20 Mart 2024 Çarşamba

Birgün KÖŞEBAŞI - 20 MART 2024 -

 


Neye yaradı? (Berkant Gültekin)

Depremin yıktığı Hatay, şimdi de siyasi enkazla karşı karşıya. CHP’nin Lütfü Savaş’ı yeniden adaylaştırmasının ardından yükselen toplumsal tepkiye karşılık Gökhan Zan’ı aday gösteren TİP, seçime 14 gün kala “şaibe” vurgusu yaparak Zan’ın adaylığını geri çekti. Zan ise adaylığının devam ettiğini ve çekilmeyeceğini söyledi. Zaten Zan’ın tutumu, eski futbolcunun 31 Mart’ta TİP logosuyla pusulada yer alacağı gerçeğini değiştirmeyecekti.

Gökhan Zan iddia edildiği gibi AKP ile kirli ilişkilere girdi mi girmedi mi, adaylıktan çekilmemesi karşılığında para ve iş talep etti mi etmedi, buna dair kesin bir hükme varmak doğru olmaz. İddialara karşılık Zan kendini “Konuşmalarım montajlandı” diyerek savunuyor. Hakikat, gerekli incelemeler yapıldıktan sonra ortaya çıkacak.

Ancak şu bir gerçek ki TİP, Zan’a güvenemedi ve adayının arkasında durmamayı tercih etti. Partinin bu tavrı, kamuoyunda Zan’a yönelik şüpheleri güçlendirerek “Demek ki bir bit yeniği var” düşüncesini besledi. Çünkü eğer bir partinin, bütünüyle aynı siyasi fikirleri sahiplenmese bile adayının duruşundan ve karakterinden emin olması, her türlü itham karşısında onu savunması beklenir. Sonuçta düzen siyaseti kirlidir, kumpaslıdır; sonuca etki edebilecek her aday hakkında bu tür spekülasyonlar üretilebilir. İşin özü, “Hatay ittifakının adayı” denilen Gökhan Zan, aslında TİP’in bile gerçekten inandığı ve itibar ettiği bir isim değilmiş. Öyle anlaşılıyor ki aday yapılmasının nedeni de siyasi arenada kazandığı dönemsel şöhretmiş.

Deprem sürecinde futboldan gelen tanınırlığı sayesinde öne çıkan, İYİ Parti’den milletvekili adayı olan, seçilemeyince istifa eden ve son olarak TİP’ten belediye başkan adayı yapılan Zan, popülaritesinin altını dolduran fikirsel bir altyapıya ve özgül bir siyasi değere sahip olmadığı için hiçbir parti ve kurum tarafından sahici saygı göremiyor. Zan kazandıracaksa “iyi”, kaybettirecekse “kötü” oluyor. TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın T24 yazarı Murat Sabuncu’ya yaptığı açıklamada “Bundan sonrası bizim sorumluluğumuz değil. Gökhan Zan kendisine kumpas kurulduğunu iddia ediyorsa bunu ispatlayacak” demesinin sebebi de bu olsa gerek.

Erkan Baş sorumlulukları bulunmadığını savunsa da Hatay’a yapılan bu hatayı, bir daha tekrar etmemesi adına etraflıca konuşmak gerekiyor. Çünkü mesele bir adayı geri çekme kararından ibaret değil. Süreç en başında yanlış kurgulandı; solun demokrasi, dayanışma ve müzakere anlayışına uygun bir yöntem benimsenmedi. Bir emrivaki ve el çabukluğuyla Gökhan Zan “Hatay ittifakının adayı” olarak sahneye sürüldü ancak ortada gerçek bir ittifak yoktu. Solda bir mutabakata, fikir birliğine varılamadı. TİP’in Tarsus örgütü dahi Zan’ın isminin açıklanmasının ardından “popülizm” eleştirisi yaparak istifa etti.

Kimileri Zan’ın aday yapılmasını Marksist düşünürlerin kavramlarını tahrif ederek rasyonel bir zemine oturtmaya, bu hamleye soldan entelektüel bir meşruiyet kanalı açmaya çalıştı. Gökhan Zan’ı “dönüştürmek”, kitleleri örgütlemek ve düzene karşı harekete geçirmekle eş tutulup zorlama izahatlar geliştirildi. Buna karşılık ülke devrimcilerinin yarım asırlık mücadele birikimden damıttığı eleştiriler, uyarılar küçümsendi, hiçbiri dikkate alınmadı. Ki sosyalist mahalleden TİP’e yönelik eleştirilerin her şeye rağmen sürece zarar vermemek adına son derece ölçülü bir dille yapıldığını da buraya not etmek gerek.

Sonuçta ne oldu? Yıkımdaki sorumluluğu nedeniyle eleştirilen Lütfü Savaş’a karşı büyüyen muhalefet potansiyeli heba edildi. Seçimde AKP ve Savaş’ın karşısına sol bir alternatif çıkarılabilecekken, şimdi sandığa günler kala farklı bir Hatay isteyen kesimlerin etrafında birleşebileceği hiçbir aday kalmadı. Savaş’a itiraz edilerek çıkılan yolda, düzen karşıtlarına Savaş’tan başka seçenek sunamayan bir muhalefet tablosu şekillendi. İktidarla girişilen kirli pazarlıklara ilişkin iddia, söylenti ve siyasi kararlar, Savaş için mümkün olabilecek en uygun koşulları yarattı. 

Bu mesele ne “Bizim sorumluğumuz yok” ne de “TİP’in hatası bizi bağlamaz” denilip içinden çıkabilecek kadar basit bir mesele… Yapılan hatalar, sadece bir partinin hanesine yazılmıyor, bütün olarak devrimci siyasete dönük toplumsal bakışı ve algıyı etkiliyor. Bunu kafasını kendi fanusundan dışarıya çıkaran herkes fark edecektir. Türkiye sosyalistleri belki mücadelelerini ayrı çatılar altında sürdürüyor ve hatta kiminin kapısı birbirine bile bakmıyor ama içinden geçilen süreçte o çatılar uzaktan tek bir mahalle olarak görünüyor. Bu bilinç ve sorumlulukla hareket etmekte yarar var. Umalım ki Hatay süreci sola, sosyalistlere bu gerçeği bir kez daha hatırlatsın.

                                                               /././

Stagflasyon giderek yaklaşıyor (Hayri Kozanoğlu)

Şimşek ekibinin enflasyonu düşüreceğim diye ekonomiyi boğma riski var. Enflasyon beklentileri düşürülemediği için sonbahara doğru ekonomi, enflasyon ile durgunluğun bir arada yaşandığı stagflasyona sürüklenebilir.

Geçtiğimiz hafta Fitch kredi değerlendirme kuruluşunun not artırımı piyasalarda Mehmet Şimşek ve ekibinin umduğu olumlu etkiyi yaratmadı. Türkiye’nin kredi notu yatırım yapılabilir düzeyin 5 kademe altında iken, 4 kademe altına terfi etti. Bunu matematik notu 10 üzerinden 2 olan öğrencinin son sınavda 3 almasına benzetebiliriz. Bir ilerleme gözleniyor ama henüz geçebilmek için yeterli sayılmaz.

Fitch, Moody’s, Standard and Poors gibi kredi değerlendirme kuruluşlarının harf notları bir ülkenin dış borçlarını ödeme kabiliyeti ve eğilimini gösterir. O ekonomide işlerin yolunda gidip gitmediği, insanların yaşam düzeyinin yükselip yükselmediği bu kuruluşlar için ikincil önemdedir. Örneğin 31 Mart seçimi öncesi emekli maaşlarının asgari ücret düzeyine yükseltilmesi talebi karşılansaydı, bu “ratingçiler” açısından olumsuz bir alamet kabul edilir, büyük olasılıkla bu not artırımı bile söz konusu olmazdı. Çünkü bütçe kaynaklarından emeklilere yapılacak bir kaydırma, finans kapital perspektifinden dış borçların aksatmadan ödenmesini zorlaştırabilirdi. “Piyasa dostu”,Merril Lynch yatırım bankası emektarı Şimşek döneminde kendilerini güvende hissetmeleri nedeniyle not artırımları sürpriz değil.

Aynı şekilde CDS olarak bilinen kredi temerrüt takası da dış borçların sigorta primidir. Dış borçların kuruşuna kadar ödenmesinden şüphe duyulmayan bir ekonomide CDS primi de düşüktür. O nedenle rezervleri yetersiz, dış borç yükü ağır Türkiye’nin risk primi bekleneceği üzere yüksek seyreder. Ancak geçtiğimiz yıl aynı dönem 550 dolaylarında bulunan CDS primi şu anda 310 civarında. CDS piyasa koşullarına göre günlük değişir, buna karşın not indirim/artırımları belli aralıklarla sıçramalı gerçekleştirilir. Bu etmenler göz önüne alınarak Fitch’in not yükseltmesi CDS’in seyrinden tahmin edilebilirdi. Şu olumlu etkiyi unutmayalım; bir ülkenin risk primi düşerse yurtdışından o ölçüde ucuza borçlanabilir. Nitekim CDS’in düşüşü Türkiye’nin eurobondlarının maliyetini aşağı çekti.

FİNANSAL PİYASALAR ÇOK HAREKETLİ

Seçimler için son iki haftaya girilirken döviz ve altın piyasalarında yoğun bir hareketlilik gözleniyor. Çünkü dört gözle beklenen sıcak para gelmediği gibi, yavaş da olsa ülkeyi terk ediyor. Siz her fırsatta yabancı para girişine bel bağladığınızı beyan ederseniz onlar da pazarlık kabiliyetlerini sonuna kadar kullanırlar ve ek tavizler vermenizi beklerler.

Sıcak para en yüksek kurdan girmek, örneğin 1 milyon dolarını 30 lira yerine, 33 liradan bozdurmak ister. Bir kere ülkeye giriş yapınca da, en yüksek getiriyi bulmak, örneğin politika faizinin %45 yerine %50 olmasını tercih eder. Elinizi zayıf görünce yani tavizler koparmak için yüklendikçe yüklenir. Hatırlayın piyasa yorumcularının “faiz %30 olsun bu iş tamam”, sonraki aşamada “%40’ı bir görelim orada duralım” benzeri yorumlarını. Nitekim bugün de aynı kişilerce %45 bile yeterli görülmüyor, 250 veya 500 baz puanlık bir ek faiz artışı talep ediliyor. Şimdilik TCMB’nin 21 Mart toplantısında seçim öncesi faiz artışı yapmaması, ancak politika metninde buna açık kapı bırakması en yüksek olasılık görünüyor.

REZERVLER HIZLA DÜŞÜYOR

8 Mart haftasında yabancılar borsada 293 milyon dolar, tahvil piyasasında 260 milyon dolar satış yaptılar. Böylelikle borsada 4, tahvilde 2 hafta arka arkaya çıkış yaşandı. Brüt döviz rezervleri 2023 sonuna göre 9.5 milyar dolar gerileyerek 130.5 milyar dolara düştü. Dünya altın fiyatlarının yükselişi sayesinde, altın rezervlerinin piyasa değerinin yıl sonuna göre 4.5 milyar dolar artışının katkısıyla rezervlerindeki kanama bir parça hafifletilebildi. Buna karşın 2024 Mart ayında görece, yüklü 3.5 milyar dolarlık dış borç ödemesi bulunması da kur üzerinde baskı yarattı.

Döviz tevdiat hesapları da 5.7 milyar dolar sıçradı. Her ne kadar bunun 2.5 milyar doları altın fiyatlarının artışı, söz konusu haftada avronun dolara karşı değer kazanmasından, yani parite etkisinden kaynaklanıyorsa da, 3.2 milyar dolarlık parite etkisinden arındırılmış bir artış yaşandı. Böylece bireylerin döviz mevduatı 107 milyar doları, firmaların 74 milyar doları buldu. Bunun bir kısmı KKM dönüşleri sonucuysa da, dövize bir yönelim olduğu ortada. Ayrıca TL uzlaşmalı döviz satışları da son iki haftada döviz talebinin 2.7-2.8 milyar dolarını emdi. Bu pislikleri halının altına süpürmeye benziyor. Merkez Bankası ile vadeli sözleme yapan taraf, diyelim bir şirket, dış borç ödeme vadesi geldiğinde veya ithalat bedeli ödemesi kapıya dayandığında kur farkını lira olarak tahsil etse de, serbest piyasada şipşak döviz alımına yönelecek.

