Avrupa’da kitleler son birkaç yılda hayali projelerin peşinde hüsrana uğradı. Yunanistan’da SYRIZA hayal kırıklığının en şiddetlisini yaşatırken son örnek de İtalya’daki Beş-Yıldız Hareketi oldu. Yeni bir sol söylem iddiasıyla yola çıkan ya da bu iddia yakıştırılan yeni popülist hareketlerin istisnasız hepsi çok hızlı bir şekilde düzen tarafından kapsandı. 24 Haziran seçimlerine giden Türkiye'de "kötünün iyileri"nde umut görmeyi vaat edenler için Avrupa'daki örnekleri kısaca hatırlatmak istedik.
Politikada emeğe dair uzlaşmaz çelişkileri uzlaşırmış gibi gösterme sanatına sol-popülizm denir. Sol-popülizmin en temel belirtisi karşıt siyasi tarafları yanlış ve mesnetsiz ortak paydalarda ayırmaktır. Geleneksel solun sınıfsal yaklaşımına konulan mesafe, “emekçi” kelimesini sol-popülizmin sözlüğünden çıkarmıştır. Bunun yerine “sıradan halk”, “ezilenler” gibi esnek kavramlar konulmuştur. Bunların karşısında ise “kast”, “elitler” ya da “ayrıcalıklılar” bulunmaktadır. Sol-popülizm, mevcut sosyal gerilimlere bakarak parlamenter sistemde en çok oya karşılık gelecek kitlesel kapsayıcılıktaki söylemleri bulmanın siyaset mühendisliğidir.
Politikada emeğe dair uzlaşmaz çelişkileri uzlaşırmış gibi gösterme sanatına sol-popülizm denir. Sol-popülizmin en temel belirtisi karşıt siyasi tarafları yanlış ve mesnetsiz ortak paydalarda ayırmaktır. Geleneksel solun sınıfsal yaklaşımına konulan mesafe, “emekçi” kelimesini sol-popülizmin sözlüğünden çıkarmıştır. Bunun yerine “sıradan halk”, “ezilenler” gibi esnek kavramlar konulmuştur. Bunların karşısında ise “kast”, “elitler” ya da “ayrıcalıklılar” bulunmaktadır. Sol-popülizm, mevcut sosyal gerilimlere bakarak parlamenter sistemde en çok oya karşılık gelecek kitlesel kapsayıcılıktaki söylemleri bulmanın siyaset mühendisliğidir.
“Biz ezilenler” söylemin belkemiğini oluşturur. Toplumsal sorunların dolaylı sorumlularına yalancı pehlivan usulü peşrev çekilerek en belirleyici ve yakın sınıfsal gerçeklikler savuşturulur. Örneğin IMF, bu el ense çekmeye dayalı siyasi temaşa sanatı için ideal bir rakiptir. Oysa (gerçek) solun gerçek görevi, ülkeleri IMF kapısına taşıyan sınıfsal dinamiklerin ortaya konulmasıdır. Sol-popülizm tarafından en sevilen siyasi pratik, geniş kesimlerin umutlarını besleyecek şekilde dilek-ağacına çaput bağlamaktır. Dilek ağacı, iyi bir parti logosu olabilir.
İdeal siyasi imaj, kastlaraveya ayrıcalıklılara karşı savaşım veren sıradan halk ve onun önüne geçmiş ama “aralarından biri” olan karizmatik bir liderdir. Parlamenter demokrasisinin çözümsüzlüklerini görüp umudunu kesmiş olan toplumun öfkesinin kanalize edileceği yepyeni bir seçenek söz konusudur.
‘SOL POPÜLİZM’İN YÜKSELİŞİ
Avrupa siyaseti, geçtiğimiz yıllarda çok sayıda sol-kanat popülist çıkışa sahne oldu. Neoliberal saldırıdan bunalmış Avrupa halkları bu sayede sonu hüsranla bitse de umut dolu günler yaşadılar. Latin Amerika ülkelerinde yükselen ve bazı ülkelerde kısmi kazanımları olan popülist siyasetin Avrupa yorumu tümü ile hayal kırıklığı olarak kaldı. Yunanistan’da SYRIZA, İspanya’da PODEMOS, Almanya’da “Die Linke”, İtalya’da Beş Yıldız Hareketi bu konuda ilk akla gelenler.
