7 Ocak 2014 Salı

O Benim Cumhurbaşkanım Değil (2)- BEKİR COŞKUN

Birincisi; 15 Ağustos 2007 tarihli köşemin başlığıydı: 
“O Benim Cumhurbaşkanım Değil.”
*
Başımıza gelmeyen kalmadı...
*
Türkiye nasıl bir “kumpasa” düştüğünün farkında değildi... 
Şimdi peşi peşine kendilerinin itiraf ettikleri, planlı projeli istila süreci başlamıştı... Gözü kürde AKP, gözükmeyen de cemaat vardı...
*
Laik Atatürk cumhuriyetinin yıkılarak yerine din referanslı bir devletin kurulması için kolları sıvadılar... 
Yargı cemaate bırakıldı... 
Polis birimlerine “imamlar” getirildi... 
Orduya “kumpas” kurdular... 
Dalga dalga tutuklamalar başladı... 
Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları, ordu komutanları, generaller, şerefli şanlı subaylar “silahlı örgüt üyesi” diye hapishanelere dolduruldu... 
Cumhuriyeti savunacak, dinci devrime karşı çıkacak ne kadar yürekli aydın, düşünür, gazeteci, yazar, sanatçı, bilim adamı varsa toplatılıp hücrelere kapatıldı... 
Ve karşı devrimin önü açılmıştı artık... 
Devrim yasaları, laiklik, cumhuriyet ilkeleri, çağdaş eğitim, okullar, bayramlar, antlar, marşlar, kavramlar, kurumlar... 
Cumhuriyeti cumhuriyet yapan ne varsa saldırıldı...
*
Tüm bunlardan Cumhurbaşkanı “habersiz” olabilir mi?..
*
Olamaz...
*
Bu kadar tuzak, tezgâh, kumpas, hukuksuzluk, hırsızlık, vurgun, kir, pislik... 
Yeni farkına varmış gibi yapamaz...
*
Cemaatle mektuplaşmak, Fehmi Koru’nun elçiliği ne oluyor?.. 
Cumhurbaşkanı’sın...

*
Devletin örgütlü çetelerce istila edildiği resmen açıklanırken... 
Başında bulunduğu cumhuriyetin istila edildiği ortaya kabak gibi çıkmışken... 
Başkumandanı olduğu ordusuna kumpas kurulduğu kendi dillerinden itiraf edilirken... 
En tepesine oturduğu devlet tüm kurumlarıyla çökmüşken... 
Hâlâ “Yargı bağımsızdır”, “Devlet güçlüdür” diyerek, olanları yeni duymuş gibi bilmezlikten gelmek!..
*
7 yıl olmuş söyleyeli... 
Tekrar ederim: 
O benim cumhurbaşkanım değildi...  

BEKİR COŞKUN
Cumhuriyet

6 Ocak 2014 Pazartesi

Kumpas Kime Kuruldu? - EROL MANİSALI

Başbakan başdanışmanının cemaati, “Ergenekon ve Balyoz aracılığı ile TSK’yekumpas kurmakla suçlaması” bir milat niteliğindedir.
Çünkü içinde, TSK’den başka pek çok şeyi de barındırmaktadır. Ergenekon ve Balyoz’u bir kumpas aracı olarak gördüğümüz zaman kurgulanan oyunun hedefinde daha başka pek çok şey vardır;
-Atatürkçü ve Cumhuriyetçilere karşı kurulan oyun...-Türkiye’nin güvenliğine ve bütünlüğüne karşı düzenlenen bir operasyon...
-Demokrasiye ve çağdaş değerlere karşı bir kurgunun da beraberinde düşünülmesigerekenlerdir.İktidar ve cemaat, en azından 2003-2009 döneminde, kurgulanan operasyonların aynı tarafında bulunuyorlardı. Bu birliktelik gerek uygulamada, gerekse her iki tarafınsöylevlerinde net bir biçimde görüldü ve yaşandı.
Peki ne değişti de Cemaat kumpasçı oldu?-AKP mi değişti? Otoriter ve totaliter bir yapılanma içine girerek cemaate karşıcephe mi aldı?-Kürdistan sorunu (ve Kürdistan) üzerindeki iç ve dış hesaplar mı değişti? AKP açısından bu olamaz, açılımlar konusunda ellerinden geleni yaptılar ve bütün kapıları açtılar.-ABD’nin hesaplarında revizyona mı gidildi?-Yoksa AKP üst yönetiminin İslami derinliklere saplanmasından rahatsız olanlar mı vardı?-Ya da bunların hiçbiri geçerli değilse, “ikisini birbirine kırdırıp” daha rahat atoynatmak isteyenler mi ortaya çıktı?Öyle anlaşılıyor ki “yerel, bölgesel ve küresel aktörler arasındaki etkileşim” tek yönlü çalıştığı için bu tür beklenmedik sonuçların(!) ortaya çıkması kaçınılmazdır.AKP iktidarı da cemaat de “sistemin edilgen öğeleridir”. Gerektiği zaman işbirliğiyaptıkları gibi kavga da ettirilebilirler. Bunları “doğal” karşılamak gerekir.
Kürdistan, Ergenekon ve Balyoz 
Yalçın Akdoğan’ın bugün “keşfettiği” kumpas aslında çok önceden kurgulanmıştı.Kürdistan, Ergenekon ve Balyoz birbirine endekslenmiş ve birbirini tamamlayanöğelerdir.“Ergenekon ve Balyoz operasyonları (kumpasları) olmasa Kürdistan’ınoluşmasında bu noktaya gelebilir miydik” değerlendirmesini yapanlar sadece iktidarın kimi yöneticileri değildir; Fırat’ın doğusunda bu ifadeye gönülden inanan çok büyük bir çoğunluk bulunmaktadır.
Kumpasın mağdurlarından, “Silivri’yi görmüş, kumpas sonucu kanser bile olmuş bir mağdur akademisyen olarak” olayların nasıl kurgulandığını iliklerimde hissetmiş ve yaşamış bir insanım. Halen de yaşamaktayım.
Aslında Yalçın Akdoğan daha 10 yıl önce, kurulmakta olan kumpası farkında olmadantelevizyon kanallarında ifade etmişti. “Bizim Batı ile taleplerimiz 200 yıldan beri ilk defa örtüşüyor” demişti.Ben de 16 Ocak 2004’te Bıçak Sırtı köşemde kendisine nelerin örtüştüğünüsormuştum(*). Dolayısıyla, Yalçın Akdoğan’ın“Kumpas” ı keşfi yeni değildir; 10 yıl öncesinde bu gerçeği görmüştür!
Kumpas oyunları bu coğrafyada hep oynanageldi. Önemli olan şudur: Siz oynayan mısınız? Yoksa sizin üzerinizde başkaları mı oynuyor? Bütün mesele budur.
(*) 16 Ocak 2004, Bıçak Sırtı, Cumhuriyet  

