16 Mart 2024 Cumartesi

EVRENSEL GÜNDEM - 16 MART 2024 -

 Fidan’ın Washington icazetli rotası (Birkan BULUT)

ABD ve NATO’cu çizgiye son dönemde sıkıca sarılan Erdoğan yönetimi, ABD’nin çekilme tartışmalarının ardından bölgede askeri ve ekonomik gücünü artırma planlarını da devreye soktu.

ABD ve NATO’cu çizgiye son dönemde sıkıca sarılan Erdoğan yönetimi, ABD’nin çekilme tartışmalarının ardından bölgede askeri ve ekonomik gücünü artırma planlarını da devreye soktu. İktidar sözcülerinden “ABD’den icazet almayız” itirazları gelse de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Washington dönüşünde Irak’tan Kafkasya’ya kadar yaptığı ziyaretlerde bölgeden Avrupa’ya enerji koridorları üzerinde duruldu.

Erdoğan’ın sınır ötesi harekatı genişletme mesajı ve ABD ziyaretinin ardından bölgede artan diplomatik trafik, Bağdat’taki güvenlik zirvesinde ortak bildiriyle devam etti. Bildiride askeri ve ekonomik alanda altı çizilen iki ortak tutum dikkat çekti. Birincisi, Irak’ın terör örgütü listesinde olmayan PKK’yi ortak bildiride yasaklı örgüt sıfatıyla tehdit olarak duyurması oldu. Erdoğan yönetimi, bunu seçimden sonra yapmayı planladığı kapsamlı operasyonda Bağdat’ın desteğini alma adımı olarak ajandasında işaretledi. Diplomatlar Arap ve Türkmen aşiretleriyle görüşürken, ordunun sınırdaki askeri hazırlıkları da sürüyor. Askeri kaynaklar harekatın öncekilerden farklı olarak daha kalıcı hedefleri olduğuna dikkat çekiyor. İktidarın Suriye’de daha önce talep ettiği gibi 30-40 km derinliğinde bir güvenli bölge oluşturmak istiyor.

Ancak ABD’nin bölgeden çekilme tartışmaları sürerken, bölgede daha yerleşik bir pozisyon almak isteyen Erdoğan yönetimi, Bağdat’ın desteği karşısında enerji ve ulaşım anlaşmaları konusunu da somut olarak masaya yatırdı. Bu konu bildiride, “ticaret, tarım, enerji, su, sağlık ve ulaştırma alanlarında münhasıran çalışacak ortak daimi komitelerin” kurulması kararıyla yer aldı.

Bu kapsamda, Basra Körfezi’ni Irak’ın Necef ve Musul kentleri üzerinden kara ve tren yoluyla Şırnak Ovaköy sınırına bağlaması planlanan kalkınma yolu projesi için çalışmaların hızlandırılması bekleniyor. Bu husus, enerji dışında yeni gelir kaynakları arayışında olan Bağdat yönetimi için de önemli.

KAFKASYA’DA ENERJİ KORİDORU

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Bağdat’tan sonraki adresi Bakü oldu. Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan üçlü dışişleri bakanları 9. toplantısında gündem, enerji ve nakil yollarıydı. Fidan, toplantıda, Bakü-Tiflis-Kars demir yolu hattının bir an önce tam kapasiteyle faaliyete geçmesi gerektiğinin vurgulandığını belirterek, “Karadeniz’in güvenlik, ekonomi, enerji ve ulaştırma gibi alanlar başta olmak üzere tüm bölge için taşıdığı stratejik öneme değindik. Somut projelerle, bölgemizde ve ötesinde iş birliğimizi güçlendirmek için birlikte çalışma yönündeki irademizi yineledik” diye konuştu. Gürcistan’ı AB aday ülkesi statüsü verilmesinden dolayı tebrik eden Fidan, Gürcistan’ın Avrupa Atlantik siyasi ve güvenlik yapılarıyla daha fazla bütünleşme arzusuna destek vermeye devam edeceklerini söyledi.

Gürcistan Dışişleri Bakanı İlia Darçiaşvili de Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) ham petrol boru hattı ile Bakü-Tiflis-Erzurum doğal gaz boru hattı projelerini başarılı bir şekilde gerçekleştirdiklerini ifade ederek “Enerji kaynaklarının Asya’dan Avrupa’ya taşınması ve Avrupa’nın enerji güvenliğinin sağlanması konusunda Gürcistan, Azerbaycan ve Türkiye’nin rolü özellikle önemlidir.” dedi. Trans hazar koridoru uluslararası ulaşım güzergahını (orta koridor) daha da geliştirmek için çalışmaya devam edeceklerine işaret eden Bakan Darçiaşvili, bu yönde Bakü-Tiflis-Kars (BTK) demir yolu projesinin kısa bir süre içerisinde tamamlanması üzerinde durdu.

KARADENİZ’DE ÜÇLÜ NATO ANLAŞMASI

ABD ve Rusya arasındaki en gerilimli bölge olan Ukrayna’da ise Türkiye taraflarla görüşmesi nedeniyle bir müttefik olarak görülüyor. Tahıl koridoru sürecinde önemli rol oynamaya çalışan Türkiye, kısıtlamaların yaşandığı enerji ticareti konusunda da taraflardan pay kapmaya çalışıyor. Ancak NATO ile ilişkileri güçlendirme sürecinde bu yönde de adımlar atıldı. Son olarak Bulgaristan ve Romanya ile Karadeniz’de yapılan mayın tarama anlaşması, Ukrayna’ya gitmek üzere üç ülke dışındaki savaş gemilerinin bölgeye girmesi için kullanılacağı iddialarına yol açmıştı. Öte yandan bakanların ABD’yi ziyaret ettiği günlerde, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy de İstanbul’da Erdoğan’la görüşmüştü.                                   

                                                            /././

Almanya'da Katolik Kilisesi, cinsel istismar mağdurlarına 57 milyon avro tazminat ödedi 

Almanya'da Katolik Kilisesinin, kiliselerde cinsel istismara uğrayan mağdurlara, çektikleri acıların bedeli olarak bugüne kadar ödediği tazminat miktarının 57 milyon avroya ulaştığı bildirildi.

Bağımsız Tazminat Komisyonunun Bonn'da açıkladığı 2023 yıllık raporuna göre, mağdurlara sadece geçen yıl 16 milyon avronun üzerinde tazminat ödendi.

