29 Temmuz 2023 Cumartesi

Akbelen Ormanındaki sülük - Orhan Gökdemir / soL

 

Ama umudumuz var. Üç ağacı savunmakla başlar her şey, sonra direniş orman olur, önüne gelen bütün sülükleri, bütün yağmacıları siler süpürür.

Yıl 1970; biri Konyalı diğeri Diyarbakırlı okul arkadaşı iki kafadar kendilerine bir çıkış yolu arıyor. 12 Mart travmasını çabuk atlatmış sokaklar, üniversiteler kıpır kıpır, dağ taş sosyalizm rüzgarının kollarına bırakmış kendini. Akademisyen veya aydın olmanın ilk şartı sosyalist olmak haliyle. Sülükler için yol kapalı demek bu. Bakıyorlar olmayacak, asistanlığı bırakıp ortak bir şirket kurmaya karar veriyor kafadarlar. “Lider Makine” söyle ortaya çıkıyor. Kısasıyla “Limak” tarihine giriştir. 

Şirket açmak kolay, işletmek zor. Para lazım, çevre lazım, hükümetle bağlantı lazım. İkisi de beş parasız o yıllarda. Ortaklardan adı Nihat olanı Hocası Necmettin Erbakan’a açıyor durumu. Erbakan teselli ediyor asistanını, “düzelir merak etme” diyor.

Meşhur “Güneş Motel” olayı o günlerde patlak veriyor. Olay şu, Ecevit, 1977’de, seçimi kazanıyor ama hükümet kuracak çoğunluğa ulaşamıyor. Adalet Partili 11 vekile haber yolluyor, Güneş Motel’de toplanıyorlar, bakanlık verme karşılığında CHP’ye geçmeye ikna ediyor. Ecevit Hükümetinin kurulması ancak bu kirli pazarlıktan sonra mümkün oluyor. 

Transfer karşılığı bakanlık koltuğu kapanlardan biri de Kürt kökenli İslamcı Şerafettin Elçi. Payına Bayındırlık Bakanlığı düşüyor. Limak’ın ilk devlet ihaleleri Şerafettin Elçi zamanında Bayındırlık Bakanlığı’ndan. Elçi ile tanışıklıkları Erbakan üzerinden olabilir, mümkündür. Arkalarında hep siyasi bağlantılar var. 

12 Eylül Cuntası pek çokları ile birlikte Şerafettin Elçi’yi de kapatıyor. Kafadarlar da yeni dönemin yeni tipi Turgut Özal’a yaklaşıyor. İşini bilenin hızlı yükseldiği zamanlar, ihaleler giderek büyüyor, bonkör Limak patronları para dağıta dağıta bürokraside tanınan simalar haline geliyor. Yalnızca Limak değil, Mehmet Cengiz-Kolin gibi bugün bildiğiniz bütün ihale zenginleri Özalcı oluyor haliyle. 

Yalnız tek başına rüşvetle yükselmek mümkün değil o günlerde de; futbola el atıp rüşvetçiliği perdelemek, dokunulmazlık kazanmak gerek. Cunta Ankara’nın bir takımının da birinci ligde olmasını istiyor. İkinci lig takımı olan Ankaragücü Kenan Evren’in işaretiyle birinci lige terfi ettiriliyor. Ediyor etmesine ama orada kalması için bol para lazım. Turgut Özal, Nihat Özdemir’den rica ediyor, birkaç patronu yanına alarak Ankaragücü Yönetim Kuruluna giriyorlar. Kasaya onlarla birlikte para da giriyor. Özdemir'in futbol yöneticiliği serüveni böyle başlıyor. Başlangıcında da şike var. 

                                                         ***

Limak patronları Nihat Özdemir ve Sezai Bacaksız ikilisinin üniversiteden bir arkadaşları daha var; NATO müteahhidi Aziz Yıldırım. Aziz Yıldırım aynı zamanda Fenerbahçe yöneticisi. Dönemin önde gelen generalleri de Fener taraftarı. Bu kulübe yönetici olmak demek şeref tribününde generallerle yan yana oturmak demek. Limak patronlarının gözü de ordu ihalelerinde. Fethullahçılara yakın Şadan Kalkavan kulübün başkanı Ali Şen'e tavsiye etti, Nihat Özdemir o tavsiyenin yardımıyla ve Ankaragücü tecrübesiyle Fener’e yöneticisi oldu. Ardından 17 yıl boyunca kulüp içinde çeşitli görevlerde bulundu. 3 Temmuz sürecinde Fenerbahçe’nin Asbaşkanıydı, Aziz Yıldırım’ın tutuklu olduğu dönemde kulübü o yönetti. Tabii bol bol askeri ihale aldı.

Yargılamalar da o askeri ihalelerin ardından geldi. 2004’te Muhafız Alay Komutanlığı binası yapımında devletin zarara uğratıldığı iddiasıyla dava açılan sanıklar arasında Limak'ın dört yöneticisi de vardı. Nasıl olduysa kafadarlar davadan cezasız sıyrılmayı başardı.

Birkaç yıl sonra, 2007’de, BOTAŞ yolsuzluğu olayı patladı. Açılan yolsuzluk davasında “ihaleye fesat karıştırmak”, “rüşvet vermek”, “çıkar amaçlı suç örgütüne yardım etmek” suçlamalarıyla 11 kişi hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Limak patronu Sezai Bacaksız’ın da aralarında bulunduğu 8 kişi tutuklandı. Diğer patron Nihat Özdemir’e ise sadece yurt dışına çıkma yasağı kondu. Yine kurtulmuştu. Yargılama sonucunda Sezai Bacaksız 9 yıl 2 ay ceza aldı, çünkü rüşvet verme işi ondaydı. Çok yatmadı fakat. Her davadan sonra biraz daha zenginleştiler, biraz daha semirdiler. 

                                                           ***

2003 yılında TEKEL’in temelini oluşturan içki bölümü AKP tarafından yok pahasına Limak’ın başını çektiği bir konsorsiyuma satıldı. İki kafadar, devletten 292 milyon dolara aldığı TEKEL İçki’yi sadece iki yıl sonra Amerikalılara 810 milyon dolara satarak 518 milyon dolar kâr elde etti. Amerikalılar da Tekel İçki’yi 2 milyar 100 milyon dolara başka bir şirkete sattı. 1 milyar üç yüz milyon Dolar da onlar kar etti. Yağma böylesine büyüktür.

                                                             ***

Nihat Özdemir Fenerbahçe başkan vekilliği koltuğunda otururken, 3 Temmuz 2011’de Şike Operasyonu başlatıldı. Kamuoyu bunun Fethullahçıların Fenerbahçe’yi ele geçirme girişimi olduğuna inanıyordu. Aziz Yıldırım tutuklanınca kulüp ona kalmıştı. 

Operasyon var gücüyle devam ederken, 2012’de, kulüpten istifa etti. Kulübü yüz üstü bırakmıştı. O günlerde, “Cemaat Fenerbahçe'yi ele geçirmek mi istiyor?” diye ona da sordular. “20 milyon taraftardan 2-2.5 milyonu cemaat mensubudur ve onlar da başarı için benim kadar dua etmişlerdir...” diye yanıtladı. Cemaate toz kondurmuyordu. İddialara göre istifasının nedeni de Cemaate toz kondurulmak istenmesiydi. “Bu çatı altında Fethullah Gülen Hoca Efendimiz ile ilgili en ufak bir olumsuzluk ya da ima duymak istemiyorum” demiş, muhataplarını “sonu kötü olur" diye tehdit ederek istifa etmişti. 

Gerçi o tarihlerde destekçisi çoktu. Ali Şen, “Cemaat neden Fenerbahçe'yi ele geçirme çabası içerisinde olsun” diyordu mesela. “İş adamı” ve eski Fenerbahçeli yönetici Cihan Kamer’e göre Hoca Efendi uzlaşmacıydı, suçlamalar insaf ölçüsünü aşıyordu. Şadan Kalkavan’a göre meyve veren ağaç taşlanıyordu. Ağaçtan kastı cemaatti. Rixos Hotels sahibi Fettah Tamince’ye göre birileri Hoca’ya tezgâh kuruyordu. Can Paker, “Cemaat Fenerbahçe'yi ele geçirse ne yapacak?” diye soruyordu, ikna olmamıştı. Yetmez ama evetçi Halil Ergün’e bile sordular, dünyaya mal olmuş bir hareketi bu tür tartışma ortamlarına çekmenin hoş olmadığını düşünüyordu. Cemaat ise o sırada Tayyip Erdoğan’ı devirmeye hazırlanıyordu.

