28 Eylül 2022 Çarşamba

Kimliklere sıkışan sol kaybediyor - İbrahim Varlı / BİRGÜN

 

Çelişkilerin derinleştiği ülkelerde solun söylemleri geniş yığınlar açısından karmaşık. İtalya örneğindeki gibi sol akımlar entelektüel tartışmalara boğuluyor. Sol, toplumsal kesimlerin istemlerine acil cevap verme yerine kimlik politikalarına sarılıyor. Sağcılar ise daha basit ve popülist söylemlere başvuruyor.

                        Meloni'nin hükümetinde yer alacak isimler üzerinde çalıştığı belirtildi. (Fotoğraf: Depo Photos)

İtalya’daki seçim sonuçları Avrupa’yı sarstı. Kıta genelinde aşırı sağ eğilimler son yıllarda yükselse de ilk kez bir ülkede resmen iktidar kuracaklar. Giorgi Meloni’nin başkanı olduğu İtalya'nın Kardeşleri Partisi‘nin (FdI) liderlik ettiği aşırı sağ ittifakın ülkeyi yönetecek olması Avrupa’da endişelere yol açtı. Almanya Köln'deki Uluslararası Yüksekokul’dan Prof. Dr. Kemal Bozay, sağın İtalya’daki yükselişinin nedenlerini ve yansımalarını anlattı.

Mussolini hayranı Meloni’nin başında olduğu İtalya’nın Kardeşleri Partisi’ne kazandıran faktörler neydi?
İtalya’da yapılan seçimlerde Mussolini hayranı Giorgia Meloni’nin başını çektiği neofaşist eğilimli İtalya’nın Kardeşleri Partisi’nin yaklaşık yüzde 26’lık oy oranıyla en güçlü parti olması ülkenin politik hattı açısından yeni bir dönemece işaret ediyor. Bir önceki seçimde İtalya’nın Kardeşleri Partisi’nin yüzde 4’lük oy oranıyla küçük parti konumundayken şimdi en güçlü partiye dönüşmesi elbette tesadüfü değil. Neoliberal dönüşümle birlikte İtalya’daki emekçi kesimler üzerinde bir dizi saldırılar gündeme geldi. Bu sürece ek olarak koronavirüs krizi, göçmen ve mülteci hareketleri, Ukrayna Savaşı, Avrupa karşıtlığı ve ülke çapında sosyal dengelerin olumsuz yönde etkilenmesi geliyor. Bu durumdan faydalanan aşırı sağcı ve neofaşist güçler yeni milliyetçilik dalgası etrafında bir propagandaya yöneldiler. Ayrıca milliyetçi temelde aile tanımı ve geleneksel gerici değerlere daha çok sarılma gibi eğilimler de gündeme geldi. Son olarak Meloni ılımlı sağ popülist bir profil de çizdi. Bu faktörlerin hem neofaşist eğilimli İtalya’nın Kardeşleri Partisi’ni hem de bir bütün olarak aşırı sağ ve popülist hareketleri de güçlendirdiğini görebiliriz.

Önce İsveç, şimdi de İtalya. Avrupa genelinde bir aşırı sağ yükseliş söz konusu. Neden, nasıl yükseliyorlar?

Son yıllarda Avrupa genelinde aşırı sağ ve sağ popülist hareketlerin güç kazandığı bir gerçek. Polonya, Macaristan, Hırvatistan, Avusturya, Fransa ve İsveç gibi ülkelerde aşırı sağ ve neofaşist partiler ivme kazandı. Almanya, Hollanda ve Belçika gibi ülkelerde de sağ popülist partiler daha da güç kazanıyorlar. Bu süreç de tesadüfi değil. Uluslararası arenada ve Avrupa boyutunda kapitalist sistemin daha da krize girmesiyle, toplum içerisinde milliyetçi ve ayırımcı politikaların güç kazanmasıyla ve sonuçta mevcut siyasal partilerin geniş kesimlere perspektif sunamamalarıyla birlikte yeni görünümlü aşırı sağ ve neofaşist partiler daha da güç kazandılar. Avrupa boyutunda yeni bir sağ popülizm gerçekliğinden söz edilebilir. Bu politik hat popülist söylemlerle mevcut partilerin krizinden de nemalanmakta. Oysa sağ popülizm aşırı sağ - neofaşist politikalarla merkezci sağcı politikalar arasında bir köprü vazifesi de görüyor.

Meloni’nin kampanyasının da sloganı olan ‘tanrı, aile, ülke’ kutsal üçlüsü neden bu süreçte kitleleri bu kadar domine edebiliyor.

Avrupa gerçekliğinde sosyal değerlerin ve dengelerin git gide olumsuz bir noktaya dönüştüğünü görüyoruz. Krizin derinleşmesiyle birlikte günümüz Avrupa’sında sosyal değerlerin ve sosyal devletin tasfiyesinden söz ediyoruz. Sosyal değerlerin tasfiye edildiği yerde aşırı sağ ve neofaşist eğilimlerin güç kazanması kaçınılmaz. Diğer yandan sosyal değerlerin zayıflaması yeni toplumsal değerlerin aranmasını güçlendirir. Bu noktada bir nevi geride kalan değerlere sarılma da gündeme gelir. Meloni bu gerçeklikten yola çıkarak geniş bir toplumsal yelpazeye sarılmakta ve ‘tanrı, aile ve ülke’ gibi söylemler etrafında yeni bir neofaşist ideolojik hat çizmekte. Diğer tarafta tarihsel açıdan da faşist ideoloji daima ‘tanrı, aile ve ülke’ gibi milliyetçi ögeler etrafında çizgisin belirlediği de bilinmektedir.

İtalya örneğinden yola çıkarsak, sağ neyi savunuyor, sol neyi savunuyor?

İtalya örneğinde olduğu gibi Avrupa’nın birçok ülkesinde sol ve sosyalist partiler güç kaybetmekte. Çelişkilerin daha da derinleştiği ülkelerde sol ve sosyalist hareketlerin söylem ve cevapları geniş yığınlar açısından çok karmaşık (kompleks) görünmekte. İtalya örneğine bakacak olursak sol akımlar gitgide entelektüel tartışmalara boğulmuş durumdalar. Diğer yandan geniş toplumsal kesimlerin istemlerine acil cevap verme yerine kimlik politikaları ve kimlikçi argümanlarla sarılmaktalar. Koronavirüs krizi, Ukrayna savaşı, küresel politikaların çöküşü gibi olguların yanında sosyal değerlerin tasfiyesi, ekonomik krizin derinleşmesi konularında İtalya örneğinde görüldüğü gibi sol partilerin çözüm önerilerinin çok zayıf olduğunu görüyoruz. Bunun karşısında sağ söylemler ve politikaların daha basit ve popülist olduğunu görmekteyiz. Özellikle yeni kuşaklara dönük politikalarda yeni bir hatta ihtiyaç duyulduğunu daha yakından izlemekteyiz.

İtalya’daki ‘post faşist’ süreç Avrupa genelinde nasıl bir kırılma yaratabilir?

İtalya’daki güncel ‘post faşist’ süreç Meloni tarafından Mussolini’nin Roma yürüyüşü olarak kutlanıyor. Bu, elbette Avrupa ülkelerini daha da tedirgin etmekte. Diğer taraftan Avrupa’nın aşırı sağ ve sağ popülist hareketleri için yeni bir dalga doğurduğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla Avrupa çapında yeni bir milliyetçi ve ırkçı dalganın esmesi kaçınılmaz. Avrupa da güçlenen yeni aşırı bir sağ dalganın engellenmesi ancak en geniş toplumsal kesimlerin ortak mücadelesiyle mümkündür.