Görünen o ki sol-popülist hareketler iktidardan uzaklıkları ölçüsünde söylemde radikalleşiyorlar. Dinamizmin ve yenilikçiliğin sembolü haline gelen karizmatik liderlerle ortaya çıkıyorlar. 21. yüzyılın popülist lider klişelerini artık kanıksadık. Motosikletle, bisikletle ya da belediye otobüsü ile işe giden liderlerin, kutu gibi evlerinden saraylara geçmediklerini bilmemiz sağlanıyor. Biçilmiş senaryonun dışına çıkıp da hasım ayrıcalıklılar gibi yaşamaya özenen popülist liderler (PODEMOS lideri Pablo Iglesias gibi) tepki görüyor. Siyasi performansın değerlendirilmesinin ölçütü olarak semboller, gerçek duruşları ve siyasi farkları aşmış.
Atış-serbest ruh halinde, bunalmış sıradan halkın hayır diyemeyeceği ancak iktidarda nasıl yerine getirilebileceği belli olmayan sözler veriliyor. Siyasi bunalım popülistleri ezkaza iktidara taşırsa vaatlerini yerine getirme yetisinden de, niyetinden de yoksunlar. Düzen siyasetinin yeniden tasarlanmış truva atı şimdilerde budur. SYRIZA, bu eğilimlerin net şekilde gözlenebildiği çok değerli bir tarihsel örnektir.
Siyasi geleneği gerçekçilik olan Almanya gibi dengeli ülkelerde “rasyonel” seçmen kitlesi popülist hareketleri parlemontada belirleyici olamayacakları ancak yine de siyaseten anlam ifade edebilecekleri bir alana kısıtlayarak mevcut düzendeki yol kazalarını engelliyor. Yanlış anlaşılmasın, bu bahsettiğim gerçekçilik 1. Dünya Savaşı’nda savaştan refah uman etik özürlü bir sol geleneğin şimdiki devamıdır.
Sol-popülizmin parlamenter demokrasiye en faydalısı, uzun yıllar iktidardan uzak kalıp foyasını meydana çıkarmayan ve sahte bir seçenek olarak uzunca bir süre sahnenin bir köşesinde durabilendir. Koalisyonlar ise, “ama yaptırmadılar” söylemi için biçilmiş kaftandır.
Tarihte saray soytarısının rolü, istenildiğinde ciddiye alınıp geri kalan zamanda gülünüp geçilecek bir düşünce akışını dillendirmektir. Egemenin ezberinden kaçan noktalarda sufle vermektir görev. Kimi zaman ana düşüncenin bir girdisi olur, kimi zaman duymazdan gelinir, yeri gelir siyasi gösterinin temel odağı olur. Soytarı bazen bir tekme ile huzurdan kovulur. İncinmez, ekiptedir. Kemer sıkma politikalarından hiçbir şekilde sorumlu olmadığı halde acı çeken bir halkın siyasi temsiline ancak bu biçimi layık görmek parlamenter demokrasinin geldiği noktada ibretlik bir durumdur.
GERÇEKÜSTÜ SİYASET ÖYKÜLERİ: İLK ÖRNEK SYRIZA
Avrupa’nın yeterince yaşlanıp da gereğince “rasyonelleşememiş” halklarında yol kazaları olabiliyor. Komşumuz Yunanistan sol-popülizmin en rafine örneğini verdi: SYRIZA. SYRIZA’nın yükselme günlerinde sonucun nereye gideceğini öngörebilenler geleneksel solun katı kalıplarına sıkışmakla suçlanmaktaydı. SYRIZA, IMF’ye rest çekecek, 300 bin yeni istihdam yaratacak, bir o kadar aileye hane yardımında bulunacaktı. Vatandaşların ödeyemeyeceği banka borçları silinecekti. Asgari ücretin ülke ekonomik olarak batarken 751 avroya çıkarılması vaat ediliyordu. Tek sorun bunların hangi güç dengelerinde, hangi kaynaklardan yapılabileceğine ilişkin tek bir ölçme-biçmenin ortada olmamasıydı. Halka yalan söylemek suçtur.
