Dincinin dinciye darbeye kalkışmasından sonra Meclis Darbe Girişimini
Araştırma Komisyonu MİT’e bir yazı yazarak “Fetö”cülerin devlete
sızmalarına nasıl engel olunabileceğini sordu. MİT de bunun üzerine bir
rapor hazırlayıp gönderdi. Raporda bunu önlemenin tek yolu olduğu
söyleniyordu; Kamu kurumlarına personel seçerken liyakate dikkat
edilmeliydi.
Liyakat, artık şapkası düşük olduğu için belli olmuyor, Arapça bir kelime. Layık olma, yaraşma, uygunluk, yeterlilik, yetenek anlamını taşıyor. Bir kimsenin, kendisine iş verilirken işe uygun olup olmadığına bakılması durumu yani. Neden bakıyoruz liyakate? Çünkü Büyük Fransız Devriminden bu yana biliyoruz ki liyakate bakmadığınızda devlet yozlaşıyor, çürüyor. Sonra da isyan çıkıyor. Demek ki işi verirken kimin yakını, kimin adamı, hangi aileden, soydan, soptan, inançtan diye bakmayacaksınız. Neye bakacaksanız? Eğitimi var mı, işi yapma becerisine ve birikimine sahip mi, işin ehli mi, ona. Diploma bunu göstermenin en iyi yollarından biri mesela. Kamuda bir göreve talip olduğunuzda diploma sorulması ondan. Diploma önce sizi diğerleriyle eşitler, sonra eğitiminizle öne çıkarır. Devrimin meziyetidir diploma.
Peki, darbe kalkışması neden oldu? Çünkü liyakati kaldırdılar iktidarda oldukları 15 yılda. Soruları çaldılar, bütün sınavları kendilerinin kazanacakları bir gösterişe çevirdiler. Bütün devlet görevlerine yobazın adamı geldi böylece. Vaizin kirli peçetesini yiyen yükseldi, kirli donunu koklayan ilerledi. Ve sonunda devlet gidip liyakatsizliğin o karanlık duvarına tosladı. Diploma devrimin meziyeti ise adam kayırma, biat da karşı devrimin meziyetidir.
***
Biliyoruz bu bir devlet pratiğidir. Hatırlatayım. Taa 1826’da, şimdiki muktedirlerin pek bayıldığı padişahlardan biri artık yozlaşmış olan Yeniçeriliği kaldırıp orduda reform yapmaya kalkışınca Bektaşilik duvarına tosladı. Fark ettiler ki ordu bütünüyle Bektaşilerin kontrolündedir. Görüldükleri her yerde kovaladılar Bektaşileri. Yerlerine Mevlevileri yerleştirdiler. Fakat Bektaşilerle Mevleviler birbirlerine pey yakındılar. Kovalanan Bektaşiler Mevlevi postuna bürünüp geri döndü. Saray baktı ki bu yolla baş edemeyecek, daha uysal bir tarikata açtı kapıyı. Nakşibendiler o gündür bu gündür devletin içinde.
Cumhuriyet bu kapıyı kapatmaya çalıştı. Kapattı ne kadar tekke, zaviye, tarikat varsa. Ama 1945’ten itibaren Demokrat Parti’nin himayesinde geri döndü Nakşibendiye. Bir de metastaza uğradı o arada. Nakşiliğin içinden çıkan Nurculuk devletin içinde habis bir ur gibi yayılmayı başardı.
12 Eylül cuntası tarikatların halkın üzerinde nasıl bir uyuşturucu etkisi yaptığını görmüştü. Dini anayasal bir kurum haline getirirken, Nurcuları da el altından destekledi. Özellikle güvenlik kuvvetlerini sadece Nurcu olanlara açtı. O sırada yedi göbek sülalesinde solcu olanları şak diye kapının önüne koyuyorlardı.
AKP işte böyle bir denklem üzerinde iktidar oldu. Güvenlik kuvvetleri zaten Nurcuların elindeydi. Onlarla ittifak yapıp çöreklendiler devletin üzerine. Nakşibendilere de geride kalanı paylaşmak düştü. Sonra uygun ortamı bulan Nurcular iyice palazlandı ve iktidarı paylaşmamaya karar verdi. O gece devlet desteği altlarından çekilmese işi bitireceklerdi. Liyakatsizliğin, dinbazlığın, biatin kötücül tarihidir bu.
