29 Aralık 2021 Çarşamba

Gözlerindeki ışığı görüyoruz: Bizden çaldıklarınız - Antep’ten genç bir fabrika işçisi / EVRENSEL

 


"Bakan Nebati geçen bir gazeteciye 'Gözlerimdeki ışığı görmüyor musun?' sorusunu yöneltmişti. O ışığı biz de işçiler olarak gördük ama sorun şudur ki o ışık bizim gözlerimizden çaldığınız ışıktır."

Asgari ücret artışı ile beraber Türkiye’nin bir çok farklı yerinden aynı bahane ile işçi çıkarma haberleri gündeme gelmeye başladı. ‘Yeni Nebati’ modelinde işçiler patronların insafına bırakılmış, enflasyona ezdirilmiş ve kendi vergileri ile servet sahiplerinin faizlerini ödemeye mecbur kılınmıştır. Bakan Nebati geçen bir gazeteciye “Gözlerimdeki ışığı görmüyor musun?” diye bir soru yöneltmişti. O ışığı biz de işçiler olarak gördük ama sorun şudur ki o ışık bizim gözlerimizden çaldığınız ışıktır. Geleceği ile oynadığınız gençlerin, düşük maaş ile 1 ay geçinmeye çalışan emeklilerin ve işsiz bıraktığınız bir sürü insanın gözlerinden çaldığınız ışıktır. O ışığı aynı zamanda memleketteki bütün patronlarda görüyoruz.

Geçen yılbaşında 1 dolar 7 veya 8 lira civarı iken bu ay içerisinde 18 liraya kadar fırladı. Şu an 11 liradan işlem gören dolar için düştü diye bizden sevinmemizi bekliyorlar. Kendi mahvettikleri kuru düzeltmek için bizlerin parasından yok edilen milyarları ve bu son düşüşten sonra birçok vatandaşın, Bakan Nebati’nin deyimiyle “100-200 dolarlık yatırımı olan vatandaşın” cebinden bütün birikimini büyük bir aldatmaca ile alarak büyük servet sahiplerine verdiler. Patronlar ise en az masraf ile en çok nasıl kazanabilirimin peşinde. İşçi çıkarmak için bahane aramaya başladılar bile. Kendi çalıştığım fabrikadan örnek vereyim.

İşçilerin çoğu çocuk işçi olarak tanımlayabileceğimiz 15 ile 17 yaşındaki işçilerden oluşuyor. Haliyle çocuk işçi olunca maaşı da patronlar asgari ücretten daha da az veriyorlar. Fabrikanın geneli ilk 2 ay boyunca 2 bin 500 TL maaş ile başlıyor ‘Sonra asgari ücret yapacağız’ diyorlar ama çocuk işçiler sürekli olarak çıkıp girdiği için veya onları kovdukları için kimseye sigorta yapmıyorlar. 6 gün 8 saat yerine 5 gün 9 saat, 1 gün ise 5 saat çalışıyoruz. Bunun nedeni ise hafta sonu yemek masrafından kaçınmaları. Yani hafta sonu işçi kendi yemeğini yiyor. Bu soğukta düzgün bir ısıtma sistemi olmayan bir fabrikada titreyerek çalışıyoruz ve bu yazıyı hasta bir şekilde yazıyorum.

Konunun özüne gelirsek patronların büyüklüğü çaldıkları ile doğru orantılıdır ve AKP patron partisidir, Bakan Nebati de patron temsilcisidir. 

(EVRENSEL)

KISA KISA GÜNDEM (29 ARALIK 2021)

 


1) Ücretsiz toplu taşıma hakkı uzatıldı.

Sağlık çalışanlarına tanınan ücretsiz toplu taşıma hakkı, 30 Haziran 2022 tarihine kadar uzatıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla Resmi Gazete’de yayımlanan karara göre, sağlık çalışanlarına tanına ücretsiz toplu taşıma hakkı süresi 6 ay daha uzatıldı. Sağlık hizmeti veren kamu ve özel sektöre ait tüm sağlık kurum ve kuruluşlarında çalışan personel, 30 Haziran 2022’ye kadar toplu taşıma araçlarından ücretsiz yararlanabilecek.

2)12 bin aileye TOKi darbesi (Deniz Ayhan-Sözcü)

Kira öder gibi ucuza ev sahibi olma hayali ile TOKİ'den ev alanlar, pahalılığın altında ezilince taksitler aksadı. Sayıştay'ın 
TBMM'ye gönderdiği rapora göre 12 bin 777 taşınmaz sahibi, 10 ve üzeri sayıda taksidini ödeyemeyince borç tutarı 330 milyon 385 bin 994 TL'ye ulaştı.15 ve üzeri taksidi ödenmeyen taşınmaz sayısı 8 bin 884, bu taşınmazlara ait ödenmeyen borç ise 286 bin 179 TL oldu.  20 ve üzeri ödenmeyen taksit sayısına bağlı 6 bin 898 taşınmaz olduğu ve bunlara ait 253 milyon 382 bin TL'lik borç bulunduğu, 25 ve üzeri ödenmeyen taksit sayısına bağlı 5 bin 525 taşınmaz olduğu ve bu taşınmazların borç tutarının 225 milyon 575 bin TL olduğu, 30 ve üzeri taksidini ödeyemeyen 4 bin 431 taşınmazın olduğu ve bunlara ait ödenmeyen tutarın toplamının 196 milyon 395 bin TL olduğu belirtildi. Kredi borcunu ödeyemeyen alıcılar hakkında fesih ve dava süreci başlatıldı.

3) Çankırı’da 3 farklı markette mercimeğin kilo fiyatı 12, 22 ve 43 TL (Sözcü)

Çankırı'nın Şabanözü ilçesinde, marketlerde gıda fiyatlarıyla ilgili denetimde marketler arasındaki fiyat farklılığı dikkat çekti. 

Denetime katılan Şabanözü Belediye Başkanı Faik Özcan, "İlçemizde mercimeğin kilosu 3 farklı markette 12, 22 ve 43 TL olarak fiyat etiketine yansımakta ve birçok üründe marketler arasında fiyat farkları bu şekilde devam etmektedir" dedi.


4) Reyhanlı’da 48 saattir elektrikleri olmayan yurttaşlar: Suriye’de elektrik var, bizde yok (SOL)

48 saattir elektrikleri olmayan ve sularının da akmadığını dillendiren yurttaşlar, '2022’ye geçeceğiz; yani Suriye’de elektrik var, bizde yok' diye konuştu. 

Mahalle sakinlerinin en büyük sorunlarından birisi olan elektrik kesintisi ve arıza olaylarına duyarsız kalan TEDAŞ, Toroslar Elektrik Şirketi’nin mahallemize yaşattığı mağduriyeti dile getirmek için anayasal hakkımız olan basın açıklamasını yapmak için toplanmış bulunmaktayız. Şunu belirtmek isteriz ki bizim işçi, personel veya şahıslarla ilgili sorunumuz yoktur. Mahallemizde elektrikle ilgili eksiklerin giderilmesi için yetkililere çağrıda bulunmak için buradayız.” 

5)Çin'den THY'ye pahalı bilet soruşturması (SOL)



Çin Sivil Havacılık İdaresi, İstanbul-Guangzhou arasındaki ekonomi sınıfı bilet fiyatlarının 27 bin avro, business sınıfı bilet fiyatlarının ise neredeyse 35 bin avro olduğuna dair iddialar ile ilgili inceleme başlattı. 
İki ülke arasında yapılan anlaşma kapsamında Çin ve Türkiye hükümetlerinin bilet fiyatları konusunda hemfikir olması ve her iki yönetimin de onaylaması gerektiği belirtilirken olay uluslararası basında da geniş yer buldu.