EROL MANİSALI
Cumhuriyet

Bundan Sonra Neler Olur? - ORHAN BURSALI.

Mektup gündeme damgasını vurdu! Çeşitli teoriler ortaya atılıyor, ilki, Cemaat tarafına göre AKP (Gül ile birlikte belki de) bir uzlaşı arayışı içinde, “ortalık sakinleşsin”arayışı içinde, beyinleri iki tarafta da olan kişi veya kişileri F. Gülen’e göndermiş.. bir uzlaşı -ateşkes arayışı. Veya, A. Gül böyle bir girişimde bulunmuş (RTE’nin bilgisi içinde veya değil) ve tek kişi göndermiş (!) ABD’nin Pensilvanya’sındaki muhkem yerde görüşmeler olmuş. F. Gülen “Uzatılan eli boşta bırakmam” diyerek bir de mektup yazıp göndermiş postacılarla.. 
Mektubun varlığını, RTE’nin, yandaş medya ve kişilerle kahvaltılı toplantıda yaptığı açıklamayla öğreniyoruz.. İlk izlenim, Erdoğan’a yazılmış olduğu ve bir pazarlık içerdiği.. RTE, pazarlık yok diyerek, kapıları kapatıyor.. Sonra Cemaat açıklama yapıyor ve mektubun RTE’ye yazılmadığını, muhterem bir devlet büyüğüne (Gül’e) gönderildiğini ve pazarlık içermediğini açıklıyor.. 
Aracı gönderelim girişimlerine F. Gülen “Zahmet buyurmayınız; sulhün yanındaduracağımızdan ve elimizden geldiğince herkesi sükûnete çağıracağımızdan eminolunuz!” 
Cemaatin son açıklamasından anlaşılıyor ki, Gül, yine de “kıymetli bir insanı”göndermiş. Dolayısıyla F. Gülen’in mektubu da Gül’e hitaben yazılmış. Ama F. Gülen, RTE’yi de boş bırakmamış ve iki imzalı kitap göndermiş! 
Ama mektup R.T. Erdoğan’a da iletilmiş. Zaten F.G., keşke mektuptan Başbakan’ın da haberi olsa, dileklerini belirtmiş.. Ya Gül vermiştir ya da “aracı kişi” Gül’ün onayıyla veya onayı olmadan bir kopyasını Başbakan’a vermiş... 
Her neyse.. 
Bir saptama yapacak olursak, öncelikle “uzlaşı”, “barış”, “baltaların gömülmesi”, “ateşkes yapılması” önerisinin öncelikli sahibinin Gül olduğu ortaya çıkıyor. Cemaat mi Gül’ü bu girişime heveslendirdi, Gül kendisi mi inisiyatif almış, bunu yaparken RTE’yi de bilgilendirmiş mi.. bilmiyoruz..
***
Cemaat açıklamasında diyor ki, mektup hiçbir pazarlık içermiyor.. Ama mektubun içeriği üzerine üç nokta vurgulanıyor: Dershanelerin kapatılması milletin zararına olur, kamudaki görevden almalar vicdanları sızlatır hale geldi, medyadaki savaş baltaları gömülmeli.” 
Dershanelerin kapatılması ve atamaların durdurulması dile geliyorsa, savaş baltalarının gömülmesinin bir şartı olarak algılanması doğaldır. Yoksa mektupta bu iki ana çatışma konusundan hiç bahsetmezdi… bahsediliyorsa, bu pazarlıktır, RTE bunu doğru algılamış ve pazarlık yok demiştir.. Bu çerçevede hiç kimse “koşullarımız şunlardır”, diye mektup yazmaz, ama bunu hissettirir.
***
Bundan sonra olaylar nasıl gelişir, yanıtını merak ettiğimiz sorudur. 
1) Başbakan, tepesinde her daim bir Demokles’in kılıcı ile yaşayamayacağına karar vermiş gözüküyor. İktidar, birbiriyle ilişkisiz ve iktidar mücadeleleri birbirinden 180 derece farklı siyasi yapılar arasında paylaşılabilecek bir nimet değildir. Her ikisi de yönetimi tam anlamıyla, hiyerarşik ve otoriter olarak devralma niyetinde ve mücadelesinde olan yapıların, birbiriyle kapışması kaçınılmazdır. Bu çatışma patlamadan önce nice ortalıkta laf eden anlı şanlı nice insan “bu palavradır, birbirlerinin gözünü oymazlar, bu iyi polis kötü polis oyunudur, mutlaka uzlaşırlar” gibi, siyaseti asla okuyamayan konuşmalar yapıyorlardı.. 
2) RTE, devlette çevrelenmiş olduğu gerçeğini tam görünce, iktidarın üç mihenk taşında, yargı, Emniyet ve MİT’te denetimi tamamen ele almakta kararlı gözüküyor. 
3) Ergenekon davalarının yeniden görülmesinin kapılarının açılması, Cemaat yargı ve polisine vurulacak en büyük darbedir. Burada bütün sahtekârlıkları resmen ve yasal olarak da ortaya çıkacaktır. 
4) Cemaat “hepsini birlikte yaptık” diye tehdide ve gerçeğin diğer yönünü de dile getirmeye başladı. AKP’yi Ergenekoncu olarak niteliyorlar! RTE’nin bunu göze aldığını ve bu saldırıyı savuşturabileceğini görüyor. Burada kendisine en büyük yardımcı da, cezaevlerinin boşaltılması ve yargılamaların boşa çıkmasıdır. Cemaati, polisini ve yargısını tam ezecek olan budur. 
5) Savaşta ölümler, yaralanmalar kaçınılmazdır. AKP de hasar alacaktır. 
6) AKP, Cemaatin bundan sonraki saldırılarını göze aldığı görülmekte. Kamuoyunu etkilerim (tıpkı Balyoz ve Ergenekon.. davalarına kamuoyunun yönlendirildiği gibi..) RTE’nin kamuoyu desteği aradığı açıktır. 
7) Burada RTE ne kadar ileri gider bilmiyoruz. Belki de bunu, Cemaatin RTE ve ekibine yapacağı saldırıların şiddeti belirleyecektir.. 
8) Burada bizim için önemli olan, RTE’nin diktatörlüğünü sağlamlaştıracak adımlarıdır, kesinlikle karşı çıkmalıyız.. Dünkü yazımda da belirttiğim gibi, al Ergenekon’u - ver yolsuzluğu gibi bir takas olamaz...  


