Çalışanları ve emeklileri bekleyen temmuz tehlikeleri! (Aziz Çelik)
Temmuz on milyonlarca çalışan ve emeklinin ücret, maaş ve aylıkları için kritik bir ay. Hükümet asgari ücrete zam yapılmayacağını açıkladı. Memurları resmi enflasyonun altında zam, milyonlarca emekliyi ise sıfır zam bekliyor.
Milyonlarca çalışanın ve emeklinin gelirleri için kritik ay olan temmuz yaklaştı. Temmuz ayında çalışanları ve emeklileri ciddi tehlikeler bekliyor. Bugün (3 Haziran) resmi enflasyon oranları açıklanacak. Böylece Temmuz 2024’te ücret, maaş ve aylıklara yapılacak olan artışlar önemli oranda şekillenecek. 3 Temmuz’da açıklanacak olan resmi enflasyon oranları ile birlikte emek gelirlerindeki artışlar netleşmiş olacak.
TÜİK TÜFE’deki mayıs ayı aylık artışını yüzde 3 olarak açıklarsa 5 aylık resmi enflasyon 22,3 ve yıllık enflasyon da yüzde 75 civarı olur. Eğer TÜFE temmuzda da yüzde 3 olarak açıklanırsa 2024’ün ilk 6 aylık enflasyonu yüzde 26’ya yaklaşır. Dolayısıyla temmuz ayında emek gelirlerinin artışına esas resmi enflasyon oranının yüzde 25-26 civarında olması kuvvetle muhtemel.
TÜİK’İN KEYFİLİĞİ SÜRÜYOR
Temmuz ayında milyonlarca çalışanın ve emeklinin kaderini yine Hükümet ve TÜİK belirleyecek. TÜİK’in ne yapacağını bilmiyoruz. Çünkü verileri şeffaf değil. TÜİK yargı kararına rağmen madde fiyat listesini açıklamıyor. Şu anda TÜİK’in enflasyon için esas aldığı madde fiyatlarını bilmiyoruz. TÜİK Başkanlığı mahkeme kararlarını uygulamayarak suç işliyor. TÜİK Başkanlığının bu keyfiliği milyonlarca çalışanın ve emeklinin daha düşük zam almasına yol açıyor ama bu TÜİK Başkanlığının umurunda değil.
Daha da vahimi TÜİK Başkanlığının mahkeme kararının uygulanmasını ve madde fiyat listesinin açıklanmasını talep eden DİSK’e yolladığı yanıtta inanılması güç bir ifade var: “2022 Mayıs ayından itibaren Kurumumuz tarafından hesaplanmayan ve yayımlanmayan ortalama madde fiyatlarının, halen Kurumda mevcut olmaması nedeniyle gönderilmesi mümkün olmamıştır.”
Kısacası TÜİK diyor ki: Ortalama madde fiyatlarını hesaplamıyoruz. Bizde yok! Peki enflasyonu neye göre hesaplıyorsunuz? Aylık artış oranını nasıl buluyorsunuz? Madde sepetindeki ortalama fiyatlar belli değilse enflasyon nasıl hesaplanır? TÜİK bahane mi uyduruyor yoksa gerçekten ortalama madde fiyat listesini artık hesaplamıyor mu? İkisi de vahim. Bu durumda enflasyon verileri iyice tartışmalı ve şaibeli hale geliyor. Ancak bu şaibeli veriler temmuzda on milyonlarca çalışan ve emeklinin kaderini belirleyecek.
ASGARİ ÜCRETE ZAM YOK!
Temmuz ayında en önemli konulardan biri asgari ücret artışı. Hükümet ve AKP yetkilileri asgari ücrette temmuzda artış olmayacağı konusunda çok net! Ekonomi yönetimi ve Merkez Bankasının görüşü de bu yönde. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı da “asgari ücreti artırmama koalisyonunun” sözcüsü gibi. Bilindiği gibi Asgari Ücret Tespit Komisyonunu toplantıya çağırma yetkisi bakanda.
