UNCTAD: “Üçüncü Dünyacı”
“Kapitalizmin Altın Çağı”, yani 1945-1979 yılları…
Sosyalist sistem SSCB’nin dışına taşmış; dünya halklarının üçte birini kapsamıştır.
Kapitalizm ise, emekçi sınıfların ve “mazlum halklar”ın muhalefetini sistem-içinde tutabilmek için iki büyük alanda uzlaşmalar arıyor; buluyor.
Birincisi emek-sermaye karşıtlığını, bölüşümcü, refah devletine dayalı uzlaşmalar içinde yönetmek… İkincisi ise, emperyalizmin hegemonyaya, sömürüye, siyasi-ekonomik eşitsizliğe dayanan yapısını, Üçüncü Dünya ile pazarlıklar yoluyla hafifletmek, aşındırmak…
Bu iki pazarlık ve uzlaşma alanı, uluslararası örgütlenmelere de yol açtı.
Birincisi ILO kısaltmasıyla bilinen Uluslararası Çalışma Örgütü’dür. İşçi, işveren ve devlet sacayağı üzerinde kurumsallaşmıştır; kuruluşu 1919’a uzanır, ama 1945 sonrasında “gençleşir”; zaman zaman emeğin uluslararası ortamdaki sözcülüğünü (“uzlaşmacı” söylem içinde) üstlenir.
İkincisi ise, 1964’te kurulan UNCTAD’dır. Tam karşılığı Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’dır. Adından da anlaşılacağı kalkınma (yani “azgelişmişlik”) sorunları zerinde odaklanmıştır.
İlk Genel Sekreteri, Latin Amerika “bağımlılık okulu”nun önde gelen temsilcisi Raul Prebisch’tir. Üçüncü Dünya’nın uluslararası ortamdaki sözcülüğünü fiilen üstlenmeyi hedeflemiştir.
UNCTAD, “Altın Çağ” yıllarında Üçüncü Dünya ile Batı devletleri arasındaki “yeni uluslararası ekonomik düzen” müzakerelerine ev sahipliği de etmiştir. Sonraki yıllarda işlevleri araştırma ve danışma ile sınırlanmıştır. Her yıl yayımladığı Ticaret ve Kalkınma Raporu (Trade and Development Report) önem taşır.
Kuruluşuna damgasını vuran “Üçüncü Dünyacı” ideoloji, değişen koşullara rağmen bu raporlarda hâlâ korunur.
IMF ve Dünya Bankası raporlarının “soldan karşıtı” olarak görülmelidir.
Eylül’de yayımlanan 2017 Ticaret ve Kalkınma Raporu’nda dünya ekonomisinin kimi güncel sorunlarını, finansallaşma ve rantiye kapitalizmi başlıkları altında inceleyen V. ve VI. bölümlerini gözden geçirmek istiyorum.
Finansallaşmanın Günahları
UNCTAD Raporu finansallaşmayı, “finansal piyasaların hacim ve etki olarak büyümesi” olarak anlıyor (Bölüm V, s.94). Ülkelerin finansallaşma derecesi de, (a) bankaların toplam varlıkları; (b) uluslararası yatırım pozisyonunun kalemleri; (c) en büyük altı bankanın toplam varlıkları, milli gelirlere oranlanarak karşılaştırılıyor (ss.97-98).
Batı ekonomilerinde 1975-2015 yılları arasında finansallaşma belirgin boyutlarda artmıştır. Bu göstergeler, 2008-2009 krizinde biraz gerilemiş; sonra yeniden yükselmeye başlamıştır.
Türkiye dahil dokuz çevre ekonomisinin göstergeleri ise 1990-2015 için veriliyor. Finansallaşma derecesi bakımından Batı ekonomileri açık farkla öndedir.
Türkiye’ye biraz daha yakından bakalım: Tüm bankaların ve en büyük altı bankanın göreli büyüklükleri bakımından Türkiye’nin finansallaşması, dokuz ülkenin ortalamaları civarındadır. Ülkemizin diğerlerine göre “finansal çarpıklığı”, dış varlıkları ile dış yükümlülüklerini karşılaştıran uluslararası yatırım pozisyonu içinde ortaya çıkıyor. Türkiye’nin net pozisyonu “eksi” (negatif) değer taşıyor. Çin ve Rusya hariç diğer çevre ülkelerinde de durum böyledir; yani dış varlıklar, dış yükümlülüklerin altındadır; ancak onlarda bu makas zaman içinde açılmamıştır. Türkiye’de ise bu kritik makas hızla açılmıştır. Net pozisyonun milli gelire oranı da son on yılda (“eksi” değerler olarak) yüzde 27’den (Eylül 2017’de) yüzde 55’e yükselmiştir.
