Son dönemde sağlık camiasının bir sloganı öne çıkıyor;
" Ne yersen O'sun..."
Sağlıklı beslenirsen sağlıklı kalırsın, zehirli gıdalar yersen bir süre sonra ona dönüşürsün...
Bilgi de her insanın düşünce dünyasının gıdası değil mi?
Sağlıklı bilgiye ulaşmak, sağlıklı gıdaya ulaşmak kadar zorlaşıyor...
***
Özellikle Cumhuriyet tarihimizle ilgili GDO'lu, yani genetiği değiştirilmiş bilgiler; doğrularla yalanlar harmanlanarak topluma yedirilmeye çalışılıyor.
Atatürk'ün tokadını yemiş emperyalizm, Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak, içeride Atatürk Türkiyesine düşman gerici unsurlarla iş birliği içinde yeni bir tarih yazıyor...
Son yıllarda yandaş kanallardaki "besleme tarihçilerin" halkı geçmişinden soğutmaya yönelik açıklamaları, Kurtuluş Savaşı'nın kahramanlarına ve onların kurduğu Cumhuriyet'e sıktıkları iftira kurşunları ile bu yıkıcı faaliyet hız kazandı.
Yine, tek partili dönemde camilerin ahıra çevrildiği, camilerin kapatıldığı plağı dönmeye başladı...
Bu iddiaları dile getirenlerin GDO'lu tarihçiler tarafından bilgilendirildiği ortada... Özellikle çocukluk yaşından itibaren Cumhuriyet tarihi yalanlarına maruz kalanlarda, bu katılaşmış, betonlaşmış hormonlu bilgileri yıkmak kolay değil...
Soğuk Savaş döneminde, (yakın zamanda Suudi prensin de itiraf ettiği gibi) maaşını Suudi Arabistan'dan alan bazı imamlar üzerinden cami cemaatlerine, oradan da aile sohbetlerine konu edildi Cumhuriyet tarihi yalanları...
Körpecik, masum beyinler yalanlarla yıkandı...
Emperyalizm; Çanakkale'de, Anafartalar'da, Conkbayırı'nda... Sakarya'da, Maraş'ta, Urfa'da, Adana'da... Memleketin batısından doğusuna, güneyine her tarafında almış olduğu yenilgilerin öcünü, yıllar içinde; "eğitim sisteminin içine sızarak" iktidarları belirleyip, muhalefeti dizayn ederek almaya çalışıyor...
Yeri gelmişken belirteyim; bir "moda" gibi yayılan, internetten "etnik köken araştırmalarının da" benzer bir ayrışmayı tetiklemek için yapıldığını düşünüyorum.
Tarihine, kimliğine, kültürüne, kurucu değerlerine, kahramanlarına düşman edilen bir milletin dikiş tutması da mümkün değildir...
***
Cumhuriyet tarihi yalanlarında, Atatürk ve Cumhuriyet'e ağır saldırı ve hakaretleri ile "ünlü" Mehmet Şevket Eygi'nin payı büyük... Eygi bu yalan ve iftiralarını bir kitapta toplamış, Cumhuriyet döneminde; kapatılan, saz evi ve depo olarak kullanılan, tuvalete dönüştürülen(!), içki evi yapılan camilerin sözde hazin hikayesinden söz etmiştir!
Günümüzdeki bazı siyasi kadrolar da zaman zaman neredeyse aynı cümlelerle bu yalanı tekrar eder hale gelmiştir.
***
Mesele Cumhuriyet tarihi yalanları olduğu için, bu konuda ciltlerle belgeli kitap yazan değerli dostum Sinan Meydan'ı aradım.
"Öncelikle" dedi, "İslam'da cami fetişizmini yapanlar Emeviler'dir... İslam'ın ilk yıllarındaki mütevazı mescitler Emevilerle birlikte gösteriş ve şov aracı haline getirilmişlerdir. Dindarlığın göstergesi; küçücük mahallelerde ardı sıra cami yapmak değildir. Üstelik bu camilerin altı dükkan, çay ocağı olarak işletilmektedir."
Cumhuriyet'in cami politikasının ihtiyaç kadar cami olduğunu söyleyen Meydan, 1927 yılında 14 bin 425 okula karşılık 28 bin 705 cami olduğunu hatırlatıyor:
"O dönemde bazı camilerin ihtiyaç fazlası olduğu için kapatıldığı doğrudur, düşünün 14 milyon nüfuslu bir ülkede 29 bine yakın cami vardı. Cumhuriyet, savaşta yanmış, yıkılmış, harap olmuş camiler de dahil tüm camileri bir yıl boyunca titizlikle incelemiş, gerekli olanları onarmış, gerekli olmayanlara da kaynak harcamamıştır..."