25 Aralık 2013’te Fethullahçıların organize ettiği yolsuzluk operasyonunda ortaklardan Nihat Özdemir yine gözaltı listesindeydi. Tayyip Erdoğan direnince listedeki 41 kişi hakkındaki yakalama kararı 16 Ocak 2014’te kaldırıldı. Özdemir, bir ay sonra konuyla ilgili olarak ifadeye çağrıldı. İnternette yayınlanan ses kayıtlarına göre Sabah-ATV grubunun satın alımı için Recep Tayyip Erdoğan’ın isteğiyle iş insanlarından oluşturulan para havuzunda yer almıştı. İfadesini alıp bıraktılar. Çıkışta gazeteciler ile arasında şöyle bir sohbet gerçekleşti: 

-Sabah ve ATV’yi satın aldınız mı?

-Hayır doğru değil.

-Sabah ve ATV’nin yeni patronuna 100 milyon dolar verdiniz mi?

-Evet verdim. Ama borç verdim.

-Nasıl ispatlayacaksınız? 

-Her şeyi legal, her şeyi temiz yaptık. Ve karşılığında hisselerini aldım.

-Sabah-ATV hissesi mi aldınız?

-Hayır başka bir inşaattaki hisseleri aldık.

                                                         ***

Kalkıştıkları darbe başarılı olmayınca, kafadarların “uzlaşmacı hizmet hareketi” oldu FETÖ! Tarikatın kanarya sevenler derneği olmadığını artık herkes anlamıştı. Korgeneral Metin İyidil o örgüt üyesi olarak darbeye kalkışmaktan yargılandı, müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Ancak bir sürpriz oldu, mahkeme İyidil’i tahliye etti. Koşup itiraz ettiler, hakkında yeniden yakalama kararı çıkarttılar. İyidil, beraberindeki beş kişi ile birlikte yakalanıp gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında Nihat Özdemir'in oğlu ve gelini de vardı. Özdemir ailesi İyidil ailesi ile akrabaydı, Metin İyidil'in ablası Nihat Özdemir'le evliydi. Böylece Nihat Özdemir’in suç listesine birçok yolsuzluk iddiasının yanı sıra bir de “FETÖ ile iltisak” iddiası eklenmişti. Ancak kaynağını bilmediğimiz bir dokunulmazlığı vardı. Kamuoyu bu iddialarla çalkalanırken Çanakkale 1915 Köprüsü ihalesini de Limak’a verdiler. Birkaç yıl sonra da “FETÖ”nün dizayn etmeye çalıştığı futbolun başına geçirdiler. Futbol Fethullahçıların tasallutundan kurtarılmıştı!

Fakat tutunamadı, oradan da istifa etti. İddialara göre Federasyonda Erdoğan’ın kardeşi Mustafa Erdoğan, oğlu Bilal Erdoğan, damadı Berat Albayrak’a yakın hizipler arasında çekişme vardı. Emine Hanım’ın yakını Göksel Gümüşdağ da Süper Lig A.Ş.'yi kurup futbolu şirketleştirmek istiyordu. Nihat Özdemir kavgada aradan çekilmeye karar vermişti…

                                                           ***

Dokunulmazlığının kaynağı hakkında ipuçları veren bir olay gerçekleşti yakın zamanda. Nihat Özdemir, Kuveyt’te mukim Kuveyt Öksüzler Vakfı'nı 20 milyon dolar dolandıran bir Türk vatandaşı için devreye girmişti bu kez. Dolandırıcı, eski manken Ebru Şallı ile evlenen “iş insanı” Uğur Akkuş’tu. “Kuveytlileri dolandırmak öyle kolay mı” diye soracaksanız, söyleyeyim, Akkuş’un yolu sık sık Beştepe sarayına düşüyor.

Emine Hanım da Akkuş ailesi ile yakından ilgili. Ebru Şallı’yı dövdüğü iddia edilse de gölgesini üzerlerinden eksik etmiyor. Akkuş eski eşini dövdüğü iddiasıyla da yargılandı, ceza aldı. Cezasını açık cezaevinde geçirmesine karar verildi. Salgın patlayınca cezaevine girmekten kurtuldu. Kuveytliler Akkuş’un ilk dolandırıcılık girişimi değil. O nedenle sık sık gözaltına alınıyor ama her defasında paçayı kurtarmayı başarıyor. Bir tür Nihat Özdemir tüyü var onda da. Şaka değil, o da futbol işine girmeyi denedi, Sakaryaspor Başkanlığına aday oldu. Ancak seçim öncesinde şirketlerinin tamamının paravan olduğu ortaya çıkınca Sakaryaspor da şimdilik kurtulmuş oldu. 

                                                           ***

Futbolun para kazanmada ne kadar önemli olduğunu şöyle özetleyeyim; Barcelona Arda Güler’in transferi için harekete geçince Nihat Özdemir de seferber oldu. Limak Nou Camp Stadı yenileme ihalesini kazanmıştı çünkü. Bir elleri hala Fenerbahçe’nin üzerindeydi. Yapıp yapamamaları ayrı, her işin içindedirler.

Bakın, Limak Akbelen Ormanına baltalarla dalarken Nihat Özdemir’in kızı ve Limak Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Özdemir’in “Doğal Hayatı Koruma Vakfı”nın mütevelli heyeti üyesi olduğu ortaya çıktı. Bu şike direniş vesilesiyle fark edilmiştir, demek istiyorum. Ülkenin sırtına bir sülük gibi yapışmışlardır, çaktırmadan kan emmekte, semirmektedirler. Bu basit gerçeği fark etmek için bile direniş şarttır demek ki.

Ama umudumuz var. Üç ağacı savunmakla başlar her şey, sonra direniş orman olur, önüne gelen bütün sülükleri, bütün yağmacıları siler süpürür.

Orhan Gökdemir / soL


Kemal Okuyan: Seçim kazandı diye AKP’nin halka 'ölebilirsiniz' deme hakkı yok + TKP konferans kararlarını açıkladı: Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi yola çıkıyor (soL)

 


Kemal Okuyan: Seçim kazandı diye AKP’nin halka 'ölebilirsiniz' deme hakkı yok (soL-Söyleşi)

Gündeme ilişkin soL'un sorularını yanıtlayan TKP Genel Sekreteri Okuyan, hayat pahalılığına ilişkin, 'Enflasyon dediğimiz, emekçi halktan patronlara kaynak aktarımıdır' dedi.

Ardı ardına gelen zamlar, halkı kitlesel bir yıkım ve kırıma sürükleyen ekonomi politikaları, emekçilerin gün geçtikçe eriyen ücretleri, hayat pahalılığı, enflasyon... 

Yoksulluk ve hayat pahalılığına dair açıklamada bulunan Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan, "Ekonomideki kaynak sorununu çözmek, borç yükünü hafifletmek için yoksul halka yükleniyor" dedi.

soL'un sorularını yanıtlayan Okuyan, Türkiye gündemindeki kimi başlıkları ve Türkiye Komünist Partisi’nin 15-16 Temmuz tarihlerinde gerçekleştirdiği Türkiye Konferansı'nı değerlendirdi.

Okuyan'ın soL'un sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

'Borç yükünü hafifletmek için yoksul halka yükleniyor'

Ardı ardına gelen zamlar, ücretlerdeki artışı fazlasıyla geri aldı, deyim yerindeyse yuttu. Emekli aylıklarına zam yapılmadı. Peki TKP ne yapacak?

Seçimden Millet İttifakı da çıksaydı bir şey değişmeyecekti. Kemer sıkacaklardı. Hem de acımasızca. Şu anda AKP, öngörüleni yapıyor. Ekonomideki kaynak sorununu çözmek, borç yükünü hafifletmek için yoksul halka yükleniyor. Vicdansız bir biçimde.

Bunun alternatifi olmadığını mı söylüyorsunuz?

Bu düzende bunun alternatifi yok. Enflasyon dediğimiz, emekçi halktan patronlara kaynak aktarımıdır. Diğer seçenek, patronların varlıklarına toplum adına el koymaktır. Yani yaygın devletleştirme. Bugünkü kapitalist düzende bunu yapamazsınız. Tam tersine, bugün özelleştirme deliliği devam ediyor. Nasıl devam ediyor? Dış kaynak bulmak için Varlık Fonu’nu kullanıyor, oradan satıyorlar. Emekçileri daha da yoksullaştırmak, ülkenin varlıklarını elden çıkarmak, uluslarararsı tekellere teşvikler ve muafiyetlerle alan açmak. Baştan aşağıya rezillik. Bu rezillik için en uygun ekibi getirdiler ekonominin başına. Parlamento muhalefeti de alkışladı, Mehmet Şimşek ve ekibini. Bu da başka bir rezalet.

'Ekonominin başındaki bu ekiple özel olarak uğraşacağız'

Ne yapmalı bu durumda? TKP’nin yoksulluk ve hayat pahalılığına karşı bir mücadele planı var mı?

