Tarihsel kişiliklere kulp işlemez. Theodorakis gibi Ferhan Şensoy da bizim insanımızdır, ilerici dünyamıza kendisini laf atarak, dedikodu yaparak değil emeğiyle nakşetmiştir.
Köşe yazısı için konu bulmakta zorlanılmaz bizim memlekette. Olur da güncellik o ara kurumuşsa, memleketin ve mücadelenin genel bağlamına dair konuşacak çok şey çıkar yine de.
Benim karşıma sorun çoğunlukla tam ters yönden çıkıyor. Hangisini yazacağına karar veremiyorsun!
Madem öyle, bazı Cumartesi günleri değinmekle yetineyim diyorum…
***
İki gün önce Ferhan Şensoy’u uğurlamak için Ses Tiyatrosu’nun biraz yorgun görünen muhteşem salonuna girenler arasındaydım. Şensoy’la çok yakını olmuş bir yoldaşımın yalancısıyım; kesinlikle dini tören istemezmiş…
Günümüz Türkiye’sinde gidenin dostlarına, yakınlarına, kendisini sahiplenen ve sahiplenmek isteyenlere bırakabileceği ağırca bir yüktür aslında bu dilek. Ben de başka gidenlerden biliyorum, çoğunlukla bu yükü kaldıramıyor geride kalanlar…
Ancak yitirdiğimiz kişinin son istekleri kapsamına giren bu konuyu hal böyle diye geçiştiremeyiz. Yeri gelmişken, solcular açısından tek yanıtlı bir soru da değildir bu. Eski tüfekler tanıdım; “halkımın çoğunluğu nasıl uğurlanıyorsa beni de öyle gönderin” derlerdi. Devrimcinin halkla kaynaşmışlığına en ufak bir demagojik gölge düşmemesini istediklerini anlıyorum. Saygı duyarım…
Lakin laikliğin üstünde tepinilen bir karşıdevrim ortamında politik duyarlılığın da değişmesi beklenir. O eskilerimiz, yolculuğa bugünlerde hazırlanıyorlarsa, halkla kurdukları en derin bağların gölgelenmemesine değil de başka bir vurguya eğilim gösterirler miydi, “sakın ben öldükten sonra yobazları yanıma yaklaştırmayın” derler miydi, bilemeyiz. Ama bana sorarsanız, politik açıdan doğru olan, dün olduğundan defalarca daha da doğru hale gelen bu ikincisidir.
Kendi payıma Ferhan Şensoy’un na’şına, tiyatronun içinde sesini çıkartmasa da, bir imamın eşlik etmesinin, bizim bir insanımızın onca yıllık mücadelesine haksızlık olduğunu düşünüyorum. Sekterlikle suçlanmaktan korktuğum için değil, açık olsun diye, paralel bir konuya da değineyim. Laik ve devrimci, kendi beyanıyla komünist Şensoy’un uğurlandığı kürsüye AKP’li bakanın ve belediye başkanının çıkmasını, eşlikçi imam benzeri bir haksızlık değil, “bizim” gücümüzün kanıtı sayarım. Bizim değerlerimizi yok etmek için uğraşıp didinip sonra saygı geçidine katılmak zorunda kalıyorlar.
Belki, bu gericileri en sonda değil, tersine baştan konuşturup, devamında üzerlerine insani, aydınlık mesajlar boca etmemek daha doğru olabilir. O mesajların bunlar için işkence niyetine geçtiğini tahmin edebiliriz. Hem biz işkenceci değiliz, hem de gitsinler bir an önce ki gözümüz görmesin, Şensoyların ruhu incinmesin…
***
Laik, devrimci ve kendi beyanıyla komünistti Şensoy…
Aydınlar bir tarihsel kategoridir. Aydının tarih üstü, zamansız ve mekânsız bazı tanımlayıcı özellikleri olsa da, aydını aydın yapan yaşadığı somut bağlama yaptığı müdahaledir. Şensoy yaklaşık kırk yıl Türkiye toplumunun ilericilik mücadelesinden çıkartılması mümkün olmayan bir müdahaleyi gerçekleştirdi. Bu uzun zaman diliminde ülkemiz ilericiliğinin değerlerinin güncellenmesine, estetize edilmesine, topluma yaygınlaştırılmasında en ön saflarda yerini aldı.
Gerisi palavradır. Şeriatçı faşistlerin etkisiz karalamalarını boş verin. Asıl demokratlık adına yapılanlara dikkat edilmeli, yapanların kimler olduğu unutulmamalı. Şensoy’un yaratıcılığına ve mücadelesine –gölge ne demek- çamur atmaya kalkışan ve bunun için de en fazla Kürt sorununu mazeret edinen sosyal medya cengâverleri, acı günümüzde ortalığa saçıldılar. Şensoy’a “Kürt düşmanı” karalamasıyla kulp takanların kanıtladığı, kendilerinin Türkiye ilericiliğine yabancılaşmış olmalarından ibarettir.
Tarihsel kişiliklere kulp işlemez. Theodorakis gibi Ferhan Şensoy da bizim insanımızdır, ilerici dünyamıza kendisini laf atarak, dedikodu yaparak değil emeğiyle nakşetmiştir.
***
Laikliğin üstünde tepiniliyor dedim ya arada… Laikliğin yalan yanlış uygulandığı, ama artık çok büyük çoğunluğun kabul edeceği gibi, Erdoğan Emirliğinden daha yaşanası olan “eski Türkiye’de” bir siyasi parti İslam konusunda konferans düzenleyemezdi.