***

SAĞCI CEPHEDE KOLTUK KAVGASI

Partilerin ve ittifakların parlamentodaki sandalye sayıları da belli oldu. Giorgia Meloni’nin başında olduğu aşırı sağcı İtalya’nın Kardeşleri’nin yüzde 26 oyla birinci geldiği seçim sonrasında 200 sandalyeli Senato’da sağ ittifak 112 sandalye aldı. Sol ittifak 39, seçime herhangi bir ittifakla girmeyen 5 Yıldız Hareketi 28, Eylem Partisi ile Italia Viva'nın oluşturduğu "Üçüncü Kutup" ise 9 sandalyeye sahip oldu. 400 sandalyeli Temsilciler Meclisi'nde ise sağ ittifak 235 sandalye ile temsil edilecek. Buna karşın merkez sol 80 sandalye, 5 Yıldız Hareketi 51, Üçüncü Kutup 21 sandalye alacak. Seçim gecesinde "Ülkeyi herkes için yöneteceğiz" mesajı veren başbakan olması muhtemel aşırı sağcı lider Meloni'nin hükümetinde yer alacak isimler üzerinde çalıştığı belirtildi. La Repubblica gazetesinin haberine göre, sağ ittifak içinde kabinenin hangi isimlerden oluşacağı konusu tartışılmaya başlandı. Meloni'nin seçimlerde beklentilerin altında kalan ortağı Lig Partisi lideri Matteo Salvini'ye çok istediği İçişleri Bakanlığı gibi kilit bakanlıkları vermeyi düşünmediği belirtilildi. Beklentilerin aksine yüzde 8,8 oy alarak büyük düşüş yaşayan Lig Partisi'nde Salvini'nin liderlik koltuğu da sallantıda.

 İbrahim Varlı / BİRGÜN



27 Eylül 2022 Salı

İtalya’da faşizmin topuk sesleri - Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

 İtalya’daki seçimleri sağ ittifak kazandı. Faşist İtalya’nın Kardeşleri lideri Meloni, Kuzey Afrika’dan gelecek göçmenlere karşı denizden abluka uygulamak, ülkede sert önlemlerle asayişi sağlamak vaatleriyle prim yaptı.

Seçim sonucunu değerlendiren Meloni, "İtalya bizi seçti, biz de ona asla ihanet etmeyeceğiz" dedi. (Fotoğraf: AA)

İtalya’da hafta sonu yapılan seçimleri aşırı sağ ittifak kazandı. İttifak Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri Partisi (aslında “İtalya’nın Erkek Kardeşleri” diye çevirmek daha doğru olur), Matteo Salvini’nin “lig Partisi” ve eski Başbakan Silvio Berlusconi’nin “Forza İtalya” Partisinden oluşuyor.

Bu başarı Mussolini’nin kara gömleklilerinin meşhur Roma Yürüyüşünün 100. yıldönümünde İtalyan faşistleri için sembolik bir önem taşıyor. İtalya’nın büyük bir anti-faşist mücadele geleneği bulunduğunu bilen, İtalya Komünist Partisi’nin oy oranının 70’lerde yüzde 35’e ulaştığını bilen bizler için de bu seçim sonucu büyük bir hayal kırıklığı ve yenilgi anlamına geliyor.

Aşırı sağ partilerin ittifaka gitmesi, genel anlamda sol merkez partilerin ise bir seçim birlikteliği oluşturamaması kuramaması seçmende tepki yarattı, bu da seçime katılım oranının yüzde 9 düşerek yüzde 63,9’a düşmesine yol açtı. Haliyle bu durumdan aşırı sağ ittifak karlı çıktı. Çünkü İtalya’daki seçim yasasına göre Meclis ve Senato’daki sandalyelerin üçte birinden fazlası çoğunluk sistemine göre tayin ediliyor. Sağ blokta tek bir aday gösterilmişken, solda-merkezde seçim bölgesi başına üç kişi yarışıyor. Haliyle koltuklar sağa gidiyor.

Geçtiğimiz hafta İsveç’te neo-Nazi kökenli İsveç Demokratları’nın oyların yüzde 20,5’ini alarak kilit parti haline geldiğini, sosyal demokrasinin kalesi sayılan bir ülkede de sağın yükselişe geçtiğini hatırlarsak, sorun bahaneler arkasına sığınılamayacak kadar ciddi. Özellikle göçmenlik ve asayiş konularında solun inandırıcı bir politika ve söylem üzerinde kafa yormasını gerektiriyor. Ama isterseniz şimdilik Meloni ve temsil ettiği zihniyet üzerinde biraz duralım.

MELONI BİR MUSSOLINI HAYRANI

İtalya’nın ilk kadın başbakanı olacak Meloni. 15 yaşında neo-faşist İtalyan Sosyal Hareketi’nde politikaya atıldı. Gençliğinde Mussolini’yi öven demeçler verdi. 90’lı yıllarda “Temiz Eller” sürecinde mafyayla ilgili soruşturma yürüten iki savcının öldürülmesi sonrası, “devlete sahip çıkma, hırsızlıklar ve yolsuzluklarla mücadele” misyonunun siyasi kariyerine yön verdiğini söylüyor.

Yükselme hırsı, Meloni’yi yolsuzluk ve seks skandallarıyla bilinen dönemin Başbakanı Silvio Berlusconi’nin partisine yönlendirdi. Lise mezunu Meloni 29 yaşında gençlikten sorumlu İtalya’nın en genç bakanı unvanını kazandı. 2012’de ise kendisi gibi göçmen karşıtı arkadaşlarıyla İtalya’nın Kardeşleri Partisi’ni kurdu ve liderliğe seçildi.

Meloni mesajlarını “aile değerleri, din ve vatanseverlik” üzerinden kuruyor. Aslında sağın, “woke kültürü” diye adlandırdığı farklı yaşam tarzlarına, cinsel eğilimlere, dinsel inanç ve inançsızlığa, etnik kimliklere ve toplumsal cinsiyet eşitliğine sıcak yaklaşan sol, liberal anlayışa karşıtlık üzerinden politika yapıyor. Bu ABD’de, İskandinavya’da, şimdi de Güney Avrupa’da meyvesini veren çok bereketli bir demagoji zemini…

Seçim kampanyası boyunca, “Doğal aileye evet. LGBT lobisine hayır. Cinsel kimliklere evet. Toplumsal cinsiyet ideolojisine hayır” söylemini öne çıkardı. Ama iktidara yaklaştıkça kürtaj, boşanma konularındaki kekin fikirlerini törpüleyen, aslında toplumsal cinsiyet eşitliğine inanmayan bir figür. Tüm sağ popülistler gibi Brüksel elitlerine, teknokratlara atıp tutsa da, AB karşıtı sıradan vatandaşın duygularını okşayan ifadeler kullansa da, artık AB’den ayrılmayı da savunmuyor.

Kuzey Afrika’dan gelecek göçmenlere karşı denizden abluka uygulamak, ülkede sert önlemlerle asayişi sağlamak vaatleriyle prim yaptı. Avrupa’nın egemen çevrelerinde NATO yanlısı ve Atlantikçi olması, Ukrayna işgalinde net Rusya karşıtı bir tutum takınması, bütçe disiplinini savunması nedeniyle fazla tepki çekmiyor. Sadece AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’den İtalya’nın demokratik ilkelerden uzaklaşmaması yolunda üstü örtülü mesajlar geldi. Bu da İtalya’nın iç işlerine karışmak olarak yorumlandı ve özelde Meloni’nin, genelde sağ ittifakın ekmeğine yağ sürdü. Ama İtalya’nın Kardeşleri’ni asıl öne çıkaran etken, Temmuz’da çöken Mario Draghi’nin koalisyonuna ve önceki hükümetlere katılmaması, siyaset sınıfına tepki duyan yurttaşları "temiz kalmış” imajıyla cezbetmesi oldu.

