Kriz döneminde en çok sorulan 10 soruyu sizler için cevaplamaya çalıştık. Ne yazık ki iç açıcı bir manzara sunamıyoruz.
1) Hepimiz gerçekten aynı gemide miyiz?
Bir an emekçisiyle, emeklisiyle, yoksuluyla hepimizin aynı gemide bulunduğunu varsayalım. Sade yurttaşlar olsa olsa güvertede konuşlanmışlardır. Geminin kaptanı ise köşküne kurulmuş, gemiyi “Başkanlık Sistemi” dediği “bilinmeyen sulara” doğru sürüklemektedir. Parlamenter muhalefete gelince; bu kez dümeni inatla kayalıklara kıran kaptanı uyarmak yerine, “yanında bulunduğunu” beyan ederek suç ortaklığına yönelmektedir.
1) Hepimiz gerçekten aynı gemide miyiz?
Bir an emekçisiyle, emeklisiyle, yoksuluyla hepimizin aynı gemide bulunduğunu varsayalım. Sade yurttaşlar olsa olsa güvertede konuşlanmışlardır. Geminin kaptanı ise köşküne kurulmuş, gemiyi “Başkanlık Sistemi” dediği “bilinmeyen sulara” doğru sürüklemektedir. Parlamenter muhalefete gelince; bu kez dümeni inatla kayalıklara kıran kaptanı uyarmak yerine, “yanında bulunduğunu” beyan ederek suç ortaklığına yönelmektedir.
2) Trump’la kapışmak anti-emperyalizm midir?
Kuşkusuz Trump saldırgan bir emperyalisttir. Gelgelelim, sahici anti-emperyalizm de halkın ve ülkenin çıkarlarını emperyalizme karşı korumak, gerektiğinde gerçekçi stratejilerle emperyal emellerden en az zararla korunmasını sağlamaktır; yoksa memleketi, hesapsız kitapsız emperyalist saldırıya açık hale getirmek değil. Aklınıza emperyalizme karşı mücadele denince kim geliyor? Ben, Lenin, Mao, Mustafa Kemal diye sıralarım örneğin (devlet başkanlarını kastettiğimden yoksa Deniz’i, Mahir’i unuttuğumdan değil). Peki onlar 1918’de Brest Litovsk’ta, 1923’te Lozan’da ve 1971’de Pekin’de neden diplomatik uzlaşmayı seçtiler bir düşünmek gerekmez mi?
Kuşkusuz Trump saldırgan bir emperyalisttir. Gelgelelim, sahici anti-emperyalizm de halkın ve ülkenin çıkarlarını emperyalizme karşı korumak, gerektiğinde gerçekçi stratejilerle emperyal emellerden en az zararla korunmasını sağlamaktır; yoksa memleketi, hesapsız kitapsız emperyalist saldırıya açık hale getirmek değil. Aklınıza emperyalizme karşı mücadele denince kim geliyor? Ben, Lenin, Mao, Mustafa Kemal diye sıralarım örneğin (devlet başkanlarını kastettiğimden yoksa Deniz’i, Mahir’i unuttuğumdan değil). Peki onlar 1918’de Brest Litovsk’ta, 1923’te Lozan’da ve 1971’de Pekin’de neden diplomatik uzlaşmayı seçtiler bir düşünmek gerekmez mi?
3) Türkiye ekonomisi başta Avrupa gerçekten dünyayı tir tir titretecek hale geldi mi?
Sizi çekemeyen komşular evinizin bakımlı ve albenili olmasından hoşlanmayabilirler. Ama asıl sizin hanede yangın çıkıp, alevlerin kendilerine de ulaşmasından korkarlar. Örneğin Avrupa, özellikle de Türkiye’de varlığı bulunan İspanyol BBVA (83.3 milyon dolar Garanti’nin ortağı), Fransız BNP Paribas (38.4 milyar dolar TEB’in ortağı) ve İtalyan UniCredit (17 milyar dolar Yapı Kredi’nin ortağı) endişe içindeler. “Bulaşma etkisi” tüm yükselen ülkelerde de hissediliyor. Çünkü bir yatırımcı panikle parasını çekmeye yeltendiğinde, Türkiye’de likidite kuruduğundan yatırım fonu sözgelimi Polonya ya da Güney Afrika borsasında satışa geçebiliyor. Dolayısıyla Türkiye onları da aşağı çekiyor.
