4 Ocak 2023 Çarşamba

BELLEK - 5 OCAK -

 


OLAYLAR: 

  • 1781 - Amerikan İç SavaşıRichmondBenedict Arnold komutasındaki Kraliyet Donanması tarafından yakıldı.
  • 1809 - 1807-1809 Osmanlı-İngiliz Savaşı'nı sona erdiren Kale-i Sultaniye Antlaşması imzalandı.
  • Kale-i Sultaniye Antlaşması veya Çanakkale Antlaşması, Osmanlı-İngiliz Savaşı'nın sonucu olarak 5 Ocak 1809 tarihinde, Osmanlı İmparatorluğu ile Birleşik Krallık arasında imzalanmış bir barış antlaşmasıdır. Antlaşmaya Osmanlı tarafını temsilen nişancı Mehmet Emin Vahat Efendi, Birleşik Krallık tarafını temsilen Robert Adair imza koymuştur. On iki maddeden oluşan bu antlaşmaya göre Birleşik Krallık'ın işgal etmiş olduğu Osmanlı toprakları Osmanlı İmparatorluğu'na geri verilecekti. Osmanlı topraklarında bulunan Britanyalı tüccarların savaş sırasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından el konulmuş olan malları sahiplerine iade edilecekti. Antlaşmanın 4. maddesi, Eylül 1675'te Birleşik Krallık ile Osmanlı arasında imzalanmış olan ve daha önceki Britanya imtiyaz ve kapitülasyonlarının bir özeti niteliğinde olan antlaşmanın geçerli olduğunu bildiriyordu. Buna ek olarak, 5. maddede, Birleşik Krallık'ın da kendi sınırları içinde ticaret yapacak olan Osmanlı gemilerine ve tüccarlarına elverişli koşullar sağlayacağı belirtiliyordu. Altıncı maddede, Osmanlı İmparatorluğu'nun belirlemiş olduğu gümrük haddinin, Britanyalı tüccarlarca kabul edileceği bildiriliyordu. Yedinci, sekizinci ve dokuzuncu maddeler, diplomatik temsil konusunda düzenlemeler getiriyordu. Elçilere karşılıklı olarak saygı gösterilecek, Osmanlı Devleti kendi tebasının haklarını korumak için Malta dahil olmak üzere Birleşik Krallık yönetimindeki topraklarda şehbender (konsolos) görevlendirebilecekti. Büyük Britanya'nın Osmanlı topraklarındaki diplomatik temsilciliklerinde tercüman görevlendirilmesi, Osmanlı İmparatorluğu tarafından verilecek berâtlarla mümkün olacaktı. Tüccar ve zanaatkârlara tercüman beratı verilmeyecekti. Osmanlı İmparatorluğu tebâsından kişiler Birleşik Krallık konsolosu olarak görevlendirilemeyecekti. Onuncu maddede, Osmanlı tebâsından kişilerin Birleşik Krallık himayesine alınamayacağı belirtiliyordu. Antlaşmanın en önemli maddesi olan on birinci maddeyle, savaş gemilerinin Çanakkale ve İstanbul boğazlarından geçmelerinin önceki dönemlerde her zaman yasak olmuş olduğu hatırlatılıyor, bu eski kurala tüm devletlerin barış döneminde de uyması isteniyordu. Birleşik Krallık tarafı, bu kurala uyacağını belirtiyordu. Son maddede antlaşmanın yürürlüğe giriş süreci düzenlendi. Ayrıca bu antlaşmanın bazı gizli maddelerinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun Fransa'ya karşı savaşması halinde, Birleşik Krallık'ın Osmanlı'ya destek vereceği hükümleri bulunmaktaydı.