Çin medyasında yer alan haberlerde ise THY’nin Londra ve Şangay arasındaki biletleri Covid-19 salgınından sonra 1800 avroya sattığı hatırlatıldı.



6)Yargı, Akyaka’da talana ‘dur’ dedi (Cumhuriyet)


Akyaka bölgesindeki koyları yapılaşmaya açan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan imar planına Muğla 3. İdare Mahkemesi dur dedi. 

Muğla’da Gökova Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde yer alan Akyaka için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan imar planına karşı açılan davayı çevreciler kazandı. Muğla 3. İdare Mahkemesi, Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün’ün “saatli bomba” olarak tanımladığı, bölgenin cennet koylarını yapılaşmaya açan planın iptaline karar verdi.

7) Shell'e mahkeme şoku (Cumhuriyet)

Güney Afrika'da Makhanda Yüksek Mahkemesi, bugün görülen davada Shell'in Eastern Cape kıyılarındaki petrol ve doğalgaz arama çalışmalarının durdurulmasına karar verdi.

Yargıç Gerald Bloem, karara ilişkin açıklamasında, sismik araştırma faaliyetlerinin bölgedeki deniz canlılarının yaşam alanlarını tehdit ettiğine dair güçlü kanıtlar olduğunu belirterek buna karşın Shell'in mahkemeye bunun aksini gösteren bir kanıt sunamadığını ifade etti.

8) Kırklareli'nde sağnak nedeniyle dere taştı, birçok evi su bastı (Evrensel)

Kırklareli'nin Lüleburgaz ilçesinde, sağanak nedeniyle derenin taşması sonucu evlerinde mahsur kalan yurttaşlar güvenli bölgelere tahliye edildi. İlçede sağanağın ardından Yılmaz ve Yıldırım Mahallelerinden geçen Lüleburgaz Deresi taştı.Taşkın nedeniyle bazı yurttaşlar evlerinde mahsur kaldı. Yurttaşlar, askeri araçlarla evlerinden alındı. Güvenli bölgelere getirilen yurttaşlar otellere götürüldü. Bu arada, sağanak nedeniyle Lüleburgaz-Pınarhisar yolu ulaşıma kapandı. Bazı araçlar su birikintilerinde mahsur kaldı. AFAD, UMKE ve belediye ekipleri de bölgede hazır bekliyor.


28 Aralık 2021 Salı

Soylu rahatsız olmuştu-Barış Pehlivan / Cumhuriyet

 İçişleri Bakanlığı’nın İBB’ye dair açıklamasında şu suçlama da yer aldı:

“İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne Din Âlimleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (DİAYDER) referansıyla PKK terör örgütü irtibatlı ve iltisaklı kişilerin yerleştirildiğine yönelik iddianame var.”

Keza, Süleyman Soylu da bu soruşturmaya atıf yaparak ekledi:

“Bir incelemeden rahatsız olmaya gerek yok. Devlette böyle biri çıkınca biz rahatsız oluyor muyuz?”

Bakan Soylu’nun sorusuna yanıt vereyim: Evet, iddia o ki rahatsız oluyorsunuz!

Zira “referans” ve “terör” kelimesi bana başka bir olayı da hatırlatıyor. Yazayım…

Bir zamanlar, Tokat Başsavcısı  Erdoğan Bayrakdar FETÖ’nün mülki idare yapılanmasına dair çok ciddi bir soruşturmayı yürütüyordu. Gün geldi, FETÖ şüphelisi kaymakamların referansını İçişleri Bakanlığı’na sordu.

İşte ne zaman ki bunu yaptı, Başsavcı Bayrakdar, Bakan Soylu’dan “Haddini bildiririm” telefonu aldı. 

Sonrası ise malum... Başsavcı Bayrakdar jet hızıyla Yargıtay’a sürüldü. Soruşturmanın seyri değişti. Süleyman Soylu’nun rahatsızlığı kelle almıştı.

GÜL’ÜN LEKESİ

İBB’de çalışanların terör örgütleriyle bağlantısı olduğuna dair İçişleri Bakanlığı açıklaması yakın gelecekte yaşanabileceklere dair önemli veriler içeriyor. 

Her şey bir yana, belediyenin “86 bin İBB çalışanımız zan altında bırakılmıştır” sözü Adalet Bakanı’nı da yakından ilgilendiriyor. 

Öyle ya, daha kısa süre önce Meclis’te şu sözler Bakan Abdulhamit Gül’ün ağzından çıkmıştı: 

“2017 yılında Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda yaptığımız lekelenmeme hakkına ilişkin değişiklik, insan onurunu el üstünde tutmamızın en etkili araçlarından biridir. Düzenlemenin yürürlüğe girdiği 25 Ağustos 2017 tarihinden bugüne kadar 482 bin ihbar hiç işleme konulmadı. Ve bundan bu vatandaşlarımızın kendilerinin bile haberi olmadı. Yani 482 bin vatandaşımızın evine, işyerine, devlet memuru ise dairesine, işçiyse fabrikasına kolluk gitmedi, bu insanlar gereksiz yere savcının huzuruna çıkmadı. Biz bu düzenlemeyi getirmeseydik, binlerce vatandaşımız haksız ve mesnetsiz isnada maruz kalacak, yargı da şahsi husumetlere ya da kişisel çekişmelere alet edilecekti.” 

Yaşanan son gelişmeler Bakan Gül’ün bu dediklerini de lekeledi.

KRİPTO SORULAR

Yüzlerce gün geçti.

Yüz binlerce insan dolandırıldı. 

Yüz milyonlarca dolar kayıp. 

Kripto para borsası Thodex vurgununda bir garip süreç yaşanıyor. Arnavutluk’ta olduğu söylenen şirketin sahibi Faruk Fatih Özer hakkında “izini kaybettirdi” haberinin çıkması şüpheleri büyütüyor. Soruşturma dosyasındaki gizlilik kararı kalkarsa şu sorular yanıt bulacak mı, merak ediyorum: 

1- Faruk Fatih Özer’in çaldığı “kasa” olarak bilinen soğuk cüzdandaki paranın akıbeti ne oldu? 

2- Özer’in ortak iş yaptığı MHP milletvekili Saffet Sancaklı’nın oğlunun adı soruşturma dosyasında geçiyor mu? Özer’in kardeşlerinin ifadeleri alınırken Mert Sancaklı da soruldu mu? 

3- Sedat Peker, İçişleri Bakanı Soylu’nun oğlunun, Faruk Fatih Özer’in kaçırdığı paralardan pay aldığı iddiasında bulunmuş ve ayrıntıları açıklayacağını söylemişti. Hemen sonrasında videoları kesintiye uğradı. Acaba Peker bu iddiasını neye dayandırıyordu? 

4- TRT Haber, mayısta üst düzey Emniyet kaynaklarına dayandırarak “Thodex operasyonunda sona gelindi” başlığıyla bir haber yayımladı. İddiaya göre, Özer’in Arnavutluk’tan Türkiye’ye iadesi 48 saat içinde gerçekleşecekti. O haber neden birkaç saat sonra yayından kaldırıldı? 

5- İddianamenin hazırlanması için MASAK’tan bir rapor beklendiği ileri sürülüyor. Daha soruşturma bile başlamadan önce Thodex’ten bilgi aldığı iddia edilen MASAK’ın sekiz aydır rapor hazırlayamaması normal mi? 

Barış Pehlivan / Cumhuriyet  

Çevre felaketinin karanlık tarihi - Bahadır Özgür / BİRGÜN

 

Çevre felaketleri farklı alanlarda çöküşün nihai bilançosunu da gösteriyor. Türkiye’nin sermaye birikiminin genetiği budur. Emek sömürüsüne daima gasp ve yağma da eşlik eder. Gelin dosyayı yeniden açalım.

