Hayırlı izdivacın sırrını veriyorum(Barış Terkoğlu)
Bazen mutlu evlilik iyi olmuyor, bazen iyisi mutlu etmiyor. Karar vermek için başladığı yerle bittiği yere bakmalı...
Daha önce bu köşede okudunuz. Size “Yerinde olmak isterdim” dediğim Abdullah Çetinkaya’nın hikâyesini anlatmıştım. Molla Mustafa Çetinkaya’nın oğlu olan Urfalı Abdullah Çetinkaya, Diyanet personeli olarak başladığı iş yaşamını bambaşka bir yere vardırmıştı. Çetinkaya, Ankara’da bir ofis tutmuş, çok garip bir şekilde yargı camiasıyla içli dışlı olmuştu. Fotoğraflarını yayımlamıştım. Çetinkaya, yargı üyeleriyle toplantılar düzenliyor, birlikte tatile çıkıyor, onlara hediyeler veriyor hatta kimi mahkemelerde kürsüye dahi oturuyordu. Haliyle Çetinkaya’nın Ankara’da konuşulan bir ünü oluşmuştu. “Yargıda hele Yargıtay’da bir işiniz varsa Abdullah Çetinkaya çözer” diyorlardı. Allah hayırlı kulunu sever ya, memur maaşına bereket katar ya, Çetinkaya bu süreçte zenginleşmiş, petrol istasyonları bile olmuştu.
Gelelim bugünkü meseleye...
Çetinkaya’yı elinden tutup yukarıya taşıyan siyasetçi MHP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Özyavuz. Bu benim fikrim değil. Hem tanıyan herkes söylüyor hem de Çetinkaya’nın sosyal medya hesaplarına bakanlar ikilinin arasındaki yakınlığı görüyor. Hatta MHP’nin Çetinkaya’ya 2019 yılında Urfa Büyükşehir Belediye başkanı adaylığı götürmesi de Özyavuz sayesinde olmuş.
FETÖ’DEN ATILDI MHP’LİYLE EVLENDİ
Özyavuz’un bir videosu Urfa’da çok meşhur. 2014 yerel seçim sürecinde, AKP-FETÖ kavgası başladıktan aylar sonra, yer döşeğinde oturmuş Urfalılara meseleyi şöyle anlatıyor: “Ortaya bir paralelci hikâyesi attılar son seçimde. Fakat Türkiye’de ne paralelci var ne de böyle bir şey var. Nedir bunlar? Hep algı operasyonu!”
Bunu neden hatırlattın derseniz şöyle söyleyeyim...
Biliyorsunuz, FETÖ’nün en güçlü olduğu yer sivil toplum değil, devletin ta kendisiydi. Yargıda, poliste, askeriyede, bürokraside kamunun kılcal damarlarına sızmıştı. Erdoğan-Gülen kavgasının ardından büyük bir tasfiye süreci başladı. En büyük tasfiye ise kuşkusuz 15 Temmuz sonrasında yaşandı.
Darbe girişiminin hemen ertesi günü 2 bin 745 savcı ve hâkim hakkında gözaltı kararı verildi. OHAL ilanının ardından, 24 Ağustos 2016’da FETÖ iltisakı olduğu iddia edilen 2 bin 847 hâkim ve savcı ihraç edildi.
Bu isimlerin arasında karı koca hâkim Serpil Telli ve Bekir Tuğrul Telli de vardı. 2014 yılında, HSK’de FETÖ ile karşıtlarının yarıştığı seçimde, Telli ailesi Fethullahçıların adayı Teoman Gökçe için çalışmıştı. O dönem Gökçe’nin memleketi Tokat’ın Zile ilçesinde görev yapan ikili, Gökçe kazansa belki de terfi edecekti. Ancak yargıda FETÖ’nün kaybedişi onlar için dönüm noktası oldu. Söylediğim gibi, 15 Temmuz’un ardından karıkoca, binlerce yargı mensubu gibi, gözaltı ve görevden almayla karşılaştılar.
Durun hikâye bitmedi...
15 Temmuz’un ardından çift boşandı. Bu kısmı bizi ilgilendirmez. Özel hayat konumuz değil. Serpil Telli, boşanmanın ardından yeni bir evlilik yaptı. Kiminle mi? MHP Urfa Milletvekili İbrahim Özyavuz ile. Burası da bizi ilgilendirmez. Öyle ya, aşk bu, sınır tanımaz.
