BM Güvenlik Konseyi, çatışmaların olduğu bölgelere insani yardım girişlerine ve tahliyelere olanak sağlanması için, oy birliği ile “en az 30 günlük ateşkes” kararı aldı. ABD ve Rusya arasında yaşanan gerilimli bir süreç sonunda alınan kararda, Esad güçlerinin Doğu Guta’ya dönük operasyonlarının belirleyici etkisi oldu.
Karar “çok açık”; herkese göre “çok açık ve net”. O herkesten bazıları çağrının “bütün taraflara” vurgusuna işaret ederek, tabii Guta ve Afrin de dahil diyor. O herkesten başka bazıları da; IŞİD, El Kaide, Nusra ve “Güvenlik Konseyi’nin terörist saydığı diğer gruplar” hariç ifadesine vurgu yaparak operasyonların süreceğini söylediler.
Suriye’nin BM Temsilcisi Beşar Caferi, topraklarını korumaya hakları olduğunu ve nerede olursa olsun terörizmle savaşacaklarını söyledi. İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bagheri de, ateşkes kararına saygı duyduklarını söyledikten sonra, “Ancak Şam çevresinde El Nusra’nın ve diğer terör gruplarının elinde olan bölgelerde ateşkes uygulanmayacak” dedi.
Türkiye de Afrin’de teröristlere karşı mücadele edildiğini ve karardan Afrin operasyonun etkilenmeyeceğini söylüyor.
Çatışmalara görece uzaktan bakanlara göre; IŞİD’in yenilmesi ardından Suriyetopraklarının kontrolü için şiddetli bir rekabet yaşanıyor ve tam da bitti denilirken savaşın tırmanmasının nedeni bu.
Böyle bakarsanız; son derece “karmaşık” diye tanımlanan Suriye denklemini, küresel ve bölgesel güçlerin doğrudan toprak ya da nüfuz alanı kavgası olarak görmek ve hiç de karmaşık olmayan bir şekilde tanımlamak mümkün.
Savaşın iyice alevlendiği şu günlerde, BM Güvenlik Konseyi Cumartesi günü, “72 saat içinde” diyerek bir ateşkes kararı aldı. Bu satırlar yazılırken uygulanmaya başlaması gereken bir ateşkes…
Peki, kim ateş kesecek?
Kime karşı ateş kesilecek?
Yukarıda buna verilen bazı yanıtları yazdık. Ancak, durumu daha net anlamak için Suriye’de çatışmaların bugüne nasıl geldiğini ve sahada çatışan güçleri anımsamakta yarar var.
2011’de, “Arap Baharı” atmosferinde Esad yönetimine karşı ağırlıklı olarak Sünni Arapların başlattığı protestolar, onların bastırılmasına dönük rejim müdahaleleri ve uluslararası güçlerin dahli ile 2012’de silahlı isyana dönüştü. Rejim, buna karşı, 2013’de baskı ve şiddetini iyice artırdı. 2014’te isyanın “İslamcılaşması”na tanık olduk. IŞİD bir numaralı gündem oldu. Duruma müdahale için uluslararası koalisyon kuruldu. 2015’te Rusya’nın müdahalesi başladı. 2016’da ABD askerleri geldi, Türkiye Fırat Kalkanı ile girdi. 2017’de IŞİD yenildi.
2018’in ikinci ayında, BM’nin ateşkes çağrısı yaptığı denklemde, sahada gittikçe kontrol alanını genişleten Esad var. Rusya, Şam’ın bir numaralı müttefiki olarak sahada. İran; Esad’ın yanında savaşan Devrim Muhafızları ve milisleriyle denklemin bir diğer önemli aktörü. Lübnan Hizbullah’ı da Esad yanında savaşan güçlerden. Rejimle birlikte olan irili ufaklı çok sayıda milis grup da var.
Suriye muhalefeti, başlangıçta ılımlı olanların etkisiz kalmasıyla, çatışmalar sürecinde gittikçe İslamcılaştı.
Bugün TSK ile birlikte Afrin harekâtını yürüten ÖSO içinde pek çok grup var. Bunlardan bazıları Ürdün’den destek alıyor.
Cabhat Tahrir Suriye ve Hay’at Tahrir al-ŞamIdlib civarında etkin İslamcı gruplar.
IŞİD ya da bizde tercih edilen ismiyle DAEŞ etkisini büyük ölçüde yitirip “devlet” iddiasını tamamen kaybetse de, Irak sınırı yakınlarında ve Golan’da küçük ceplerde varlığını sürdürüyor.
Koalisyon, 74 ülkenin katılımıyla 2014’de IŞİD’e karşı kurulmuştu ve içinde Türkiyede var. Bugün fiilen ABD demek olan o Koalisyon, belkemiğini Türkiye’nin savaştığı YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ni destekliyor.
YPG de, Kuzey’de o destekle bir Kürt bölgesi oluşturma peşinde.
Türkiye; Afrin’de, Menbiç’te, hatta Irak sınırına kadar olan bölgede böyle bir oluşuma izin vermemek için askeri müdahaleye girişti.
Bu kadar çok aktörün, bu kadar farklı çıkar peşinde koştuğu dar alanda kim kime karşı ateş kesecek? Soru net, ancak yanıtı hiç kolay değil!
L. DOĞAN TILIÇ / BİRGÜN