ORHAN BURSALI
Cumhuriyet

5 Ocak 2014 Pazar

Sen Cebime Bak! - IŞIL ÖZGENTÜRK

Merhaba yeni yıl, epeyce zorlu geçeceğe benzersin. Yok yok yargı bağımsızlığından, erklerin birbirine girmesinden, artık sıkıntı veren cemaat-AKP savaşından söz etmiyorum. Her şeyi çok çok bilen adamlar konuşup dursunlar, beni cebime giren ya da hepimizin cebine giren para ilgilendiriyor. 

Yani muhalefete de şaşıyorum, asgari ücretin 920 simitten 604 simide düştüğü bir ülkede kızılca kıyamet kopması ve bu kıyametin başını da muhalefet partilerinin çekmesi gerekirken, öyle mızmız bir halleri var ki, bu Tayyip hakikaten ballı diyeceğim geliyor. 
Kabul etmemiz gerekir ki, ülkemiz cehaletin at koşturduğu bir ülke, sanılmasın ki,insanlar kahvelerde, köy meydanlarında erklerin birbirine girmesini konuşuyorlar, hukuktan söz ediyorlar, insanların derdi gücü yarını nasıl çıkaracakları. Yeni düzenlemelerle kredi kartları can simidi olmaktan çıkacak ve asıl o zaman, ekonominin yandaşlar ve bizzat hükümet tarafından nasıl toz pembe gösterildiği gerçeğiyle karşılaşacağız. 
2001 krizine benzer bir kriz bizi bekliyor. Şimdiden belirtileri başladı. Gerçek enflasyon rakamı yüzde yirmilerde. Ve yeni asgari ücret 846 lira. Emeklilere yapılan zamla ancak yirmi simit alınabiliyor. 
Diyeceksiniz ki, durum buysa biz nasıl geçiniyoruz? Efendim, kara paranın dolaşımda olduğu ülkelerde (bizim gibi) kara paranın ucu en aşağıdakilere de bir biçimde ulaşır. Örnek, adam Porche arabasıyla bir restoranın önüne geldi, valeye arabasını verdi ve çıkışta valeye bahşişini uzattı, normal bir bahşişin dört katı. Ve bu para birkaç kişinin karnını doyurur. Sadece doyurur, gerisinin karnı doyan kişi de dahil pek bir önemi yoktur. 
Kendi arabasını bile yapamayan, üretimi neredeyse durmuş, sadece inşaat sektörüyle ilerlemeye çalışan bir ekonomiyi sürükleyebilmek için, mutlaka bazı üç kâğıtların yapılma zorunluluğu vardır. Tayyip Erdoğan hükümetinin tek can simidi budur. Şimdi bu tek can simidi su almaya başladı. Bakmayın siz her yerin inşaat olduğuna, çünkü inşaat en az yatırım gerektiren bir iş kolu. Eh hükümet de arkalarında,tamam ama ülke satılmayan evler mezarlığına döndü. Araplar da olmasa bu iş hepten yerlerde sürünecek. 
Tabii bu arada ülkemiz insanının açgözlü olduğunu unutmamamız gerek. Bozulmayın öyle. Güzelim evi hiç kimseyi tatmin etmemeye başladı. İlla ki, mutfak değişecek,banyo değişecek, gelsin siteden bir ev. Kaç site yönetiminin, ev sahiplerini aidatlarını ödemedikleri için mahkemeye verdiğini biliyor musunuz? Hiç kuşkunuz olmasın dudak uçuklatacak bir miktar. 