DÖVİZ SIÇRAYACAK BEKLENTİSİ

Seçim sonrası dövizin fırlayacağı beklentisi 100 dolarlık, 50 avroluk sınırlı kapasitesi bulunan sade yurttaşın da döviz büfelerine akın etmesine yol açtı. Döviz sıçrayacak öngörüsü, herkes akın edince kendini doğrulayan bir kehanete dönüşür. Bunun nedeni de 2023 29 Mayıs seçimlerine kadar doları 20 liranın altında tutmak için tüm koşulları zorlayan, rezervleri yakan, sonra da 2 ayda kurun %35 artışla 27 liraya çıkmasına neden olan Saray rejimidir. Bugün o dönemdeki gibi düşük faizden borçlanıp dövize yönelmek o denli avantajlı olmasa da, dövizin o denli sıçraması için bir neden bulunmasa da, teknik argümanlar ortalama yurttaşı ikna etmeye yetmiyor. Olayı basite indirgersek, herkes seçim sonrası bir artış beklerse, haliyle o günler gelip çatmadan pozisyon alma çapasına girişir. Yaşanan da aynen bu.

KESKİN SIKILAŞTIRMA ADIMLARI

Ekonomi yönetimi piyasa aktörlerinin alkışları arasında üst üste ek sıkılaştırma önlemleriyle piyasadaki likiditeyi emme, kredi arzını daraltma adımları attı. Ticari ve bireysel kredilerde aylık artış hızı enflasyonun çok altına, %2’ye çekildi. Zorunlu karşılıklara blokaj kondu. En son olarak da kredi kartı ve kredili mevduattan nakit çekim aylık faizi %5’e yükseltildi. Özellikle bu en son adım, nakit çekip dövize koşacakları caydırmayı amaçlıyor.

ENFLASYONUN SUÇLUSU KART KULLANANLAR MI?

Görüldüğü kadarıyla enflasyonun başlıca sorumlusu borçlanarak harcama yapan, talebi canlı tutan sade insanlar gibi sunuluyor. Halbuki rakamlar aksine, kredilerde yavaşlamaya işaret ediyor. Konut, taşıt ve ihtiyaç kredilerini içeren tüketici kredileri son 1 yılda enflasyonun çok altında, sadece %29.26 artarak, 1.507 milyar liraya yükselmiş. Buradan borçlanamayan bireyler mecburen kredi kartı harcamalarına yönelmiş. Bireysel kredi kartı bakiyesi böylelikle %154 artışla 1.320 milyar lirayı bulmuş. Ancak kredi kartı faizleri 2023’teki gibi aylık 1.29 gibi düşük bir düzeyde olmadığı için, bu harcamalar tuzu kuru kesimlerin değil genellikle dar gelirli yurttaşların iki yakalarını bir araya getirme çabalarının sonucu.

Kaldı ki, bireysel krediler 12.145 milyar liralık toplam kredilerin sadece %23.3’ünü oluşturuyor. Ekonomi genelinde de tam aksine kredi yavaşlaması var. 2020 sonunda kredi/mevduat oranı %103.5 iken, 2024 Ocak sonu itibarıyla %79.9’a gerilemiş durumda. Kredi, piyasa ekonomilerinde damarda dolaşan kan gibidir. Bir kez tükenirse ekonomideki hayatiyet belirtileri kaybolur.

Demek ki Şimşek ve Merkez Bankası ekibinin enflasyonu düşüreceğim diye ekonomiyi boğma riski var. Üstelik enflasyon beklentileri de tam düşürülemediği için, bu durumda sonbahara doğru ekonomi enflasyon ile durgunluğun bir arada yaşandığı stagflasyona sürüklenebilir. Halihazırda %26.5’e dayanan atıl işgücü oranı büyük bir sosyal trajediye neden olacak şekilde artabilir. Dış ticaret verilerinde 2024 Ocak’ta yüksek gelir grubunun iştahını yansıtan tüketim malları ithalatı bir önceki yıla göre %13.6 artarken, ara malı ithalatının %28.8 daralması yaklaşan durgunluğun en açık habercisi kabul edilebilir.

MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK’İN İKİLEMİ

Ayrıca ekonomi yönetimi şöyle bir ikilem de yaşıyor: Döviz kurunu tutamadıkları takdirde, geçirgenlik etkisi nedeniyle enflasyonun önünü kesemeyeceklerini biliyorlar. Ancak mevcut döviz kurunu sıcak para yeterli bulmuyor, verilerden görüldüğü gibi şimdilik gelmiyor. O zaman geriye faizleri daha da keskin biçimde yükseltmekten başka çare kalmıyor. Bu da ekonomide ani yavaşlama, çarkların birden durması tehlikesi yaratıyor. Bu içine düşülen çıkmazın asıl sorumlusu ise Nebati’si, Şimşek’i değişik aktörleriyle, uyguladığı yanlış politikalar ve emek karşıtı sınıfsal tercihleriyle halkı inanılmaz bir yoksulluğa sürükleyen AKP rejiminin ta kendisidir.

                                                           /././

Aydınlığa kapalı, karanlığa açık (Kaan Sezyum)

Siyasilerin gerçekleri saptırması ya da kendi gerçekliklerinde yaşaması biz faniler için artık tamamen sıradan bir durum haline geldi. Kendi hayallerindeki, olmayan bir ülkede, olmayan vatandaşlar olarak yaşıyoruz yıllardır. 99 depreminden sonra kendisini belli eden, umursamazlık ve vurdumduymazlık, yıllar içinde daha da güçlendi, daha da kendisinden başka bir sesi duymamaya başladı. Ardından 2023’teki devasa depremle de iyice coştu, adeta bir rock yıldızı gibi yaşamına devam etti.

Bizimkilerin dediklerine inanırsak, ülke süpersonik bir noktada, enflasyonla mücadele -batmamıza rağmen- muhteşem gidiyor, içimizdeki ve dışımızdaki güçler, zaten rüzgar esse darmaduman olacak memleketimizi her geçen gün daha da kötü hallere sokmak için durmaksızın çalışıyor, cümle alem bizi kıskanıyor, açlık dünyada da sıradan bir durum, yeterli beslenemediği için güdük kalmış çocuklar dünyanın her yerinde var ve zaten bilime ve üniversitelere gerek yok. Çocuklarımıza 4-5 yaşından itibaren din eğitimi vermek dünyadaki en iyi seçim, geleceğimiz çok parlak, aslında hepimiz refah içinde yaşıyoruz. İsrail’le ticaretimiz devam ederken, her geçen gün ölenlere dualar ediyor, ticaret yaptığımız ülkeyi lanetliyoruz. Çünkü lanet dünyadaki en kuvvetli ilaç.

∗∗∗

İşçilerimiz zaten hayatla ölüm arasında bir mesai içindeler. Mesailerini canlı bir şekilde tamamlayabilirlerse şükredip, evlerine dönebilir, ailecek karınları guruldarken bir arada huzur içinde yaşayabilir. Zaten o da çok uzun sürmez.

Vatandaş olarak hiçbir değerimiz yok. Hepimiz her an can vermeye hazırız. Gerek bir trafik kazasında, gerek denetlenmemiş bir inşaat sahasında, gerek kontrol edilmeyen bir madende, gerekse devasa bir depremde. Nasıl olsa, “Hayatını kaybedenlere rahmet ve ailelerine sabır” dileyeceğiz sonunda. Yıllar içinde gördük ki gereken her şeyi adım adım yapmamıza rağmen nedense bir türlü belimizi doğrultamazken, iktidarın çevresine kendilerini yerleştirmiş gruplar her geçen gün daha da zengin, daha da görgüsüz, daha da şatafatlı yaşamanın yollarını bulabilmekte.

Seçimlerimizin ve varoluşumuzun sebeplerini ve sonuçlarını bir arada yaşıyoruz. Gün geliyor, sağlam bir yağmur yağıyor otobanda arabamız içinde boğularak can veriyoruz. Neyse ki her canını yitirene öbür dünyada şanlı ve şerefli yerlerimiz var. Bu dünyada yaşayamadığımız her şeyi öbür dünyaya havale ediyoruz. Umarım diğer tarafta da seçim filan yoktur. Allah korusun, bu dünyadaki cennetlerden biri olan vatanımızın her parçasını başkalarına sattığımız gibi, oralarda da nehirleri, vadileri ona buna satmayız umarım.

∗∗∗

Adalet konusunda ise bambaşka bir boyuta geldik ve ilerledik. Artık gücü olan ve gücü yeten bir araya gelip anayasayı tanımıyor. Sırf bir inat uğruna, sipariş üzerine mapuslarda yaşlanan insanlarımız var. Canımız istedi diye gün geliyor ekonomist, gün geliyor stratejist, gün geliyor dünya devi, gün geliyor mazlum oluyoruz. Bunlar olurken bol bol da kandırılıyoruz ama Allah da millet de affetsin, bu işi güzelce tatlıya bağlayalım.

Ülkenin iyi taraflarına da göz devirmemek lazım. Mesela Avrupa’da aranan bir uyuşturucu baronuysanız, haberler iyi. Sizler için Esenyurt’ta, Şişli’de ya da dilediğiniz bir yerde huzur içinde işlerinizi evinizden çevirme imkânımız da var. Çok detaya takılmaya da gerek yok, makul bir miktar karşılığında sattığımız vatandaşlığımızın koruyucu kanatları altında dilediğiniz kadar konaklayabilir, misafirperverliğimizin tadını çıkarabilirsiniz.

Kendi ülkenizde tadınızı kaçıran isimler mi var? O kadar konsolosluk arazisini sizlere boşuna mı tahsis ettik. Her şeyi de bizden beklemeyin…

Seçimler yaklaşırken Titanik’ten daha derine doğru batmaya devam ediyoruz. Titanik’e benzerliğimiz sadece derinlik sevdamızdan değil, batmadan önce ortadan ikiye kırılmamızdan da gelmekte. Diplere doğru inerken geleceğimiz aydınlığa kapalı, karanlığa ardına kadar açık; zamanda ileri giderken medeniyette geriye doğru batıyoruz.

Nasıl olsa yalana dolana hâlâ vergi gelmedi.

                                                            /././

‘Bırakamazsın’ talimat mı? (Nurcan Gökdemir)
Her seçimde halk desteği daha da azalan AKP’nin, Erdoğansız yoluna devam edemeyeceği gerçeğinin farkında olan Bahçeli’nin ‘‘Bırakamazsın’’ sözlerini bir dilekten daha çok talimat olarak görmek mümkün.

“Seçim sonrası AKP ile MHP’nin yolları ayrılır mı, Erdoğan Bahçeli’den kurtulup kendine yeni yol arkadaşları mı bulacak?” soruları “Yerel seçim sonrası ne olur?” ile birlikte sorulan temel sorulardan. Bu sorulara verilen yanıt muhtelif, rasyonel verilerle değerlendirme yapanların bu dönemde hep yanılmaya mahkûm olduğu gerçeğinin altını bir kez daha çizerek devam edelim. Bu sorulara karşılık olarak iki liderin siyasi geçmişlerine bakıldığında söylenecek tek şey var: “Duruma, geleceğe dönük hesaplara, angajmanlara ya da siyasetin görünürde olmayan aktörlerinin telkinlerine bağlı…”

HAKARETLERDEN BÜYÜK DOSTLUĞA…

Recep Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’nin birbirleri hakkında kürsülerden dillendirdikleri eleştiri sınırlarını aşan suçlamaları, özel yaşamlarına kadar uzanan nitelemelerinin üzerinden çok geçmedi. Siyasetle ilgili ya da değil herkesin kolaylıkla hafızasını tazeleyerek bulabileceği bu sözler siyasetin arşivlerinde…

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, hafta sonu yapılan ve geçmişte sert tartışmalara sahne olan MHP Kurultayı’ndan 1295 delegenin tamamının oyunu alarak bir kez daha Genel Başkan olarak çıktı. Partisinin oy oranı ve TBMM’deki milletvekili sayısıyla orantısız bir şekilde iktidar nimetlerinden yararlandığı bilinen MHP camiası liderine oylarıyla teşekkür etti. Erdoğan’ın kendi icadı olan Başkanlık rejiminin yarattığı engellerden kurtulabilmek için sıkı sıkıya sarıldığı yenisini bulana kadar birlikte yol yürümek zorunda olduğu Bahçeli’ye olan muhabbetine kamuoyu sık sık tanık oluyor. Bahçeli de Erdoğan’ın jestlerine karşı güllerle karşılık vermekten geri durmuyor.

Ancak partisinin kurultayından sonra Bahçeli kürsüden öyle bir konuşma yaptı ki Türkiye siyaseti bunu bugüne kadar değil farklı siyasi parti liderleri arasında aynı parti içindeki siyasiler arasında bile görmeye çok alışkın değil. Bir süre “Bu benim final seçimim. Yasanın verdiği yetkiyle son seçimim olacak” açıklaması yapan Recep Tayyip Erdoğan’a şöyle seslendi:

"Cumhur İttifakı 31 Mart'ta millet tarafından verilecek görev için hazırdır. MHP ve Cumhur İttifakı'nın başarması Türk milletinin şahlanmasıdır. Sayın cumhurbaşkanı yanınızdayız, Türk milletini yalnız bırakamazsınız. Ayrılamazsın, bırakamazsın, Türkiye Yüzyılına beraber yürüyeceğiz. Yeni yüzyılın kurtarıcısı olarak sizi görüyoruz."