İTALYA EKONOMİSİ ÇÖKÜŞTE

AB çevreleri İtalyan ekonomisinin 200 milyar dolarlık yardım paketine muhtaç olduğunu, GSYH’nin yüzde 150’sini bulan kamu borçlarının hele bir de faizlerin arttığı bu konjonktürde ödenmesinin iyice zorlaşacağını, o nedenle Meloni’nin Komisyon’un telkinlerine fazla direnemeyeceğini düşünüyorlar. İtalya’da elektrik fiyatları çok yüksek, Rusya doğalgazı ülkenin enerji gereksiniminin yüzde 40’ını oluşturuyor.

Pandemi sürecinde sağlık sisteminin işlemediğine tanık olan, hızla yükselen enflasyon altında ezilen halk tepkilerini post-faşist Meloni’ye oy vererek sandığa yansıttı. Avroya geçildiği 1999 yılından bu yana İtalya’da kişi başına gelir yerinde saymış. Bu anlamda avro bölgesinin en başarısız ekonomisi. Tarihsel bir paralellik kurmak gerekirse, İtalya’da hiper enflasyon döneminin ardından Almanya’da Nazi partisinin halk desteğinin artışına benzer bir ruh hali söz konusu.

BÜYÜK YER DEĞİŞTİRME TEORİSİ

Kapitalist küreselleşmenin yarattığı gelir ve servet dağılımı bozuklukları, kapitalizmin yeni iş bölümünde özellikle metropol ülkelerdeki imalat sanayi istihdamının Güney ülkelerine kayışı, neoliberal politikaların kamu hizmetlerinin kalitesini düşürmesi gibi yeni dünya düzeninin doğasından kaynaklanan, sade yurttaşın yaşam standardını düşüren birçok etmen var.

Aşırı sağ tüm melanetlerin göçmenlerden ve etnik azınlıklardan kaynaklandığı demagojisini yayıyor. Sermaye çevreleri de, öfke asıl güç ve mülkiyet ilişkilerine yönelmediği için aslında bu durumdan pek de şikâyetçi değil. İşsizlik mi? Göçmenlerin ucuza çalışmasından kaynaklanıyor; Kamu hizmetleri, sağlık, eğitim mi? Kaynaklar göçmenlere harcandığı için geriliyor; Konut sorunu mu? Göçmenler nedeniyle kiralar yükseliyor. Zaten güvenlik sorunlarının artışı, kültürsüzleşme, kadına yönelik şiddet vb. bunlardan kaynaklanıyor…

Türkiye’de de özellikle Zafer Partisi’nin söylemlerinde aynı mantığın geçerli olduğunu görüyoruz. Büyük Yer Değiştirme (Great Replacement) teorisi, yani ulusu oluşturan asli unsurun kendi öz vatanında azınlık haline geldiği yolundaki komplocu anlayış yerel tonlamalarıyla hemen her yerde karşılık buluyor.

ABD’de Wall Street’i İşgal eylemlerinin zenginleri ve finans kesimini hedef alan, gelir ve servet dağılımı bozukluğunu öne çıkaran söylemleri; İspanya’da Podemos’un düzen güçlerini (establishment) ve iktidar kastını hedef tahtasına oturtan siyasi stratejisi zaman zaman etkili olduysa da, en son Fransız cumhurbaşkanlığı seçiminde hayli başarılı bir kampanya yürütmesine karşın Melenchon değil de Marine Le Pen’in ikinci tura kalması gibi, sonunda kazançlı çıkan aşırı sağ oluyor.

Doğaldır ki bu yazıda kapsamlı bir yanıt üretmek olanaklı değil ama; solun, sosyalistlerin hem izlenecek politik strateji, söylem konusunda daha fazla düşünmesi, tartışması gerekiyor. Hem de göçmen ve mülteci sorununu sadece bir sonuç değil, insanların memleketlerini terk etmesine neden olan savaşlar, emperyalist sömürü, küresel gelir ve servet dağılımı bozukluğu bağlamında da ele alması, enternasyonalist bir vizyon üretmesi gerekiyor.

Bitirirken, bana kalırsa bugün yaşadığımız durum ile ilgili en çarpıcı değerlendirmeyi La Stampa gazetesinin politik yorumcusu Marcello Sorgi aşağıdaki sözlerle yapıyor: “Seçimlerle ilgili en anlamlı soru Meloni’nin faşist olup olmadığı değildir. İtalyanların onun faşist olup olmadığıyla neden ilgilenmedikleridir.”

Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

26 Eylül 2022 Pazartesi

Mussolini'den 100 yıl sonra İtalya'da aşırı sağ iktidarda: Meloni'yi kim parlattı? - BAHADIR BATUR / SOL-Özel

 

İtalya'da dün gerçekleşen genel seçimlerde, resmi olmayan sonuçlara göre, Giorgia Meloni'nin başkanlığındaki İtalya'nın Kardeşleri ve aşırı sağ koalisyon seçimleri kazandı.

İtalya'nın faşist diktatörü Benito Mussolini, bundan tam 100 yıl önce kendisine bağlı Kara Gömleklilerle birlikte Roma'ya yürüdüğünde iktidarı İtalyan emekçilerinden çalmıştı.

Mussolini'nin çaldığı iktidar, ülkede emekçi halka ve aydınlara zulme dönüşmüş, tüm dünyayı etkisi altına alacak savaşın da habercisi olmuştu. Mussolini milyonlarca insanın katili olarak hatırlanıyor artık. 

1996 yılında 19 yaşındaki aşırı sağcı "aktivist" bir kadın, televizyona verdiği demeçte şunları söyledi: "Bence Mussolini iyi bir siyasetçiydi. Ne yaptıysa İtalya için yaptı." 19 yaşındaki bu kadın, bugün 45 yaşında ve İtalya'yı yönetmeyi hazırlanıyor: Giorgia Meloni.

Meloni'nin başkanı olduğu İtalya'nın Kardeşleri (FdI; Fratelli d'Italia) ülkede dün yapılan genel seçimlerde, resmi olmayan sonuçlara göre, birinci parti olarak çıktı. Seçim sonrası anketlerine bakılırsa FdI'nın yüzde 22 ile 26 arası oy alması bekleniyor. Merkezinde İtalya'nın Kardeşleri'nin olduğu başka aşırı sağcı partilerin de dahil olduğu koalisyon da en az yüzde 42 oranında oy aldı. Seçimlere katılım oranı yüzde 65'in altında kaldı. Ancak şu anda, sağcılar İtalyan Meclisi'nin her iki kanadında da çoğunluğu kazandı.

LGBT ve göçmen düşmanı

Avrupa basınına bakıldığında, Meloni'nin başbakanlığındaki İtalya'dan korkulması gerekiyor. Ancak Meloni'yi de onlar parlattı, hem de yıllarca. İtalya'nın ilk kadın başbakanı olarak lanse edilen Meloni'yi kendi ağzından dinleyelim: "Ben bir kadın, bir anne, bir İtalyan ve bir Hristiyanım."

İlk başta bu sözleri duyduğunuzda 'normal' ifadeler gibi gelebilir, ancak Meloni bir seçimi dillendiriyor.