Önemli bir Amerikalı sosyal bilimci şöyle demişti, “Tayyip Erdoğan çok kuvvetli bir lider ama Suriye ve bir ekonomik kriz onu götürecek.” Suriye hâlâ başımızın belası ve ekonomik kriz başlıyor. Tamam yılın ilk yazısında hiç de hoş olmayan durumlardan söz ettim. Ama bilelim, bizi pek de hoş olmayan günler beklemekte. Öte yandan,hepinizin bildiği gibi dünya ölçeğinde paranın iki turu vardır. Birincisi legal tur, burada alınan verilen çok açık bellidir, denetime tabidir. İkinci tur ise illegal turdur. Buna kara para turu da diyebiliriz. Bu turun da kendine özgü kuralları vardır, illegal diye alıp başını gidemez. Dur derler! Bugün bize “dur” diyorlar. Tamam hepimiz illegal yollardan parayı çeviriyoruz ama kurallarına uygun, sen öyle başını alıp gidemezsin. Hem illegal para çevirip hem de bu kadar yiyemezsin. Yemenin de bir sınırı var. 
Durum budur. Şimdi muhalefet partilerine her zamankinden daha çok iş düşmektedir. BDP sanki Kürtler güneş enerjisiyle yaşıyorlarmış gibi, barış sürecini bahane ederek(Öcalan çıksın diye), ne yolsuzluklara ne de son zamlara karşı çıktılar. CHP hâlâ“yargı bağımsız olmalı”, “yolsuzlukların üstüne gidilmeli” sözlerini yeterli sayıp, şu anda hiçbir iş yapmayan Meclis’i bir kapattıramadı. 
Yani dostlarım yeni yıl bir aman yıl olacak. Ve bendeniz gene bu yaşımda seçimlerde gönül rahatlığıyla oy kullanamayacağım. Ve bu hiç olmayacak galiba!    

IŞIL ÖZGENTÜRK
Cumhuriyet

Ergenekon’un görevden alınan hâkimi sert konuştu: - CAN DÜNDAR

Köksal Şengün, 38 yıllık hâkim... 
3 yıl Ergenekon mahkemesinin başkanlığını yaptı. Görev süresi boyunca tutukluluklara itiraz etti, ama azınlıkta kaldı. Sonunda 2011 'de görevden alındı. 
Ayrılırken "Bunun yarını da var" demişti. 
"yarın" geldi işte... 
Önceki akşam ArtıiTVde "Canlı Gaste"de konuştum kendisiyle... 
Yargılanma sırasının bu döneme geldiğini söyledi. 
Bu tarihi sözleri paylaşmak istiyorum sizinle... 