Bu mücadelenin tek zemini yaptırım gücü olan eylemlerdir. Türkiye işçi sınıfı, yılda iki kez hükümetin karşısına geçen “asgari ücret pazarlıkçısı” Türk-İş ve açıklama yapmak dışında bir ağırlığı kalmamış diğer konfederasyonlara bel bağlayamaz. En geniş anlamıyla ve bütün kesimleriyle emekçi halk hakkını aramak zorundadır. Bugün emeklileri ölüme terk eden hükümeti geriletecek olan tek şey onu rahatsız edecek olan kitle hareketleridir. Bu anayasal bir haktır, bunu da geçtim, sonuna kadar meşru bir haktır. Seçim kazandı diye AKP’nin halka “ölebilirsin dilediğince” deme hakkı bulunmuyor. Bunun yanı sıra ekonominin başındaki bu ekiple özel olarak uğraşacağız. Mehmet Şimşek, Hafize Gaye Erkan ve diğer üst düzey ekonomi bürokratları hesap verecekler. Halkı kitlesel bir yıkım ve kırıma sürükleyen politikalar bu düzenden, bu sistemden kaynaklanıyor belki ama bunları uygulayanlar, bu politikalarla ilgili sorumlu mevkilerde olanların da özel olarak suçlu oldukları ortada. Ayrıca IMF’nin, uluslararası tekellerin hizmetindeki bazı kişilerin Türkiye’de istedikleri gibi at oynatıp, sonra çekip gitmelerine izin veremeyiz.

TKP geçtiğimiz haftalarda bir konferans topladı. Konferansta emekçi halkın örgütlenmesi özel bir gündem oldu mu? Bu bağlamda yeni kararlar alındı mı?

TKP açısından işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin güçlenmesi her zaman belirleyici gündemdir. Elbette bu başlık ayrıntısıyla konuşuldu. TKP yılda en az bir kez konferans ya da kongre toplayan bir parti olarak ülke ve dünyada hızlı değişime müdahale olanaklarını tartışıyor. Kuşkusuz değişmeyen konular var. Örneğin TKP’nin sosyalist devrim hedefi. Bu hedef doğrultusundaki önceliklerimiz, dünya görüşümüz, bunlar değişmez. Ancak sürekli gözden geçiriyoruz kendimizi siyasal ve örgütsel olarak.

'Konferansın en önemli çıktısı TKP’nin oyun kurma kararlılığıdır'

Bu değerlendirme seçim başarısızlığını da kapsadı mı?

Bakın TKP seçim sonuçlarını “başarısızlık” olarak değerlendirdi ama seçimi önceleyen dönemi hiçbir biçimde başarısız bulmuyoruz. Konferansımız partinin siyasal hattına ilişkin bir sorgulama amacıyla gerçekleşmedi. Biz çalışmalarımızın oya dönüşmesinde başarısız olduğumuz saptamasını yaptık, bunun nedenleri üzerinde durduk. Eksiklikler, zayıflıklar, yanlışlar, bunların üzerine gidiyoruz. Ama yanlış yolda olduğumuzu hiç düşünmedik. Tersine konferans rapor ve kararlarında en büyük yanlışın partinin son yıllardaki doğrultusunu değiştirmek olacağı özellikle vurgulandı. TKP seçimlerde alınan oylardan büyük sonuçlar çıkaracak bir parti değildir.

O halde konferansın en önemli çıktısı ne oldu? Parti politikaları sorgulanmıyorsa neden bu kadar hızlı bir biçimde konferans toplandı?

Hiç zaman yitirmeksizin konferans topladık çünkü toplumda, emekçi halkta ortaya çıkan umutsuzluğa hızla müdahale etmemiz gerekiyordu ve gerekiyor. Ayrıca TKP’nin hızla hamle yapmasını bekleyen bir kesim var. Oyalanamayız. Bu anlamda konferansın en önemli çıktısı TKP’nin oyun kurma kararlılığıdır. Partimiz siyasal ve örgütsel açıdan bütünlüklü bir çıkış yapacaktır.

Bu çıkışı nasıl tanımlarsınız?

Bakın AKP yine kazandı ama bu AKP’nin toplumsal tabanında bir arayış olmadığı anlamına gelmiyor. Tam tersine. Yoksullaşma, deprem ve şimdi bir kez daha ağır yoksullaşma ile karşı karşıya olan AKP seçmeninin hiç oralı olmadığı sanılmamalı. Orada ciddi bir sarsılma oldu. Sadece ikna olmak istiyorlar. Muhalefetin insanlara güven vermediğini, veremeyeceğini hep söyledik. Zaten CHP’nin hali ortada. Kimseye güven vermeyen, kimsenin inanmadığı bir parti var ortada. HDP, Türkiye Cumhuriyeti’nin meşru bir temeli olmadığını ilan edercesine, Lozan’a karşı kampanya başlattı. Bu iki partinin arasındaki alanda siyaset yapmaya çalışan sol, hiçbir biçimde tutunamaz. Seçimlerde hangi “başarı” elde edilirse edilsin… TKP Türkiyeli, Cumhuriyetçi, laik, anti-emperyalist bir çıkışı, Kürt emekçilerini de kapsayarak ve sosyalizm fikrinin ertelenmesine izin vermeksizin örgütleyecek. Bunun için somut bir planlama ve takvimimiz var. Çalışmalarımız başladı.

'Yoksulluğa isyan eden emekçileri aynı programda buluşturmak zorundayız'

Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi olarak duyurulan oluşum bununla mı ilgili?

Kuşkusuz. Zaten TKP’nin dönem açılımlarının hepsi birbirini besler. Bu anlamda Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi ülkemizin Cumhuriyetçi birikimini sosyalizm perspektifi ile buluşturma iradesi olarak görülmeli. Özellikle depremle birlikte “bu ülkeyi patronlar ve tarikatlar bu hale getirdi” diyenlerle yoksulluğa isyan eden emekçileri aynı programda buluşturmak zorundayız. Ve bunu yaparken anti-emperyalizmden en küçük bir taviz veremeyiz, çok açık, berrak bir yurtsever konumlanış içinde olmak durumundayız. Yakında kamuoyu ve dostlarımızı daha ayrıntılı bir biçimde bilgilendireceğiz. Biz komünistler olarak, etkileşimden korkmuyoruz. TKP geride bıraktığımız yıllarda ideolojik ve siyasi hattını çok sağlam, tutarlı hale getirdi. Bu hattı izleyen, saygı duyan, güvenen, önemseyen, merak edenlerle yapabileceklerimiz olduğunu düşünüyoruz. Buradan cesaretle devam edeceğiz.

'CHP terk edilmelidir'

CHP için ne söyleyebilirsiniz?

CHP’ye dair sözümüzde herhangi bir değişiklik yok. Bu parti Türkiye’de solun önündeki en önemli engellerden biridir. Ancak Cumhuriyetin yüzüncü yılında bir ek yapabiliriz. Şu anda bazı CHP’liler hâlâ kendilerini kurucu parti olarak görüyorlar. Oysa 1923’in tasfiyesinde CHP’nin de büyük katkısı oldu. CHP o kuruluşun partisi değil, alakası yok. CHP’yi sola çekme, kuruluş değerlerine döndürme filan, bunların hepsi hayaldir. CHP terk edilmelidir. Eğer Cumhuriyetçi, laik, anti-emperyalist duyarlılığınız varsa, emekten yana olduğunuzu düşünüyorsanız, CHP’nin içinde ancak ve ancak bütün bu değerlere zarar verirsiniz. Sözümüz budur. CHP’deki dostlarımızın artık bu gerçeği anlaması gerekiyor. Bu gerçek artık onları da dönüştürme noktasına geldi. CHP’de kalarak kendinizi koruyamazsınız.

'Kararlılıkla sürdürüyoruz mücadelemizi'

En zor soruyu soracağım. TKP umut olabilecek mi?

Kesinlikle evet. Çok verimli bir konferans süreci geçirdik. Ardından örgütlerimizde yoğun toplantı ve eğitim süreçleri başladı. Ağır koşullara rağmen, kararlılıkla sürdürüyoruz mücadelemizi.

                                                                 /././

TKP konferans kararlarını açıkladı: Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi yola çıkıyor (soL)

Türkiye Komünist Partisi, 15-16 Temmuz'da düzenlediği Türkiye Konferasında aldığı kararların bir özetini kamuoyu ile paylaştı. Paylaşılan kararlara göre Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi yola çıkıyor.

Türkiye Komünist Partisi’nin, 15-16 Temmuz 2023 tarihlerinde gerçekleştirdiği Türkiye Konferansına siyasal ve örgütsel değerlendirmelerin yer aldığı bir ana raporun yanı sıra beş karar tasarı sunulurken, konferans delegasyonu tarafından onaylanarak kararlaştırılan bu metinlerde yer alan değerlendirme ve kararların bir özeti kamuoyu ile paylaşıldı.

TKP'nin parti sitesinden duyurduğu kararların özeti şu şekilde:

Seçimlerin Ardından TKP’nin Devrimci Görevleri: Siyasal ve Örgütsel Bir Bilanço başlığını taşıyan konferans ana raporu, seçimlerle birlikte ortaya çıkan gelişmelere, TKP’nin seçim dönemindeki çalışmalarına, aldığı sonuçlara ve önümüzdeki dönemki siyasal ve örgütsel hedeflerinin doğrultusuna odaklanmıştır. AKP iktidarının yeni dönemine dair bazı değerlendirmeler yer almakla birlikte erken saptamalar yapmaktan kaçınılmıştır.

