Bunların büyük güçlerle aralarının bozulması, direndikleri, antiemperyalist politika izledikleri için değil.
Bu konudaki teorik çerçeve şu:
Birincisi; antiABD’cilik, antiemperyalizm değildir. AntiABD’cilik içi doldurulmadıkça yalnızca demagojidir. Ve zaten emperyalizm ABD’den ibaret de değildir. Şimdi artık en azından Rusya’sı var.
İkincisi antiemperyalizm için gerek koşul antikapitalizmdir. Piyasa ilişkilerine, tekellere karşı olmayan, ABD’ye istediği kadar sövsün antiemperyalist olamaz.
AKP’nin anti ABD’ciliği de tam demagojik. Öyle olmasaydı daha iki hafta önce Erdoğan Trump için “dostum” der miydi? Trump… Erdoğan’ın defalarca darbecileri desteklemekle suçladığı ülkenin başkanı ve bugünkü vize yasağının mimarı. AKP’nin ona buna söylenmesi emperyalist sistem içinde tutunabilme çabasıdır.
AKP çaresiz, her şeyi birbirine karıştırdı, attığı her adım öncekiyle çelişiyor ve sonrakinin önünü kesiyor.
AKP piyasacı, gerici ve bu özellikleri nedeniyle de zorunlu olarak işbirlikçi. ABD tarafından iktidara getirildi, parlatıldı. AB ile ilişkilerini düzenlemesini ABD sağladı. Suriye’deki iç savaş sürecinde başlangıçta ABD’nin en önemli müttefiki idi, IŞİD’in Suriye’de koordine edilmesinde İncirlik’te birlikte mesai yapıldı.
AKP metafizik ve idealist düşünen bir parti. Dinciliği nedeniyle böyle bu. Kaçınılmaz.
Bu düşünce yapısı konumunu abartmasına neden oldu. ABD’nin sunduğu desteğin kendi vazgeçilmezliğinden kaynaklı olduğu sanrısına kapıldı. Psikozun manik hallerinde gibiydi. Bu hayallerle Suriye’de kendi başına işler çevirmeye kalktı. Yetmedi NATO ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek için uçak düşürdü. Amacı bir kara harekatıyla Suriye’ye dalabilmekti. ABD’nin bu provokasyonlara gelme ihtimalinin hiç olmadığını bile öngöremedi. Temelsiz özgüven patlaması gözünü karartmıştı.
Bu nedenlerle emperyalistler artık AKP’yi, kontrolsüz işler çeviren ve ne zaman, nerede, ne yapacağı, ne diyeceği belirsiz bir risk faktörü olarak tanımlanıyorlar.
Başkası nasıl mümkün olsun. Tablo şöyle: Erdoğan Putin’le birlikte İdlib’te operasyona başladığı gün, Ukrayna’da canlı yayında Rusya’yı Kırım’da işgalci olmakla suçluyor.
Risk faktörü dedik. ABD bunu 15 Temmuz’da ekarte etmeye çalıştı. Olmadı. Her darbe girişimi başarıya ulaşacak diye bir şey yok.
Uzun süredir plan şu:
AKP’siz bir iktidar, olmadı AKP’nin zayıflatıldığı bir iktidar, olmadı Erdoğan’sız bir AKP, olmadı kaosa doğru yol verme.
Darbe sonrasında Erdoğan’ın her yerde tam denetim kurmaya yönelik operasyonları hem son iki seçeneğin öne çıkmasına neden oluyor, ama hem de Erdoğan kendisi hakkındaki planı hissederek her şeyi denetimine almaya çalışıyor.
Bu arada da aynı anda birkaç güçlü aktöre birden oynayarak durumu idare etmeye çabalıyor. Sanıyor ki emperyalist hegemonya krizinin yarattığı boşluklar buna olanak tanır.
Hem Putin’le İdlib operasyonu, hem de Trump’la dostluk.
NATO’yu Şanghay’la tehdit etme düşleri. Oysa bu arada Trump Barzani referandumuna destek verip ve/fakat bunu şimdilik İsrail üzerinden deklere ederken, YPG’yi Türkiye’nin güney komşusu yapıyor; Rus şirketleri Barzani’yle milyarlarca Dolarlık sözleşmelere imza atarken, Putin İdlib’i Esad’a sunulmak üzere AKP’ye temizletiyor.
Herkes kendi işine bakıyor. Tabi ki oyunu genel hatlarıyla büyük güçler yönetiyor. Kendi başına iş çevirmeye kalkan küçükleri ise kim bilir daha ne belalar bekliyor.
Halk örgütsüzse, olanı biteni seyrediyorsa, emperyalistler mutlaka oyuna sokacak yeni bir aktör bulurlar. Zaten hedef o: “Nasıl olursa olsun Erdoğan olmasın” seçeneğine Türkiye’yi ikna etmek.
Bu işler böyledir. Böyledir ve hem bu sahnede boyundan büyük işlere kalkışıp hem de olmayınca “Türkiye’nin önünü kesmeye çalışıyorlar” diye feryat etmek de trajik bir komedyadır.
O nedenle diyoruz ki yalın düşünelim.
Emperyalizmin oyuncağı olmamak için işçi sınıfını birleştirelim, sosyalist mücadeleyi yükseltelim.