  • 1843- Osmanlı Devleti’nde Sultan Abdülmecit döneminde ilk Osmanlı Lirası basıldı. Bu liralar altındandı. 2 Haziran 1854’te 25 kuruş değerinde çeyrek liralar, 1855’te ise 2,5 lira değerinde paralar çıkarıldı.
  • 1854 - San Francisco adlı buharlı gemi battı: 300 kişi öldü.
  • 1895 - Dreyfus davası: Casusluk suçlamasıyla Fransa'da yargılandığı davada, Yüzbaşı Alfred Dreyfus ömür boyu hapse mahkûm oldu.
  • 1919- Milliyetçi/ anti-marksist “Alman İşçi Partisi” (DAP) 6 üye ile kuruldu. 1 yıl sonra Adolf Hitler üye oldu. 24 Şubat 1920’de adı “Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) olarak değiştirildi. 29 Temmuz 1921’de Hitler parti başkanlığını devraldı.
  • 1921 - Çerkez Ethem ve kardeşleri, Yunan İşgal Kuvvetleri'ne sığındılar.
  • 1929 - Anadolu-Bağdat ve Mersin-Tarsus Demiryolları ile Haydarpaşa Garı devletleştirildi.
  • 1930 - Sovyetler Birliği'nde tarımın kolektivizasyonu başladı.
  • Kolektivizasyon, çiftçilerin paylarını birleştirerek büyük bir çiftlik oluşturması ve burada bir arada çalışarak meydana gelen kârdan pay alması üzerine kurulu tarım politikasına verilen tanımlama. Özel kolektif çiftliklerde veya bazı devlet çiftliklerinde toprak ile emeğin verimini artırmak amacıyla uygulanır.
  • 1951 – Türkiye’de 1,1 milyon işsiz olduğu açıklandı.
  • 1961 - Yassıada duruşmaları devam ediyor. 6-7 Eylül Olayları davası sonuçlandı. Sanıklardan Adnan MenderesFatin Rüştü Zorlu ve eski İzmir valisi Kemal Hadımlı mahkûm oldular. Aynı gün Fuad Köprülü ve Fahrettin Kerim Gökay Yassıada'dan tahliye edildi.
  • 1968 – Çekoslovakya Komünist Partisi liderliğine Alexander Dubçek getirildi. Dubçek, reformcu kişiliğiyle tanınıyordu.
  • 1972- Bağımsız Milletvekili Celal Kargılı’nın öncülüğünde Deniz- Yusuf-Hüseyin’in de yargılandığı “politik suçlarda idam cezasının kaldırılması” kampanyasında-aralarında Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz’ün de bulunduğu 1.790 kişinin imzaladığı metin Cumhurbaşkanlığı, Meclis ve Senato’ya sunuldu.
  • 1978- DİSK’e bağlı “Sinema Emekçileri Sendikası” (SİNE-SEN) kuruldu. Kurucuları arasında oyuncular Fahrettin Cüreklibatur (Cüneyt Arkın) ve Semra Özdamar da bulunuyor.
  • 1978- Manisa’da 3 gün önce evine giderken ülkücülerce kaçırılıp işkence edildikten sonra el ve ayakları otomobille çiğnenen Manisa Lisesi Öğrenci Birliği Başkanı Nejat Gökpınar, ayakları ameliyatla kesilmesine rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetti.
  • 1979 – DİSK, Kahramanmaraş’ta katliamını kınamak amacıyla tüm ülkede saat 11.00’de beş dakikalık saygı duruşu yaptı. 500 bin üyeli DİSK’in “5 Ocak Faşizmi Lanetleme Eylemi”ne Türk-İş’ten bazı sendikalar ile demokratik kitle örgütleri de destek verdi. Yüzbinlerce emekçinin yaptığı eylem geniş yankı uyandırdı.
  • 1979- Samsun Vezirköprü’de, Halkevi yöneticisi ve Devrimci Yol taraftarı Ali Kesen (1956- Samsun/ Vezirköprü), Ülkü Ocakları Başkanı İsmail Aslan tarafından tabancayla vurularak öldürüldü. Cinayetin ardından başlayan olaylarda Ülkü Ocakları, MHP binası ve ülkücülere ait işyerleri tahrip edilirken, cinayeti işleyen İsmail Aslan’a kavgada yardım eden Adalet Partisi bir ilçe yöneticisi de öldürüldü.

  • 1981 - Türkiye'de Atatürk Yılı
  • 1983- YÖK, öğretim üyeleri ve öğrenciler için yeni bir “kılık-kıyafet genelgesi” yayınladı. Genelgede “kız öğrenciler”in gösterişli giyinmemeleri biçiminde düzenlemelerle birlikte, ilahiyat fakültelerinde Kur’an dersleri dışında, başı açık okula girebilecekleri getirildi.
  • 1984- Kürtaj uygulaması İstanbul’da başladı.

