30 Ocak 2024 Salı

Yoksulluk Raporu: İktidar, halkı yavaş yavaş öldürüyor + Kriz yok, yağma var: Türkiye'de zenginlerin gelirden payı rekor kırdı! - soL

 Yoksulluk Raporu: İktidar, halkı yavaş yavaş öldürüyor

Türkiye, çocuk yoksulluğu açısından OECD’ye üye 41 ülke arasında yüzde 22 oranıyla en yüksek yoksulluk oranına sahip ikinci ülke konumunda.

CHP Karabük milletvekili Cevdet Akay, “Türkiye’nin Yokluk ve Yoksulluk Raporu”nu açıkladı. Ekonomiden yoksulluğa, eğitimden adalete kadar farklı verileri içeren “Türkiye’nin Yokluk ve Yoksulluk Raporu”na göre, Türkiye’de her iki çocuktan biri yoksul.

Çalışmaya göre, 2018’de 3 milyon 494 bin 931 olan sosyal yardımdan yararlanan hane sayısı, 2023’te 4 milyon 400 bin haneye yükseldi. Bu hanelerde yaşayan kişi sayısı ise 17.6 milyon olarak kayıtlara geçti.

'Türkiye’deki her iki çocuktan birisi yoksul'

Raporda, "AKP iktidarı 3 Kasım 2002 tarihinden bu yana yoksulluğa son verecek çalışmalar yapmak yerine, yurttaşlarımızı sosyal yardımlara bağımlı hale getirmiştir. Yoksulluk her yıl önemli bir artış gösterirken, yardım alan yurttaş sayısı da bununla bağlantılı olarak artmıştır. AKP yaptığı sosyal yardımlarla yoksulluğa geçici çözüm üretmiş, bu sorunu kökten çözecek reformları hayata geçirmemiştir. Özetle, iktidar muhtaç ve yoksul bir toplum yaratarak, biat zihniyetini politika aracı haline getirmiştir" ifadeleri kullanıldı.

En çok yoksulluk içindeki çocukların durumuna dikkat çekildi. 15-29 yaş arasında eğitim öğretim almayan gençlerin oranı yüzde 28.7. Türkiye, çocuk yoksulluğu açısından OECD’ye üye 41 ülke arasında yüzde 22 oranıyla en yüksek yoksulluk oranına sahip ikinci ülke konumunda. Ekonomik yoksunluk nedeniyle ailesinin bakamadığı çocuk sayısının 2002’de 12 bin 75 iken, 2023’te 165 bine yükseldiğine de işaret edildi.

Raporda “Türkiye’de 9.4 milyon çocuk yoksulluk çekiyor. Yani Türkiye’deki her iki çocuktan birisi yoksul” bilgisi yer aldı.

Türkiye’de beş yaş altı çocukların yüzde 1,7’sinin akut yetersiz beslenme, yüzde 6’sının ise kronik yetersiz beslenme yaşadığının altı çizildi. Türkiye İstatistik Kurumu’nun, Güvenlik Birimine Gelen veya Getirilen Çocuk İstatistiklerine göre, çocukların karıştığı olay sayısı 2022 yılında, 2021 yılına göre yüzde 20,5 oranında artarak 601 bin 754’e ulaştı. 2014’te 11 bin 95 olan, “Çocukların Cinsel İstismarı”na ilişkin suç sayısı ise 31 bin 885’e yükseldi. Türkiye’de 9 bin 308 çocuk, “Uyarıcı madde kullanmak, satmak veya satın almak” suçundan güvenlik birimlerine götürüldü.

CHP’li Akay, “Güç zehirlenmesine maruz kalan iktidar, halkı yavaş yavaş öldürüyor. Bağımsız olması gereken Merkez Bankası ve TÜİK Saray’ın emrinde. Saray sadece kendi lüksü ile şahsi hırsını odağına almakta” ifadesini kullandı.

Eğitim

  • 6-17 yaş arasında 570 bin 293 çocuğumuz eğitim dışında.
  • Devlet okulları işletmeye dönüştü. Özellikle meslek liselerinde açılan işyerleri ile döner sermayeye para akışı, eğitim adı altında öğrencilerin işgücü ile sağlanmaya çalışıldı.
  • Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) yayımladığı son rapora göre, Türkiye’de orta eğitim (lise) harcamalarında 40 ülke arasında 38. sırada. 
  • OECD ortalamasında, ilköğretimden yükseköğretime kadar öğrenci başına eğitim kurumları harcaması, 11 bin 680 dolar. Türkiye'de yapılan harcama, 5 bin 723 dolar.
  • Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) araştırma sonuçlarına Türkiye, araştırmaya dahil olduğu 2003 yılından bu yana okuma, matematik ve fen bilimleri alanlarının tümünde OECD ortalamasının altında kalmıştır.
  • 15-19 yaş aralığında yüzde 69 olan okullaşma oranıyla OECD ülkeleri arasında son sıralardayız.
  • Akademik özgürlükler endeksine göre, 175 ülke arasında 170. sıradayız.

Halkın parası nereye harcandı?

Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından hazırlanan Genel Faaliyet Raporları incelendiğinde vakıf ve derneklere;

  • 2012 yılında 381 milyon lira, 
  • 2013 yılında 590 milyon lira, 
  • 2014 yılında 628 milyon lira, 
  • 2015 yılında 874 milyon lira, 
  • 2016 yılında 581 milyon lira, 
  • 2017 yılında 581 milyon lira, 
  • 2018 yılında 818 milyon lira, 
  • 2019 yılında 841 milyon lira,
  • 2020 yılında 1 milyar 92 milyon lira,
  • 2021 yılında 866 milyon lira,
  • 2022 yılında 1 milyar 792 milyon para transferi gerçekleştirilmiştir.

Raporda, "Son 11 yılda iktidar, merkezi yönetim kapsamındaki kuruluşlar aracılığıyla vakıf ve derneklere toplam 9 milyar 44 milyon lira para transferi yapmıştır. Hangi vakıf ve derneklere bu paralar aktarıldı? Biz soruyoruz, iktidar en iyi yaptığı işi yapıyor, duymazlıktan gelerek kaçıyor" ifadeleri kullanıldı.

                                                            /././

Kriz yok, yağma var: Türkiye'de zenginlerin gelirden payı rekor kırdı!

TÜİK'in gelir dağılımı eşitsizliğini ölçen veriler bugüne kadarki en yüksek seviyesine çıktı. En zengin yüzde 20'lik kesimin toplam gelirden aldığı pay da yüzde 49,8 ile tarihi zirvesine ulaştı.

TÜİK Gelir Dağılımı İstatistiklerinin hesaplandığı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2023 yılı sonuçlarını açıkladı. Söz konusu araştırma 2022 yılını referans alıyor.

Son yapılan araştırma sonuçlarına göre; en yüksek eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine sahip, diğer bir deyişle en zengin yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre 1,8 puan artarak yüzde 49.8'e çıktı. En düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay ise 0,1 puan azalarak yüzde 5.9 oldu.

Böylece en zengin yüzde 20'lik kesimin gelirlerden aldığı pay 2006'ya kadar giden veri setinde en yüksek seviyesine ulaştı.

En düşük gelire sahip yüzde 20'lik kesim geçen yılda pay kaybı yaşasa da tarihi dibi 2006 yılında yüzde 5,1 ile görmüştü.

DİSK-AR: Türkiye AB ülkeleri içinde gelir eşitsizliğinin en fazla olduğu ülke oldu

DİSK-AR'ın "Bireysel Gelir Dağılımında Vahim Bozulma!" isimli raporuna göre de Türkiye AB ülkeleri içinde gelir eşitsizliğinin en fazla olduğu ülke oldu. En zengin yüzde 5’lik grubun ortalama geliri en yoksul yüzde 5’inkinin 31 katı düzeyinde. Son 10 yılda P95/P5 oranı, 11 puan artarak 19,7’den 30,8’e çıktı. İşveren gelirleri tüm gelirlerden daha fazla artarken, kadınların ortalama geliri ortalama gelirin yüzde 21 altında kaldı.