Yakın zamanda vahşi bir cinayet işlendi. Nesko Madencilik’in Şebinkarahisar’daki atık havuzu bir ay önce çöktü. 4 bin 500 ton zehir, önüne çıkan her canlıyı tehdit eden bir “soykırımcı” gibi sinsice suya ve toprağa karıştı. 
Bir miktar para cezasıyla kapatılıp gitti olay. Numunelerin sonucunu bilmiyoruz hâlâ.
Gelin dosyayı yeniden açalım. Zira çevre felaketlerinin sadece geleceğe kalacak lanetli birer miras değil, farklı alanlarda yaşanmış çöküşün nihai bilançosu olduğunu gösteriyor. Olayın arkasında sermaye birikimini hızlandıran bütün unsurları, ip gibi dizilmiş halde buluyoruz: Ucuz emek sömürüsü, cinayet, organize suç, kara para, özelleştirme, siyasi ve hukuki skandallar, doğa katliamı…

Nesko’nun tarihi de Türkiye’nin 20 yıllık dönüşümünün hikâyesidir işte. Sermayenin bir dizi suçla nasıl iç içe geçtiğinin örneğidir. Her şey Bertold Brecht’in, 5 Paralık Roman’ında söylediği şekilde ilerler çünkü: “İş, hükümet damgaları ve sözleşmelerle başlar, ama işin sonunda daima bir iş cinayeti gerekli olur.”
Giresun’daki olay da tam olarak böyle başladı.

***

27 yaşındaki maden mühendisi Serkan Şahin, 6 Şubat 2005 gecesi İstanbul Maltepe’deki evinin önünde öldürüldü. Birkaç yıl evvel Diyarbakır’da zengin traverten cevheri keşfetmiş; bir ortak bulup Ber-Şah Madencilik’i kurmuş; vergi rekortmeni olmuştu. Cinayetle alakalı suçlananların arasında ünlü birisi vardı: Erol Kohen. Bugün madencilik sektörünün önde gelenlerinden, iktidarın sevdiği patronlardan. O yıllardaki ünü ise Cumhuriyet tarihinin en büyük kara para ve hayali ihracat davasının baş sanığı olmasından geliyordu.

cevre-felaketinin-karanlik-tarihi-960632-1.
Erol Kohen (soldaki) Erdoğan'la Saray'da görüşmüştü.


2001’deki naylon fatura operasyonu, kısa sürede “Örümcek Ağı” adı verilen devasa bir soruşturmaya dönüşmüş; Show TV’nin sahibi Erol Aksoy, Türkiye gazetesi sahibi Mücahit Ören, Tuncay Özilhan’ın babası İzzet Özilhan, Dardanel’in sahibi Niyazi Önen gibi isimlerin de olduğu 200 patron ile onlarca bürokrat, bankacı, siyasi ve emniyet mensubu dosyaya girmişti. Sedat Peker ve Alaattin Çakıcı gibi organize suç liderlerinin adı da geçiyordu.

1995-2001 arasında milyarlarca dolarlık vurgun vurulmuş, paraların çoğu yurtdışına transfer edilmişti. Susurluk’tan ceza alan Korkut Eken’le aynı koğuşu 2 yıl paylaşan Kohen, bu ağı yönetmekle suçlanıyordu. Sonra ne oldu peki?

“Organize suç”tan açılan kamu davası zamanaşımından düşürüldü. Naylon fatura için ise devreye giren sihirli el, iktidara geleli henüz üç ay olmuş AKP’nindi. “Mali af yasası” sayesinde benzer onlarca davadan yargılanan yüzlerce kişi aklandı. Asıl hedef, Oğuzhan Asiltürk ve Kemal Unakıtan’ın da yer aldığı 87 Milli Görüş/AKP mensubunun yargılandığı Albaraka Türk davasını düşürmekti.

Türkiye belki de ilk kez “temiz eller”e bu denli yaklaşmış, lakin sermayenin “sıhhati” riske girdiğinden dolayı yasalara yapılan “zarif dokunuşla”, siyasetçisi-çetecisi dahil gemideki herkes kurtarılmıştı.

Kohen, aynı günlerde mühendis cinayetini azmettirmekle de suçlanıyordu. İhbarı yapan kişi, Şahin’le beraber Ber-Şah’ı kuran Hasan Berkpınar’dı. Kısa süre sonra hisselerini İstanbul’daki aile şirketi Ber-Oner Madencilik’e devredecekti. Böylece Şebinkarahisar’ı zehirleyen şirketin temeli de atılacaktı.

Rozan, Hasan ve Hüseyin Berkpınar’a ait Ber-Oner Madencilik’e 1993’te Kohen de katılmıştı. Hasan Berkpınar savcılığa verdiği ihbar dilekçesinde, Şahin’in hisselerini devretmediği için Kohen tarafından öldürüldüğünü ileri sürüyordu. Kohen tutuklandı ancak duruşmadan hemen önce şikâyet geri çekildi. Bir tetikçiyle dava kapatıldı. Şahin’in mirasçısı eşi de hisseleri devretmek mecburiyetinde kaldı.

2006’da Ber-Oner hisselerinde ilginç bir olayın eşliğinde yeniden değişim yaşanıyordu. “Burma” adı verilen bir organize suç örgütü operasyonunda iş insanlarını tehdit ettiği ileri sürülen bir çete yakalanıyor, Rozan Berkpınar’ın çeteyi, Kohen’in hisseleri kendisine vermesini sağlamak amacıyla devreye soktuğu iddia ediliyordu. Davadan, iki tetikçinin tutuklanması haricinde bir şey çıkmadı. Çalkantılı olayların sonrasındaki tablo şöyleydi: Ber-Oner Madencilik Kohen’in, Diyarbakır’daki madeni alan Ber-Oner Mermercilik ise Rozan Berkpınar’ın olmuştu. Rozan Berkpınar’ın, bugün Diyarbakır’ın ünlü madenci patronlarından olduğunu not düşelim. Kohen’in yeni ortaklarından Esin İffet Atlı’nın da Kemal Unakıtan’a villa satışıyla ilk defa duyulduğunu hatırlatalım. Ve adım adım çevre felaketine doğru giden yolu takip edelim…

2007’de Ber-Oner Madencilik’in adı değişip Nesko oluyor; 2008’de ise Nesko Metal ve Nesko Maden olarak ikiye bölünüyordu. Nesko Maden, Sabahattin Yıldız’a satılıp SSS Yıldızlar Holding’in bünyesine geçti. Aynı yıl yine hikâyesi ilginç bir başka şirket Zamantı Madencilik’i de aldı Yıldız. O da elinde bol miktarda ruhsat bulunan Kohen ve ortaklarına aitti zaten.

cevre-felaketinin-karanlik-tarihi-960633-1.
Sabahattin Yıldız



***

SSS Yıldızlar Holding, borç harç içinde çırpınan bir sermayedarın özelleştirmeyle kurtarılıp semirtilmesinin abidesidir. AKP döneminin neredeyse maden tekeli haline gelmiş şirketin çıkışı, servet transferinin en parlak örneği olan Eti Gümüş ihalesiyle başlar. 2003’te “blok satış” yöntemiyle yapılan ihaleyi Yıldız’ın şirketi 3S Madencilik kazanır. Fakat parayı ödeyemediği için ihale iptal edilir.

Buradan sonrası kamunun birikimlerinin türlü oyunlarla sermaye tarafından yağmalanışının dersidir.

2004’te tekrar ihaleye çıkarılan Eti Gümüş’ün, 41,2 milyon dolar bedelle Söğütsen Seramik’e veya bu şirketin yüzde 51 hissesine sahip olacağı başka bir şirkete satılmasına karar verilir. O şirket de Söğüt Seramik’tir.