Oysa Türk-İş’e göre 4 kişilik bir ailenin aylık gıda harcaması (açlık sınırı) mayıs ayında 19 bin liraya yaklaştı. Bekar bir işçinin yaşam maliyeti ise 24 bin 600 TL civarında. Ancak Asgari Ücret Tespit Komisyonunda işçi tarafını temsil eden Türk-İş de asgari ücretin artırılması konusunda pek istekli değil. Kendi açıkladıkları verilerin bile gereğini yapmıyorlar. Israrcı olmuyorlar.
17 bin liralık asgari ücret daha mayıs ayında temel ihtiyaçları karşılamaktan çok uzak bir hale geldi. Yıl sonuna kadar asgari ücret erimeye devam edecek. Sadece bu veriler bile asgari ücretin temmuz ayında artışını zorunlu kılıyor. Asgari ücret Türkiye’de artık asgari ücret değil. Asgari ücret ortalama ücreti ifade ediyor. Ücretle çalışanların yarıya yakını asgari ücret civarı ücretlerle çalışıyor. Bu nedenle asgari ücretin artmaması ortalama ücretlerin artmaması anlamına geliyor.
Dahası asgari ücretin üzerinde ücret alanların kaderi de asgari ücrete bağlı. Çünkü asgari ücret artışı özel sektördeki diğer ücretler üzerinde kısmen de olsa yukarı yönlü bir etki yapıyor. Dolayısıyla temmuz ayında asgari ücrete zam yapılmaması neredeyse tüm ücretlerin yerinde sayması anlamına geliyor.
Öte yandan asgari ücretin artırılmaması eşitlik ilkesi açısından da vahim bir durum. Ocak ayında asgari ücret yüzde 49 arttı. Aynı dönemde memur maaşları ve emekli aylıkları da yüzde 49 arttı. Şimdi temmuz ayında memur maaşlarına ve emekli aylıkları yeniden artacak. Peki asgari ücrete neden artmıyor?
Asgari ücrete zam yapılmaması kemer sıkma politikasının ne kadar acımasız uygulanacağının göstergesi. Memur maaşları ve emekli aylıkları söz konusu olduğunda “para yok” bahanesine sığınanlar asgari ücret söz konusu olduğunda iyice çuvallıyor. Asgari ücreti devlet ödemiyor. Yani “kaynak” veya “para” bahanesi yok. Tersine asgari ücret artışı SGK’nin gelirlerini artıracağı için Hazine’nin lehine. Buna rağmen asgari ücreti artırmayacaklar. Bunun en önemli sebebi izledikleri ekonomi politikası ve neoliberal zihniyet!
SIFIR ZAM TEHLİKESİ!
Temmuzda işçi ve Bağ-Kur emeklilerine 6 aylık enflasyon oranında artış yapılması 5510 Sayılı Yasa’nın gereği. Ancak milyonlarca emekli için resmi enflasyon kadar artış bile çantada keklik değil. Yasadaki bu açık hükme rağmen milyonlarca emekli sıfır zam alabilir. Nasıl mı? Şeytan ayrıntıda gizli! Bilindiği gibi kök aylıkları 10 bin TL’nin altında olan emeklilerin aylıkları Hazine tarafından 10 bin TL’ye tamamlanıyor. Böylece en düşük emekli aylığı emeklinin kendisi için 10 bin TL oluyor. Dul ve yetimler için çok daha düşük. Ancak emekli aylıkları artışı tamamlanan aylığa değil kök aylığa yapılıyor.
Kök aylıkları 10 bin TL’nin altında olan emekli sayısı 4 milyona yakın. Eğer temmuz ayında emekli aylıklarına yapılacak zam kök aylıklara yapılırsa ve en düşük aylık (10 bin TL) resmi enflasyon kadar artmazsa milyonlarca emekli sıfır zam veya resmi enflasyondan bile düşük oranda zam alacak. Örneğin kök aylığı 8 bin lira olan bir emekli yüzde 25 zam alırsa aylığı 10 bin TL olacak. Zaten şu anda 10 bin lira alıyor. Değişen bir şey olmayacak. Diğer bir ifadeyle sıfır zam alacak. Bu durum emekli için yoksulluk, Hazine için rahatlık olacak. Hazine artık bu emekliye katkıda bulunmayacak.