12 Eylül'de bile olmadı 
"Bana göre yapılan yargılamalarda bir yığın eksiklik var. Bazı şeyler şimdi gündeme getiriliyor. Bu kumpaslar, yanlış deliller, ilave notlar; o zaman yargılananlarca dile getirildi, ama onların sözleri hiç kale alınmadı, incelenmedi.Aleyhte deliller kadar lehte delillerin de toplanması gerekiyordu. Belli araştırmalar yapılmadan bir karar verildi. O gün ses çıkarmayanlar şimdi feveran ediyor. O zaman neredelerdi?" 
Meclis Başkanı, yargı bağımsızlığının öldüğünü söylüyor. Katılıyormusunuz? 
Yargı bağımsızlığı ölmedi mi? Görmüyor musunuz olanları? Savcı savcıyla kavga ediyor; polis, savcının kararını uygulamıyor. 38 yıl hâkimlik yaptım, darbe döneminde sıkıyönetim mahkemesinde de çalıştım. Böyle şey görmedim. 
Uzun tutukluluğa hep itiraz ettiniz? 
Tutukluluk istisnai bir olaydır. Hele bu tür, siyasi davalarda bu kadar uzun tutukluluk, zaten şüpheyle karşılanacak bir durum. Yasa, adam öldürme fiilinde bile 'tutuklanabilir' diyor. 
O dönemki tahliye talepleriniz kabul edilse belki bugün bunları yaşamayacaktık. 
Haklısınız. Belki yaşanmayacaktı. En azından bu aşamalara gelinmeyecekti. Bu kadar çekişme, ayrımcılık, kutuplaşma olmayacaktı. 
Bunları siz getirmediniz mi? 
Yargıtay'da bile 'Cemaat'in imamı' var diyorlar? 
- O zamanlar da konuşuluyordu. Son dönem atamalarda daha fazla... Ama bunları ortaya çıkaracak olan, devleti idare edenlerdir. Kime şikâyet edeceksiniz?Bir yerlere dinleme cihazı koymuşlarsa sizin zamanınızda yapıldı. Devletin imkânları elinizde... Bunları oralara siz getirdiniz. Ortamı siz hazırladınız. Şimdi size döndü, kötü oldu. Böyle bir ayrımcılığın sonunun nereye varacağını o zaman öngörmeniz gerekirdi. 
Ayrılırken "Bunun yarını da var" demiştiniz. 
Gayet tabii... Nasıl olmaz. Bugün size böyle yapan, yarın başkasına yapar.Nitekim oldu işte. Dün arkasını sıvazladığınız insanlar için bugün neler diyorsunuz. Ama bunları söylerken de maalesef yargı yara alıyor. Yargıyı o zaman bu hale getirdiniz, şimdi tu-kaka yapıyorsunuz; olmaz! İki yanlıştan bir doğru yaratamazsınız. HSYK'den şikâyet ediyordunuz, değiştirdiniz; şimdi yerin dibine batırıyorsunuz. Hayatımı bu mesleğe verdim, ama bunları gördükçe korkunç üzülüyorum. 
Kaybettikleri yılları kim verecek? 
Yeniden yargılama bu işi çözer mi? 
Tamam, yeniden yargılama yapalım, ama bu insanlara kaybettikleri 4-5 yılı kim geri verecek? O süreleri yaşama ekleme yolu var mı? "Senin bunca yılının karşılığı budur" diye 5-10 bin lira para verip "Hadi git" mi diyeceksiniz? Insan hayatı bu kadar ucuz mu? Her şeyiyapalım, sonra "yeniden yargılama" adı altında afla bunları çıkaralım. Bunlar ucuzluktur, kolaycılıktır. 
Herkes hesabını vermeli. Nasıl ki bugün 80 ihtilalini yargılıyoruz, bu dönem de yargılanacak. Yapılan yanlışlar ortaya çıkacak. Nitekim çıkıyor işte... Ayyuka çıktı. Aynı partinin adamları tarafından söyleniyor. Güneş balçıkla sıvanabilir mi? 
Bu hesaplaşmaya yargıç arkadaşlarınız da dahil mi? 
- O hesabın içinde hepimiz varız. Sadece, "Vicdani kanaatimle hareket ettim"demekle de olmaz. Ana unsur delildir. Bir kişiyi müebbetle yargılarken delil koyacaksınız, vicdani kanaatle olmaz bunlar... Bizim partimiz, şefimiz yok, biz insanımız için, hukuk için çalışıyoruz. Ama siz hukuku ayaklar altına alırsanız olmaz. Iktidarlar yıkılır, biri gider biri gelir; ama hukuk yıkıldı mı devlet de olmaz.
Gülen, Başbakan'a mektup değil, kitap gönderdi 
"Herkes Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar, Cumhuriyet tarihinde hiç yaşanmamış sıkıntılara ve savrulmalara hazır olsun. Bir fırtınaya giriyoruz." 
Zaman yazarı Hüseyin Gülerce'nin Tvvitter'dan verdiği bu felaket mesajı, tüyleri ürpertti. 
"Nedir yaklaşan fırtına" diye araştırınca öğrendim ki, Gülerce Ankara'da hükümetin nabzını tutmuş. Cemaate karşı büyük bir operasyon hazırlandığını öğrenmiş. 
"Hepimizi içeri alacaklar" korkusuyla fren koluna asılmış. 
Başbakan'ın dünkü konuşması, Gülerce'nin haksız olmadığını kanıtlıyor. 
Burhan Kuzu'nun, 42 ilde 2 bin cemaatçiye operasyon yapılacağını açıklaması da bunun işareti... Kuzu, sonradan bunun bir gazete haberi olduğunu söyledi ama kendisiyle konuştuğumda "Hükümet, karşı operasyon yapmalı" dedi. 
Başbakan da hem bu operasyonu örgütlüyor hem de bilgilendirme toplantılarıyla kamuoyunu hazırlıyor. 
Ancak bu kez askerleri, solcuları, "Ergenekoncular"ı toplamak kadar kolay olmayacak çünkü cemaatle aynı tabanı paylaşıyor. Cemaat çevresine göre AK Parti tabanının yüzde 48'i cemaate yakın insanlardan oluşuyor. Bu durumda yapılacak bir operasyonun seçimde faturası olacaktır.
Gül'e mektup, Erdoğan'a kitap 
Ateşkes için devreye pek çok ismin girdiğini duyuyoruz. 
Dün Dolmabahçe toplantısından, Başbakan'a Gülen'den bir mektup geldiği söylentisi sızdı. Oysa o mektup Erdoğan'a değil, Gül'eyazılmıştı. Dershanelerin kapatılmamasını istiyor, medyada ateşkes tavsiye ediyordu. 
Öğrendiğim kadarıyla geçenlerde Başbakan'a giden mektup değil, kitaptı. 
Bu kitap "bir iyi niyet jesti" olarak Gülen'in bir yakını tarafından Başbakan'a ulaştınldı. Ancak Erdoğan, kitabı getirene cemaate duyduğu kırgınlığı anlattı. Bu mesajın Pensilvanya'ya iletilmesi üzerine Gülen'in isteğiyle cemaat medyası hükümet karşıtı yayına son verdi.
Cemaat siner mi? 
Ancak anlaşılan o ki bu, Erdoğan'ı vazgeçirmeyecek. 
Karşısında hiçbir güç istemeyen Başbakan, "cemaati temizlik operasyonu nu sürdürecek. 
Cemaat siner mi? 
Sanmıyorum. 
MİT kamyonunu durduran savcı, komutanını değil savcıyı dinleyen yüzbaşı, Başbakan'ın oğlunu izleyen istihbaratçı, bakanın oğlunun evini basan polis, partiye meydan okuyup istifa eden milletvekili, Başbakan'a istifa çağrısı yapan köşe yazarı, bir anda tahliye kararları vermeye başlayan yargıç, "paralel yapı"nın sanılandan daha derin olduğunu kanıtlıyor. 
Hepsi cemaatçi olmayabilir ama cemaatin nüfuzunun hükümete kafa tutanlara cesaret verdiği kesin.  