"Toplumsal cinsiyet normlarına inanmıyorum, LGBT bireyler toplumun yapısını bozuyor" dediği için kadın ve anne olmasını ön plana çıkarıyor. Göçmen düşmanı olduğu için ve kanının kutsallığına inandığı için İtalyanlığını ön plana çıkarıyor. Ayrıca kendisi sağcıların ajandasındaki önemli pelerinlerden birini kullanarak emperyalizm karşıtı olduğunu iddia ediyor. "Brüksel ve Paris'in hegemonyasını kıracağız" diyerek İtalya'nın kendi başına özgür hareket edeceğini iddia ediyor.

Meloni seçim sonuçlarına dair ilk değerlendirmesinde, "Seçim sonuçları İtalyanların, İtalya'nın Kardeşleri'nin yönetiminde bir merkez sağ hükümet istediğine dair açık bir işaret" yorumunda bulundu.

Faşist geçmiş

Diktatör Mussolini'nin Ulusal Faşist Partisi, sosyalizmin faşizmi yenilgiye uğratmasının ardından, yeniden kurulan Avrupa'da adını anmanın yasaklandığı partilerden biriydi. İtalyan anayasasına göre, iki partinin yeniden kurulması yasak: Ulusal Faşist Parti (Partito Nazionale Fascista) ve Mussolini'nin yenilgisinin ardından 1943'te tekrardan kurulan Cumhuriyetçi Faşist Parti (Partito Fascista Repubblicano). 1947'de yasaklanmalarının öncesinde başka bir faşist parti olan İtalyan Sosyal Hareketi (Movimento Sociale Italiano; MSI) peydah olmuştu bile.

Açık şekilde kendisini Mussolini'nin partisinin halefi olarak tanımlayan MSI, 1960'lara gelindiğinde ülkenin en büyük partilerden birisi haline gelmişti. Avrupa'da sol yükseliyordu ve işe yarar piyonlara ihtiyaç vardı. 1990'lara gelindiğinde parti kendisini "daha ileriye" götürecek bir dönüşüme girdiğini belirterek Ulusal Birlik Partisi'ne (Alleanza Nazionale, AN) dönüştü. Dönüşümün sebebi skandallardı, dönüşüme Hristiyan Demokratlar ve liberaller de katkı sağladı. 

Meloni'nin sahneye çıkışı

"Bence Mussolini iyi bir siyasetçiydi" diyen MSI'nın gençlik örgütünün başında bulunan Giorgia Meloni bu dönemde parlatılmaya başladı. Partisi, adını içinde bulunduğu skandallarla birçok kere duyuran (ve duyuracak olan) Silvio Berlusconi'nin başkanlığındaki Forza Italia'yla koalisyon kurdu. 1994'e kadar ülkeyi yöneten koalisyon, 1996'da kaybetti.

Meloni'nin "kadın" olması, aşırı sağ hareketteki "erkek" algısını değiştirdiği ifade edildi. Konuşması, bildiği diller, açıklamaları İtalyan basınında haber olmaya başlamıştı. 2006 yılına geldiğinde Giorgia Meloni parlamentoya milletvekili olarak seçildi. 2008 yılında kazanan Berlusconi'nin hükümetinin Gençlik Bakanı, Giorgia Meloni oldu. O tarihte 31 yaşında olan Meloni, ülkenin en genç bakanı olmuştu. O zamanlarda "en genç bakan" olduğu için övgüler düzülen Meloni'den bugün de "ilk kadın başbakan" olduğu için övgüyle bahsediliyor.

Meloni 2012'de kendi partisi olan ve bugün seçimlerde kazanmış görünen İtalya’nın Kardeşleri'ni kurmaya karar verdi. Parti öncelikle Avrupa Birliği karşıtlığıyla kendisinden söz ettirmeye başladı. Bu süreçte kendisi Roma Belediye Başkanlığı için aday olup kaybetti. Kaybetti ama artık 'ünü' İtalya sınırlarını aşmaya başladı. Kendisi hakkında Avrupa basınında "İtalya’da yükselen aşırı sağın arkadaşça yüzü” gibi başlıklarla haberler yayınlanmaya başladı.

Süper Mario'nun canları bitti

İtalya'daki ekonomik çöküntü ve siyasi krizin ardından ülkenin başına teknokrat Mario Draghi geçirildi. 'Süper Mario' lakaplı Draghi'nin ünlü "tesisat ustası" oyun karakteri gibi İtalya'yı kurtarması bekleniyordu. Avrupa Merkez Bankası'nın eski başkanından daha iyi bir şekilde ekonomiyi toparlayacak bir kişinin olmadığı dahi iddia edildi.

Draghi'nin başbakanlığı kısa sürdü. Şubat 2021'de Draghi'nin birçok partinin bir araya gelerek oluşturduğu koalisyon hükümetinin ömrünün uzun olmamaması bekleniyordu, daha başta çatırdama sesleri duyulmuştu ve İtalyan burjuvazisi de zamanın geldiğini düşünmeye başladı. Draghi'nin "canları tükendi" ve Temmuz 2022'de istifa ettiğini açıkladı. İstifasının ardından İtalyan ve Avrupa medyasında hep öne çıkarılan isim Giorgia Meloni ve İtalya'nın Kardeşleri oldu. 

Meloni'nin parlatılması

Erken seçim kararının ardından, Meloni'nin başbakan olmasına "kesin" gözüyle bakılıyordu. Medyada "İtalya'nın ilk kadın başbakanı" olarak lanse edilmeye başlandı. 

Meloni seçim sürecinde göçmen karşıtlığını ön plana çıkardı. Kendisinin "kutsal" olarak tanımladığı aile değerleri üzerinden bir propaganda hazırlanmıştı. Avrupa Birliği'nin hegemonyasını kıracağını vaat etti.

FdI'nın başını çektiği koalisyonun diğer parçalarıysa, Meloni'nin eski dostu Silvio Berlusconi'nin başkanı olduğu Forza Italia (FI) ve Matteo Salvini'nin başkanı olduğu Lig Partisi. Berlusconi, İtalya'nın 'haşarı' başbakanı olarak nam salmıştı. Şimdi koalisyonun küçük ortağı olmaya hazır. Başbakanlığı kaybetmesine neden olan skandalların ardından siyasetten çekileceği söylentileri yayılmıştı ancak geri döndü. Kendisini futbol bilgini zanneden Berlusconi, yeni bir futbol kulübü bile buldu bu süreçte. AC Milan'ın ardından Monza'nın başına geçti.

Avrupa medyasının Meloni'nin ardından en çok dikkat çektiği isim şüphesiz Lig Partisi başkanı Salvini oldu. Salvini, kendisini Rusya Devlet Başkanı Putin'in "dostu" olarak görüyor. Basında, devam eden Ukrayna savaşında İtalya'nın Rusya'ya yakınlaşması ihtimali ele alınıyor. Ancak Meloni'nin verdiği birçok demeçte Rusya ve Çin'e karşı olduğu ilan etmesi, durumu değiştirebilir.

Meloni'yse en fazla Macaristan Başbakanı Viktor Orban'a benzetiliyor şu anda. Avrupa'nın içinde ama Avrupa'nın karşısında olmasından korkuluyor. 

100 yıl sonra aynı koltuk

Erken sonuçlara göre; İtalya'nın Kardeşleri, Lig Partisi, Forza Italia ve diğer sağcı küçük partilerin oy oranının en az yüzde 42 olduğu belirtildi. Mevcut tabloda aşırı sağcı koalisyon hem Senato'da hem de parlamentoda çoğunluğu ele geçirdi. Karşılarında da bozulmuş bir muhalefet olacak.