Bağımsız Tazminat Komisyonu Başkanı Margarete Reske, Haziran 2023'te Köln Bölge Mahkemesinin, cinsel şiddet mağduru bir kişiye 300 bin avro tutarında tazminat ödenmesine karar verdiğini ve bu tazminatı Köln Başpiskoposluğunun ödemek zorunda kaldığını belirtti.

Reske, 2021'de verilen kararlarda ödenmesi gereken tazminat miktarı 22 bin ile 25 bin avro arasında değişirken, 2023 yılından itibaren tazminat miktarlarının kişi başına 50 bin avronun üzerine çıktığını belirtti.

Komisyon, henüz sırada bekleyen dosyaların olduğunu ve 1 Ocak 2021'den bu yana mağdurlara toplam ödenen tazminat miktarının 57 milyon avroya ulaştığını kaydetti.

Almanya'da çoğu çocuk çok sayıda kişinin geçmiş yıllarda Katolik Kiliselerinde cinsel istismara uğradığı ortaya çıkmıştı.

                                                       /././

Çocuğu istismara maruz bırakan imamın ceza indirimi onandı

Camide bir çocuğa istismarda bulunan imam hakkında verilen indirimli 10 yıl 10 aylık hapis cezası istinafta onandı. İndirimin gerekçesi; çocuğun tepkisi karşısında, imamın "gönüllü vazgeçişi" oldu.

Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde 24 Temmuz 2021’de görevli olduğu camide 9 yaşındaki bir çocuğu cinsel istismara maruz bırakan imam Kadri Özkaya hakkında “Nitelikli cinsel istismara teşebbüsten” 18, “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılmadan” 3 yıl hapis cezası verilmişti. Diyarbakır 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği karar daha sonra Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi'ne taşınmıştı. 

ÇOCUĞUN TEPKİ GÖSTERMESİNİ CEZA İNDİRİMİNE GEREKÇE KILDILAR! 

Mahkeme, çocuğun direnmesi üzerine sanığın eyleminden vazgeçmesini “gönüllü vazgeçme” kabul ederek, verilen cezayı “fazla ceza tayini” olarak değerlendirdi. İstinaf Mahkemesi, cezanın çocuğa karşı “basit cinsel istismar”dan hüküm kurulmasını isteyerek, dosyayı Diyarbakır 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.

CEZAYI 2 YIL 6 AY DÜŞÜRDÜLER 

Diyarbakır 3’ncü Ağır Ceza Mahkemesi, imam hakkında bu kez “Basit cinsel istismardan” 10 yıl ceza vererek, uyguladığı indirim ile cezayı 8 yıl 4 aya düşürdü. “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçundan ise 1 yıl hapis cezası verildi. Mahkeme, suçun çocuğa karşı işlenmesinden dolayı cezada artırıma giderek, cezayı 2 yıla çıkardı. Suçun cinsel amaçla işlemesi nedeniyle cezayı bir kez daha artırarak 3 yıla çıkaran mahkeme, takdiri indirim uygulayarak Özkaya’ya “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçundan verilen cezayı 2 yıl 6 aya düşürdü. Mahkeme her iki suçtan da sanığa uyguladığı indirimlerle toplamda 10 yıl 10’a hapis cezası verdi. 

İSTİNAF MAHKEMESİ KARARI ONADI

Karara karşı taraflar Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi’ne itirazda bulundu. Kararı inceleyen Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 7’nci Ceza Dairesi, “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” ve “Çocuğun cinsel istismarı” suçlarından verilen kararı yerinde bularak, onadı.  Mahkeme, sanığın tutukluluğuna yapılan itirazı ise reddetti. Taraflar, kararın bozulması istemiyle Yargıtay’a başvurdu.

                                                          /././

Erzurum'da 3 jeotermal kaynak arama ruhsat sahası ihaleye çıkarıldı 

Erzurum'un Palandöken ilçesi sınırları içinde yer alan 3 jeotermal kaynak arama ruhsat sahası, 2 Nisan Salı günü ihaleye çıkarılacak

Erzurum'da 3 jeotermal kaynak arama ruhsat sahası için ihaleye çıkıldı.

Erzurum Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığının ihale ilanı, Resmi Gazete'de yayımlandı.

Buna göre, Erzurum'un Palandöken ilçesi sınırları içinde yer alan 3 jeotermal kaynak arama ruhsat sahası, 2 Nisan Salı günü saat 10.30'da "açık teklif usulü" ile ihale edilecek.

Geçici teminat bedelinin 21 bin-60 bin lira olarak belirlendiği sahaların ihalesi, Erzurum Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı toplantı salonunda yapılacak.

                                                       /././

Kamu kaynağıyla kamu adına yolsuzluk (Nisa Sude DEMİREL)

Yerel seçimlere kısa bir zaman kalmışken belediyelerin kamu hizmetlerini ihale etmesini, yaşanan usulsüzlükleri gazeteci-yazar Çiğdem Toker ile konuştuk.

Yerel seçimlere kısa bir zaman kalmışken belediyelerin son 5 yıllık bilançoları da gündeme geliyor. Çeşitli vaatlerin tutulup tutulmamasının yanı sıra, belediyelerin kamu hizmetlerini ihale etmesi de tartışma başlıklarından birini oluşturuyor. Sayıştay raporlarına yansıyan usulsüzlükleri, taşeronların getirdiği güvencesizleşmeyi ve Kamu İhale Kanunu’nda AKP iktidarı boyunca yapılan değişiklikleri Gazeteci-Yazar Çiğdem Toker’le konuştuk.

‘İHALELER YERİNE DOĞRUDAN TEMİNE BAŞVURULUYOR’

Belediyelerin çeşitli hizmetleri ihale etmesinin o hizmetten yararlananlar açısından nasıl sonuçları oluyor? Bu hizmetler ihale edilmek zorunda mı?

Belediyelerin sunduğu hizmetlerin çoğu yerel halkın, toplumun ortak ihtiyaçlarının giderilmesine dönük hizmetler. İhtiyaçlar arttıkça, nüfus artık belediyelerde daha da yoğunlaşıyor. Bu da belediyelerin mal ve hizmet satın almasını kaçınılmaz hale getiriyor. Bunun yolu da kamu ihalesi. Kaçınılmaz bir durum ama bütün mesele bunun ihale mevzuatına uygun olup olmamasında düğümleniyor. Burada da denetim meselesi önem kazanıyor. Belediyelerde bir ihale yöntemi olmayan doğrudan temin yöntemine daha sık başvurulduğunu görüyoruz. Bu kamuoyuna açık olmuyor, rekabete de açık olmuyor, şeffaf da olmuyor. Bu sorunları Sayıştayın geçmiş yıllardaki raporlarından biliyoruz. Mesela hem sözleşme imzalanmaması hem açık olmaması gibi sorunlar var.