ÇIKAR ORTAKLIĞI

Bahçeli’nin daha önce de Erdoğan sempatisinin sayısız örneği görülmesine karşın kurultay kürsüsünden yapılan bu konuşma şaşkınlık yarattı. Konuşmanın tamamlanmasının hemen ardından “Ne anlama geliyor?” sorularına yanıt aranmaya başlandı. Erdoğan iktidarının Bahçeli’ye ve dolayısıyla partisine bürokrasideki kadrolaşmadan, kamu ihaleleri konusunda kollanan iş çevrelerine kadar çok yararlı bir alan yarattığı biliniyor. Bahçeli’nin hiçbir zaman oyuyla ulaşamayacağı bu hareket alanından vazgeçmek istememesi “İktidar olanaklarını seven” sağ siyaset için çok akılcı bir tercih.

Bunun Bahçeli’nin çok rahatlıkla tartışılabilir hale gelebilecek liderliğini güçlendirdiği, kurultaydan firesiz çıkmayı sağladığı da bir başka gerçek…

Hiçbir zaman iktidar olabilecek kadar oy çoğunluğuna erişme imkanı kısa vadede görülmeyen Bahçeli ile oy desteği sürekli azalan, koltuğu her gün biraz daha altından kayan Recep Tayyip Erdoğan’ın birbirinden vazgeçmesi kolay değil.

BAHÇELİ’NİN TALİMATI

Kurultay kürsüsünden yaptığı konuşmada Bahçeli’nin AKP’nin, Erdoğan kimliğine bağımlı olduğu, genel başkanlığı bırakması durumunda partide büyük bir çözülmenin yaşanabileceği ihtimalini dikkate aldığını görmek mümkün. Siyasi yaşamlarını sürdürebilmek için parti tüzel kişiliklerinin değil liderlerin kim olduğunun artık belirleyici olduğu yeni siyaset modelinde Erdoğan’ın olmadığı bir AKP ile Bahçeli’nin olmadığı bir MHP’nin varlığını sürdürmesi çok zor görünüyor. O nedenle Bahçeli’nin “Bırakamazsın” sözlerini Erdoğan’a yönelik bir talimat olarak da yorumlamak mümkün…

                                                          /././

Ekonomi neden düzelmeyecek? (Ozan Gündoğdu)

Ekonomi düzelecek mi? 

Bu soru Türkiye’deki milyonların aklını kurcalıyor. Ekonominin düzelmesinden kasıt muhtemelen enflasyonun düşmesi, fiyatların makul seviyelere gelmesidir. Buradan hareketle bir iddiayı dillendirelim; Ekonomi düzelmeyecek. Mevcut iktidar, enflasyonu hedeflendiği üzere tek haneye düşüremeyecek. Bırakın 3-5 yılı, 30 yıl daha iktidarda kalsa da biz hedeflenen tek haneli enflasyonu yaşayamayacağız. Fakat mevcut düzende bırakın iktidarı, herhangi bir başka iktidar adayı da ekonomiyi düzeltemeyecek.

Çünkü sorun sadece iktidarda değil, düzenin kendisinde. Bu iddiayı biraz daha açalım…

2023’ÜN BEKLENTİ YÖNETİMİ NASILDI?

Seçimden sonraki günleri hatırlayalım. Ekonomi yönetimi tümüyle değişmiş, dümene daha önce hırsız denilen Mehmet Şimşek oturtulmuş, “rasyonel politikalara geri dönülüyor” denilmiş. TCMB’nin başına “liyakatlı” Hafize Gaye Erkan ve yardımcısı olarak yine “liyakatlı” Cevdet Akçay oturtulmuş. Faiz neden, enflasyon neticedir diyen “cahiller” TCMB’den uzaklaştırılınca “muhalif ekonomistler” umutlanmış. Faizler peyder pey artırılmış, rezervler satılarak döviz kurunu sabit tutma çabasına son verilmiş, rezervler artmaya başlamış. Başkan Gaye Erkan da her fırsatta rezervlerin güçlenmesiyle övünmüş, piyasa da bu veriyle teselli bulmuş. Bu sayede çok büyük bir döviz talebi oluşmamış.

Bu sayede, eskisinden daha makul bir patikaya girilmiş. Böylece 2023’ün sonuna gelinirken, iyimser bir rüzgar yakalanmış; “Enflasyon düşmüyor ama düşebilir, döviz kuru durmuyor ama durabilir”…

Bu haliyle denebilir ki, 2023’ün ikinci yarısında ekonomi yönetimi adına tek başarılı şey “beklenti yönetimi” olmuş.

TCMB’nin yıl sonu enflasyon tahmini olan yüzde 36’lık oran, yakalanması zor ama imkansız olmayan bir hedef olarak algılanmış. Böylece “beklenti yönetimi” sayesinde, 2024’e kapak atılmış. 2024 yılı boyunca yüzde 36 enflasyon olacağına inanıyorsanız, yüzde 45’lik bir politika faizini makul bulabilirsiniz. Böyle bir ortamda döviz kurlarının da yükselmeyeceğini düşünebilirsiniz. Bu düşüncedeki bir piyasa aktörü, döviz talep etmeyecek, ithalatçı sipariş vermek için aceleci davranmayacaktır.

Fakat ekonomiyi sadece ekonomi gündemi üzerinden takip edenler 31 Mart’taki seçimlerin TCMB üzerinde nasıl bir yük oluşturduğunu doğru kavrayamıyor.

31 Mart’taki seçimi gören TCMB faiz artışlarının sonuncusunu ocakta yapıyor. Belli ki bu daha haziran ayında planlanmış. Ocak ayına dek faizler yüzde 45’e taşınacak, seçime gidilen 2 aylık süreçte faizlere dokunulmayacak. Bugünden anlıyoruz ki, TCMB’den istenen politik hedefler, ekonomik hedeflerden daha öncelikli…

SEÇİMLER TCMB’NİN DENGESİNİ BOZDU

Fakat 2023’ü “beklenti yönetimi” sayesinde kotaran TCMB 2024’te aynı gerekçeyle çuvallıyor. O zamana dek birincil hedefinin “fiyat istikrarı” olduğunu düşündürten TCMB, Ocak ayından itibaren seçim ekonomisine meze oluyor ve böylece siyasi endişeleri, fiyat istikrarından daha fazla önemsediğini belli ediyor. Üstelik Ocak ayında yaşanan “başkan” krizi de beklenti yönetimini daha da zorluyor. Böylece TCMB, bu rejimde hiçbir kurumun kendine özgü hedefleri olamayacağını, tüm kurumların Cumhurbaşkanının politik endişeleri doğrultusunda hareket etmek zorunda olduğunu ispatlayan bir politikaya adım atıyor.

İşte bu ortamda, kimse TCMB’nin yıl sonu yüzde 36’lık enflasyon tahminine inanmamaya başlıyor. Geçmiş yıllarda gördüğümüz gibi piyasa kendi enflasyonunu kendisi tahmin ediyor ve kötümser davranıyor. Haliyle yüzde 45’lik politika faizi de anlamını kaybediyor. İşte bu ortamda döviz talebi artıyor. İthalatçı olduğunuzu düşünün; 3-4 ay sonra vermeniz gereken bir sipariş var. Eğer döviz kurunun yükseleceğini düşünüyorsanız, bugünden sipariş vermek daha akılcıdır. Bugünden sipariş vermek demek dövize ihtiyacınız olduğu anlamına gelir. Dövize ihtiyacınız artarsa döviz kurları yükselir. Döviz kurlarının seçimden önce yükselmesini de iktidar istemez.

Yine bir politik endişeye hapsoldu TCMB… Peki ne yapılacak? Seçimi kurtarmak için başlanıyor döviz satışlarına. TCMB verilerine göre Şubat ayının ikinci haftasından mart ayının ikinci haftasına kadar geçen 4 haftada 20 milyar dolar büyüklüğünde net döviz satışı yapılmış. Son 2 haftadaki satışlar 12 milyar dolara ulaşmış. Ne için? Döviz kuru mart ayında değil de, nisan ayında yükselsin diye… Bunun için rezervlerindeki her 6 doların 1’ini satıyor TCMB. Böyle bir Merkez Bankası, tahminler yoluyla beklentiyi yönetebilir mi?

KRİZ EKONOMİK DEĞİL POLİTİKTİR

2023 yılı boyunca rezervlerin güçlendiğini rasyonel politikalara geri dönüldüğünü anlatan TCMB, seçimlere sayılı günler kala rezervlerini yakıyorsa, kim bu TCMB’ye güvenir? TCMB’ye güvenilmezse kim yıl sonu enflasyonunun yüzde 36 olacağına inanır? Yıl sonu enflasyonu yüzde 36’dan daha yüksek olacaksa, döviz kuru ne olacaktır? Beklenenden yüksek olacaksa, bugünden döviz talep etmek rasyonel değil midir?

Nitekim böyle oluyor ve piyasa seçim öncesinde döviz topluyor. TCMB de, seçim öncesinde iktidara zarar vermesin diye döviz kurundaki yükselişi seçim sonrasına ertelemek adına milyarlarca doları yakıyor. Tıpkı 2023’ün mart ve nisan ayında olduğu gibi…

Bu rejimde, hiçbir ekonomik kurumun önceliği, uzun vadeli ekonomik hedefler olamaz. Bu rejim, tek bir kişinin tüm kurumları vesayeti altına almasıyla tanımlanır ki, bu rejimde kurumlar değil, tek bir kişinin endişeleri bürokrasiye yön verir. Böyle bir rejimde olağan olan krizdir. Krizin dışındaki seçenekler olağandışıdır. Bu rejimin krizleri çözebilecek kudreti yoktur zira rejimin kendisi krizlerin nedenidir. Çünkü bu rejimde krizleri çözecek kurumlara tek bir kişinin politik endişeleri yön vermektedir. Bu nedenle mevcut kriz ekonomik değil politiktir. Düzen değişmediği takdirde ekonomi düzelemez. Ekonominin düzelmesi için bu düzen değişmelidir.

                                                       /././

Nasıl bir belediyecilik? (Özgür Gürbüz)

Yerel seçimlere iki haftadan az bir süre kaldı. Seçim yaparken aslında bir belediye başkanını değil, yeni yöneticilerimizi ve yönetim anlayışını da seçiyoruz. Peki, nasıl bir yerel yönetim istiyoruz? Ne istediğimizi söyleyerek çözümün bir parçası olmak adına bu soruya verdiğim yanıtları sizlerle paylaşıyorum, ekleme yapmak, itiraz etmek serbest.

Belediyeler atık toplama, yol yapma gibi temel hizmetleri elbette aksatmamalı. Ancak bu işler günü kurtarmayı değil kenti geleceğe hazırlamayı hedeflemeli. Atıklar toplanmalı, geri dönüştürülmeli, geri dönüşümü kolaylaştıracak yollar bulunmalı. Atık yakmaktan kaçınmalı.

Basit işlerin insanların hayatını kolaylaştırdığı göz ardı edilmemeli. İstanbul’da son dönemde yapılan meydan düzenlemeleri, âtıl tarihi alanların sanat alanlarına dönüştürülmesi iyi örnekler arasında. Birkaç şirketi zengin etmek değil yurttaşların hayatını kolaylaştırmak amaçlanmalı.

Basit işlere devam. Örneğin, kardeş kentler, sokak panolarında (billboard) ilan değiş tokuşları yaparak birbirlerinin tanıtımına destek verebilir. Reklama para vermeden kentlerimizin yurt dışında tanıtımı artırılabilir.

Şeffaflık ve liyakat padişahlığa benzer cumhuriyet rejiminde erozyona uğradı. İşe alımlar sınavla, gerekirse tarafsız aracı kurumların denetiminde yapılmalı. Belediyelerin özgeçmiş havuzlarına, çeşitli ayrımlara neden olabilecek fotoğraflı özgeçmiş bile kabul edilmemeli. Arpalığa dönüşmüş belediyelerdeki fazla kadrolarla vedalaşmalı.

Yol yapmayı asfaltlamaktan ibaret sanmayıp, bisikletleri ve yayalaştırmayı hesaba katmalı. Pedal destekli bisikletler (elektrikli) yokuş sorununu da çözüyor ama ülkemizde bisiklet yolu yoksa bisiklet sürmek zor. Özellikle ana arterlerden okullara uzanan bisiklet yolları olmalı. Bisiklet deyip geçmeyin. Kentlerde trafik, hava kirliliği ve dışa bağımlı petrol tüketimi sorununu çözebilir. Kopenhag, Amsterdam örnekleri var, ülkemizin iklimi ise daha uygun. Kayseri gibi çok uygun yerler var ama belediyeler fırsatı görmüyor.

Sadece bisikletle olmaz elbette. Ulaşımda elektrikli toplu ulaşım araçlarının (elektrikli minibüs, otobüs, tramvay ve metro) sayısı artırılmalı. Belediyeler istisnalar dışında, içten yanmalı motorla çalışan toplu ulaşım aracı almamalı.