Patronların gelirleri tüm gelirlerden hızlı arttı

DİSK-AR’ın araştırmasına göre Türkiye’de hanehalkı fertlerinin esas işteki durumlarına göre gelirlerine bakıldığında işveren gelirlerinin çok daha hızlı arttığı görülmektedir. 2005 ve 2022 arası dönemde hanehalkı fertlerinin esas işlerinden elde ettiği gelir 8.754 TL’den 116.297 TL’ye yükseldi. Böylece ortalama hanehalkı fert geliri yüzde 821,4 oranında arttı (Tablo 2). Ücretli çalışanların ortalama hanehalkı fert geliri 2005 ve 2022 yılı arasında yüzde 1.333,8 oranında artarak 9.069 TL’den 102.821 TL’ye yükseldi. Yevmiyelilerin ortalama fert geliri aynı dönemde 3.289 TL’den 53.334 TL’ye ve kendi hesabına çalışanlarınki 7.002 TL’den 115.622 TL’ye yükseldi. Böylece 2005 ve 2022 arasında ortalama hanehalkı fert geliri yevmiyelilerde yüzde 1.521,6 ve kendi hesabına çalışanlarda yüzde 1.551,3 oranında artış gösterdi. İşverenlerin ortalama hanehalkı fert geliri ise 2005 ve 2022 yılları arasında yüzde 1.900,6 artışla 20.403 TL’den 408.174’e yükseldi.

'En yüksek gelirli yüzde 1'lik kesime dair veri paylaşılmıyor'

Öte yandan ekonomist Dr. Murat Kubilay, gelir dağılımı istatistikleriyle ilgili dikkat çekici bir bilgi paylaştı. Kubilay, en yüksek gelirli yüzde 1’lik kesime dair veri verilmediğini açıkladı. Gelir adaletsizliğinin değil, servet adaletsizliğinin önemli olduğunu ifade etti.

Kubilay şunları söyledi:

“TÜİK'in gelir dağılımı istatistikleri yayınlandı. Verilerle oynanmadığını varsaysak bile sonuçları dikkate alamıyorum. İlk neden beyana dayalı olması ki bizde kayıt dışı çok ve varlıklı kesim gelirini saklıyor. İkincisi en yüksek gelirli %1'lik kesime dair veri yok. Ama asıl neden başka çünkü gelir adaletsizliği değil, asıl servet adaletsizliği önemli. Maalesef bu Türkiye'de ölçülemiyor, Pikketty'nin başını çektiği araştırma grubunun bulguları ise artık güncel değil. Servet ve gelir arasında büyük fark var ancak son birkaç yıldaki anlam farkı iyice büyüdü. Enflasyon ve döviz kuru artışının üzerinde maaş zammı dahi alsanız; hatta ölçülen değil hissedilen enflasyonu dahi aşsanız; varlıkların değeri çok yukarı gittiği için, eğer mülk sahibi değilseniz yoksullaştınız. Yani evi ve arabası veya büyük şirketleri olmayanlar kaybettiler. Bunun bir yatırım başarısı olduğunu düşünebilirsiniz. Fakat çoğu insanın yatırım yapabileceği serveti yok. Üstelik iyi yatırım tavsiyesi de çok varlıklı olmakla ilişkili. Dahası herkes varlığını aktif yöneterek böyle bir servet kazancı yaşamadı; varlıklıydı ve yattığı yerden kazanan çok oldu.”

TÜİK'e göre sıralı %20'lik gruplar itibarıyla yıllık eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert gelirinin dağılımı (%), 2014-2023:

Yüzde 60’lık orta kesim ilk kez yüzde 45’in altına düştü

TÜİK verileri son yıllarda en düşük ve en yüksek gelire sahip yüzde 20'lik kesimler dışında kalan, ikinci, üçüncü ve dördüncü yüzde 20'lik kesimin yaşadığı kaybı net bir şekilde gözler önüne serdi. Bu üç grubun gelirden aldığı toplam pay geçen yıl itibarıyla yüzde 45,94'ten yüzde 44,30'a geriledi. Söz konusu yüzde 60'lık kesimin payı böylece ilk kez yüzde 45'in altına düştü.

Yıl Orta yüzde 60'ın payı(%)
2006-46,51
2007-47,32
2008-47,48
2009-46,82
2010-47,79
2011-47,47
2012-47,57
2013-47,32
2014-47,89
2015-47,41
2016-46,66
2017-46,34
2018-46,29
2019-47,51
2020-46,55
2021-47,17
2022-45,94
2023-44,30

Gini kat sayısı rekor düzeyde

En son yapılan araştırma sonuçlarına göre Gini katsayısı bir önceki yıla göre 0.018 puan artış ile 0.433 olarak tahmin edildi. Gelir dağılımı eşitsizliği ölçütlerinden olan Gini katsayısı, sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, bire yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı ifade ediyor.

DİSK-AR'ın raporuna göre, 2005 yılında 0,428 olan Gini katsayısı 2008’de 0,415 olarak gerçekleşti ve 2019 yılında 0,410’a kadar yükseldi. 2022 yılında Gini katsayısı 0,433 olarak gerçekleşti (Grafik 2). Böylece Gini katsayısı son 12 yılın en yüksek düzeyine yükseldi.

Eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine göre gelir dağılımı göstergeleri, 2014-2023:

Son yükselişle Gini katsayısı veri setindeki en yüksek seviyeye ulaştı. Tüm sosyal transferler hariç tutulduğunda Gini katsayısı 0.520, emekli ve dul yetim maaşı dahil diğer tüm sosyal transfer gelirleri hariç tutulduğunda ise 0.445 olarak hesaplandı.

TÜİK verilerine göre toplumun en yüksek gelir elde eden yüzde 20'sinin elde ettiği payın en düşük gelir elde eden yüzde 20'sinin elde ettiği paya oranı şeklinde hesaplanan P80/P20 oranı 7.9'dan 8.4'e, gelirden en fazla pay alan yüzde 10'unun elde ettiği gelirin en az pay alan yüzde 10'unun elde ettiği gelire oranı şeklinde hesaplanan P90/P10 oranı ise 14.2'den 15.0'a yükseldi.

Kullanılabilir ortalama hanehalkı geliri 168 bine yaklaştı

Yıllık ortalama hanehalkı kullanılabilir geliri ve bir önceki yıla göre değişim, 2014-2023:

TÜİK'in araştırma sonuçlarına göre Türkiye'de yıllık ortalama eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri bir önceki yıla göre yüzde 72.3 artarak 48 bin 642 TL'den 83 bin 808 TL'ye yükseldi.

Tek kişilik haneler 100 bin lirayı aştı

Hanehalkı tipine göre yıllık ortalama eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert geliri (TL), 2022, 2023:

TÜİK'e göre toplam gelir içerisinde en yüksek payı, yüzde 48.5 ile bir önceki yıla göre 2.3 puan artan maaş ve ücret geliri aldı. İkinci sırayı yüzde 22,1 ile önceki yıla göre 1,1 puan artan müteşebbis geliri alırken üçüncü sırayı yüzde 17.6 ile önceki yıla göre 2.6 puanlık azalış gösteren sosyal transfer geliri oluşturdu.

DİSK-AR: Gelir dağılımında cinsiyet uçurumu

Ortalama hanehalkı fert gelirlerine cinsiyete göre bakıldığında kadınlar ve erkeklerin arasında ciddi farklar olduğu görülmektedir. 2005 yılında kadınların ortalama hanehalkı fert geliri ortalama fert gelirinden yüzde 26,3 daha azdı, erkeklerinki ise yüzde 6,2 daha fazlaydı. 2022 yılına gelindiğinde erkeklerin ortalama fert geliri toplam ortalama gelirin yüzde 8’i üzerindeyken kadınlarınki halen ortalamanın yüzde 21,2 altındadır. Kadınlar ortalama gelirlerin altında gelir elde ederken erkeklerin gelirleri ortalama gelirlerin üzerindedir.