Kamu İhale Kanunu’na göre yapıldığında da araştırma yapılmaması, yaklaşık maliyetin iyi belirlenmemesi gibi sorunlar oluyor. Mesela bazı yerel yönetimlerin yasaklı firmaların yasaklı olup olmadığını yeterince araştırmadığını görmüştüm bir raporda. Yani bütün bunlar aslında denetimin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü harcanan kamu kaynağı, bizlerin vergileri. Dolayısıyla bir titizlik ve özen gözetilmesi gerekiyor.

BELEDİYELER TOPLAM İHALELERİN 3’TE 1’İNİ YAPIYOR

Belediye iştiraklerinin artmasıyla ihale süreçlerinde değişen bir şeyler oldu mu?

Belediyenin iştirakleri ve şirketleri bürokrasinin formalitelerinden, katı kurallardan kaçmak, rahat ve dinamik hareket edebilmek için oluşturulmuş bir sistem. Belediye şirketleri de hizmetleri yerine getiriyor ama yarı ticari şekilde. Ama bir yandan da kamu kaynaklarını kullanıyorlar. Bu şirketler arttıkça tabii mal-hizmet alımları, yapım işleri de artıyor. Bunların denetlenmesine dair de problemimiz var. Kamunun geneline ilişkin bir problem bu. Belediyeler toplam ihalelerin üçte birini yapıyor, o nedenle önemli. Bu çok büyük paralar, milyarlarca lira.

Tabii bu sistem içinde taşeron sistemini de anmak gerekiyor. Yani belediyeler, yerel yönetimler kamusal nitelik taşıyan bazı hizmetleri yine açtıkları ihalelerle şirketlere gördürüyorlar. Örneğin bir eğitim merkezinde kadrolu eğitmenler çalıştırmak yerine, maliyeti yüksek olacağı için ihale ediyorlar bunu ve bir takım taşeron şirketler de devreye giriyor. O eğitmenler o şirkete bağlı olarak sözleşme imzalıyorlar. Belediye adına bir hizmet veriyorlar ama belediye personeli sayılmıyorlar. Bu güvencesizleştirmeyi de beraberinde getiren bir sistem oluyor. Ankara’da bunu görüyoruz mesela.

‘KAMU İHALE KANUNU’NDA EN AZ 200 DEĞİŞİKLİK YAPILDI’

AKP döneminde Kamu İhale Kanunu’nda çokça değişiklik yapıldığını biliyoruz. Bu değişikliklere neden ihtiyaç duyuldu?

Bu Kamu İhale Kanunu 21 yıldır yürürlükte, 2001 krizinden sonra Avrupa Birliği müktesebatına uygun olsun diye çok iyi standartlarda hazırlanmıştı. Artık bir klişeye dönüşmüş bir söylemle bu kanunda 200’in üzerinde değişiklik yapıldı. Neden bu kadar çok değişiklik yapılıyor? Çünkü sonuç olarak iktidar bir güç kullanımı. Kaynakları nereye, nasıl aktaracağınıza karar veriyorsunuz. Olabildiğince o kurallardan kaçmak için yapılan değişiklikler.

Zaman zaman bir yapısal reform örneği olarak ihale mevzuatının elden geçirilmesi, yeni bir ihale kanunu çıkartılması gibi haberler okuyorum, duyuyorum. Mevcut siyasal anlayış iktidarda olduğu müddetçe, bu zihniyet değişmediği müddetçe yeryüzünün en iyi kanununu getirirseniz de hiçbir kıymeti yok. Uygulayıcıların bakışının değişmesi gerekiyor. Yani kamu nedir? Kamu kaynağı nedir? Kamu yararı nedir? Kamu kaynaklarından tasarruf nedir? Bunların gerçekten içselleştirilmiş olması gerekiyor. En pırıl pırıl kanun bile getirilse kısa süre içerisinde Mecliste torba kanunlarla delik deşik edileceğini görürüz.

                                                     /././

Belediyelerdeki usulsüzlükler Sayıştay raporlarında (Gözde TÜZER)


31 Mart yerel seçimlerine sayılı günler kaldı. Belediye başkanlarını seçecek olan yurttaşlar, bir yandan vaatleri dinlerken, bir yandan belediyelerdeki usulsüzlükleri hatırlıyor.

31 Mart yerel seçimlerine sayılı günler kaldı. Belediye başkanlarını seçecek olan yurttaşlar, bir yandan vaatleri dinlerken, bir yandan belediyelerdeki usulsüzlükleri hatırlıyor. Belediyelerin kendi iştirakleri ile birlikte taşerona verdiği onlarca iş bulunurken, bu ihalelerin nasıl yapıldığı, kimlere verildiği ve ne gibi kazançlar elde edildiği de raporlara yansıyor. İhaleler önce şirketlere oradan taşeronlara ve çoğu zaman da taşeronun taşeronu olan firmalara veriliyor. Sayıştayın 2022’de hazırladığı raporlar, ihalelerdeki usulsüzlükleri ortaya koyuyor.

BALIKESİR’DE YÜZDE 1800 KAR

Örneğin Balıkesir Büyükşehir Belediyesinin usulsüzlüğü de Sayıştay raporlarında yer almıştı. Balıkesir Büyükşehir Belediyesi, bir organizasyon işi için açılan ihaleyi alan şirkete 190 bin TL ödeme yaptı. Şirketin bulduğu alt bir taşeron işi 10 bin TL’ye yaptı. Kâr ise yüzde 1800 oldu.

ZEMİN ETÜDÜ YOK, BEDEL 66 BİN

Çukurova Belediyesinde ise kamu kaynakları “iş artışı” nedeniyle zarara uğratıldı. Çukurova Belediyesi “Adana yöresel lezzetleri çarşısı ve temalı park yapım işi” için ihale açtı. İhaleyi alan şirket 13 Ekim 2020 tarihinde anahtar tesliminde bulunacağı sözü verdi. Ancak öyle olmadı çünkü şirket zemin etüt raporunu hazırlamadan uygulama projesi başlatmıştı. Hatalı hazırlanan zemin etüdü nedeniyle park yapılamadı. Bitmeyen parkı yapmak isteyen şirkete belediye tarafından 16 Şubat 2021’de 66 bin 28 lira 35 kuruş tutarında “iş artış” bedeli verildi. Raporda “…Gerekli özen gösterilerek yapılacak zemin etüt çalışmaları ile uygulama projesinin hazırlanması halinde iş artışı gerekçesi olan imalatların yapılmasına gerek duyulmayacağı açıktır” denildi.