Şimdi ne yapıyor peki devlet? Nurcuları gördüğü her yerde kovalıyor ve onlardan boşalan yerlere Nakşileri yerleştiriyor. Kafa aynı kafa, yozlaşma aynı yozlaşma, kayırma aynı kayırma. Öyle bir yıkım ki yarattıkları, “yeni devlet kuruyoruz” diye yumurtladı kendini muktedir sanan salaklardan biri. Liyakatsiz olduğu üslubundan belliydi. Böyle dönecek sanıyorlar hep devran. Çünkü unuttular Fransız Devriminin yeşerdiği iklimi. Ama fırtına yaklaşıyor, devrimin ruhu kapılarını çaldı çalacak...
***
YAŞ’ı topladılar geçen günlerde. YAŞ dedikleri kayıracak adam arama toplantısı. 10 yıldır askerleri dövüp durduklarından malzeme kıt, Deniz Kuvvetleri’nde sıkıntı oldu. Onlar da tutup kuvvet komutanı olarak bir korgenerali atadı. Hâlbuki donanma komutanlığında sıra bekleyen bir orgeneral vardı. İstifa etti o da. Çıktılar açıklama yaptılar “kendi isteğiyle istifa etti” diye. Üç gün önce gelenin kendini üç gün sonra gelenin komutanı saydığı bir hiyerarşik düzlemde başka ne yapsın orgeneral, harakiri yapmadığına şükredin!
Bakın üniversitelerin haline. İktidardan aldığı feyzle karısını üniversiteye sekreter atayan rektörü çoktan kanıksadık. O sırada Mardin'de Artuklu Üniversitesi Rektörü ile Tanıtım Vakıf Başkanı arasında genel başkan referanslı kavga çıktı. Vakıf Başkanı, rektör hakkında "Rektör, partimizden elini çekmelidir. Cumhurbaşkanımızın dediği gibi dava adamı olmayanlar teşkilatta yer alamaz" dedi. Üniversitenin rektörü ise kendisini "genel başkanımızın Mardin temsilcisiyim" diye savundu. Biliyorum parti ile üniversite birbirine karışmış gibi görünüyor ama artık böyle. Bütün üniversiteler, bütün kuvvet komutanları, bütün vakıflar, bütün dernekler genel başkanı bağlı. Ne kadar kamu görevlisi varsa genel başkanın temsilcisi.
Üniversitelerde seçim yaptırıp, sonuncuyu seçe seçe bugünlere getirdiler akademiyi. Seçtiklerinin çoğu cemaatçi çıktı, içeri tıktılar sonra. Şimdi yerine ehliyetsizleri ve diplomasızları atıyorlar ve sorun çıkmamasını umuyorlar. Düşünsenize YÖK üyeliğine bir TV şovmenini atadılar. Kadın programlarının bir benzerini yaparak çuvalla para kazanıyordu önceden, şimdi üniversiteleri yönetiyor.
Öyle bir yerleşti ki bu usul Adana’da bir caminin müezzini izne çıkınca yerine cami cemaatinden birini bıraktı. Sesi müsait mi, okumasını biliyor mu falan diye bakmadı. Vekil müezzin ilk ezanında bir çuval dayak yedi haliyle. Caminin bitişiğindeki baba oğul bu eziyete daha fazla dayanamamıştı. Demem o ki bu sistem patlar eninde sonunda…
***
Fakat hala idrak edemediler bizimkiler gidişin yönünü. Sallayıp duruyorlar vara yoğa. Bakın mesela Bilal Erdoğan’ın tek özelliği iktidarın başındaki kişinin oğlu olması. Fakat o kendini allame-i cihan sanıyor son günlerde. Geçen hafta, kendine zimmetlenen vakıfların birinde çıkıp “Batı medeniyeti bir ümit vaat etmiyor” dedi. Sanırsınız Batı medeniyetinin eleştirisini yalayıp yutmuş. Etmez tabii. Orada sırf iktidardaki bir kişinin oğlusun diye kamu kaynaklarıyla sade gazoz bile içirmezler adama. Öyle vara yoğa haddi olmayan şeyler hakkında da konuşturmazlar. Konuşuyorsa deli muamelesi yaparlar. Orada iktidara gelen birinin çoluğu çocuğu pat diye gemicik sahibi olmaz, olamaz. Orada papaz çıkıp ayrıcalık isteyemez. Kilise Pazar ayinine zam yapıp, Cumartesi de çanları çalalım ortamı hazırlayalım diyemez. Başpiskopos milli eğitim müfredatını yazmaya kalkamaz. Batı medeniyetinde diplomanı gösteremiyorsan anca bulaşık yıkarsın. Haklı Bilal Bey, ümitsiz vakadır Batı.