Kadın ve erkeklerin gelirleri arasındaki fark, gelirlerin birbirine oranlanmasıyla da görülebilir. 2005 yılında erkeklerin ortalama hanehalkı fert geliri kadınlarınkinden yüzde 44,1 oranında fazlaydı. Erkekler ve kadınların ortalama fert gelirleri 2016 yılına kadar yaklaşma eğilimi gösterse de bundan sonra hızla artarak 2022 yılında yüzde 37,1 olarak gerçekleşti.

İşteki duruma göre erkek ve kadınların fert gelirleri arasındaki fark çok daha çarpıcı. 2022 yılında yevmiyeli çalışan erkekler kadınlardan yüzde 78,5 oranında fazla gelir elde ettiler. Bu oran işverenlerde yüzde 45,3, kendi hesabına çalışanlarda yüzde 24,9 ve ücretlilerde yüzde 21,9 olarak hesaplandı.

(soL)

Hükümetinin bile utandığı yaltakçı: Ugandalı yargıcın İsrail lehine kararının altında ne yatıyor? - Can Kuyumcuoğlu / soL-Özel

 

İsrail'in yargılandığı davada İsrailli jüri bile iki önleme "evet, alınsın" dedi, Ugandalı jüri hepsini reddetti. Bu yaltakçı tavrın altında iki ülke arasında büyüyen ilişkiler yatıyor olabilir.

Güney Afrika'nın Gazze'deki katliamları nedeniyle İsrail'e karşı açtığı uluslararası davada ara karar cuma günü verildi.

Uluslararası Adalet Divanı (ICJ), açıkladığı ara kararda, İsrail'in Gazze'de Filistinlilere dönük eylemlerin soykırıma evrilmemesi için "gücü kapsamındaki tüm tedbirleri" alması gerektiğine hükmetmişti. Kararda, tam ateşkes için çağrı yapılmamıştı.

Güney Afrika tarafından talep edilen 9 geçici tedbirin 6'sı, 17 jüri üyesinin bulunduğu davada oy çokluğuyla kabul edilmişti. Jüri üyeleri arasında bir İsrailli de vardı. İsrailli jüri üyesi dahi, söz konusu tedbirlerin ikisini onayladı. Ancak duruşmada bir jüri üyesi, tüm tedbir taleplerine karşı oy verdi. Söz konusu kişi, uluslararası mahkemede ikinci döneminde olan Ugandalı yargıç Julia Sebutinde'ydi.

Uluslararası Adalet Divanı, İsrail'in yargılandığı davada ara kararı 26 Ocak 2024 Cuma günü açıkladı.

Uganda hükümeti sahiplenmedi: 'Duruşumuzu temsil etmiyor'

Sebutinde'nin bu kararının ardından açıklama yapan Uganda hükümeti, yargıcı sahiplenmedi. Uganda'nın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Adonia Ayebare, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, "Yargıç Sebutinde'nin Uluslararası Adalet Divanı'ndaki kararı Uganda hükümetinin Filistin'deki duruma ilişkin duruşunu temsil etmemektedir" dedi.

Ayebare'nin ardından Uganda Dışişleri Bakanlığı da benzer bir açıklama yaptı. Açıklamada, "Hükümet, Yargıç Sebutinde tarafından alınan pozisyonun kendi kişisel ve bağımsız fikirleri olduğuna ve Uganda Cumhuriyeti hükümetini hiçbir şekilde yansıtmadığına kategorik olarak açıklık getirmektedir" denildi.

Uganda hükümetinin, İsrail'in savunmasız Filistin halkına karşı devam eden askeri harekatını kınayan pozisyonunu devam ettirdiği vurgulanan bakanlık açıklamasında, hükümetin İsrail'in askeri saldırılarını ve Gazze ablukasını derhal sonlandırması yönünde çağrı yapmaya ve Filistinlilerin işgal edilen bölgelerden zorla gönderilmesini ve sınır dışı edilmesine reddetmeye devam ettiğine işaret edildi.

                                                  Doğu Afrika ülkesi Uganda

Mahkemede verdiği kararı savunan Sebutinde, Güney Afrika'nın İsrail'in eylemlerinin "soykırım amacıyla yapıldığına ve sonucunda bu eylemlerin BM Soykırım Sözleşmesi kapsamına girdiğine" dair bir kanıt sunamadığını iddia etti. Sebutinde, ayrıca meselenin "yasal değil siyasal" olduğunu öne sürdü.

Sebutinde kimdir?

69 yaşındaki Sebutinde, ICJ'nin jüri koltuğunda oturan ilk Afrikalı kadın. Uganda'nın İngiliz sömürgeciliğine karşı mücadele ettiği dönemde dünyaya gelen Sebutinde, orta sınıf bir aileden geliyor.

1977 yılında Uganda'daki Makerere Üniversitesi'nin hukuk bölümünden mezun olan Sebutinde, sonrasında eğitimine İskoçya'da devam etti. Edinburgh Üniversitesi'nde yüksek lisans ve doktora eğitimlerini tamamlayan Sebutinde, ICJ jürisine seçilmeden önce Batı Afrika ülkesi Sierra Leone'de, eski Liberya Devlet Başkanı Charles Taylor'un ülkede işlediği savaş suçlarından dolayı yargılandığı özel davada yargıçlık görevini üstlendi. Taylor, söz konusu davada 11 ayrı suçtan dolayı 50 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

                                                     Ugandalı yargıç Sebutinde

Sierra Leone'deki davada da tartışma yaratmıştı

Sebutinde, Sierra Leone'de 2011 yılında görülen davada da tartışmalara yol açmıştı. Davada, Taylor'ı temsil eden Londralı avukat Courtenay Griffiths, yargıçların duruşmanın sonunda müvekkilinin savunmasının yazılı özetini kabul etmeyi reddetmesinin ardından duruşmayı terk etmişti.

Bundan yirmi gün sonra, Griffiths'in kınanması için yapılan disiplin duruşması, Sebutinde'nin hazır bulunmayı reddetmesi ve "prensip olarak" geri çekilmesi nedeniyle süresiz olarak ertelenmişti. Sebutinde, öncesinde Griffiths'in özür dilemesini veya disiplin cezasıyla karşı karşıya kalmasını gerektiren emre karşı çıkmıştı.

                                        Batı Afrika ülkesi Sierra Leone'nin başkenti Freetown

İsrail-Uganda ilişkileri tarihi

Ugandalı yargıcın bu hamlesi birçok tartışmalara yol açtı. Yargıcın bu kararının "tamamen kişisel" olabileceğine dair yorumlar da gelirken, birçok kişi asıl nedeni İsrail'le Uganda arasındaki iyi ilişkilerin altında aradı.

Doğu Afrika ülkesi Uganda'nın 20. yüzyılda İsrail'le gerilimli bir ilişkisi oldu. 1976 yılında Tel Aviv'den Paris'e giden bir yolcu uçağının Filistinliler tarafından kaçırılarak Uganda'nın Entebbe Havalimanı'na gelmesi, iki ülke arasındaki gerilimi büyütmüş ve dönemin devlet başkanı Idi Amin, eylemi desteklediğini açıklayarak İsrail'le ilişkilerin tamamen kesildiğini açıklamıştı.

Olaydan bir hafta sonra, 200 kişilik İsrail komandolarından oluşan bir ekip, uçakla gizlice Uganda'ya, Entebbe Havalimanı'na geldi. Burada İsrailli komandolar hem Filistinli eylemcilerle, hem de Uganda askerleriyle çatıştı. Çatışmalarda 7 Filistinli eylemci, 45 Ugandalı asker yaşamını yitirdi. 11 Uganda uçağını da imha eden İsrail birliği, 102 rehineyi kurtarmıştı. 

İsrail'in komando birliğinin başında tanıdık bir isim vardı: Bugünkü başbakan Binyamin Netanyahu’nun abisi Yonatan Netanyahu. Netanyahu, operasyon sırasında Ugandalı bir keskin nişancı tarafından vuruldu ve hayatını kaybeden tek İsrailli asker oldu.

