(I)
Hatırlarsınız ocak ayında, yöneticilerinin ballı kamu ihaleleri almaları ve arada bir -yargının emir telakki ettiği- sansasyonel suç duyuruları yapmaları dışında bir faaliyetlerine rastlamadığımız birkaç dernek gene harekete geçmişti. Bu kez hedefte 2017 yılından beri çalınıp söylenen "Şahane Bir Şey Yaşamak" şarkısında geçen “… Selam söyleyin o cahil Havva ile Adem’e …” sözleri vardı. Önce şarkıyı söyleyen Sezen Aksu’nun evi önünde protestolar yapıldı. Ardından Diyanet İşleri Başkanlığı “Dini şahsiyet, sembol ve değerlerle ilgili özensiz tutum ve davranışlarda bulunulması, en hafif tabirle saygısızlıktır” diyerek topa girdi.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ise Cuma namazının ardından, isim vermeden konuştu “Bütün bunların karşısında dimdik duracak olanlar sizlersiniz. Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yer geldiğinde koparmak bizim görevimizdir” dedi. Bu açıklama sonrası açıklamalar, toplu şikayetler ve suç duyuruları yapılmaya başlandı.
Bu suç duyurularından birisini yapan malum dernek başkanlarından birisi ise el arttırarak, Sezen Aksu ile dayanışma açıklamaları yapan Müjde Ar gibi sanatçıları hedef aldı: "...Onlara laf söyleyenlerin dillerini keseceğimizi buradan ilan ediyoruz. İçişleri Bakanımızın da dediği gibi, beyinlerine sıkacağız, kafalarına. İnlerinde hepsini ezeceğiz. … Bu Türkiye de eski Türkiye değil. Herkes aklını başına alsın...". Bu tehditler üzerine Müjde Ar ve başka yurttaşlar şikayetçi oldular.
Şikâyeti inceleyen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 06.05.2022 tarihinde bol miktarda AİHM, AYM ve Yargıtay kararı atıflı bir “Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar” verdi. Bu kararda TCK 216. maddesindeki düzenlemeye göre suçun oluşması için "halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesiminin, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik edilmesi" yeterli olmayıp… AİHM’nin… kararında, düşmanca bir üslûpla kaleme alınmış olmakla birlikte halkı şiddete ve silahlı direnişe, ayaklanmaya teşvik olmadığı sürece ifadenin sırf düşmanca üslûp taşıdığı gerekçesiyle cezalandırılamayacağı, düşmanca kaleme alınan ifadelerin ulaştığı insan kitlesi nazara alındığında toplumun büyük kesimini etkileme imkânı olmadığından ulusal güvenlik ve kamu düzeni bakımından tehlike oluşturmayacağı..” değerlendirmesi yapılmış.
***
Şimdi gelelim günümüze; öteden beri giyimi ve tavırlarıyla iktidara ve yakın medyasının hedefinde olan Gülşen dün sahnede, öncesini sonrasını tespit edemediğimiz şu sözleri kullanmış; “…İmam Hatip’te okumuş daha önce kendisi, sapıklığı oradan geliyor…". Kuşkusuz -bu haliyle- sözler eleştirilebilir, kaba bulunabilir, hakaret olarak değerlendirilebilir ve kınanabilir. Nitekim bakanlar, Bakanlıklar, Diyanet İşleri Başkanı, vs. yüzleri bulan kınama ve suç duyurusu açıklaması yapıldı.
Ancak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı TCK 216 maddenin ihlal edildiği gerekçesiyle resen harekete geçerek gözaltı kararı aldı. Maddede öngörülen ceza miktarına göre, -eğer doğru ise- gözaltı uygulamasının hukuksuzluğu çok açık. Ancak bu durumda Ceza Hukukunun ilkelerinin hükmünün sürmesi hukuk devletinin gereğidir. Şimdi Müjde Ar’ın şikayetinde ve benzer olaylarda şikayetçisi muhaliflerin olduğu binlerce şikâyet ve davada dayanılan AİHM, AYM ve Yargıtay kararlarına atıf yapılıp yapılmayacağını göreceğiz. Yüksek olasılıkla bu atıflar yapılmayacak Gülşen’e hayat zindan edilecek.
