İtalya’da 5 Mart 2018 seçimlerinin sonuçları belli oldu. İki büyük düzen partisi, Demokrat Parti ve Forza Italia büyük kayıplara uğradı. Büyük burjuvazilerin, AB liderlerinin beklentileri çöktü.
İtalya, bize de benzeyen Akdeniz’li bir ülkedir; siyasetçilerin özellikleri büyük önem taşır. Bu nedenle İtalya’nın siyasî gündemini 2018 ilkbaharına taşımış olan yakın geçmişten ve bugünkü siyasetçilere göz atmak istedim. Ayrıntılı sosyo-ekonomik incelemelere belki ışık tutabilir.
Mario Monti
2011-2013’te başbakanlık yapan Mario Monti’ye “siyasetçi” demek yanıltıcıdır. Avrupa Birliği’nin üst düzey ekonomik bürokrasisinde çalışmış bir akademisyendir. Cumhurbaşkanı Napolitano tarafından Başbakanlığa teknokrat kimliği nedeniyle tayin edilmişti.
İtalya’nın borç krizine karşı AB’in hazırladığı ağır kemer sıkma paketinin uygulanması için siyaset-dışı bir teknokrat uygun görülmüştü. “Tayin” işlemi, Başbakan Berlusconi’nin Kasım 2011’de istifaya zorlanması ile mümkün oldu. Monti kendisi gibi teknokratlardan oluşan bir kabine oluşturdu; güven oyu aldı; 2013 seçimlerine kadar görevde kaldı.
Ekim 2011’de benzer bir “atama”nın Yunanistan’da da gerçekleştirildiğini hatırlatayım: Avro Grubu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF tarafından hazırlanan kemer sıkma reçetesine karşı ayak sürüyen Başbakan Papandreu “azledilecek”; yerine Yunanistan Merkez Bankası’nın eski bir başkanı (Lucas Papademos) “tayin edilecektir”.
Temsilî demokrasiyi “katleden” bu operasyonlar, Avro Bölgesi bunalımını Almanya’nın ve finans kapitalin talepleri doğrultusunda yönetmeyi hedefliyordu. Mario Monti, kemer-sıkma ve reform reçetelerini iki yıl boyunca eksiksiz uyguladı. Sonuç, İtalyan ekonomisinin depresyonda kalmasıdır. 2017 millî geliri (sabit fiyatlarla) on yıl öncesinin %5,6 gerisindedir. (Yunanistan ekonomisinin küçülme oranı çok daha dramatiktir: %25,1).
Monti’nin başbakanlığı Şubat 2013 seçimlerine kadar sürdü. Sermaye çevreleri, başbakanı aktif siyasete yönlendirdi. “Ya tutarsa” beklentisi ile Monti, “Sivil Toplum” adında yeni bir parti kurdu; seçime katıldı. Beklenti tutmadı; partisi sadece yüzde 8 oy topladı; hızla dağılmaya başladı.
Ekim 2013’te parti başkanlığından istifa eden Monti’nin siyasî hayatı da iki yıl içinde son bulmuş oldu.
Avro Bölgesi’nin güç odakları araştırmaya başladı: “Temsilî demokrasinin içinden yeni bir Monti yaratılabilir mi?”
Hızla bir aday ortaya çıktı. Demokrat Parti’den “taze” bir siyasetçi: Matteo Renzi…
Matteo Renzi
Şubat 2013 genel seçimi sırasında Matteo Renzi Floransa Belediye Başkanı’ydı. İki “merkez” partisinde dolaştıktan sonra; Demokrat Parti’ye (DP’ye) dört yıl önce üye olmuştu.
Seçim arifesinde İtalyan siyasetinde bir “kuşak ve zihniyet değişimi” çağrısı yaparak dikkat çekti. DP içindeki kıdemsiz konumuna rağmen 2013 seçimlerine katılacak olan Merkez / Sol ittifakın liderliğine aday oldu; kaybetti.
2013 seçimleri sonrasında oluşan siyasî tabloda Monti’nin yarattığı boşluğun âcilen doldurulma gereği tekrar ortaya çıktı: Merkez / Sol ittifak, hükümet kurabilmiştir; DP’den Letta başbakandır; ama, İtalyan Komünist Partisi’nin türevi olan bu partide “sol” damar zaman zaman hâlâ atmaktadır. DP’nin bu tortudan arındırılması, İtalya’yı Avrupacı neoliberal güzergâha yerleştirme misyonunu üstlenmesi gerekiyordu.