                                  Binyamin Netanyahu (solda), Yonatan Netanyahu (ortada)

Olayı izleyen yıllarda, Uganda'nın İsrail'le olan ilişkileri yeniden düzelmeye başladı. 1986 yılında devlet başkanı seçilen ve bugün hâlâ ülkenin başında olan Yoveni Museveni, İsrail'le ilişkileri 1994 yılında yeniden tesis etti.

Bugün, İsrail'in Uganda'daki siyasi ve ekonomik nüfuzu oldukça büyük. İki ülkenin şirketleri, inşaat, iletişim, bilişim teknolojisi ve tarım alanlarında ortak faaliyetler yürütüyor. İki ülke arasındaki askeri işbirliği de yıllar içerisinde artmış durumda.

Uganda'da İsrail'in Filistin'i işgaline ilişkin görüşler, çeşitli etnik gruplara bağlı olarak değişiyor. Ülkedeki Müslüman nüfus genel olarak Filistin'e destek verirken, Hristiyan gruplar İsrail'e olan desteğini ifade ediyor. Kenya'daki Eş-Şebab ve El Kaide bağlantılı cihatçı örgütlerin düzenlediği saldırılar da Uganda'daki etnik kutuplaşmayı son yıllarda tırmandırdı.

Uganda'da Evanjelist kiliselerin nüfuzu

Sebtinde'nin duruşmada böylesine kraldan çok kralcı bir karar almasında, ABD merkezli Evanjelist kiliselerin Doğu Afrika'daki nüfuzunu artırmasının etkili olduğuna dair tahminler yürütülüyor.

Evanjelist kiliseler, uzun yıllar boyunca Doğu Afrika'daki yoksul ülkelere milyonlarca dolar yatırım yaparak "refah doktrini" adı altında bu ülkelerin vatandaşlarını bünyesine kattı.

Uganda'da on yıl önce Hristiyan nüfusun yüzde 30'unun Evanjelist kiliselere dahil olduğu, bu oranın bugün çok daha fazla olduğu tahmin ediliyor.

"Fanatik Hristiyan Siyonist" olarak tanımlanan Evanjelist kilisesi müritleri, Solomon Tapınağı yeniden inşa edilene kadar "Mesih"in yeryüzüne dönmeyeceğini, bunun önkoşulunun da İsrail'in mutlak zaferi olduğuna inanıyor.

                                      Uganda başkenti Kampala'da bir Evanjelist kilisesi

Siyonizm'in 'Uganda Planı' 

İsrail'in, o dönem İngiliz Doğu Afrikası yönetimi altında olan Uganda'da kurulmasını içeren bir plan, İngiliz Sömürge Sekreteri Joseph Chamberlain tarafından 20. yüzyılın başında önerilmişti.

"Uganda Planı", 1903 yılında İsviçre'nin Basel kentinde düzenlenen Altıncı Dünya Siyonist Kongresi'nde modern Siyonist hareketin kurucusu Theodor Herzl'e sunulmuştu. Bu kapsamda, Yahudilerin Avrupa'da yükselen antisemitizmden kaçmaları için geçici olarak Uganda'ya sığınmaları önerilmişti.

Öneri, Kongre'de 178'e karşı 295 oyla kabul edildi. Diğer yandan, öneri İngiliz Sömürge Yönetimi ve Siyonist örgütü içerisinde sert tartışmalara da neden oldu.

Önerinin Kongre'de kabul edilmesiyle birlikte, Uganda'ya bir delegasyon gönderildi. İncelemelerin sonucunda İngiliz delegasyon üyesi, bölgedeki İngiliz yerleşimcilerin itirazlarından dolayı 1905 yılında plan için ret oyu verdi.

      20. yüzyılın başında Avrupalı Yahudilerin Doğu Afrika ülkesi Uganda'ya sığınması gündeme gelmişti.

Can Kuyumcuoğlu / soL-Özel

Halkçı, kamucu, devletçi iktisat tartışmalarında kılavuz bir kitap - Serdar Şahinkaya / soL

 

Bizler, İlter’in bu yaklaşımıyla, devletçiliği iktisat politikası boyutuyla ele aldığımız zaman, tarihin önemini ve ağırlığını doğru tartarak analizimize yeni kapılar açma şansına kavuşuyoruz.

Günümüzdeki kritik tartışmalardan biri de; halkçı, kamucu, devletçi bir iktisadi modelin ana taşıyıcı kolonları üzerine ilgililer arasında sürdürülmektedir. Bu tartışmalar genellikle tarihsel bağlamından uzakta yapıldığı için yeterince derinleşememektedir. Bir de son 40 yıldır ana akım iktisadın etkisinde kalan çevrelerin bu konuda bildiklerini unutması ve de çarpıtması ve şu üç kelimeden  “halkçı – kamucu – devletçi” ısrarla uzakta durmaları meselesi vardır. O nedenle bu yazıda sevgili dostum, meslektaşım İlter Ertuğrul’un Cumhuriyet Kurulurken Devletçiliğin Ayak İzleri kitabını hatırlatmak istedim.

***

N. İlter Ertuğrul

Yaşamını; sevgiye, bilime, tarihe, emeğe, hak ve hukuka ve adalete adayan, yarınlar için dövüşen, koca gülüşlü, kocaman yürekli bilim insanı hocamız, dostumuz, yoldaşımız N. İlter Ertuğrul’u sekiz yıl önce 27 Aralık 2016’ da sonsuzluğa uğurlamıştık.

Biz onu uğurlarken o da bizlere yeni kitabının el yazmalarını emanet ediyordu. Aslında İlter, kitabını üç yıl kadar önce tamamlamıştı. Şunu bilmeliyiz: Yazdığı eseri kendi de beğenmişti. Kitabı okurken, niçin beğendiğini daha iyi anlayacağız.

İlter Hocanın kitabı beş ana kısım ve on sekiz alt bölümden oluşuyor. Sonuç bölümünü takiben dört adet ek, kaynakça ve kendisinin titizlikle hazırladığı dizin de var.

İlter’in üç merceği var:

Birinci mercek ile dünya kapitalizmine bakıyor. 1914’de Büyük Savaş başlarken XX. Yüzyıl, kimin kapitalizmi olacak? büyük sorusuna yanıt arıyor.

İkinci mercekle 100. yılını kutladığımız 1917 Ekim Devrimi ile başlayan öteki XX. Yüzyıla bakıyor. Kapitalizmin iradesi dışında büyük bir köylüler ülkesindeki değişimi irdeliyor.

Üçüncü mercekte “BİZ” varız. Milli Mücadele ile doğan yoksulların zaferinin sonucunda Cumhuriyet ile taçlanan farklı bir ifade ile kendi iradesi ile kurulan Türkiye.

Sevgili yoldaşım İlter, bu üç merceği adeta avucunda tutarak birçok “hazır bilgiyi” ters yüz ediyor ve bunu bilimsel polemik yöntemiyle yapıyor. Hem de büyük bir ustalık ve zarafetle…

  • Cenova Konferansı, Rapolla’da İşbirliği Anlaşması…
  • Londra’nın City’si ile New York’un Wall Street’i..
  • Locarno Anlaşması…
  • Lenin, SSCB, NEP, 72 maddelik ödünler listesi olan yabancı sermaye kararnamesi…
  • Türkiye – SSCB Dostluk ve Kardeşlik Anlaşması…
  • Devletçiliğin ilk filizi 16 Mart 1921 Ankara Anlaşması: “Türkiye’de kapitülasyonlar geçersizdir”.
  • Ve 1923 Mustafa Kemal Yılı. Lozan, Curzon’un blöfü – yeleği…
  • Geri kalmışlığı yenme davası: Cumhuriyet…
  • Osmanlı’da bağımlılık yolu ve simgesi iken Cumhuriyet ile bağımsızlığı yolu ve simgesi olan demiryolları…
  • Chesther İmtiyazı…
  • Sihirli denklem: Devletçilik = Demiryolları + Sanayileşme…

İlter’in çalışması şunu gösteriyor: Cumhuriyet, 20. yüzyılda var olabilmek için bir yeni başlangıçtır. ‘Büyük Savaş’ın yaşattığı ‘kıyamet’ ile dünyada eski zamanların, köhnemiş yapılarıyla son bulduğunu ve tarihin getirdiği o noktada yeni bir bilinçlenme ile yeni bir dönem açabilmenin o anda müstesna bir önem kazandığını milli mücadeleyi yürüten kadrolar saptamışlardı. Bu mücadele, kapitülasyonsuz bir ülke kurma aşamasına (Lozan’a) ve oradan Cumhuriyete erişen bir bütünlük taşıyacaktı. Ekonomi, bu bütünlüğü güvenceye alacak temel kolonların başında geliyordu ve bizim köylüler ülkemizde geri kalmışlığın kalın kabuğunu kırarak XX. yüzyılın dünyasında var olabilmemiz ancak ‘devletçi bir akılla’ mümkündü. Buna, başından itibaren böyle bakılmıştır.