Meloni'nin başbakanlığı için yapılan birçok analizde hatırlatıldığı üzere, İtalya'da II. Dünya Savaşı'nın ardından ilk kez aşırı sağcılar iktidar koltuğunda. Rastlantıya bakın ki, faşist Mussolini'nin Roma yürüyüşünün 100. yıl dönümünde, Mussolini sevdalısı bir aşırı sağcı "kadın başbakan" aynı koltuğa oturacak.

BAHADIR BATUR / SOL-Özel

30 Ağustos 2022 Salı

Dış ticarette vahim gidişat - Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

 

Dış ticaret açığı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 147’lik bir artışla 10 milyar dolar psikolojik barajının üzerine çıkarak 10,7 milyar dolara ulaştı. Dış ticaret rakamları neresinden tutarsanız tutun elinizde kalıyor.

Temmuz ayında ihracat sadece yüzde 13,4 artarken, ithalat yüzde 41,4’lük bir sıçrama 

göstermiş. Ocak-Temmuz döneminde ihracatın artış hızı yüzde 19,1 olurken, ithalat yüzde 

40,7 ivmelenmiş. Buradan rahatlıkla ihracatın tempo kaybettiğini, ithalat faturasının ise yüzde 

40’ın üzerinde bir hızla doludizgin kabarmayı sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Bunların 

sonucunda dış ticaret açığı bir önceki yılın aynı dönemine göre tam yüzde 147’lik bir artışla 

10 milyar dolar psikolojik barajının üzerinde, 10,7 milyar dolara ulaştı.

ENERJİ TEK SUÇLU DEĞİL

Bu endişe verici performansta tek başına enerji fiyatlarının yüksek seyrini suçlayarak, bahane bulmak da olanaklı değil. Çünkü temmuz ayında enerji ürünleri ve altın hariç ihracat yüzde 7,4, ithalat ise yüzde 19,3’lük bir artış göstermiş. Enerji hariç ithalat ise yüzde 28,5 zıplamış. Diğer bir ifadeyle enerji ithalatı az gerilese de toplam ithalat azalmamış.


Hatırlanırsa Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) haziran ayında yüksek 

miktarda döviz tutan firmaların Türk Lirası kredi kullanmalarına sınırlama getirmişti. Bazı 

firmaların ellerindeki dövizi bozdurmak yerine ithalatlarını hızlandırarak döviz fazlasını 

erittikleri tahmin edilebilir. İthalat içerisinde aramalların payının yüzde 81,9’a kadar 

yükselmeside bu tahmini doğruluyor. Bu nedenle ekonominin yavaşlamasının da etkisiyle 

önümüzdeki aylarda ithalatta bir düşüş görülebilir. Yine de 2022’nin ilk altı ayında 32,4 milyar 

dolara ulaşan cari açığın yıl sonunda 50 milyar doları aşması, Türkiye’nin ciddi bir ödemeler 

dengesi sorunu yaşaması kaçınılmaz görünüyor.


KÜRESEL GELİŞMELER DE OLUMSUZ

Küresel ekonomideki gelişmeler de ödemeler dengesine olumsuz yansımaya devam ediyor. Avro dolar paritesinin 1’in altına düşmesi, ithalatı dolar ağırlıklı, ihracatında ise avronun ilk sırada yer aldığı Türkiye ekonomisini kötü yönde etkileyecek.

ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Powell’ın en son Jackson Hole toplantısında şahin mesajlar vermesi, enflasyonu önlemek için durgunluğun göze alındığını, ücretlerin baskılanmasının amaçlandığını vurgulaması yani faiz artışlarının süreceğini ima etmesi de Türkiye açısından tatsız bir haber. Çünkü bu önümüzdeki aylarda Avrupa Merkez Bankası dâhil faiz artışlarının sürmesi, ithalat talebinin iyice yavaşlaması olasılığını iyice arttırıyor.


Avro bölgesinde son iki aydır ekonomiler daralıyor. Yüksek doğalgaz fiyatları ve kuraklık başta Almanya olmak üzere Avrupa ekonomilerini zor durumda bırakıyor. Bu sanayi üretiminin yavaşlamasına yol açabilir. Ayrıca şirketlerin ve hanehalkının enerji faturasının yükselmesi, diğer ithal ürünlerine talebi kısabilir. Bu da Türkiye’nin ihracatını çok kötü etkiler.

DIŞ TİCARET JEOPOLİTİK GERGİNLİĞİ

Temmuz ayında ihracatta yine ilk sırayı Almanya aldı. 1 milyar 490 milyon dolar ihracat gerçekleştirilen Almanya’yı ABD ve Birleşik Krallık izledi. Yılın ilk yedi ayında en çok ihracat yapılan dört ülke bu üçlünün yanında İtalya oldu.

Buna karşılık ithalatta 4 milyar 374 milyon dolarla Rusya Federasyonu yine birinci sırada 

bulunuyor. İthalatın yüzde 15’i Rusya, yüzde 13’ü Çin’den yapılırken, üçüncü sıradaki 

Almanya’nın payı sadece yüzde 6,1. Bu manzara Türkiye’nin jeopolitik yönelimlerinin, 

Şanghay eksenine yaklaşmasının dış ticaret üzerinde de basınç yaratabileceğini gösteriyor.

TEKNOLOJİ BİLEŞİMİ DE GERİYE GİDİYOR

Dış ticaretin teknoloji yoğunluğuna göre analizi de olumsuz gelişmelere işaret ediyor. Şöyle ki, gerek ihracatta gerekse ithalatta yüksek teknolojili ürünlerin payının artması istenir. Çünkü yüksek teknolojili, yüksek katma değerli ürünler satabilmeniz arzu edilen bir durumdur. Yüksek teknoloji ithalatın ise daha yüksek verimle üretim yapılmasına katkıda bulunması beklenir. Ne var ki Türkiye’nin yüksek teknolojili ihracatının bir yıl öncesine göre yüzde 2,9’dan yüzde 2,2’ye düşmesi, ithalatta ise, yüksek teknolojili ürünlerin payının yüzde 13,1’den yüzde 12,8’e gerilmesi hayırlı belirtiler sayılmaz.

Zaten ihracatın büyük ölçüde orta düşük teknolojili ürünlere yığılması dikkat çekiyor. Düşük katma değerli bu kategorinin toplam ihracattaki payı yüzde 39,3’e yükselerek ilk sıraya yerleşti. İthalatta sermaye mallarının ağırlığının ilk yedi ayda yüzde 10,5’e düşüşü de yeni kapasite yaratılmadığını, teknolojik gelişmelerin yakalanamadığını gösteriyor.

Özetle, dış ticaret rakamları neresinden tutarsanız tutun elinizde kalıyor. Türkiye Ekonomi Modeli’nin (her neyse bu garabet!) enflasyon, istihdam gibi dış ticarette de tökezlediği ayan beyan görülüyor.

Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN




Tarihçi Ümit Doğan Adnan Menderes döneminde satılan camilerin belgelerini yayınladı - YENİÇAĞ

 

Adnan Menderes’in 1956'da "İstanbul'u yeniden fethediyoruz" sloganıyla imar çalışmalarını başlattığını hatırlatan Tarihçi Ümit Doğan Twitter hesabından paylaştığı belgelerle o dönem satılan cami ve mescitlerin listesini paylaştı. İşte o tweetler

“Menderes 1956'da 'İstanbul'u yeniden fethediyoruz' sloganıyla imar çalışmalarını başlattı. Özellikle trafiği rahatlatmak için başlatılan bu faaliyetin sonunda tarihi eser katliamı yaşandı.”