∗∗∗

Belediye binalarının hepsinde enerji verimliliği en yüksek seviyeye getirilmeli, yeni binalar “neredeyse sıfır enerjili bina” standardında yapılmalı. Güneş ve rüzgar gibi kaynaklardan elektrik üretimi artırılıp, belediyelerin kendi enerjisini karşılama oranı azami seviyelere çıkarılmalı. Merkezi hükümet enerji kooperatiflerinin önünü tıkamaktan vazgeçerse, belediyeler bu konuda öncü olmalı, yurttaşlarını enerji üreticisi olmaya teşvik etmeli. Üreten kentliler yaratma prensibini tarımdan tamire, sanattan elektriğe kadar yaymalıyız.

Şehir planlaması geleceğe uygun yapılmalı. İklim krizinin etkileri hesaba katılmalı. Binaların çatılarında güneş paneli kurulması büyüklüğe bağlı kalmadan zorunlu tutulmalı, kurulamıyorsa, çatıdaki uygun alanlar kuruluma uygun şekilde boş bırakılmalı. Her bina yağmur hasadı yapmalı, yalıtım standartları yükseltilmeli, ısı pompalarına ve artacak elektrikli araçlara uygun altyapı zorunlu tutulmalı. Ankara’nın geriden gelen mevzuatlarının ötesinde adım atılmalı. Gerekirse teşviklerle bu zorunluluklar cazip hale getirilmeli.

∗∗∗

Belediyelerin kültür sanat destekleri sansür baskısı altındaki sanatçılar için elzem. Bu alanda belediyeler iyi sınavlar vermiyor. Bütçelerini çok ses getirecek işlere harcıyor, kısa vadeli işler yapıyorlar. Halbuki, bütçenin bir bölümü ünlü sanatçılara, bir bölümü genç yeteneklere bir bölümü ise öne çıkarılması gereken ve destek bulamayan sanat dallarına ayrılabilir. Bu süreç şeffaf bir şekilde yürütülebilir. Konser ve toplantı mekanları, o yılki öncelikli alanlara ve içerikle ilgili koşullar belirlenerek çevrimiçi randevu sistemiyle sanatçılara, yazarlara tahsis edilebilir. Böylece kayırmalar, dedikodular biter, yeni seslere fırsat tanınır.

Kentlerimizin yeşil alan ihtiyacı had safhada. Kentsel dönüşüm sadece binaları yenilemek olamaz. Belediyeler bütçelerinin bir bölümünü yeşil alanın olmadığı alanlardaki eski binaları satın alıp, kamusal alana dönüştürmeye ayırabilir. Kamunun yıkılan binalarını yeşille değiştirebilir. Çanakkale’de İskele Meydanı ve Cumhuriyet Meydanı böyle geliştirildi.

En önemli maddeyi en sona bıraktım. Kentleri güzelleştirmenin yolu korumadan geçiyor. Seçeceğiniz belediye başkanı kentin dokusunu yok edecek, onu bina yığınına dönüştürecek “çılgın ya da manyak projelere” dur demeli. Kanal İstanbul’a karşı çıkmayandan İstanbul’a hayır gelmeyeceği gibi, termik santrala, kenti boğacak bir konut projesine itiraz etmeyen belediyeden de bir ilerleme beklenmez. Bu gibi projelerin önünü kesecek, işlerini zorlaştıracak ve sivil toplum örgütleriyle dirsek temasını sürekli kılacak belediye yönetimlerini sandıklardan çıkarmalıyız.

                                                              /././

Çanakkale: Milli şehrin sosyolojik fotoğrafı (Şükrü Aslan)

Modern Türkiye’nin inşasında bağımsızlık savaşı ve Çanakkale’nin önemi, hemen her zaman geniş bir mutabakatın konusu olmuştur. Bu nedenle her yıl 18 Mart haftasında çok sayıda etkinlik düzenlenir ve Çanakkale bütün bu ‘milli’ etkinliklerin merkezinde yer alır. Ne var ki bu ‘millilik’ gerçekte şehrin çoğul kimlikler mekânı olduğu ve kurtuluş savaşının da bu çoğul dokuyla kazanıldığı gerçeğini genellikle göz ardı etmiştir. Oysa resmi verilerin de gösterdiği gibi Çanakkale, sözcüğün gerçek anlamında bir kimlikler şehridir ve bağımsızlık savaşı da bu çoğul dokunun ortak mücadelesinin neticesidir.

Şehrin toplumsal dokusunu anlamamızı mümkün kılan en önemli veriler nüfus sayımları ile elde edilmiştir. Cumhuriyetin, anadilleri de soran ilk sayım verileri, Türkiye coğrafyasının değişik şehirlerinde belli bir ağırlığı olan kesimlerin Çanakkale’de de mukim olduğunu göstermişti. Gerçi bunların bir kısmının, nüfus miktarı fazla değildi ama varlıkları kayıtlara geçmişti. Lazca, Acemce, Lehçe, Macarca, Gürcüce, Sırpça, Ermenice, Tatarca bu gruptaydı.

∗∗∗

Bazı dillerin nüfusu görece daha fazlaydı ama yine de yoğun değillerdi. Kürtçe ve Arapça bu dillerdendi. Ama kayıtlara göre, bu iki dil grubunda 1945 yılı nüfus sayımında aşırı yükselme meydana gelmişti. Bu durum olasılıkla 1930’lu yılların ikinci yarısı ve 1940’lı yılların ilk yarısında doğu vilayetlerinden Kürtçe, Zazaca, Arapça konuşan toplulukların 2510 sayılı İskan Kanunu ile Çanakkale’ye nakledilmelerinden oluşuyordu.

Kafkasya’dan gelen göçmen grupların dillerinden Abhazca ve Çerkesce’nin de Çanakkale’deki varlığı tüm sayımlarda tespit edilmişti. Bunlardan Abhazca görece az bir kesimin anadili gibi görünüyordu ama Çerkesce daha 1927’de bile şehrin yaygın konuşulan dillerinden birisiydi. O yılki kayıtlara göre anadili Çerkesce olan nüfusun en fazla bulunduğu vilayetler Kayseri, Bolu, Kocaeli, Tokat, Balıkesir, Samsun, Çorum, Sivas ve Bursa’dan sonra Çanakkale idi. Demek ki Çanakkale 1860’lı yıllardaki Çerkes göçlerinde mühim iskân sahalarından birisiydi. Benzer durum anadili Kıptice olan kesim için de geçerliydi. 1935 yılı sayımına göre Anadili Kıptice olanların en fazla bulunduğu vilayetler sırayla; Edirne, Balıkesir, İstanbul, Kocaeli, Kırklareli, Bursa, Kastamonu, Tekirdağ, İzmir idi ve bunları Çanakkale takip ediyordu.

∗∗∗

Balkan göçmenlerinden oluşan anadil gruplarından Arnavutça ve Bulgarca Çanakkale’deki bütün sayımlarda kayıtlara geçmişti. Buna karşın Boşnakça ağırlıklı olarak Kocaeli, İzmir, Bursa ve Balıkesir’den sonra Çanakkale’de toplanmış görünüyordu. Bu grubun iskânı için Çanakkale ilk tercihler içindeydi. Pomak nüfus için ise bu durum daha da geçerliydi. Resmi verilere göre anadili Pomakça olan nüfus, Kırklareli’den sonra en fazla Çanakkale’de ikamet ediyordu. Hatta Türkiye’de anadili Pomakça olan nüfusun dörtte biri Çanakkale’deydi.  

Benzer durum bu coğrafyanın kadim kültürleri olan Rumca ve Yahudice konuşan nüfus için de geçerliydi. Anadili Rumca olanların en fazla bulunduğu il, İstanbul’dan sonra Çanakkale idi. Anadili Yahudice olan nüfusun en fazla yaşadığı dördüncü il (İstanbul, İzmir, Bursa’dan sonra) yine Çanakkale’ydi. Yani şehir, Müslüman olmayan kültürlerin de mekânıydı.

∗∗∗

Özetle bu dillerin büyük bir kısmı 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, Çanakkale savaşı sırasında da bu coğrafyanın nüfus gruplarıydı. Sonraki yıllarda yeni iskân uygulamalarıyla bu toplumsal doku daha da çeşitlenecekti. Mesela 1938 Dersim sürgünlerinin iskânı için en çok kullanılan illerden birisi, yine ilgili yasaya göre ‘Türk kültürlü nüfusun’ ağırlıkla yaşadığı il Çanakkale idi. Buraya yerleştirilen ve anadili Kırmancki (Zazaca) olan nüfusun bir bölümü, yeni yasal düzenlemelere rağmen eski memleketlerine dönmemişlerdi. Yani Çanakkale’nin demografik dokusuna başka coğrafyaların kadim kültürleri de eklenmişti.

Bağımsızlık savaşının Çanakkale’deki kısmı gerçekte bu çoğul toplumsal/kültürel dokunun ortak başarısıydı ve bu durum şehrin mezar taşlarındaki yazılardan da izlenebiliyordu. Ama şehir, tıpkı ülke gibi bu çoğul dokudan adeta habersizmiş gibi duruyor. Resmi verilerle bile tespit edilmiş bu dokunun diğer renklerinden hiç söz etmeden bir milli başarının öyküsünü anlatıyor. Ne tuhaf!

                                                              /././

Sandık harekâtı (Timur Soykan)

İktidarın, az farkla kaybettiği şehirlere seçmen yığdığı iddia ediliyor. Kars, Iğdır ve Siirt’e binlerce asker, polis ve korucu seçmen olarak kaydedildi. Hatta kış tatbikatının seçime göre ayarlandığı iddia ediliyor. Kayıtlarda çok sayıda binada binlerce seçmenin bulunduğu tespit edildi.

Türkiye, seçime giderken bir kez daha “İktidar oylarımızı çalacak mı?” gerilimini yaşıyor. Maalesef halkın iradesinin çalınması, sandıkta dönen dolaplar, mühürsüz zarflar, atı alıp Üsküdar’ı geçenler vaka-i adiye oldu. Ancak ne sandık hileleri ne de sandık güvenliği seçim günü başlıyor.

31 Mart 2024 Yerel Seçimleri öncesinde iktidara adil olmayan seçim süreci yetmiyor. Muhalefet partilerinin tespitlerine göre; taşıma seçmen ile halkın iradesi gasp edilmek isteniyor. Çok çarpıcı iddialar var ama nedense gündem olmuyor. Oysa sandıktan oyların çalınmasından bir farkı yok.

2019 seçiminde Şırnak’ta AKP’nin kazanmasının ‘Taşıma seçmen’ konusunda bir dönem noktası olduğu yorumu yapılıyor.

Şırnak’ta 2014 yılında BDP, yüzde 59,5 oyla kazanmıştı, AKP ise yüzde 29 oyla ikinci olmuştu. 2019 yılında HDP, çok sayıda asker ve polisin, oy dengesini AKP lehine değiştirmek için şehre kaydırıldığını iddia etmişti. 2019 yerel seçimlerinde AKP yüzde 61,7 (19 bin 718 oy) ile birinci oldu. HDP ise yüzde 35 (11 bin 194) oy oranında kaldı. YSK, HDP’nin itirazlarını kabul etmedi.

İNCELEME YAPILDI

2024 yerel seçimlerinde ise hem CHP hem de DEM Parti ‘taşıma seçmen’ konusunda detaylı incelemeler yaptı.

CHP Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı, Yığma Seçmen Raporu hazırladı. Seçmen listelerinin askıya çıktığı tarihten itibaren normal olmayan seçmen hareketliliğini anlamaya yönelik bir analiz altyapısı oluşturuldu. Sorunlu il ve ilçeler tespit edildi. Hem CHP hem de DEM Parti’nin anormal seçmen hareketleri tespitleri üç ilde yoğunlaşıyor:

Kars, Iğdır ve Siirt.

Bu üç şehirde de Cumhur İttifakı ile muhalefet arasındaki oy farkı çok az. Ve bu bölgede Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 2024 Kış Tatbikatı’nın seçim dönemine denk getirilmesine dikkat çekiliyor. Tatbikat gerekçesiyle özellikle Kars ve Iğdır’a Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden askerlerin getirildiği ve bu şehirlere seçmen olarak kaydedildikleri öne sürülüyor.

BEŞ BİN YENİ SEÇMEN

Binlerce taşıma seçmen getirildiği öne sürülen dört şehirdeki iddiaları tek tek anlatalım:

KARS: 2019 yerel seçimlerinde Kars’ta AKP aday çıkarmamış ve MHP adayını desteklemişti. Seçimi yüzde 29,58 (12 bin 192 oy) oy oranıyla HDP’nin adayı Ayhan Bilgen kazanmıştı. MHP’nin adayı ise yüzde 26,57 (10 bin 954) oy almıştı. Aradaki oy farkı bin 238’di. Seçimden sonra tutuklanan Ayhan Bilgen, İçişleri Bakanlığı tarafından görevinden alınmış ve belediyeye Kars Valisi, kayyum olarak atanmıştı. Bu seçimde de AKP, Kars’ta aday çıkarmadı ve MHP adayını destekliyor.