UNCTAD Raporu, son 25 yılda dünya ekonomisindeki finansallaşmayı “hayırlı bir gelişme” olarak görmüyor; şu aşamaları betimliyor (ss.98-100):
Küreselleşme ücretler bastırılarak başladı. Toplam talep böylece kısıtlandı; âtıl kapasiteler oluştu.
Sermaye sınıfları, yeni kâr alanlarını finansallaşmada aramaya başladı; spekülatif alanlarda finansal rantlar oluşturuldu. Bunların tırmanması, üretken sektörlerdeki kâr oranlarını aşındırdı. Geçmişten gelen finansal denetim, düzenleme önlemleri yetersiz kaldı; kimileri kaldırıldı. Finansallaşma ve spekülatif kazanç arayışları ulusal sınırların dışına taştı; çevre ekonomileri de önemli konumlara yerleşti.
Artan kırılganlıklar, 2007-2008 finansal kriziyle sonuçlandı. Kriz arifesi, gelir eşitsizliklerinin tırmandığı, yoksul katmanların gelir kayıplarını aşırı borçlanarak telafi ettikleri bir dönemdir. Kriz yönetimleri ise, para politikasına havale edildi. Büyük bankalara, alacakların ödenmesine öncelik verildi. Krizin maliyeti, kamu sektörü ile emekçi sınıflara yüklendi.
Rapor, böylece, finansallaşmanın günahlarını belirlemiş oluyor: Ekonomilerin durgunlaşmasına katkı yapan, finansal krizlere yol açan yapısal dönüşümler; bölüşüm ilişkilerinde eşitsizliklerin artması, ücret paylarının aşınması…
Rantiye Kapitalizmi Eleştirisi
UNCTAD Raporu’nda Bölüm VI, spekülatif finansal “rantlar” eleştirisini, finansal sistemin dışına taşıyor: Çağdaş kapitalizm, tüm sektörleri kapsayan bir rantiyeleşme eğilimi içindedir.
Rapor, “rantları”, “yenilikçi teşebbüsten veya emeğin verimli kullanımından değil; doğrudan doğruya varlıkların mülkiyet ve denetiminden türetilen gelirler” olarak tanımlıyor. Bu anlayış, açıkça. Keynes’in “finansal rantiye, sadece sermayenin kıtlığı nedeniyle faiz elde eden işlevsiz yatırımcıdır” tanımıyla akrabadır. Ancak, Rapor, olguyu, finans-dışı kesimlerde arıyor; belirliyor; ölçüyor (Bölüm VI, s.119 vd.).
UNCTAD Raporu, 56 ülkenin finans-dışı şirket bilançolarından hareketle, “rantları” içerdiği kabul edilen “süper-kârları” hesaplamıştır. Hesaplama yönteminde belirsizlikler vardır. Sonuçlara bakılırsa, toplam kârların içinde rantların (“süper-kârların”) payı, 1995-2000 arasında yüzde 4 iken, 2009-2015 döneminde yüzde 23’e çıkmış. Şirketler büyüdükçe rantların payı artmaktadır.
Finans kesimi dışında kapitalizmi besleyen rantların oluşumunda, yükselmesinde hangi uygulamalar belirleyici olmuştur?
Rapor, “bilgiyi yapay olarak kıtlaştıran” fikrî haklar ve patentler ile başlıyor. Bunları, “yağmacı” nitelemesi yakıştırılan özelleştirme ve şirket sübvansiyonları uygulamaları izliyor. Vergiden kaçınma yöntemleri sıralanıyor. Şirket yöneticilerinin rant oluşturma, el koyma örnekleri listeyi tamamlıyor.