Burada basit bir hesabı aktaralım: Eti Gümüş’ün ihale yapıldığındakasasında nakit 16,5 milyon doları, stoklarında 10 milyon dolar gümüşü duruyordu. 3 milyon dolarlık gayrimenkulü vardı. Yani bedavayı bırakın üzerine kat kat para verilerek satılmıştı. Sebebi de belliydi.

Nitekim bir yıl önce Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Söğüt Seramik’i, 1999 ve 2000 mali tablolarını açıklamadığı için uyarmış, başlatılan incelemeden bir kara delik çıkmıştı. Şirketin 21 bankaya 60 milyon dolar, işçilere 3,5 milyon, TEDAŞ’a 5 milyon, SSK’ye ise 3 milyon dolar borcu bulunuyordu. 2000’de 500 işçi atılıp üretim sonlandırılmıştı. İflastan kurtulmak için Söğüt Seramik fabrikasını üretimin yüzde 20’si karşılığında Söğütsen’e kiralamış görünüyordu. Uzatmayalım, başından beri adı geçen bütün şirketlerin sahibi Yıldız’dı.

O Yıldız bugün en fazla altın madeni ruhsatına sahip sermayedar. Trabzon’dan Gümüşhane’ye, Kayseri’den Kaz Dağları’na pek çok yerde çinko-bakır-kurşun tesisi bulunuyor. Şebinkarahisar’da yıkılan tesisi için ÇED dahi istenmemişti.

***

İşte bir çevre felaketinin anatomisi böyle. Toplumsal birikimlerin yağmalanmasıyla, adaletsizlikle, siyasi kayırmayla açıldı yolu.

Türkiye’nin sermaye birikiminin genetiği budur. Emek sömürüsüne daima gasp ve yağma da eşlik eder.

Bahadır Özgür / BİRGÜN

KISA KISA GÜNDEM (2) (28 ARALIK 2021)


1)Ünlü ekonomist Steve Hanke'den Erdoğan'a enflasyon tepkisi: 'Sahtekarlığından başka bir şey değil' (Cumhuriyet)

Dünyaca ünlü ekonomist Steve Hanke, Türkiye'nin gerçek enflasyon oranını hesapladı. 

"Türkiye'nin yıllık enflasyonunu yüzde 65,04 olarak ölçüyorum. 

Bu arada basın, Erdoğan'ın kukla TCMB yetkililerinin kasım ayında verdiği yıllık enflasyon ise yüzde 21.31" ifadelerini kullanan Prof. Steve Hanke, "RTE ve TCMB'nin günlük sahtekârlığından başka bir şey değil" açıklamasında bulundu.




2)İstanbul'da HDP binasına saldırı(Cumhuriyet)

İstanbul’da silahlı ve bıçaklı bir kişi HDP Bahçelievler İlçe Örgütü binasına saldırdı. Bir kişinin yaralandığı belirtildi. Saldırganın gözaltına alındığı bildirildi.

HDP Bahçelievler İlçe Başkanı Mehmet Kuzu, olayı şöyle anlattı: “Bir şahıs geliyor, ‘Üye olacağım’ diyor. Yönetici arkadaşlar yok diyorlar. Dışarı çıkıyor, geliyor. Çay veriyorlar. O sırada genç arkadaşlardan birine bıçak çekiyor. Üzerinde iki silah var. Onları çıkarıyor. Arbede yaşanıyor. Dışarıdaki esnaf ve insanlar üzerine hücum edince yakalanıyor. Sonra gelip polis alıp götürüyor. İlçede genç arkadaş bıçaktan dolayı hafif yaralandı.” HDP İstanbul İl Başkanı Ferhat Encü, “Açıkçası faciadan dönüldü diyebilirim. Silahın ateşlenmemesi büyük bir mucize. Silah ateş alsaydı bunları konuşmazdık. İzmir il binamızdaki saldırıda öldürülen Deniz Poyraz davasının bir gün öncesi böyle bir saldırının yapılması bizim için manidardır. Partimize dönük bu tür silahlı saldırılar, bir kişinin milliyetçi duygularıyla yaptığı saldırılar olarak gösterilmek isteniyor. Biz böyle düşünmüyoruz. Bu saldırılar, planlı ve bilinçli saldırılardır” dedi.

3)Fon alanları hedef almıştı: İletişim Başkanlığı'na AB'den binlerce euro (Cumhuriyet)

Başkanlığını AKP İstanbul İl Kadın Kolları Yönetim Kurulu Üyesi Gülçin Mete’nin yaptığı Vizyoner Kadınlar Derneği de 60 bin Euro'luk hibe aldı.

Türkiye’de bazı medya kuruluşlarının fonlandığı iddiaları üzerine "Basın özgürlüğü bahanesiyle demokrasimizi kimsenin masasına meze yaptırmayız" diyen Fahrettin Altun’un başkanlığını yürüttüğü İletişim Başkanlığının “Etkin Kriz Yönetimi” projesiyle 30 bin euroluk Avrupa Birliği (AB) hibesi almaya hak kazandı.

Türkiye Ulusal Ajansı, AB’nin eğitim, gençlik ve spor alanlarındaki hibe programı olan Erasmus+Programı kapsamında açılan projelere yapılan başvuruların sonuçlarını duyurdu. Bu kapsamda, İletişim Başkanlığının “Erasmus+Yetişkin Eğitimi Programı 2021 Yılı Ana Eylem 2 - İşbirliği İçin Ortaklıklar Yetişkin Eğitiminde Küçük Ölçekli Ortaklıklar” programı kapsamında sunduğu “Etkin Kriz Yönetimi” başlıklı projesi 30 bin euroluk hibe desteğine hak kazandı. Başkanlığını AKP İstanbul İl Kadın Kolları Yönetim Kurulu Üyesi Gülçin Mete’nin yaptığı Vizyoner Kadınlar Derneği de “Yerel Kalkınma İçin Kadının Güçlendirilmesi” başlıklı projesiyle 60 bin euroluk hibe desteğinin sahibi oldu.("BEŞİNCİ KOL FAALİYETLERİNE MÜSAADE ETMEYİZ")   Merkezi ABD’de bulunan bir vakfın Türkiye’de bazı medya kuruluşlarını fonladığına dair iddiaları üzerine süreci yakından takip ettiklerini belirten İletişim Başkanı Fahrettin Altun, şu ifadeleri kullanmıştı: "Bazı yabancı liderlerin Türk siyasetini dizayn etme niyet ve gayretlerini açıkça ifade ettiği bir ortamda, hiçbir yabancı devlet ve kuruluşun medya sektörüne çeşitli fonlar sağlamasını söz konusu çıkar ve hedeflerden bağımsız yorumlayamayız. Kimsenin şüphesi olmasın ki, ne basın özgürlüğü ne de bir başka bahaneyle demokrasimizi kimsenin masasına meze yaptırmayız. Yeni kisveler altında beşinci kol faaliyetlerine müsaade etmeyiz."

4)Cengiz’in şantiye villası geçiciymiş(Dilan Şahinbaş-BİRGÜN)

Cengiz Holding’in Artvin Cerattepe’deki maden ocağının şantiye sahasında ne amaçla kaçak villa inşa ettiğini soran Yeşil Artvin Derneği’ne yanıt vermeyen Orman Bölge Müdürlüğü, basında çıkan haberlerin üzerine yazılı açıklama yaptı. 

Açıklamada yapının Maden Altyapı Tesis (şantiye alanları) İzin Alanı içerisinde kaldığı ve geçici süreli yapı niteliğinde olduğu savunuldu.