İSTİSNA DEĞİL, GENEL: PAZARLIK USULÜ

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün Van’da yaptığı konuşmada kayyum tarafından yönetilen Van Büyükşehir Belediyesinin usulsüzlükleri de dikkat çekiciydi. Van’da 2022 yılında 110 ihale gerçekleştirildi. Ancak bu ihale pazarlık usulü yapıldı. Bu yöntem İhale Kanunu’nda istisnai olarak kabul ediliyor. Örneğin belediye; teknik detayları, yöntemleri ve fiyatları ihaleye katılanlarla görüşüyor ve kabul ediyor. Sayıştay Van Belediyesi için “…Pazarlık usulünün genel bir alım yöntemi olarak benimsendiği, temel ihale usulleri ile karşılanması gereken ihtiyaçların pazarlık usulü ile karşılandığı” tespitinde bulunuyor.

‘DOĞRUDAN TEMİN’ EKAP’TA BİLE YOK

Erzurum Belediyesinde de durum farklı değil. Örneğin belediye 28 Şubat 2022’de cenaze malzemesine ihtiyaç duyuyor. Ve 423 bin 319 TL tutarında alım gerçekleştiriyor. Ancak bunu ihale yoluyla değil aynı firmadan iki parçaya bölünerek doğrudan temin ediyor. 09 Haziran 2022’de ise yem fabrikasındaki yapım işi için 393 bin 360 TL ödüyor. Yine aynı firma, yine ihale yok, yine iki parçaya bölünerek doğrudan temin yöntemi. 5 Aralık 2022’deki 321 bin 421 TL’lik duvar yapım işinde de yöntem aynı. Üstelik “doğrudan temin usulü”nün Elektronik Kamu Alımları Platformu (EKAP) üzerinden Kamu İhale Kurumuna bildirilmesi gerekiyor. Ancak bu bile yapılmıyor.

ŞİRKET İŞİ YAPMADI, PARAYI ALDI

Trabzon Belediyesi ise pek çok programın gerisinde kaldı. Ancak belediye buna rağmen herhangi bir adım atmadı. Sayıştay denetçileri; “Bazı yapım işlerinde yüklenicinin iş programının gerisinde kaldığı, ihtarname gönderildiği ancak gecikme cezası uygulanmadığı ve aynı durumun devam etmesine rağmen sözleşmelerin feshedilmediği tespit edilmiştir. İdare üzerine düşeni yapmış olsaydı, ilgili işlerin fiziki gerçekleşmesi yüzde on beşin üzerine çıkacak ve ilgili işler feshedilmeyecek ve aynı işlerin daha yüksek fiyattan yapılması engellenebilecekti” değerlendirmelerinde bulundu.

Bursa Büyükşehir Belediyesinde ise ihalesiz olarak belediye şirketine devredilen yerler bulundu. Ancak belediyenin şirketleri bu yerleri, pazarlık usulü ile üçüncü şahıslara kiraya verdi. Konya Büyükşehir Belediyesi ise, belediye sınırları içerisinde belirlenen güzergahları; 530 minibüse süresiz olarak ve ihale yapılmaksızın verdi.

                                                      /././

7 öğrencinin katlinin üzerinden 46 yıl geçti / ‘16 Mart Katliamı’nın peşini asla bırakmayacağız’ (Eylem NAZLIER)

İstanbul Üniversitesi (İÜ) önünde 7 öğrencinin öldürüldüğü 16 Mart Katliamı’nın üzerinden 46 yıl geçti. İÜ’deki ülkücü saldırılara karşı Beyazıt Kampüsünden toplu çıkış yapmak isteyen devrimci öğrencilere yönelik katliam, zaman aşımına uğratılarak tarihin tozlu raflarına terk edildi. Katliamdan yaralı kurtulan ve mezun olduktan sonra da davanın avukatlığını üstlenen Kamil Tekin Sürek’le yaşananları konuştuk.

‘PLANLANMIŞ BİR KATLİAMDI’

Milliyetçi Cephe hükümetinin o yıllarda solcu öğrencileri ve akademisyenleri üniversitelerin dışında tutmaya çalıştığını anlatan Sürek, 1 Mart 1978’den itibaren devrimci öğrencilerin okula toplu şekilde gitme kararı aldığını söyledi. Okula giriş-çıkışlarda sürekli olarak polis tarafından engellendiklerini aktaran Sürek, MHP’li öğrencilerden ölüm tehditleri aldıklarını dile getirdi. Sürek, katliam gününe dair şunları anlattı: “16 Mart günü dersten çıktık. Okuldan çıkış yapacaktık. ‘Faşistler tekrar saldırabilir, en öne bütün siyasi gruplardan kavga edebilecek kişiler toplansın’ dedik. Kavga çıkarsa dağılmayalım dedik. En önde kol kola girdik. Kapıdan çıktık. Polisler toplanmıştı. Faşistler bizi seyrediyorlardı. O gün faşistler bize fiziki saldırıda bulunmadı. Eczacılık Fakültesini geçmiştik ki bir arkadaşımız ‘bomba’ diye bağırdı. Dönüp kafamı çevirdiğimde bir patlama oldu. Patlamayla birlikte yere kapandık. Yerden gri bir duman yükseldi. Herkes yerde kendini doğrultmaya çalışıyordu. Kalkıp gidecekken makineli tüfek, tabanca sesleri gelmeye başladı” dedi.

‘KİMSE CEZA ALMADI’

Sürek, “Katliamı ortaya çıkaracak devlet kurumlarından ciddi bir bilgi gelmedi. Delilleri göndermediler. Katliam sırasında bombacıyı yakalamak isteyen polisleri engelleyen Reşat Altay’ın Abdullah Çatlı ile fotoğrafları ortaya çıktı. Susurluk ve 16 Mart Beyazıt Katliamı davalarının birleştirilmesini istedik. Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) bunu reddetti. MHP’den ayrılan Ali Yurtarslan, bombayı Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker’den aldıklarını yazdı. O dönem kendilerine bilgi vermeyen Genelkurmay Yetkilisi Mustafa Kaplan daha sonra Ergenekon davasında yargılandı. Zaman aşımının yaklaştığı günlerde Ergenekon davaları açılmaya başlandı. Bu sefer de Beyazıt Katliamı davasının Ergenekon davasıyla birleşmesini istedik fakat bu da reddedildi. Beyazıt Katliamı davası, İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ‘zaman aşımı’ kararı verilerek kapatıldı. Katliamın üzerinden 46 yıl geçmesine rağmen bu işi örgütleyen MHP’den, askerden kimse herhangi bir ceza almadı. Haklarında bir soruşturma dahi açılmadı” diye konuştu.