“Rantlar”ı oluşturan, dolayısıyla “rantiye kapitalizmi”ne yol açan tüm bu uygulamaların kaynağında temel bir bozulma vardır: “Paranın siyasî güç elde etmek için kullanıldığı; siyasî gücün de para kazanmak için kullanıldığı bir kısır döngü vardır… Yetersiz düzenlemeler [şirketlerce] zaptedilmekte; şirketlerin güçleri de giderek artmaktadır.” Rantiye kapitalizmi, ekonomik ve siyasî gücün iç içe girmesi ile beslenir (s. 139).
UNCTAD Radikalliğinin Sınırları
UNCTAD, Birleşmiş Milletler (BM) topluluğu içinde yer alan bir örgüttür. BM üyelerinin katkılarıyla varlığını sürdürür. Kuruluşunda rol oynayan dünya görüşü, kısmen ana sözleşmesine, kısmen de sonraki çalışmalarına damga vurmuştur. Bu çizginin, “küreselleşmeci” DB/IMF’ye göre “Üçüncü Dünyacı, kalkınmacı, göreli olarak solda” yer aldığına da yukarıda değindim.
Ne var ki, BM belgelerinde “solculuk”, yazılı olmayan kurallarla sınırlanmıştır. Terminolojik, kavramsal kısıtlar vardır. Emperyalizm, burjuvazi, sömürü, kapitalist devlet kavramları kullanılmaz. Sınıf mücadelesi söyleminden uzak durulur. Sınıfsal içeriğiyle sermaye kavramı yerine, şirketler, seçkinler, “üst gelir dilimleri” ifadeleri yeğlenir.
Ancak olgular, kavramlardan bağımsız olarak vardır. Bunların incelenmesinden kaçınılamaz. Rapor yazarları bu işi üstlenince, sorunları, araştırma gündemini, bulgularını örnek verdiğim tarafsız terminoloji ve söylem ile ifade etmeye çalışırlar.
UNCTAD’ın 2017 Ticaret ve Kalkınma Raporu da aynı özellikleri taşıyor. Rapor’un redaksiyon kurulunda Marksist iktisatçıların da adları yer alıyor. Özetlediğim Bölüm V ve Bölüm VI, kapitalizmin çağdaş sorunlarını inceliyor. Bir BM belgesi yazarları olarak incelemeyi, yukarıda örnek verdiğim Marksist (veya bağlantılı) kavramlarla değil, finansallaşma ve rantiye kapitalizmi terimleri ile sürdürüyorlar.
Rantiye kapitalizmi incelemesi, bu açıdan önem taşıyor. Dünya Bankası’nın ve burjuva iktisadının, Üçüncü Dünya’daki kalkınmacı, korumacı, planlamacı ulusal sanayileşme yönelişlerini çökertmek amacıyla geliştirdikleri yolsuzluk söyleminin bir “soldan karşıtı”, UNCTAD Raporu’nun Bölüm VI’sıdır.
Neoliberal söylem, yolsuzluğu Üçüncü Dünya’ya özgü ve devlet politikalarından kaynaklanan bir bozulma olarak gösterir. UNCTAD yazarları ise, gelişmiş kapitalizmde “devleti zapteden güçlü şirketler” tarafından yaratılan bir rantiye kapitalizmini betimliyor. Böylece, “kapitalizmin Altın Çağı” içinde, artık değerin sermaye grupları arasında paylaşımında tarafsızlığı sağlama amacıyla geliştirilen kuralların tasfiyesi anlatılmış oluyor. Öncelikle dev finans kapital, sonra da en güçlü sermaye fraksiyonları, devlet aygıtını kullanarak, denetleyerek, giderek artan “süper-kârlar”, “rantlar” oluşturmakta; bunların yükü, önce emekçi sınıflara (ücretlere), sonra devlet hizmetlerine, üretken, yatırımcı sermayeye yüklenmektedir.
Sonuç, Bölüm I’de sergileniyor: Kapitalist dünya ekonomisinin giderek durgunlaşması ve bölüşüm ilişkilerinin sistematik olarak emek aleyhine seyretmesi …
Hayalperest Reformlar Listesi…
Birleşmiş Milletler belgelerinin çoğu, politika önerileri ile son bulur. 2017 Ticaret ve Kalkınma Raporu da bu geleneğe uyuyor ve Bölüm VII’de “ne yapmalı?” sorusu yanıtlanıyor. Bölümdeki öneriler listesi ne göz atalım:
Kamu maliyesinde kemer sıkmaya son vermek…
Sosyal ve çevre öncelikli kamu yatırımlarını artırmak…
Kamu gelirlerini artırmak: Bu, artan-oranlılığın (müterakkiliğin) yukarı çekildiği gelir, kurumlar vergileriyle; mülkiyet ve rantlar vergilenerek gerçekleşmelidir.