Ama bundan sonrası bizi ilgilendiriyor...
GÖREVE GERİ DÖNDÜ
Terzi kendi söküğünü dikemez derler ya. İşte MHP’li Özyavuz için öyle olmamış. AYM’nin Can Atalay kararının ardından, yargıda FETÖ’cü avına çıkan MHP’li milletvekilinin eşine evlilik yaramış. Önce ihraç kararı kaldırılmış. Serpil Özyavuz, 19 Haziran 2022’de Van’dan Ankara’ya tayin olmuş. İki ay sonra, 11 Ağustos 2022’de ise Ankara 35. Ağır Ceza Mahkemesi’ne atanmış. Sonra ne oldu bilinmez, geçen ocak ayında ise kadrosu genele çevrilmiş.
Konu Urfa’da da gündem olmuş. Urfa medyası Özyavuz’a eşini sorunca şu yanıtı almış: “FETÖ’den bir hüküm yememiş, bir ceza almamış. Hiçbir mahkeme olmadan direkt takipsizlik kararı verildi. Açılmış bir mahkeme bile yok.”
Kısacası hayırlı izdivaç nasıl olur diyorlar ya...
Pek çok kişi FETÖ meselesinde haksızlığa uğradığını söylerken hayatını değiştiren evlilik yapan Özyavuzların işi rast gitmiş. Bu aralar yargıda her sevmediği kararda FETÖ izi arayan, bunun için AYM ile bile karşı karşıya gelen, hatta Ülkü Ocakları başkan yardımcısı bu nedenle tutuklanan MHP için başarılı bir evlilik hikâyesi değil mi!
Çoğu zaman evlilik hakkında felsefi konuşmalar yapıyoruz. Belki de uygun evlilik yoktur doğru insanlar vardır...
/././
Nedir bu ‘Hamas gibi yapmak’ arzusu(Ergin Yıldızoğlu)
Siyasal İslamın “süreç olarak faşizm” rejimi içinde, etkili tarikatlardan birinin üst düzey üyesi diyor ki “Hamas’ın Filistin’de yaptığını biz Türkiye’de yapmak zorundayız. Biz şu an itibarıyla eğer vakti zamanı iyi değerlendirebilirsek Türkiye’de bir devrimin olmaması için hiçbir sebep yok”. Korkutucu olan şu ki bu arzu tamamen mantıksız bir hezeyan değil.
HAMAS NE YAPTI?
Hamas, İsrail devletinin katkılarıyla kurulurken, ulusalcı, seküler, sol eğilimli Filistin Kurtuluş Hareketi’ni ideolojik, Gazze’de yönetimi silah zoruyla ele geçirerek de idari olarak böldü; İsrail’i tanımadığını, tamamen yok etmeyi amaçladığını açıklayarak bir uzlaşma, çözüm arama çabalarını sabote etti. İsrail devleti de “Karşımızda pazarlık yapacak bir merkez yok”, “Filistin halkını kim temsil ediyor belli değil”, “Bizi yok etmek isteyenlerle nasıl görüşelim” diyerek Oslo Barış Süreci’ni söndürdü. İsrail devleti, “Çimleri biçmek” dediği bir taktikle, belli aralıklarla yaptığı kanlı ve yıkıcı operasyonlarla Gazze halkının öfkesini canlı tuttu. Hamas da Gazze’de gittikçe bozulan ekonomik, toplumsal koşullar altında, toplumsal desteği zayıfladıkça yönetimini bu öfkeyi devşirerek ayakta tutmaya devam etti.
Böylece Hamas ile İsrail devleti arasında uğursuz bir simbiyoz ilişkisi şekillendi: İsrail yönetimi Hamas’ın Katar’dan düzenli olarak mali destek almasına izin veriyor, Hamas iktidarda kalıyor, buna karşılık İsrail devleti de halkına ve dünyaya “Çözüm olanaklı değil” diyor, yerleşimleri genişleterek Filistin topraklarını gasp etmeye devam ediyordu.