CHP’nin analiz sisteminde sadece seçmen sayılarına bakılmıyor. Bir adreste daha önce kaç seçmenin oy kullandığı ve bu seçimde kaç kişinin oy kullanacağı belirleniyor. Hatta seçmenlerin daha önce hangi şehirde oy kullandığı da sistemde görünüyor. CHP’nin yığma seçmen raporuna göre; Kars Merkez ilçeye 2023 Mayıs seçimleri ile 2024 yerel seçimleri arasında 5 bin 472 yeni seçmen kaydedildi. Bunların bir kısmı şehir dışından bir kısmı ilçe ve beldelerden şehir merkezine geldi, bir kısmı ise yeni seçmen.

Cumhuriyet Mahallesi’ndeki orduevinde 2023’te 13 kayıtlı seçmen görünüyordu. Bu seçimde ise 2 bin 784 seçmen kaydedilmiş. Bu seçmenlerin tamamı 20-35 yaş aralığında ve erkek. Oy kullanabilen subay, uzman çavuş ya da sözleşmeli erlerden oluşuyor.

DEM Parti’nin incelemesine göre ise Kars merkezde 3 bin 500 taşıma seçmen var. Orduevindeki seçmen sayısı ise 3 bin 5 kişi. Bir önceki seçimdeki oy farkının bin 238 olduğu düşünüldüğünde 3 bin 500 taşıma seçmen sonuçları iktidarın lehine çevirebilir.

‘GÜVENLİK ÖNLEMİ’

IĞDIR: 2019 yerel seçimlerinde AKP, Iğdır’da aday çıkarmamış ve MHP adayını desteklemişti. Iğdır’ı HDP’nin adayı yüzde 50,10 (22 bin 227 oy) ile kazanmıştı. MHP’nin adayı ise yüzde 46,68 (20 bin 713 oy) ile ikinci olmuştu. Aradaki oy farkı bin 514’tü. HDP’li Belediye Başkanı Yaşar Akkuş 15 Mayıs 2020’de tutuklandı ve belediyeye kayyum atandı.

2024 seçimlerinde MHP aday çıkarmadı ve AKP adayına destek verecek.

DEM Parti seçmen kayıtlarını inceledi ve Mayıs 2023’deki seçimde Iğdır’da oy kullanmayan 4 bin 361 kişinin Iğdır merkezde seçmen yapıldığını açıkladı. Bin 514 oy farkını düşündüğümüzde yine seçimin sonucunu değiştirecek bir sayı. DEM Parti Iğdır Milletvekili Yılmaz Hun, “Bu taşıma seçmenlerin çok büyük çoğunluğu 20-25 yaş arasındaki asker ve polisler. Örneğin bazıları Mayıs’taki seçimde Kayseri’de oy kullanmış. Bir kısmı Afrin’de görev yapmış” dedi.

Taşıma seçmen arasındaki askerlerin kış tatbikatı ve güvenlik önlemi gerekçesiyle Iğdır’a getirildiği iddia ediliyor.

CHP’nin analiz sistemine göre ise; Iğdır Merkez ilçeye 2024 Mart-2023 Mayıs arası anormal gelen seçmen sayısı 3 bin 50. Rapora göre; Pir Sultan Abdal Mahallesi’ndeki bir adreste bin 345 yeni seçmen kaydedildi. Aynı mahalledeki bir başka adrese ise bin 257 erkek seçmen yeni geldi. Atatürk Mahallesi’ndeki bir adreste ise 753 erkek seçmen yeni kayıt edilmiş görünüyor.

DEM Parti’nin tespitine göre ise; Konak Mahallesi’ndeki İl Emniyet Müdürlüğü binasına 743 seçmen kaydedilmiş. 2023 seçiminde İl Emniyet Müdürlüğü binasında kayıtlı seçmen yoktu.

Iğdır’da Cumhur İttifakı’nın açık ara üstünlüğünün olduğu ilçelerden merkeze seçmen kaydırıldığı da iddia edildi. DEM Parti’nin raporuna göre; ilçelerden bin 163 seçmen Iğdır merkeze kaydırıldı. Bu kişilerin 943’ü genel seçimde Aralık ilçesinde oy kullanmış ve 2024 yerel seçiminde Iğdır merkezde oy kullanacaklar. Aralık ilçesinde HDP’ye hiç oy çıkmıyor ve AKP, 2019’da yüzde 56,39 oranıyla seçimi kazanmıştı. Yılmaz Hun, “Aralık ilçesinde 4 bin seçmen var ve bin seçmen Iğdır Merkez’e geliyor. Yani ilçeden Iğdır’a çok büyük bir göç yaşanmış olması gerekir ama öyle değil. Nüfus mühendisliği yapılıyor ve halk iradesi mobil seçmenlerle gasp edilmek isteniyor” diye konuştu.

Ayrıca Mayıs 2023’te yurtdışında oy kullanan yurtdışı seçmen kütüğüne kayıtlı bin 186 seçmenin 2024 seçimlerinde Iğdır merkezde oy kullanacak şekilde kaydedildiği ortaya çıktı.

ANORMAL ARTIŞ

SİİRT: 2019 yerel seçimlerinde HDP yüzde 48,36 (33 bin 227 oy) ile belediye başkanlığını kazandı. AKP’nin adayı oyların yüzde 46,01’ini (31 bin 611) aldı. Aradaki fark bin 616 oy. Mayıs 2020’de HDP’li Belediye Başkanı gözaltına alındı ve Siirt Valisi, belediyeye kayyum olarak atandı.

CHP’nin raporuna göre; Siirt Merkeze 2023 Mayıs-2024 Mart arası anormal gelen seçmen sayısı 5 bin 46.

Barış Mahallesi’ndeki bir adrese bin 710 erkek seçmen, aynı mahalledeki diğer adrese 703 erkek seçmen, yine Barış Mahallesi’ndeki bir diğer adrese 672 erkek seçmenin kaydedildiği raporda yer alıyor. Yeni Mahalle’deki bir adrese bin 944 erkek seçmenin kaydı yapıldığı tespit edildi. Doğan Mahallesi’ndeki bir adreste ise bin 940 seçmen yeni taşınmış görünüyor.

DEM Parti ise Siirt’e 6 bin 643 taşıma seçmen getirildiğini öne sürüyor. Bu seçmenlerin çok büyük çoğunluğunu asker, polis ve korucular oluşturuyor. İncelemede Emniyet Müdürlüğü Özel Harekat Şube Müdürlüğü’nde mayıs ayında 7 seçmen görünürken 2024’te bu sayının bin 989’a yükseldiği anlatılıyor.

CHP’nin analiz raporuna göre; Kars, Iğdır ve Siirt’in tüm ilçelerine 17 bin 619 erkek seçmen ve 87 kadın seçmen taşındı.

DEM Parti’nin incelemesinde Hakkari, Batman’daki ilçelere de çok sayıda taşıma seçmen kaydı yapıldığı öne sürüldü. Hatta bazı ilçelerde taşıma seçmen sayısı, ilçedeki normal seçmen sayısını geçti. DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcısı Rüştü Tiryaki’nin açıklamalarına göre; Hakkari Çukurca’nın Yeşilçeşme Mahallesi’nde 5 bin 57 seçmen var ve sadece 801’i Hakkarili. Buradaki adreslerden birinde 14 Mayıs 2023 seçiminde sadece tek seçmen var ama 2024’te 923 seçmen bu adrese kaydedilmiş. Batman Hasankeyf, Gerçüş gibi ilçelere de çok sayıda seçmenin taşındığı iddia ediliyor.

(Birgün)

Özgür Özel’in betonlaşma övgüsü CHP’de istifalara neden oldu - Yusuf Yavuz / soL

 

CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in, Gazipaşa'da Selinus sahilinin otellere açılması için yürütülen çalışmadan dolayı belediye başkanına teşekkür etmesinin ardından iki partili istifa etti.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Antalya’nın Gazipaşa ilçesindeki mitingde yaptığı konuşmada, ilçedeki korunan alan vasıflı Selinus sahilinin otellere açılması için yürütülen çalışmadan dolayı Belediye Başkanı Mehmet Ali Yılmaz’a teşekkür etti. Özel’in bu konuşması, Gazipaşa kıyılarının betonlaşmaması için çaba gösteren parti mensuplarının istifasına neden oldu. CHP’den Gazipaşa Belediye Başkan aday adayı olan Dr. Ali Kızılateş ile CHP Gazipaşa ve Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Yüksek Mimar Esin Bilgiç, Özgür Özel’in konuşmasını eleştirerek partiden istifa ettiklerini duyurdu.

Gazipaşa kıyıları, Antalya’nın doğu kesiminde betonlaşmadan olabildiğince korunmuş doğal alanları barındırıyor. Selinus, Kâhyalar ve Koru sahilleri son yıllarda hem imar rantının hem de 5 yıldızlı otel yatırımcılarının hedefinde. Korunan alan niteliğindeki Selinus sahilinin kitle turizmine açılmak istenmesi ilçe halkının önemli bir kısmının tepkisini çekiyordu. Kitle turizminin betonlaşma getirerek sahili şirketlerin insafına bırakacağını savunan ilçe halkı, büyük oteller yerine eko-turizmin özendirilmesi fikrini savunuyor.

                                      Selinus sahili 5 yıldızlı otellere açıldı 

CHP’li başkan kıyıları otellere açmak için taraf oldu

Ancak 2019 yerel seçimlerinde CHP’den Gazipaşa Belediye Başkanı seçilen Mehmet Ali Yılmaz, göreve geldiği günden bu yana sahilin otel yatırımcılarına açılması için taraf oldu. Selinus sahilindeki ilk 5 yıldızlı otel projesi, bölgede yıllardır arazi toplayan turizmci Adil Üstündağ’ın projesiydi. AKP’nin amblemindeki ampulün fikir babası olduğunu savunan Adil Üstündağ’ın Selinus sahilinde 50 bin dekardan fazla arazi üzerinde yapmak istediği 2508 yatak kapasiteli otel projesi için ÇED süreci başlatılırken 6 Şubat depreminin yaşandığı günlerde ilçede halkın katılımı toplantısı düzenlenmesi tepkiyle karşılanmıştı.

                                       Otel için seçilen araziden görünüm

İlçe halkı eksikleri ortaya çıkardı, ÇED süreci durduruldu

Gazipaşa Belediye Başkanı CHP’li Mehmet Ali Yılmaz, sahili betonlaştıracak devasa otel projelerine karşı çıkan ilçedeki birçok vatandaşı hedef alan açıklamalar yaparak Adil Üstündağ’ın halkla ilişkiler personeli gibi davranması eleştirilere neden olmuştu. Selinus sahilinde günübirlik alan olarak ayrılan bölgenin bile otel projesine dâhil edilirken projeyle ilgili hazırlanan ÇED raporunda eksiklikler platform gönüllülerinin çabalarıyla ortaya çıkınca ÇED süreci geçtiğimiz Ocak ayında durduruldu.

Özgür Özel sahili betonlaştıracak projeler için teşekkür etti

CHP Genel Başkanı Özgür Özel öndeki gün Gazipaşa’da bir mitinge katıldı. Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP’nin adayı Muhittin Böcek ve İl Başkanı Nail Kamacı’nın da katıldığı mitingde konuşan Özel, ilçe sahilinin betonlaştıracak projeler için altlık olacak imar düzenlemeleri yapan Belediye Başkanı Mehmet Ali Yılmaz’a teşekkür etti.

Özel: 'Gazipaşa'nın bu çalışmalar sayesinde yüzü gülecek'

Gazipaşa’da turizm ruhsatlı hiçbir otel bulunmadığını dile getiren CHP lideri Özel, “Bu kadar güzel bir yer olmasına rağmen. Manavgat’ta dünyanın en çok otelinin olduğu ilçeye sahip olmakla övünürken, burada bu 18 uygulamasından sonra artık otel yatırımları gelecek. Yerli turist gelecek, yabancı turist gelecek ve Gazipaşa’nın bu çalışmalar sayesinde yüzü gülecek. Bu güzel çalışma için de belediye başkanımıza teşekkür ederken, tüm yatırımcıların dikkatini de Gazipaşa’ya çekmek istiyorum” dedi.

Özel'in betonlaşmaya övgüsü partiden istifalara neden oldu

CHP lideri Özgür Özel’in bu konuşması ilçede imar rantı ve sahilin betonlaşmasına karşı yıllardır direnen partinin önde gelen isimlerinin istifasına yol açtı.

Yıllardır CHP’de siyaset yapan ve 31 Mart 2024 yerel seçimleri için Gazipaşa Belediye Başkanı aday adayları arasında yer alan Dr. Ali Kızılateş, Genel Başkan Özgür Özel’in konuşmasındaki ifadeleri sert dille eleştirerek partisinden istifa ettiğini duyurdu.