İlker Belek / SOL
Bu konudaki teorik çerçeve şu:
Birincisi; antiABD’cilik, antiemperyalizm değildir. AntiABD’cilik içi doldurulmadıkça yalnızca demagojidir. Ve zaten emperyalizm ABD’den ibaret de değildir. Şimdi artık en azından Rusya’sı var.
İkincisi antiemperyalizm için gerek koşul antikapitalizmdir. Piyasa ilişkilerine, tekellere karşı olmayan, ABD’ye istediği kadar sövsün antiemperyalist olamaz.
AKP’nin anti ABD’ciliği de tam demagojik. Öyle olmasaydı daha iki hafta önce Erdoğan Trump için “dostum” der miydi? Trump… Erdoğan’ın defalarca darbecileri desteklemekle suçladığı ülkenin başkanı ve bugünkü vize yasağının mimarı. AKP’nin ona buna söylenmesi emperyalist sistem içinde tutunabilme çabasıdır.
AKP çaresiz, her şeyi birbirine karıştırdı, attığı her adım öncekiyle çelişiyor ve sonrakinin önünü kesiyor.
AKP piyasacı, gerici ve bu özellikleri nedeniyle de zorunlu olarak işbirlikçi. ABD tarafından iktidara getirildi, parlatıldı. AB ile ilişkilerini düzenlemesini ABD sağladı. Suriye’deki iç savaş sürecinde başlangıçta ABD’nin en önemli müttefiki idi, IŞİD’in Suriye’de koordine edilmesinde İncirlik’te birlikte mesai yapıldı.
AKP metafizik ve idealist düşünen bir parti. Dinciliği nedeniyle böyle bu. Kaçınılmaz.
Bu düşünce yapısı konumunu abartmasına neden oldu. ABD’nin sunduğu desteğin kendi vazgeçilmezliğinden kaynaklı olduğu sanrısına kapıldı. Psikozun manik hallerinde gibiydi. Bu hayallerle Suriye’de kendi başına işler çevirmeye kalktı. Yetmedi NATO ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek için uçak düşürdü. Amacı bir kara harekatıyla Suriye’ye dalabilmekti. ABD’nin bu provokasyonlara gelme ihtimalinin hiç olmadığını bile öngöremedi. Temelsiz özgüven patlaması gözünü karartmıştı.
Bu nedenlerle emperyalistler artık AKP’yi, kontrolsüz işler çeviren ve ne zaman, nerede, ne yapacağı, ne diyeceği belirsiz bir risk faktörü olarak tanımlanıyorlar.
Başkası nasıl mümkün olsun. Tablo şöyle: Erdoğan Putin’le birlikte İdlib’te operasyona başladığı gün, Ukrayna’da canlı yayında Rusya’yı Kırım’da işgalci olmakla suçluyor.
Risk faktörü dedik. ABD bunu 15 Temmuz’da ekarte etmeye çalıştı. Olmadı. Her darbe girişimi başarıya ulaşacak diye bir şey yok.
Uzun süredir plan şu:
AKP’siz bir iktidar, olmadı AKP’nin zayıflatıldığı bir iktidar, olmadı Erdoğan’sız bir AKP, olmadı kaosa doğru yol verme.
Darbe sonrasında Erdoğan’ın her yerde tam denetim kurmaya yönelik operasyonları hem son iki seçeneğin öne çıkmasına neden oluyor, ama hem de Erdoğan kendisi hakkındaki planı hissederek her şeyi denetimine almaya çalışıyor.
Bu arada da aynı anda birkaç güçlü aktöre birden oynayarak durumu idare etmeye çabalıyor. Sanıyor ki emperyalist hegemonya krizinin yarattığı boşluklar buna olanak tanır.
Hem Putin’le İdlib operasyonu, hem de Trump’la dostluk.
NATO’yu Şanghay’la tehdit etme düşleri. Oysa bu arada Trump Barzani referandumuna destek verip ve/fakat bunu şimdilik İsrail üzerinden deklere ederken, YPG’yi Türkiye’nin güney komşusu yapıyor; Rus şirketleri Barzani’yle milyarlarca Dolarlık sözleşmelere imza atarken, Putin İdlib’i Esad’a sunulmak üzere AKP’ye temizletiyor.
Herkes kendi işine bakıyor. Tabi ki oyunu genel hatlarıyla büyük güçler yönetiyor. Kendi başına iş çevirmeye kalkan küçükleri ise kim bilir daha ne belalar bekliyor.
Halk örgütsüzse, olanı biteni seyrediyorsa, emperyalistler mutlaka oyuna sokacak yeni bir aktör bulurlar. Zaten hedef o: “Nasıl olursa olsun Erdoğan olmasın” seçeneğine Türkiye’yi ikna etmek.
Bu işler böyledir. Böyledir ve hem bu sahnede boyundan büyük işlere kalkışıp hem de olmayınca “Türkiye’nin önünü kesmeye çalışıyorlar” diye feryat etmek de trajik bir komedyadır.
O nedenle diyoruz ki yalın düşünelim.
Emperyalizmin oyuncağı olmamak için işçi sınıfını birleştirelim, sosyalist mücadeleyi yükseltelim.
İlker Belek / SOL