“İmar çalışmaları kapsamında belirli güzergahlar üzerinde kalan yapı ve arsalar istimlak edildi. Belgede istimlak edilen yerlere dair belediye raporunu görüyorsunuz.”

“İstanbul'u yeniden inşa edeceğini iddia eden imar planı dahilinde pek çok cami ve tarihi eser yıkıldı. Nevfidan Kadın Vakfı'na ait bir caminin imar faaliyetleri kapsamında yıktırılıp yola dahil edildiği ve belediyeye satıldığına dair arşiv belgesi.”

“Yıkım işlerinin yalnızca yol güzergahı üzerinde bulunan cami ve tarihi eserlerle sınırlı kalmadığını görüyoruz. Aşağıdaki belge de mimarlar, Çorlu'da Mimar Sinan eseri olan cami ve külliyenin yol güzergahında olmamasına rağmen yıktırılmasını şikayet ediyorlar.”



“Karaköy Camii de yol güzergahı üzerinde olmamasına rağmen yıkılan camiler arasındaydı.

“Oruç Gazi İsmail Ağa Camii'de imar politikası sonucunda yıkılan camilerden birisiydi. (Esma İgüs – Hayriye İsmailoğlu, Osmanlı Kenti İstanbul’u Yıkmak ve Yeniden Yapmak Paradoksu: Menderes Yıkımları)”

“Camcılar Cami'de yıkımdan nasibini almıştı. (İgüs ve İsmailoğlu)”

“Camcılar Camiinin yıkıldıktan sonra boş kalan arsası. (İgüs ve İsmailoğlu)”

“Murad Paşa Külliyesi Hamamı'nın yıkılışı. (İgüs ve İsmailoğlu)”

“Molla Çelebi Hamamı, yıkılmadan önce. (Mine Esmer, 1956-1960 İMARI: Karaköy-Beşiktaş Sahil Aksında Kaybolan / Yıkılan / Taşınan Yapılar)”

“Köprübaşı Hamamı, yıkılmadan önce. (Mine Esmer, 1956-1960 İMARI: Karaköy-Beşiktaş Sahil Aksında Kaybolan / Yıkılan / Taşınan Yapılar)”

“ Adnan Menderes döneminde İstanbul dışındaki camilerin satılması ile ve yıktırılması ile ilgili arşiv belgeleri mevcut. Edremit Zeytinli Köyü Cami'nin yıkıldığı yönündeki şikayete caminin tarihi eser olmadığı şeklinde cevap verildiği görülüyor.”

“Çorlu'da Hacı Hurşit Vakfı'na ait mescit arsasının satılmasının kabulü.”

“ Adıyaman'da Mekkelioğlu Vakfı'na ait cami arsasının satılmasının kabulü.”

“ Tekirdağ'da Şabanzade Vakfı'na ait cami arsasının satılmasının kabulü.”

“Aydın'da İbrahim Paşa vakfına ait cami arsasının satılmasının kabulü.”

“Listede adı geçtiği belirtilen cami arsalarının satılmasının kabulü. (Ek liste mevcut değil)”

“Denizli Çatalçeşme Cezayirli Vakfı'na ait cami arsasının satılmasının kabulü.”

29 Ağustos 2022 Pazartesi

Barınma krizi 'kader' değil: Sermaye düzeni bu cehennemi nasıl yarattı? - KAYA EMRE UZMAY/SOL


Türkiye 1 yılı aşkın süredir şişirilmiş kira fiyatlarının neden olduğu bir barınma sorunuyla karşı karşıya. Söz konusu kira krizinin ardında yatansa ‘serbest piyasa’nın çıktısı bir saadet zinciri.

2021’in Haziran ayıyla birlikte Türkiye genelinde AKP iktidarı boyunca eşi benzeri görülmemiş bir barınma krizi başladı.

Ev kiraları bir yıldır hayat pahalılığıyla birlikte ülkenin can alıcı gündemlerinden biri haline gelirken, bu krizin çözümü için hükümet kalıcı çözümler geliştirmekten uzak.

Krizin temel gerekçesi olarak ‘inşaatların yetersiz kalması’ veya ‘konut sayısının azlığı’ gibi gerekçeler sunulsa dahi, kiracılara dayatılan katlanılamaz yükün ardında konut spekülasyonu olduğu daha çok kendisini belli ediyor.

Konut fiyatlarındaki ve kiralardaki muazzam artışı gören mülk sahipleriyse kiracılarına fahiş zamlar dayatmaya, hukuksuz bir şekilde kiracılarını sokağa atıp ‘evi tekrar değerlendirmenin’ fırsatlarını aramaya başladı.

Hükümet şimdiye kadar açıkladığı konut finansman paketleri ve kiralara dönük zammı yüzde 25’le sınırlamak gibi adımları bu krize dönük çözüm faaliyetleri olarak sundu.

Krizin başlamasından bu yana sürekli artan konut satışlarıysa bir başarı hikâyesi olarak resmedildi. Ancak konut satışlarındaki artış, kiracılığa mahkûm hale getirilen yurttaşlar için ev sahibi olma fırsatı sağlamaktan ziyade, şimdiye kadar krizi derinleştirmeye, yüksek miktarda nakiti olanlara yeni kazançlar sağlamaya yaradı.

Zam sınırlamasıysa birçok örnekte geçersiz kalırken, bazı örneklerdeyse kiracıların kapı dışarı edilmesine gerekçe oldu.

Serbest piyasanın yarattığı cehennem: Konut bolluğu içinde çekilen yokluk

Ülkede konut satışları ve inşaatlar hızla artmaya devam ederken, konut fiyatlarınınsa artmayı sürdürmesi, konut sektörünün ‘kaybettirmeyen yatırım’ şeklinde lanse edilmesi nihai olarak emlak sektörü üzerinden oluşturulan bir saadet zinciri türünden piyasa manipülasyonunun ürünü.
 
Kiraların ve ev fiyatlarının, yani genel olarak barınma maliyetlerinin astronomik seviyelere yükselmesinin arka planında basitleştirilmiş haliyle şöyle bir kısır döngü var; Ev fiyatları arttıkça satışlar da artıyor, konut pazarında dönen sermaye hızla büyüyor, bir sene önce 500 bin liraya aldığı evi şimdi 2 milyon liraya satmasıyla övünen ‘akıllı yatırımcıların’ hikâyeleriyse her tarafı sarıyor.

AKP iktidarı boyunca en gözde sektörlerden biri haline gelen emlak piyasası hakkında “balon” benzetmesi yeni bir fikir değil. Müteahhitlerin devlet tarafından büyük imkânlara desteklenmesi, inşaatların ve konut satışlarının iktidarın en çok övündüğü alan olması konut sektörünün sürekli büyümesini satışlarınsa büyük artış ya da düşüşler gerçekleştirmemesini, son krize değin görece stabil kalmasını mümkün kıldı.

2013 yılının başından itibaren 2022 Mart ayına kadar her ay satılan konut sayısı ortalama 111 bin 700’e yaklaşırken bu zaman diliminde aylık satılan konut sayısı üç büyük sıçramayla 150 bin bandının üzerine çıkabildi. Aylık satılan konut sayısı ilk defa 2019’un Aralık ayında önceki aya göre yüzde 46 artarak 202 binin üzerine çıktı. 2020 sonrasındaysa daha büyük iki sıçrama gerçekleşti.1 

    Konut Satış Sayıları - TÜİK Konut Satış İstatistikleri, Mart 2022

Satış sayısında dikkat çeken bir diğer unsursa satışların nasıl gerçekleştiği.