Bununla birlikte, düzen siyasetine dair değerlendirmelerinde TKP, 2002 sonunda iktidara gelen AKP eliyle sürdürülen karşı-devrimci operasyonun 2023 itibariyle sermaye düzeninin yeni bir siyasal ve ideolojik zemine kavuşması anlamında başarıya ulaştığını tespit etmektedir. Bu tespit, bundan sonra işçi sınıfının ve devrimci hareketin müdahaleleri olmaksızın, burjuva siyasetinin iç gerilimlerinin ürünü olarak bu zeminin sorgulanması ya da radikal biçimde değişime uğramasının olanaksız olduğu anlamına gelir.

Seçimlerin ardından ortaya çıkan meclis tablosuyla birlikte AKP’nin kendi imzasını taşıyacak ve AKP Türkiyesi’ni tescil edecek bir Anayasa’nın hazırlanması için bütün koşullara sahip olduğu söylenebilir. Tek eksik, AKP’nin tarihsel ve toplumsal meşruiyetidir. Türkiye toplumunda ortadan kalkmayan bazı hassasiyetleri sözde koruyarak oluşturacakları Anayasa’yı içerik itibariyle tartışmak dahi çok büyük bir yanlış olacaktır. Devrimci, yurtsever, komünist güçlerin Anayasa gündemi ile ilgili yapmaları gereken, toplumcu bir anayasa fikrini öne çıkarmak ve bu Meclis’in gündeme getireceği Anayasa taslağını bir bütün olarak reddetmektir.

Üstelik, patronlar ve AKP geride bıraktığımız dönemde yaşanan birçok tekil direnişin ortaya koyduğu gibi, işçi sınıfının sessizliğine güvenilmeyeceğini çok iyi bilmektedir. Son yıllarda hak arama mücadelesinde gerektiğinde çok sert tepkiler vererek olumlu örnekler oluşturan birçok işyerinde ağırlık AKP’ye oy veren işçilerdeydi. Bu nedenle AKP iktidarının işçi hareketinin üzerindeki baskıyı artırması, kırmızı çizgilerini yeni ekonomi politikasına uyumlu bir biçimde yeniden belirlemesi ve İslamcılaşmanın dozunu işçi sınıfını mücadeleden uzak tutacak temel etmenlerden biri olarak yükseltmesi beklenebilir. Seçimlerin hemen ardından iktidar tarafından emekçilere dönük başlatılan saldırı bu eğilimin işareti olarak görülebilir.

AKP’nin seçim başarısı ve üç Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın hemen hemen aynı oyu alması, Türkiye toplumunun ideolojik-siyasi tercihlerinin sabitlendiği izlenimi verebilir. Oysa Türkiye her iki ittifaka da oy veren toplumsal kesimlerin tamamını etkileyen derin bir sarsılma yaşadığı için bütün taşların yerinden oynadığı bir ülkedir. Bu sarsıntının esas nedeni, halkın hayat pahalılığı karşısındaki çaresizliği ve bu çaresizliğin üstüne gelen yıkıcı depremdir.

İslamcı, milliyetçi referanslara sahip muhafazakar seçmene hitap ettiği varsayılan (ve gerçekte de hitap eden) AKP’nin reel politik yaklaşımla iç politikada, ekonomide ve dış politikada sert manevralar yaparken fazla kan kaybetmemesi yoksul kitlelerin güvence ve istikrar arayışı ile açıklanabilir. Ancak bütün bu gel gitlerin, sağa sola oynamaların Türkiye toplumunun ideolojik- siyasal tercihlerinde hiç aşınmaya neden olmadığı asla düşünülmemelidir.

TKP, son yıllarda enerjisi ve özgüveni azalıp soyut bir özgürlükçülüğe teslim olsa da kentli Cumhuriyetçi birikimin içindeki sınıfsal ayrımları belirginleştirmeye dönük çabalarını devam ettirecektir. Ancak daha muhafazakar mavi yakalı işçileri ve Anadolu’nun dört bir yanına yayılmış geniş bir emekçi toplamı laik-bağımsız bir ülke, devletçi-planlı ekonomiye dayalı bir programa ikna etmek için daha etkili araçlara ve yenilenmiş bir dile gereksinim olduğu da görülmektedir. Türkiye Komünist Partisi, laikliği milyonlarca yoksulun inanç sistemleriyle bir karşıtlık ilişkisine girmeden tavizsizce savunacak, anti-emperyalist konumlanışını ve devletçi-planlı bir ekonomi hedefini yurttaşlarımızın “güçlü ve istikrarlı Türkiye” arayışı ile buluşturacak yaratıcılığa ve samimiyete fazlasıyla sahiptir. Sosyalist devrimin emekçi halkımız açısından güncel ve meşru bir seçenek haline gelmesi ancak bu doğrultuda atılacak adımların ürünü olacaktır.

Sömürü ilişkilerini sorgulamayan, burjuva demokrasisi ile radikal demokrasi arasındaki etkileşim üzerine kurulu özgürlükçü söylemin Türkiye’de sosyalizm mücadelesi açısından ciddi bir engele dönüştüğü kabul edilmelidir. Dünya devrimci hareketi mutlakiyetçi yönetimlere ve sonrasında faşizme karşı demokrasi ve özgürlükleri savunmak, bunun da ötesinde devrimci bir yükselişi hürriyet kavgası ile iç içe geçirmek konusunda engin bir deneyime sahiptir. Bununla birlikte emperyalist dünyanın belirlediği “demokrasi” tanımından kopamayan, kimlikçi ve liberal belirlenimli bir “özgürlük” dünyasında hegemonya mücadelesi yürütmek komünistler açısından yalnızca verimsiz değil aynı zamanda zararlıdır da. TKP gençlik ve kadın mücadelesi ile kültür- sanat alanı başta olmak üzere hak ve özgürlükleri sınıfsal bir perspektifin içinde yeniden üretmeyi önceliklendirecektir.

İşgücünün istikrarsızlığı, esnek ve kuralsız istihdam uygulamaları, yüksek sayılarda ve yaygın kayıtdışılık ve yüksek işsizlik oranı emekçilerin ideolojik-kültürel tercihlerin belirlenmesinde aile, mahalle ve hemşehriliğin hâlâ ağırlığını koruyabilmesiyle sonuçlanmakta ve mahalleleri devrimci bir strateji açısından hayati kılmaya devam etmektedir. Diğer yandan geleneksel işyeri örgütlenmelerini geçersiz kılan bu durumların yaygınlığı, AKP iktidarının son 20 yıldır sendikal örgütlenme ve grev hakkını engellemeye dönük baskıcı müdahaleleri, Türkiye’de siyasi parti ile işçi sınıfı arasındaki ilişkiler açısından ara formları yaşamsal hale getirmektedir. TKP, mahalleler ve işyerlerini emekçilerin örgütlü mücadelesinin birbirini tamamlayan iki mekanı olarak değerlendirir. Semt evleri ve Patronların Ensesindeyiz ağı bu açıdan en yaratıcı ve sonuç alıcı denemeler olmaya devam etmektedir.

TKP açısından odaklanılacak konu, Türkiye’de emekçi sınıfların durumudur. Seçim öncesinde toplumun yoksul kesimlerine belli bir kaynak aktararak belki de büyük patlamalara neden olacak gelişmeleri yönetmeye çalışan AKP iktidarının bugün itibariyle toplumun büyük bir kısmını “kemer sıkma”ya zorlayacak politikalar uygulamaktan başka çaresi bulunmamaktadır. Mehmet Şimşek etrafında yaratılmak istenen utanç verici iyimserlik, iktidarla muhalefet arasında Türkiye burjuvazisinin emekçi halka saldırılarını meşrulaştırma amacı taşıyan örtülü bir ittifak olarak görülmelidir. Bu anlamda TKP ideolojik ve siyasal gündem ne olursa olsun, işçi sınıfının kapitalist sınıf karşısındaki direncini güçlendirmeyi öncelikli görev haline getirmek durumundadır.

Liberal, özgürlükçü, kimlikçi, milliyetçi bir çerçeveye sıkışan Kürt sorununun sınıf ekseninde yeniden tarif edilerek anti-emperyalist, aydınlanmacı bir ideolojik-siyasal çizginin Kürt işçi ve emekçileri arasında ağırlık kazanması için bütün koşullar olgunlaşmıştır. Sınıf çelişkilerini Kürt sorununun bir ayrıntısı olarak gören anlayışların tersine, Kürt halkının sorunlarını sınıfsal bir bağlama yerleştirmek, Türkiye’de eşitlik ve özgürlük mücadelesinin önünü açacaktır. TKP bu anlamda cesur, etkili adımlar atmak, yeni siyasal ve örgütsel kanallar yaratmak ve Türkçülükle Kürtçülüğün birbirini besleyerek Türkiye’nin emekçilerini ortak bir mücadele kültüründen uzaklaştırmasını engellemek zorundadır.