E bir de devlet kurmaya kalkışıyorsun. Nasıl kuracaksın devleti? Sen önce kuşkuları gider bakalım. Mesela bir numaranın diplomasının olmadığı, iki numaranın da okuma yazmasının bilmediği söyleniyor ki hakikaten öyle olduğunu gösteren bazı emareler var. Meclisin başındaki üç numara meclise, laikliğe, cumhuriyete, fraka, papyona, elbiseye neyle karşılaşıyorsa ona karşı ama maaş almaya karşı değil. Adalet bakanının adaletten, sağlık bakanının sağlıktan haberi yok. Milli eğitim bakanı okulları kapatıp medrese açmakla meşgul. Kültür ve turizm bakanı işsiz, ne kültür kaldı ne de turizm. Kadın ve aileden sorumlu bakan var ama Türkiye kadınlar için en tehlikeli ülkeler arasında. Diyanet işleri bütçesi on bakanlığınkine eşit ama onlar da ahlaksızlığın hızla arttığından yakınıyorlar. KHK ile üniversitelerdeki bütün öğretim üyelerini atıp yerine badem bıyıklıları yerleştirdiler. Yargıyı hallaç pamuğu gibi attılar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne gönderdiğiniz aday hâkimlerin hepsi reddedildi mesela. Büyük ihtimal hiçbiri hukukçu yeterliliğine sahip değildir.
O sırada iktidarın yandaş gazetesinin çok meşhur köşe yazarı, Vatikan’ın cin çıkardığını, çıkardığı cinleri de işe alıp istihbaratta kullandığını iddia etti. Oluyorsa öyle, sen de çıkarıp alsana MİT’e. Belki bir dahaki darbeyi önceden öğrenirsiniz!
***
Yıktılar laik cumhuriyeti. Yerine derme çatma bir gecekondu kurup hacı yeşiline boyadılar duvarlarını. Fakat sıvası tel tel dökülüyor gecekondunun. Siyasal islam deyince iki şey akla geliyor artık; Ya masumların katili, ya yoksulların hırsızı...
Fransız Devrimi işte bunlar olduğu için patladı. “Eşitlik, özgürlük, kardeşlik” diye kralı alaşağı etmelerinin, sonra da gidip papazları giyotine göndermelerinin sebebi bunlar.
Fantezi değil anlattığım, tarihin ve toplumun tunç yasasıdır: Liyakat gitti mi arkasından mutlaka sert bir fırtına gelir!
Orhan Gökdemir/ SOL
Liyakat, artık şapkası düşük olduğu için belli olmuyor, Arapça bir kelime. Layık olma, yaraşma, uygunluk, yeterlilik, yetenek anlamını taşıyor. Bir kimsenin, kendisine iş verilirken işe uygun olup olmadığına bakılması durumu yani. Neden bakıyoruz liyakate? Çünkü Büyük Fransız Devriminden bu yana biliyoruz ki liyakate bakmadığınızda devlet yozlaşıyor, çürüyor. Sonra da isyan çıkıyor. Demek ki işi verirken kimin yakını, kimin adamı, hangi aileden, soydan, soptan, inançtan diye bakmayacaksınız. Neye bakacaksanız? Eğitimi var mı, işi yapma becerisine ve birikimine sahip mi, işin ehli mi, ona. Diploma bunu göstermenin en iyi yollarından biri mesela. Kamuda bir göreve talip olduğunuzda diploma sorulması ondan. Diploma önce sizi diğerleriyle eşitler, sonra eğitiminizle öne çıkarır. Devrimin meziyetidir diploma.
Peki, darbe kalkışması neden oldu? Çünkü liyakati kaldırdılar iktidarda oldukları 15 yılda. Soruları çaldılar, bütün sınavları kendilerinin kazanacakları bir gösterişe çevirdiler. Bütün devlet görevlerine yobazın adamı geldi böylece. Vaizin kirli peçetesini yiyen yükseldi, kirli donunu koklayan ilerledi. Ve sonunda devlet gidip liyakatsizliğin o karanlık duvarına tosladı. Diploma devrimin meziyeti ise adam kayırma, biat da karşı devrimin meziyetidir.