Kredi kullanarak yapılan satışlar [ipotekli satışlar], 2020 Haziran ve Temmuz aylarında yapılan satışlarda diğer yollarla gerçekleşen alışverişleri büyük bir sıçramayla geride bıraktı.

Bu 2020’de enflasyon karşısında konut fiyatlarının önceki döneme göre düşmesi ve düşük faizli kredilerin varlığıyla açıklanabilir. Ancak bu satış patlaması aynı zamanda sonraki dönemlere dönük fiyat artışını da tektiklemiş oldu.

İpotekli satışların 2020 yazında zirve yapması ve sonradan tüm satışlardaki payının yerlerde sürünmesiyse şuna işaret ediyor: Bu süreçte ev satın alanların önemli kısmının ‘kredi çekme’ gibi bir dertleri yok, yani hali hazırda sermayesi bulunan bir nüfus var olan evleri alıyor.

Buna ek olaraksa Türkiye genelinde ‘kendi evinin sahibi’ nüfusun tüm nüfus içindeki payı düşüyor. Ev sahiplerinin nüfus içindeki payı göz önüne alındığında mülksüzleşmenin hızla arttığı ortaya çıkıyor.

Konut sahipliği oranı, konut satışlarının artmasına karşın düşmüş, kirada yaşayan yurttaşların nüfus içindeki payıysa artmış durumda. 2020’de oturdukları konuta sahip olan hanelerin, tüm hanelere oranı önceki yıla göre yüzde 1,0 azalarak yüzde 57,8 şeklinde hesaplanırken, kirada oturanların oranı yüzde 0,6 artarak yüzde 26,2, kendine ait bir konutta oturmayan ancak kira da ödemeyenlerin oranıysa yüzde 0,4 artarak yüzde 14,7’ye ulaştı.

Bu mülksüzleşme eğilimi sonraki yılda da büyümeye devam etti.2

Konutta mülkiyet durumu Kaynak: TÜİK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, 2021


Aynı evler tekrar tekrar satılıyor

Liranın sürekli değer kaybetmesiyse yatırım yapmak isteyenleri ellerindeki sermayeyi farklı alanlara yönlendirmeye teşvik etti. 2020 Temmuz’u sonrasında kredi karşılığı yapılmayan konut satışlarının, ipotekli satışlar karşısında hızla artmasıysa bu yatırımın yöneldiği alanlardan birinin emlak piyasası olduğuna işaret ediyor.

Hazır sermayesi olan kesim, eldeki paranın değer kaybının önüne geçmek, hatta bu parayı daha da değerlendirmek için fiyatların artacağı beklentisiyle konut alımına yönleniyor ve bu satışlardaki yükselişe neden oluyor.

Artan satışların etkisiyle fiyatlar da yükseliyor ve sürekli yükselme beklentisi daha çok yatırımcıyı çekiyor, fiyatların şişmesi böylece kısır döngüye dönüşüyor. Yani “balon” ifadesi yakın tarihte hiç görülmediği kadar gerçek haline geliyor.

Bu durumsa enflasyonun çok daha üstünde fiyat artışları, dolayısıyla ‘getirisi yüksek bir yatırım aracı’ haline gelmiş konut piyasasını açıklıyor.

Enflasyondan arındırılmış konut satış fiyat endeksi (Ocak 2012=100)   Kaynak: REIDIN. (2022). Konut Satış Fiyat Endeksi

Bu durumun bir sonucu olarak ev alan kişi sayısındaki artışın, satılan ev sayısı ve piyasada dönüşüme giren para karşısında düşük kalması ortaya çıkıyor. Kısaca, birden fazla konuta sahip olanlar, konut alımlarının büyük bir kısmını oluşturuyor.

Bu şu sonucu doğuruyor; konutu 2020’de “ucuzdan” alanlar, aldıkları evi fiyat artışını görüp buraya yatırım yapmaya koşan yeni ‘yatırımcılara’ yüksek fiyattan satıyor, fiyatlar arttıkça bu konutlar da tekrar satılarak el değiştiriyor ve saadet zinciri vari bir kısır döngü sürekli hale gelmiş oluyor, sonradan piyasaya dahil olan herkes, araya kârını koyup mali yükü malı sattığı bir sonraki ‘ev sahibine’ devrediyor. Bunun göstergesi olaraksa ikinci el konut satışlarının, ilk el satışlara oranla 2020 sonrası sürekli artması ortaya çıkıyor; yani aynı konutlar tekrar tekrar satılıyor.

    İlk ve ikinci el konut satış sayıları Kaynak: TÜİK, Konut Satış İstatistikleri, Mart 2022

Ülkede konut kıtlığı değil, artığı var

“Yeterince konut olmadığı” ve fiyatların bu yüzden arttığı ifadesi bir gerçeklik taşımıyor. Ülkedeki konut sayısı hiçbir zaman “konut kalmadığı” bir seviyeye düşmedi, 2019’un ikinci yarısından itibaren yavaşlama eğilimi gösterse de konut sayısı mutlak olarak sürekli arttı.

    Toplam Konut Sayısı Kaynak: TÜİK, Konut Sayıları, 2022



   

2013 yılından itibaren, 2014 yılında yaşanan istisna haricinde toplam nüfus içinde ev sahiplerinin oranı düşüş kaydederken aynı yıllar içerisinde kiracı oranı sürekli artış içinde oldu. 2013’te yüzde 21,3 olan kiracıların oranı, 2021 itibariyle yüzde 26,8’e çıktı.3 

Yıllara Göre Hane Sayıları ve Konut Sahipliği Durumu TÜİK, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, 2021

 2013’ten 2021’e değin, konut sayısı 11.256.552 artış gösterirken, hane sayısıysa yalnızca 4.840.185 artış gösterdi. Yani bir “konut açığı var olduğu” varsayılırsa konut inşaat hızı bunu kapatma yönünde hareket ediyor. 2013 ile 2021 arasında hane büyüklüğü 3,57’den 3,23’e düşmüş durumda.

Ev sahibi hane sayısının yaklaşık 2 milyon 186 bin artış gösterdiği göz önüne alındığında; Bu süreçte ev satışlarının tamamının sadece “yeni eklenen hanelere yapıldığı” gibi bir iyimser varsayımda bile, toplam hane sayısına eklenen yaklaşık 4 milyon 953 bin hanenin sadece yüzde 44’ünün oturduğu konuta sahip olduğu sonucuna varılıyor.4 Yani yine yeni yapılan konutlar, gelir eşitsizliği nedeniyle hali hazırda sınırlı sayıdaki hanenin elinde toplanmaya devam ediyor.

Konut fazlalığı bu durumda reel konut fiyatlarını düşürmekte etkili olmadığı gibi, ev sahiplerinin oranını arttırıp kiracıların oranını düşürmeye de yaramıyor.

Ortada erimeyen bir konut fazlasının olmasıysa, yeni konut üretiminin yatırım amaçlı konut piyasasına göre şekillendiğinin göstergesi olarak kendisini belli ediyor.

Konut sayısındaki artış dışında, inşaatı tamamlanmış ve kullanıma hazır konut sayısını 2013’ün başından 2020’nin sonuna kadar 5.999.175’lik bir artış göstermiş, bu süreçte ilk el satışlarsa 4.593.828 olarak kayıtlara geçmiştir.5 Yani satışa sunulamaya hazır konutların 1 milyondan fazlası satılamamış ya da satılmamış durumda.

