Türkiye’yi dünyanın en yalnız ülkesi, en tepki
uyandıran dikta diyarı konumuna düşüren, AKP’nin şaşkın ördek
diplomasisini, bazı aklı evveller, bütün dünyaya tek başına karşı duran,
yiğit antiemperyalist politika olarak göstermeye çalışıyorlar.
AKP, ABD emperyalizmi ve Türkiye’deki uzantıları tarafından, Türkiye’yi küreselleşmeye eklemlemek, İslami yönetim biçimi ile kapitalizmi bir pota içinde eritmek ve böylelikle Ankara’yı emperyalizmin bölgedeki çıkarlarıyla çelişmeyip, çakışan amaçlar doğrultusuna sokmak ve doğrudan iktidar olmak üzere dizayn edilerek hayata geçirilmiş Amerikan-Türk ortak yapımı bir projedir. Böyle bir projenin ürünü olan AKP’de, antiemperyalizm bulmaya çalışmak, şarkıcı Madonna’da “kutsal bakire” aramak kadar büyük bir şaşkınlıktır.
Nitekim, ABD’nin, hiçbir hukuki dayanağı olmayan, Irak işgaline yardımcı olmak vaadi üzerine sisteme kısa devre yaptırılarak iktidara oturtulmuş olan AKP başta genel başkanı olmak üzere, ağır toplarıyla, 1 Mart 2003 tezkeresini TBMM’den geçirmeye canla başla çalışmıştır.
ABD’nin herhangi bir Birleşmiş Milletler kararına
da dayanmayan ve gerekçelerinin geçerli olmadığı zamanla açık şekilde
ortaya çıkan Irak müdahalesini kolaylaştırmak üzere topraklarını işgalci
güçlerin kullanımına açma konusunda, üzerine düşeni yapmakta ilk adımda
başarısızlığına rağmen yılmayan AKP’nin lideri Tayyip Erdoğan Amerikan emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi konusundaki tavrını şöyle açıklıyordu:
- BOP’un eşbaşkanıyım.
Washington’un bölgedeki doğalgaz, petrol kaynakları üzeindeki mutlak denetimini sağlamayı, Sam Amca’yı bölgenin tek egemeni haline getirmeyi amaçlayan BOP’un, Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar uzanan bölgede 22 ülkenin sınırlarında değişikliği öngördüğünü (Türkiye dahil) bizzat ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice 7 Ağustos 2003 tarihli Washington Post gazetesinde yayımlanan makalesinde açıklıyordu.
AKP’nin diplomasisi, işte bu amaçların peşindeki ABD’nin stratejik ortaklığına talipti.
Son vize krizi sırasında, Amerikan Türk stratejik ortaklığı kavramını yine dile getiren Tayyip Erdoğan’ın ABD ile ilişkilerini işleyen “Potus &Beyefendi” adlı son derecede ilginç kitabında o sırada Hürriyet’in Washington Temsilcisi olan Tolga Tanış, stratejik ortaklık bölümünde şu saptamayı yapıyordu:
“Beyefendi’nin (T. Erdoğan kast ediliyor) fevri çıkışlarına bakmayın, Amerika’nın hep stratejik ortağı oldu.” (Tolga Tanış “Potus &Beyefendi” DK, İstanbul 8. baskı s. 35)
Bu politikada antiemperyalist bir yön aramanın saçmalığını bu durumda bir kez daha vurgulamaya gerek olmadığı açıktır.
Peki, ne oldu da, ABD bunlara rağmen Türkiye, daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ı karşısına aldı?
Bu durum, Erdoğan politikasının yapısından kaynaklanmaktadır.
Tayyip Bey’in BOP’un eşbaşkanlığı stratejik ortaklık politikası, antiemperyalist değil, bir yandan ABD’nin gerekli mekân ve zamanlardaki taşeronluğunu yaparken, taşeronun kendi çapındaki emellerini de gerçekleştirme peşinde koşan alt emperyalist damga taşır.
Bu alt emperyalizm, kendi hedefleri ile taşeronluğunu yaptığı emperyalizmin çıkarlarını bağdaştırmakta başarısız olup, istenmeyen denetim dışı girişimlere tevessül edince, ast üst ilişkilerinde bozulma ve çatışma meydana gelmesi kaçınılmaz olmuştur.