İşte bu yüzden ekonomi yönetiminin tamamlanan aylıkları artırmak istemediği biliniyor. Bunu Temmuz 2023’te de yaptılar. Milyonlarca emekli Temmuz 2023’te sıfır zam veya enflasyondan daha düşük zam almıştı. Bu durumun tekrar etme ihtimali çok yüksek.
MEMURA ÇİFTE TEHLİKE
Temmuz ayı 4 milyonu aşkın kamu görevlisi (memur) ve 2,5 milyona yakın memur emeklisi ve hak sahibi için de kritik bir ay. Memur maaşları ve emekli aylıkları yeniden belirlenecek. Ancak işçi ve Bağ-Kur emeklilerinden farklı olarak kamu görevlilerinin maaş ve aylıkları toplu sözleşmeyle belirlenecek. Toplu sözleşmedeki hatalı (öngörüsüz) hüküm nedeniyle memur maaşları ve memur emekli aylıkları resmi enflasyonun yaklaşık 5,5 puan altında kalacak.
Bilindiği gibi memur maaşlarına ocak ayında enflasyon farkı dışında yüzde 15 zam yapılmıştı. Temmuz ayında yüzde 15’lik zam enflasyondan düşülecek ve enflasyon farkı bulunacak. Örneğin 6 aylık enflasyon yüzde 25 olursa enflasyon farkı (1,25/1,15=1,087) yüzde 8,7 olacak. Bu farkın üstüne yüzde 10 zam yapılacak (1,87*1,1=1,196). Böylece temmuz maaş artışı yüzde 19,6 olacak. Kısacası memurlar tartışmalı resmi enflasyon oranında dahi zam alamayacaklar. Aynı durum memur emeklileri için de geçerli olacak. Bu konunun ayrıntılarını 18 Mart 2024 tarihli ve “Memurlar ve emeklileri için büyük kayıp kapıda: Tehlikenin farkında mısınız?” başlıklı BirGün yazımda ayrıntılı olarak ele almıştım. https://tinyurl.com/2dcat8bl
Bitmedi! Memur emeklilerini bekleyen bir başka tehlike daha var. Memur emekli aylıklarının maaşa oranı düşecek. Bilindiği gibi Temmuz 2023’te uygulanma başlayan “ilave ödeme” emekli aylıklarının hesabında dikkate alınmıyor. Böylece 2023 yılı başında maaşın yüzde 71’ine karşılık gelen memur emekli aylığı şu anda maaşın yüzde 41’ine geriledi. İlave ödeme temmuz ayında memur maaş artışı oranında artacak. Ancak bu artış yine emekli aylıklarına yansımayacak.
Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan 11 Mayıs 2023 tarihinde yaptığı açıklamada ilave ödeme ile en düşük memur maaşını 22 bin TL’ye yükselteceklerini ve bunun da otomatik olarak memur emeklilerine de yansıtılacağını söylemişti. Ancak ilave ödeme emekli aylıklarına yansımadı. Böylece memur maaşları ile memur emekli aylıkları arasında uçurum oluştu. Temmuzda memurları ve memur emeklilerini resmi enflasyondan düşük zam ile daha düşük oranlı emekli aylığı bekliyor.
KAYNAK DA VAR PARA DA!
Temmuz ayında yukarıda ayrıntılarını anlattığım gibi emek gelirleri, kemerler iyice sıkılacak. Peki bunun sebebi ne? Para yokluğu mu? Kaynak yokluğu mu? Sorun kaynak veya para meselesi değil. Yani asgari ücret, maaşlar ve emekli aylıkları devletin parası veya kaynağı olmadığı için artırılmıyor değil. Öyle olsaydı asgari ücret neden artmıyor? Asgari ücret devlet için gider değil. Tersine SGK için ek kaynak demek. Öte yandan kaynak olmadığı iddiası da külliyen gerçek dışı. Örneğin SGK’ye bütçeden ayrılan kaynaklar bütçe artış oranının çok altında kaldı. 2023’te SGK’ye merkezi yönetim bütçesinin yüzde 15-16’sı oranında pay ayrılırken 2024 bütçesinde bu oran yüzde 10-11 seviyesine çekildi. Para değil tercih meselesi var. Öte yandan AB ülkelerinde emekli aylıklarına GSYH’nin yüzde 9,5’i ayrılırken Türkiye’de yüzde 4,1’i ayrılıyor.