                Gazipaşalı olan Dr. Ali Kızılateş uzun yıllardır CHP'de siyaset yapıyordu

'CHP yöneticileri bir daha Akbelen, Kazdağları, İliç demesin'

Kızılateş’in açıklaması şöyle: “Hadi yerellerdeki küçük hesaplar, kasaba politikacısı zihniyet anlaşılabilir de; Gazipaşa’da dönen ranta, vahşi turizm anlayışına ve sahillerin betonlaştırılmasına genel başkan düzeyinde destek verilmesi ve bu yağma ve talanın gelişme-kalkınma olarak gösterilmesi anlaşılır ve kabul edilebilir gibi değildir. Bu zihniyet mi toprağımıza, denizimize, tarım alanlarımıza, köylümüze, çiftçimize, doğal güzelliklerimize, tarihi ve kültürel değerlerimize, Kuvayı milliyeye sahip çıkacak? Bu zihniyet mi anti-emperyalist politika izleyecek? CHP yöneticileri ve milletvekilleri sakın bir daha yok Akbelen, yok Kaz Dağları-İliç-Phaselis-Ulualan, yok çevre, yok rant-talan filan demesin. Keşke Sayın Özel vahşi turizmin ilçelerine kazandırdıkları ve Manavgatlıların ne kadar memnun oldukları konusunda yanı başındaki CHP’nin Manavgatlı milletvekilleri Aliye Coşar ve Mustafa Erdem’den azıcık bilgi alsaydı.

‘Özgür Özel'in mücadeleye saygısızlığını kınıyorum'

Özgür Özel’in, Gazipaşa’da kıyıların ve plajların halka ait olması uğruna 4 yıldır verilen olağanüstü mücadeleye saygısızlığını kınıyorum. Sayın Özgür Özel’in kıyılarımızı betona boğacak sermaye yanlısı-rantçı anlayışa destek veren bu açıklamalarını reddediyor ve bugünden itibaren (Y)üCHP üyeliğinden istifa ediyorum. Atatürk’ün CHP’sine; yani kurucu değerlere ve cumhuriyet devrimlerine bağlılığım ise ölene dek devam edecektir.”

‘Güle oynaya kıyılarımızı peşkeş çekenler'

İstifa açıklamasında, “Gazipaşa sahilleri sarı öküzdür” benzetmesine de yer veren Kızılateş, “Güle oynaya doğal güzelliklerimizi ve kıyılarımızı ranta peşkeş çekenler; yarın yine rant uğruna köylerimizin, ormanlarımızın, yaylalarımızın da elden kolayca çıkarılmasına hazırlıklı olmalıdırlar. O nedenle hangi siyasi parti ve görüşten olurlarsa olsunlar Gazipaşa’nın duyarlı insanlarını sarı öküzü vermemeye davet ediyorum” dedi.

CHP’nin Büyükşehir Meclis Üyesi Bilgiç de istifa etti

Dr. Ali Kızılateş’in ardından CHP’nin Gazipaşa ve Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi Mimar Esin Bilgiç de partisinden istifa ettiğini duyurdu. Genel Başkan Özgür Özel’in konuşmasını eleştiren Bilgiç, “siyaset kamu yararı için yapılmalı” görüşünü savundu. Daha önce partinin genel merkez yöneticilerine de konuyla ilgili sorunları aktardığı ancak bir sonuç alamadığını söyleyen Bilgiç, Özgür Özel’in Gazipaşa mitinginde yaptığı konuşmanın bardağı taşıran son damla olduğunu belirterek istifasıyla ilgili açıklamasında şunları dile getirdi:

Gazipaşa ve Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi Yüksek Mimar Esin Bilgiç, Genel Başkan Özel'in konuşmasını eleştirerek istifa etti

'Diplomalarımızı mor binlikler için kullanmadık'

“Değerli halkımızın bilgisine: Seslenişteki gibi; isteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık… Kullanmadık… Tarım alanları korunsun dedik, binlerce dönüm tarım alanı ‘plan revizyonu’ adı altında imara açılmasın dedik. Meralar korunsun dedik, vasıfları değiştirilirken. Belediyemize ait müstakil parseller satılmasın dedik. Adı Atatürk olan ilçenin en büyük parkında, en değerli köşe, önce kamu hizmet alanına sonra da ticari alana çevrilmesin dedik. Belediyenin taşınmazları üzerindeki tüm hacizler, dün ilçemizde Sayın Özgür Özel’in konuşmasında da değerinden bahsettiği, deniz kenarındaki, belediyemize ait en değerli yere toplanmasın, olası bir sıkıntıda (!) ilk burası elden çıkmasın, dedik. Buna mecliste de olumlu oy kullanmadık. Meclis kayıtlarında el kaldırmadığım görüldüğü halde, tutanaklara oybirliği ile geçirdiler.

'Belediyeye, il örgütüne dilekçeler verdim, düzeltilmedi'

Belediyeye, ilçe örgütüne ve il başkanlığına bu çok değerli belediye arazisini beklediğini düşündüğüm tehlikeleri de anlatan, oyumun düzeltilmesini isteyen dilekçeler verdim, oylama sonucu düzeltilmedi. Yine deniz kenarındaki hazine arazisi olan Fidanlık arazimiz, inşaat oranı yanıltılarak, parsel parsel yapılıp tahsise çıkarken tepki gösterdik. İlçenin imar planında, 3 ve 4 katlı yerlerine 10 kata kadar yapılaşma çok yanlış, ilçe bitiyor dedik, dilekçe verdik, reddettiler. Kıyılarımızda yanlış bir planlama yürütülüyor dedik. Bu kıyılar korunan alan dedik. Halkın günübirlik alanlarına dev kütleli oteller el koyuyor dedik. Bu planlama ilçenin yarı tropikal iklimine zarar verecek, parçalı yapılanma yok, deniz havası tarım alanlarına, halk da kıyılara ulaşamayacak dedik. İnsan dışındaki birçok canlının yaşam alanları yok olacak dedik. Sağlıklı gıda gelecek günlerde en önemli sorun olacakken bu dev kütleler tarım alanlarını yok edecek dedik. Bu küçücük üç sahil bunca sıra sıra dev kütleyi kaldıramaz dedik. Bu dönemde askıya çıkan bu planlamaya itiraz edilmeliydi, süresinde dava açılmalıydı dedik.

'Yıkıma sahip çıkılması CHP'nin nasıl savrulduğunu gösteriyor'

Gazipaşa’da kültürüne, doğal verilerine dayalı, tarımla iç içe bir turizm olmalı, turizm gelirini halk kazanmalı dedik. Bunları yalnız söylemedik. Bunları meslek odalarımızla, baroyla, çevre dernekleriyle birlikte söyledik. Basın açıklamalarıyla, değerli basınımız aracılığıyla, ulusal basında çıkan haberlerle ses verdik. Duyarlı tüm yürekler de sesimize ses oldular. Gazipaşa Belediyesinin olumlu görüş bildirdiği ilk dev otelin ÇED sürecini bir avuç arkadaş, eksikleri ve yanlışları nedeniyle Ankara’da durdurduk. İlgili bakanlık bile bu sesi duymak zorunda kaldı ama maalesef özümden bağlı bulunduğum partimin bugünkü seçilmişleri bu sesi, ilçeden yükselen bu çığlığı duymadı. Duymamakta direndi. 4,5 yıldan bu yana anlatmaya çalıştığımız bilimsel ve teknik doğrulara karşın, dün genel başkan düzeyinde, ilçemizde, tüm bu yıkıma sahip çıkılması Cumhuriyet Halk Partisinin çevre konularında nasıl savrulduğunu gösteriyor.

                                       Gazipaşa'da görüntülenen Akdeniz Foku (Mustafa Akkoca)

'Tropikal üretim alanına imar, tropik parka alkış'

Manavgat’ta ‘Ulualan’ı ölüalan yaptırmayacağız’ diyeceksiniz, tamam bu çok güzel ama Gazipaşa’da halkın günübirlik alanlarına bile el konmasını alkışlatacaksınız. İlçemizde dün, Genel Başkan düzeyinde, Gazipaşa’nın hala bozulmadan doğallığını koruyabilen, kıyılarını ve ilçeyi bekleyen tehlikelere karşın, gelecek olan beton turizmini destekleyici, bu planlamaya yatırımcıları davet edici talihsiz bir konuşma yapılmıştır. Açılışı yapılan tropikal park: İlçemizin yarı tropikal bir iklimi var. Bu nedenle Anadolu coğrafyasındaki yeri ve tarım alanları çok özel. Geçen yaz döneminde ilçenin binlerce dönüm tarım alanı, halkı yerlerinin tarım alanı olarak kalmasını istemesine rağmen, teknik verilerde böyle bir plan değişikliğine gerek olmamasına rağmen, imara açıldı. Yani tropikal bitki de yetiştirilebilen binlerce dönüm tarım alanını imara açacaksınız, sonra da o alanların karşısında bir parka birkaç tropikal fidan dikeceksiniz. Halkımızın karşısında, tüm süreci alkışlata alkışlata açılış yapacaksınız.

'Siyaset kamu yararı için yapılmalı'

Siyaset kamu yararı için yapılmalı. Ben hep bu bakış açısında oldum, bundan sonra da böyle olacak. Çalışmalarımı ve bakış açımı bugüne kadar, bilimsel ve teknik doğrular belirledi, bundan sonra da bunlar belirleyecek. Atamız da çok sevdiği askerlik görevinden istifa etmek durumunda kalmıştı. Demek ki bazen özünüzden sevdiğinizden ayrılmak durumunda kalınabiliyormuş. Cumhuriyet Halk Partisinin ana kuruluş ilkelerine sonuna kadar bağlı kaldım, bundan sonra da bağlı kalacağım. Ancak dün, ilçemizdeki süreç, genel başkan düzeyinde onaylandıktan sonra, Cumhuriyet Halk Partisindeki yönetim anlayışının arasında daha fazla kalmak istemiyorum ve bugün itibari ile hep onurla taşıdığım üyeliğinden istifa etmiş bulunuyorum. Halkımızın geçen dönem büyük bir onurla verdiği meclis üyeliği görevimi son meclis toplantısına kadar Cumhuriyet Halk Partisi üyesi olarak, direnerek ve onurla, yerine getirdiğimi düşünüyorum. Bu süreçte çok değerli, verilen mücadeleye destek olan, çok güzel insanlar tanıdım. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Daima Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği yolda, hep O’nunla. Daima sevgiyle ve bilgiyle…”

TKP'nin Antalya adayı: Konu rant olunca tüm düzen partileri birleşiyor

Türkiye Komünist Partisi Antalya Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Nazlı Ece Mutlu da, Özgür Özel'in betonlaştırma projeleri için teşekkür etmesine tepki gösterdi.

Sosyal medya hesabından açıklama yapan Mutlu, "Gazipaşa'da Selinus sahilinin Chpli belediye eliyle bir turizm patronuna peşkeş çekildiği yetmiyormuş gibi, genel başkanları tarafından bu yağmaya teşekkür ediliyor. Konu rant olunca tüm düzen partileri birleşiyor! Sahillerimizi ancak komünist belediyecilik korur!" dedi.

T24 KÖŞEBAŞI - 20 MART 2024 -

 

Bir propaganda kavgası olarak İstanbul metroları (Çiğdem Toker)

İBB'nin AKP'de olduğu dönemde bir başarı öyküsü değil, kamu zararı söz konusuydu

Yerel seçime günler kala, seçimin ağırlık merkezi İstanbul'daki propaganda gündemini metro yatırımları belirliyor. Önce AKP'nin adayı Murat Kurum, rakibi Ekrem İmamoğlu döneminde "Beş yılda 8 km metro açıldığını" söyledi. İBB Başkanı İmamoğlu sert yanıt verdi. Beş yılda 65 km metro ve 32 istasyonu İstanbul'a kazandırdıklarını söyleyerek "65 kilometre metroyu inşa etmek için yer altında ter döken binlerce emekçiden, mühendislerden, yöneticilerden özür dileyecekler" dedi. İmamoğlu"nun bu konuşmayı yaptığı açılışa konu Ataköy-İkitelli metrosunu ihalesinin AKP yönetimi döneminde 2015'de ve euro üzerinden yapıldığını not düşelim.

Bu sözlerin hemen ardında da Kurum'a destek için sahaya inen partili Cumhurbaşkanı Erdoğan dün Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı'nın yani merkez yönetimin yaptığı Arnavutköy-İstanbul Havalimanı Metrosu açılış törenine katıldı ve İmamoğlu'na atfen "Şu anki belediye başkanı bunu da sahiplenir. Bunu sahiplenmemesi için iyi anlatmak lazım. Murat, malınıza sahip çıkmazsanız bu adamlar sahip çıkar" dedi. Söz konusu hat, bir seçim jesti (!) olarak 31 Mart'a kadar ücretsiz olacakmış.