Kısacası, İlter’in meseleye bir bütünlük içinde yaklaşımı, Cumhuriyetçilerin bütünlüğe sahip bakışının da hakkını vererek, onların tasarımını doğru kavramasıyla zenginleşti. Bu, kendisine, devletçiliği, dünya kapitalizminin iniş çıkışlarına ayarlanmaktan ibaret bir konjonktürel iktisat politikasının dar sınırları içine hapsedilemeyecek nitelikte değerlendirmeyi yapma olanağı kazandırdı. Böylece, Cumhuriyetin bu topluma ciddi bir kalite atılımı getirecek devrimci boyutunu, devletçilik tartışmasının merkezine yerleştirdi.

Bizler, İlter’in bu yaklaşımıyla, devletçiliği iktisat politikası boyutuyla ele aldığımız zaman, tarihin önemini ve ağırlığını doğru tartarak analizimize yeni kapılar açma şansına kavuşuyoruz.

Cumhuriyetin 101. yılını daha iyi anlamak ve kurucu kazanımlarını geleceğe taşımak için okumalıyız…

Serdar Şahinkaya / soL

***

Cumhuriyet Kurulurken DEVLETÇİLİĞİN AYAK İZLERİ: Cumhuriyetin iktisadi temelleri 

Yazar: N. İlter Ertuğrul

Türü: Araştırma / Tarih

Baskı yılı: 1. Baskı. Kasım 2017

Sayfa sayısı: 424 Sayfa

Yayınevi: Telgrafhane Yayınları




CHP Tugay'ı duyurdu, Eren Erdem 'Cengiz belgeleri'ni yayınladı - duvaR

"Cemil Tugay aday yapıldığı an Mehmet Cengiz ile ilişkilerini ortaya koyan tüm belgeleri paylaşacağım" diyen eski CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdem: Kırılan kol Cengiz'in koluysa yen içinde kalmaz...

CHP en büyük tartışmaların yaşandığı kent olan İzmir'de büyükşehir belediye başkan adayı olarak mevcut Karşıyaka Belediye Başkanı Cemil Tugay'da karar kıldı.  

MYK'nin önerdiği listeyi onaylayan Parti Meclisi (PM) İzmir Büyükşehir Belediyesi için Cemil Tugay'ın adaylığını kesinleştirdi.

Tartışmaların sürdüğü dönem Tugay'ın adaylığına karşı çıkan ve '5'li çete' iddiasını ortaya atan eski CHP Genel Başkan Yardımcısı Eren Erdem, "Cemil Tugay aday yapıldığı an Mehmet Cengiz ile ilişkilerini açık seçik ortaya koyan tüm belgeleri paylaşacağım" demişti.

MYK'nin Tugay'ın adaylığını önermesinin ardından PM toplantısı sürerken Eren Erdem "Tugay'ın 5'li çeteyle ilişkisi" iddiasına ilişkin belgeleri sosyal medya hesabından yayınladı. 

Erdem'in Tugay-Cengiz ilişkisini kanıtladığını öne sürdüğü belgeleri paylaştığı mesajları şöyle:

1-) "KOL KIRILIR YEN İÇİNDE KALIR. Ama o kol Mehmet Cengiz’in koluysa; yen içinde falan kalmaz!” Geçtiğimiz günlerde, İzmir Büyükşehir Belediyesine yönelik olarak; Cemil Tugay’ın “önseçim, temayül, anket yahut örgüt referansı” olmaksızın dayatılması karşısında tepki göstermiş, böyle bir atama yapılması halinde şahsın Mehmet Cengiz ile ilişkisine dair belgeler paylaşacağımı belirtmiştim. Bugün, Sayın Ali Mahir Başarır bir TV kanalında beni yalanlayıp; “ihaleyle yapılan bir arsa satışından bahsettiğimi” ifade ederek bana “disiplin sopası” salladı. Açıkçası, Sayın Ali Mahir Başarır’ı niçin ve neden yanlış bilgilendirip boşa düşürdüler bilmiyorum. Lakin bu tweet serisinde, durumun böyle olmadığını tüm çıplaklığıyla göreceğinizi düşünüyorum. Geçen akşam “aday yapılırsa” paylaşırım demiştim. Şimdi neden paylaşıyorum? Halen bir şans var! Ve ben Parti Meclisimizin ferasetine güvenmek istiyorum. Hala bir umut var! O şansı yaratmak için, bu paylaşımı biraz öne çekmek durumunda kaldım. Maddeler halinde ilerleyeceğim. Floodu takip etmenizi istirham ederim.

'İHALE MİHALE YOK'

2-) ENCÜMEN KARARIYLA CENGİZ HOLDİNGE PEŞKEŞ! Tarih 21.11.2019 Mehmet Cengiz’in talebi üzerine Karşıyaka Belediyesine ait bir arazi satışa çıkartılır. Tabi, öncesinde Cengiz Mengiz yok! Arazinin eder fiyatı üzerinden Mecliste rakam belirlenir. Ne kadar o rakam? Toplam 32.102.140TL VE encümene getirilir. Sayın Ali Mahir bey, ihale mihale YOK! Buyrun size ENCÜMEN kararları. Şimdi durun… Mehmet Cengiz itiraz eder. Başkan Encümeni toplar. Ve fiyat değiştirilir. Kaç para yapılır? 20.000.000 TL… Encümenden karar geçirilir. Mehmet Cengiz’e arazi satılır. Ve Cengiz’e tam tamına 12.102.140TL kıyak yapılır. Kıyak dediğime bakmayın. 2300 metrekarelik arazi üzerinde yapılan “livin İzmir” projesi (Mehmet Cengiz) kapsamındaki 2+1 dairenin fiyatını EK’te paylaşıyorum. O satışla beraber; Cengiz’e adeta yüzlerce daire (2300 çarpı EMSAL) peşkeş çekilerek, kamu kaynakları adeta yağmalanmıştır. Mal kimin? Halkın. Kıyağı yapan kim? Halk adına yetki kullanan Belediye Başkanı… İşte o encümen kararları"

'KARŞIYAKA EN BORÇLU BELEDİYE' 

3- PTT ARAZİSİ KILIFINDA PEŞKEŞ GİRİŞİMİ… Karşıyaka İzmir’in EN BORÇLU belediyelerindendir. Bu sebeple mal-mülk satışlarından devam edeceğiz. Yine belediyeye ait bir arazi. Alıcısı; Cengiz Holding (Muhtar hayatta, tanık). Hızla arazinin satışı Meclise getirilir. Konu partililerimiz tarafından hızla Genel Merkeze intikal ettirilir. Genel Merkez ve parti örgütleri müdahil olur. Ve Peşkeş durdurulur. Bazı partililerimiz, Genel Merkezin bilgisi dahilinde bu peşkeşin durdurulması noktasında önemli mücadele etmişlerdir. Eğer durdurulmasaydı; burası bugün Mehmet Cengiz’indi…

+ 3. Maddeye EK not. PTT artık özel. Arazi hızla spor ve yeşil alan planından çıkartılıyor. Ve PTT alanı yapılıp satılmaya çalışılıyor. Arazinin emsali 6, yani 5000 küsür metre inşaat çıkıyor. Ordan hesap edin rakamların büyüklüğünü….

