Büyük Fransız Devrimi 5 Mayıs 1789’da patlak verdi. O yıl Burjuvazi ile birlikte düzenin en alta ittiği kalabalıklar ayaklandı. Ayaklananlar eski sınıfları ve onlarla birlikte düzenini al aşağı etti.
Kimdi devrimin hedefe koyduğu o eski sınıflar? Aristokrasi, onun üzerinde yükselen Monarşi ve elbette kurumsallaşmış din. Söylemesi kolay, Versay Sarayı ile bütünleşmiş Vatikan imparatorluğundan söz ediyoruz. 1789’un devrimci güçleri eski düzeni yıkmakla birlikte onun kalıntısı olan bu iki kurumu yaka paça al aşağı etmeye cüret edemedi. 1789’da Meşrutiyet ilan etmekle yetindi. Kralın yetkilerini kısıtlayarak, kontrol edebileceğini düşünüyordu. Ancak tam tersi oldu, Saray yıkılanı onarmak ve yetkilerini geri almak için harekete geçince son çare 1792’de Cumhuriyet ilan edildi. Ancak ondan sonradır ki, 16. Louis ve Kraliçe Marie Antoinette’in kafası uçurulabildi.
Büyük Fransız Devrimi’nin dersidir: Bir diktatörlüğü ancak başka bir diktatörlükle yıkabilirsiniz. Esası Jakoben Devrimci Diktatörlüğüdür. Kralsız, kraliçesiz, kilisesiz bir düzen demektir. Kısaca Cumhuriyet diyoruz.
Devrimin işleri bellidir: Kilisenin mallarına el konuldu. Manastır yeminine son verildi ve papazlar kovuşturuldu. Kilisenin doğum-ölüm-evlilik kayıtlarına el konuldu, bu yetkiler komüne -belediye- devredildi. Evlilere boşanma hakkı -kilise tanımıyordu- tanındı. İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi ile “inanç özgürlüğü” getirildi. Bu özgürlük kilisenin tekelciliğine son veriyordu. Egemenliğin kaynağı bundan böyle ulustu, yani tanrı artık bir toplumsal güç kaynağı olmayacaktı. Devlet bireyleri özgürleştirmekle yükümlüydü, etnik-dini kimlikler yerine bir ulusal kimliğin oluşmasını destekleyecekti. Kilisenin günlük hayat üzerindeki etkisini kırmak üzere takvimi değiştirdi. Günlük hayat bundan böyle dini esaslara göre düzenlenmeyecekti. Haliyle dini eğitime son verilip “milli eğitime” geçildi. Bu kararları korumak üzere aristokrasiye ait olan silah taşıma yetkisi de onlardan alıp halka verildi. Ordu, bundan böyle “halk ordusu”ydu, görevi “Fransız Ulusu”nu korumaktı. Papazsız, rahibesiz, saraysız, kilesesiz bir düzen demektir. Kısaca Laik Cumhuriyet diyoruz.
***
Büyük Ekim Devrimi 7 Kasım 1917’de patlak verdi. Burjuvazi ile birlikte düzenin en alta ittiği kalabalıklar çoktan beri ayaktaydı. Ayaklananlar eski sınıfları ve onlarla birlikte düzenini al aşağı etmiş görünüyordu. Ancak devrimin önündeki Burjuvazi ilkinde olduğu gibi eski sınıfı ve düzenini alaşağı etmekte tereddüt ediyordu. Rusya görünüşe göre bir Burjuva Devrimi yaşıyordu.
Öte yandan İmparatorluk içinden çıkılmaz bir savaşın içindeydi. Ciddi askeri kayıpların yol açtığı derin umutsuzluk Çarın tahtını sallıyordu. Şubat 1917’de Çar II. Nikolay kardeşi Mihail lehine tahttan feragat etti. Ancak Prens Mihail devrimden korkarak tahtı devralmayı reddetti. Böylece Monarşi devrim korkusuyla “kendiliğinden” alaşağı edilmiş oldu. “Şubat Devrimi”dir, “geçici” bir hükumetin işleri ele almasıyla sonuçlanmıştır.
7 Kasım’da kızıl birlikler sabaha karşı geçici hükumetin elindeki tüm kritik noktaları ele geçirdi. Burjuva iktidarının temsilcisi Başbakan Kerenski, Bolşevik Devrimine karşı güç toplama bahanesiyle sıvıştı. Burjuvazinin geçici iktidarı düşmüştü. Petrograd Sovyeti'nin öğleden sonraki toplantısında konuşan Lenin İşçi-Köylü Devriminin zaferini ilan etti. Bu gelişmelerin ardından eski düzenin “kudretlisi” Çar, 1918’de, avenesi ile birlikte kurşuna dizilerek idam edildi.
Büyük Ekim Devrimi’nin dersidir: Bir diktatörlüğü ancak başka bir diktatörlüğe dayanarak alaşağı edebilirsiniz. Esası Proletarya Diktatörlüğüdür. Çarsız, çariçesiz, kilisesiz ve tabii sınıfsız bir düzen demektir. Kısaca Sosyalist Cumhuriyet diyoruz.