Genç, ihtirası sınırsız Renzi, DP liderliğine ve Başbakanlığa bu niyetle soyunur. Parti içinde liderlik krizinin patlak vermesine katkı yapar. “Radikal-reformcu” söylemle liderliğe aday olur. %68 oyla Genel Sekreterliği kazanır. Başbakan Letta’yı istifaya zorlar; parlamentoya girmeden İtalya tarihinin en genç (39 yaşında) başbakanı olur.
Reform programını anayasa değişikliği ile güvenceye almak ister. 1948 Anayasası, savaş sonundaki anti-faşist uzlaşının ürünüydü. İtalyan halkının demokratik refleksleri, %67’lik bir katılım ve %60’lık “Hayır” oyu ile sonuçlanır. Renzi, başbakanlıktan istifa edecek; parti liderliğini bırakmayacaktır.
DP’nin sol kanadı kopmaya başlamıştır. 5 Mart seçimlerinde İtalya’da Avrupacı çizgiyi ödünsüz savunan tek parti, Renzi’nin liderliğindeki DP’dir.
Bu noktada, İtalyan Komünist Partisi’ni DP’ye dönüştüren 1990’lı yıllara gidelim ve bu “yavrulamanın” önde gelen sorumlusunu tanıtalım: Achille Occhetto…
Achille Occhetto
Occhetto, komünist partisini fesheden Genel Sekreter’dir. Batı dünyasının en büyük komünist partisinden, Gramsci’nin, Togliatti’nin şanlı İtalyan Komünist Partisi’nden (İKP’den) söz ediyorum.
Komünist gençlik örgütlerinde siyasete atılan Achille Occhetto, 1988’de İKP Genel Sekreteri oldu. O tarihte İKP, “Avrupa komünizmi” akımının öncülüğünü üstlenmişti. Doğu Avrupa ve SSCB çöküntülerinden sonra, “komünizm defteri kapanmıştır” teşhisine savrulanların başını Genel Sekreter çekti.
1991’de de İKP’yi feshetme önerisini Parti’nin 20nci Kongresi’ne taşıdı. Delegelerin oy çokluğu ile Parti feshedildi ve Demokratik Sol Parti’ye (DSP’ye) dönüşmesi kararlaştırıldı. Yeni parti, bir sosyal demokrat programla ve iddialı olarak 1994 seçimlerine girdi.
Yeni kurulmuş sağcı bir parti (Forza Italia), anti-komünist bir platformla saldırdığı DSP’yi yenilgiye uğrattı. Occhetto da Parti liderliğinden istifa etti. Bir siyasetçi olarak (Mario Monti gibi) tarihe karıştı.
DSP’nin sonraki gelişimi, adım adım sağ doğrultuda oldu. Solcu Hristiyan Demokratlarla birlikte oluşturulan Zeytin Ağacı Koalisyonu zamanla DP’ye dönüştü.
Occhetto’nun siyasetçiliğine 1994’te son veren yeni-yetme siyasetçi ise, sonraki 24 yıl boyunca İtalya siyasetine damgasını vuracaktır: Silvio Berlusconi…
Silvio Berlusconi
Silvio Berlusconi’yi, adeta “bugünkü Türkiye’den biri” gibi tanırız.
Bir banka memurunun oğlu olan Berlusconi, Milano Belediyesi ihalelerini kovalayan sıradan bir müteahhit olarak iş hayatına atılır; 1973’te küçük bir TV kanalı alarak medyaya girer. Sonraki yıllarda iktidar çevreleri ile yakın, karışık ilişkiler kurarak devlet televizyonunun hâkimiyetini kırar; İtalya’nın özel TV sektörüne hâkim olur.
1994’te kurduğu Forza Italia ile (Perry Anderson’un terimiyle “bir gece hırsızı” gibi) siyasete girmiş; üç ay sonra Occhetto’nun DSP’sini yenilgiye uğratarak başbakan olmuş; bugüne kadar iktidarda, muhalefette İtalya siyasetine damgasını vurmuştur.
Ne var ki bugünlerde siyasetten yasaklı bir hükümlüdür. Forza Italia’yı kurduğunda, siyaseti yolsuzluklardan arındırmayı hedefleyen “temiz eller” kampanyası ivme kazanmıştı. Berlusconi de kısa zamanda Milano savcılarını kuşkulandırdı. Karmaşık bir holdingleşme yapısı, kuşkulu finansman yöntemleri, servetinin kaynağına ilişkin belirsizlikler, yolsuzluktan hüküm yiyen eski başbakan Craxi ile yakın ilişkileri dikkat çekti.
Dava dosyaları hızla çoğaldı. Mafya bağlantıları, nüfuz ticareti, rüşvet, vergi kaçakçılığı, seks skandalları içeren zincirleme suçlamalara muhatap oldu.
