Arabuluculuk hukukun içine dallanıp budaklanarak giriyor. Kimi
uygulamalar isteğe bağlı, çalışma yaşamında olduğu gibi kimi uygulamalar
da zorunlu. Bu zorunluluğun açılımı, emekçi ile patronu buluşturma,
işçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasında uzlaşma.
Konuyu işin tekniğine ve ayrıntısına girmeden özetleyelim: Arabuluculuk uzlaşmacılıktır. Hukukçulardan olsun, diğer disiplinlerden olsun, özel eğitimden geçsin fark etmez uzlaşmacı olacaksın, tarafları barıştıracaksın. Yani töre ve adetlerin ve de dinselin kimi seçkinlere ve egemenlere verdiğini hukuk kılıfıyla yapacaksın. Yapacaksın ki egemenin gücünü ezilene karşı hukuksallaştıracaksın. Ya orada noktalayacaksın ya da senden sonra yargıya gidilecek. Asıl işin noktalama ve yargı yolunu temizleme olacak. Asıl işin işverenin çıkarını savunmak olacak. Böylece sorun her ne ise taraflar arasında kalacak, sessiz sakin çözülecek ki çözümün adaletsizliği anlaşılmasın, yargıya gidilip toplumun bilgisine sunulmasın.
İşçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasında uzlaşma olmaz. Olursa sermayenin egemenliğinde, etkisinde, yönlendirmesinde olur. Olursa kaşıkla verip kepçeyle almayla sonuçlanır. Olursa burjuva toplumun sahteliğinde olur.
Uzlaşma sınıfsal mücadelenin düşmanıdır.
Net olan ve ödün verilmemesi gereken tavır, “avukatlık kurumu”nun, savunma işlevinin, hak mücadelelerinin ve hak aramanın katiyen terk edilmemesidir. “Yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil” etme niteliğinden küçük de olsa ödünler verilmemelidir.
Arabuluculuk avukatlığın talisi bile değildir. Çünkü avukatlık, “hukuki münasabetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde” sağlar. Avukat “bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder”.
Çünkü avukat adı üstünde savunmandır, hak ve adalet aramada taraftır. Arabulucu ise haksızlık yapan ile mağdur, ezen ile ezilen arasında uzlaşmacıdır.
Sınıfsal mücadele içindeki hukukçuların ve seçtilerse arabulucuların yapmaları gereken ise hiç de hafife alınamaz. Bu mağduriyet, ezilme, sömürülme, adaletsizlik ve keyfiliğin gerçeğini işçi ve emekçilere anlatmak, uzlaşma uğruna egemenin üstünlüğüne teslim olmama yollarını göstermek de mücadele yoludur. Alanı egemenlerin arabulucularına teslim etmeme, uzlaşma önerilerini reddetme, sonuna kadar mücadele yollarını kullanma aynı zamanda olayın içyüzünü ortaya çıkarma da denilebilir buna. Devamı ise işçi ve emekçileri örgütlü mücadele içinde tutmaktır.
Arabuluculuk müessesesinin sermaye sınıfının sömürü düzenini kolaylaştırıcı aracı olduğunu, emekçileri tuzağa düşüreceğini iyi biliyoruz.
Nasıl burjuva devletini, burjuva hukukunu biliyorsak, bunların içinde toplumsal hak mücadelelerini, işçi ve emekçi haklarını budayacak, güvencesiz hale getirecek tuzakları da iyi biliyoruz. O zaman görev ve sorumluluk da belli… İyi bildiğimiz şeyleri emekçi halka anlatmak, işçilere arabuluculuk oyununa gelmemelerini anlatmak ve bunu sağlamak.
Avukatlığı satışa çıkarmadan, arabuluculuğun içyüzünü açığa çıkarmak… Bunun için arabulucu olmaya gerek yok ama arabulucu olunduysa eğer burada da sınıfsal mücadeleyi unutmamak… Avukatlık alanını boşaltmadan hatta daha da sağlamlaştırarak işçi ve emekçileri sömürünün ve gericiliğin vahşiliğine teslim etmemek…
Arabulucunun önüne sözde eşit taraflar gibi oturuluyor ama zaten yasalarla budanmış haklar, o budamayı yapanların koşulları ve inisiyatifi içinde tekrar ve tekrar budanıyor. Mağdur olan, ezilen hiç olmazsa elindekinden olmamak için “anlaşmaya” zorlanıyor. Hem “dava şartı” olan hem de “ücretli” bir saçmalık. Arabulucuya gidilmezse, “dava şartı yokluğu nedeniyle usulden ret”. Anlaşmaya varılmazsa “özel hakem” de var. Engel üstüne engel. Buna bir de “mahkemelerde kazanamazsın, yıllarca sürünürsün”, “tanrının adaleti” tehdidi eklenince egemenin keyfine diyecek yok.