Türkiye’de önümüzdeki dönemin sert ve acımasız siyasal ve ideolojik ikliminde sosyalist devrimci siyasal hattın kendi sesini bugünkünden çok daha geniş bir ölçeğe taşımadan niteliksel bir etkiyi koruma şansı kalmamıştır. TKP seslenme kanallarını ve yayın politikasını buna göre gözden geçirmektedir. Sosyalizm mücadelesinin başat gündemlerini delici bir biçimde yansıtan, bu anlamda mücadeleyi ileri çeken, ona öncülük eden, bu anlamda partizan, öte yandan dil ve içerik itibariyle yenilikçi bir yayıncılık için harekete geçilmiştir.

Türkiye Komünist Partisi, Temmuz 2023 Konferansı’nı en iyi şekilde kullanarak, tarihsel misyonu doğrultusunda örgütsel ve siyasal açıdan güçlü bir atılımı gerçekleştirmeye hazırlanmaktadır.

Bu kapsamda Temmuz 2023 Konferansı şu kararları almış bulunmaktadır:

1. TKP, sosyalizm mücadelesinin önünü açacak bir toplumsal, siyasal ve ideolojik ittifak için arayışında Türkiye’nin aydınlanmacı ve anti-emperyalist birikimini Sosyalist Cumhuriyet hedefine daha da yakınlaştıracak ideolojik ve toplumsal etkileşimlere odaklanacaktır. TÜRKİYE HALK TEMSİLCİLERİ MECLİSİ toplumsal bacağı güçlendirilmiş böyle bir ittifakın aracı olacaktır. Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılında yurtsever, aydınlanmacı birikim ile sosyalist devrim stratejisi arasındaki etkileşimi güçlendirmeye yarayacaktır. Aynı zamanda her türden milliyetçi önyargı ve yaklaşımın yerine sınıfsal bakış açısını koyarak Kürt emekçilerinin sosyalist Türkiye’nin kuruluşunun önemli bir bileşeni olmasına yardımcı olacaktır. Patronların Ensesindeyiz ağından öncü işçilerin, semt evlerinden emekçilerin, üniversitelerden öğrencilerin, kadın dayanışma komitelerinden kadınların seçildiği, aydınların ve siyasetçilerin yer aldığı gerçek bir Meclis olacaktır.

2. TKP kongre ve konferansları tarafından seçilen Merkez Komite ve Parti Meclisi’ne ek olarak partinin merkezi kurullarına MERKEZ YÜRÜTME KURULU eklenmiştir. MYK, partinin siyasi karar ve açılımlarını daha etkili bir biçimde hayata geçirilmesi, parti çalışmalarının somut veriler ışığında değerlendirilmesi ve koordinasyonun sağlanmasından sorumlu yürütme kuruludur.

3. Partinin işçi kadrolarının örgütsel, siyasal ve teorik gelişimine yardımcı olmak ve işyeri örgütlenmelerinin sayısının artırılıp güçlendirilmesi için bir okul olarak faaliyet gösterecek, özel eğitim programları geliştirecek, basılı ve görsel materyaller hazırlayacak bir İŞÇİ AKADEMİSİ kurulacaktır.

4. PATRONLARIN ENSESİNDEYİZ aylık dönemler halinde belirlenmiş kapitalist şirketlerin kâr oranlarını, sömürü mekanizmalarını, kirli ilişkilerini, işten çıkarma, mobbing ve benzeri uygulamalarını en etkili şekilde teşhir eden ve bunları parti örgütlerinin de devreye gireceği somut mücadele başlıklarına tahvil eden çalışmalar örgütleyecektir.

5. SEMT EVLERİ’nin sınıfsal bir taraflaşmanın yaratılmasındaki rolü güçlendirilecek ve TKP’nin örgütlenmesi gereken yerleşimlere girmesi için temel araçlardan bir olmaya devam edecektir.

6. Farklı boyutları olan “kadın sorunu”nun emekçi kadın örgütlenmesi/mücadelesi merkezli bir biçimde ele alınması partimiz açısından mutlak bir zorunluluktur. Bu bağlamda, KADIN DAYANIŞMA KOMİTELERİ temel örgütlenme ve mücadele aracı olarak güçlendirilecektir.

7. Tarikatlarla mücadeleye odaklanan merkezi bir görev alanı tanımlanacak, bu bağlamda TARİKATLARIN ENSESİNDEYİZ adıyla bir propaganda ve mücadele aracı geliştirilecektir.

8. Benzer bir görev alanı EMPERYALİZMLE MÜCADELE başlığında tanımlanacaktır.

9. TKP’nin yayıncılık faaliyeti soL PORTAL merkeze konarak yeniden yapılandırılacaktır. İçerik ve biçim olarak bu yeniden yapılandırmanın en önemli unsuru yayıncılık alanında üretimin artırılması ama çeşitliliğin azaltılarak odaklanmanın sağlanmasıdır. soL Portal, soL TV’yi de kapsayacak bir biçimde yeni dönemin yayın anlamında tekleştiği platform haline gelecek, bir dönüşüm ve sıçrama için gereken kaynak yaratılacaktır.

10. TKP’nin teorik yayını GELENEK, partinin ihtiyaçlarına yanıt üreten gelişkin bir içerikle dijital ortamda ve soL aracılığıyla aylık olarak düzenli yayınlanacaktır.

11. TKP KÜBA DEVRİMİNİN YANINDADIR.

Küba Devrimi 64 yıldır insanlığın gurur kaynağı olmaya devam diyor.

Bu gurur kaynağının hayatta kalması ve ilerlemesi için türlü fedakarlıklarla yaşamsal bir mücadele veren Küba halkı ve Küba Komünist Partisi zor bir dönemden geçiyor. ABD emperyalizmi Küba Devrimine boyun eğdirmek için elinden geleni yapıyor. Devrimin eşit ve özgür bir toplumunun inşası yolundaki hayranlık uyandıran ilerleyişini engellemek ve Küba halkını teslim almak için yoksullukla ve açlıkla tehdit ediyor. Bu saldırının neden olduğu yoksunlukları “insan hakları ihlalleri” bahanesiyle Küba’ya doğrudan müdahalenin zemini olarak kullanmanın yollarını arıyor.

Oysa emperyalizmin hedef aldığı sosyalizm Küba için her şeyden önce egemenliğin teminatı. Bağımsızlığından ve özgürlüğünden asla taviz vermeyen Küba halkının sosyalizm ile kazandığı eşitlikçi ve özgür bir ülkeden geri adım atmaya niyeti yok.

Küba Devriminin olağanüstü gelişkin insani birikimi ve gücüyle, çalışkanlığı, kararlılığı ve yaratıcılığıyla, sosyalizmdeki ısrarıyla bundan sonra da emperyalizmin planlarını boşa çıkaracağından kuşkumuz bulunmuyor.

TKP, emperyalist saldırılara karşı bu inat ve kararlılıkla mücadele yürüten Küba halkı ile dayanışmasını her koşulda sürdürmeye devam edecek. Bu mücadelede her adımını ülkenin sosyalist karakterini koruma önceliğinden asla vazgeçmeden atan Küba Komünist Partisinin devrimci kadrolarının her daim yanında olacak. Küba düşmanlarının yalanlarına ve karalama kampanyalarına izin vermeyecek, sözde Küba dostlarının yersiz ithamlarına karşı Küba gerçeklerini anlatmaya devam edecek.

Yaşasın Küba Devrimi! Yaşasın sosyalizm!

soL

28 Temmuz 2023 Cuma

Bathonea gün yüzüne çıkıyor - Orhun Altmış / Cumhuriyet

 

İstanbul’un ortaya çıkmayı bekleyen yeni bir antik “yerleşimi” var: Bathonea. Küçükçekmece Gölü havzası içindeki kazılar 2007 yılında yüzey araştırmasıyla başladı. Çalışmalar, daha sonra 2009 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Prof. Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında bilimsel kazılara çevrildi.


Kazılar sırasında Helenistik ve Roma dönemlerine tarihlenen  “büyük”  ve  “küçük” olarak adlandırılan iki adet antik liman ve göl içinde kalmış bir antik deniz fenerinin izleri tespit edildi. Bu keşifle birlikte Patara’dan sonra ülkemizde ikinci antik deniz feneri tespit edilmiş oldu. Ayrıca, İmparator Büyük Konstantin (M.S.330) tarafından yaptırıldığı tespit edilen dev bir açık sarnıç, bir kale kalıntısı ve tabanları mozaik kaplı büyük bir saray kompleksi ortaya çıkarıldı.