2013’te kesinleşen dört yıllık hapis cezası, yaşlılık nedeniyle “sosyal hizmet yükümlülüğü”ne dönüştürüldü; ama, altı yıllık siyaset yasağı kesinleşti.
Berlusconi, bu koşullar altında Forza Italia lideri olarak Mart 2018 seçimlerine girdi.
İtalya’daki çürüme ve yolsuzluk ile mücadeleyi, Berlusconi’yi de hedef alarak gündemine alan bir siyasetçi ise aynı seçimlerin galibi olacaktır: Beppe Grillo...
Beppe Grillo
Beppe Grillo 69 yaşındadır. Aslen muhasebecidir. Tesadüfen keşfedilmiş bir “komedyen” olarak TV’de, reklam filmlerinde parlamıştır. Giderek politik eleştiri türlerine geçmiş; 1987’de Başbakan (ve Berlusconi’nin yakın işbirlikçisi) Bettino Craxi’ye dönük sert bir yolsuzluk eleştirisiyle dikkati çekmiştir. Zamanla eleştiri dozu, izleyicileri artmıştır.
Berlusconi önde gelen hedeflerinden biri olduktan sonra Grillo, TV kanallarından dışlandı. Uslu durmadı; tiyatro gösterileri ve blog’u aracılığıyla siyasi eleştirilerini sürdürdü, çeşitlendirdi. Siyasetteki çürümeye karşı kampanyalar başlattı; protestolar örgütledi.
2010’da Beş Yıldız Hareketi’ni (5YH’yi) kurarak açık siyasete atıldı. Parti, sosyal medyada, blog’unda milyonlara ulaşan Grillo takipçisinin katkılarıyla gelişti. 5YH’nin “internet demokrasisi” içinde örgütlenmesine çalışılıyor.
Bir trafik mahkumiyeti nedeniyle Grillo milletvekili seçilememektedir. 2013 seçimlerinde 5YH %25,5 oranında oyla ilk sıraya çıktı; hükümeti kurma görevi verilmedi; koalisyonlara katılmadı.
Grillo, 5YH’de sağ/sol ayrımı yapmamakta ısrarcıdır. Seçmenlerinin içinde sol ve sağ eğilimliler dengeli dağılmıştır. Batı ve Türkiye medyası tarafından “sağ popülizm” yakıştırması haksızdır. Hem anti-kapitalist, hem de ırkçı-faşizan söylemlerden uzak duran bir halk muhalefeti sürdürmektedir.
Göçmenlere karşı ırkçı, faşizan tepkilerden çok, Orta Doğu’yu savaşa sürükleyen saldırgan politikalar eleştirilmektedir. NATO ve AB de eleştirilerden payını almaktadır. Geleneksel refah devletinin şişirdiği kinleştirdiği bürokrasi de keza…
Grillo 2018 başında 5YH liderliğinden ayrılmış; yerini Napoli milletvekili, 31 yaşındaki Luigi di Maio’ya bırakmıştır. Parti’nin Başbakan adayı olan bu siyasetçinin ilan ettiği “5YH’nin gölge kabinesi” akademisyenlerden oluşmaktadır.
Sermaye istiyor; halk reddediyor
Büyük Avrupa ve İtalyan sermayesi ile AB’nin güç odaklarının beklentisi, 2013’teki büyük koalisyonun, yani Demokrat Parti + Forza Italia hükümetinin yeniden oluşmasıydı.
Aykırı sol kanadından arınmış olan Renzi’nin DP’si, bu koalisyonu beş yıl öncesine göre daha da istikrarlı kılacaktır. Bir yıl içinde siyasî yasakları son bulacak olan kıdemli burjuva siyasetçisi Berlusconi’nin de AB eleştirilerinde ölçülü kalacağı; göçmen karşıtlığının ise Batı kapitalizmi açısından tehlike taşımadığı düşünülmekteydi.
Ne var ki, sermayenin programını İtalyan halkı bir kez daha reddetti. İki düzen partisi tam yenilgiye uğradı. Önceki seçimlere göre DP %6,6, Forza Italia %7,7 oy kaybetti.
Halk muhalefeti Kuzey’de neo-faşistlere, yoksul Orta-Güney İtalya’da (oylarını yüzde 6,6 oranında artıran) 5YH’ye yöneldi. Bugün bu parti, Renzi’nin DP’sinin solunda yer almaktadır.
Halk sınıflarının beklentilerini karşılayamayan kapitalizm, bu beklentileri yansıtan seçimlerden tedirgindir. Bu tedirginliği ısrarlı “popülizm lanetlemeleri” ile ifade ediyor.
5 Mart seçimleri, kapitalizmin çözümsüz bir meşruiyet krizi içinde olduğunu, İtalya örneğinde de göstermiştir.
Korkut Boratav / SOL