Açıklamada şöyle dendi: “Basında gündem edilen maden ocağının şantiye sahasındaki yapı, Artvin Maden İşletmeleri A.Ş.’nin gerekli izin başvurularını yapmasına müteakip kurumumuz tarafından ilgili kanun ve yönetmelikler dâhilinde incelenerek izne konu edilen Maden Altyapı Tesis (şantiye alanları) İzin Alanı içerisinde kalmakta olup, geçici süreli yapı niteliğindedir. Firma 2018 yılında almış olduğu bu izne müteakip, 2019 yılı içerisinde ilgili yapının inşaatına başlamıştır. İzin süresi, ruhsat bitim tarihi olan 08 Temmuz 2025’de sona erecektir.”

5)Erdoğan 'bilim' üzerine konuştu: Yeni fetihler, yeni Fatihler yetiştirmenin derdindeyiz.(BİRGÜN)

Saray’da düzenlenen TÜBİTAK ve TÜBA Bilim Ödülleri Töreni'nde konuşan Erdoğan, “Üniversitelerin fizik, kimya, biyoloji ve matematik gibi temel bilimler alanındaki bölümlerine ilginin istediğimiz oranda olmadığını en iyi sizler biliyorsunuz” dedi. Erdoğan, bilimin önemine dair verdiği mesajlarda, "Yeni fetihler, yeni Fatihler yetiştirmenin derdindeyiz" ifadelerini kullandı.

6)İstanbul Üniversitesinde kitap afişine sistematik saldırı.(Özlem Songül ABAYOĞLU-EVRENSEL)

İstanbul Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Doğan Çetinkaya’nın derlediği “Osmanlı’da Marksizm ve Sosyalizm” kitabı okurlarıyla buluştu. Kitabın tanıtım etkinliği için üniversiteye asılan afişlere kimliği belirsiz kişilerce zarar verildi. Afişlerin yırtılmasını, sökülmesini değerlendiren Doç. Dr. Çetinkaya olayı, “Kitap yayınlandıktan sonra kitabın duyurusunu içeren bir afişi okula astık. Daha sonra fakültede dekanın da izni ile kitapla ilgili bir tanıtım etkinliği planladık. Etkinliğin afişini astık. İlk günden itibaren okulun farklı yerlerine astığımız afişler düzenli bir şekilde indiriliyordu. Biz de indirilemeyecek bir şekilde bantlayarak afişleri asmaya başladık. Bu sefer de falçatayla yırtılmaya başlandı” sözleriyle anlattı.(https://www.evrensel.net/haber/451278/istanbul-universitesinde-kitap-afisine-sistematik-saldiri)

7) Razi Trak Köşkü, 85 milyon liraya satışa çıkarıldı.(BİRGÜN)

İstanbul Kadıköy’de 1800’lü yıllarda Fransız bir mimar tarafından yapıldığı tahmin edilen 1’inci derece tarihi eser Razi Trak Köşkü, 85 milyon liraya satışa çıkarıldı. Metrekare birim fiyatı 100 bin lira olarak belirlenen 4 katlı köşkün 26 odası, 4 salonu ve 3 banyosu bulunuyor. (https://www.birgun.net/haber/razi-trak-kosku-85-milyon-liraya-satisa-cikarildi-370909)








8) Sağlık Bakanlığı 'etkisiz' olduğu ispatlanan Favipiravir'İ dağıtmaya devam ediyor.(Yeniçağ)

Sağlık Bakanlığı, bir faydası olmadığı belirtilen, hatta mide ve karaciğeri olumsuz etkilediği vurgulanan Favipiravir etken maddeli ilacı Covid-19 hastalarına dağıtmayı sürdürüyor. Uzmanlar, “Bu ilacın dağıtılması bir hatadır” diyor. “Sağlık Bakanlığı, ısrarla ve anlamsız bir şekilde bu ilacı hastalara vermeye devam ediyor. Bakanlık son olarak bu ilacın hastalara verilmesini hekimlerin insiyatifine bıraktı. Bu ilacın dağıtılması bir hatadır ve tedavi rehberinden çıkarılması lazım. Bu ilacı milyonlarca hastaya kullandırttılar. Hatta sadece test sonucu pozitif olanlara değil temaslılara bile dağıtıldı.” 
















Şeyh Rengim Gökmen: Bir kamu zararı öyküsü (1) - MELİS GÖNENÇ / SOL

 2007-2014 yılları arasında Devlet Opera ve Balesi (DOB) Genel Müdürlüğü yapan Rengim Gökmen’in telif hakları konusundaki sorumsuz ve laubali tutumu devlete milyonlarca liraya mal oldu.

Devlet Opera ve Balesi’nin (DOB) içinde bulunduğu sanatsal ve etik çöküntünün temel nedenlerinin başında, cumhuriyet tarihinin son 30 yılının en keskin dönemecinde, 2007-2014 arasında, kuruma bir tarikat/cemaat yapısı ve zihniyeti yerleştirmeye çalışmış olan Rengim Gökmen’in genel müdürlüğü gelir.

Bu yıllar, islamcı iktidarın, FETÖ bileşeniyle birlikte, laik cumhuriyeti törpüleme sürecini Ergenekon adı altında kararlı biçimde başlatıp, tamamladığı zaman dilimine denk düşer.

Aynı dönemde, en korunaklı, en kalın kabuklu kabul edilen DOB ve CSO başta olmak üzere, çoksesli müzik kurumlarına yönelik islamcı saldırının içeriden işbirlikçiler bulmadan başarı kazanma olasılığı ise hiç yoktur.

İlk önemli işbirlikçi, yasal ve etik engellere karşın, başrejisör yapılmasına göz yumdukları Yekta Kara’dır. Öyküsünü İDOB yazı dizimizde anlatacağız. Rengim Gökmen’in birinci sınıf işbirlikçi kumaşa sahip olduğunu islamcılar nezdinde defalarca teyit edip, ona kefil olacaktır. Başka kaynaklardan gelen bilgiler de aynı yönde olunca, islamcılar Gökmen’i gönül rahatlığıyla genel müdür yaparlar. Bu ikiliye 2009’da bir üçüncü eklenecektir: Saray’ın muteber bankacısı, DOB sponsoru Denizbank’ın Genel Müdürü Hakan Ateş’in kız kardeşi Nilgün Çelebi. Hakan Ateş İstanbul Uluslararası Opera Festivali’ne sponsor olmaya karar vermiştir. Mürüvvetini görmek ister. Eh, paranın yüzü sıcak. Nilgün Çelebi apar topar genel müdür yardımcısı yapılır.

İslamcılar Rengim Gökmen’den o kadar memnunlardır, bu kurumları kontrol altına alıp, tahrip edebilmek için ona o kadar bel bağlamışlardır ki, açık çeki çekincesiz imzalarlar; aynı anda hem DOB’un, hem de CSO’nun başına getirirler.

Her iki kurumda da benzer bir yıkım yaşanacaktır.

CSO’da yaşananları ve bugünkü perişan duruma nasıl gelindiğini CSO yazı dizimizde ele alacağız.

DOB’da islamcı iktidar döneminde olup bitenleri, Rengim Gökmen dönemi dahil, daha önceki bir yazı dizisinde kaleme almıştık. (AKP kıskacında bir kurum: DOB, soL Haber, 25 Eylül 2019)

DOB’da şeyhlik rejimi

Çok kısaca birkaç ana noktayı anımsatalım:

1) İslamcılar siyasal kültürleri gereği tek adam rejimine yatarlar. Bunun kurumsal karşılığı merkezileşmedir. Daha önce yönetsel ve sanatsal özerkliğe sahip olan opera müdürlükleri, Şeyh Rengim Gökmen döneminde bu özelliklerini yitirmiş, genel müdürün tek karar verici olduğu bir deli gömleğine sokulmuşlardır. Tam bir şeyhlik, ağalık rejimidir. Bu sürecin TÜSAK ile tamamlanması planlanmış, şeyh ve başrejisörü Yekta Hatun bu işin dinamosu olmuşlardır.