CAN DÜNDAR
Cumhuriyet

Feyzioğlu’nun Formülü! - EMRE KONGAR

İktidar 12 yıllık yönetimden sonra Türkiye’yi iç ve dış politikada çeşitli krizlerle karşı karşıya bırakmıştır... 
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni çökme noktasına getiren “adalet krizi”,bunlardan sadece biridir ve bu krizin tek başına çözülebileceğini de peksanmıyorum.

***
Açıkçası Türkiye, ciddi bir demokratik yeniden yapılanma gereksinimi içindedir... 
Böyle bir demokratik yaklaşım benimsenmeden, tek bir sorunu, genel yapıdan soyutlayarak çözmek pek kolay değildir... 
Ama yine de bir sorunlar yumağı ile karşı karşıya kalındığında, sorunları birbirinden ayırarak ele almak ve tek tek, sırayla çözüm yolları aramak, siyasette oldukça sık başvurulan ve kimi zaman olumlu sonuçlar da veren bir girişimdir. 
İşte Prof. Metin Feyzioğlu’nun somut önerilere dayanan formülü tam bunoktada küçük de olsa bir umut ışığı yaratan değerli bir çabadır!
***
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun krizden çıkış formülüşöyle: 
1) Tasfiye halindeki özel görevli mahkemeler kaldırılsın, verdiklerimahkûmiyet kararları bozulsun. 
2) Gerekçesiz mahkûmiyet ve tutuklama kararları nedeniyle ödenentazminatları kusurlu hâkimler ödesin. 
3) Adli Kolluk Teşkilatı kurulsun.
***
Feyzioğlu sadece Türkiye Barolar Birliği Başkanı değil, aynı zamanda, Kamu Hukuku doktorası da olan Ceza ve Ceza Usul Hukuku Profesörüdür. 
Bu işleri iyi bilir... 
Önerilerinin hepsi gerçekçidir: 
1) Özel görevli mahkemeler, zaten kaldırılmıştır, şimdi tek yapılacak iş verdikleri kararların hükümsüz kılınmasıdır! 
2) Yargı kararları dolayısıyla hükmedilen tazminatlar, zaten eskiden yargıçlar tarafından ödeniyordu, iktidar kendi yandaşlarını koruma altına almak için bunu değiştirmişti. 
Eski ve doğru yönteme dönülsün yeter! 
3) Adli Kolluk kurulması ise, başta benim gibi yazarlar olmak üzere, pek çok kişinin iktidarlardan bağımsız olarak çok uzun yıllardır “Adalet reformu” için savundukları bir önlemdir. 
Zaten bu konuda atılmış adımlar da vardır; bunlar ivedilikle sonuçlandırılmalıdır!
***
Feyzioğlu’nun bu önerileri hayata geçirilebilirse, hem “rejim bunalımının”çözümü hem de Silivri’de süren işkencelerin sona ermesi için anlamlı bir adım atılmış olur. 