Ulaşım, İstanbul için temel ihtiyaçlar listesinin başında yer alıyor. Hâl böyle olunca toplu ulaşım, toplu ulaşım deyince de metro yatırımları büyük önem kazanıyor. AKP döneminde metro yatırımları konusunda kamu kaynakları ve kamu yararı açısından kötü bir sınav verildiğini, kamu kaynaklarının nasıl heba edildiğini, yapılan ihalelerde yaklaşık maliyetin üzerindeki tekliflerin kabul edildiğini, buna karşın finansman bulunamayıp yatırımların durdurulduğunu 2016-2021 dönemindeki beş yıl boyunca çok sayıda yazı ve habere konu ettim. Davalara muhatap oldum.

AKP'nin metro sınavı

AKP, İBB'yi tekrar geri alabilmek için devletin bütün imkanlarını kullanmakla kalmayıp, gerçeğe aykırı propagandadan kaçınmıyor. Tam da bu nedenle metro yatırımları konusunda AKP'nin Kadir Topbaş, Mevlüt Uysal dönemlerinde nasıl bir sınav verdiğini verilerle, rakamlarla yeniden hatırlatmak elzem oldu:

530 milyon dolar zarar

Bugün tartışmaların odağında olan 5 metro hattının ihalesi bundan yedi sene önce 3 Mart 2017'de yani İBB yönetimi AKP'deyken yapıldı.

3 Mart 2017 ihale sonuçları

Yaklaşık maliyet ile kabul edilen teklif tutarları arasındaki farkların toplamı, beş metro hattı ihalesi için toplam 1 milyar 193 milyon TL'ydi. Kamu zararı aleyhine sözleşme yapmak anlamına gelen bu para, o günün döviz kuru üzerinden (3,7 TL) 530,4 milyon ABD dolarıydı.

Diğer yandan Mart 2017'de yapılmış bu beş ihaleden dört ay önce yani Kasım 2016'da Gayrettepe-3. Havalimanı Metro ihalesi yapılmış, Euro para birimi üzerinden açılan bu ihale 999 milyon 769 bin euroya Kolin-Şenbay ortaklığına verilmişti.

2017 yılında yapılan bu ihalelerin ardından İBB yönetimi 925 milyon Euro borçlanmaya ihtiyaç duyulduğunu duyurmuş ancak yaşanan finansman sorunu çözülemediği için başlayan inşaatlar durmuş, firmalar toplu işten çıkarmalara gitmişti. Metroların, ihale açıldığında verilen iki-üç yıllık takvimlerde tamamlanmasının imkansız olduğunu ortaya çıkmıştı.

Kısaca İBB'nin AKP'de olduğu dönemde bir başarı öyküsü değil, kamu zararı söz konusuydu.

2019 yerel seçimlerinde değişen yönetim, metro finansmanı ve yatırımlarına da yeniden bir bakışı zorunlu hale getirdi. İflas eden şirketler, borçlanma sorunu, İBB yönetimi CHP'ye geçince ortaya çıkan büyük merkezi yönetim-yerel yönetim ayrışması ve krizi, başlangıçta ciddi bir finansman krizine yol açarak metro yatırımlarını doğrudan etkiledi.

2019 sonrası ve bugüne kadarki gelişmeler ise önümüzdeki yazının konusu.

                                                       /././

Dezenformasyon ve seçimler (Mustafa Durmuş)

Dezenformasyon, bilhassa genel ya da yerel seçim dönemlerinde, seçmen tercihleri ya da davranışları üzerinde etkili olabiliyor, hatta seçim sonuçlarını dahi değiştirebiliyor

31 Mart'ta yapılacak olan ve sonuçları bağlamında ülkenin demokrasi konusundaki geleceğini etkileyecek olan yerel seçimler yaklaştıkça, dezenformasyon faaliyetleri, kumpaslar ve sahte videolar ya da deepfake'ler art arda ortaya çıkmaya başladı. Seçime kadar da bu tür faaliyetlerin daha da artacağına inanılıyor. Bu yüzden de, daha çok teknolojinin kötü kullanımı ile ilgili bu gelişmeleri sağlıklı bir biçimde yorumlamakta ve bunların seçimleri nasıl etkileyebileceği üzerinde tartışma yürütmekte yarar var.

Öncelikle, meselenin Türkiye ile sınırlı olmadığının altını çizelim. Bu mesele tüm dünyada tartışılıyor. Zira bu yıl, ABD, Rusya, Meksika, Hindistan ve Endonezya gibi kalabalık nüfuslu ülkeler başta olmak üzere, dünya çapında toplam nüfusu 4 milyar civarında olan 60'tan fazla ülkede ulusal düzeyde seçimler yapılacak. Yaklaşık 2 milyar seçmenin sandık başına gitmesi bekleniyor.

Nitekim Rusya'da üç gün süren başkanlık seçimi 15 Mart'ta başladı ve beklendiği gibi Putin yüzde 87'lik bir oy oranı ile yeniden devlet başkanı seçildi (otokrat bir lider de olsa seçimlerle iş başına gelmek ona meşruiyet kazandırdığı için önceden ayarlanmış seçimler, hiç seçim yapmamaya tercih edilir).

2024 yılı süper seçim yılı

Bu yüzden de bu yıl "süper seçim yılı", hatta "tarihteki en büyük seçim yılı" olarak adlandırılıyor. Diğer yandan, seçimlerle ilgili yaygın endişeler de dillendirilmeye başladı. Zira bir süredir dünyada aşırı sağ otoriter rejimlere doğru bir kayma söz konusu.

Öyle ki artık dünyanın birçok yerinde enflasyonun giderek düşmesiyle birlikte, iktisatçılar, politikacılar, yüksek enflasyon ve bunun bir parçasını oluşturan hayat pahalılığı sorununu kısa vadede en acil sorun olarak görmüyorlar. Bunun yerine yanlış bilgilendirme ve dezenformasyonun önümüzdeki iki yıl boyunca dünyadaki en ciddi sorunların başında geleceğini düşünüyorlar.

Seçimler risk altında

Bu süre zarfında 2 milyar seçmenin sandık başına gideceği düşünüldüğünde, yanlış bilgi ve dezenformasyonun yaygın kullanımının neden olabileceği yanlış tercihler ya da seçimlerin özgürce yapılmasını engelleme gibi sonuçları yüzünden, "yeni seçilen hükümetlerin meşruiyetini zayıflatabileceği" ve bunun da şiddete dayalı protestolarla, nefret suçlarıyla ve hatta terörizm şeklinde huzursuzluğa neden olabileceği ileri sürülüyor. (1) Bu bağlamda en fazla dezenformasyon riskine sahip ülkelerin başında Hindistan geliyor. ABD'de ise 6'ncı sırada yer alıyor. (2)

Yanlış bilgi mi, dezenformasyon mu?

"Dezenformasyon", bir örnekle açıklamak gerekirse, bir yazarın yazılarıyla okuyucularını ya da bir politikacının söylemleri ve kurgusal videolarla seçmenleri "kasıtlı olarak yanlış yönlendirmeye çalıştığı durumlar" olarak tanımlanır. Yanlış bilgi ise, gerçek bir inançla yayılan, ancak gerçek dışı ve bazen komplo teorilerinde olduğu gibi, aynı derecede zararlı olabilen bilgileri anlatır.

Pratikte, dezenformasyon kavramı, doğru olmayan bilgileri kullanarak insanların kafasını karıştırmaya ve onları manipüle etmeye yönelik kasti (özellikle de örgütlü) girişimleri tanılamak için kullanılıyor. Bu kavram genellikle benzer ve kesişen diğer iletişim stratejileriyle ve bilgisayar korsanlığı (hackleme) ve şantaj gibi taktiklerle birlikte akla geliyor. Mezenformasyon, yani yanlış bilgi ise manipülasyon veya kötücül bir niyet olmadan yapılan ve yayılan yanıltıcı bilgiler olarak tanımlanıyor.

Kısaca, her ikisi de toplum için sorun teşkil ediyor ancak dezenformasyon genellikle örgütlü olduğu, daha zengin kaynaklardan beslendiği ve otomasyon teknolojileriyle desteklendiği için, özellikle daha tehlikeli bir durum olarak kabul ediliyor. (3)

Dezenformasyonu üretenlerin en büyük dayanağı, içeriği yayacağını ve dağıtacağını düşündükleri alıcı kitlelerin bu bilgiyi sonuna kadar savunması ve partizan olma potansiyelleridir. Böylelikle, bu kesimlerin çeşitli nedenlerden dolayı bir bilgiyi paylaşma eğiliminden yararlanarak, onları kendi yaymak istedikleri mesajları ileten tebliğciler haline getirmeyi hedeflerler. Bu anlamda "sahte haber"in önemli tehlikelerinden biri, genellikle bunun bedava gerçekleşiyor olmasıdır.

Sosyal medya dezenformasyon için mümbit bir zemin

İnsanlar bir şeye ne kadar çok maruz kalırlarsa, doğruluğundan bağımsız olarak, onu o kadar doğru olarak algılarlar. Aslında bu olgu dijital çağın öncesine dayanır ve günümüzde arama motorları ve sosyal medya aracılığıyla kendini daha belirgin bir biçimde gösterir. Şu anki fark, çevrimiçi arama ve sosyal medyanın, iddiaların ve karşı iddiaların neredeyse sonsuza kadar yapılmasına olanak sağlamasıdır.

Yanıltıcı, çarpıtılmış, kasten üretilmiş bilgi

Özcesi, dezenformasyon bilginin çarpıtılmasıdır. Daha geniş anlamda ise, "eksik, yanlış ya da bir başka deyişle inandırıcı olmaktan uzak bilgilerin, belli bir kitleyi gerçekler hakkında yanıltmak amacıyla yayılmasıdır". Dezenformasyonda fotoğraf, video gibi her çeşit materyal kullanılabilir. Örneğin bir konuda bir video yayınlanır. Hâlbuki o video iddia edilen olayla ilgili olmayabilir, iddia edilen zamanda, iddia edilen mekânda, hatta iddia edilen ülkede bile çekilmemiş olabilir. (4)

Ne kadar sık o kadar inandırıcı

Yapılan araştırmalara göre, yalan haber tekrarlandıkça insanlar bu habere daha çok inanıyorlar. Ayrıca insanlar daha umursamaz hale geliyorlar, yanlış uygulamaları zamanla kanıksıyorlar. (5)

Aslında yalan haber yeni bir kavram değil. Ancak dijital imkânların gelişmesi ve sosyal medyayla birlikte yeni bir boyut kazandı. "Bir yalanı yeterince tekrar et, o artık gerçeğe dönüşür" ve "yalan ne kadar büyük olursa inananlar o kadar çok olur" sözlerinin yalanlar üzerine kurulmuş bir düzen olan faşizmin Propaganda Bakanı Joseph Goebbels'e ait olması tesadüf değildir. (6)

Seçim kampanyaları ve dezenformasyon

Dezenformasyon, bilhassa genel ya da yerel seçim dönemlerinde, seçmen tercihleri ya da davranışları üzerinde etkili olabiliyor, hatta seçim sonuçlarını dahi değiştirebiliyor. Örneğin, Ocak ayında ABD Başkanı Joe Biden'ı taklit eden bir robocall'un alıcılara Başkanlık ön seçimlerinde oy kullanmamalarını, sandığa gitmemelerini söylediği ileri sürülüyor. (7)

Bilindiği gibi, seçim kampanyaları genelde iki biçimde yürütülüyor: İlkinde ağırlıklı olarak, adayların olumlu özellikleri ön plana çıkartılırken, ikincisinde rakip adayı kötüleyen bir yöntem izleniyor. Her iki tarzda da yanlış, yalan ve yanıltıcı bilgi kullanılabiliyor. Teknik olarak bu durum dezenformasyon olarak değerlendirilebilir zira detaylar kasıtlı olarak yanıltıcı olacak şekilde tasarlanıyor.

Ancak yanlış bilgi ve dezenformasyonun tanımlanmasında tam bir netlik olmaması bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin, tanımın ne kadar kapsayıcı olduğuna bağlı olarak, propaganda, derin sahtekarlıklar, yalan haberler ve komplo teorilerinin hepsi dezenformasyon örnekleri olabileceği gibi, haber parodisi veya siyasi hiciv olarak da nitelendirilebilir. (8)

Dezenformasyonun maddi temelleri?