Dünya düzeni nasıl işliyor? Ocak 2018 tarihli bir Sputnik haberiFransa’nın 19. yüzyıldan kalma Çarlık Rusyası Hükümeti güvencesindeki tahviller için tazminat talebinde bulunduğunu, Rus Hükümetinin de 1997 anlaşmasına dayanarak 330 milyon avroluk bir iyi-niyet ödemesini kabul ettiğini yazıyor. Böyle bir dünyada IMF’ye çekilen sahte peşreve kanmamak ancak gerçekçiliktir. İnsanlığa karşı her suçu işleyebilirsiniz; yeter ki sermayeye ve paraya kastetmesin.
PODEMOS: RETORİKLE GELEN RETORİKLE GİDER
PODEMOS, iç savaşı ve Franco diktatörlüğünü yaşamış İspanya’da solun 21. yüzyılda eriştiği acıklı durumu ifade eden bir sol-popülist oluşumdur. 2011 yılından itibaren varlığını sürdüren Indignados (Öfkeliler) hareketinin akademik çevrelerde dönüştürülmesi ile 2014 yılında hayata geçti. Yerleşik düzene öfke, toplumsal mühendisliği yapılmış popülizmden çok daha kabul edilebilir bir duruş bizim için. PODEMOS’un entellektüel temelleriyse Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe tarafından işlenmiş olan Radikal Demokrasi tasarımına dayanıyor.
Popülizm kavramının bu yazıdaki gibi olumsuz günlük kullanımlarından açık seçik rahatsızlık duyan Laclau, koca bir eser yazarak bu kavramın tanımı-muğlak, olumsuz kullanımını mahkum etmiş; sonra da popülizme itibarını iade etmiştir. Ona göre tarihsel dönüşümün itici gücü söylemdir. “Söylem, bizatihi nesnelliğin inşasının birincil alanıdır.” Popülizm, kitleye erişmenin siyaseten geçerli yoludur. Popüliste göre belki de tek anlamlı siyasi eylem, geniş kitlelerce benimsenecek söylem üretmektir. Bu söylemin mevcut gerçekliği doğru kavraması gerekmez ve geleceğe ilişkin gerçekçi yol planları oluşturulmasını sağlayacak bir teoriye, bir dünya görüşüne ihtiyacı yoktur. Teorinin ifadesi yerine söylemin teorisi.
PODEMOS, tüm Avrupa sol-popülizmleri arasında akademik olarak en ince şekilde biçimlendirilmiş olanıdır. 2015 seçimlerinde yüzde 20 oyla üçüncü parti olduğu için SYRIZA gibi iktidarla sınanmak şanssızlığını henüz yaşamadan düşüşe geçti. İspanya’da yeni merkez-sağ Ciudadanos (Yurttaşlar) hareketi kendi ahlakçı söylemlerindeki sembollere takılıp tökezleyen PODEMOS’un tahtını şimdilik ele geçirmiş gözüküyor. Retorikle gelen destek retoriğe gider.
Post-Marksist, felsefi görünümlü demagoji ile teçhiz edilmiş sol-popülizm devrimci geleneksel solun en sinsi hasımıdır.
‘ORTAYA KARIŞIK’ BEŞ-YILDIZ HAREKETİ
İtalyan Beş-Yıldız Hareketi (BYH), düzen-karşıtı, çevreci, Avrupa konusunda karşıt ve kuşkucu, kendisini geleneksel sağ-sol ayrımının üstünde tanımlayan bir harekettir. E-demokrasi ve doğrudan-demokrasi temaları önemli bir yere sahiptir. İtalya’da sınıfların varlığını reddeden BYH popülizmin alışılmış kalıplarına sığınarak ayrıcalıklı kast’ın karşısına ezilenleri koyuyor. Evlere şenlik ayrım çizgisinde emekliler, yaşlılar, memurlar ayrıcalıklı nitelenirken, “bağımsız çalışanlar?”ve KOBİ’lerin ezilen tarafta yer alması solun Avrupa’da uğradığı akılsal gerilemeyi sergilemesi açısından ilginçtir.
