Bu yazıyı okurken yapılması gereken önemli şey takım taraftarlığını bir süreliğine askıya almak gerekir.
Çünkü futbol için bir sorunu tartışacağız. Sporun siyaset üstü kavram olması gerektiğini bir kenara koyarak tartışmayı sürdüreceğiz.
Bu bir sorun ve sorunun içindeki tüm takımların zaman zaman istedikleri sonuçların, skor ya da maddi anlamda kazanımlarının takımlar için uzun vadede hiçbir önemi yoktur. Başarı diye sunulan aslında, kısa vadede başkan, yöneticiler ve siyasilerin kazanımlarının yanında bonustan başka bir şey değildir.
Az gelişmişlik sendromu yaşayan feodal toplumlarda, ki biz oralardayız, futbol özellikle yöresel kalması istenilen bir oyundur. Amaç kontrol mekanizmasını, rantı ve sosyal nemaları hiçbir şekilde kaybetmemektir. Kontrolün UEFA başta olmak üzere başkalarının eline geçmesi bir facia olarak algılanır.
İçinde barındırdığı ‘rant’ kurgusu ve toplumu de-politize etme kurgusu, onu aynı zamanda sıkışan toplumsal muhalif birikimi bir topraklama alanı haline getirmektedir. Siyasiler için her ikisi de çok önemli birer argümandır.
İlk golü Kenan Evren Ankaragücü için verdiği anti- demokratik bir kararla attı. O zaman alınan kararın bugünlere gelecek olan bir öncü karar olduğu belki bu kadar ön görülmemişti.
Sonra Mehmet Ağar’ın, Fatih Terim-Milli Takım ve Fatih Terim-Galatasaray ilişkisi başladı ve şampiyonluk posterine korumaları ile birlikte girme cesaretini göstermeye kadar gitti. Şampiyonlukları, sonuçları, hakemleri tartışmak asıl olanı gizlemek anlamına gelir ki, buraları geçmek gerek.
Tudor’un kurduğu iyi takımın kişisel kaprisleri yüzünden kötü neticeler alması, yönetimin Terim için ısrarının ortaya çıkması ile beraber Ankara’ya takılma ihtimali yüksekti. Arda ile Terim arasında yaşananların Ankara taraf bakımından Terim’e cephe alması onun Galatasaray’a dönmesini engelleyecek bir içeriğe sahipti. Ağar’ın 15 Temmuz öncesi ve sonrası ilişkileri, Soylu ve Ala’nın etkin konumları Ankara’da Ağar’ın elinin kuvvetli olduğunu gösteriyordu ki; şu an her ikisinin liste başı olması ile oğlunun aday gösterilmesi, süreci haklı kılmaktadır.
Özbek’in, Aysal gibi yapmayıp Riva ve Florya’yı ihaleye açması, Ada’nın yıkılması ile zaten Anakara ile ilişkilerini mükemmel yapmıştı. Dünyanın aksine, ekonomisini inşaat üzerine kurgulayan (esnaf politikası) ülke için bu büyük jestti.
Hele hele Lucescu tavizi onu ve Galatasaray’ı her şeyin ön planına (!) taşıyordu.
Terim büyük ihtimal Ağar’ın sorunu çözmesi sonucunda Galatasaray’a gelmiştir.
Beşiktaş ve Fikret Orman açısından en önemli kazanç ve kayıp! Gezi eylemleri sonucunda, eylemlerin İnönü Stadı’na taşınmasını önlemek için bir gecede stadın yıkılması ile ilişkilerin üst seviyede kabul görmesiydi.
Olimpiyat Stadı’ndaki 1453 operasyonu ile Çarşı Grubu ve diğer muhalif gurupların tasfiyesi gerçekleştirilmişti. Bu hamle aynı zamanda taraftarın pasifize edilmesini de sağlamıştı. Beşiktaş’ın tüm maçlarını deplasmanda oynaması, onu mazlum kılma ve takdir edilmesi üzerine algı yaratılması bir beklentiydi. Bu kazan-kazan oyununun sonucuydu. Tüm bu takdir ilişkileri neticesinde alınan şampiyonluğu tartışmıyorum bile!
Sadece ilişkileri tartıştığınız zaman; Türkiye Kupası maçında, yönetmelikler önünde Beşiktaş haklıyken, neden Fenerbahçe lehine karar verildiğini tartışmak da gerekir. Ankara’nın Beşiktaş taraftarı ile ilgili kaygısı olmayıp (!), Fenerbahçe taraftarını karşısına almama stratejisi sonucunda bu kararın alınması gerçek bir karşılık buldu. Çünkü bu bir siyasi karardır. Kararın altında kimin imzası olursa olsun.
Fikret Orman’ın Ankara ile güdümlü ilişkileri ve taraftarının pasifleştirilmesi onu ve Beşiktaş’ı bağımlı hale getirerek, masadan kalkmasına ve bekleme odasına gitmesine neden olmuştur. Bu da haliyle itaati zorunlu kılar. O yüzden Beşiktaş’a telefon açılıp maça çıkması dikte edilmektedir.
Fenerbahçe’nin konumu daha farklı.
Cemaatin şike operasyonu kisvesi altında, futbol üzerinden siyasi kurgusunu test etmeye çalışması ve bir güç göstergesi haline gelen iktidar savaşı neticesinde, Fenerbahçe farklı bir konum içine sokulmuştu.
AKP-Cemaat iktidarının Cumhuriyet kurumları üzerindeki tasfiye sürecinde, futbol da bundan nasibini aldı. Cemaatin bu kadar kuvvetlenmesi iktidara ortaklığı sayesinde olmuştu.
Bu oyunu bozan Fenerbahçe taraftarı olmuştur.
Azizi Yıldırım da bu gücü arkasına alarak, Fikret Orman’ın ve Beşiktaş’ın aksine, pazarlık masasında kalmasını sağladı ve kendi adına (Fenerbahçe Kulübüne değil) tavizler alarak Ankara ile bir işbirliğine girdi. Bu işbirliği Fenerbahçe’nin seçim sürecinde hâlâ devam ettiği açık ve nettir.
Aziz Yıldırım’ın Cemaat-hükümet ilişkilerindeki, hükümetten yana tavrı ve onlarla kurduğu ilişkiler, Fenerbahçe’nin başarılarını ve bu konudaki beklentileri ikinci plana iterek, Başkanın beklentilerini ilk sıraya yerleştirmiştir. Sonuçlar, başarılar, tutum ve davranışlar ortadadır.
Türkiye’de futbol yöresel oyundur. Haliyle bunu yönetenler ve teknik adamlar da buna uygun olarak birer yöresel figürlerdir. Bu yüzden kendimiz oynuyor kendimiz eğleniyoruz.
Kulüplerin borç batağında olmaları ve vergi ödeyemeyecek durumları, siyasi yapı için bir kaygı değil aksine bir kazanç olarak algılanır. Bu bir kozdur ve yaptırım gücüdür. Maalesef başkanlar ve yöneticiler bu tavizi vermektedirler.
Bu konuları tartışıp çözüm bulmak gerekir. Aksi halde hepimiz bu sürecin figürleri haline geliriz.
Devletin bu kadar stat yapması futbol adına değildir. Onlar için buralar birer uyku tulumudur.
Müslüm Gülhan / BİRGÜN