2) Tek adam rejimi her yerde klanik yapılanmaya yol açar; tarikat/cemaat örgütlenmesi modelidir. Neoliberal dönemde bu tip oluşumların kanserli hücreler gibi her yere yayıldığı biliniyor. Şeyh Rengim Gökmen başa gelir gelmez, DOB’da böyle bir süreci başlatmıştır. Gökmeni Tarikatı elemanlarını bütün müdürlüklere yerleştirecek, biat etmeyenleri dışlayacaktır.

İşlerini iyi yaptıktan sonra, sorun ne ki?” denebilir. Oysa sorun tam da burada: Tarikat/cemaat yapılarında ehliyet-liyakat ölçütü belirleyici nitelik sayılmaz; biat ölçütü temel alınır. Karşılıklı çıkar ilişkilerine dayalı bu sistem, içlerinde önemli çoğunluğu vasat ve vasat altı olan birçok Gökmeni Tarikatı üyesinin DOB’un önemli postlarına yerleşmesine, değişik müdürlüklerde yuvalanmalarına, şeyhlerinin de desteğiyle, islamcıların sanat anlayışına uygun yoz siparişlere evet demelerine yol açmış, sanatsal çöküş tetiklenmiştir. Liyakat ölçütünün terk edilmiş olması, keyfi uygulamaların artmasını getirecek, bu ise, kurumsal derinlik ve saygınlığı rendelemekte gecikmeyeceği gibi, yönetsel anlamda yerleşik hale gelen oportünizm, etik bünyeyi hızla kemirecektir.

Beni genel müdür mü yapacaklar?  Harika! Tam transa geçme zamanı. İşte, geçtim bile!






3) Şeyhin tek amacı o koltukta kalabilmektir. Şeflik nitelik ve kariyerinin ortalamanın üzerine çıkamayışı, uluslararası düzlemde var olamayışı, çok belirgin bazı kişisel zaafları, o koltuğun tek varlık nedeni olmasına yol açmış, orada tutunabilmek için dökülmediği kalıp kalmamıştır. Altı sanatçı, üstü bürokrat tuhaf bir yaratığa dönüşmüştür. Tabii, her vasat yetenek gibi, kendinden iyileri yanına oturtmamayı iyi bellemiştir.

İslamcılar için konforlu bir at arabası olacak, taşlı yollar onunla aşılacaktır.

Üç kapıdan geçerek…

Genel müdürlük koltuğunda tutunabilmek için üç kapılı bir tarikat inşa eder; üç köklü bir azı dişi:

a) Ekonomik kapı: İslamcıların zaten gâvur işi saydıkları opera-baleye zorunlu olarak ve kerhen bütçe ayırdıkları biliniyor. O da devede kulak. Laik cumhuriyetin opera-baleyi kamusal etkinlik-kamu yararı şemsiyesi altına almış olması, liberal formasyonları ve laik cumhuriyet düşmanlıkları gereği, bu güruhun sinir uçlarına dokunuyor. O nedenle, bu alanı özelleştirmek, sponsorluk ayağına özel sektöre açmak istiyorlar. Böylece, bir taşla 4 kuş indirecekler: Liberal ve islami tutarlılık,  laik cumhuriyeti Dar’ül harp coğrafyası saymalarına rağmen, yine de günahtan yırtma garantisi, parayı kendilerine daha cazip gelen alanlara kaydırma, opera-baleyi alaturka, arabesk, pop sokuşturarak seyreltme.

Yani?

Bakanlık koridorlarına, “Paramız bitti, ek bütçe verin, bu sanat kamu hizmetidir, kâr güdülmez” gibi eski Türkiye aromalı yakarışlarla musallat olan genel müdürler yerine, “Aman efendim, lütfedip bütçe ayırmış olmanız bile büyük incelik, endişe buyurmayınız, asla ek bütçe talebimiz mevzu-u bahis olmayacak, kıymetli iş dünyamızın cömert, sanatsever şahsiyetleri ne güne duruyor?” diyen bal ağızlı genel müdür arayışındalar.

Şeyhimiz, DOB tarihinde ek bütçe istemeyen ilk genel müdür olacaktır.

Peki, ne pahasına?

Birazdan örnekleyeceğiz.

b) İlahi kapı: İslamcıların göz süzeceği, sanatsal içerik açısından gerici, estetik açıdan düşük yapıtları öne çıkarmak: Mevlit KantatHaremV. Murat vb.

Yani?

Opera sahnesinde alaturka olmaz!” diyen sirke sesli genel müdür yerine, “Yerli ve milli kültürümüzün en saf ve asil zuhuru, ecdat Osmanlı harsının medar-ı iftiharı olan Klasik Türk Musikisi’ni, Batı’nın klasik müziği ile eşit kılmak bizim temel vazifelerimizden olacaktır.” diyen zemzem sesli genel müdür arayışındalar.

Laik cumhuriyetin müzik davasına büyük ihanet anlamının yanı sıra, kallavi bir müzikal kültür görgüsüzlüğü anlamı da taşıyan, çoksesli müziğe alaturka formlar lehimlemek, islamcıların gözüne girmek amacıyla bu dönemde resmi tavır niteliği kazanacaktır.

c) Medyatik kapı: İslamcılar çoksesli müzik ve sahnesinden anlamadıkları ve bu dünya içinde islamcı bulmak da çok zor olduğu için, kişiler ile ilgili değerlendirmelerini onların PR’larına bakarak yaparlar. Medyada ne kadar bol övgülü, cömert şakşaklı isim varsa, onlara yönelirler. Velhasıl, kim popülerse, işlerini onunla görmeyi yeğlerler. İşbirlikçilerin popüler figürler arasından devşirilmesi yüzyılların siyasal deneyimidir.

Damacana Serhan iş üstünde

Şeyh durumu bildiğinden, önünde de sağlam bir Yekta Hatun örneği durduğundan, basın ile bol akçeli, bol davetli, bol çıkarlı ilişkileri adeta kurumsallaştırır. Makro medyada Gökmeni Tarikatı Basın İmamı olarak Hıncal Uluç, mikroda ise, Akil Adam Şefik Kahramankaptan ve Damacana Serhan öne çıkarlar. Tabii, başkaları da vardır. Festivallerde ağırlanan tayfayı yeri geldiğinde tanıtacağız.

Şeyhin damacana ile ilişkisi gerçekten de damacana usulü olacaktır. Etik metik hak getire! Damacana, “Her notanın arkasında bir banknot gizlidir” ilkesini varlık nedeni yapmış ve her tüccar gibi, paranın hemen ve çoğul haliyle avuçlanmasının mutluluk hormonunun tek yakıtı olduğuna iman etmiş bir canlı türünün temsilcisi olduğundan, kültürel genlerine sabır kavramı tanımlanmamıştır. 2009 yılı sonunda, şeyh, damacanadan DOB adına, ücretsiz dağıtılacak bir PR yayını çıkarmasını ister. OPERA BALE GAZETESİ adlı iki aylık ve iki yapraklık bu sıska bülten, sıskalığına epey sıskadır ama, damacanaya ödenen rakam ters orantılı olarak oldukça tombul olacaktır. Sözü edilen PR bülteni DOB’un herhangi bir sekreterinin bir haftada kotarabileceği nitelikte olmasına rağmen, bu yolun şeyhin medyatik köpürtülmesine yeterince elverişli olmayacağı saptaması üzerine, damacana devreye alınmıştır.

PR’cımız doyumsuz bir iştahla DOB banknotlarını istifleyince, hiç bekletmez; bültenin ilk sayısının üzerinden henüz 4 ay geçmiş, ikinci sayının mürekkebi bile kurumamışken gereğini yapar:

Andante Klasik Müzik Ödülleri 2010, Yılın Orkestra Şefi Ödülü: Rengim Gökmen.