Komedyen Grillo’nun tek kişilik performansının da büyük payı olmakla birlikte yüzeysel bir “her şeye karşı olma” haliyle BP son seçimlerden birinci olarak çıktı. Buna rağmen tek başına iktidar olamayan BYH’nin çok da zorlanmadan faşist-merkez sağ ittifakı Lig ile koalisyon hükümeti kurmayı “başarması” soldan hayırhah bakanlar için hüzünlü bir final oldu.
EKLEKTİK DIE LINKE
Almanya’da 2007 yılında kurulmuş olan die Linke’nin (Sol Parti) kökü Doğu Almanya’nın birleşmeden önce yönetiminde olan SED’e (Sosyalist Birlik Partisi) dayanıyor. Şu ana kadar ele alınan sol-popülist partiler gibi yeni kurulup hızla gelişen bir parti değil. Sosyalist bir geçmişten mevcut düzene adaptasyon ile şimdiki haline gelmiş die Linke. Farklı kanallardan partiye giren farklı kesimler nedeniyle, parti ve siyasi söylemi eklektik bir yapıda. Parlamenter düzende yer alan partilerden en soldaki olarak tanımlanıyor. 1875’den bu yana siyaset hayatında bulunarak mevcut düzene bağlılığı konusunda kendini kanıtlamış SPD’nin aksine aşırı uçlar barındırabileceği kaygısı ile devlet gözetimi altında. Gözetim, iç heterojenlik ve koalisyon kaygıları gibi üç farklı siyasi vektör altında yol almaya çalışan die Linke’nin parlamenter oy kaygıları söz konusu olduğunda popülizmden kaçarak tutarlı bir söylem geliştirmesi ne derece mümkün olabilir?
Latin Amerika’da sol-popülizm bu yazıda kısaca ele alınamayacak karmaşıklıkta farklar içeriyor. Mevcut dünya düzeni bakış açısından Latin Amerika sol hareketlerini inceleyen bir raporda Venezuela, Bolivya, Ecuador ve Nikaragua dışındaki sol-popülist hareketlerin bir tehlike olarak görülmediği belirtiliyor. Tehlikenin ölçütü Amerikan tarzı demokrasiden uzaklaşabilme potansiyeli. Yukarıda sayılan dört tehlikeli ülkenin anayasal değişiklikler yapmak suretiyle özgürlükçü demokrasiye karşı potansiyel oluşturdukları ifade ediliyor. Brezilya örneği geniş olarak ele alınması gereken özel bir sol-popülizm’dir. Latin Amerika solu başka bir yazının konusu olabilir.
TEMEL SORUN NEREDE?
Sosyalist bakış açısı gerçekliğin çözümlenmesine maddi dünyadan başlar. Teori, gerçekliği anlamanın temel aracıdır. Sorun anlamakla bitmez; teori gereken dönüşümün hedefinin ve yol haritasının belirlenmesinde merkezi bir yerdedir. Kitlelerle iletişimin temel işlevi teori ile incelikle işlenmiş politik fikirleri anlaşılabilir mesaj ve önerilere indirgeyerek paylaşmaktır. “Fikirler ancak geniş kitlelerce benimsendiğinde maddi güç haline gelir” denilmiştir; bu bakış açısı geleneğimizin parçasıdır. Bu da yetmez, fikirleri kavrayanları da ortada bırakmamak, siyaseten kavramak gerekir.
Söylem kelimesinin geçirdiği evrim üzerinden, düzen siyasetinin son yüzyılda ne şekilde değiştiği (geliştiği değil!) kavranılabilir. Söylemin mevcut düzendeki kullanımı, ideolojik yanılsamalar üzerine kurulu ve teorik bir tutarlılık, dayanak ve bütünlük arz etmeyen fikirlerin toplumsal mühendisliğidir. Söylem, popülist bakış açısının temel siyasal aracıdır. İşte bu nedenledir ki popülizmin, sembollere, karizmatik liderlere ihtiyacı vardır. Yine bu nedenle kitleden hiç kimse, liderliğin neden bir isme, moral sembollere bağlı olduğunu ve “aranızdan biri” olmaktan fazla bilgi ve bakışa ihtiyaç göstermediğini sorgulayamamaktadır. Radikal demokrasinin şampiyonlarının bu kadar baskın karizmatik liderler olması gerçek bir ironidir.
ZAFER ANAYURT / SOL