***
Biliyoruz bu bir devlet pratiğidir. Hatırlatayım. Taa 1826’da, şimdiki muktedirlerin pek bayıldığı padişahlardan biri artık yozlaşmış olan Yeniçeriliği kaldırıp orduda reform yapmaya kalkışınca Bektaşilik duvarına tosladı. Fark ettiler ki ordu bütünüyle Bektaşilerin kontrolündedir. Görüldükleri her yerde kovaladılar Bektaşileri. Yerlerine Mevlevileri yerleştirdiler. Fakat Bektaşilerle Mevleviler birbirlerine pey yakındılar. Kovalanan Bektaşiler Mevlevi postuna bürünüp geri döndü. Saray baktı ki bu yolla baş edemeyecek, daha uysal bir tarikata açtı kapıyı. Nakşibendiler o gündür bu gündür devletin içinde.
Cumhuriyet bu kapıyı kapatmaya çalıştı. Kapattı ne kadar tekke, zaviye, tarikat varsa. Ama 1945’ten itibaren Demokrat Parti’nin himayesinde geri döndü Nakşibendiye. Bir de metastaza uğradı o arada. Nakşiliğin içinden çıkan Nurculuk devletin içinde habis bir ur gibi yayılmayı başardı.
12 Eylül cuntası tarikatların halkın üzerinde nasıl bir uyuşturucu etkisi yaptığını görmüştü. Dini anayasal bir kurum haline getirirken, Nurcuları da el altından destekledi. Özellikle güvenlik kuvvetlerini sadece Nurcu olanlara açtı. O sırada yedi göbek sülalesinde solcu olanları şak diye kapının önüne koyuyorlardı.
AKP işte böyle bir denklem üzerinde iktidar oldu. Güvenlik kuvvetleri zaten Nurcuların elindeydi. Onlarla ittifak yapıp çöreklendiler devletin üzerine. Nakşibendilere de geride kalanı paylaşmak düştü. Sonra uygun ortamı bulan Nurcular iyice palazlandı ve iktidarı paylaşmamaya karar verdi. O gece devlet desteği altlarından çekilmese işi bitireceklerdi. Liyakatsizliğin, dinbazlığın, biatin kötücül tarihidir bu.
Şimdi ne yapıyor peki devlet? Nurcuları gördüğü her yerde kovalıyor ve onlardan boşalan yerlere Nakşileri yerleştiriyor. Kafa aynı kafa, yozlaşma aynı yozlaşma, kayırma aynı kayırma. Öyle bir yıkım ki yarattıkları, “yeni devlet kuruyoruz” diye yumurtladı kendini muktedir sanan salaklardan biri. Liyakatsiz olduğu üslubundan belliydi. Böyle dönecek sanıyorlar hep devran. Çünkü unuttular Fransız Devriminin yeşerdiği iklimi. Ama fırtına yaklaşıyor, devrimin ruhu kapılarını çaldı çalacak...
***
YAŞ’ı topladılar geçen günlerde. YAŞ dedikleri kayıracak adam arama toplantısı. 10 yıldır askerleri dövüp durduklarından malzeme kıt, Deniz Kuvvetleri’nde sıkıntı oldu. Onlar da tutup kuvvet komutanı olarak bir korgenerali atadı. Hâlbuki donanma komutanlığında sıra bekleyen bir orgeneral vardı. İstifa etti o da. Çıktılar açıklama yaptılar “kendi isteğiyle istifa etti” diye. Üç gün önce gelenin kendini üç gün sonra gelenin komutanı saydığı bir hiyerarşik düzlemde başka ne yapsın orgeneral, harakiri yapmadığına şükredin!
Bakın üniversitelerin haline. İktidardan aldığı feyzle karısını üniversiteye sekreter atayan rektörü çoktan kanıksadık. O sırada Mardin'de Artuklu Üniversitesi Rektörü ile Tanıtım Vakıf Başkanı arasında genel başkan referanslı kavga çıktı. Vakıf Başkanı, rektör hakkında "Rektör, partimizden elini çekmelidir. Cumhurbaşkanımızın dediği gibi dava adamı olmayanlar teşkilatta yer alamaz" dedi. Üniversitenin rektörü ise kendisini "genel başkanımızın Mardin temsilcisiyim" diye savundu. Biliyorum parti ile üniversite birbirine karışmış gibi görünüyor ama artık böyle. Bütün üniversiteler, bütün kuvvet komutanları, bütün vakıflar, bütün dernekler genel başkanı bağlı. Ne kadar kamu görevlisi varsa genel başkanın temsilcisi.
Üniversitelerde seçim yaptırıp, sonuncuyu seçe seçe bugünlere getirdiler akademiyi. Seçtiklerinin çoğu cemaatçi çıktı, içeri tıktılar sonra. Şimdi yerine ehliyetsizleri ve diplomasızları atıyorlar ve sorun çıkmamasını umuyorlar. Düşünsenize YÖK üyeliğine bir TV şovmenini atadılar. Kadın programlarının bir benzerini yaparak çuvalla para kazanıyordu önceden, şimdi üniversiteleri yönetiyor.