Avukat Kamil Tekin Sürek

Katliamın planlı bir şekilde işlendiğini belirten Sürek, “Bazı davalarda en azından tetikçi falan yargılanıyor ama bu davada kimse yargılanmadı. 16 Mart Beyazıt Katliamı 12 Eylül’e giden süreçti. Göstermelik bir davaydı. Bütün faili meçhul cinayetler, katliamlar gibi bu katliamın da devletle bağlantısı var. Devletin içinde birilerinin yönlendirdiği, azmettirdiği bir katliam olmasa bu kişileri korumazlardı, yargılarlardı. Büyük ihtimalle katliamın sorumluları kontrgerilladır. 16 Mart Katliamı’nın peşini asla bırakmayacağız. Sonuna kadar mücadele edeceğiz” dedi.

Sürek sözlerine şöyle devam etti: “Yetmişlerde Milliyetçi Cephe hükümetleri devrimci, demokrat, sosyalist öğrencileri üniversitelere sokmamak için katliamlar, cinayetler işledi. Şimdinin milliyetçi cephesi olan Cumhur İttifakı da aynı politikayı sürdürüyor. Belki katliamlar, cinayetler işlemiyor ama 2 bin 500 civarında akademisyenin bir çırpıda ihracı, Boğaziçi Üniversitesinin durumu, aslında bütün üniversitelerin durumu bunu gösteriyor. Ama o zamanki gericiliğe ve faşizme karşı direniş gibi şimdi de direniş devam ediyor.”

(EVRENSEL)


Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 16 MART 2024 -

 

Özgür Özel’in Dikkatine! (Işık Kansu)

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, kurultayda, partide artık tabanın söz ve karar sahibi olduğunun özellikle altını çizmiş ve partililerin büyük desteğini almıştı.

Özel’in, partide olumlu hava estiren bir diğer verdiği söz de “değişim”di.

Kurultay ile birlikte CHP’nin, adı üzerinde halkın partisi olması ve ilkeli çizgisine yeniden oturması konusunda umutlanan partilileri inciten, beklentileri konusunda güvensizliğe iten bir somut gerçekliğe ilişkin bilgiler aktarıldı bize.

Bilgiyi aktaran CHP’liler, Ankara’daki büyük bir ilçenin belediye meclis üyesi aday listesini, Özgür Özel’in, partinin geleceği ve inandırıcılığı açısından dikkatle incelemesini istiyorlar.

Listedeki adların hepsi bizde var. Adlar değil, bağlantıları önemli:

- Bir ilçe belediye başkanının kızı.

- Bir eski genel başkanın oğlu.

Melih Gökçek’in Ankara’nın girişlerine yaptırdığı görgüsüz kapıların ihaleleri ile bağlantılı bir milletvekilinin komşusu.

- Bir parti meclisi üyesinin oğlu.

- Bir eski genel başkanın makam şoförü.

- Bir parti meclisi üyesinin ortağı.

- Bir büyükşehir belediye başkanının danışmanının ablası.

- Bir parti meclisi üyesinin kardeşi. Bu liste ile değişim gerçekleşir mi, taban söz ve karar sahibi olur mu, halka güven verilir mi gibi sorulara, hiç kuşkusuz Özgür Özel ve yönetimi karar verecek.

Ancak, CHP’de eğer bir değişim gerekiyorsa, sanırız bu adayları belirleyen mantık ve iç işleyişten sıyrılmanın yöntemleri bulunmalı.

YIKIMA GÖTÜREN OLAY

Ankara Mimar Kemal Lisesi 1993 okul yıllığından, sınıf arkadaşlarının Galatasaray’ın eski Alman savunma oyuncularından esinlenerek “Stumf” adını taktığı, bugünün AKP İstanbul adayı Murat Kurum’a yönelik satırlar:

Bizi Arena’ya çıkarıp ‘1976 yılının en önemli ve acımasız olayı nedir?’ diye sorsalar, ‘Stumf’un doğum günü’ deriz. ‘Peki sizi yıkıma götüren ikinci olay nedir?’ derseler, ‘Onunla aynı sınıfa düşmemiz’ diye haykırırız.

Spora küçük yaşlarda merak saran Murat, ‘Baba bana top al’ sözüyle herkesi mantık üstü bir düşünceye itmiştir.

Beden eğitimi derslerinde eline aldığı basketbol toplarıyla şimdiye kadar ne yapmak istediği bilinememiştir. Ancak, gelen varsayımlar arasında Stumf’un buz pateni yaptığı vardır.”

Ne demişler:

- Çocuktan al haberi.

SON SEÇİMİ

Saray’daki, 31 Mart yerel seçimlerini “Türkiye’de bir dönüm noktası” olarak tanımlıyor ve ekliyor:

Adeta nefes almaksızın koşturuyoruz. Çünkü benim için bu bir final. Bu seçim son seçimim.

Doğrudur, bu son seçimidir. Arkasında bir tek Devlet Bahçeli ile ekibi; Özgür Özel’in anımsattığı gibi, insanları domuz bağı ile bağlayıp işkenceyle öldürdükten sonra yaşadıkları evin altına gömecek kadar gözü dönmüş Hizbullahçılar; küçücük kızlarla evlenen, çocukları istismar eden tarikatçılar kaldı.

Türkiye’nin Yüzyılı” uydurmasıyla ekonomiden devlet yönetimine, sosyal güvenlikten uluslararası ilişkilere değin her alanı yerle bir etti.

Gerisinde büyük bir yıkıntı bırakıp gidiyor, gidecek...

                                                   /././

Tek savunma, tek planlama (Mehmet Ali Güller)

NATO’nun önündeki en sıcak tartışma konularından biri, 1 Ekim’de kimin genel sekreter olacağıdır.

ABD, İngiltere ve Almanya’nın adayı Hollanda Başbakanı Mark Rutte. Ancak ilginç bir şekilde Romanya Devlet Başkanı Klaus Iohannis de adaylığını açıkladı.