'KAÇAK RUHSAT KIYAĞI'

4-) RÖNESANS’A KAÇAK RUHSAT KIYAĞI! 5’Lİ ÇETENİN RÖNESANSI KARŞIYAKA’DA BAŞTACI! 5’li çetenin şirketlerinden Rönesans, Altunizade Gayrımenkul adı altında Karşıyaka’da faaliyet yapıyor. Şirkete ait AVM’ in bir bölümünde yapılan KAÇAK YAPILAR, plana dahil olmadığı halde ruhsatlandırılıyor. Normal şartlarda önce plan yapılır, sonra ruhsat verilir. Ama Cemil bey ÖNCE RUHSAT VERİYOR, sonra planı Meclise getiriyor… Konu 5’li çete olunca kanun kural tanınmıyor. Rönesansın talep ettiği imar planı belediye meclisinden geçmeden, kaçak yapımına izin verilerek ve de belediye ruhsatına kadar onay verilmiştir. Akabinde yerin açılışı yapılmış İzmir Büyükşehir Belediye Meclisinde Red edilmiştir. Ama kaçak yapımına izin veren Karşıyaka Belediye Başkanı herhangi bir işlem yapmamıştır.

+ 4. Maddeye EK; Rönesansın kaçak ruhsat meselesi dönemin Genel Merkezine intikal eder. Genel Merkez ve İzmir örgütü itiraz eder. Ve Büyükşehir plan değişikliğini REDDEDER. Aradaki tarihler açısından kritik bir değerlendirme yapacağım. Bu plan değişikliği o kadar önemlidir ki, zannımca Cemil Tugay’ın siyasi pozisyon değişikliğine kadar meseleyi götürmüştür… Bir üstteki belgelerdeki tarihlere bakabilir mukayese edebilirsiniz… Flood devam ediyor.

5. Maddeye geçmeden önce, büyük üzüntüyle tüm çabamıza rağmen Parti Meclisimize Cemil Tugay’ın sunulduğunu görüyoruz. Ve diğer ilçelerimizin adayları görseldedir. Şimdi 5. Maddeye geçelim…

'GENEL MERKEZ ENGELLEDİ'

5-) HUZUREVİ PEŞKEŞ GİRİŞİMİ… Huzurevinin adı Zübeyde Hanım Huzurevi. Atatürk’ümüzün annesinin isminin verildiği özel bir yer. Sırf bu sebeple dahi muhafaza edilmesi çok kıymetli. Çok değerli 17.319,86 m2 olan bu alanın planları meclis üyelerinden saklanmıştır. çok değerli bu alanın inşaat alanı 26.000 m2 oluyor oda toplam 260 daire v.s. ama once 36.000.000,00 tl satılmak istendi arkasından itirazlarla 200.000.000,00 tl satılmak için işlemler tam tamamlanırken başta Kemal Kılıçdaroğlu ve GENEL MERKEZ müdahalesiyle süreç durduruldu! Ve CHP Genel Merkezi bu peşkeşin ÖNÜNE GEÇTİ! (EK’te paylaştığım plan notundan çoğu Meclis üyesi haberdar edilmemiş, adeta apar topar bir peşkeş girişimi yapılmıştır)

++5. Maddeye EK; Başta Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP Genel Merkezi, yukarıdaki floodda yer alan bazı girişimleri ENGELLEMEYİ başarmıştır. Sayın Cemil Tugay’ın, özellikle Genel Merkezin en net müdahale ettiği “Rönesans plan değişimi” sonrası DEĞİŞİMCİ olduğunu biliyoruz. Buna dair yukarıda paylaşım var. Yani, Genel Merkez beyefendiyi geçmişte aday yapmış; çeşitli referanslarla görev vermiş; ancak 5’li çeteyle münasebetlerine AÇIK MÜDAHALE etmiştir. Artık, bu Genel Merkezden umudu kalmayan Tugay, çareyi DEĞİŞİMCİ olmakta bulmuştur. “Madem böyleydi neden aday yapıldı” diyenlere toplu cevap olmuş olsun. 6. Maddeye geçebiliriz…

6- DEPREM ZAMANI CENGİZ’LERE PEŞKEŞ DERDİNE DÜŞTÜ! Depremin İzmir’i perişan ettiği günler… Meclise bir arazi satış önergesi gelir. Arazinin talibi bellidir; MEHMET CENGİZ! Komşu arazi kendisinindir (Mehmet Cengiz’in). Başkan, Maaşallah; Cengiz’den gelen her talebi Meclise indirdiği gibi bunuda Meclise indirir. Genel Merkez müdahale eder. İzmir örgütünün mücadelesi ile bir peşkeşin daha önüne geçilir. Esasen yüzlerce örnek sayabilirim. Aşağıya; “Genel Merkez tavsiyesiyle” Büyükşehir’in veto kararlarını da koyacağım. Bu akşam; Cemil Tugay’ın 5’li çetelere peşkeş planlarını Büyükşehirde veto eden TUNÇ SOYER, sırf Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklediği için TASFİYE EDİLDİ. Yerine ise, 5’li çetelere peşkeş faaliyetleri sebebiyle TEKRAR ADAY YAPILMAYACAĞINI bildiği için DEĞİŞİM hareketine geçen Cemil Tugay getirildi. Üzgünüm. Çok ama çok üzgünüm. 

7-) SON Bu flood boyunca; Mehmet Cengiz’e peşkeş çekilmiş, 5’li çetelere kıyak yapılmak istenmiş; Genel Merkez ve Kılıçdaroğlu’nun müdahaleleriyle iptal edilmiş yahut iptal edilemeyip başarıya ulaşmış peşkeşlerin BİR KISMINI “söz verdiğim” üzere paylaştım. Tunç Soyer’i tekrar aday yaparsın, yapmazsın. Ama bu düzeyde birini götürüp İzmir’e aday yapmak; hele hele Genel Merkezin yaptırdığı anketlerde %1.9 çıktığı halde, “önseçim, temayül, örgüt görüşü” yokken adaylaştırmak ne anlama gelir? Taktir yüce kamuoyunundur. Bir CHP’li olarak sonuna kadar partime 5’li çetelerin sirayet etmesine direneceğim. Kemal Kılıçdaroğlu husumetiyle aday belirleme süreçleri tasarlamak, böyle insanlara hak etmedikleri makamlar vermek; partimize zarar verecektir: Yukarıdaki paylaşımlarda; Cemil Tugay’ın Genel Merkez talimatıyla İzmir Büyükşehir tarafından veto edilen bazı “5’li çete peşkeş girişimlerinin” belgeleride var. Artık bu arkadaşı kim durdurabilecek? Bu son tweetimin altına, sırf Kılıçdaroğlu’na yakın diye aday yapılmayan Mezitli Belediye başkanına dair “örgüt” imzasını, Cemil Tugay’ın büyükşehirdeki “Rönesansa peşkeş vetosunu,” ve Mehmet Cengiz’e verilen “livin izmir” projesinin kurulduğu ve Cengiz’e yüzmilyonlar kazandırmış peşkeşin belgesini tekrar koyup sözlerime son vereceğim. Artık karar kesinleşmiştir. Söz söylemeye gerek kalmamıştır. Heybeden başkaca birşey çıkartmaya lüzum bitmiştir. Cemil Tugay ALEYHİNDE oy kullanan Parti Meclisi üyesi arkadaşlarıma selam ederim. Saygılarımla…

(duvaR)

29 Ocak 2024 Pazartesi

Zenginlerin sadakası dünyayı kurtarabilir mi? - EVRENSEL

 Avrupa'nın Gündemi'nde bu hafta 'daha fazla vergi' vermek istedikleri için kendileriyle gurur duyan süper zenginler, Fransa'yı ayağa kaldıran göç yasası ve Arjantin'den Avrupa'ya yapılan uyarılar var.