Satışı yapılmayan her konut, konut stokuna eklenen konut fazlasını oluşturuyor. 2013 yılından 2020 yılına kadar, içinde kimsenin oturmadığı 1.462.393 konut üretilmiş durumda. TÜİK’in verilerine göre, Türkiye genelinde 2021 Aralık ayı itibarıyla 40 milyon 483 binin üzerinde konut mevcut. 25 milyon 636 bin hane bulunduğuna göre bu, ülkede hanelerin tamamının 1,5 katından fazlasına yetecek kadar konut olduğu anlamına geliyor.

Kiralardaki artış kader değil, piyasa ekonomisin başarısızlığının sonucu

Ülke genelinde kiraların genel seviyesinde yaşanan sıçrama, emlak piyasasında oluşan devri saadetin bir yıl gerisinden geldi. Pandemi, 2020 ve 2021 arasında yurttaşların çalışma yaşamı ve barınma tercihlerini değiştiren iki olayı tetikledi; Önlemlerin gelmesi ve kalkması.

Uzaktan çalışan hizmet sektörü çalışanları, daralma ve pandemi önlemleri nedeniyle işinden olan insanlar ve uzaktan eğitim yoluyla kampüsle ilişkileri sona eren öğrenciler, büyük kentlerde kira ödeme yükümlülüğünden kaçmanın yollarını ararken 2021’e kadar kiracı sayısı ve kiralık evlere olan talepler azaldı.

2021’deyse pandemi önlemlerin ilk defa gevşetilmesi, eğitim kurumlarının ve uzaktan çalışma kararı alan iş yerlerinin tekrar yüz yüze faaliyete başlaması, insanların yeni barınma alanları aramasına, dolayısıyla İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Bursa gibi büyük kentlerde kiralık evlere yönelik talebin tekrar artmasına vesile oldu.

Tekrar ev kiralamak isteyen yurttaşlar bu sefer kiralık ev bulamadı, bulabildiyse de dudak uçuklatan kiralarla karşılaştı. 2021’in yaz aylarında başlayan kira krizi sadece kiracıların oluşturduğu talep artışıyla açıklanamıyor, tam tersine mülk sahiplerinin çoğunlukla evlerini kiralığa vermektense satılığa çıkartması sonucu ortaya çıkan bir ‘kiralık ev ilanı kıtlığı’ söz konusu.

Kiralık ev ilanı veren mülk sahiplerinin ve emlakçıların yaygın bir şekilde kullandığı Sahibinden.com adlı şirketin platformunda yer alan kiralık ev ilanı sayısı da bu konuda önemli bir fikir vermekte; 2021’de kiraların enflasyona göre hızla yükselmeye ve bireylerin kira ödeyebilme gücününse yine hızla düşmeye başladığı dönem, aynı zamanda kiralık ev ilanı sayısının da önceki yıllara göre rekor düşük seviyelerde gözlemlendiği dönem oldu.6 Özetle mülk sahipleri evlerini satmanın derdine düşerken evini kiralığa çıkartan ufak bir azınlıksa başka kiralık ilanın olmamasının verdiği rahatlıkla talep ettiği kirayı istediği kadar yükseğe çekme lüksüne sahip oldu.

Türkiye genelinde kiralık ve kiralanan konut sayısı (bin) Kaynak: Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi – Betam. Kiralık Konut Piyasası Görünümü - Mayıs 2022

Bu durumsa bulunduğu evi terk etmek zorunda kalan ve yeni ev arayan yurttaşların en büyük kâbusu oldu.

Kira krizinde Türkiye lider

Konut fiyatları ve kiralarda artış 2021 itibariyle birçok ülkenin büyük kentlerinde olağan hale gelirken, Türkiye’de söz konusu yılda barınma maliyetlerinin artışı tüm AB ülkelerindekinden daha fazla oldu. Türkiye’de 2021 boyunca konut fiyatlarında yüzde 59,77 artış yaşanırken, AB’de bu artış yüzde 10’la sınırlı kaldı.8

Türkiye’deki barınma maliyetleri artışsa, ülkedeki enerji, emek ve inşaat sektöründeki ara malların fiyatlarındaki artışların belirlediği konut inşaat maliyetlerinin çok daha üzerinde kaydedildi.

Resmi verilere göre barınma harcamaları için 2019 yılında Türkiye’de yaşayan hanelerin gelirleri üzerinden ortalama ayırdığı pay yüzde 24,1 olarak kayıtlara geçmişti.9 TÜİK’in bu alanda daha güncel bir çalışması bulunmamakla birlikte, 2021 Nisan’ıyla 2022 Nisan’ı arasında İstanbul özelinde mevcut kiracıların senelik kira fiyatlarında yüzde 45,48’lik artış yaşaması, yeni kiracının karşılaştığı kiralarınsa yüzde 161,4’lük bir artış görmesi söz konusu oldu.10

AKP hükümetinin 9 Haziran 2022’de açıkladığı kira düzenlemesiyse mevcut kiracılar için yapılacak kira artışlarını bir yıl süreyle yüzde 25’le sınırlandırma üzerineydi. Ancak söz konusu uygulama 1 Temmuz 2023’e kadar yapılacak kira zamlarını kapsarken bu düzenlemenin geçici olacağı belirtilmişti.  

Uygulama öncesindeki yasal sınır olan, TÜFE odaklı zam oranının tam uygulanmamasıysa olağan hale gelmiş durumda. Buna benzer olarak yeni yüzde 25 sınırının uygulanmadığı örnekler Temmuz ve Ağustos aylarında gündeme geldi.

Öte yandan konusu yüzde 25 sınırı önceki uygulamada 2022’nin Mart ayı yasal kira zammınında üzerinde yer alırken bu adım en iyimser ihtimalle hali hazırda şişirilmiş kiraların çeyreği kadar daha şişirilmesinden ibaret kalıyor.

Kiralar yoksullaşmanın en önemli kalemlerinden biri haline gelirken sermaye düzeni bu sorunu çözmek yerine derinleştirmek yolunda hareket ediyor. Bu soruna dönük çözümse konutun “yatırı-ma” konu olmaktan çıkarılmasında yatıyor.

Her yurttaşın sürdürülebilir şekilde barınma ihtiyacının karşılanmasıysa konut sektörüne kökten bir müdahaleyi kaçınılmaz kılıyor. Bu müdahaleyse devletin karakterine bağlı. Ülkede 1 milyonun üzerinde boş konut varken, kiralarda mantık dışı bir artışın olmasına meşru bir zemin bulunamaz.

Konut sektörü sermayenin ellerine bırakıldığında büyük kentlerin plansız ve verimsiz büyümesi, kent altyapılarında aşırı yüklenmeler ve şişirilmiş barınma maliyetleri kendisini gösteriyor.

KAYA EMRE UZMAY/SOL

  • 1.TÜİK 2022, Konut Satış İstatistikleri, Mart 2022
  • 2.TÜİK 2022, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, 2021
  • 3.TÜİK 2022, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, 2021
  • 4.TÜİK (2022). İstatistiklerle Aile, 2021
  • 5.TÜİK 2022, Yapı İzin İstatistikleri, I. Çeyrek: Ocak - Mart, 2022
  • 6.Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi – Betam. (2022). Kiralık Konut Piyasası Görünümü - Ocak 2022.
  • 7.Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB). (2022). Konut Fiyat Endeksi
  • 8.Statistical Office of the European Communities (Eurostat). (2022). Eurostat House price index
  • 9.TÜİK. (2020). Hanehalkı Tüketim Harcaması, 2019.
  • 10.İstanbul Planlama Ajansı (İPA). (2022). İstanbul’da Konut Krizi İle Mücadele: Konut Finansmanı Projesi Üzerine Bir Değerlendirme