Genel sekreter oybirliğiyle seçileceğinden ve Romanya kendine oy vereceğinden, bir uzlaşma olmadığı takdirde bir tıkanma yaşanacağı görülüyor. Bu, 2014’ten beri genel sekreter olan Jens Stoltenberg’in belki de beşinci uzatma almasına neden olacak...

NATO İÇİNDE İKİ SINIF

Peki sorun ne? İsimlerin ve ülkelerin rekabeti mi? Hem Iohannis’in hem de bazı Baltık ülkesi liderlerinin açıklamaları, daha derinde “iki NATO, iki AB” tartışmasının yürüdüğüne işaret ediyor.

Örneğin Estonya Başbakanı Kaja Kallas, “NATO’da birinci sınıf, ikinci sınıf ülkeler konusu var. Eşit miyiz, değil miyiz” diye soruyor.

Örneğin Eski Letonya Savunma Bakanı Artis Pabriks, “Bize yeterince danışılmadığını düşünüyoruz” diyor.

Kısacası Avrupa içindeki “Batı” ile “Orta ve Doğu Avrupa” ayrışması, NATO’ya da yansımış görünüyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da bu ayrışmayı, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine liderlik yapabilmeye çevirme peşinde...

STOLTENBERG’İN İŞARET ETTİĞİ ASIL MESELE

Anadolu Ajansı’ndan Nazlı Yüzbaşıoğlu, 1 Ekim’de dördüncü uzatması bitecek olan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile önemli bir söyleşi yaptı.

Yüzbaşıoğlu, Stoltenberg’e “AB’nin savunma sanayisi yeteneğini geliştirmeye dönük yeni stratejisi”ni de sormuş. Stoltenberg’in yanıtı, biz NATO karşıtlarının anlatmaya çalıştığı “asıl meseleyi”, çırılçıplak ortaya koymuş:

İyi olmayan şey; NATO’nun çabalarını mükerrer kılmak, rekabet etmek ve üst üste bindirmektir. Örneğin; iş müttefiklerimizin neye yatırım yapacaklarına karar vermesi ve kabiliyet hedeflerinin belirlenmesine geldiğinde, bu NATO’nun temel sorumluluğudur. Savunma planlamasının bir parçasıdır. Çünkü doğru bir kolektif savunma, savaş alanında da birbirini tamamlayan unsurlara dayanmak zorundadır. Dolayısıyla NATO’nun savunma planlaması, her bir müttefik için belirli kabiliyet hedefleri belirlemek, NATO’nun işidir.

NATO içinde elbette iki kanatlı savunma planlama süreçlerimiz olamaz. Hem NATO hem de AB üyesi olan NATO müttefiklerinin iki ayrı hedefi olamaz. Yani iki hedef birden olamaz. NATO’nun temel kabiliyeti, standartlar da NATO’nun belirlediği bir şey olmalıdır. NATO müttefikleri arasında yeni bariyerler kurmak, kolektif savunmayı güçlendirme çabalarımızı baltalayacaktır.” (AA, 15.3.2024).

NATO’DA TÜRKİYE’YE VERİLEN ROL

Yani Stoltenberg, özetle başlığa çıkardığımız mesajı vermiş oluyor: “Tek savunma, tek planlama.”

NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, NATO içinde hiçbir ülkenin kendi başına savunma planlaması yapamayacağını, kendi başına silahlanmaya soyunamayacağını ve tek standarda uymak zorunda olduğunu, kimin hangi savunmayı yapacağından hangi silahı üreteceğine NATO’nun karar vereceğini belirtiyor.

Tam da bu nedenle Türkiye’nin NATO üyeliğine karşı çıkıyoruz zaten. Çünkü burada temel sorun şu: Tek savunma planlaması olacaksa bu kimin savunma planlaması olacak, hangi ülkenin savunması esas alınacak, hangi ülkenin güvenlik çıkarı belirleyici olacak? Yanıt ortada: ABD.

Türkiye de diğer NATO ülkeleri de ABD’nin savunma planlamasına tabi. Dün, ABD o planlamayı SSCB’nin Avrupa’ya saldırı olasılığına karşı yapmış, bu nedenle de Türkiye’ye, Avrupa’ya zaman kazandırma görevi verilmişti; Ankara “oyalayıcı faktör”dü. Yani NATO’nun Türkiye’yi savunması değil, Avrupa’nın savunulmasında Türkiye’nin feda edilmesi söz konusuydu!

Yerimiz bitti, ama bu çok önemli konuya devam edeceğiz...

                                                 /././

Siyasetin finansmanı (Miyase İlknur)

Seçimlere iki hafta kala projeler yerine, siyasetçilerin malını, mülkünü, CHP’nin İstanbul il binası alımı sırasında gerçekleştirilen gizli kayıtları konuşuyoruz.

Konuşmalıyız elbette. Ama hayli geç kalınmış bir tartışmanın yanında herkes kendi defosunun değil rakibinin defosu üzerinden tartışmayı yürütüyor.

Siyasetin finansmanının şeffaflığını, etik kurallarını uzun uzun tartışıp bunu genel bir kabul olarak herkesin hassasiyetle onaylayacağı kurallar manzumesi haline getirmek zorundayız.

Avrupa’da havayollarında çok uçmaktan kaynaklı milleri özel seyahatinde kullandığı için politikacılar istifaya zorlanırken bizde karapara aklamaktan sanık Sezgin Baran Korkmaz’ın uçağını kullananlar bırakın yasal incelemeyi ayıplanmıyor bile.

Sedat Peker’in bizzat ağzından aylık 10 bin dolar maaşa bağladığı milletvekilinin, basın ve muhalefetin bütün ısrarlı sorularına rağmen, hakkında hiçbir araştırma yapılmaması sadece bize özgü bir durum.

DP döneminde içişleri bakanlığı yapan Halil İbrahim Özyörük karısını Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ait arabayla semt pazarına gönderdiği ortaya çıkınca istifa etmek zorunda kaldığı o günlerden bırakın bakan eş ve çocuklarını, Diyanet İşleri başkanının eşine resmi araç tahsis edilmesini bile yadırgamayan günlere geldik.

AKP’nin Ankara adayı Turgut Altınok, mal varlığını açıklamak yerine “Mülk Allah’ındır biz emanetçiyiz” deyip geçiştiriyor. Valla o malları bana devretsin biraz da ben emanette tutayım, diyeceğim ama devretmez ki...

CHP il binasının alınmasında yasal açıdan suç olmayabilir ama siyaset etiği anlamında hoş olmayan yöntemle yapıldığı aşikâr. Günlerdir bunu diline dolayan AKP’nin kendi il binasının alınış şeklini de tartışırsak bin anlamı var.

