Erzurum’daki Kış Oyunları’nda sporcuların otel odalarına prezervatif
koyulduğu, ancak sonradan Türk sporcuların odalarından bunların
toplatıldığı ortaya çıkınca, Türkiye Üniversite Sporları Federasyonu
Başkanı Kemal Tamer durumu "Bizim kültürümüzde sevişmek yok" diye
savunmuş.
Bu bana eski bir yazımı anımsattı. Bir kez daha paylaşayım istedim:
Cinsel devrimdi, özgür seksti derken, sekssiz bir yaşamı olanlarla da tanıştık sonunda. Hızla gelişen bir akım olduğundan söz ediliyor bunun. Döne dolaşa bir tüketim maddesine dönüşmesi pek olası yeni bir uçuklukla karşı karşıyayız açıkcası. Kendilerini bu davranış biçimiyle ifade etmeye çalışanların oluşturduğu “hedef kitle” için tasarlanmış her türden ürünün ortaya çıkmasına yarayacak bir “piyasa” cinliği de olabilir pekala. Açgözlü toplumlarda her zevk, her hobi bir tüketim gerekçesidir çünkü. Vahşi kapitalizm bu fırsatı kaçırır mı?
Adını, kendilerini “aseksüel” (cinsel yaşamı olmayan) olarak tanımlayanlardan alan bu akım ABD’de başlamış. Konuyla ilgili araştırmalardan, yayınlanan raporlardan söz ediliyor. Bir bölümünü okudum. Çok sayıda insan ne kadınlarla ne de erkeklerle seks yapmadan yaşamak istiyormuş. İnsanın kendi kararıyla aseksüel olabilmesi mümkün müdür, bilmiyorum doğrusu. Biyolojik, anotomik gereksinimler böyle bir kararı zorlaştırırmış gibime geliyor.
Akımın öncülüğünü yapanlar aseksüel olmaları için onlarca gerekçe sayıyorlar. İlginçtir, bunların arasında tek bir dini gerekçe yok. Sadece, aseksüellerden biri, “Seks şeytani bir kavramdır” diyor ama ona bunu söyleten başka bir neden de olabilir. Geçmişte, cinselliğe ilişkin her yasaklamada dini gerekçeler olduğunu bilenler için farklı bir durum bu. Cinselliği reddeden laik bir yaklaşımla karşı karşıyayız bu kez.
İnsanların kendi bedenlerini nasıl kullanacaklarına ilişkin mücadelelerinin tarihi zorlu bir tarihtir. Wilhelm Reich’tan Jung’a, Freud’a kadar bir çok psikanalist bu mayınlı tarlada, aslında hala sonuçlandırılmamış da olsa ciddi bir birikim oluşturdular. Cinsel özgürlüğün kazanılması için her dinden oluşmuş “iman duvarlarını” delmek gerekti. Serüveni uzundur bunun.
Cinselliğin iğrenilecek bir davranış biçimi olduğunu elbetteki önce din adamları söylediler. Kendi yaşamlarına bu “iğrençliği” sokmayan din adamlarından ikisi kalmıştır aklımda benim. Colette adlı bir aziz, cinsellikten öylesine iğrenmekteydi ki annesinin yeniden evlenmesini bile kınamıştır. Gonzaga adlı bir başka azizin de Colette’den aşağı kalır yanı yoktu. Bunlara İslam dünyasından da bir ad eklenebilir aslında. Ünlü kadın Sufi Rabiat el-Adeviye ömrü boyunca cinsellikten uzak durmuş, yapılan tüm evlilik önerilerini sadece Allah’ı sevdiği gerekçesiyle geri çevirmişti. Cinsellikten uzak durmanın dinden kaynaklanan bu tür uç örneklerine rastlanır zaman zaman.
Adı geçenlerin bu tutumları bize bugün abartılı, anlaşılmaz gelse de; en azından içten insanlar olduklarına kuşku yok. Ama yoksul, güçsüz iman sahiplerine yasakladıkları cinselliği kendileri söz konusu olunca, hem de en iğrenç biçimde yaşayanlar da vardı. Ortaçağ konusunda gelmiş geçmiş en büyük otoritelerden biri olan Huizinga, Papa VI. Alexander’in katıldığı bir seks partisinden söz eder: “Valentino Dükü’nün Piskoposluk sarayındaki apartmanında, elli saygın fahişenin de katıldığı bir akşam yemeği verildi. Fahişeler yemekten sonra uşaklarla ve davetlilerle, önce üzerlerinde elbiseleriyle sonra da çırılçıplak dans ettiler. Daha sonra mumları yakılmış şamdanlar masalardan indirilip yere kondu ve etrafına kestaneler serpiştirildi. Fahişeler şamdanlar arasında çırılçıplak emekleyerek kestaneleri topladılar. İzleyiciler arasında Papa, Dük ve kızkardeşi Donna Lucreiza da vardı. Davetlilere göre tüm bunların genel salonda (yani Kardinaller Meclisi’nin toplantıları için kullanılan Sala Regia’da) yapılması gayet münasipti.”