Mesele kaynak sorunu değil! Hükümet ekonomi politikası ve neoliberal zihniyet öyle gerektirdiği için asgari ücreti, emekli aylıklarını ve memur maaşlarını artırmıyor. Çünkü izledikleri ekonomi politikası kemer sıkmaya dayalı. Talebi ve geliri kısmak istiyorlar. Bu yolla enflasyonu düşüreceklerini düşünüyorlar. Bir diğer ifadeyle enflasyonun faturasını emekçilere kesmek istiyorlar. Mesele budur. Bu yüzden “para olsa verirlerdi” yaklaşımı doğru değil. Bu yaklaşım temmuzda yaşanacak ağır tabloya mazeret üretir ve hükümetin tutumunu meşrulaştırır. Bıkmadan usanmadan tekrarlamak lazım. Kaynak da var para da! Devlet şirket değil, SGK ticari bir kurum değil. Devlet para yaratır. Sorun kaynak değil tercih sorunudur.
Yukarıda saydıklarım kehanet değil. Temmuzda çalışanları ve emeklileri bekleyen tablo bu. Bunların değiştirilmesi mümkün mü? Elbette mümkün ancak bunun için güçlü bir siyasal ve toplumsal muhalefet şart. Ancak hükümet siyasal muhalefetin gündemini anayasa gibi yapay yerlere çekmeye çalışıyor ve toplumsal muhalefetin güçsüzlüğüne güveniyor. Dahası 3-4 yıl seçim olmayacak hesabıyla kemerleri iyice sıkmak istiyorlar.
Temmuzda emek gelirlerinde ciddi bir artış şart! Bunun için süre kısaldı ancak hala yapacak şeyler var. Siyasal ve toplumsal muhalefet gücünü ortaya koyabilirse temmuzda emeği bekleyen tehlikelerin bir bölümünü engellemek mümkün.
/././
FHKC Sözcüsü Maher Al Taher: Filistin solu Gazze’de direnişin merkezinde (İbrahim Varlı)
Direnişin merkezinde yıllardır olduğu gibi Filistin solu var. Ancak Tel Aviv Hamas’ı ön plana çıkarıyor, sol güçleri görmezden geliyor. Meseleyi İsrail-Hamas savaşı olarak yansıtmak istiyor. İki devletli çözüm artık gerçekçi değil. Bu çözümün mümkün olmadığını Batılılar da itiraf etmeye başladı. İsrail’in, ABD’nin dahi kabul etmediği bu çözümü biz neden kabul edelim ki!
Hamas ön plana çıksa da Filistin’li sol örgütler İsrail’in sınır tanımayan saldırılarına karşı verilen direnişin ana aktörlerinden. Bunlardan birisi de 1960’lı - 1970’li yıllardaki unutulmaz eylemlerle bilinen Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC). EMEP’in Ortadoğu Sempozyumu için İstanbul’a gelen FHKC Uluslararası İlişkiler Sorumlusu Maher Al Taher ile konuştuk. Al Taher, İsrail’in kıyımını, Filistin solunun ve direnişin son durumunun anlattı.
Filistin solu, FHKC direnişin neresinde? İsrail’e karşı Filistinli örgütlerin kurduğu Ortak Operasyon Odası ne durumda?
Filistin solu bu direnişin merkezinde. Geçmişte de öyleydi bugün de. Filistinli direniş örgütleri olarak Filistin davasının sürdürücüleriyiz. 7 Ekim operasyonu sonrası kurulan “Ortak Operasyon Odası”nın da bileşeniyiz. Gazze’de işgalcilere karşı halkımızı savunuyoruz. Filistin solu sahada önemli bir rol oynuyor. Biz de eski Genel Sekreterimiz Ebu Ali Mustafa adına kurulan silahlı birliklerimiz ile Gazze’de savaşıyoruz. El Fetih’in Aksa Şehitleri Tugayları da sahada çatışıyor. Biz de, onlar da çok şehit verdik. Buna rağmen düşmana karşı bir takım eylemler, saldırılar yapıyoruz, ülkemizi, toprağımızı, halkımızı savunuyoruz.