Öte yandan gölün diğer tarafında, İstanbul’un ilk yerleşim yeri olarak görülen Yarımburgaz Mağarası’nda yaşayan insanlardan kalmış olabileceği düşünülen buluntular da ortaya çıktı. İstanbul’un tarihini Mezolotik Çağ’a kadar götüren kalıntılar bulundu. 

Kazı alanını gezdiren bilim insanları bu alanın “antik kent” olarak görülemeyeceğini, bir yerleşim olduğunu, bir ilçe gibi düşünülebileceği bilgisini verdiler.


 
Ayrıca antik yerleşim ve kazılar da İstanbul’da diğer her alanda olduğu gibi hayata geçmesi durumunda Kanal İstanbul isimli facia projeden olumsuz etkilenme tehlikesi altında.

‘ULUSLARARASI EKİP’

Bathonea Antik Kenti Kazı Başkanı Prof. Dr. Şengül Aydıngün basın toplantısındaki konuşmasında, “Kazılarımız Avcılar’ın Firuzköy yarımadası olarak adlandırılan yarımada üzerinde üç noktada gerçekleşiyor: Burada çalışmalarımızı 120 bilim insanıyla gerçekleştiriyoruz. Bathonea kazılarının ülkemizdeki en büyük bilim heyetlerinden birine sahip uluslararası güçlü bilim insanlarından oluşan bir ekibe ev sahipliği yaptığını söyleyebiliriz” dedi.

‘DESTEĞİMİZ SÜRECEK’

Basın toplantısında Bathonea antik kentinin kazı çalışmalarının destekçisi oldukları için duydukları gururun altını çizen Mercedes-Benz Türk İcra Kurulu Başkanı Süer Sülün, şu açıklamalarda bulundu: “Daha önce Truva antik kentinde olduğu gibi bugün Bathonea’da da aynı özveri ve adanmışlıkla desteklerimizi sürdürüyoruz. Çünkü biliyoruz ki bu çalışmalar hem İstanbul’un tarih öncesi kronolojisindeki büyük boşlukların doldurulmasına katkı sunacak hem de ülkemize değer katacak.”

Avcılar Belediye Başkanı Turan Hançerli de yaptığı konuşmada, “Burası ören yeri olarak açıldığında İstanbul’a gelen turistlerin kalış süresini bir gün daha uzatacak” ifadelerini kullandı. 

 Orhun Altmış / Cumhuriyet
 

Anadolu’nun Pompei’si: Myra-Andriake - Öznur Oğraş Çolak / Cumhuriyet

 

Prof. Dr. Nevzat Çevik’in “Anadolu’nun ‘Pompei’si” olarak nitelendirdiği Likya birliğinin en önemli 6 kentinden birisi olan Antalya’nın Demre ilçesindeki Myra-Andriake antik kenti kazıları başladı.

                                                    Kazı Başkanı Prof. Dr. Nevzat Çevik

Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nevzat Çevik’in üstlendiği Myra-Andriake antik kenti bu yıl 15. yılını kutluyor. Büyük bir özveri ve heyecanla her yıl kazılara başlayan Çevik, “15. yıl, dolayısıyla 2010 yılında ilk yayımladığımız kent kitabından bu yana çok uzun yıllar geçti. Myra ve Andriake’de çok sayıda mimari yapı ortaya çıkarıldı ve çok sayıda küçük buluntu ele geçti. Yani fazlaca yeni bilgi ve bulgumuz var. Bu nedenle ilk programımız, ekibin tüm bilim üyeleriyle, 32 kişilik yazar ekibiyle beraber Myra ve Andriake’nin 15 yıllık keşiflerini anlatan yeni kitabını hazırlayarak bilimsel sorumluluğumuzu yerine getirmek” diyor.

NERO GÜMRÜK YAZITI

Çevik, bu yıl ki kazı programında ayrıca, “Buna paralel olarak da Andriake’de henüz kazmadığımız çok önemli bir alan olan Liman Gümrük Bölgesi’ni kazmayı planlıyoruz. Ünlü Nero Gümrük Yazıtı’nın ortaya çıkarıldığı bu yapı alanının kazılmasıyla önemli sonuçlara ulaşacağımızı tahmin ediyoruz. Bunlar yanında eserler üzerinde hem arkeolojik hem de epigrafik çalışmalarımız sürecek. Son yıllarda ortaya çıkardığımız diğer eserler gibi ünlü terra cotta koleksiyonuna ait yüzlerce parça da araştırılmaya - birleştirilmeye devam etmekte” diyor. 

Bu yıl ki kazı çalışmalarının en erken eylül ortasına kadar devam edeceğini söyleyen Çevik, sürenin gelme ihtimali olan kaynaklara bağlı olduğunun altını çiziyor. 

Bir kazıda bulunan en küçük bir parça bile hepimizin bildiği gibi büyük bir hikâyenin başlangıcıdır. Çevik, “Bir duvarın devamından bir küçük seramik parçasına, bir cam ve metal parçasından bir heykele kadar her bulgu bizim için yeni ve önemlidir. Bilinmeyenin aydınlatılmasına pay verdikleri ve taşıdıkları orijinal bilgi yükü farkıyla birbirlerine göre daha da önemlileşirler. Ve kazdıkça geçmişin tanıklarıyla elbette buluşulur. Bunlar büyük bir hikâyenin küçücük parçalarıdır” diyor. 

‘HAYAL PROJEM...’

  • Yeni projelerinizden bahseder misiniz?
Çevik: Aslında Andriake’de liman merkez bölgesini kazıp konservasyonlarını da yapıp açık hava müzesine çevirip, Hadrian Granariumu’nu Likya Uygarlıkları Müzesi’ne dönüştürerek en büyük hayalimi bakanlığın büyük desteği ve ekibimin gayretiyle birlikte yerine getirdik. Şimdi, en önemli diyebileceğim projemiz, kazılarını ve malzeme restorasyonlarını tamamladığımız Myra Tiyatrosu’nu orijinal malzemeleriyle ayağa kaldırıp bölgenin bu en büyük tiyatrosunu korumak ve hayata katmaktır. Hayal projem ise “Anadolu’nun Pompei’si” dediğim 10 metre alüvyon altında yatan Myra kentini ortaya çıkarmak için gerekli kamulaştırmanın yapılmasıdır. Öte taraftan Demre sanayisinin yeni yerine taşınmasıyla, içinde nymphaionunun da bulunduğu alanı arkeoparka çevirerek Demre’ye ve bölgeye yeni bir cazibe alana daha kazandırmaktır. Bunlar yanında Andriake açık hava müze alanında eksik kazıları tamamlamak ve özellikle de limanın karşı yakasında da kazılara başlayarak liman çevresinde antik görüntüye yaklaşmaktır.

‘ELEŞTİRİM VALİLİKLERE, ÜNİVERSİTELERE, BELEDİYELERE...’
  • Kazı çok masraflı bir iş. Peki ödenekler yeterli mi?

Özellikle kent kazıları çok masraflı bir iştir. Klasik kent kazılarında paranın miktarı kadar işin nitelik ve niceliği arttırılabileceğinden paranın belli bir yeterlilik sınırı da yoktur. Her sezon o yıl bulunan kaynaklara göre kazı, araştırma ve koruma projeleri geliştirilir. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Genel Bütçe’den, DÖSİM’den ve Türk Tarih Kurumu kaynaklarından bu yıl geçen yıllara göre oldukça fazla ödenek sağlamıştır. Bu konuda eleştirim valilikler, üniversiteler, belediyeler ve özellikle turizm kolundaki iş insanları gibi Bakanlık dışı sorumlu kaynak kurumlaradır. Bu sorumluların bazıları bu görevi gereğince yerine getirirken çoğunlukla da ilgisiz durmaktadır. Oysaki o kazılar ortaya çıkardıklarıyla öncelikle o yerel yerleşimlerin bilim, koruma, turizm, tanıtım, ekonomi, sosyal yükseliş gibi pek çok kaleminde öncü ve etkin bir rol oynamakta, halkın yaşamına önemli katkı vermektedirler. Yani herkes altın yumurtlayan tavuğun yumurtasının peşinde, asıl sahibi olan bakanlığın dışında tavuğu besleyene de çok rastlanmıyor.

‘BİZ GÖREVİMİZİ TAMAMLADIK’

  • Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü’nde çalışmalar nasıl gidiyor?
Biz yüzlerce bilim ve kültür-sanat insanlarıyla birlikte görevimizi tamamladık. Proje marifetiyle Arkeometri laboratuvarları, Kütüphanesi, Arşivi, Eğitim Programları ve Yayınları gibi her altlığıyla ve mekanlarıyla Enstitüyü kurduk. Meclis de üstüne düşeni yaparak Enstitü Vakfını yasalaştırdı. Bundan sonraki süreç, projenin himayedarı ve yasa teklifinin de sahibi olan Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Enstitü kurullarını oluşturarak aktif olarak çalışmaya başlamasını sağlamasıdır. 