Cihat propagandasının gayrimeşru olduğu daha kolay anlaşılır, ama “İslam’da hak ve adalet” diye laflamanın da siyasette yeri yoktur. Gelecekte de olmayacak. Hakkaniyetin, adaletin ve başka insani erdemlerin İslam’dan (da) kaynaklandığı tezi ilahiyatın, din yorumcularının, düşünce tarihçilerinin, felsefecilerin gündemine girebilir. Ancak bu tartışma siyasetin, siyasal kurumların, kamu yönetiminin ve toplumsal davranışlara referans oluşturacak her fikir egzersizinin dışında tutulacaktır. Son günlerde liberaller laikliğin kıymetini yeniden keşfetmeye başladı. Onlar da duysun, bu dışında tutma işlemi sosyalist Türkiye’de yasaklama yoluyla yapılmak zorundadır.
Bugünkü koşullarda, bir karşıdevrim iktidarının altında “dinin iyisini” tartışanlara dair iki açıklama olabilir. Birincisi, belki de sinmişlerdir; iktidarın kavram setinin dışında bir siyaset gütmek ellerinden gelmemektedir; baskı altında ilericiliğin üstünün örtülmesine rıza göstermek zorunda kalmışlardır. İkincisi, bunlar da laiklik düşmanı gericidir!
İlk seçenek mantıklı görünmüyor, çünkü Türkiye’nin geleneksel sağcılarından farklı olarak Kürt milliyetçiliği hakkında en son söylenebilecek olan sinmek, ürkmek olabilir. Yok, korkak değiller…
Her neyse, birkaç ayda bir değil, günde beş vakit tekrarlansa da, gerçek değişmez. Demokrasi, insan hakları vb. gibi her bir erdem, tebaadan yurttaşa geçişle başlar. Yaşamını kendi emeği, bilgisi ve mücadelesiyle belirleyeceğini düşünemeyen kaderciler boyun eğmeye mahkûmdur. “Demokratik siyasal dincilik” diye bir şey yoktur. Dinci demokrasi hiç yoktur.
***
1 Eylül’de İzmir’de Barış gecesini sunarken Orhan Aydın Ferhan Şensoy’u anmayı da ihmal etmediğini anlattı. Ben de, keşke dedim, Şensoy’u uğurlarken de Mikis Theodorakis’e bir selam gönderilebilseydi…
96 yaşında ölümünden bir yıl önce zihninin berraklaşışına tanıklık eden bir mektubu sevgili Dimitri Kutsumbas’a yollamış Theodorakis. Aytek (Soner Alpan) çevirdi, öğrendik: “Şu anda, hayatımın sonunda, hesap vaktinde, ufak detaylar hafızamdan siliniyor ve geriye ‘kallavi meseleler’ kalıyor. Böylece görüyorum ki hayatımın en kuvvetli ve olgun yıllarını KKE bayrağı altında geçirmişim. Bu nedenle bu dünyadan komünist olarak göçmek istiyorum.”
Yaşamının bir diliminde Yunanistan Komünist Partisinden, KKE’den uzaklaşan bir büyük entelektüelin satırları bunlar… Peki ama dünya çapında bir sanatçı, komünist olarak anılma arzusunu neden Parti önderliğine sunar? Bunu yalnızca arada düştüğü yanlışların fazlalığına, yani bir tür eziklik duygusuna bağlayabilir miyiz?
Gerçekten de Theodorakis tarih 1980’lerden 90’lara dönerken Yunan sağına iltihak etmiş, bununla kalmayıp daha 2018 gibi yakın bir zamanda Makedonya tartışmasında sağcıların yanına yerleşmişti… Muhtemelen ilkinde liberal karşıdevrimin komünizm saflarında yarattığı glasnostçu dağılmaya direnememişti. İkinciyi yargılamak için o sıra milliyetçiliğin Yunan kamuoyunu ne ölçüde kuşattığını hissetmek gerekir. Kim bilir, belki yaşının da payı vardır…
Kimsenin dokunulmazlığı yok, hata hatadır. Ama ne tür bir yanlış Theodorakis’i emeğiyle kendini nakşettiği yerden çıkartabilirdi ki? Benim hissimi sorarsanız Theodorakis’in savrulmaları uçar gider, geriye 20. yüzyılda dünya çapında devrimci kültür ve sanatı biçimlendirmeye yaptığı olağanüstü katkı kalır. Mektup aynı zamanda bir özür ve başvuru dilekçesi sayılabilir gerçekten de. Yine de, satır aralarından yükselen koku bundan ötesini söylüyor. Büyük sanatçı komünist olmanın bir örgütlülük olduğunu gayet iyi bildiğini gösteriyor bize. Dimitri’ye mektup, buna yorulursa, Mikis’in en büyük eserlerinden biri sayılmalı, bütün ilerici entelektüellerce okunmalıdır. Belli ki, KKE de başvuruyu öyle almış, kızıl bayraklı gençler sokaklarda Theodorakis’in şarkılarını söylemiş…
Şensoy meczupça iddia edildiği gibi öyle dramatik hatalar yapmadı. En yakın olduğu politik konumlanışın komünistlik olduğuna işaret etmek için diye değil, ama bir borç ödemesi olarak, kayıtlara geçsin diye yazmalıyız: Her ihtiyaç duyduğumuzda toplantılar, konferanslar, etkinlikler için Türkiye Komünist Partisi’ne Ses Tiyatrosunun kapılarını açtı bizim “Hacı komünist.” O salonda atılan her adıma, alınan her karara, sıkılan her yumruğa onun büyük emeği içkindir.
Aydemir Güler / SOL