Açık ikrar var devlet tarafından yapılan. Devlet diyor ki, “haksızlık var ama mahkemeleri meşgul etmeyin”… Çünkü arabulucu görüşmeleri topluma açık değil, oysa mahkemeler ve kararları açık, işçilerin haklı olduğu ortaya çıkmamalı.
Sosyal barış dedikleri, sermayenin istediği barış olacak… Ve tabii toplu ve örgütlü mücadele de kırılacak… İstedikleri bu: sesiz, sakin, boynunu eğip haline razı olan, verildiği kadarıyla ve “şükür”le idare eden birey işçiler.
Uzlaşmacı olan arabulucu, düzene uyumluluğun aracılarından biri yalnızca. Uyumlu arabulucu, uyumlu yargı, uyumlu din, uyumlu işçi-işveren ilişkisi, uyumlu siyaset, uyumlu toplum… Sonuç: sermaye sınıfının sınırsız tahakkümü…
Şimdi bu uyumluluk için zorunluluk getiriliyor: eşitsizlik, adaletsizlik, sömürü zorunludur; bu düzenle uyum da zorunludur deniliyor. Aslında dedikleri, uyuşmazlık çözümünde devlet destekli ama kuralsız serbest piyasa. Aslında dedikleri, grevli, toplu iş sözleşmeli, sendikalı örgütlü mücadeleyi bırak, birey olarak sermayenin dediğine uy; siyasete hiç yanaşma.
Hukukun, piyasa, kâr, teşvik, özel mülkiyet, çıkar, sermaye, sömürü ve gericilik için kolayca kullanılabileceği; yargının bu ilişkilere destek verebileceği görüldükçe, haklar mücadelesiyle oluşan hukuku, eşit, adaletli ve özgür bir düzen için insanlık ve toplum için, işçi ve emekçiler için kullanmanın olanakları da yakalanır. Zaman boş geçmez, hep mücadeleyle doldurulur.
Arabuluculuk mu dediniz?
“Komünist Manifesto”da saptandığı ve uyarıldığı gibi “Burjuvazi en başta kendi mezar kazıcısını üretir”.*
Ali Rıza Aydın / SOL
*Dün Ankara Barosu Ücretli Çalışan Avukatlar Kurulu (ÜÇAK) tarafından düzenlenen “iş hukukunda yargılamanın tasfiyesi ya da zorunlu arabuluculuk” söyleşisi, Seda Türkmen, Ceren Tuğlu Olpak ve Kadir Sev sunumlarıyla konuyu yüzeysel ve teknik tartışmalardan çıkarıp gerçekçi ve sınıfsal alana oturtarak daha başlamadan arabuluculuk kurumunu çökertti. “Kırmızı Yakalılar”ın emeğine sağlık.
Konuyu işin tekniğine ve ayrıntısına girmeden özetleyelim: Arabuluculuk uzlaşmacılıktır. Hukukçulardan olsun, diğer disiplinlerden olsun, özel eğitimden geçsin fark etmez uzlaşmacı olacaksın, tarafları barıştıracaksın. Yani töre ve adetlerin ve de dinselin kimi seçkinlere ve egemenlere verdiğini hukuk kılıfıyla yapacaksın. Yapacaksın ki egemenin gücünü ezilene karşı hukuksallaştıracaksın. Ya orada noktalayacaksın ya da senden sonra yargıya gidilecek. Asıl işin noktalama ve yargı yolunu temizleme olacak. Asıl işin işverenin çıkarını savunmak olacak. Böylece sorun her ne ise taraflar arasında kalacak, sessiz sakin çözülecek ki çözümün adaletsizliği anlaşılmasın, yargıya gidilip toplumun bilgisine sunulmasın.
İşçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasında uzlaşma olmaz. Olursa sermayenin egemenliğinde, etkisinde, yönlendirmesinde olur. Olursa kaşıkla verip kepçeyle almayla sonuçlanır. Olursa burjuva toplumun sahteliğinde olur.
Uzlaşma sınıfsal mücadelenin düşmanıdır.
Net olan ve ödün verilmemesi gereken tavır, “avukatlık kurumu”nun, savunma işlevinin, hak mücadelelerinin ve hak aramanın katiyen terk edilmemesidir. “Yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil” etme niteliğinden küçük de olsa ödünler verilmemelidir.
Arabuluculuk avukatlığın talisi bile değildir. Çünkü avukatlık, “hukuki münasabetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde” sağlar. Avukat “bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder”.
Çünkü avukat adı üstünde savunmandır, hak ve adalet aramada taraftır. Arabulucu ise haksızlık yapan ile mağdur, ezen ile ezilen arasında uzlaşmacıdır.
Sınıfsal mücadele içindeki hukukçuların ve seçtilerse arabulucuların yapmaları gereken ise hiç de hafife alınamaz. Bu mağduriyet, ezilme, sömürülme, adaletsizlik ve keyfiliğin gerçeğini işçi ve emekçilere anlatmak, uzlaşma uğruna egemenin üstünlüğüne teslim olmama yollarını göstermek de mücadele yoludur. Alanı egemenlerin arabulucularına teslim etmeme, uzlaşma önerilerini reddetme, sonuna kadar mücadele yollarını kullanma aynı zamanda olayın içyüzünü ortaya çıkarma da denilebilir buna. Devamı ise işçi ve emekçileri örgütlü mücadele içinde tutmaktır.