Dünya Ekonomik Forumu'nun (DEF) Küresel Riskler Raporu yanlış bilgi ve dezenformasyonun maddi temellerini şöyle açıklıyor:

"Dünya tehlikeli bir kriz ikilisiyle karşı karşıya: İklim krizi ve çatışmalar. Altta yatan jeopolitik gerilimler, birçok bölgede aktif düşmanlıkların patlak vermesiyle birleşerek, kutuplaştırıcı söylemler, güvenin aşınması ve güvensizlikle karakterize edilen istikrarsız bir küresel düzene destek veriyor. Aynı zamanda, iklim değişikliğine uyum çabaları ve kaynakları hâlihazırda meydana gelen iklimle ilgili olayların türü, ölçeği ve yoğunluğu karşısında yetersiz kaldığından, ülkeler rekor kıran aşırı hava koşullarının etkileriyle boğuşuyor. Yüksek enflasyon, faiz oranları ve yüksek ekonomik belirsizlik "statükoya karşı hissedilir bir hayal kırıklığına" katkıda bulunuyor, bu da yanlış bilginin yayılması ve toplumdaki çatlakları daha da genişletmesi için ideal bir zemin oluşturuyor." (9)

Özetle DEF, sistemi eleştirmeden de olsa, kapitalizmin neden olduğu ekonomik, sosyal, siyasal ve ahlaki çürümenin dezenformasyonun temelini oluşturduğunu anlatmaya çalışıyor.

Bilgi kötü niyetten azade değil, özellikle de dijitalleşme çağında

Günümüzde yapay zekâ teknolojilerinin de etkisiyle dijital ortamlarda giderek daha karmaşık bir hale gelen dezenformasyon, bireylere ve toplumlara çeşitli şekillerde zararlar verebiliyor.

Çünkü bilgi çoğu zaman tek bir amaç taşımaz. Bilgilendirme amacının yanı sıra, bilginin içinde kurgusal bir yapı, empoze etmeye çalıştığı düşünce ve inanç kalıpları gibi farklı bileşenler bulunur. Aynı şekilde haberler de her zaman gerçeklik, doğruluk, şeffaflık ve kamu faydası gibi etik ilkeler doğrultusunda üretilmezler.

İnternet ortamları ise, bilgiye ulaşmada büyük kolaylık sağlasa da, özellikle yapay zekâ ile bilginin kolayca manipüle edilebilmesi, verilerin algoritmalar sayesinde sistematik olarak farklı şekillerde üretilme imkânının artmış olması ve bu sayede bilginin kaynağına dair belirsizliklerin çoğalmış olması, dijital ortamlarda dezenformasyonu çok daha tehlikeli bir hale getirebiliyor.

Böylece dijital ortamda bilgi; belli bir grubun aleyhine kin ve nefrete sevk eden söylemler içerebilir, gerçekler maddi menfaat ya da siyasal rant elde etmek amacıyla çarpıtılabilir, gerçek ile harmanlanmış ve iç içe geçmiş manipülatif bilgiler içerebilir, karmaşa yaratmak amacıyla da yayılabilir.

Termodinamiğin İkinci Yasası

Sosyal olguların ancak iletişim teorisi aracılığıyla anlaşılabileceğini savunan Amerikalı matematikçi Norbert Wiener, bilimde "termodinamiğin ikinci yasası" olarak bilinen bir kavramı çağrıştırarak toplumun farklı yönlerini açıklamaya çalışan bir bilim insanı.

Söz konusu yasa ise, "mevcut düzenin zamanla düzensizliğe dönüşeceğini ya da mevcut bağlamda güvenilir bilginin karışıklık, belirsizlikler ve gürültü tarafından boğulacağını" ileri sürer. Matematikte düzensizliğin derecesi genellikle "entropi" adı verilen bir nicelikle ölçülür, bu nedenle ikinci yasa zaman içinde ve ortalama olarak entropinin artacağı şeklinde yeniden ifade edilebilir.

Wiener'in tezlerinden biri, iletişim teknolojileri geliştikçe insanların giderek daha fazla gereksiz "gürültülü" bilgiyi (Twitter, Instagram, Facebook vb.) dolaşıma sokacağı ve bunun da gerçekleri ve önemli fikirleri gölgede bırakacağıdır. Bu durum, yapay zekâ tarafından üretilen dezenformasyonla daha da belirgin hale gelmektedir. (10)

Bunun bir sonucu olarak, eğer bir kişi yanlış bir gerçekliği temsil eden bir senaryoya güçlü bir şekilde inanıyorsa, o zaman gerçek bilgiler dolaşımda olsa bile, bu kişinin inancını değiştirmesi çok zor olacak ya da uzun zaman alacaktır. Bunun nedeni, bir kesinlikten diğerine geçişin tipik olarak (ancak her zaman değil) içgüdüsel olarak kaçınmaya çalıştığımız belirsizliklerden geçen bir yol gerektirmesidir.

Termodinamiğin İkinci Yasası ayrıca, toplumun nasıl kutuplaştığını da anlatır zira etrafımızda çok sayıda farklı bilgi ve gürültü olacağını, bunun da kafa karışıklığı ve belirsizlik yaratacağını söyler.

Böylece insanlar kusurlu olsa bile daha fazla kesinlik sunan bilgilere yönelirler. Ancak iki alternatiften birine inanan bir kişi için en az belirsizliğin olduğu yol, bu inancı sabit tutmaktır. Dolayısıyla, herhangi bir bilginin kolaylıkla çok geniş bir alana yayılabildiği, ancak insanların da kolayca değişmez olduğu bir dünyada, toplum kolaylıkla kutuplaşabilir. (11)

Devam edecek: "Derin sahtekârlıklar, yapay zekâ ve seçimler".


Dipnotlar:

  1. https://www.statista.com/chart/29197/the-most-severe-global-risks-over-the-next-2-and-10-years (11 January 2024).
  2. https://www.statista.com/chart/31605/rank-of-misinformation-disinformation-among-selected-countries (18 Mart 2024).
  3. Unesco, Gazetecilik, sahte haber ve dezenformasyon, Gazetecilik eğitimi ve alıştırmaları için el kitabı, 2022, s. 6-7.
  4. https://www.kritikanalitik.global/dezenformasyon-kasitli-olarak-yanlis-bilgilendirme (15 Mart 2024).
  5. https://tr.euronews.com/arastirma-yalan-haber-tekrarlandikca-insanlar-daha-cok-inaniyor-zamanla-kaniksiyor (9 September 2024).
  6.  
  7. https://theconversation.com/disinformation-is-often-blamed-for-swaying-elections-the-research-says-something-else (26 January 2024).
  8.  
  9. https://www.statista.com/chart/29197/the-most-severe-global-risks-over-the-next-2-and-10-years (11 January 2024).
  10. https://theconversation.com/the-maths-of-rightwing-populism-easy-answers-confidence-reassuring-certainty (18 January 2024).
  11. Agm.
    (T24)

19 Mart 2024 Salı

Patara’da seçim yağması: Kaçak ve plansız yapılaşmanın kuşatması altında - Yusuf Yavuz / soL

 

Kumların altından çıkan binlerce yıllık tarihin üzerine betonun gölgesi düştü. Patara antik kenti yerel seçim öncesi kaçak ve plansız yapılaşmanın kuşatması altında…

Dünyaca ünlü Patara antik kentini de içeren Antalya’nın Kaş ilçesine bağlı Gelemiş Mahallesi’nde yerel seçime iki hafta kala kaçak yapı patlaması yaşanıyor. Yalnızca 2023 yılında 100’den fazla kaçak yapının tespit edildiği Gelemiş’te antik kentin çevresi de plansız ve kaçak yapılarla kuşatılıyor. Yerel seçim ve turizm sezonu öncesi hız kazanan kaçak yapılaşma, Türkiye’nin önemli doğal ve kültürel miras alanlarından biri olan Patara’nın geleceğini tehdit ediyor.

Patara antik kenti, Likya uygarlığına başkentlik yapmış, Akdeniz’in önemli liman kentlerinden biriydi. Kumların altında yatan tarih, 1991 yılından itibaren Akdeniz Üniversitesi tarafından yürütülen arkeolojik kazılarla yüzlerce yıllık uykusundan yavaş yavaş uyandırılıyor. Patara’da tarihi limanın olduğu bölgede ortaya çıkarılan ünlü yol anıtı (Stadiasmus Patarensis), Antalya’nın batı kesimindeki tarihi yerleşimlerin ve coğrafyanın yeniden tanımlanmasına katkı sağladı.

Erdoğan 2020’yi Patara yılı ilan etmişti

Patara’nın barındırdığı zengin kültürel mirasın daha iyi tanınması ve korunarak geleceğe aktarılması amacıyla 2020 yılı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “Patara Yılı” ilan edilmişti. Ancak pandemiyle birlikte bölgedeki villa turizmine yönelik talep de artınca plansız ve kaçak yapılaşma da hız kazanmaya başladı.

        Patara'da yerel seçim öncesi hızlanan kaçak yapılaşma ÖÇK sınırlarındaki bölgeyi şantiyeye çevirdi.

883 nüfuslu köyde 5 yılda 431 kaçak yapı tespit edildi

Kaş Belediyesi’nin verilerine göre yalnızca 2023 yılı içinde Patara antik kentini de içinde barındıran Gelemiş Mahallesi sınırlarında imar kanuna aykırı ve kaçak olarak inşa edilen 103 yapı tespit edildi. Gelemiş Mahallesi sınırları içinde 2018-2023 arasındaki kaçak yapı sayısı ise 431. Gelemiş Mahallesi’nin 883 kişilik bir nüfusa sahip olduğu düşünülünce kaçak yapı oranının bir hayli yüksek olduğu ortaya çıkıyor.

Kaş Belediyesinin kaçak yapılaşmayla imtihanı

AKP’li Kaş Belediyesi, ilçe genelinde hızla artan kaçak yapıların yıkılmasıyla ilgili 28 Kasım 2023 tarihinde yıkım ihalesi yapılacağını duyurmuştu. Belediyeden yapılan duyuruda, aralarında Gelemiş Mahallesi’ndeki (Patara) kaçak yapıların da yer aldığı Kaş genelindeki 3719 kaçak yapının yıktırılacağı belirtilmişti. Ancak kaçak yapılarla ilgili yıkım ihalesi, daha önceki dönemlerde olduğu gibi belediye tarafından iptal edilmişti. Kaş genelindeki gerçek rakamın 17 binin üzerinde olduğu öne sürülüyor. Kaş ilçesinin 64 bin nüfusa sahip. Bu oran, ilçede yaşayan her dört kişiye bir kaçak yapı düştüğü anlamına geliyor.

                                           Patara'da antik kentin doğu yamaçlarında inşaatlar.

Patara’daki imar davasında keşif seçim sonrasına ertelendi

Yerel seçimlere sayılı günler kala Kaş genelinde kaçak inşaatlarda artış gözlenirken Patara da bu yağmadan payını alıyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 5 Haziran 2023 tarihinde onayladığı 1/25 bin ölçekli Nazım İmar Planı’nın iptaline yönelik açılan davada 15 Mart 2024 tarihinde yapılacağı açıklanan bilirkişi keşfi de seçim sonrasına ertelenmişti.

               Patara'da antik kent ile Fırnaz koyu arası kaçak yapılaşmanın yoğunlaştığı bölge

Patara ile Fırnaz koyu arası şantiyeye döndü

Patara’da antik kentin doğu yamaçları başta olmak üzere tarihi ve doğal mirası kuşatan kaçak yapılaşma bir türlü önlenemiyor. Tamamı Özel Çevre Koruma (ÖÇK) Bölgesi sınırları içerisinde yer alan Patara ve çevresinde arkeolojik ve doğal sit alanlarının yanı sıra zeytinlikler de bu plansız ve kaçak yapılaşma baskısı altında. Patara antik kenti ile Yalı bölgesi ve Yeşilköy Mahallesi sınırlarındaki Fırnaz Koyu arasında yoğunlaşan yapılaşmayla ilgili denetim yetersizliği seçim öncesi bölgeyi şantiyeye çevirmiş durumda.

Kumların arasından çıkarılan tarihe betonun gölgesi düştü

Pandemi sürecinde öne çıkan sosyal tatil anlayışı, Fethiye ve Kaş bölgesindeki villa-apart turizmine olan talebi adeta patlattı. Yüksek rakamlarla kiraya verilen villalara bungalov ve ‘tiny-hause’ tarzı yapılar da eklenince Patara ÖÇK Bölgesi sınırlarındaki pek çok yerleşimde plansız ve kaçak yapılaşma hızlandı. Korunan alanların yanı sıra zeytinlikler ve orman arazileri de bu furyadan payına düşeni alıyor. Konuya ilgili görüşüne başvurduğumuz yerel halktan bazıları yapılan bu inşaatların “ihtiyaçtan” kaynaklandığını belirtirken, bazıları ise ranta yönelik olduğu görüşünü savunuyor. Ancak bölgede görünen manzara, yüzlerce yıldır saklı kaldığı kumların altından yavaş yavaş gün yüzüne çıkarılan Patara antik kentinin üzerine betonun gölgesinin düşmeye başladığı gerçeğini değiştirmiyor.

          Patara'da (Gelemiş) yapılaşma olan bölgedeki bazı arazilerin niteliği zeytinli tarla olarak kayıtlı.

Yusuf Yavuz / soL