EMRE KONGAR
Cumhuriyet
Twitter:@emrkongar  

4 Ocak 2014 Cumartesi

‘Türkmen’ Söylemi, Seçim Hesabı ve Vakıfbank ‘Rehinli’ TIR - ÇİĞDEM TOKER

HATAY - Sahi Türkmenler nereden çıktı? Bir kere o TIR’ın güzergâhında Türkmenler yok. İkincisi, Suriye’ye insani yardımda bulunuluyorsa neden Türkmenler diye ayrıştırıyorsunuz. İçişleri Bakanı’nın bu ifadesi seçim öncesinde MHP seçmenine oynandığını gösteriyor. Suriyeli Türkmenleri MHP’den başka dile getiren parti var mı?” 
MİT kontrolünde Suriye’ye gönderilen ve mühimmat taşındığı ihbarına karşın, eşi görülmemiş bir yetki kavgası sonucu aranması engellenen TIR için Hatay’a geldim. 
Yukarıdaki sözler de haber duyulur duyulmaz olay yerine giden CHP Hatay Milletvekili Hasan Akgöl’e ait. Akgöl, “malumun ilanı” olarak nitelediği TIR’ın Türkmenlere yardım götürdüğü iddiasının inandırıcı olmadığını, bu farklı yaklaşımla ifade ediyor. Akgöl, yerel seçimlerde bazı illerde MHP’ye yakın isimlerin CHP’den aday olması sebebiyle hükümetin “Türkmen” söylemi çıkararak MHP tabanını hedeflediğini söylüyor. 
‘ABD yönlendiriyor’ 
Hatay her zamanki gibi hareketli. Ancak TIR olayı özel bir durum yaratmamışa benziyor. Tersine kent halkı, zaten bilinen bir durumun “cürmü meşhut” (suçüstü) olarak ortaya döküldüğünü düşünüyor. 
Asıl tartışılan konu ise neredeyse üç yıldır bilinip tartışılan bir konunun neden son iki-iki buçuk ayda “görünür” hale geldiği... 
Bu noktada da olayın algılanışı, “Ankara”dan biraz farklı. Suçüstü yakalanan TIR olayı,“cemaat-hükümet savaşı”nın yeni bir eşiği olarak algılanmıyor. 
Geçen mayıs ayında 52 kişinin yaşamını yitirdiği Reyhanlı patlamasıyla konuşulmaya başlanan “tez”, son olayla yeniden ısınmış: “Amerika hükümetle ipleri kopardı.” 
Evet, sadece Hatay’da değil, TIR olayının “değdiği” Kırıkhan ve Reyhanlı’da konuştuğum vatandaşlardan bu cümleyi defalarca işittim. 
Suriyeli “muhaliflere” yaptığı silah ve mühimmat desteğinin açığa çıkmasında Amerika’nın bir “yönlendirmesi” olduğu kanaati hâkim. 
Silahlar çekilmiş 
CHP’li Akgöl, olay gecesi, hem arama yapmadan geri dönmek zorunda kalan Adana Cumhuriyet Savcısı Özcan Şişman, hem de daha sonra görevden alınan İl Jandarma Komutanı ile ayrı ayrı görüşmüş. Savcı Şişman’ın “Görevimi yapmam engellendi”dediğini ve çok tepkili olduğunu aktaran Akgöl, Jandarma Komutanı’nın ise “Biz kolluk olarak savcıya bağlı değiliz. O nedenle valinin talimatı gelince rahatladık”dediğini aktardı. 
Vali Celalettin Lekesiz’in imzasını taşıyan 1 Ocak tarihli yazının ise Ankara’dan hazırlandığını, Hatay’da sadece “çıktısının” alındığını söyleyen Akgöl, “Yazının altında iki bakanlığa dağıtım notu gülünç. Zaten onlar hazırladı” diyor. 
Bu arada Savcı Şişman’ın dün gazetelere yansıyan “Canımı zor kurtardım” sözünün de abartı olmadığını, gece boyu üç saati aşan MİT-Savcı-Jandarma yetki çatışmasında, “silahların çekildiği” konuşuluyor. 
Hasan Akgöl, MİT’in yargının üzerine çıkan konumunun tehlikesine dikkat çekerken, kendisinin de olay gecesi MİT tarafından “izlendiğini” söylüyor. “Yol boyu nereye uğradıysam, ki buna benzin istasyonu da dahildir, 31 plakalı bir Kangoo araç peşimden ayrılmadı” diyor. 
TIR’daki Vakıfbank haczi 

Bu arada Hatay Valisi’nin yazısıyla MİT kontrolünde olduğu ortaya çıkan TIR’la ilgili ilginç bir ayrıntıya da dikkat çekmek gerekiyor. Arama yapılmayarak “yol verilen” ve şu anda nerede olduğu bilinmeyen TIR’ın basına da yansıyan Emniyet kaydında “hak mahrumiyeti” kaydı var. Kısıtlamayı koyan da Vakıfbank Gimat Şubesi olarak görünüyor. 
Araç alım-satımına aşina olanlar, bu kaydın “haciz” anlamına geldiğini belirterek, bankaların genellikle kullanılan bir kredide ödeme güçlüğüne düşülmesi durumunda, araç satışının engellendiğini hatırlatıyor. Vakıfbank’ın, genellikle kamunun özel hesaplarının bulunduğu banka, Gimat’ın da başkentin toptancılar çarşısı olduğu dikkate alındığında, MİT kontrolündeki bir “yardım TIR’ı”nın kimliği daha gizemli bir hal alıyor. 

ÇİĞDEM TOKER
Cumhuriyet 

İktidar Değil, Devletin Cumhurbaşkanı - ŞÜKRAN SONER

Anayasal düzenimiz, demokrasimiz iktidarın değil, devletin cumhurbaşkanı kimliğini öngörür. Yani Erdoğan iktidarları sürecindeki hükümetle uyumlu cumhurbaşkanı algılaması, işlevi doğru değil, anayasal hukuk devleti düzeni işleyişi için olumsuz bir sonuçtur. Cumhurbaşkanlığı zabıt kâtipliğine benzer bir onay makamı değil, tam tersi iktidar icraatlarının anayasal hukuk devleti düzeni işleyişi, güçler ayrılığı, kamu yararı, devlet adına denetimini öngörür. Ne yazık ki Cumhurbaşkanı Gül’ün İktidarları ile kopmayan bağları, İktidarları cephesi adına övünç kaynağı olduğu kadar, devlet, kamu yararı adına denetim sorumluluğunun yerine getirilmesi eksikliğidir. Ne yazık ki, İktidarlarının demokratik yetki sınırlarını aşan, Meclis çoğunluğunun yasama gücünün ele geçirilmesi olarak kullanılması icraatlarında, mağdur taraflar adına muhalefet, sivil toplum örgütlenmelerinden gelen Cumhurbaşkanı’nın imzalamaması başvurularına büyük çoğunlukla kulaklar tıkanmıştır... 
AKP’nin 12 Eylül referandumu ile Cumhurbaşkanlığı’nın yarı başkanlık sistemine uyarlama içerikli yetkilerini artırma düzenlemeleri, tek dereceli seçim sistemi dahi yukarıda sözünü ettiğim Cumhurbaşkanlığı’nın genel sorumluluk, işlevlerini ortadan kaldırmamış, ancak İktidarlarına bağlı, sadık üslupla farklı toplumsal algılamalar oluşmuştur. Hâlâ biat kültürünün algılama bozuklukları ile onay makamı Cumhurbaşkanı beklentilerinde önyargılı medyatik pazarlamalar geçerlidir... 