Yukarıda alıntıladığım “Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar” ın gerekçesine göre Gülşen’in sözlerinin TCK 216 (1) deki “halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesiminin, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik edilmesi” suçunu oluşturmadığı açık. TCK 216 (2) de yaptırıma bağlanan “aşağılama” suçu da aynı gerekçeye ve İmam Hatip(liler) “sosyal sınıf, ırk, din, cinsiyet, mezhep veya bölge” olmadıklarına göre mümkün değil. Sarf edilen sözler “kamu barışını bozmaya elverişli” olmadığı için TCK 216 (3) deki suç da oluşmayacaktır.
***
İktidarın ve ilişiklerinin Gülşen’in sözlerini köpürtmeleri anlaşılabilir. Çünkü öteden beri arka bahçeleri olarak gördükleri İmam Hatip(li)leri ve epeydir koptuğu muhafazakar kesimleri bu sözler üzerinden “yakalamak” isteyecektir. Doğrusu bu sözler de bir fırsat sunuyor. Ancak yargının çifte standartı daha başlangıçta sert bir şekilde ortaya çıktı. Yargının, LGBTİQ+’lara, kadınlara, Alevilere, ODTÜ’lülere vs. dönük, suç olduğu tartışmasız olan söz ve hareketlere tepkisiz kalıp, yapılan şikayetleri AİHM ve AYM kararlarına atıfla takipsiz bırakırken iktidarın taraf olduğu olaylarda bu içtihatları unutarak “cevval” davranması; bu kesimlere dönük saldırganlığı yeniden üretirken saldırganlığı pervasızlaştırıyor.
Unutulmamalı ki yargı sadece hukuki uyuşmazlıklarla ilişkisi nedeniyle değil takip ettikleri/etmedikleri, cezalandırdıkları/cezalandırmadıkları aracılığıyla da önemlidir, belirleyicidir. Bunun doğru yolu da öncelikle eşit, adil ve hukuki bir pratikten geçer. Ortalığa dökülmüş ciddi suç iddialarında hareketsiz kalıp, suç olup olmadığı tartışmalı sözlerde, üstelik çifte standartla hareket etmek yargıya ve topluma fayda sağlamaz.
/././
(II)
Dün henüz Gülşen gözaltına alınmamışken “Gülşen’in Sözleri (I)” başlıklı yazımı yazmıştım. Doğrusu henüz Savcı, Gülşen’i sorguya sevk etmediği için aleyhine olabilecek bir tartışma başlayabilir kaygısı ile yumuşak bir tonda yazmıştım. Ama maalesef Cumhuriyet savcısı sorguya sevk etti ve Gülşen tutuklandı. İlk yazım köşe kısıtı nedeniyle çok da detaylı değildi. Ama tutuklama sonrası ortaya çıkanlar daha detaylı bir yazı yazmamı zorladı.
Öncelikle ilk yazımda referans verdiğim “Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar” dan daha uzun bir alıntı yapacağım: “Tüm dosya muhteviyatı incelendiğinde TCK 216. maddesinde hüküm altına alınan Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Etme suçuna vücut verebileceğinden bahisle yapılan inceleme ve değerlendirme neticesinde; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2007/8-244 E, 2008/92 K. sayılı ve 29/04/2008 tarihli kararında, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 216. maddesindeki düzenlemeye göre suçun oluşması için "halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesiminin, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik edilmesi" yeterli olmayıp, bunun "kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikeyi" ortaya çıkarması gerektiği, “Kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike” unsurunun; fiilin kamu güvenliğini tehlikeye düşürecek biçimde yapılması gerektiği bu sebeple suç soyut tehlike suçu olmaktan çıkarılıp, somut tehlike suçu haline getirildiği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin 08/07/2009 tarihli ve 23462/94 sayılı kararında, düşmanca bir üslûpla kaleme alınmış olmakla birlikte halkı şiddete ve silahlı direnişe, ayaklanmaya teşvik olmadığı sürece ifadenin sırf düşmanca üslûp taşıdığı gerekçesiyle cezalandırılamayacağı, düşmanca kaleme alınan ifadelerin ulaştığı insan kitlesi nazara alındığında toplumun büyük kesimini etkileme imkânı olmadığından ulusal güvenlik ve kamu düzeni bakımından tehlike oluşturmayacağının belirtildiği,.. 15 Temmuz Şehitler Ve Gaziler Platformunca Platform Başkanı Erol BULUT' un 23/01/2022 Tarihinde yapmış olduğu basın açıklamasındaki sarf etmiş olduğu söz ve beyanlarının Başta AİHM, Yargıtay ve yasal mevzuat göz önünde bulundurularak yapılan incelemesinde, Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Etme suçu açısından, dosya muhteviyatı nazara alındığında suça konu basın açıklamasında yer alan söz ve beyanlar sebebiyle kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlikenin ortaya çıktığına dair dosyaya yansıyan herhangi bir delil olmadığından TCK 216/1 maddesinin lafzı ve gerekçesi nazara alındığında Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik Etme suçunun da yasal unsurları itibariyle oluşmadığı … kanaati hasıl olmuştur. Şüpheli hakkında kamu adına KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA,”