Bu son alıntıyı saymazsak, kendilerini aseksüel olarak tanımlayanların bu tavırlarının arka planında güçlü bir tarihsel fon bulunuyor. Her davranışımızın geçmişte bir izdüşümü var. Önümüze, sanki ilk kez karşılaşıyormuşuz gibi birçok uçukluk çıkarılıyor. Tarihi, kendileriyle başlatan çok sayıda şarlatanla karşı karşıyayız. Bu şarlatanların kolayca bir topluluk haline gelmesi, artık ne anlama geldiği bile doğru dürüst bilinmeyen “sivil toplum” örgütü kavramı altında değerlendiriliyor. Tabii ki aseksüel topluluklar ille de bu kavramın içine girerler demiyorum ama; örgütlenmelerin, özellikle muhalif örgütlenmelerin önünün her fırsatta terör bahane edilerek kesildiği bir dönemde, son derece bireysel taleplerin dile getirilmesi özendiriliyor diye düşünüyorum. Bu taleplerin de dile getirilmesi elbette gereklidir.
Son derece laik bir yaklaşım dediğim cinselliği reddetme tutumu bir süre sonra, kilise, cami ya da sinagog gibi bir din kurumuyla bütünleşecek. İnsan bedeninin doğal gereksinimlerinin yerine getirilmesi dinden de güç alan bir disiplin içine sokulacak. Huntington, son kitabında Amerikan toplumundaki kirlilikten söz ederken, bu tür kirliliği bir türlü “Amerikanlaşamamış” siyahlara, diğer azınlıklara mal ediyor.
Bu kirliliğin içinde, (kaba bir bakışla doğru gibi görünen) cinsel kirlenme (!) de var. Bu kirlenme her tür ne tür bir kirlenmeyse, cinselliğin doğru dürüst yaşanmasıyla “temize” çıkması çok olasıyken, cinselliğin ortadan kaldırılması istekleri dürtükleniyor.
Siz söylemeden ben söyleyeyim; bunlar benim kuruntularım da olabilir. Ama siz, ABD’de başlayıp başka ülkelerde de yaygınlaştırılmasına çalışılan bu yeni akımın kurucusunun bir Amerikalı asker olduğunu bilin.
Belki benim kuruntularıma sizinkiler de eklenir.
MUSTAFA K. ERDEMOL / BİRGÜN
Bu bana eski bir yazımı anımsattı. Bir kez daha paylaşayım istedim:
Cinsel devrimdi, özgür seksti derken, sekssiz bir yaşamı olanlarla da tanıştık sonunda. Hızla gelişen bir akım olduğundan söz ediliyor bunun. Döne dolaşa bir tüketim maddesine dönüşmesi pek olası yeni bir uçuklukla karşı karşıyayız açıkcası. Kendilerini bu davranış biçimiyle ifade etmeye çalışanların oluşturduğu “hedef kitle” için tasarlanmış her türden ürünün ortaya çıkmasına yarayacak bir “piyasa” cinliği de olabilir pekala. Açgözlü toplumlarda her zevk, her hobi bir tüketim gerekçesidir çünkü. Vahşi kapitalizm bu fırsatı kaçırır mı?
Adını, kendilerini “aseksüel” (cinsel yaşamı olmayan) olarak tanımlayanlardan alan bu akım ABD’de başlamış. Konuyla ilgili araştırmalardan, yayınlanan raporlardan söz ediliyor. Bir bölümünü okudum. Çok sayıda insan ne kadınlarla ne de erkeklerle seks yapmadan yaşamak istiyormuş. İnsanın kendi kararıyla aseksüel olabilmesi mümkün müdür, bilmiyorum doğrusu. Biyolojik, anotomik gereksinimler böyle bir kararı zorlaştırırmış gibime geliyor.
Akımın öncülüğünü yapanlar aseksüel olmaları için onlarca gerekçe sayıyorlar. İlginçtir, bunların arasında tek bir dini gerekçe yok. Sadece, aseksüellerden biri, “Seks şeytani bir kavramdır” diyor ama ona bunu söyleten başka bir neden de olabilir. Geçmişte, cinselliğe ilişkin her yasaklamada dini gerekçeler olduğunu bilenler için farklı bir durum bu. Cinselliği reddeden laik bir yaklaşımla karşı karşıyayız bu kez.