Öznur Oğraş Çolak / Cumhuriyet

Tarihin ve doğanın kalbinde patlatmalı madencilik! + Akbelen’deki ağaç katliamının durdurulması için dava açıldı: 'Kömürün maliyeti kazancının 100 katı' (Yusuf Yavuz/soL)


Tarihin ve doğanın kalbinde patlatmalı madencilik!  

Binlerce yıldır yaşam alanı olan Latmos Dağı’nın doğal ve kültürel mirası yok ediliyor. Aydın Söke’de yılda 120 ayrı patlatmanın yapılacağı kuvars ocağının kapasite artışı projesi yargıya taşındı...

Doğal ve kültürel miras alanları bakımından Türkiye’nin önemli bölgelerinden biri olan, tarihi kalıntılara ev sahipliği yapan Latmos (Beşparmak) Dağı son yıllarda endüstriyel ham madde üreten madenciliğin tahribatı altında.

Yaklaşık 8 bin 500 yıllık kaya resimlerinin bulunduğu Latmos’un Aydın’ın Söke ilçesi sınırlarında kalan bölümünde çok sayıda maden ocağı bulunuyor. Çavdar köyü yakınlarında 2004 yılından bu yana faaliyet gösteren Kuvars ocağı da bunlardan biri. 2018’de el değiştiren kuvars ocağında patlatmalı açık ocak işletmeciliği yapılırken sahayı devralan firma kapasite artışına gitti. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 5 Haziran 2023 tarihinde ÇED Gerekli Değildir kararı verdiği kapasite artışı projesini yargıya taşıyan yöredeki çevre örgütleri, Latmos’un kâbusu olan vahşi madencilik projelerinin sonlandırılmasını talep ediyor.

Aydın’ın Söke ilçesinde Kormad Madencilik Hafriyat İnş. Şti. tarafından işletilen kuvars ocağında kapasite artışını öngören proje yargıya taşındı. Latmos’un doğal ev kültürel varlıklarının yanı sıra bölgedeki zeytin ve fıstık çamı üretimini de tehdit eden vahşi maden ocağı işletmesinin kapasite artışına karşı çıkan yöredeki çevre dernekleri ve platformlar, Aydın İdare Mahkemesi’nde açtıkları dava ile projenin iptalini istiyor.

Dava dilekçesinin Mahkemeye sunulmasının ardından basın açıklaması yapan çevre dernekleri ve platform sözcüleri, Latmos’un korunması için birlikte mücadele edilmesi çağrısında bulundu.

Binlerce yıllık yaşam alanı yok ediliyor

Zeytin ve fıstık çamı gibi ürünlerin yanında hayvancılık yaparak yaşamını kazanan yöre köylülerinin geleceğini tehdit eden vahşi madencilik, bölgenin zengin jeolojik mirasının da yok olmasına neden oluyor. Latmos’un jeopark niteliğindeki kayaçları öğütülerek kimya, cam ve seramik endüstrisinde kullanılmak üzere ham maddeye dönüştürülüyor. Binlerce yıldan beri insan yaşamının sürdüğü bölgenin son sakinleri olan yöre köylüleri yaklaşık 20 yıldır Latmos’un yok oluşuna tanıklık ediyor.

Yılda 120 ke patlama yapılacak

Yargıya taşınan projeyle ilgili hazırlanan ÇED raporunda, yıllık 5 bin ton olan cevher üretim kapasitesinin 180 bin tona çıkarılacağı belirtiliyor. Anfo patlayıcılar kullanılarak ayda 10, yılda ise 120 patlatma yapılacağı kaydedilen proje kapsamında yılda 2 milyon 340 bin ton atık (pasa) oluşacağı kaydedilen raporda, “İş bu rapor kapsamında 12 ay/yıl, 25 gün/ay ve 8 sa/gün olarak çalışılarak kapasite artışı sağlanacaktır. Proje kapsamında 90,93 hektarlık ruhsat sahasında ocak alanı 7,43 ha, pasa alanı 5,67 ha, şantiye alanı 0,29 ha, stok alanı 1,94 ha, bitkisel toprak depolama alanı 2,68 ha olmak üzere toplam ÇED alanı 18,01 ha’dır” bilgilerine yer veriliyor.

Su kaynakları da tehdit altında, DSİ uyardı

Projeyle ilgili kurum görüşüne başvurulan DSİ 21. Bölge Müdürlüğü, Proje Tanıtım Dosyasında yer alan jeolojik ve hidrojeolojik verilerin makro düzeyde bilgiler içerdiğine işaret ederek çalışılacak sahadaki yeraltı suları, pınar ve çeşmelerle ilgili Hidrojeolojik Değerlendirme Raporu hazırlanmasını talep etti.

Hidrojeolojik değerlendirme raporu şartı

Söz konusu eksikliklerin giderilmesinin ardından yeniden değerlendirme yapılacağı kaydedilen DSİ’nin 5 Mayıs 2023 tarihli yazısında, “Madencilik faaliyetleri esnasında ÇED alanı yakın çevresindeki su kaynaklarının debileri ve su kaliteleri periyodik olarak izlenmelidir. İşletme sırasında çalışma alanı olarak seçilen saha ve çevresinde bulunan kaynak, pınar, çeşme, kuyu, havuz ve diğer su kullanıcılarının etkilenmesi durumunda faaliyet sahibi tarafından yakın/uzak mesafeden aynı kalite ve miktardaki su temin edilecek olup bu hizmet karşılığında herhangi bir ücret talep edilmeyecektir. Sonuç olarak, yukarıda bahsedilen yükümlülüklerle birlikte Proje Tanıtım Dosyası ve hazırlanmış Hidrojeolojik Değerlendirme Raporundaki taahhütlere uyulması şartıyla projenin söz konusu alanda gerçekleştirilmesinde Bölge Müdürlüğümüzce sakınca bulunmamaktadır.” İfadelerine yer verildi.

Ayda 10 patlama, yılda 2,5 milyon ton kazı yapılacak

Maden ocağı ruhsatı ve işletmesi Çavdar köyü sınırlarında kalmasına rağmen, ÇED duyurusunda yalnızca alanın batısındaki Karakaya köyüne yer verilmesi dikkat çekiyor. Projeyle ilgili ÇED raporunda yer verilen bilgilere göre yıl boyunca yapılacak patlatmalarla 2 milyon 565 bin ton kazı yapılacak. Ayda 10 kez patlatma yapılacağı kaydedilirken, gecikmeli elektrikli kapsül kullanılarak yapılacak her bir patlatma için ortalama 765 delik açılacağı, yılda toplam 9185 patlatma deliği açılacak.

Koruma bölge kurulu sakınca görmedi

Latmos bölgesinde bulunan kültürel miras, madencilik kıskacındaki alanın geneline yayılmış durumda. Binlerce yıldır kesintisiz yerleşimlere ve kültürel katmanlara ev sahipliği yapan bölgenin bütüncül olarak korunması talep ediliyor. Ancak madencilik, enerji ve benzeri yıkıcı projeler söz konusu olduğunda görüş bildiren kurumlar genellikle literatür taraması ve yüzey araştırması yaparak görüş oluşturuyor. Yaklaşık 100 hektarlık ruhsat sahasına sahip olan söz konusu kuvars madeni projesinin kapasite artışı projesinde de benzer şekilde bir görüş oluşturan Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü’nün resmi yazısında, “Müdürlüğümüz Uzmanlarınca söz konusu proje alanı üzerinde yapılan yüzey incelemesinde, 2863 sayılı Kanun kapsamında kalabilecek herhangi bir korunması gerekli taşınır/taşınmaz kültür varlığı veya parçası ile taşınır tabiat varlığına rastlanmamış olduğundan söz konusu proje sahası üzerinde IV. Grup Maden Ocağı Kapasite Artışı Projesinin gerçekleştirilmesinde, 2863 sayılı Kanunun kültür varlıkları açısından sakınca bulunmamaktadır. Ancak, bahsi geçen saha üzerinde talebe yönelik yapılacak çalışmalar sırasında herhangi bir taşınır/taşınmaz kültür varlığı veya parçası ile taşınır tabiat varlığına rastlanması durumunda 2863 sayılı Kanun'un 4. maddesi gereği çalışmaların durdurularak en yakın müze müdürlüğüne veya mülki idare amirine haber verilmesinin sağlanması gerekmektedir” ifadelerine yer veriliyor.