Sizi çekemeyen komşular evinizin bakımlı ve albenili olmasından hoşlanmayabilirler. Ama asıl sizin hanede yangın çıkıp, alevlerin kendilerine de ulaşmasından korkarlar. Örneğin Avrupa, özellikle de Türkiye’de varlığı bulunan İspanyol BBVA (83.3 milyon dolar Garanti’nin ortağı), Fransız BNP Paribas (38.4 milyar dolar TEB’in ortağı) ve İtalyan UniCredit (17 milyar dolar Yapı Kredi’nin ortağı) endişe içindeler. “Bulaşma etkisi” tüm yükselen ülkelerde de hissediliyor. Çünkü bir yatırımcı panikle parasını çekmeye yeltendiğinde, Türkiye’de likidite kuruduğundan yatırım fonu sözgelimi Polonya ya da Güney Afrika borsasında satışa geçebiliyor. Dolayısıyla Türkiye onları da aşağı çekiyor.
4) Ekonomik kriz Pastör Brunson gerginliğiyle mi patlak verdi?
Kuşkusuz Brunson vakası, Trump’ın hasmane tweetleri süreci hızlandırdı. Ne var ki, cuma günü açıklanan haziran ayı cari işlemler rakamları da krizin ayak seslerinin habercisiydi. Hatırlatalım, Türkiye’nin cari açığı biraz gerileyerek 3 milyar dolar civarına gelmişti. Ancak asıl vahimi, bu açığı dış kaynaklarla finanse etmek bir yana, mevcut fonlama imkanları 4.5 milyar dolar daralmıştı. Kaynağı belli olmayan 455 milyon doların yanısıra Merkez Bankası rezervlerden tam 7 milyar dolar satmak zorunda kalmıştı. Kanımca bu başlı başına bir kriz göstergesiydi.
Kuşkusuz Brunson vakası, Trump’ın hasmane tweetleri süreci hızlandırdı. Ne var ki, cuma günü açıklanan haziran ayı cari işlemler rakamları da krizin ayak seslerinin habercisiydi. Hatırlatalım, Türkiye’nin cari açığı biraz gerileyerek 3 milyar dolar civarına gelmişti. Ancak asıl vahimi, bu açığı dış kaynaklarla finanse etmek bir yana, mevcut fonlama imkanları 4.5 milyar dolar daralmıştı. Kaynağı belli olmayan 455 milyon doların yanısıra Merkez Bankası rezervlerden tam 7 milyar dolar satmak zorunda kalmıştı. Kanımca bu başlı başına bir kriz göstergesiydi.
5) Türkiye’nin kamu borcunun düşüklüğü bir güvence mi?
Kriz tartışması söz konusu olunca, hemen Türkiye’nin kamu borcunun düşüklüğü gündeme getiriliyordu. Gerçekten GSMH’sinin yüzde 28,5 oranıyla ülkenin kamu borcu uluslararası ölçütlere göre düşük düzeyde bulunuyor. Ancak geçmişte de kamu çalışanlarına, emeklilere bol kepçe para dağıtılması nedeniyle değil, bankaları kurtarma operasyonlarını finanse ederken borç düzeyi fırlamıştı. İsterseniz bu noktada Yılmaz Akyüz hocanın “Ateşle Oynamak” kitabından, özel sektör borcunun üstlenilmesine ilişkin bir alıntıyla konuya açıklık getirelim:
“Örneğin Endonezya’da, o ana kadar yürütülen mali disipline karşın kurtarmalar kamu borcunu GSMH’nin yüzde 50’si kadar artırdı. Benzer oranlar Tayland ve Güney Kore için yüzde 42 ve yüzde 34 iken, Türkiye için yüzde 33’tü. Yani 2001 krizinde kamu borcu asıl destekleme alımlarından filan değil, özel bankaları kurtarma operasyonu sonucu sıçramıştı?”
Kriz tartışması söz konusu olunca, hemen Türkiye’nin kamu borcunun düşüklüğü gündeme getiriliyordu. Gerçekten GSMH’sinin yüzde 28,5 oranıyla ülkenin kamu borcu uluslararası ölçütlere göre düşük düzeyde bulunuyor. Ancak geçmişte de kamu çalışanlarına, emeklilere bol kepçe para dağıtılması nedeniyle değil, bankaları kurtarma operasyonlarını finanse ederken borç düzeyi fırlamıştı. İsterseniz bu noktada Yılmaz Akyüz hocanın “Ateşle Oynamak” kitabından, özel sektör borcunun üstlenilmesine ilişkin bir alıntıyla konuya açıklık getirelim:
“Örneğin Endonezya’da, o ana kadar yürütülen mali disipline karşın kurtarmalar kamu borcunu GSMH’nin yüzde 50’si kadar artırdı. Benzer oranlar Tayland ve Güney Kore için yüzde 42 ve yüzde 34 iken, Türkiye için yüzde 33’tü. Yani 2001 krizinde kamu borcu asıl destekleme alımlarından filan değil, özel bankaları kurtarma operasyonu sonucu sıçramıştı?”