Filistin direnişi Hamas’a mal ediliyor. Burada bir yanlışlık yok mu?
İsrail ve siyonistlerin kontrolündeki Batı medyası sahadaki sol güçleri göstermiyor. Filistinli sol güçleri-örgütleri, FHKC’yi gizlemeye çalışıyorlar. Çünkü bunu bir Hamas-İsrail savaşı olarak yansıtmak istiyorlar. Yaşananları gizlemeye, çarpıtmaya çalışıyorlar. Israrla bunun öyle olmadığını, bunun bir Hamas-İsrail savaşı olmadığını, bir halkın varoluş mücadelesi olduğunu söylemeye çalışıyoruz. Direnen Filistin halkıdır, Hamas tek aktör değil. Filistin’de olan Hamas savaşı değil. Filistin halkı bir bütün olarak İsrail’e karşı mücadele veriyor, savaşıyor.
Evet, şunu itiraf etmemiz lazım; Hamas şu anda bu direnişteki en büyük güç. Sahip olduğu bütün imkânlarla baskın konumda. Ama Gazze’de sadece Hamas yok. Tünellerin yapımı, yeraltında ikinci bir kentin inşa edilmesi de bir tek yapıya mal edilemez. Bunu tüm Gazzeliler, Filistinliler yaptı. Herkes bu yapılanlara ortak. Gazze’de ‘asıl güç Hamas’ olsa da bu yapılanlar Filistinlilerin bir eseri.
Filistin solu Hamas’a nasıl bakıyor? Sol Hamas’a nasıl bakmalı?
Filistin direnişi Hamas ile başlamadı, onlarca yıl önce başladı. Hamas sonradan ortaya çıktı. İlk başlarda İslamcılar, Filistin’de silahlı mücadelenin yanında değillerdi. Sadece kendi siyasal propagandalarını yapıyorlardı, “davetçiler”di. El Fetih, Demokratik Cephe, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi pek çok örgüt ilk günden bu yana silahlı mücadeleyi kabullenmişlerdi ve bunun mücadelesini veriyorlardı. 1987’de ilk intifada başladıktan ve bütün Filistin’i sardıktan sonra işte o zaman İslami cenah silahlı mücadele kararı aldı. Hamas kuruldu ve sonra da silahlı mücadeleye başladılar. Hamas, bu silahlı mücadeleye girdiği zaman çok büyük bir güç haline gelmeye başladı. Hemen arkasından da İslami Cihat Hareketi ortaya çıktı, güç kazandı. Ama bu iki İslamcı hareketten çok önce sol hareketler Filistin’de varlık gösteriyordu. Hamas’ın etkisi son yıllarda arttı.
Peki nereye gitti bu “efsane” Filistin solu? El Fetih, FHKC ve diğerlerine ne oldu?
Bir yere gittiğimiz yok, buradayız ve varız. FHKC olarak da mücadelenin içindeyiz. Gazze’de çok güçlüyüz, binlerce mensubumuz var. Yüzlerce şehit verdik 7 Ekim’den bu yana. Hamas’tan, İslamcılardan önce biz vardık. 1973 yılında silahlı mücadeleyi yürüten esas güç bizdik. Filistin’in Che Guevara’sı olarak bilinen Muhammed Esved’imiz vardı. İsrail devleti o zamanlar gücümüzü şu sözlerle anlatırdı: “Geceleri hâkim olan güç Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’dir. Gündüzleri de İsrail’dir.” Tabii sonrasında İsrail Silahlı Kuvvetleri, Gazze’ye girdi, bütün bağlantıları kestiler ve “Gazze’nin Che Guevarası” Esved’i öldürdüler. Tabii şunu söylemek lazım, Sovyetler Birliği’nin, sosyalist ülkelerin dağılışı ve gibi etkenlerin de etkisiyle sol hareketler genel olarak uluslararası düzeyde zayıfladı. Filistin’deki sol hareketler de bu süreçten etkilendi, zayıfladılar, eski güçlerinde değiller. Lakin bütün bunlara rağmen hâlâ etkin şekilde mücadelemizi sürdürüyoruz.
İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM OLMAZ
İki devletli çözüme karşısınız. Hamas dahi bunu kabul ettiğini açıklarken FHKC neden karşı?
İki devletli çözüm gerçekçi değil. Bu çözümün mümkün olmadığını Batılılar da Avrupalı bakanlar, başbakanlar da söylemeye başladı. “Başka bir çözüm bulmamız lazım” diyorlar. Çünkü ortada devlet kuracak bir toprak bırakmadılar. Her yer işgal edilmiş durumda. Filistin nerede kurulacak? Mahmut Abbas, zamanında George W. Bush ile görüşmesine Filistin topraklarında İsrailli yerleşimcilerin yaşadığı yerleri gösteren bir harita götürmüş. “Devlet oluşturulması gereken yerde şu anda yasadışı yerleşimler var, haritadaki bütün bu kırmızı lekelerin hepsi Yahudi yerleşimci” diyor. Bush diyor ki, “Peki Filistin devleti nerede olacak?” Söylediği aslında şu, teorik olarak olsa da, birtakım anlaşmalar yapılsa da pratikte böyle bir durum yok. “Hiledir bu” diyor ve bunu Amerika yönetiyor.
Onlar 1967 sınırlarındaki bir Filistin devletinin İsrail’in varlığına bir tehlike olduğunu iddia ediyorlar. İsrail’deki bütün güçler bu çözümü reddediyor. İsrail, Batı Şeria’ya yerleştirdiği 800 bin yerleşimciyi tahliye etmez. Bu olası değil. İsrail ve Amerika tarafından bize 67 sınırlarında bir devlet kurma önerisi gelirse ve aynı zamanda işgal ettikleri yerleri terk ederlerse biz de bunu ciddi bir biçimde tartışırız. Ama Amerikalıların dahi kabul etmediği bu çözümü biz niye kabul edelim? Burada bir hile dönüyor.
İsrail’in varlığına mı karşısınız?
Bizim görüşümüz şudur; İsrail doğal bir devlet değil, yapay bir devlet. Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu’daki gelişmiş bir üssüdür. Aynı zamanda tabii emperyalizmin hizmetçisi. Emperyalizme hizmet eden, sömürgeci güçlerin hizmetindeki işgalci bir oluşumla biz nasıl yaşayabiliriz? Bizim bu sömürü devletini, işgalci devleti bitirmekten başka çaremiz yok. Bölgede barış içinde yaşamak isteyen 5–6 milyon Yahudi ile bir problemimiz yok. Bizim problemimiz bu sömürgeci işgalci İsrail devletiyle. Bu devleti yıkacağız.
Ne öneriyorsunuz; tek devlet mi, bir Filistin Konfederasyonu mu?
Filistin mücadelesi 1967’de de başlamış değil, 1948’de Filistinlilerin topraklarından çıkartılmasıyla başladı. Birleşmiş Milletler’den (BM) o tarihlerde çıkan 194 sayılı karar şunu söylüyor: “1948’de kendi topraklarından çıkartılmış olan Filistinlilerin bu topraklara dönme hakları var.” Biz Halk Cephesi olarak bu kararın uygulanmasını, istiyoruz, uluslararası hukukun tanınmasını talep ediyoruz.
1949’daki 194 sayılı BM kararını tanıyor Filistin otoritesi, bu kararın uygulanmasını Filistinlilerin geri dönmesini gerektiğini söylüyor. Ama bu konuda mücadele vermiyorlar. 1967 sınırlarını FKÖ kabul ediyor, Oslo’da Yaser Arafat zaten bunu kabul etti. İsrail de 67 sınırlarını, Filistin’in varlığını kabul etti. Ancak Oslo’ya imza atsalar da İsrail’in kendisi de “iki devletli çözüm”ü kabul etmiyor, anlaşmanın gereği olan Filistin devletinin kurulmasını reddediyor.