Öyle bir yerleşti ki bu usul Adana’da bir caminin müezzini izne çıkınca yerine cami cemaatinden birini bıraktı. Sesi müsait mi, okumasını biliyor mu falan diye bakmadı. Vekil müezzin ilk ezanında bir çuval dayak yedi haliyle. Caminin bitişiğindeki baba oğul bu eziyete daha fazla dayanamamıştı. Demem o ki bu sistem patlar eninde sonunda…
***
Fakat hala idrak edemediler bizimkiler gidişin yönünü. Sallayıp duruyorlar vara yoğa. Bakın mesela Bilal Erdoğan’ın tek özelliği iktidarın başındaki kişinin oğlu olması. Fakat o kendini allame-i cihan sanıyor son günlerde. Geçen hafta, kendine zimmetlenen vakıfların birinde çıkıp “Batı medeniyeti bir ümit vaat etmiyor” dedi. Sanırsınız Batı medeniyetinin eleştirisini yalayıp yutmuş. Etmez tabii. Orada sırf iktidardaki bir kişinin oğlusun diye kamu kaynaklarıyla sade gazoz bile içirmezler adama. Öyle vara yoğa haddi olmayan şeyler hakkında da konuşturmazlar. Konuşuyorsa deli muamelesi yaparlar. Orada iktidara gelen birinin çoluğu çocuğu pat diye gemicik sahibi olmaz, olamaz. Orada papaz çıkıp ayrıcalık isteyemez. Kilise Pazar ayinine zam yapıp, Cumartesi de çanları çalalım ortamı hazırlayalım diyemez. Başpiskopos milli eğitim müfredatını yazmaya kalkamaz. Batı medeniyetinde diplomanı gösteremiyorsan anca bulaşık yıkarsın. Haklı Bilal Bey, ümitsiz vakadır Batı.
E bir de devlet kurmaya kalkışıyorsun. Nasıl kuracaksın devleti? Sen önce kuşkuları gider bakalım. Mesela bir numaranın diplomasının olmadığı, iki numaranın da okuma yazmasının bilmediği söyleniyor ki hakikaten öyle olduğunu gösteren bazı emareler var. Meclisin başındaki üç numara meclise, laikliğe, cumhuriyete, fraka, papyona, elbiseye neyle karşılaşıyorsa ona karşı ama maaş almaya karşı değil. Adalet bakanının adaletten, sağlık bakanının sağlıktan haberi yok. Milli eğitim bakanı okulları kapatıp medrese açmakla meşgul. Kültür ve turizm bakanı işsiz, ne kültür kaldı ne de turizm. Kadın ve aileden sorumlu bakan var ama Türkiye kadınlar için en tehlikeli ülkeler arasında. Diyanet işleri bütçesi on bakanlığınkine eşit ama onlar da ahlaksızlığın hızla arttığından yakınıyorlar. KHK ile üniversitelerdeki bütün öğretim üyelerini atıp yerine badem bıyıklıları yerleştirdiler. Yargıyı hallaç pamuğu gibi attılar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne gönderdiğiniz aday hâkimlerin hepsi reddedildi mesela. Büyük ihtimal hiçbiri hukukçu yeterliliğine sahip değildir.
O sırada iktidarın yandaş gazetesinin çok meşhur köşe yazarı, Vatikan’ın cin çıkardığını, çıkardığı cinleri de işe alıp istihbaratta kullandığını iddia etti. Oluyorsa öyle, sen de çıkarıp alsana MİT’e. Belki bir dahaki darbeyi önceden öğrenirsiniz!
***
Yıktılar laik cumhuriyeti. Yerine derme çatma bir gecekondu kurup hacı yeşiline boyadılar duvarlarını. Fakat sıvası tel tel dökülüyor gecekondunun. Siyasal islam deyince iki şey akla geliyor artık; Ya masumların katili, ya yoksulların hırsızı...
Fransız Devrimi işte bunlar olduğu için patladı. “Eşitlik, özgürlük, kardeşlik” diye kralı alaşağı etmelerinin, sonra da gidip papazları giyotine göndermelerinin sebebi bunlar.
Fantezi değil anlattığım, tarihin ve toplumun tunç yasasıdır: Liyakat gitti mi arkasından mutlaka sert bir fırtına gelir!
Orhan Gökdemir/ SOL