Bu tür projelerde 'arkeolojik etki değerlendirmesi' yapılmalı

Koruma Bölge Kurulu’nun “çalışmalar sırasında bir kültür varlığına rastlanması durumunda haber verilmesi” yönündeki klişe uyarısı, mevcutta o bölgede yaşayan hemen her vatandaş için uygulanan bir prosedür. Bir çiftçinin tarlasını sürerken ya da bir çobanın keçilerini otlatırken kanun kapsamına giren bir kültür varlığı görmesi ya da bulması durumunda da benzer bir yol izlenerek müze ya da mülki idare amirine haber vermesi gerekiyor. Doğal peyzaj ve topografya üzerinde olağanüstü bir tahribata neden olan madencilik projelerine de benzeri bir yöntemin uygulanması, birçok bölgede kültürel varlıkların henüz tescil edilmeden yok olmasına neden oluyor. Madencilik, enerji, otoyol ve benzeri yıkıcı etkileri olan projelerde Çevresel Etki Değerlendirmesi’nin yanında Arkeolojik Etki Değerlendirmesi ile kültürel ve sosyal etkilerin birlikte değerlendirileceği daha sıkı önleyici idari tedbirlerin alınması gerekiyor. Her geçen gün büyük bir arazi parçalanması ve habitat kaybı yaşayan Türkiye’nin dengin doğal ve kültürel mirasının geleceğe kalabilmesi için bu yönde yasal düzenlemelerin bir an önce yapılması ve uygulanması önem taşıyor.

                                                                         /././


Akbelen’deki ağaç katliamının durdurulması için dava açıldı: 'Kömürün maliyeti kazancının 100 katı' 

Şirketlerin yıllık 200 milyon TL kazancı uğruna devletin her yıl 23,5 milyar TL sağlık maliyetiyle karşı karşıya kaldığını belirten yöre halkı Akbelen'deki orman katliamını yargıya taşıdı.

Muğla’nın Milas ilçesinde termik santral için kömür çıkarılması amacıyla Akbelen ormanında yapılan ağaç katliamının durdurulması için Orman Genel Müdürlüğü aleyhinde dava açıldı. Yerel derneklerin açtığı iptal davasında, Akbelen ormanında 24 Temmuz’da başlayan ve halkın tepkisine karşın kolluk kuvvetleri eşliğinde sürdürülen ağaç kesiminin durdurulması talep edildi. Kömürlü termik santrallerin atık ısı üretimi ve ısı adası oluşturma etkisine değinilen dava dilekçesinde, söz konusu etkinin orman yangınlarını tetiklediğine dikkat çekilerek Akbelen’deki orman kıyımının durdurulması, termik santrallerin de bir an önce kapatılması istendi.

Özelleştirilen termik santraller tehdit kaynağı oldu

Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy’de bulunan Akbelen ormanında 24 Temmuz’da yeniden başlayan ağaç kesiminin durdurulması için Muğla İdare Mahkemesi’nde dava açıldı. Bölgede bulunan Yeniköy Kemerköy Termik Santrali 2014 yılında özelleştirilerek iktidara yakın kartellerden olan IC İçtaş Enerji ile Limak Enerji ortaklığına verildi. Termik santralde yapılan kapasite artışlarıyla birlikte bölgedeki kömür sahalarının da giderek genişletilmesi, bölgenin doğal ve kültürel miras alanlarını da tehdit etmeye başladı.

Akbelen ormanında yeni ağaç kıyımına başlandı

İkizköy’de bulunan Akbelen ormanına dayanan kömür sahasının daha fazla genişlemesine karşı yıllardır direnen yöre köylüleri, ellerinde kalan son ormanın da kömüre kurban edilmesini istemiyor. Daha önce evlerini, mahallelerini ve zeytinliklerini kaybeden yerel halk, 24 Temmuz 2023 tarihinde yeni bir ağaç kıyımıyla uyandı.

Avukat ve köylülere gözaltı

Ormanlarını korumak için ağaçlara sarılarak direnen halka jandarma biber gazı ve tazyikli su kullanarak sert müdahalede bulundu. Köylülerin gönüllü avukat İsmail Hakkı Atal’ın da aralarında bulunduğu 8 kişi gözaltına alındı, ifadelerinin alınmasından sonra serbest bırakıldı. Akbelen ormanına giren yollarda yoğun güvenlik önlemlerinin alınması dikkat çekerken jandarma eşliğinde süren ağaç kesimleri ise devam ediyor.

Orman Genel Müdürlüğü'ne karşı dava açıldı: Kesimi durdurun

Orman Genel Müdürlüğü’nün denetiminde sürdürülen ağaç kesiminin durdurulmasını isteyen yöre halkı bugün yeni bir dava daha açtı. Karadam ve Karacahisar Mahalleleri Doğayı ve Doğal Hayatı Koruma Güzelleştirme ve Dayanışma Derneği’nin Orman Genel Müdürlüğü aleyhinde açtığı dava ile kesim işleminin durdurulması ve idari işlemin iptali isteniyor.

Muğla Nöbetçi İdare Mahkemesi'ne sunulan dava dilekçesinde, Milas Orman İşletme Müdürlüğü sorumluluğundaki sahada sürdürülen ağaç kesiminin anayasaya aykırı olduğu savunularak durdurulması talep edildi. Devlet ormanlarının mülkiyetinin devrolunamayacağına ilişkin Anayasa hükmünün altı çizilen dava dilekçesinde, “Ormanlara zarar verebilecek hiçbir eylem ve faaliyete müsaade edilemez” ifadeleri hatırlatıldı.

'İnsanlığa karşı suç niteliğinde'

Avrupa Sağlık ve Çevre Birliği (HEAL) tarafından hazırlanan raporda, Muğla'daki Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerinin 38 yılda 68.324 kişinin ölümüne neden olduğu, sadece Yeniköy termik santralinin 23 bin 595, Kemerköy termik santralinin ise 11 bin 600 kişinin ölümüne yol açtığına ilişkin tespitlere de yer verilen dava dilekçesinde, “Bu termik santrallerin işletilmesinin insanlığa karşı suç niteliğinde olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır” ifadelerine yer verildi.

İki santralin ülkeye yıllık maliyeti kazancının 100 katı

Bölgede 1986 yılında çalışmaya başlayan 420 MW gücündeki Yeniköy termik santralinin 35 yılda devlete olan sağlık harcaması maliyetinin 508 milyar 500 milyon TL tutarında olduğuna da değinilen dava dilekçesinde, “1993 yılında çalışmaya başlayan 630 MW gücündeki Kemerköy termik santralinin 28 yılda devlete sağlık harcaması maliyetinin 260 milyar 400 milyon TL olduğu belirlenmiştir. Bu durumda Yeniköy termik santralinin işletildiği 35 yılda yıllık ortalama sağlık maliyeti 14 milyar 528 milyon TL, Kemerköy termik santralinin yıllık ortalama sağlık maliyeti ise 9 milyar 300 milyon TL olarak çıkmaktadır. İki termik santralin toplam yıllık ortalama sağlık maliyeti ise 23 milyar 828 milyon TL olup, Yeniköy Kemerköy A.Ş’nin her 2 termik santralden yıllık kazancı 200 milyon TL tutarında olduğu hesap edilirse, bu iki santralin ülkeye ve halka maliyeti, kendi ticari kazancının 100 katından fazladır” denildi.

Devlete ve halka yılda 23,5 milyar maliyet getiriyor

Yeniköy termik santralinin 35 yılda 8 milyon 574 bin 424 işgünü kaybına neden olduğuna da değinilen dava dilekçesinde, Kemerköy termik santralinin ise 28 yılda 4 milyon 407 bin 395 işgünü kaybına yol açtığı vurgulanarak şöyle denildi:

“Böylece davaya konu 2 termik santralin 15 milyona yakın işgünü kaybına yol açarak devleti ve halkı üretimden, çalışmadan alıkoyarak ayrı bir toplumsal maliyet kalemi daha olduğu açıktır. Yeniköy ve Kemerköy termik santralleri yılda 200 milyon TL kazanabilmek için, tarım, turizm, arıcılık ve balıkçılıkta verdiği zararlar hariç devlete ve halka yılda 23 milyar 528 milyon TL tutarında sağlık harcaması yaptırmakta. Bu termik santraller, 1 TL’lik kazanç uğruna 100 TL’lik zarar vererek on binlerce yurttaşımızı öldürmeye, gelecek nesillerimizi sakatlamaya devam etmektedir.

Diğer yandan Yeniköy-Kemerköy termik santrallerinin genel müdürü M. Serhat Dinç’in beyanına göre 2 santralde toplam 3.500 kişi çalışmaktadır. Ancak gerçekte 2 termik santralde kadrolu olarak çalışan işçi sayısı yaklaşık 1000 kişi olmasına rağmen şirketin 230.000 dönümlük kömür madeni ruhsat sahasında 30.000 köylü yaşamakta olup, bu arazinin 88.000 dönümü tarım arazisi 142.000 dönümü ise çam ormanı ve zeytinliktir. Böylece yıllık sağlık maliyeti 23 milyar 528 milyon TL olan bu şirket, kendisi 200 milyon TL kazanmakta ve bölge halkının tarımını -hayvancılığını- yok ederken sadece 1000 kişiye istihdam sağlamaktadır. Toplumsal maliyet analizine göre Yeniköy-Kemerköy termik santrallerinin Türkiye Cumhuriyeti’ne yıkıcı bir etkisi olduğu çok açıktır.”

Yusuf Yavuz / soL