Faşist düşünceler, gözle görülür bir biçimde, proleter hareketin en fazla geliştiği ve sınıf savaşımının en belirgin olduğu yerlerde göze çarpıyor.
Tüm sınıfların işbirliğini savunan ve sınıf mücadelesini redderek, sözümona tüm çıkarları ulusal birlik potasında eriten, kitlelerin zihinlerini siyasal bir zeminden yoksun bir şekilde zehirleyen, ancak siyasetle son derece iç içe bir ideolojik silahla karşı karşıyayız.
Faşizm, kitlelerin zihinlerine siyasal bir temelde yer etmez. Çünkü kitlelerin faşizmi bir ideoloji olarak benimsemesinin bir altyapısı yoktur. Tek tek bireylerin bu hastalıkı ideolojiyi benimsemelerinin tek sebebi, burjuvazi tarafından pompalanan, duygusal ‘’milli’’ hislerdir. Ve ne tesadüftür ki, bu hisler, ancak kapitalist iktidarın krize girdiği dönemlere ve burjuva medyasından pompalanan ‘’gazlamaya’’ paralel bir şekilde kabarış gösterir.
Bunun ‘’küçük’’ bir örneği, günümüzde, krize giren Türkiye burjuvazisinin, ülkücü faşizmde vücut bulan saldırgan tehditkarlığı ve, halkları, bu tehditler üzerinden çözüm arayışlarına itmesidir. Verilmek istenen mesaj açıktır; ‘’Ya bu ülkede ‘’istikrar’’ sağlanır, ya da ‘’terörizm’’ devam eder.
Açıktır ki burada tırnak işareti içerisinde kullanılan istikrar, AKP faşizmi ve meclisteki düzen partilerinin koltuk değnekçiliğinde devamıdır.
Ülkücü terörizm ise, ancak bu şekilde, sokakta, ağzında salyalarla, köpek işaretleriyle, gündeme göre solculara, ilericilere, Alevilere, Kürtlere saldıran kılıktan, meclisteki takım elbiseli hâline kılık değiştirebilir.
Zaten bu kadar kolay yönetilebilir bir kitle olmasının tek ve en önemli sebebi de, kitlesel olarak, normal koşullarda yetişkin bir bireyin sahip olması gereken zeka düzeyinden yoksun olmalarıdır. Zaten burjuvazi de, faşizm silahını kullanarak, ulusun farklı sınıflardan kesimlerini, kendisinin karşı-devrimci mücadelesinde piyon olarak kullanmaktadır.
‘’Faşizmi takip eden yığınlar, tarihsel sınıf zıtlıkları ve savaşlarının iki büyük ordusu arasında sallanmışlar, burjuvazinin tekrar güçlenmesi ve önderlerinin başından beri burjuvazinin yanında olmaları dolayısıyla burjuvazinin tarafına geçmişlerdir. Burjuvazi, faşizmi, proletaryanın mücadelesini ezmek ve onu köleleştirmek için kullanmıştır. Kapitalist ekonominin krizi ne kadar uzun ve güçlü olursa, proletaryanın omuzlarındaki yük ne kadar artarsa, varolan aygıtla emekçi yığınların dayatmalarına karşı burjuva düzenin korunması o kadar zor olacaktır. Bu yüzden burjuvazinin işçi sınıfına karşı saldırgan güçlere ihtiyacı vardır. Böyle saldırgan bir güç faşistlerdir.
Faşizm değişik ülkelerde değişik özellikler göstermekte ama her yerde faşizmin özünü, demogojik bir şekilde yığınların ruh haline ve ihtiyaçlarına seslenen kanlı, terörist şiddetin tumturaklı sözlerle birleştirilmesi oluşturmaktadır.’’*
Faşizmin güçlendiği ülkelerde, Komünist Parti’ler örgütlü değillerse, faşizm güç kazanarak ilerler, ve karşısında da işçi sınıfının bilimsel sosyalist ideolojik silahıyla donanmış devrimci örgüt olmazsa, egemen güç hâline gelerek, halklara korku salmaya ve kapitalizmin bekçiliğini yapmaya devam eder...