Sovyet Devriminin işleri bellidir: Kilisenin mallarına el konuldu. Kilise devletten ayrıldı, eğitim alanındaki faaliyetlerine son verildi. Eğitim parasız ve laik hale getirildi. Din ve inanç özgürlüğü güvence altına alındı. Medeni kanuna geçildi, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. İdam cezası ve soyluluk unvanları kaldırıldı. Günlük hayatın dine göre düzenlenmemesi için takvim değiştirildi. Tüm bankalar, tüm fabrikalar kamulaştırıldı. “Kızıl Ordu” kuruldu. Ordunun görevi bundan böyle işçi sınıfını ve diktatörlüğünü korumaktı. Gelmekte olan eşitlikçi ve laik bir yeni Cumhuriyetti.
***
29 Ekim’de yıldönümüydü, yürüyerek yad ettik, Cumhuriyetimiz bu iki devrimin halesinde ilerledi, 1908’de “Hürriyet”in ilanıyla ancak Meşrutiyet kurulabilmişti. İlkinde olduğu gibi devrimci güçler düzeni yıkmakla birlikte o düzenin üzerinde yükseldiği kurumları alaşağı etmeyi göze alamadı. Ölü bir kabuğa dönüşen hilafet ve saltanat hükmünü sürdürüyordu. “Hürriyet”in sağladığı iç barış çabuk bozuldu. Patlak veren iç savaş düzen güçlerinin kontrol alabileceği boyutları çoktan aşmıştı. Dünya Savaşı patlak verince Osmanlı iç savaşı da büyük bir dış savaşa dönüşmüş oldu. Bu çatışmaların yol açtığı yıkımdan artık sadece devrimci bir iktidar çıkabilirdi. Devrimle sarayın, sultanın, hilafetin alanından çıkıp yeni bir alanda bir araya gelerek “respublic” olduk. 1923’te kurulan Cumhuriyetin özeti budur.
Devrimin işleri bellidir: Saltanat ve hilafet kaldırıldı. Takvim değiştirildi, Cuma günü tatil günü olmaktan çıkarıldı. Medreseler kapatıldı, dini okullar Milli Eğitim’e devredildi. Tarikatlar, tekke ve zaviyeler, bunlarla birlikte şeriat mahkemeleri kapatıldı. Medeni kanun getirildi, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. Din ve vicdan özgürlüğü getirildi; egemenlik artık tanrıdan değil ulustan kaynaklanıyordu. Dinin günlük hayat üzerindeki etkisini kırmak üzere Latin elifbasına geçildi. Ordunun görevi bundan böyle saltanatı değil “Türk Ulusunu” korumaktı. Bir diktatörlüğü ancak başka bir diktatörlükle alaşağı edebilirsiniz. Esası Burjuva-Jakoben Devrimci Diktatörlüğüdür. Sultansız, saraysız, hilafetsiz, tekkesiz-tarikatsız ve tabii hacısız-hocasız bir düzen demektir. Kısaca Laik Cumhuriyet diyoruz.
***
Demek ki “laik cumhuriyet” devrimler çağının birleştirici ortak paydasıdır. Çünkü laik cumhuriyet yoksa, ortada bir halk da yoktur. “Halk” ise devrimci cumhuriyetin çıkış noktasıdır. Devrim, kulu insana, cemaati halka dönüştürme işidir. Bunun için mutlaka eski düzenlerden kalan bağlılıkları ortadan kaldırılmak, aklı ve vicdanı özgürleştirmek gerekir. Kilisenin, kralın, mülkiyetin, dinin, tanrının ve bunlardan esinlenen kutsal inançların devrimin hedefleri arasında olması rastlantı değildir özetle.
Devrim cemaatlerden yeni bir halk yaratma işi ise, karşı devrim de halkı yeniden cemaate dönüştürme işidir. Karşı karşıya olduğumuz gericilik döneminin özeti de budur.
Laik Cumhuriyet kan kaybetti çünkü onun yarattığı ve yaslandığı “halk” bölünüp parçalandı. Egemenliğini 1789’da yoksul alt sınıflarla omuz omuza savaşarak kuran Burjuvazi, 1848’de devrimci bayrağı elinden yere fırlattı. Haliyle halktan geriye sadece işçi sınıfı kaldı. “Halk”taki bu arınma, bizim devrimimizin niteliğini de ele veriyor. Devrimi sürdürmek için yeni bir yol aradık, halktan sınıfa ulaştık. Arındık…
Kasım 1917’de, bugün, Bolşevikler iktidarı almak ve yersiz burjuva diktatörlüğüne son vermek üzere geçici hükumetin karargâhı olan Kışlık Saraya saldırdı. Safralarından kurtulmuş, arınmış bir halk hareketinin zamanını çoktan doldurmuş bir diktatörlüğe karşı örgütlü, silahlı kalkışmasıdır. 1789’da başlayan devrimci bir dalganın son halkasıdır….
***
Dindi rüzgâr… Halk paramparça, sınıf sessiz. Yeniden saraylar-saltanatlar yükseliyor Cumhuriyetin yıkıntıları üzerinde. Laiklik tepelendi; papazlar ordusu zafer nidalarıyla geçiyor terkedilmiş meydanlardan, hilafet istiyor biti kanlanmış tarikatlar.
Dindi rüzgâr… Halk paramparça, sınıf sessiz. Fakat büyüyor açların gözbebekleri. Bu kahredici sessizlik olsa olsa yaklaşan fırtınanın habercisidir!
Orhan Gökdemir / SOL