Hatta Batı Şeria’ya, Kudüs’ün tamamına hâkim olmak istediklerini açıkça söylüyorlar. Yani Doğu Kudüs, Batı Kudüs olmayacak, tek bir Kudüs olacak, onun peşindeler.
İsrail’in arkasındaki güçler Amerika da, İngiltere de, Almanya da iki devletli çözümü istemiyorlar. Söylem bazında kullansalar da pratikte tersini yapıyorlar.
Gazze’yi de mi işgal edecekler bu gidişle?
En sonunda İsrail’e Gazze’yi de verecekler, öyle planlıyorlar. Batı Şeria tarafında da küçük bir takım yerler “devlet” olarak kalacak ve burası ekonomik, askeri olarak Israil’e bağlı olacak.
Söyleşinin çevirisini gazeteci Musa Özuğurlu yaptı. (Fotoğraf: BirGün) /././
Hasete karşı hınç (Selçuk Candansayar)
Yoldasınız. Trafik kurallarına uyarak aracınızı kullanıyorsunuz. Belki işe gidiyorsunuz, belki iş çıkışı yorgunluğuyla evinize. İki pahalı araba, her türlü kuralı hiçe sayarak yarışıyorlar arkanızda. Makas atarak, sağdan geçerek, sıkıştırarak yaklaşıyorlar size. Siz doğru şeritte, doğru hızda giderken arabalardan biri yine makas atarak sağdan geçeyim derken hız sınırının üç katıyla sizin arabanıza arkadan çarpıyor. Çarpma o kadar hızlı ki, emniyet kemeri kâr etmiyor yaralanmanıza. Ölmediğinize şükrederek iniyorsunuz arabanızdan. Jandarma bölgesindesiniz. Size çarpan araçtan inen genç adam sizin yaşadığınızdan emin olduktan sonra telefonuna sarılıyor. Jandarmadan önce iki pahalı araba daha geliyor. Gelen jandarma kaza tespit tutanağını düzenliyor, siz ambulansla hastaneye götürülüyorsunuz, kırılan kolunuza alçı yapılıyor. Bir iki gün sonra işlemler için gittiğinizde kaza tespit tutanağının kaybolduğu söyleniyor size.
Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorsunuz. Fısıltılarla ulaşıyor size bilgi. Çarpan araçtaki adam iktidara yakın hatırlı birinin oğlu, araya iktidar milletvekilleri girmiş. Uzatmasın, yoksa o suçlu çıkar imaları getiriliyor size. Hukuka sığınmak istiyorsunuz. Bulduğunuz avukat iyi, dürüst biri. O da size olanca yılgınlığıyla umutsuz konuşuyor. Araya girenler o kadar çok ki, o kaza tespit tutanağını bulmamıza imkân yok diyor. Kim bilir kaç davada yaşamış aynı çaresizliği...
Siz de, avukat da iyi, dürüst, ahlaklı insanlarsınız. Hayata, insanlara, canlılara, doğaya sevgi duyanlardansınız. Hak etmediğini almayı gururuna yediremeyen, eylemlerinde onurlu olmayı ilke edinen insanlardansınız.
Kaza sonrası içine yuvarlandığınız çaresizlik ilk değil. Çalıştığınız kurumda görevinizi her zaman olabildiğince iyi yapmaya çalışıyorsunuz. Eğitimi, niteliği size göre çok düşük olan, her fırsatta işten kaytaranların durmadan unvan almalarına da defalarca tanık olmuşluğunuz var. Bir yetkiye ulaştıktan bir kaç ay sonra daha pahalı arabalarla fütursuzca işyerine gelmelerini seyretmişsiniz. Olsun demişsiniz, ben öyle biri değilim. Başkasının ne yaptığı beni ilgilendirmez, o ahlaksız diye ben neden ilkelerimden vazgeçeyim? Devlet, hükümet düşünsün. Hele bir de öyle ya da böyle inançlıysanız, “Allah’ından bulsun” demiş, haram lokma kursakta kalır, kötülük yapan kötülük bulur boş inanlarıyla avutmuşsunuz kendinizi.
