitung ve Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ) tarafından 2017 yılında yayınlanan "Paradise Papers" belgelerindeki Appleby Hukuk Bürosu arşivlerinde Jersey'de kayıtlı Radiant Properties Limited adlı bir firmanın yine İngiltere'de kayıtlı Radiant Trust tarafından yönetildiği belirtiliyor. Ancak adı geçen Radiant Trust'ın Hakan Camuz'un mütevelli heyetinde bulunduğu vakıf olduğuna dair ise bir kanıt evraklarda bulunmuyor. 

DW'nin bütün sorularına cevap veren Camuz, Şeyh Halid Thani Al Thani ile bir ilişkisi olup olmadığı sorusuna yanıt vermedi. Halid Thani Al Thani de bu haberin yayınlandığı tarihe kadar sorulara yanıt vermedi. (24/03/2023)

 (soL)