Dünya Ekonomi Forumunda (WEF) bir grup sermayedarın “Daha fazla (vergi) ödemekten gurur duyuyorum” kampanyasıyla dünyayı kurtarmaya kalkışması dikkat çekti. Zenginler, sadaka vererek emekçilerden destek alacaklarını ve böylece kapitalizmi yaşatacaklarını umuyorlar. Alman basınından seçtiğimiz makalede ise yazar sola uyarı yapıyor ve “Zenginler ve sol arasındaki ittifaklar kaçınılmaz olarak sermaye egemenliğinin yani kapitalizmin devamlılığı anlamına gelmektedir. Silikon Vadisi’nin yuppileri nasıl zenginliklerinin koşullarının üstesinden gelmeye kararlı değillerse, Davos’un gururlu süper zenginleri de varlıklarının engellendiği bir dünya için kampanya yürütmeyecektir” diyor.

Fransa’da yaklaşık bir yıldır gündemi meşgul eden ve geçtiğimiz ay parlamento tarafından bir utanç abidesi olarak onaylanan göç yasası, Anayasa Konseyinin birçok maddeyi iptal etmesiyle nihayete erdi. Bu hafta, Humanite gazetesinin Kamu Hukuku Profesörü Serge Slama ile yapmış olduğu röportajı okuyucularımıza sunuyoruz. Slama, “Bir seferberliği bir anda inşa edemezsiniz, onu zaman içinde inşa etmeniz gerekir. Bu da solun çeşitli bileşenlerinin göç politikası konusunda yeniden harekete geçmesi ve mevcut duruşlarının ötesine geçmeleri gerektiği anlamına geliyor” uyarısı yapıyor.

Arjantin emekçilerinin ve özellikle kadınların mücadelesi yıllardır tüm dünyaya örnek olmaya devam ediyor. Arjantinli kadın hakları savunucusu Luciana Peker son durumu İngiliz gazetesi The Guardian için yazdı.

SÜPER ZENGİNLER DÜNYAYI KURTARIYOR!

Olivier DAVID
Neues Deutschland

Yıla iyi bir başlangıç yaptık! Bir yandan (Almanya’da) Sosyal Demokratlar (SDP), Yeşiller ve Hür Demokratlardan oluşan koalisyon işsizlere karşı savaş açarken, Hristiyan Demokrat Birlik CDU ve Almanya için Alternatif AfD üyeleri Neonazilerle el ele milyonlarca insanın sınır dışı edilmesini planlarken, diğer yandan yüz binlerce kişi SPD, Yeşiller ve CDU’lu politikacılarla, yani sosyal kesinti politikalarıyla AfD’nin yükselişinden büyük ölçüde sorumlu olanlarla yan yana sağa karşı gösteri yapıyor. Bunu kim görebiliyor? Dolayısıyla Davos’ta milyonluk mirasçı Marlene Engelhorn servetinin büyük bir kısmını bağışlayacağını açıkladığında solun sevinmesi hiç de şaşırtıcı değil. Zenginlerden daha yüksek vergi alınmasını talep eden bir inisiyatifin kurucusu Engelhorn, kısa süre önce mirasının 25 milyon avroluk kısmını rastgele seçilecek bir yurttaş konseyi aracılığıyla dağıtacağını açıkladı.

Bu, çalkantılı zamanlarda umut edilen bir atılım değilse nedir? Yoksa öyle değil mi? Bununla birlikte, ben -birileri huysuz olmak zorunda- tam tersi düşünüyorum: Zengin insanların birbirlerini ve kendi kendilerini yemesi kavramı ne yazık ki gerçekte günlük hayata uygun değil.

Birkaç gün önce Davos’taki dünya ekonomik zirvesinde, “Daha fazla ödemekten gurur duyuyorum” adlı bir grup milyoner kendilerini eşitsizliğe karşı şampiyonlar olarak sahneledi. Kendisi de grubun bir parçası olan Engelhorn gibi bu grup da daha adil vergilendirme çağrısında bulunuyor. Açık mektuplarında diğer hususların yanı sıra şu ifadeler yer alıyor “Aşırı eşitsizlikle mücadele etmek için daha fazla (vergi) ödemekten gurur duyarız.”

Mektubun güzel bir okuması, burada söz konusu olan süper zenginlerin eşit bir topluma inanmadıkları ve bu nedenle sadece eşitsizliklerin çok aşırı olduğu yerlerde onları eşitleme eğiliminde olduklarıdır. Ancak kampanyanın sadece adı bile -“Daha fazla ödemekten gurur duyuyorum”- ilerici yüzün arkasında sıradan bir hayırseverlik fikrinin yattığını ortaya koyuyor.

Demokratik görevinizi yerine getirmekten ve servetinizle orantılı olarak adil bir vergi ödemekten gurur duyuyorsanız, başka şeylerden de gurur duyduğunuzu varsaymak zorundayız: Çöpü kendiniz atmak, haftada bir özel jet kullanmamak (iklim: Çooook önemli!) ya da ilişkinizde şiddet kullanmamak. Bu kurallara uymayan herkese ayrıcalık kontrolü yapılacaktır!

Alaycılığı bir kenara bıraksanız bile şu sonuca varabilirsiniz: İnsanların statülerine göre katkıda bulunmaları fikrinin normalliğinden, gönüllü ve gururla itiraf edilen başarıya doğru bir kayma yaşanıyor; bakın, adil vergi payımı ödüyorum. Harika, değil mi?

Davos Grubu örneğinde geçerli olan, Silikon Vadisi’nden zenginlerin iklimin korunması için kampanya yürüttüğü “İklim Acil Durum Fonu” gibi benzer projeler için de geçerlidir: Zenginler ve sol arasındaki ittifaklar kaçınılmaz olarak sermaye egemenliğinin yani kapitalizmin devamlılığı anlamına gelmektedir. Silikon Vadisi’nin yuppileri nasıl zenginliklerinin koşullarının üstesinden gelmeye kararlı değillerse, Davos’un gururlu süper zenginleri de varlıklarının engellendiği bir dünya için kampanya yürütmeyecektir.

Çeviren: Semra Çelik

------------------------------

GÖÇ YASASI: BU SİYASETTE SİNİZMİN ZAFERİDİR

Emilien URBACH
Humanite

Fransa Grenoble-Alpes Üniversitesinde kamu hukuku profesörü ve Göç Enstitüsü (Convergences Migrations Institute) üyesi olan Serge Slama, Anayasa Konseyinin parlamento tarafından kabul edilen maddelerinden üçte birinin iptal etmesini değerlendirdi. Ayrıca solu, göç konusunda yeniden harekete geçmeye çağırdı.

Anayasa Konseyinin yeni aldığı karar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çok iddialı bir karar değil ama anayasanın koruyucu temel maddeleriyle ilgili ciddi çalışmalar yapılmış. Yani metinde yer alan ve konuyla ilgisi olmayan hükümler iptal edilmiş. Sosyal yardımlara erişimin sıkılaştırılması, aile birleşimine getirilen kısıtlamalar ve yabancı öğrencilere getirilen depozito uygulaması gibi. En çok tartışılan hükümler arasında yer alan yaklaşık otuz yasal düzenlemenin iptal edileceğini tahmin etmiştim. Konsey bunların yanında, parlamento tarafından belirlenecek göç kotalarının getirilmesi de dahil olmak üzere, esasa ilişkin üç maddeyi de iptal etti. Bu konuda güçlü bir içtihat hukuku vardı. Sonuçta, tüm bu şerh ve iptaller bekleniyordu.

Ancak yasanın geri kalan maddeleri göçmenlerin Fransa’da daha iyi muamele göreceğini garanti etmiyor...

Aslında Anayasa Konseyi, başta Ulusal İltica Mahkemesinde “tek hakimlik” kurulmasını öngören hüküm olmak üzere, uzun süre sıkıntısını çekeceğimiz bazı yasal aygıtların kurulmasına izin verdi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Fransa’yı on iki kez mahkum etmesinin ardından gelen reşit olmayanların gözaltına alınmasının yasaklanması dışında, metnin daha olumlu yönlerinden geriye hiçbir şey kalmadı. Kağıtsız işçilerle ilgili hükümler ise neredeyse işlemez hale getirilmiş.