Ama işte olanca şımarıklığı, kural tanımazlığı ve kof kibriyle gelip çarptı hayatınıza. Kırılan kolunuz, henüz kaskosunu yaptıramadığınız arabanız pert oldu. Bir de hakkınızı aramaya kalkarsanız ön tarafı ezilen pahalı aracın masrafı bile üstünüze yıkılabilir.
∗∗∗
Siyasal İslamcılık 30 yıl önce ilk palazlandığı dönemden farklılaşmış durumda. Temsilciliğini ele geçiren AKP ve avenesi bugün MHP ile kurduğu ittifakla siyasal İslamcılıktan milliyetçi dinci mayfatik faşizme evriliyor. Fırsatını bulur bulmaz, milliyetçiliği bünyesinde eriterek, MHP’den de kurtulmayı hesaplıyor.
İlk yıllarında siyasal İslamcıların ruhunu belirleyen temel duygu, mahrum bırakıldığını sanrılayanın hissedeceği hasetti. Doğuştan hakkı olan ona verilmemiş, aslında kendisinin olan ondan alınmış da başkasına (Kemalistlere, eğitimlilere) peşkeş çekilmiş gibi hissediyordu. İmrenmeden ve kıskanmadan farklı olarak, haset yıkıcı bir duygudur. İmrenme ona benzemeye çalışmaktır, kıskanma onda olan neden bende yok üzüntüsüdür. Haset ise bana verilmeyip kime verildiyse onun da olmasın kinidir. Madem “benim” değil, o zaman ben de yıkıp yok ederek kimsenin olamaz hale getiririm güdüsüdür. Siyasal İslamcıların onun yüzünden mahrum kaldıklarını sanrıladıkları Cumhuriyet’in tüm kurumlarını yıkarken Cumhuriyet’in birikimini satıp savarken, yağmalarken yaslandıkları temel duyguydu haset. Neoliberal ekonomi-politiğe bu kadar kolay eklemlenmelerinde “dar-ül harp”, “ganimet” kavramlarının yanında “hasetten kaynaklanan yıkma dürtüsü” de kolaylaştırıcı rol oynadı.
Geçtiğimiz 30 yılda yağma ve ganimet kurumlaşırken sisteme mafyatik yapılar, lümpenler ve her devrin “çanak yalayıcıları” da eklendi. Haset, yerini kof kibre ve “eş dost kayırmacılığı hukuku”na bıraktı. İçişleri Bakanlığı’nın övüne gerine duyurduğu caf caflı isimli operasyonlarda gözaltına alınanların içinde emniyet, yargı ve ordu mensuplarından geçilmiyor. Suriye’de görev yapan tugay komutanı generalin makam aracıyla insan kaçakçılığı yaptığına bile tanık olduk!
∗∗∗
Hasetten rant devşirenlerin hukuksuz düzeninde arabasına çarpılan iyi insanlarda da bir duygu birikiyor artık. Hınç! Öyle bir duygu ki, eylemden aciz kalmaktan kaynaklanan ve giderek kendisine haksızlık yapan/lar/a husumet besleten bir hınç. Haksız, hukuksuz olanın “acı çekmesi”ni görme arzusu! “Allah’ından bulsun"dan, “Onun cezasını çektiğini gözümle görmeden ölmek istemiyorum”a dönüşen bir hınç.
İyi, güzel ve doğrudan yana insanlar 10 yıl önce Gezi’de barış çadırı altında buluşup, birleşerek isyan etmişlerdi. Cumhuriyet tarihinin en kitlesel, en barışçıl isyanıydı. Gezi ruhu bir siyasal örgütlenmeye dönüşemediğinden uçup gitti. Şimdilerde yoksulundan varlıklısına, eğitimlisinden eğitimsizine toplumun “iyi”lerinde biriken hınç ise, kendi haline bırakılırsa pek barışçıl bir patlamaya yol açmaz. Başta CHP, tüm muhalefet bu hınç duygusunu önemsemeli, araştırmalı ve onu siyasal eyleme çevirebilmeli. Yoksa kendilerini az zanneden ezilenler çoğunluk olduklarını kendiliğinden gelişen olaylarda fark etmeye başlayacaklar ve hınçla beslenen öfkenin ortaya çıkaracağı tepkiler pek hayra alamet olmayacak.
(BİRGÜN)