Fevri çıkışlarına karşın, aslında politikasını Amerika’nın stratejik ortaklığı doğrultusuna oturtmaya özen gösteren Beyefendi’nin Washington ile arasındaki büyük çelişki ve çekişme işte buradan kaynaklanmaktadır.
Emperyalizmin taşeronluğuyla kendi alt emperyalizminin yönelişlerini uyum içinde yürütmeyi beceremeyen alt emperyalist politikayı, antiemperyalizm ile karıştırmak hatadır.
Ali Sirmen / CUMHURİYET
AKP, ABD emperyalizmi ve Türkiye’deki uzantıları tarafından, Türkiye’yi küreselleşmeye eklemlemek, İslami yönetim biçimi ile kapitalizmi bir pota içinde eritmek ve böylelikle Ankara’yı emperyalizmin bölgedeki çıkarlarıyla çelişmeyip, çakışan amaçlar doğrultusuna sokmak ve doğrudan iktidar olmak üzere dizayn edilerek hayata geçirilmiş Amerikan-Türk ortak yapımı bir projedir. Böyle bir projenin ürünü olan AKP’de, antiemperyalizm bulmaya çalışmak, şarkıcı Madonna’da “kutsal bakire” aramak kadar büyük bir şaşkınlıktır.
Nitekim, ABD’nin, hiçbir hukuki dayanağı olmayan, Irak işgaline yardımcı olmak vaadi üzerine sisteme kısa devre yaptırılarak iktidara oturtulmuş olan AKP başta genel başkanı olmak üzere, ağır toplarıyla, 1 Mart 2003 tezkeresini TBMM’den geçirmeye canla başla çalışmıştır.
***
- BOP’un eşbaşkanıyım.
Washington’un bölgedeki doğalgaz, petrol kaynakları üzeindeki mutlak denetimini sağlamayı, Sam Amca’yı bölgenin tek egemeni haline getirmeyi amaçlayan BOP’un, Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar uzanan bölgede 22 ülkenin sınırlarında değişikliği öngördüğünü (Türkiye dahil) bizzat ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice 7 Ağustos 2003 tarihli Washington Post gazetesinde yayımlanan makalesinde açıklıyordu.
AKP’nin diplomasisi, işte bu amaçların peşindeki ABD’nin stratejik ortaklığına talipti.
Son vize krizi sırasında, Amerikan Türk stratejik ortaklığı kavramını yine dile getiren Tayyip Erdoğan’ın ABD ile ilişkilerini işleyen “Potus &Beyefendi” adlı son derecede ilginç kitabında o sırada Hürriyet’in Washington Temsilcisi olan Tolga Tanış, stratejik ortaklık bölümünde şu saptamayı yapıyordu:
“Beyefendi’nin (T. Erdoğan kast ediliyor) fevri çıkışlarına bakmayın, Amerika’nın hep stratejik ortağı oldu.” (Tolga Tanış “Potus &Beyefendi” DK, İstanbul 8. baskı s. 35)
***
Peki, ne oldu da, ABD bunlara rağmen Türkiye, daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ı karşısına aldı?
Bu durum, Erdoğan politikasının yapısından kaynaklanmaktadır.
Tayyip Bey’in BOP’un eşbaşkanlığı stratejik ortaklık politikası, antiemperyalist değil, bir yandan ABD’nin gerekli mekân ve zamanlardaki taşeronluğunu yaparken, taşeronun kendi çapındaki emellerini de gerçekleştirme peşinde koşan alt emperyalist damga taşır.
Bu alt emperyalizm, kendi hedefleri ile taşeronluğunu yaptığı emperyalizmin çıkarlarını bağdaştırmakta başarısız olup, istenmeyen denetim dışı girişimlere tevessül edince, ast üst ilişkilerinde bozulma ve çatışma meydana gelmesi kaçınılmaz olmuştur.
Fevri çıkışlarına karşın, aslında politikasını Amerika’nın stratejik ortaklığı doğrultusuna oturtmaya özen gösteren Beyefendi’nin Washington ile arasındaki büyük çelişki ve çekişme işte buradan kaynaklanmaktadır.
Emperyalizmin taşeronluğuyla kendi alt emperyalizminin yönelişlerini uyum içinde yürütmeyi beceremeyen alt emperyalist politikayı, antiemperyalizm ile karıştırmak hatadır.
Ali Sirmen / CUMHURİYET