6) IMF kucak açmış dört gözle Türkiye’yi mi bekliyor?
1999’dan başlayarak stand-by anlaşmaları kapsamında IMF Türkiye’ye 34 milyar dolar kredi açmış, yaklaşık 30 milyar dolar kaynak kullanılmıştı. Ne yazık ki şu aşamada böyle bir olasılık da söz konusu değil. Trump, IMF anlaşması bulunan Pakistan’a bile bu parayla Çin’e olan borçlarını öder gerekçesiyle şerh koyuyor. Hele kasım seçimleri yaklaşırken Trump kavgaya tutuştuğu Erdoğan’ı ferahlatacak bir çözüme hiç yanaşmaz. Hatırlatalım IMF Yönetim Kurulu’nda karar alınabilmesi için yüzde 85 çoğunluk aranıyor. ABD’nin yüzde 16,5 kotası fiili “veto hakkı” anlamına geliyor.
1999’dan başlayarak stand-by anlaşmaları kapsamında IMF Türkiye’ye 34 milyar dolar kredi açmış, yaklaşık 30 milyar dolar kaynak kullanılmıştı. Ne yazık ki şu aşamada böyle bir olasılık da söz konusu değil. Trump, IMF anlaşması bulunan Pakistan’a bile bu parayla Çin’e olan borçlarını öder gerekçesiyle şerh koyuyor. Hele kasım seçimleri yaklaşırken Trump kavgaya tutuştuğu Erdoğan’ı ferahlatacak bir çözüme hiç yanaşmaz. Hatırlatalım IMF Yönetim Kurulu’nda karar alınabilmesi için yüzde 85 çoğunluk aranıyor. ABD’nin yüzde 16,5 kotası fiili “veto hakkı” anlamına geliyor.
7) Çin panda bonoları Türkiye için bir çıkış olanağı sağlar mı?
Çin haliyle Atlantik İttifakı’ndaki çatlaklardan yararlanmaya çalışacak, Türkiye’nin ağzına bir parmak bal çalacaktır. Çin piyasasında panda bonoları ihracı 2018 programına alınmış ne var ki somut bir tarih verilmemiştir. Bu bonoların tüm ülkeler için şu ana kadar ki toplam miktarı 24 milyar dolardır. Bu küresel piyasalar için henüz küçük bir rakamdır. Türkiye’nin CDS primi cuma günü 437 puana yükselmişti. Bunun anlamı, Çin’den bir borçlanma olanağı da bulunsa, maliyetinin tipik yuan faizi + 437 baz puanla çok yüksek bir düzeyde gerçekleşmesidir.
Çin haliyle Atlantik İttifakı’ndaki çatlaklardan yararlanmaya çalışacak, Türkiye’nin ağzına bir parmak bal çalacaktır. Çin piyasasında panda bonoları ihracı 2018 programına alınmış ne var ki somut bir tarih verilmemiştir. Bu bonoların tüm ülkeler için şu ana kadar ki toplam miktarı 24 milyar dolardır. Bu küresel piyasalar için henüz küçük bir rakamdır. Türkiye’nin CDS primi cuma günü 437 puana yükselmişti. Bunun anlamı, Çin’den bir borçlanma olanağı da bulunsa, maliyetinin tipik yuan faizi + 437 baz puanla çok yüksek bir düzeyde gerçekleşmesidir.
8) ABD’nin çelik ve alüminyuma koyduğu vergiler Türkiye’nin ihracatını nasıl etkiler?
Türkiye, ABD’nin ticaret fazlası verdiği nadir ülkelerden birisidir. 2017’de 8.7 milyar dolar ihracata karşın, 12.2 milyar dolar ithalatla 3.5 milyar dolar açık verilmiştir. Ekonomik yönüyle Trump’ın hışmına uğramak için bir neden yoktur. Konu tamamen politiktir. Çeliğe yüzde 50, alüminyuma yüzde 20 vergi sırasıyla 1 milyar 40 milyon dolar ve 50 milyon dolar ihracatın fiilen son bulması demektir. Bunun makroekonomik etkisi sınırlı da kalsa, Trump’ın kararının ABD firmaları ve bankalarına yönelik “sinyal etkisi” daha vahim sonuçlar yaratabilir.