AKP, Sütlüce’deki il binasını nasıl ve kimden edindi bir de buna bakalım mı?

Kazlıçeşme’ye kazulet gibi dikilen ve hakkında yıkım kararı olmasına rağmen yıllardır yıkılamayan iki kulenin sahibi Mesut Toprak, Sütlüce’de SİT arazisine otel dikmenin yolunu açan AKP’ye teşekkürlerini o alanın içine bir de AKP il binası yapıp hediye ederek ödemedi mi?

AKP o il binasını cumhurbaşkanı ile kirve olan Mesut Toprak’tan kaç paraya satın aldı, ödemeyi neyle yaptı? Açıklasalar da öğrensek.

AİDAT NEYMİŞ Kİ?

Sadece AKP ve CHP değil bütün partilerin, bağışları, mal edinimleri, harcamaları mercek altına alınmalı. Bakıyorsun yeni parti kurulmuş, devasa bir genel merkez ve il binaları tutuyorlar. Kiralık bile olsa büyük bir maliyet. Bizde parti aidatı ödeme ya da toplama alışkanlığı olmadığı biliniyor. Batı’da partilerin ve derneklerin en önemli gelir kaynağı aidat ödemeleri olurken bizde kaynağı belirsiz yüklü bağışlar oluyor nedense.

Diyeceksiniz ki Hazine’den aldıkları milyonluk yardımlar da var. Doğru Hazine yardımları da az buz değil. Ama seçim harcamalarına, ağırlama ve ulaşım giderlerine baktığınızda bu paraların yetmeyeceğini çocuk bile bilir.

Genelde ve yerelde iktidar olan ya da iktidar olmaya aday partilere müteahhitlerin, sermaye sahiplerinin yatırım amaçlı yüklü bağışlar yaptığı cümlenin malumu. Bunların yaptığı ödemelere makbuz kesilmez. Onlar da kesilmesini istemezler zaten.

Bir başka gelir kaynağı belediyelerdir. Bunu iktidardan muhalefete bütün partiler kullanır. Hangi partiye ait olursa olsun belediyelerin kültür faaliyetleri ile ağaç ve çiçek alımlarının niye bu kadar yüklü olduğunun bir nedeni de budur. Şu kadar milyon ağaç aldım der, git say sayabilirsen o kadar milyon ağaç ya da çiçeği.

O nedenle siyasetin finansmanını sorgulamak, şeffaflığını ölçmek için toplum olarak bu duruma toplam olarak el koymalıyız. 

                                                 /././

5 bin yıllık antik kenti rahat bırakın (Murat Ağırel)

Bilenler bilir İasos antik kenti Türkiye’nin paha biçilemez kültür miraslarından biridir. Muğla Milas Kıyıkışlacık’ta bulunuyor.

Antik kentte en erken arkeolojik buluntu MÖ 3. bin yıla uzanıyor. En erken mimari kalıntılar ise MÖ 2. bin yıla tarihlenen bronz çağı yerleşimine ait duvar kalıntıları.

Yani binlerce yıl binlerce insanın yaşadığı bir yerden, medeniyetin temellerinden bahsediyoruz.

Şehirden 1 kilometre uzakta, doğu kıyısında Çanacık Tepe’nin alçak yamaçlarında bir mezarlık alanı bulunur. Burada da “Saat Kulesi” olarak adlandırılan bir Roma mezar anıtı görülür.

Şimdi suyun altında kalmış ancak havadan bakıldığında görülen iki kara parçası, İasos’un batı limanını kapatıyor. Şehrin açık denize karşı bulunduğu enlemesine ve ters konumu, bunların dalgakıran olmadığını, limana giriş çıkışları kontrol edilen kulelerin yer aldığı giriş kapıları olduğu anlaşılıyor.

İasos’ta daha böyle çok yer var. Tam bir antik şehir yapılanmasını gezdiğinizde görebiliyorsunuz. 

Sit alanı yani burası... 

Peki, neden size burayı yazıyorum? 

Tam da bu antik liman ve 3 bin yıllık antik kentin içine liman yapılmak isteniyor.

Ayyıldız Madencilik AŞ, Kıyıkışlacık’ta yapmayı planladığı “Yük Tahmil ve Tahliye İskelesi ve Dip tarama Projesi” için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na çevresel etki değerlendirme (ÇED) için başvurdu.

Bakanlık, projeye ilişkin Muğla Büyükşehir Belediyesi ve Milas Belediyesi’ne görüş sordu. Belediyeler, proje için olumsuz yönde görüş bildirirken 2020 yılında Muğla Valiliği, projeye “ÇED gerekli değildir” kararı verdi.

Tabii geçimini turizm ve balıkçılık ile sağlayan yöre halkı da bu karara karşı örgütlendi. Kararın iptali için mahkemeye başvurdu. Mahkemeye başvuran sadece yöre halkı değildi tabii. Muğla Büyükşehir Belediyesi sivil toplum kuruluşları da mahkemeye başvurdu.

Nerede vatanın cennet köşesi var ise orayı para için cehenneme çevirmek isteyen kişiler mutlaka çıkıyor.

Muğla Büyükşehir Belediyesi projeye karşı ilk davayı açtığı için yargılama belediyenin başvurusu üzerinden devam etti. Bilirkişi tayin edildi. Bölgeye gidip keşif yapıldı. Nihayetinde de Muğla 1. İdare Mahkemesi projeye verilen “ÇED olumlu” kararını iptal etti. Kıyıkışlacık’ta yükleme limanı yapılmasına onay verilmemişti.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, mahkemenin kararını temyiz etti ve Danıştay 4. Dairesi oyçokluğu ile önce mahkemenin iptal kararının bozulmasına hükmetti. Devamında da açılan davanın reddine karar vermiş.

Yani “ÇED gerekli değildir” kararını iptal eden mahkeme hükmü geçersiz sayılmış oldu.

İasos Çevre ve Kültür Varlıklarını Koruma ve Yaşatma Derneği adına açıklama yapan avukat Murat Kemal Gündüz, “Danıştay 4. Dairesi yerel mahkeme kararını bozmakla yetinmemiş, İvedi Yargılama Usulü hükümlerini uygulayarak ‘gerekli inceleme ve tahkikatı kendisi yaparak esas hakkında karar’ vermiştir. Bu kararla Kıyıkışlacık’ta yapılması planlanan Yükleme Limanı ve Dip Tarama Projesine kesin olarak onay verilmiştir” dedi.