Kaynak:
*3. Enternasyonal’de Faşizm Üzerine Tartışmalar Belgeler I – Dönüşüm Yayınları – Eylül 1991 sf. 23
Faşizm: Burjuvazinin yedek lastiği II
Faşizme karşı mücadelede; sosyal-demokratlarla, sol veya sağ liberallerle vs. ittifak yapılamaz mı?
Bu sorunun tek ve kesin yanıtı: ‘’Hayır!’’dır. Tek doğru taktik, burjuvazinin farklı fraksiyonlardan temsilcileriyle ittifakı yerine, tabandan, proleter sınıf cephesinin örgütlenmesidir.
Komünistler şu soruyla çok sık olarak karşılaşırlar: ‘’Mücadele koşullarının bu kadar zor olduğu bir dönemde, neden sosyal-demokrasiyle (genelde CHP denir) ittifak yapmıyorsunuz?’’
Sınıf siyasetine uzak olan kitlelerin anlamakta son derece güçlük çektiği bir cevap vermekteyiz. Sosyal-demokrasinin temel tezi, aslında faşizm de dahil her burjuva ideolojisininkiyle aynıdır; ‘’Ulusun çıkarı için, tüm sınıfların işbirliği...’’
Bu siyasetin özü, proleter mücadele mevzilerini dağıtıp, emekçi kitleleri kapitalizme sunmaktır. Şimdi ortaya şöyle bir sorun çıkıyor: Eğer demokrasinin de, faşizmin de son tahlilde amaçladıkları aynıysa, emekçi sınıfa karşı mücadeledeki bu çeşitlilik neden kaynaklanıyor?
Daha önce de söylediğimiz gibi, faşizm, yedek lastik görevini, düzenin krize girdiği zamanlarda yerine getirir. Sosyal-demokrasi, emekçileri kapitalizme kurban etmenin ‘’ılımlı’’ yolu, faşizm ise, düzenin ‘’son çare’’ olarak gördüğü yedek kozudur.
Sosyal-demokrasinin göreviyse, tabiki de sadece bununla sınırlı olamaz ve bu kadar ‘’masum’’ değildir. Daha ağır bir suçlama ve gerçek: Sosyal-demokrasi, kapitalist devletin faşistleşmesinin hazırlayıcısıdır! Bu görevini, özellikle, emekçilerin umutlarını ve öfkelerini seçimlere ve sandığa hapsedip, burjuva demokrasisinin karşı-devrimci özünü gizleyerek yerine getirir.
Sınıf bilincinin ve Komünist Parti’nin güçlü olmadığı her uğrakta da kaybeden, işçi sınıfı olmaktadır.
Faşizmin ve paranın saltanatı her ne kadar yıkılmaz görülse de (ki bu her zaman böyle görülmüştür), faşizm, burjuvazinin sadece korkusunun bir ürünüdür. Çünkü kapitalizm, tüm iç çelişkilerine rağmen, çetin bir mücadele vererek ayakta kalmaya çalışmakta ve çöküş anının yaklaştığını hissettiği zaman da faşizm kartını oynamaktadır.
Peki, emek cephesi saflarında olan bizlerin temel mücadele perspektifi nedir? Biz komünistlerin temel hedefi, proleter yığınların önderliğini alıp, proleter eylemin birliğini sağlamaktır.
Ne yazık ki proletarya, iktidarı alacak güce kavuştuğunda, ancak o zaman, burjuva ve sosyal-demokratların faşizm ile, kendisine karşı birleştiklerini görecektir. İşte bu yüzden emekçiler, daha şimdiden, düzen içi alternatif arayanlara ve uzlaşmacılara, Komünist Parti’nin öncü rolünü küçümseyenlere pabuç bırakmamalıdır.
Çünkü mesele, ne seçimle bir yerlere gelme, ne bilmem kaç milletvekili çıkarma, ne de baraj geçme meselesi değil; düzenin barajını, sandığını, tüm aygıtlarını yıkma meselesidir.
Bekir Can Başeğmez
SOL