Hamas 2006’da kazandığı genel seçimlerden sonra Gazze halkının iradesine bir daha başvurmadı; Hamas cihatçı terörist grupların Gazze’de yaşamasına, gelişmesine izin verdi. Gazze halkının öfkesi, zamanla yalnızca İsrail’i değil Hamas’ı da hedef almaya başladı. Bu öfke 2019 yılında, protesto gösterileri Gazze’yi sardı, Hamas bu eylemleri ancak çok yaygın şiddet kullanarak bastırabildi. Bugün artık “Seçimle geldi, öyleyse meşru bir yönetimdir” iddiası da anlamsızdır.
Şimdi, Hamas yanlısı akıllar, “Ama İsrail dünyada hiç bu kadar teşhir olmamıştı, yalnız kalmamıştı. İsrail, mecburen iki devletli çözüm sürecine geri dönecek. Hamas büyük bir zafer kazandı” diyorlar. Gerçek oldukça farklı. Birincisi, Hamas’ın yanında cihatçı terörist grupların da katıldığı, Aksa Tufanı Operasyonu, Hamas’ı yalnızlaştırdı, İsrail’e Gazze’yi yıkma ve boşaltma fırsatı tanıdı. İkincisi, Hamas İsrail’i tanımıyordu, iki devletli çözüme karşı değil miydi? Nihayet, en önemlisi, büyük bir kısmı çocuk, 15 binden fazla kişi öldü, on binlercesi yaralandı, travma yaşadı, Gazze’de yaşam alanları yok oldu, insanlar kuzeyden güneye göçe zorlandılar. İsrail Gazze’yi “boşaltmaya”, işgale etmeye başladı.
PEKİ NEDEN ‘HAMAS GİBİ YAPMAK ZORUNDALAR’?
Siyasal İslam, 2007’den bu yana hile hurda karıştırmadan seçim kazanamıyor. O günden bu yana tüm seçim sonuçları şu veya bu oranda şaibelidir. Bu şaibeler her seçimde biraz daha derinleşti, 2015 seçimleri katliamlarla daha da kirlendi. Artık, siyasal İslamın liderliğinin en akılsız olanları bile anladı: Liderleri hayat boyu Saray’da kalmaya niyetlidir ama hile hurda ile bile olsa seçim kazanmak giderek daha da zorlaşmakta, iktidarda kalmak için alınması gereken riskler hızla artmaktadır. Yüzde 50+1 ile olmuyor saçmalığı da bundandır.
Ekonominin ufku karanlıktır. Enflasyonun kaç olduğu belli değildir ama siyasal İslamın, Vakıflar Müdürlüğü’nün kiraları yüzde 500 artırdığına ilişkin haberler bir fikir veriyor. Net döviz rezervleri çok yetersiz, borç ödemek için aranan yabancı kaynak bulunamıyor. Bulunacak borca fahiş faiz ve risk primi ödeneceği kesindir. Belki Şimşek gibi kaba iktisatçılar anlamayabilir ama faizi ödeyecek kaynağın bir yerden gelmesi gerekir. Ekonomi “artık değer” üretemiyorsa yoksullaşma, iflaslar, işsizlik daha da artar.
Gerçekten de “pasta” hızla küçülüyor. Siyasal İslamın egemen sınıfı pastadan aldığı payın azalmasını kabullenemiyor: Devlet gelirlerini talan etmeyi, yeni rant alanları arama çabalarını (“rezerv alan” yasası) hızlandırıyor. CHP, canlanma, işçi hareketine açılma işaretleri verirken iktidarda kalmak giderek zorlaşıyor. Çaresiz, “Hamas gibi yapmak” arzusu güçleniyor. Muhalefetin bu vahim arzuyu mutlaka ciddiye alması gerekiyor.
/././
AKP’nin siyasetlerini ayarlama merkezi: NATO(Mehmet Ali Güller)
Hep söylüyoruz, NATO askeri bir örgüt olmasından önce siyasi bir örgüttür ve bu yönüyle işlevi, ABD’nin üye ülkeleri denetim altında tutmasıdır.
NATO karargâhı bu bakımdan kapısından içeri girildiğinde üye ülke siyasetlerinin ayarlandığı merkezdir.
NATO-SARAY-TBMM ÜÇGENİ
Örneğin kendi ülkenizdeyken, hatta NATO karargâhına gitmek üzere uçaktayken bile “İsveç’in NATO üyeliğini onaylamayacağınızı” söylersiniz. Ama karargâhın kapısından girip çıktıktan sonra “İsveç’in NATO üyeliğini onayladığınızı” ilan edersiniz.