Meydan üzerine basarak şu gerçeği söylüyor; "... camiler asla ahır, tuvalet, eğlence merkezi yapılmamıştır! Bu insafsızca bir iddiadır..."
***
Yazının başında belirttiğim; "doğrular ile yalanlar harmanlanıyor, GDO'lu bir tarih yazılıyor" cümlemin de sebebi işte bu:
Genç Cumhuriyet'in ihtiyaç fazlası camileri kapatması, harap ve yıkık olan ancak kullanımına gerek olmayanlara "bütçe" ayırmaması olgusu, hormonlu yalanlarla "Camiler ahıra dönüştürüldü, tuvalet yapıldı!" iddiasına çevrilerek topluma anlatılıyor...
Çarpıcı bir örnek ile bitireyim, yine Sinan Meydan'ın anlatımı ile;
"Camilerin bazılarını İsmet İnönü depo yapmış, kapısına kilit asmış, önüne asker dikmiştir... Yalancılar bunun asıl nedenini gizliyor. Neden bazı camiler depo yapılmıştır? Çünkü İnönü, İkinci Dünya Savaşı'nın kapımıza dayandığı dönemde, uçaklarla kentlerin bombalandığı, yıkıldığı süreçte, savaşa girmek zorunda kalırsak, dini ve kültürel değeri yüksek hazinelerimizi korumak için onları İstanbul müzelerinden uzaklaştırmış, Anadolu'nun orta yerindeki bazı camileri geçici depoya çevirerek buralarda korumuştur. Bir düşman saldırısında hem İstanbul'dan uzakta hem de ibadet yerlerinin bombalanmayacağına dair inançla bunu yapmıştır..."
Topkapı Sarayı'ndaki eşsiz kutsal emanetlerin, bu emanetlerle ilgilenen özel görevlilerle birlikte Niğde'ye götürüldüğünü ve güvenlik nedeni ile ibadete kapatılan bazı camilerde, koruma altına alındığını da belirtelim...
İşte camiler kapatıldı, ahır yapıldı iddialarının, genetiği değiştirilmeden önceki hali böyle...
Sağlıklı bir ülke, sağlıklı nesiller için, iyi ve güvenilir gıda kadar, hormonsuz bilim insanları, hormonsuz siyasetçiler, gazeteciler de şart...
Tuncay MOLLAVEİSOĞLU - YENİÇAĞ
" Ne yersen O'sun..."
Sağlıklı beslenirsen sağlıklı kalırsın, zehirli gıdalar yersen bir süre sonra ona dönüşürsün...
Bilgi de her insanın düşünce dünyasının gıdası değil mi?
Sağlıklı bilgiye ulaşmak, sağlıklı gıdaya ulaşmak kadar zorlaşıyor...
***
Özellikle Cumhuriyet tarihimizle ilgili GDO'lu, yani genetiği değiştirilmiş bilgiler; doğrularla yalanlar harmanlanarak topluma yedirilmeye çalışılıyor.
Atatürk'ün tokadını yemiş emperyalizm, Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak, içeride Atatürk Türkiyesine düşman gerici unsurlarla iş birliği içinde yeni bir tarih yazıyor...
Son yıllarda yandaş kanallardaki "besleme tarihçilerin" halkı geçmişinden soğutmaya yönelik açıklamaları, Kurtuluş Savaşı'nın kahramanlarına ve onların kurduğu Cumhuriyet'e sıktıkları iftira kurşunları ile bu yıkıcı faaliyet hız kazandı.
Yine, tek partili dönemde camilerin ahıra çevrildiği, camilerin kapatıldığı plağı dönmeye başladı...
Bu iddiaları dile getirenlerin GDO'lu tarihçiler tarafından bilgilendirildiği ortada... Özellikle çocukluk yaşından itibaren Cumhuriyet tarihi yalanlarına maruz kalanlarda, bu katılaşmış, betonlaşmış hormonlu bilgileri yıkmak kolay değil...
Soğuk Savaş döneminde, (yakın zamanda Suudi prensin de itiraf ettiği gibi) maaşını Suudi Arabistan'dan alan bazı imamlar üzerinden cami cemaatlerine, oradan da aile sohbetlerine konu edildi Cumhuriyet tarihi yalanları...
Körpecik, masum beyinler yalanlarla yıkandı...
Emperyalizm; Çanakkale'de, Anafartalar'da, Conkbayırı'nda... Sakarya'da, Maraş'ta, Urfa'da, Adana'da... Memleketin batısından doğusuna, güneyine her tarafında almış olduğu yenilgilerin öcünü, yıllar içinde; "eğitim sisteminin içine sızarak" iktidarları belirleyip, muhalefeti dizayn ederek almaya çalışıyor...