Andante Klasik Müzik Ödülleri 2010, Yılın Müzik Kurumu Yöneticisi (DOB) Ödülü: Rengim Gökmen.

Yani, çift kaşarlı…

Herkes yolunu bulur.

Liberal damacana tarifeyi kalın uçla yazar:

“Ne kadar ekmek, o kadar köfte.”

Anladınız, değil mi?

“Yap PR’ı, kap parayı” dönemi kurumsallaşmaya başlamıştır. Malum, neoliberal çağdayız; sanat aşkının nakit aşkına endekslendiği yılları katediyoruz. Bu çürümeye sipariş PR kitapları rezaleti de eklendiğinde, ülkede artık neden müzik yazarlığı diye bir şey kalmadığının önemli nedenlerinden birini kuyruğundan yakalamış oluyorsunuz.

Ne pahasına mı?

Şeyhimiz düşünür:

Repertuara çakarlı bir Osmanlı macunu çektik mi, iş tamam. Medya en kolayı; birkaç kemiğe hepsi tav olur zaten. Cebimizden çıkmıyor ya… Esas mesele bütçe; adamlardan ek 5 kuruş dahi istememek lazım. Vallahi koltuk gider. En iyisi, Nilgün’ü yardımcım yapıp, Denizbank’ı vantuzlamak. Ne yapalım; o ağabeyini de çekeceğiz artık. Herif bankacı postuna bürünmüş Coşkun Sabah, billahi!

Tamam da, ya kalan masraflar? Herkes elimize bakıyor. Bari şu telif belası olmasaydı..!”

Şeyh Hazretleri doluya koyar almaz, boşa koyar dolmaz.

Peki, hiç telif ödemesek, ne olur ki?”

Nasıl yani?

İşte, ilk bölümü 8 yıl, ikinci bölümü 12 yıl, üçüncü bölümü halen sürmekte olan kamu zararı öykümüz bu cümle ile başlıyor.

Bölüm 1: Kepazelik tohumları

Internationale Musikverlage Hans Sikorski 1935 yılında kurulmuş, merkezi Hamburg’da olup, dünyanın birçok ülkesinde temsilciliği bulunan, DOB’dan daha yaşlı, uluslararası bir nota yayımcısıdır. Dolayısıyla, telif haklarını da elinde tutuyor. Neoklasik yapıtların hatırı sayılır bir bölümünün mali hakları bu şirkette. Tıpkı diğerlerinde olduğu gibi, onun listesinden bir yapıt seçtiğinizde, ancak telif ve nota ücretini ayrı kalemler olarak içeren bir sözleşme imzaladıktan sonra seslendirme/sahneleme izni alabiliyorsunuz. Gelişmiş ülkelerin hepsinde uygulanan yöntem bu. AB ülkeleri açısından son derece hassas bir konu.

1) 2005 yılında, İstanbul Devlet Opera ve Balesi (İDOB) Prokofiev’in Romeo ve Juliet balesini sahneleme kararı alır. Bu sırada İDOB’un başında Suat Arıkan var. DOB Genel Müdürü ise, Remzi Buharalı. DOB üzerinden henüz şeyhin traktörü geçmemiş; sistem merkezileştirilmemiş. Müdürlükler yönetsel ve sanatsal özerkliğe sahip olduğu gibi, mali konularda da baskı görmüyor.

Telif?

Romeo ve Juliet’in repertuara alındığından haberdar olan Sikorski temsilcisi, yapıt sahnelenmeden birkaç ay önce temsil bedeli (telif hakkı) ile nota kirasının ödenmesi gerektiği yönünde Suat Arıkan’ı uyarır. Üstelik, sözleşme metnini de getirmiştir. Arıkan iplemez. Konunun hukuki bir soruna yol açabileceği öngörüsüne sahip olmadığı için, ne kendi hukukçusundan, ne de genel müdürlükten görüş ister.

"Yoksa, tazminat ateşi aşk ateşinden daha mı yakıcı?"


17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi’nde, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik görüşmelerinin 3 Ekim 2005’ten itibaren başlaması kararı alınmıştır. Artık Avrupalı oluyoruz; dünyanın fonu gelecek. Üç beş kuruşluk telifin lafı mı olur? Arada kaynar gideriz.

Kurum çağdaş da, zihniyet Osmanlı…

Romeo ve Juliet 14, 17 ve 21 Mayıs 2005’te AKM’de, 1 Temmuz’da ise, 12. Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali kapsamında sahneye taşınır.

2) DOB Genel Müdürü Meriç Sümen. Ankara’da parlak fikir: İlkbahar Tangosu adıyla bir bale gösterisi. Üç bölümlü, üç müzikli, üç koreograflı. İlk bölüm, Kazimir’s Colors, Mauro Bigonzetti’nin elinden çıkma. Müzik olarak, Şostakoviç’in 1. Piyano Konçertosu kullanılmış.

Telif?

Manyak mısın? CD’den çalacağız, ne telifi?

Emin misin?

O kadar ince elersen, her işte kusur bulursun. Endişeye mahal yok. Artık AB’ye giriyoruz. Tarama toplantıları bitti sayılır. Fasıllar açılmaya başlıyor; müzakereler gıcır. AB hükümetin arkasında. Ayrıca, İstanbul da 2010 Avrupa Kültür Başkenti ilan edilecek gibi. Paralar gelecek. Üç beş kuruşluk telifin lafı mı olur? Arada kaynar gideriz.

Kurum çağdaş da, zihniyet Osmanlı…

İlkbahar Tangosu Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından 27 Ağustos, 9 ve 14 Ekim ile 28 Aralık 2006 tarihlerinde sahnelenecektir.

3) DOB Genel Müdürü Meriç Sümen. 14. Aspendos Festivali programı hazırlanmakta. Krasnodar Grigorovitch Bale Topluluğu’nu davet edelim. Haçaturyan’ın Spartacus’u iyi gider. Zaten izleyicilerin yüzde 70’i Rus ve Alman ağırlıklı yabancılardan oluşuyor. Topluluk Rus, besteci de Sovyet döneminin dünya çapındaki isimlerinden.

Telif?

Boş ver. AB jürisi 11 Nisan 2006’da İstanbul’u oybirliğiyle 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçti. Kasım’da Konsey nasıl olsa onaylar. Paralar geliyor. Üç beş kuruşluk telifin lafı mı olur? Arada kaynar gideriz.

Olur mu?

Olmadı, “Biz dans etmedik, Ruslar etti. Parayı onlar ödesin” deriz.

Tamam da, İDOB orkestrası çaldı.

Armudun sapı, üzümün çöpü! Bırak bu kafayı. İş bitirici ol! Devir değişti.”

Kurum çağdaş da, zihniyet Osmanlı…

Spartacus 30 Haziran 2007’de Aspendos’ta sahnelenir.

4) Antalya Devlet Opera ve Balesi Prokofiev’in Peter ve Kurt’unu sahneye taşıma kararında. Temsillerden biri Remzi Buharalı’nın, 8’i Meriç Sümen’in, 9’u şeyhin genel müdürlüğüne denk geliyor. Remzi Buharalı ve Meriç Sümen dönemlerinde il müdürlükleri özerk olduğu için, olası hukuksal sorunlar konusunda Ankara devrede değil. Şeyhin döneminde ise durum tamamen tersi.

Antalya DOB yapıtı 18 kez afiyetle sahneliyor. Müzik CD’den. Çocuklara yönelik bu yapıtın seçilmiş olması yerinde ve işlevsel. Herkes memnun.

Telif?