Arabuluculuk müessesesinin sermaye sınıfının sömürü düzenini kolaylaştırıcı aracı olduğunu, emekçileri tuzağa düşüreceğini iyi biliyoruz.
Nasıl burjuva devletini, burjuva hukukunu biliyorsak, bunların içinde toplumsal hak mücadelelerini, işçi ve emekçi haklarını budayacak, güvencesiz hale getirecek tuzakları da iyi biliyoruz. O zaman görev ve sorumluluk da belli… İyi bildiğimiz şeyleri emekçi halka anlatmak, işçilere arabuluculuk oyununa gelmemelerini anlatmak ve bunu sağlamak.
Avukatlığı satışa çıkarmadan, arabuluculuğun içyüzünü açığa çıkarmak… Bunun için arabulucu olmaya gerek yok ama arabulucu olunduysa eğer burada da sınıfsal mücadeleyi unutmamak… Avukatlık alanını boşaltmadan hatta daha da sağlamlaştırarak işçi ve emekçileri sömürünün ve gericiliğin vahşiliğine teslim etmemek…
Arabulucunun önüne sözde eşit taraflar gibi oturuluyor ama zaten yasalarla budanmış haklar, o budamayı yapanların koşulları ve inisiyatifi içinde tekrar ve tekrar budanıyor. Mağdur olan, ezilen hiç olmazsa elindekinden olmamak için “anlaşmaya” zorlanıyor. Hem “dava şartı” olan hem de “ücretli” bir saçmalık. Arabulucuya gidilmezse, “dava şartı yokluğu nedeniyle usulden ret”. Anlaşmaya varılmazsa “özel hakem” de var. Engel üstüne engel. Buna bir de “mahkemelerde kazanamazsın, yıllarca sürünürsün”, “tanrının adaleti” tehdidi eklenince egemenin keyfine diyecek yok.
Açık ikrar var devlet tarafından yapılan. Devlet diyor ki, “haksızlık var ama mahkemeleri meşgul etmeyin”… Çünkü arabulucu görüşmeleri topluma açık değil, oysa mahkemeler ve kararları açık, işçilerin haklı olduğu ortaya çıkmamalı.
Sosyal barış dedikleri, sermayenin istediği barış olacak… Ve tabii toplu ve örgütlü mücadele de kırılacak… İstedikleri bu: sesiz, sakin, boynunu eğip haline razı olan, verildiği kadarıyla ve “şükür”le idare eden birey işçiler.
Uzlaşmacı olan arabulucu, düzene uyumluluğun aracılarından biri yalnızca. Uyumlu arabulucu, uyumlu yargı, uyumlu din, uyumlu işçi-işveren ilişkisi, uyumlu siyaset, uyumlu toplum… Sonuç: sermaye sınıfının sınırsız tahakkümü…
Şimdi bu uyumluluk için zorunluluk getiriliyor: eşitsizlik, adaletsizlik, sömürü zorunludur; bu düzenle uyum da zorunludur deniliyor. Aslında dedikleri, uyuşmazlık çözümünde devlet destekli ama kuralsız serbest piyasa. Aslında dedikleri, grevli, toplu iş sözleşmeli, sendikalı örgütlü mücadeleyi bırak, birey olarak sermayenin dediğine uy; siyasete hiç yanaşma.
Hukukun, piyasa, kâr, teşvik, özel mülkiyet, çıkar, sermaye, sömürü ve gericilik için kolayca kullanılabileceği; yargının bu ilişkilere destek verebileceği görüldükçe, haklar mücadelesiyle oluşan hukuku, eşit, adaletli ve özgür bir düzen için insanlık ve toplum için, işçi ve emekçiler için kullanmanın olanakları da yakalanır. Zaman boş geçmez, hep mücadeleyle doldurulur.
Arabuluculuk mu dediniz?
“Komünist Manifesto”da saptandığı ve uyarıldığı gibi “Burjuvazi en başta kendi mezar kazıcısını üretir”.*
Ali Rıza Aydın / SOL
*Dün Ankara Barosu Ücretli Çalışan Avukatlar Kurulu (ÜÇAK) tarafından düzenlenen “iş hukukunda yargılamanın tasfiyesi ya da zorunlu arabuluculuk” söyleşisi, Seda Türkmen, Ceren Tuğlu Olpak ve Kadir Sev sunumlarıyla konuyu yüzeysel ve teknik tartışmalardan çıkarıp gerçekçi ve sınıfsal alana oturtarak daha başlamadan arabuluculuk kurumunu çökertti. “Kırmızı Yakalılar”ın emeğine sağlık.