Bugün Marmara depreminin 19. yıl dönümü. 7.4 büyüklüğündeki depremde 17 binden fazla insan öldü, 23 binden fazlası yaralandı. Bilim insanları benzer şiddette yaşanacak bir sonraki depremin merkez üssünün Marmara Denizi’nin içi olacağını, dolayısıyla en büyük yıkımın sınır tanımaz bir hırçınlıkla betona kurban edilen, imar affıyla birlikte yapı kalite ve güvenliğinin bir kez daha göz ardı edildiği İstanbul’da yaşanacağını yıllardır söylüyor. Ancak depreme hala hazır değiliz; çünkü 19 yıl önce yaşanan o acı deneyim, halkta maddi-manevi güçlü bir dayanışmanın örgütlenmesine neden olduysa bile, yönetimde neden bu felaketi yaşadığımız üzerine ne yazık ki kafa yordurmadı. Nerede hata yaptık, sorusunun üzerlerine düşen sorumluluğundan kaçan kamu görevlileri-siyasetçiler-imza ve yetki sahipleri çözüm yerine bahane üretti. Günün sonunda binlerce insanın ölümü alışık olunduğu üzere üç beş müteahhitin üzerine yıkıldı.
Bu depremin yaşanacağı, kaybın da çok büyük olacağı açık ve net bir bilgi. Ancak, 99 depreminden sonra toplanan deprem vergileriyle yol yapıldığından ve o yolları da sel götürdüğü için, dahası İstanbul 19 yıl öncesine göre artık daha kalabalık, daha beton, daha mega projeli bir kent haline dönüştürüldüğünden elde var sıfır! Olası bir depremde yaşanacak ölümlerin ve yıkılacak binaların sayısının ve risklerin azaltılmasına yönelik planların raporlaştırıldığı son yıl ise 2009! Bugün, bir yandan binaların güçlendirilmesi gerektiğini konuşmaya devam ediyoruz, diğer yandan siyasi hesaplar uğruna yağmurdan, depreme her doğa olayının katliama dönüşmesine olanak sağlayan plansız kentleşmenin önüne, ucu sınırı açık imar aflarıyla kırmızı halı seriyoruz. Deprem toplanma alanları ya da olabilecek yeşil alanlar imara açıldı. Kentsel dönüşüm inşaat kalitesinin düşük, yıkılma riskinin çok olduğu yerlerde değil, satışı kolay, parası bol gözde muhitlerde yapıldı. Ne kadar çok bina, o kadar çok insan; ne kadar çok insan o kadar çok para denkleminin olası İstanbul depremi için bugün tek bir karşılığı var. Ne kadar çok insan, o kadar çok ölüm!
Bilimsel ve rasyonel bilginin ışığında öngörülü bir hizmet ve diplomasi yürütmek yerine hamaset ve rant ekonomisini büyütme tercihi günün sonunda hepimizi iki büyük depremin kıyısına fena halde hazırlıksız ve savunmasız bir şekilde fırlattı. Alınan kredilerin betona gömülmesiyle hem olası Marmara depreminin yıkıcılığı büyütüldü hem de üretimden doğacak sürdürülebilir güç yerine, tüketime ve borçlanmaya dayalı bir sistem tercih edilerek ekonomik deprem tetiklendi. Millete hakaret eden müteahhitlerin devlet ihaleleriyle zengin edildiği, buna karşılık şeker fabrikalarının satışıyla işçilerin kapı dışarı edildiği bir iktisadi kalkınma modelinin nesnel sonuçlarıyla karşı karşıyayız. Tıpkı Marmara depremine sebep olacak enerjinin siz üzerine gökdelenler dikerken de biriktiği ve bir gün açığa çıkacağı gibi; hukuki ve idari anlamda bağımsızlığını ve çok sesliliğini yitirmiş Türkiye’nin ekonomisi de gittikçe kırılganlaştı. Dolayısıyla, bütün ciddi uyarılara rağmen savunmasız bırakılmış bir hatta saldırı düzenleyen kadar, buna kimlerin ve nasıl fırsat verdiğini de konuşmamız gerekir. Ağız kulaklarda “Trump’la hiç olmadığımız kadar yakınız” manşetleri atmakla, yerde iPhone kurşunlamak arası gidip gelen bir diplomasi trafiğinde olduğumuz için Amerikalı rahip meselesinin, gerek düşük faiz ısrarı, gerek merkez bankasının bağımlılığı, gerek üretimden çok tüketimi ve borçlanmayı teşvik eden ekonomi politikaları sebebiyle, krizin nedeni değil ancak ikaz fişeği olabileceğini konuşmak Amerikancı olmakla eş tutulmaya başlandı bile.
Yerli ve milli kusursuzlar ile yersiz ve gayri milli düşmanların hayalle, hamasetle, yalanla örülü hikayesinin içinde serbest düşüşteyiz. Mağdurların bahaneleri tükenmez. Diğer yandan hayat sürekli bir sızlanmayı da imkansız kılar. Madem ki ortada bir düşman var, onunla nasıl baş edilecek? Milli ve yerli mücadeleyi düşük kurdan aldığı hazine yardımını yüksek kurdan bozan MHP tarzında mı yürüteceğiz, yoksa 1 trilyon dolar değeriyle Türkiye’deki bütün şirketlerin toplam değerini bir hamlede yutan Apple’ı Güney Kore ürünü Samsung’la korkutan AKP tarzıyla mı? Sadece yanlışını kabul edenler krizleri aşar, sorunları çözer.
Düşmanın bu kadar çok olduğu bir savaşta, neden bu kadar çok ve savunmasız cephe olduğunu sorgulamak hainlik değil aksine yurtseverliktir.
GÖZDE BEDELOĞLU / BİRGÜN