En sık, piyasacılar ağırlıklı kullanılan gerçekleri çarpıtan örnek, Cumhurbaşkanı Sezer’in anayasa kitapçığını fırlatması olayı üzerinden piyasaların çökmesi efsanesi üzerindendir. Sayın Sezer’in üslubunu beğenin, beğenmeyin, Anayasa Mahkemesi’nden gelmiş bir hukukçu, Cumhurbaşkanlığı yetkilerini en azından bağımsız kimlik ve değerleriyle, devlet sorumluluğu algılamaları üzerinden titizlikle kullandığı gerçeğini kabul etmek noktasındayız... O dönemin medya yıldızlarının acımasız eleştirilerine karşı, “Nereden çıktı İktidarlarının anayasal düzen, hukuk devleti, bağımsız yasama-yürütme-yargı düzenine aykırı, kamu yararı, devlet sorumluluğu ile yapılması gereken Cumhurbaşkanlığı denetimleri, onaykararlarında, iktidar beklentileri doğrultusunda onaylanması beklentisi..”sorgulamasını okur gündemine taşıdığımı anımsıyorum...
***
Söz konusu tartışmalarda, TGS Başkanı olarak Cumhurbaşkanı ile Türk-İş yöneticisi sendikacılar arasında yapılmış bir görüşmenin içeriği üzerinden polemikler nedeniyle de uzayan medya tartışmalarında, çok sayıda görüşlerine saygı duyduğum hukukçu, gazeteci de aynı tartışmanın içinde aynı önemli gerçeklerin altını çizmişlerdi. Belleği zayıf toplumumuzda birilerinin çok ucuz siyaset aracı olarak, anayasal sorumluluklarını yerine getirmeyi “Piyasalar krizine yol açan cumhurbaşkanı” olarak pazarlamaları elbet rastlantı değildi. Sistemin hele de günümüzde; devlet adına anayasal yetkilerini kullanan, iktidarı denetleme sorumluluğu olan Cumhurbaşkanlığı algılamasını unutturma, iktidar uzantısı, iktidarla uyum içinde onay makamı cumhurbaşkanı algılamasını yerleştirme çabaları hafife alınmamalı. İktidarlarının demokrasinin özüne aykırı sivil diktatoryal iktidar gücü kazanmasına katkıları azımsanacak gibi değil... 
Gündemimize giren Cemaat-Erdoğan İktidarları arasındaki iktidar paylaşım ortaklığı, kankalık ilişkilerinden bir diğerini gücünün yettiğince tasfiye operasyonu sürecinde yaşanan akıl almaz denetim dışı güç savaşlarında, operasyonlarda, devletin başı olarak cumhurbaşkanına devlet adına yetkilerini kullanması anımsatmalarına, göreve çağırma güncel tartışmalarına gelirsek... Gerekirse Erdoğan’ın Köşk’e çıkması, Gül’ün yerini alması, birlikte yola çıkmış dava arkadaşları, ayrılmaz kanka oldukları vurgulamaları yapılıp durulurken, nasıl olur da birinin İktidarlarının başı olarak AKP, iktidar çıkarlarını, diğerinin tarafsız devleti kollama sorumluluğunu yerine getirebilecekleri sorgulaması, elbette aklın, mantığın gereği olarak gündemimizde, kuşkuların odağında kalacak... 
Hukukun yetkili kurumu barolardan, özel yargının mağduru cezaevlerinde yatanlar adına savunma yapanlar, yakınları, TSK çevreleri, siyasi mağdurların önünde Baykal gibi isimlerden gelen çıkışlar; Cumhurbaşkanı’nın kişisel konumundan gelen beklentileri dillendirmeden çok, anayasal düzen içindeki sorumluluklarını anımsatmak, kamuoyunun, son gelişmeler karşısında Cumhurbaşkanı’nın suskunluğu da dahil, durumun çarpıklığına dikkatleri çekmek olacak... İpin ucu öylesine kaçık ki, en iyi niyetli beklentilerle Cumhurbaşkanı’nın, devletin en üstünde en yetkin makam olarak işlevinin gereğini yerine getirebileceğine ilişkin beklentim, inancım yok... 
İktidarlarının anayasal hukuk devleti düzenimize aykırı iktidar cephesi oluşumlarındaki haksızlık, hukuksuzluk, çarpıklıklar bir bir açığa çıkıyor. Çıkar çatışmasında kolaylıkla rakiplerin tasfiyesi ile işin içinden çıkma operasyonları, tek merkezli iktidar gücü oluşturma çabaları daha bir anlaşılır olabiliyor...

ŞÜKRAN SONER
Cumhuriyet