İnsanların kendi bedenlerini nasıl kullanacaklarına ilişkin mücadelelerinin tarihi zorlu bir tarihtir. Wilhelm Reich’tan Jung’a, Freud’a kadar bir çok psikanalist bu mayınlı tarlada, aslında hala sonuçlandırılmamış da olsa ciddi bir birikim oluşturdular. Cinsel özgürlüğün kazanılması için her dinden oluşmuş “iman duvarlarını” delmek gerekti. Serüveni uzundur bunun.
Cinselliğin iğrenilecek bir davranış biçimi olduğunu elbetteki önce din adamları söylediler. Kendi yaşamlarına bu “iğrençliği” sokmayan din adamlarından ikisi kalmıştır aklımda benim. Colette adlı bir aziz, cinsellikten öylesine iğrenmekteydi ki annesinin yeniden evlenmesini bile kınamıştır. Gonzaga adlı bir başka azizin de Colette’den aşağı kalır yanı yoktu. Bunlara İslam dünyasından da bir ad eklenebilir aslında. Ünlü kadın Sufi Rabiat el-Adeviye ömrü boyunca cinsellikten uzak durmuş, yapılan tüm evlilik önerilerini sadece Allah’ı sevdiği gerekçesiyle geri çevirmişti. Cinsellikten uzak durmanın dinden kaynaklanan bu tür uç örneklerine rastlanır zaman zaman.
Adı geçenlerin bu tutumları bize bugün abartılı, anlaşılmaz gelse de; en azından içten insanlar olduklarına kuşku yok. Ama yoksul, güçsüz iman sahiplerine yasakladıkları cinselliği kendileri söz konusu olunca, hem de en iğrenç biçimde yaşayanlar da vardı. Ortaçağ konusunda gelmiş geçmiş en büyük otoritelerden biri olan Huizinga, Papa VI. Alexander’in katıldığı bir seks partisinden söz eder: “Valentino Dükü’nün Piskoposluk sarayındaki apartmanında, elli saygın fahişenin de katıldığı bir akşam yemeği verildi. Fahişeler yemekten sonra uşaklarla ve davetlilerle, önce üzerlerinde elbiseleriyle sonra da çırılçıplak dans ettiler. Daha sonra mumları yakılmış şamdanlar masalardan indirilip yere kondu ve etrafına kestaneler serpiştirildi. Fahişeler şamdanlar arasında çırılçıplak emekleyerek kestaneleri topladılar. İzleyiciler arasında Papa, Dük ve kızkardeşi Donna Lucreiza da vardı. Davetlilere göre tüm bunların genel salonda (yani Kardinaller Meclisi’nin toplantıları için kullanılan Sala Regia’da) yapılması gayet münasipti.”
Bu son alıntıyı saymazsak, kendilerini aseksüel olarak tanımlayanların bu tavırlarının arka planında güçlü bir tarihsel fon bulunuyor. Her davranışımızın geçmişte bir izdüşümü var. Önümüze, sanki ilk kez karşılaşıyormuşuz gibi birçok uçukluk çıkarılıyor. Tarihi, kendileriyle başlatan çok sayıda şarlatanla karşı karşıyayız. Bu şarlatanların kolayca bir topluluk haline gelmesi, artık ne anlama geldiği bile doğru dürüst bilinmeyen “sivil toplum” örgütü kavramı altında değerlendiriliyor. Tabii ki aseksüel topluluklar ille de bu kavramın içine girerler demiyorum ama; örgütlenmelerin, özellikle muhalif örgütlenmelerin önünün her fırsatta terör bahane edilerek kesildiği bir dönemde, son derece bireysel taleplerin dile getirilmesi özendiriliyor diye düşünüyorum. Bu taleplerin de dile getirilmesi elbette gereklidir.
Son derece laik bir yaklaşım dediğim cinselliği reddetme tutumu bir süre sonra, kilise, cami ya da sinagog gibi bir din kurumuyla bütünleşecek. İnsan bedeninin doğal gereksinimlerinin yerine getirilmesi dinden de güç alan bir disiplin içine sokulacak. Huntington, son kitabında Amerikan toplumundaki kirlilikten söz ederken, bu tür kirliliği bir türlü “Amerikanlaşamamış” siyahlara, diğer azınlıklara mal ediyor.
Bu kirliliğin içinde, (kaba bir bakışla doğru gibi görünen) cinsel kirlenme (!) de var. Bu kirlenme her tür ne tür bir kirlenmeyse, cinselliğin doğru dürüst yaşanmasıyla “temize” çıkması çok olasıyken, cinselliğin ortadan kaldırılması istekleri dürtükleniyor.
Siz söylemeden ben söyleyeyim; bunlar benim kuruntularım da olabilir. Ama siz, ABD’de başlayıp başka ülkelerde de yaygınlaştırılmasına çalışılan bu yeni akımın kurucusunun bir Amerikalı asker olduğunu bilin.
Belki benim kuruntularıma sizinkiler de eklenir.
MUSTAFA K. ERDEMOL / BİRGÜN