Finansal varlık sahiplerini dünya çapında izleyecek bir küresel kayıt sistemi geliştirmek… Bu, “vergi cennetleri”ne son verecek yasal düzenlemeleri de içermelidir.
Örgütlü emeğin dünya çapında güçlendirilmesi…
Finans sermayesinin hizaya getirilmesi, denetlenmesi; rantiye şirketlerin frenlenmesi: Bu çerçevede yeni bir uluslararası yatırım düzeni tasarlanmalı ve ikili ticaret / yatırım anlaşmalarına sızan fikrî haklarla, yatırımlarla ilgili kısıtlamaların revizyonu hedeflenmelidir..
2017 Ticaret ve Kalkınma Raporu’nun çeşitli sayfalarında, “düzenleyici kuralların, devlet politikalarının ve kaynaklarının, vergilerin, çokulusluluğun küçük bir seçkinler grubu, dev bankalar, güçlü şirketler, dar ve özel çıkar grupları tarafından zaptedilmesi” ifadeleri tekrarla ve ısrarla yer almaktadır (ss. 27, 95, 120, 122, 132, 137, 163-4).
Bunlara bakarsak Rapor yazarları, Bölüm VII’deki reform önerilerini latife olarak ve “okurlara göz kırparak” kaleme almış olmalıdır.
Rapor’un solcu yazarları, benzer olguları kendi imzalarıyla yorumlayıp yayımladıklarında, parazit dev sermayenin denetlediği kapitalist devletlerin, çürümüş kapitalizmi ayakta tutma işlevi dışında herhangi bir “reform” gündemini üstlenemeyeceğini de herhalde açıkça ortaya koyacaklardır.
Korkut Boratav / SOL
“Kapitalizmin Altın Çağı”, yani 1945-1979 yılları…
Sosyalist sistem SSCB’nin dışına taşmış; dünya halklarının üçte birini kapsamıştır.
Kapitalizm ise, emekçi sınıfların ve “mazlum halklar”ın muhalefetini sistem-içinde tutabilmek için iki büyük alanda uzlaşmalar arıyor; buluyor.
Birincisi emek-sermaye karşıtlığını, bölüşümcü, refah devletine dayalı uzlaşmalar içinde yönetmek… İkincisi ise, emperyalizmin hegemonyaya, sömürüye, siyasi-ekonomik eşitsizliğe dayanan yapısını, Üçüncü Dünya ile pazarlıklar yoluyla hafifletmek, aşındırmak…
Bu iki pazarlık ve uzlaşma alanı, uluslararası örgütlenmelere de yol açtı.
Birincisi ILO kısaltmasıyla bilinen Uluslararası Çalışma Örgütü’dür. İşçi, işveren ve devlet sacayağı üzerinde kurumsallaşmıştır; kuruluşu 1919’a uzanır, ama 1945 sonrasında “gençleşir”; zaman zaman emeğin uluslararası ortamdaki sözcülüğünü (“uzlaşmacı” söylem içinde) üstlenir.
İkincisi ise, 1964’te kurulan UNCTAD’dır. Tam karşılığı Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’dır. Adından da anlaşılacağı kalkınma (yani “azgelişmişlik”) sorunları zerinde odaklanmıştır.
İlk Genel Sekreteri, Latin Amerika “bağımlılık okulu”nun önde gelen temsilcisi Raul Prebisch’tir. Üçüncü Dünya’nın uluslararası ortamdaki sözcülüğünü fiilen üstlenmeyi hedeflemiştir.
UNCTAD, “Altın Çağ” yıllarında Üçüncü Dünya ile Batı devletleri arasındaki “yeni uluslararası ekonomik düzen” müzakerelerine ev sahipliği de etmiştir. Sonraki yıllarda işlevleri araştırma ve danışma ile sınırlanmıştır. Her yıl yayımladığı Ticaret ve Kalkınma Raporu (Trade and Development Report) önem taşır.