Yürütmenin nihayet bir yasama darbesi gerçekleştirdiğine inanmalı mıyız?

Hükümet ateşle oynadı ve işe yaradı. Metin bu haliyle yürürlüğe girecek. Yürütmenin başı dertteydi ve bile bile konuyla ilgisi olmayan sağcı ve aşırı sağcı tedbirlerin geçmesine izin vererek en olmayacak senaryo üzerine kumar oynadı. (İçişleri Bakanı) Gérald Darmanin, kendi metninin kabul edilmesinden dolayı kendini kutluyor ama sonuçta bu, her şeyden önce siyasette sinizmin bir zaferi. Parlamenterler ve hükümet Anayasaya saygı gösterme kaygısı taşısaydı tüm bunlar önlenebilirdi.

Bu, özellikle 21 Ocak’ta göç yasasına karşı harekete geçenler için bir yenilgi mi?

Hayır, bu oyunun sonu değil. Pasqua Yasası da, daha sonra çıkarılan Debré Yasası gibi büyük ölçüde iptal ettirildi. Açlık grevleri ve kilise işgalleri gibi eylemlilikler Chevènement Yasası’nın çıkarılmasını sağladı. Kuşkusuz mükemmel bir düzenleme değildi ama on binlerce insanın düzenli hale getirilmesini sağladı. Bir seferberliği bir anda inşa edemezsiniz, onu zaman içinde inşa etmeniz gerekir. Bu da solun çeşitli bileşenlerinin göç politikası konusunda yeniden harekete geçmesi ve mevcut duruşlarının ötesine geçmeleri gerektiği anlamına geliyor. Sadece ulusal bir perspektiften de değil. Çünkü Avrupa düzeyinde kabul edilen sığınma ve göç anlaşmaları Darmanin Yasası’ndan bile daha kötü.

Çeviren: Eren Can

---------------------------

ARJANTİN’DE KADIN HAKLARI YOK OLUYOR, KAYITSIZ KALMAYIN-SIRADAKİ SİZİNKİ OLABİLİR

Luciana PEKER
The Guardian

Javier Milei’nin başkan seçilmesinin ardından güvenliğime yönelik tehditler beni sürgüne zorladı. Antifeminist aşırıcılığın yükselişinden korkuyorum

Mayıs 2015’te 14 yaşındaki Chiara Paez’in erkek arkadaşı tarafından öldürülmesi Arjantin’de ulusal öfkeye yol açtı. Gazeteci Marcela Ojeda “Hiçbir şey yapmayacak mıyız?” diye sordu. Ve biz bir şey yaptık. 3 Haziran’da kadın cinayetlerine karşı ilk Ni Una Menos (Bir kadın daha eksilmeyeceğiz) kadın yürüyüşü gerçekleşti.

Yürüyüş, toplumsal cinsiyet şiddetine karşı mücadelede yeni bir küresel farkındalık uyandırdı. Ni Una Menos hareketi Peru, Uruguay, İtalya ve Almanya’nın yanı sıra başka yerlerde de tekrarlandı. Brezilya ve Meksika’da protestolar ve #MiPrimerAcoso (“ilk tacizim”) etiketi ile yayıldı.

Batı da aynı şeyi yaptı. 2017 yılında, Ni Una Menos’tan iki yıl sonra #MeToo (Ben de) patladı. Arjantin’in “Kız çocukları devrimi” kendi direnişini Plaza de Mayo Anneleri ve Büyükannelerinden, onların 1976’dan 1983’e kadar Arjantin’i yöneten diktatörlük tarafından kaçırılan çocuklarını ve torunlarını arayışlarından ve bu rejime karşı insan hakları için verdikleri mücadeleden öğrendi. Bu kadınların çoğu Arjantin’den kaçmak zorunda kaldı ve hakları için Avrupa’da da mücadele etmek zorunda kaldılar.

Ancak Latin Amerika’da kadın hakları mücadelesine öncülük eden ülke şimdi aşırı, kadın düşmanı bir gerileme yaşadı ve ben de ülkemi terk etmek zorunda kaldığımı hissediyorum. Javier Milei, aralık 2023’te göreve geldiğinden bu yana, hükümeti doğal kaynakları yağmalayan, sosyal adalete saldıran, devleti parçalayan ve kadın haklarını ve cinsel çeşitliliği aşındıran şok edici bir strateji uyguladı. Bu ortamın mümkün kıldığı feminizme yönelik saldırılar Arjantin için büyük bir sorundur. Aynı zamanda Latin Amerika ve Batı’daki kadınlar için de çok ciddi bir sorundur, her ne kadar onlara uzak gelse de…

Milei hükümeti iktidara gelmesinin üzerinden bir ay bile geçmeden kadın, toplumsal cinsiyet ve çeşitlilik bakanlığını kapatarak toplumsal cinsiyet şiddetine karşı politikaları bürokratik bir dekorasyona indirgemiş ve 2020’de kazanılan yasal, güvenli ve ücretsiz kürtaj hakkını riske atmıştır. Milei feminizme karşı konuşmuş ve kadınlara sözlü tacizde bulunmuştur; öyle ki bir kadın gazeteci canlı yayımlanan bir TV programında “9 mm (silah) alabilirim” dedikten sonra programı terk etmiştir: “9 mm’lik alıp kafana dayayabilirim.”

Elbette Latin kadınları Batıdakilerden bir şeyler öğrenmeye devam ediyor. Arjantin’deki kabus, El Salvador, İtalya ve Macaristan’da da görülen gerici otoriterlik imajını yumuşatmak için dümende bir kadının -Arjantin’de kürtaj karşıtı başkan yardımcısı Victoria Villarruel’in- bulunduğu, kıyameti andıran İngiliz dizisi Years and Years’ın gerçek hayattaki versiyonu gibi görünüyor.

Bu bana aynı zamanda Laura Bates’in cesur kitabı Kadınlardan Nefret Eden Erkekler’i de hatırlatıyor; bu kitapta Milei’nin seçim zaferinde önemli rol oynayan öfkeli genç erkekleri cezbetmek için uyguladığı stratejiler birebir anlatılıyor. Bu erkekler taciz ve tecavüzü kınayan herkesi düşman ilan ettiler. Sonuç olarak, sesini yükselten gazeteciler, yazarlar ve feminist aktivistler onların saldırılarının hedefi haline geldi. Unesco’nun 2020 yılında yaptığı bir ankete katılan dünya genelindeki kadın gazetecilerin yaklaşık dörtte üçü, ölüm tehditleri, görüntü temelli taciz ve cinsel şiddet tehditleri de dahil olmak üzere çevrim içi şiddete maruz kalmıştır. Ölmemizi ya da sessiz kalmamızı istiyorlar.

Arjantin’de feminizm yok edilmedi ama saldırı altında. Bu nedenle, tehditler, sansür, susturma ve Milei’nin destekçileri tarafından çalışmalarımın ve gelirimin boğulmasının ardından ülkeyi terk etmek zorunda kaldım. Kadın cinayetleri nedeniyle kontrol silahlarıyla ilgili makalemi paylaştığımda biri Instagram paylaşımıma “Sıradaki olmayı hak ediyorsun” yorumunu yaptı. Ben susturulmak için değil, yazmaya devam etmek için ayrıldım. Ve sonsuza kadar da gitmedim. Bu kişisel değil, politik bir mesele.

Latin Amerika’daki kadınların, bu şiddetli baskıya son vermek için Batı’daki kadınların bizimle birlikte çalışmasına ihtiyacı var. Latin yazarların, aktivistlerin, yazarların ve gazetecilerin çalışmalarını okuyun, onları sosyal medyada takip edin, içeriklerini paylaşın ve kadınlarımızın sözlerini destekleyin ki şiddet bizi susturmasın ve ekonomik boğulma sesimizi tekrar çalmasın. Özgürlüğümüz geri itilemez. Kelimelerimiz de öyle.

Çeviren: Sarya Tunç

------------------------------

(EVRENSEL)