Savcılık bu kararı 15 Temmuz Şehitler ve Gaziler Platformunca Platform Başkanı Erol BULUT' un 23/01/2022 Tarihinde yapmış olduğu basın açıklamasındaki "...Onlara laf söyleyenlerin dillerini keseceğimizi buradan ilan ediyoruz. İçişleri Bakanımızın da dediği gibi, beyinlerine sıkacağız, kafalarına. İnlerinde hepsini ezeceğiz. Dağda, PKK’yı Kandil’de nasıl eziyorsak, onları savunanlara da bunu bir kez daha söylüyoruz. Bugünden sonra dinimize, imanımıza, mukaddesatımıza dil uzatanlar bilsinler ki biz eski Türk milleti değiliz. Dev uyandı. Bu Türkiye de eski Türkiye değil. Herkes aklını başına alsın..." sözleri nedeniyle verdi. Ayrıca Suçu ve Suçluyu Övmek, Halk Arasında Korku Ve Panik Yaratmak Amacıyla Tehdit ve Suç İşlemeye Tahrik suçlarının da oluşmadığına karar verdi.
Özetle diyor ki karar; TCK 216. maddesinde hüküm altına alınan Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Etme suçunun oluşabilmesi için “alenen tahrik, düşmanca üslûp” yetmez ayrıca kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkması gerekir. “Güzel” bir karar diyebilirsiniz. AİHM kararlarına atıf var, yakın ve açık tehlike kavramı irdelenmiş, özgürlükçü falan. Ancak bu kararı önemli kılan başka bir husus var. Uzunca alıntı yaptığım “Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Kararı” yazan Cumhuriyet Savcısı ile Gülşen’i sorguya sevk eden AYNI SAVCI!
O zaman İstanbul Başsavcılığına sorulması gereken şu: Gülşen’in sözlerinde halkı şiddete ve silahlı direnişe, ayaklanmaya teşvik olmadığına ve zaten en az dört ay önce söylenerek kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike oluşturmadığı da fiilen ortaya çıktığına göre, bu sözler nedeniyle nasıl suç oluşturmaktadır diyerek sorguya sevk edersiniz? “Dillerini keseceğiz beyinlerine sıkacağız, inlerinde hepsini ezeceğiz” sözlerinde dayanak gösterilen AİHM ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararları nereye gitti? Bu çifte standart olduğu kadar yargının iktidarın ajandasına uyumlu hareket ettiğinin de göstergesidir.
Gelelim 216 maddeye. Ceza hukukunun bel kemiği kanunilik ilkesidir. Özetle bir eylemin cezalandırılabilmesi için kanunda açık bir şekilde tanımlanmış olması gerekir kıyas ya da yorum yolu ile genişletemezsiniz. Ne diyor 216. Madde?
“(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Mahkemenin hangi fıkradan tutukladığı belli olmadığı için 3 fıkraya da bakalım.
1.Fıkradaki suç için sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini” diyor. Yani buraya mühendisleri, doktorları hakimleri, savcıları, meslek liselileri ve doğal olarak “İmam Hatipleri” ekleyemezsiniz. Taktir edersiniz ki İmam Hatipler ve İmam Hatipliler sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge değil! Ayrıca kin ve düşmanlığa tahrik de yetmez bunun başka bir kesim aleyhine olması gerekir. Tabii bu da yetmez ayrıca “bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması” gerekir. Ki böyle bir durumda ortaya çıkmış değil.
Gülşen’in sözlerini nasıl bir okumaya tabii tutarsanız tutun sağlıklı bir değerlendirme ile bu maddedeki suçu çıkaramazsınız.
2.Fıkradaki suç içinde “Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılamak” gerekir. Yukarıda belirttiğim gibi İmam Hatipler ve İmam Hatipliler sosyal sınıf, ırk, din, mezhep cinsiyet veya bölge olmadığı için bu fıkradaki suç da oluşmaz. Kaldı ki sonradan ortaya çıktı ki Gülşen bu sözleri ekip arkadaşı olan bir kişiye dönük ve şaka olarak sarf ediyor.