Kuruluşuna damgasını vuran “Üçüncü Dünyacı” ideoloji, değişen koşullara rağmen bu raporlarda hâlâ korunur.
IMF ve Dünya Bankası raporlarının “soldan karşıtı” olarak görülmelidir.
Eylül’de yayımlanan 2017 Ticaret ve Kalkınma Raporu’nda dünya ekonomisinin kimi güncel sorunlarını, finansallaşma ve rantiye kapitalizmi başlıkları altında inceleyen V. ve VI. bölümlerini gözden geçirmek istiyorum.
Finansallaşmanın Günahları
UNCTAD Raporu finansallaşmayı, “finansal piyasaların hacim ve etki olarak büyümesi” olarak anlıyor (Bölüm V, s.94). Ülkelerin finansallaşma derecesi de, (a) bankaların toplam varlıkları; (b) uluslararası yatırım pozisyonunun kalemleri; (c) en büyük altı bankanın toplam varlıkları, milli gelirlere oranlanarak karşılaştırılıyor (ss.97-98).
Batı ekonomilerinde 1975-2015 yılları arasında finansallaşma belirgin boyutlarda artmıştır. Bu göstergeler, 2008-2009 krizinde biraz gerilemiş; sonra yeniden yükselmeye başlamıştır.
Türkiye dahil dokuz çevre ekonomisinin göstergeleri ise 1990-2015 için veriliyor. Finansallaşma derecesi bakımından Batı ekonomileri açık farkla öndedir.
Türkiye’ye biraz daha yakından bakalım: Tüm bankaların ve en büyük altı bankanın göreli büyüklükleri bakımından Türkiye’nin finansallaşması, dokuz ülkenin ortalamaları civarındadır. Ülkemizin diğerlerine göre “finansal çarpıklığı”, dış varlıkları ile dış yükümlülüklerini karşılaştıran uluslararası yatırım pozisyonu içinde ortaya çıkıyor. Türkiye’nin net pozisyonu “eksi” (negatif) değer taşıyor. Çin ve Rusya hariç diğer çevre ülkelerinde de durum böyledir; yani dış varlıklar, dış yükümlülüklerin altındadır; ancak onlarda bu makas zaman içinde açılmamıştır. Türkiye’de ise bu kritik makas hızla açılmıştır. Net pozisyonun milli gelire oranı da son on yılda (“eksi” değerler olarak) yüzde 27’den (Eylül 2017’de) yüzde 55’e yükselmiştir.
UNCTAD Raporu, son 25 yılda dünya ekonomisindeki finansallaşmayı “hayırlı bir gelişme” olarak görmüyor; şu aşamaları betimliyor (ss.98-100):
Küreselleşme ücretler bastırılarak başladı. Toplam talep böylece kısıtlandı; âtıl kapasiteler oluştu.
Sermaye sınıfları, yeni kâr alanlarını finansallaşmada aramaya başladı; spekülatif alanlarda finansal rantlar oluşturuldu. Bunların tırmanması, üretken sektörlerdeki kâr oranlarını aşındırdı. Geçmişten gelen finansal denetim, düzenleme önlemleri yetersiz kaldı; kimileri kaldırıldı. Finansallaşma ve spekülatif kazanç arayışları ulusal sınırların dışına taştı; çevre ekonomileri de önemli konumlara yerleşti.
Artan kırılganlıklar, 2007-2008 finansal kriziyle sonuçlandı. Kriz arifesi, gelir eşitsizliklerinin tırmandığı, yoksul katmanların gelir kayıplarını aşırı borçlanarak telafi ettikleri bir dönemdir. Kriz yönetimleri ise, para politikasına havale edildi. Büyük bankalara, alacakların ödenmesine öncelik verildi. Krizin maliyeti, kamu sektörü ile emekçi sınıflara yüklendi.
Rapor, böylece, finansallaşmanın günahlarını belirlemiş oluyor: Ekonomilerin durgunlaşmasına katkı yapan, finansal krizlere yol açan yapısal dönüşümler; bölüşüm ilişkilerinde eşitsizliklerin artması, ücret paylarının aşınması…
Rantiye Kapitalizmi Eleştirisi
UNCTAD Raporu’nda Bölüm VI, spekülatif finansal “rantlar” eleştirisini, finansal sistemin dışına taşıyor: Çağdaş kapitalizm, tüm sektörleri kapsayan bir rantiyeleşme eğilimi içindedir.