AB ile ilişkiler doruk noktasında. 2007’de, 2013’e kadar AB hukukuna uymayı hedeflediğimizi bildiriyoruz. Sonrası kolay. Zaten 2021’de de üyeyiz, bilemedin 2023. Şunun şurasında ne kaldı? Ayrıca, Antalya’nın yarısı Alman. AB’nin lokomotifi de Almanya. Üstüne üstlük 13 Kasım 2006’da AB Komisyonu İstanbul’un 2010 Avrupa Başkenti olmasına onayı da bastı. Almanya hayır dese, hiç olur muydu? Çifte kavrulmuş… Damperliyle para gelecek. Üç beş kuruşluk telifin lafı mı olur? Arada kaynar gideriz.

Gerçekten mi?

Elbette. Telif şirketi de Alman değil mi? Görmüyor musun, akılları fikirleri güneş, deniz, kum. Uyanık ol. Saksıyı çalıştır. Olmadı, temsilcisine atarsın bi sakal, işi bağlarsın.”

Kurum çağdaş da, zihniyet Osmanlı…

Peter ve Kurt Antalya DOB’da 24 Nisan 2004, 18 Şubat, 4, 18, 25 Mart, 8, 15, 23 Nisan, 13 Mayıs, 21 Ekim, 25 Kasım, 16 Aralık 2007, 20 Ocak, 10, 18 Şubat, 20 Mart, 6 Nisan ve 18 Mayıs 2008 tarihlerinde toplam 18 kez sahneye taşınır.

5) DOB Genel Müdürü Rengim Gökmen. Ankara’da Sovyet-Rus besteci Rodion Şedrin’in Carmen Suite’i, Carmen Fantezi adıyla sahneye taşınacak. Şeyh uyanık; Carmen Fantezi adı ilk başta Sarasate’ın 1880’lerdeki keman uyarlamasını anımsattığı için telif şirketinin dikkatinden kaçabilir. Malum, telif hakkı sınırı 70 yıl.

Ya çakozlarlarsa?

Şeyh uyanık; 2007’de Türkiye’de “Rus Kültür Yılı” kutlandı ya, 2008’de de Rusya’da “Türk Kültür Yılı” kutlanacak. Durum gayet resmi, bağlanacak kazık gayet sağlam.

Telif?

Ne telifi be? Koskoca Rusya’da “Türk Kültür Yılı” kutlanıyor. Biz de jest olarak Rus bestecinin eserini seçtik, falan deriz. Üç beş kuruşluk telifin lafı mı olur? Arada kaynar gideriz.

Aksilik olmaz mı? Ya telif hakkı başka bir ülkenin şirketindeyse?

Paranoyaklığı bırak! Bu kadar pimpirikle ancak kurdeşen olursun. Anadolu kaplanları nasıl? Atılgan, girişken, iş bitirici… Sanat kaplanı ol, sanat kaplanı!”

Kurum çağdaş da, zihniyet Osmanlı…

Carmen Suite 23, 28 Şubat, 1, 13, 15, 27 Mart ve 10, 12, 17 Nisan 2008 tarihlerinde olmak üzere toplam 9 kez temsil edilir.

Bölüm 2: Davalar yılı 2008

2007 Kasım’ında şeyh genel müdür koltuğuna oturtulur. Telif haklarını elinde tutan Sikorski firması o ana kadarki uyarılarının şark usulü sabunlama ile geçiştirildiğinin bilincinde olduğundan, yasal süreci başlatmadan önce, yeni patron nezdinde son bir girişimde daha bulunmayı uygun görür. Bu yenisi yurt dışında bulunmuş, usul adap bilir, aklı başında biriymiş ya, sorun kolaylıkla çözülebilirmiş.

Bırakın sorunu çözmeyi, şeyh ortada sorun olduğunu bile kabul etmemektedir. Telif de nedir? Bir kuruş dahi çalışmaz.

Oysa, Alman firma uzlaşmadan yanadır ve bir orta yol bulunabileceğine kanidir. Yıllar sürecek davalar, kırpılacak tutarlar yerine, makul rakamlarda buluşmak ticari açıdan daha elverişlidir.

Elin Almanı şeyhin verdiği hangi sözler karşılığı o koltuğa oturtulduğunu ne bilsin?

Yapacak bir şey kalmamıştır. 2008 yılı içinde yukarıda sözü edilen beş yapıt için de dava açılacaktır.

Dikkat edilirse, telif tartışmasına konu olan yapıtların tamamı 2004-2008 yılları arasında temsil edilmiştir. Bu yılların en önemli özelliği,  AB tarafından şımartılan islamcıların meşruiyet alanının genişletilmesi yönünde atılan adımlara sahne olmasıdır. 2004’te AB üyelik görüşmeleri için tarih verilmesi havucu da, 2006’da İstanbul’u 2010 Avrupa Başkenti yapma helvası da bu yöndeki yol işaretleme girişimleridir. Tabii, aktarılan maddi kaynakların, her zaman olduğu gibi, “festival, konser, bienal, renovasyon” falan gibi ayaklarla yağmalanması, sürecin doğal bileşeni olacaktır. Velhasıl, pembe yıllardır; para vermek değil, para almak mantığı egemendir.

Sanat kurumlarında ve devletin her kademesinde AB sözcüğü ağızlardan döküldüğü anda, “Ne kadar verecekler?” refleksi pavlovyen şekle dönüşmüştür.

Şeyhin cebinde o sırada avantaj gibi duran ama, gerçekte tam bir ayı kapanı olan üç şans kartından söz edilebilir:

1) AB ile canım cicim yılları: İslamcılara, tek kuruşluk ek bütçe talebinde bulunmayacağı sözü vermiş olan şeyhimiz, AB şirketlerine değil telif ücreti ödemek, doğrudan onlardan fonlanabilmenin peşindedir. Tam bir Şark-Garp yaklaşım farkı:

Şeyh, “AB’ye giriyoruz. Artık akraba sayılırız. Onların sanatını yapıyoruz;  biraz da bizi görsünler canım! Telifin falan lafı mı olur?” diyen şark zurnasını üflerken, Alman şirket, “Türkler AB müktesebatına uyacaklarına ve opera-bale de en çağdaş kurumlarının başında geldiğine göre, telifleri falan artık düzgün öderler” şeklindeki garp düdüğünü çalmaktadır.

Siyasal gökteki iyimserlik ve atmosfere yayılmış euro kokusu şeyhimizi fena halde yanıltmaktadır.

2) Rakipsiz Yekta Kara: En büyük destekçisi Yekta Hatun Almanya’da okumuş, Almanlar ile içli dışlıdır ya, gerekirse, Alman büyükelçiyi arayıp, işi bitirebilir. Basın ile de ballı börekli. Hatun şeyhi kanatlandırdıkça kanatlandıracaktır.

3) Bankacızade Nilgün Çelebi: Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş’in ablası Nilgün Çelebi’yi olası kötü senaryolara karşı teminat akçesi olarak DOB Genel Müdür Yardımcısı yapıp, gerektiğinde, pantolon paçalarını ıslatmadan sudan geçebileceğini düşünmektedir. Kapsamlı poliçe. Allah için hoş kadın da; koltuğa yakışır hani…

Dedik ya, bizim şeyh akıllı, kültürlü, görgülü, bilgili, üstelik de kurnaz mı, kurnaz. Hem de şark kurnazı. Yoksa nasıl şeyh olsun ki?

Gel de bunları Sikorski’nin kalın kafalı avukatlarına anlat! Yok 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na aykırı tavırmış, yok AB’nin standart ve uygulamaları varmış, yok ülkenin imajı zedelenirmiş, vır vır vır… Koltuğu bırakıp gidelim yani, öyle mi? O zaman bize kim şeflik yaptırır? Ayrıca, dünya zengini Alman bizden gelecek üç kuruşluk telife mi kaldı?

Yarın: DAVA YAĞMURU BAŞLIYOR (2)

melisgonenc@gmail.com