Devamında da şunları söyledi:

“Danıştay 4. Dairesi bozma ve ret kararının gerekçesini ‘ÇED raporunda, projenin çevre üzerindeki muhtemel olumsuz etkileriyle alınacak önlemlerin yeterli düzeyde belirlendiği, projenin gerçekleşmesinde çevre açısından sakınca bulunmadığı’ şeklinde açıklamıştır. Kıyıkışlacık Bölgesinin; tarihi dokusu, İasos Antik Kenti, SİT Alanı vasfı, Zeytincilik, Balıkçılık ve sahip olduğu tüm doğal güzellikler göz ardı edilmiştir.

Danıştay 4. Dairesi’nin ‘bozma ve davanın esastan reddi’ kararı ile Kıyıkışlacık ve Güllük bölgesinin Aliağa Körfezi gibi Sanayi Körfezi vasfında bir yer olabilmesinin yolu açılmış bulunmaktadır. Gelinen nokta Kıyıkışlacık ve Güllük Körfezi için çok üzücüdür.

Aynı Daire, daha önce, yine Kıyıkışlacık Pencereli Mevkiinde Tatsan AŞ tarafından yapılması planlanan ‘Yakamoz Yat Limanı ve Çekek Yeri’ ve ‘Dip Tarama’ Projeleri için verilen ‘ÇED olumlu ve ÇED gerekli değil’ kararlarının iptaline ilişkin Muğla 2. İdare Mahkemesi’nin kararlarını da bozmuş olup, gelinen noktada Yakamoz Yat Limanı ve Çekek Yeri Projesi’nin de yargı kararları ile gerçekleştirileceği öngörülmektedir.”

Peki, bu kadar antik kente liman ısrarının arkasında duran dönemin çevre ve şehircilik bakanı kim?

Murat Kurum...

Kurum hani “İstanbul’u cennete çevireceğiz” diyor ya. İşte İstanbul bu şekilde cennete çevriliyor Kurum’un zihninde.

Adeta cennetten köşe olan ve 3000 yıllık tarihi dokuya dokunmayın, dokunulmasına izin vermeyin. 

                                                    /././

Göle maya çalan çalana...(Şükran Soner)

Ne de olsa Nasrettin Hoca’nın soyundan, huyundan gelmişiz. Hocanın gülmecelerini sevmekle yetinmiyoruz. Siyaset yapanlarımızın çoğunluğunun seçim kampanyalarına uzaktan da olsa göz attığımızda, çoğunluğunun ellerine birer yoğurt kâsesi kapmış, göle maya dökmek üzere koşturmaca, yarış içinde olduklarına benzer görüntüler gözlerimizin önünde canlanıveriyor.

Şakası bir yana, çağımızın belediye başkanı adaylarının ellerinde elbette birer yoğurt kâsesi yok. Ancak her belediye başkanlığı koltuğu için, katlanan sayılarla adaylar söz konusu olduğunda.

Adaylarının her birinin kazanma inancı, hırsıyla koşturmacalarına, seçimi kazanmaları halinde yapacaklarına ilişkin verdikleri sözlere bakıldığında biz seçmenlerin seçimler sonrası kazanabileceklerimiz üzerinde ağızlarımızın suyunun akmaması olanaksız gelebilir. Ne de olsa adayların hırsları ile düşlerinden bizlere de pay düşmüş olabilir. Ancak seçimin ertesi sabahından başlayarak bizler için iyi şeylerin olabilmesi ile onların düşlerinin gerçekleşmesi arasında tam tersine sonuçların yaşanması doğanın kuralı.

Siz siz olun, daha doğrusu biz biz olalım ki onların bol keseden attıklarına aldanmadan, aklımızı başımıza devşirmiş olarak oy kullanabilelim ki uçmayı düşlemeden, birazcık nefes alabileceğimiz, soluklanabileceğimiz sonuçlara doğru ilk adımlarımızı atabilmiş olalım.

                                                     ***

Öncelikli unutma lüksümüzün olmadığı ilk gerçeğimizle yüzleşelim. 2002 yılından günümüze kadar iktidarı elinde tutan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetimine, iradesine bağlı yaşanmış bir sivil iktidarın, her genel, yerel seçimlerde, ittifaklarının, yönetim biçimlerinin değiştiği gerçeklerin bütünlüğü içinde bu günlere kadar geldik. Yerel seçim kampanyası da ağırlıklı Saray’ın gücü, yönlendirmesi üzerinde yürütüldüğüne göre de.

Kampanyaların bütünlüğü içinde, güç, para, yayın ambargoları, yasakları, yöntemleri iç içe, yetmezmiş gibi. Yaşadığımız bütün dayanılmaz gerçekliklerimizin sorumluluğu, “Allah’tan mı geliyor? Yoksa görünmeyen düşmanlar, içten, dıştan cinler mi dürtüyor?” gibisinden bir aymazlığın içine düşmeden, azıcık aklımızı başımıza devşirelim. Siyasal geçmişimiz, inançlarımız, aidiyetlerimiz ne olursa olsun, topumuz birden seçim günlerine dönük artmış geçici desteklerin kaynaklarını, daha gerçeği ile bizi daha da soyacaklarını, ahtapot gibi kafamıza sokulan ellerini görmezlikten gelmeyelim?

                                                      ***

Yerel yönetimde adaylar yarışıyorlarken kampanyalara çok ama çok büyük ağırlıkla Saray’ın el koymuş olmasının, bizdeki kadar kötü örneğinin bir benzerinin, gerçek sömürge ülkelerinde bile yaşanmadığını artık bir görüverelim. Taşımalı, harcamaları, günlük gereksinmelerinin tamamı karşılanmış tören yayınlarının teknoloji ile donatılmış kalabalık görüntülerinin başında, hep dinlediğimiz benzer girişi de anımsayalım. Hani Cumhurbaşkanı Erdoğan, güvenlik görevlilerini soruyor, resmi açıklamalar üzerinden seslendiği kalabalığa teşekkür ediyor ya?

Kendi özgür iradenizle kullanmak istediğiniz oylar, almak istediğiniz sonuçlar üzerinden moraliniz bozuluyor ya da tersinden kazançlı çıkabileceğiniz gibi bir sonuca boşu boşuna sevinmeye kalkışıyorsanız inanın boşuna. Marketten, pazardan alıp yapabileceğiniz yemeğin, çok daha ucuzunu, belediyelerin aşevlerinde yiyebiliyorsanız bilin ki kıyamet günlerindeyiz.

(Cumhuriyet)