Türkiye, ABD’nin ticaret fazlası verdiği nadir ülkelerden birisidir. 2017’de 8.7 milyar dolar ihracata karşın, 12.2 milyar dolar ithalatla 3.5 milyar dolar açık verilmiştir. Ekonomik yönüyle Trump’ın hışmına uğramak için bir neden yoktur. Konu tamamen politiktir. Çeliğe yüzde 50, alüminyuma yüzde 20 vergi sırasıyla 1 milyar 40 milyon dolar ve 50 milyon dolar ihracatın fiilen son bulması demektir. Bunun makroekonomik etkisi sınırlı da kalsa, Trump’ın kararının ABD firmaları ve bankalarına yönelik “sinyal etkisi” daha vahim sonuçlar yaratabilir.
9) Döviz kuru risklerine karşı koruma tedbirleri uygulamaları nedeniyle bankaların emniyette oldukları söylenebilir mi?
Bankaların en büyük kaygısı, döviz mevduatlarının çekilmesi gündeme gelirse karşılaşacakları “likidite riskidir.” Özellikle bireysel 91.4 milyar dolar bir saatli bomba gibidir. Bu atlatılsa bile, bankaların döviz açık pozisyonlarının sınırlı olması ( 48.2 milyar dolar) onları kurtarmaya yeterli değildir. Çünkü bu kez de döviz borçlarını ödeyemeyen şirketlerin “kredi riskiyle” karşılaşacaklardır.
Bankaların en büyük kaygısı, döviz mevduatlarının çekilmesi gündeme gelirse karşılaşacakları “likidite riskidir.” Özellikle bireysel 91.4 milyar dolar bir saatli bomba gibidir. Bu atlatılsa bile, bankaların döviz açık pozisyonlarının sınırlı olması ( 48.2 milyar dolar) onları kurtarmaya yeterli değildir. Çünkü bu kez de döviz borçlarını ödeyemeyen şirketlerin “kredi riskiyle” karşılaşacaklardır.
10) Döviz kurundaki sarsıntının yabancıların ülkeyi terk etmesinden kaynaklandığı söylenebilir mi?
Söylenemez. Yabancılar zaten usul usul ülkeyi terk etmişlerdi. 2014 yılı sonunda portföyleri 143.2 milyar dolarken, en son verilerin açıklandığı 3 Ağustos 2018’de 70 milyar dolara gerilemişti. Son bir haftada dolar kurunun 5 TL’den cuma günü 6.40’a gelmesiyle 31.6 milyar dolar hisse, 19.6 milyar dolar DİBS portföyünün, düşen borsa endeksinin ve yükselen faizin de etkisiyle değeri tahminen 40 milyar doların altına inmiştir. Bunun da çıkışa yönelen bölümü sınırlıdır ve piyasaları allak bullak etmez. Unutulan bir nokta, TL/Döviz bazındaki işlemlerin yaklaşık yüzde 70’inin yurtdışında, büyük ölçüde Londra’da gerçekleşmesidir. Tipik bir günde yüzde 89’u dolar cinsinden bir ayağı TL 71 milyar dolarlık işlem yapılmaktadır. Muhtemelen kriz anında herkes TL satmaya üşüştüğü için fiyat artışları daha keskin olmakta, operasyon Londra’dan yürütülmektedir.
Söylenemez. Yabancılar zaten usul usul ülkeyi terk etmişlerdi. 2014 yılı sonunda portföyleri 143.2 milyar dolarken, en son verilerin açıklandığı 3 Ağustos 2018’de 70 milyar dolara gerilemişti. Son bir haftada dolar kurunun 5 TL’den cuma günü 6.40’a gelmesiyle 31.6 milyar dolar hisse, 19.6 milyar dolar DİBS portföyünün, düşen borsa endeksinin ve yükselen faizin de etkisiyle değeri tahminen 40 milyar doların altına inmiştir. Bunun da çıkışa yönelen bölümü sınırlıdır ve piyasaları allak bullak etmez. Unutulan bir nokta, TL/Döviz bazındaki işlemlerin yaklaşık yüzde 70’inin yurtdışında, büyük ölçüde Londra’da gerçekleşmesidir. Tipik bir günde yüzde 89’u dolar cinsinden bir ayağı TL 71 milyar dolarlık işlem yapılmaktadır. Muhtemelen kriz anında herkes TL satmaya üşüştüğü için fiyat artışları daha keskin olmakta, operasyon Londra’dan yürütülmektedir.
HAYRİ KOZANOĞLU / BİRGÜN