Bunun iç politikada sorun yaratmaması için bu kez propaganda aygıtları çalışmaya başlar, “Tamam, cumhurbaşkanı NATO toplantısında İsveç’in üyeliğini onayladı ama TBMM’ye göndermeyecek, bekletecek” denir.
Sonra NATO karargâhının kapısı kadar önemli olan ABD dışişleri bakanı ile kapının kolu durumundaki NATO genel sekreteri telefon eder; evrak Saray’dan TBMM’ye hemen gönderilir.
Sonra yine propaganda aygıtları çalışır; “Tamam, evrak TBMM’ye gönderildi ama onaylanmayacak, oyalanacak” denir. Hatta komisyonda görüşüldükten sonra ertelenmesi “ABD’ye büyük reddiye” diye pazarlanır, “iktidarın ABD’ye kafa tuttuğuna” inanmayanlara, “Bakın gördünüz mü” diye caka satılır.
Ama NATO karargâhı oradadır ve günü geldiğinde yine gidilecektir.
İSVEÇ’E ‘TBMM ADINA’ VERİLEN SÖZ
Bu kez NATO karargâhına gitme sırası Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dadır. Kapıdan girdikten sonra olanları bu kez muhatabı İsveç Dışişleri Bakanı Tobias Billström açıklar: “Meslektaşım Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile ikili görüşmem oldu. Bana onayın birkaç hafta içinde gerçekleşmesini beklediğini söyledi.”
Dün yazıyı teslim ettiğim saate kadar Dışişleri bu sözleri yalanlamadı. Böylece Fidan’ın “TBMM adına” ABD, NATO ve İsveç’e söz vermiş olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Böylece yasama organı olmaktan çıktığını ve Saray’ın noteri durumuna dönüştürüldüğünü üzülerek gördüğümüz TBMM’nin, aynı zamanda Saray’ın pazarlık aracı olarak kullanıldığını da görmüş oluyoruz.
Tabii bu noktada iktidara haksızlık etmemeliyiz, zira TBMM’de pazarlık bile yapılmadan İsveç’in NATO üyeliğinin derhal onaylanmasını arzulayan bir muhalefet de var ne yazık ki...
SÖZ VAR, EYLEM YOK
Önemle belirttik: Erdoğan dünyada Gazze konusunda İsrail’e en sert sözler söyleyen siyasetçilerin başında geliyor. Ancak bolca sert söze rağmen, iktidar cephesi kola-kahve dökmek şeklindeki yumuşak eylemlerden öteye gidemiyor. Ne İsrail’e istihbarat sağlayan Kürecik Radarı konusunda adım atılabiliyor ne İsrail’e mal taşıyan gemiler engelleniyor. O gemilerle ne taşındığı, gemilerin sahiplerinin kimler olduğu şeklindeki soru ve araştırma önergeleri engelleniyor ama!
Kürecik Radarı’nın neden kapatılmadığına verdikleri yanıtlar ise hepimize “Devlet nedir” dersi gibi oluyor! Zamanında Ecevit’in, Demirel’in yapabildiğinin neden kendileri tarafından yapılamadığını, “Radar kapatmak tencere kapağı kapatmaya benzemez, orası NATO üssü, devlet ciddiyeti gereği öyle kapattım deyip kapatılamaz” diyerek açıklıyorlar!
MUHALEFETİN BATICILIK SORUNU
Muhalefeti “Londra tefecilerine koşacaklar” diye suçlayıp Londra tefecilerine de New York bankerlerine de koşanlar kendileri. Muhalefeti Batıcılıkla suçlayıp Batı’nın stratejik çıkarlarına uyum göstermekte açık ara önde olanlar kendileri.
Neo Abdülhamitçilik dediğimiz tam da budur: Doğu’ya yaslanarak Batı’yla pazarlık yapıp, bunu iç politikada ve ekonomide kullanıp günün sonunda Batı’nın çıkarlarına uymak...
Bu kadar açık sergilenen bir oyunun neden bunca zamandır boşa düşürülemediğinin yanıtı ise acıklı: Çünkü muhalefet, iktidarı Batı’ya tam uyumlu olmamakla suçluyor!
(Cumhuriyet)