Yeri gelmişken belirteyim; bir "moda" gibi yayılan, internetten "etnik köken araştırmalarının da" benzer bir ayrışmayı tetiklemek için yapıldığını düşünüyorum.
Tarihine, kimliğine, kültürüne, kurucu değerlerine, kahramanlarına düşman edilen bir milletin dikiş tutması da mümkün değildir...
***
Cumhuriyet tarihi yalanlarında, Atatürk ve Cumhuriyet'e ağır saldırı ve hakaretleri ile "ünlü" Mehmet Şevket Eygi'nin payı büyük... Eygi bu yalan ve iftiralarını bir kitapta toplamış, Cumhuriyet döneminde; kapatılan, saz evi ve depo olarak kullanılan, tuvalete dönüştürülen(!), içki evi yapılan camilerin sözde hazin hikayesinden söz etmiştir!
Günümüzdeki bazı siyasi kadrolar da zaman zaman neredeyse aynı cümlelerle bu yalanı tekrar eder hale gelmiştir.
***
Mesele Cumhuriyet tarihi yalanları olduğu için, bu konuda ciltlerle belgeli kitap yazan değerli dostum Sinan Meydan'ı aradım.
"Öncelikle" dedi, "İslam'da cami fetişizmini yapanlar Emeviler'dir... İslam'ın ilk yıllarındaki mütevazı mescitler Emevilerle birlikte gösteriş ve şov aracı haline getirilmişlerdir. Dindarlığın göstergesi; küçücük mahallelerde ardı sıra cami yapmak değildir. Üstelik bu camilerin altı dükkan, çay ocağı olarak işletilmektedir."
Cumhuriyet'in cami politikasının ihtiyaç kadar cami olduğunu söyleyen Meydan, 1927 yılında 14 bin 425 okula karşılık 28 bin 705 cami olduğunu hatırlatıyor:
"O dönemde bazı camilerin ihtiyaç fazlası olduğu için kapatıldığı doğrudur, düşünün 14 milyon nüfuslu bir ülkede 29 bine yakın cami vardı. Cumhuriyet, savaşta yanmış, yıkılmış, harap olmuş camiler de dahil tüm camileri bir yıl boyunca titizlikle incelemiş, gerekli olanları onarmış, gerekli olmayanlara da kaynak harcamamıştır..."
Meydan üzerine basarak şu gerçeği söylüyor; "... camiler asla ahır, tuvalet, eğlence merkezi yapılmamıştır! Bu insafsızca bir iddiadır..."
***
Yazının başında belirttiğim; "doğrular ile yalanlar harmanlanıyor, GDO'lu bir tarih yazılıyor" cümlemin de sebebi işte bu:
Genç Cumhuriyet'in ihtiyaç fazlası camileri kapatması, harap ve yıkık olan ancak kullanımına gerek olmayanlara "bütçe" ayırmaması olgusu, hormonlu yalanlarla "Camiler ahıra dönüştürüldü, tuvalet yapıldı!" iddiasına çevrilerek topluma anlatılıyor...
Çarpıcı bir örnek ile bitireyim, yine Sinan Meydan'ın anlatımı ile;
"Camilerin bazılarını İsmet İnönü depo yapmış, kapısına kilit asmış, önüne asker dikmiştir... Yalancılar bunun asıl nedenini gizliyor. Neden bazı camiler depo yapılmıştır? Çünkü İnönü, İkinci Dünya Savaşı'nın kapımıza dayandığı dönemde, uçaklarla kentlerin bombalandığı, yıkıldığı süreçte, savaşa girmek zorunda kalırsak, dini ve kültürel değeri yüksek hazinelerimizi korumak için onları İstanbul müzelerinden uzaklaştırmış, Anadolu'nun orta yerindeki bazı camileri geçici depoya çevirerek buralarda korumuştur. Bir düşman saldırısında hem İstanbul'dan uzakta hem de ibadet yerlerinin bombalanmayacağına dair inançla bunu yapmıştır..."
Topkapı Sarayı'ndaki eşsiz kutsal emanetlerin, bu emanetlerle ilgilenen özel görevlilerle birlikte Niğde'ye götürüldüğünü ve güvenlik nedeni ile ibadete kapatılan bazı camilerde, koruma altına alındığını da belirtelim...
İşte camiler kapatıldı, ahır yapıldı iddialarının, genetiği değiştirilmeden önceki hali böyle...
Sağlıklı bir ülke, sağlıklı nesiller için, iyi ve güvenilir gıda kadar, hormonsuz bilim insanları, hormonsuz siyasetçiler, gazeteciler de şart...
Tuncay MOLLAVEİSOĞLU - YENİÇAĞ