Rapor, “rantları”, “yenilikçi teşebbüsten veya emeğin verimli kullanımından değil; doğrudan doğruya varlıkların mülkiyet ve denetiminden türetilen gelirler” olarak tanımlıyor. Bu anlayış, açıkça. Keynes’in “finansal rantiye, sadece sermayenin kıtlığı nedeniyle faiz elde eden işlevsiz yatırımcıdır” tanımıyla akrabadır. Ancak, Rapor, olguyu, finans-dışı kesimlerde arıyor; belirliyor; ölçüyor (Bölüm VI, s.119 vd.).
UNCTAD Raporu, 56 ülkenin finans-dışı şirket bilançolarından hareketle, “rantları” içerdiği kabul edilen “süper-kârları” hesaplamıştır. Hesaplama yönteminde belirsizlikler vardır. Sonuçlara bakılırsa, toplam kârların içinde rantların (“süper-kârların”) payı, 1995-2000 arasında yüzde 4 iken, 2009-2015 döneminde yüzde 23’e çıkmış. Şirketler büyüdükçe rantların payı artmaktadır.
Finans kesimi dışında kapitalizmi besleyen rantların oluşumunda, yükselmesinde hangi uygulamalar belirleyici olmuştur?
Rapor, “bilgiyi yapay olarak kıtlaştıran” fikrî haklar ve patentler ile başlıyor. Bunları, “yağmacı” nitelemesi yakıştırılan özelleştirme ve şirket sübvansiyonları uygulamaları izliyor. Vergiden kaçınma yöntemleri sıralanıyor. Şirket yöneticilerinin rant oluşturma, el koyma örnekleri listeyi tamamlıyor.
“Rantlar”ı oluşturan, dolayısıyla “rantiye kapitalizmi”ne yol açan tüm bu uygulamaların kaynağında temel bir bozulma vardır: “Paranın siyasî güç elde etmek için kullanıldığı; siyasî gücün de para kazanmak için kullanıldığı bir kısır döngü vardır… Yetersiz düzenlemeler [şirketlerce] zaptedilmekte; şirketlerin güçleri de giderek artmaktadır.” Rantiye kapitalizmi, ekonomik ve siyasî gücün iç içe girmesi ile beslenir (s. 139).
UNCTAD Radikalliğinin Sınırları
UNCTAD, Birleşmiş Milletler (BM) topluluğu içinde yer alan bir örgüttür. BM üyelerinin katkılarıyla varlığını sürdürür. Kuruluşunda rol oynayan dünya görüşü, kısmen ana sözleşmesine, kısmen de sonraki çalışmalarına damga vurmuştur. Bu çizginin, “küreselleşmeci” DB/IMF’ye göre “Üçüncü Dünyacı, kalkınmacı, göreli olarak solda” yer aldığına da yukarıda değindim.
Ne var ki, BM belgelerinde “solculuk”, yazılı olmayan kurallarla sınırlanmıştır. Terminolojik, kavramsal kısıtlar vardır. Emperyalizm, burjuvazi, sömürü, kapitalist devlet kavramları kullanılmaz. Sınıf mücadelesi söyleminden uzak durulur. Sınıfsal içeriğiyle sermaye kavramı yerine, şirketler, seçkinler, “üst gelir dilimleri” ifadeleri yeğlenir.
Ancak olgular, kavramlardan bağımsız olarak vardır. Bunların incelenmesinden kaçınılamaz. Rapor yazarları bu işi üstlenince, sorunları, araştırma gündemini, bulgularını örnek verdiğim tarafsız terminoloji ve söylem ile ifade etmeye çalışırlar.
UNCTAD’ın 2017 Ticaret ve Kalkınma Raporu da aynı özellikleri taşıyor. Rapor’un redaksiyon kurulunda Marksist iktisatçıların da adları yer alıyor. Özetlediğim Bölüm V ve Bölüm VI, kapitalizmin çağdaş sorunlarını inceliyor. Bir BM belgesi yazarları olarak incelemeyi, yukarıda örnek verdiğim Marksist (veya bağlantılı) kavramlarla değil, finansallaşma ve rantiye kapitalizmi terimleri ile sürdürüyorlar.