3.Fıkaraya gelince; bu fıkradaki suçun oluşması için “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamak gerekir. İmam Hatipler ve İmam Hatipliler halkın bir kesimin benimsediği “dini değer” de değildir. Öyle kabul edilse bile bu fıkradaki suçun oluşması için aşağılamanın “fiilin kamu barışını bozmaya elverişli” olması gerekir. Bu yönde bir iddia da yok. Ayrıca Gülşen’in Avukatı sorgu sırasında bu sözün mikrofona da yansımadığını söylüyor. Bu durumda tüm fıkralar için geçerli olan “aleniyet unsuru” da ortadan kalkmaktadır.
Özetle Gülşen’in tutuklanmasına konu eylemi TCK 216 maddede tanımlanan suçlardan hiç birisine girmez. Kınayan kınar eleştiren eleştirir. Tam burada örneğini yukarıda verdiğim çifte standarda bir kez daha vurgu yapmakta fayda var: gün geçmesin ki kadınlara LGBTİQ+’lara, farklı inanç gruplarına dönük yukarıdaki suçları oluşturan bir açıklama gazete yazısı veya video gündeme düşmesin. Ama çok azında, o da şikâyet üzerine harekete geçebiliyor yargımız.
Gelelim Tutuklamaya
Tutuklamaya dayanak olan eylemin 216. Maddenin hangi fıkrası kapsamında değerlendirildiği belli değil. Fıkralarda öngörülen cezaların alt sınırı sırası ile 1 yıl, 6 ay ve 6 ay. Üst sınırlar ise 3 yıl, 1 yıl ve 1 yıl. Ayrıca bu suç katalog suçlardan olmadığı için tutuklama nedeni var sayılamaz. O zaman genel şartlara bakacağız. CMK 10. Maddeye göre bir kişi ancak “kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa veya davranışları; delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, tanık, mağdur veya
başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunması, Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa” tutuklanabilir. En “şüpheci” savcı/ hakim bile bu koşulların varlığına dair bir şüphe unsuru gösteremez sanırım.
Tutuklama da ayrıca “verilmesi beklenen ceza ve ölçülülük” kriteri vardır. En büyük hukuksuzluk da burada ortaya çıkıyor: Diyelim suç sahiden oluştu ve karar kesinleşti. 216. Maddenin 2. Ve 3. Maddeden üst sınırdan ceza verilip kesinleşse bile Gülşen, doğrudan açık cezaevine alınacak ve aynı gün Covid izniyle ya da denetimli serbestlik kararı ile salıverilecekti. Yani halk arasındaki deyimle girdi çıktı yapacaktı. 1. Fıkaranın alt sınırından verilecek cezada da böyle olacaktı. Hatta 2 yıla kadar alt sınırdan ayrılınsa bile -ki bunu gerektirecek sabıka vs. olmadığı gibi Gülşen özür de diledi- girdi/çıktı yapacaktı.
Bu durumda açıkça şunu söyleyebiliriz: yatarı olmayan bir suç için tutuklama kararı verilmiştir. Böyle bir karara da tutuklama kararı değil başka bir şey denir. Şu anda
benzer hukuksuz birçok tutuklamada olduğu gibi.
Bu tutuklama kararını meşrulaştıranlara, alkışlayanlara, tutuklansın diye kampanya yapanlara şunu da hatırlatayım; haksız tutuklama nedeniyle ödenecek tazminat sizin vergilerinizden ödenecek!
Peki tüm bu yaşananlarda suç yok mu?
Gülşen’in tutuklanması suçtur. Bunun üzerinden halkın bölünmeye çalışılması ve tam da suç maddesinin koşulu olan kamu güvenliğini tehlikeye sokacak mecralara girilmesi suçtur.
Yaşananların yukarıda anlatmaya çalıştığım hukuksuzluklar ve yargıya dair çifte standart dışında başka gösterdikleri de var. İktidarın çoktandır kullandığı dinsel söylemlerin siyasal olarak halkı ve kadrolarını konsolide etme kabiliyeti eskisi kadar değil. Nitekim kendi çevrelerinden bile eleştiriler yükseldi. Halkın önemli bir kısmı Gülşen’e sahip çıktı. İktidar ve adına hareket edenler Trol kampanyaları ile işi idare etmeye çalışıyorlar. Bunun muhalif yapılara da bir şeyler göstermesi gerekir.
İlhan Cihaner / BİRGÜN