Rantiye kapitalizmi incelemesi, bu açıdan önem taşıyor. Dünya Bankası’nın ve burjuva iktisadının, Üçüncü Dünya’daki kalkınmacı, korumacı, planlamacı ulusal sanayileşme yönelişlerini çökertmek amacıyla geliştirdikleri yolsuzluk söyleminin bir “soldan karşıtı”, UNCTAD Raporu’nun Bölüm VI’sıdır.
Neoliberal söylem, yolsuzluğu Üçüncü Dünya’ya özgü ve devlet politikalarından kaynaklanan bir bozulma olarak gösterir. UNCTAD yazarları ise, gelişmiş kapitalizmde “devleti zapteden güçlü şirketler” tarafından yaratılan bir rantiye kapitalizmini betimliyor. Böylece, “kapitalizmin Altın Çağı” içinde, artık değerin sermaye grupları arasında paylaşımında tarafsızlığı sağlama amacıyla geliştirilen kuralların tasfiyesi anlatılmış oluyor. Öncelikle dev finans kapital, sonra da en güçlü sermaye fraksiyonları, devlet aygıtını kullanarak, denetleyerek, giderek artan “süper-kârlar”, “rantlar” oluşturmakta; bunların yükü, önce emekçi sınıflara (ücretlere), sonra devlet hizmetlerine, üretken, yatırımcı sermayeye yüklenmektedir.
Sonuç, Bölüm I’de sergileniyor: Kapitalist dünya ekonomisinin giderek durgunlaşması ve bölüşüm ilişkilerinin sistematik olarak emek aleyhine seyretmesi …
Hayalperest Reformlar Listesi…
Birleşmiş Milletler belgelerinin çoğu, politika önerileri ile son bulur. 2017 Ticaret ve Kalkınma Raporu da bu geleneğe uyuyor ve Bölüm VII’de “ne yapmalı?” sorusu yanıtlanıyor. Bölümdeki öneriler listesi ne göz atalım:
Kamu maliyesinde kemer sıkmaya son vermek…
Sosyal ve çevre öncelikli kamu yatırımlarını artırmak…
Kamu gelirlerini artırmak: Bu, artan-oranlılığın (müterakkiliğin) yukarı çekildiği gelir, kurumlar vergileriyle; mülkiyet ve rantlar vergilenerek gerçekleşmelidir.
Finansal varlık sahiplerini dünya çapında izleyecek bir küresel kayıt sistemi geliştirmek… Bu, “vergi cennetleri”ne son verecek yasal düzenlemeleri de içermelidir.
Örgütlü emeğin dünya çapında güçlendirilmesi…
Finans sermayesinin hizaya getirilmesi, denetlenmesi; rantiye şirketlerin frenlenmesi: Bu çerçevede yeni bir uluslararası yatırım düzeni tasarlanmalı ve ikili ticaret / yatırım anlaşmalarına sızan fikrî haklarla, yatırımlarla ilgili kısıtlamaların revizyonu hedeflenmelidir..
2017 Ticaret ve Kalkınma Raporu’nun çeşitli sayfalarında, “düzenleyici kuralların, devlet politikalarının ve kaynaklarının, vergilerin, çokulusluluğun küçük bir seçkinler grubu, dev bankalar, güçlü şirketler, dar ve özel çıkar grupları tarafından zaptedilmesi” ifadeleri tekrarla ve ısrarla yer almaktadır (ss. 27, 95, 120, 122, 132, 137, 163-4).
Bunlara bakarsak Rapor yazarları, Bölüm VII’deki reform önerilerini latife olarak ve “okurlara göz kırparak” kaleme almış olmalıdır.
Rapor’un solcu yazarları, benzer olguları kendi imzalarıyla yorumlayıp yayımladıklarında, parazit dev sermayenin denetlediği kapitalist devletlerin, çürümüş kapitalizmi ayakta tutma işlevi dışında herhangi bir “reform” gündemini üstlenemeyeceğini de herhalde açıkça ortaya koyacaklardır.
Korkut Boratav / SOL