  • 1987- Süleyman Demirel: “Türkiye daha kaç sene 50-60 sene evvel yapılmış inkılapları kanunla korumak mecburiyetinde kalacak? 50-60 sene oturmayan inkılap mı olur canım. Tutuculuk derseniz, esas tutuculuk burada.” (Cumhuriyet söyleşisi)
  • 1987- 1986 Mayıs ve haziran çay sürgünlerinde radyasyon bulundu; 56 bin ton çay imha edildi.
  • 1989 - ABD jetleri, Libya'ya ait iki MiG-23 uçağını düşürdü.
  • 1990- Aziz Nesin, kitaplarından elde ettiği gelirle çocuk yetiştirme yönündeki çabalarıyla Sovyet “Lenin Çocuk Fonu”nun ilk kez vereceği “Altın Tolstoy Madalyası”na layık görüldü.
  • 1991- Zonguldak maden işçilerinin Ankara’ya doğru yürüyüşe geçtiklerinin öğrenilmesi üzerine başkentte sıkı güvenlik önlemleri alındı. Türkiye’nin kalbi E-5 karayolunda atıyor. Onbinlerce madencinin E-5 karayoluna çıkışını önlemek isteyen güvenlik güçleriyle çatışma son anda önlendi. Sabah Devrek’ten yola koyulan işçilerin önü Mengen yolu 27.km’deki Dorukhan Tüneli girişinde komando askerler ve polislerce kesildi. Ancak, Maden-İş Sendikası Başkanı Şemsi Denizer, yol açılmadığı takdirde Bolu’da kendisini bekleyen Başbakan Yıldırım Akbulut’la görüşmeyeceğini bildirdi. Saat 13:00’de Dorukhan Tüneli girişindeki asker ve polis barikatı kaldırıldı; madenciler 11 km. mesafedeki Mengen’e yürümeye başladı. İşçiler öğleden sonra Mengen’e ulaştı ve Başbakan Akbulut ile Genel Maden-İş Başkanı Denizer’in Bolu’daki görüşmesinin sonucunu bekledi. Denizer’in, Yıldırım Akbulut’la Bolu’da yaptığı görüşme sonuç vermedi. Denizer’in açıklamasına göre, Akbulut, yeni bir ücret teklifi vermedi ve öncelikle yürüyüşün durdurulmasını istedi. Denizer, Mengen’e döndükten sonra genel merkez ve şube yönetim kurullarıyla bir değerlendirme toplantısı yaptı. Yürüyüşe devam kararı alındı, görüşmeden bir sonuç çıkmadığını öğrenen maden işçileri Mengen’de protesto gösterileri yaptı. İşçiler geceyi Mengen’de geçirdiler. Kadın ve çocuklar evlere yerleştirildi. İşçilerin önemli bir bölümü geceyi açıkta, ateş başında geçirdi. Cumhurbaşkanı Turgut Özal Zonguldak kömür madencilerinin grevi/yürüyüşü için:”Bu pahalı işletme bu şekilde devam edemez. Şemsi Denizer’le anlaşmak mümkün değil. Batının usullerini almışız, sendika liderlerini almamışız.”
  • 1996- Üsküdar E Tipi (Ümraniye) cezaevi operasyonunda öldürülen 3 mahpus için Sultanahmet Adliyesi’ne yapılan suç duyurusuna polis müdahale etti: 100 gözaltı.
  • 1999- Adalet Bakanlığı, bir genelgeyle bekaret kontrolünü yasakladı.
  • -------------------------------------------------------------------------------------------
  • 2002- ÖDP İstanbul İl Örgütü’nün doğalgaz zammını protesto için Taksim Gezi Parkı Otopark’ında düzenlediği eyleme polis müdahale etti: 17 gözaltı.
  • 2003- İsrail’in başkenti Tel Aviv’de iki intihar saldırısında 22 kişi öldü,100 kişi yaralandı. İsrail karşılık olarak 35 yaş altı Filistinlilere Batı Şeria ve Gazze Şeridi dışına çıkmayı yasakladı.
  • 2003- Cezayir’de askerler ve sivil savunma grubu üyelerinden oluşan bir konvoya aşırı dinciler saldırdı; 43 kişi öldü, 19 kişi yaralandı.

  • 2003- Lağvedilen Kosova Kurtuluş Ordusu’nun (UÇK) eski komutanlarından Tahir Zemej İpek kentinde oğlu ve yeğeni ile birlikte öldürüldü.
  • 2003- Samsun İstiklal Caddesi’nde toplanan TKP’liler Irak’a olası ABD müdahalesine karşı gösteri yaptı.
  • 2006 – Şiilerin kutsal kenti Kerbela’da gerçekleşen intihar saldırısında 51 kişi öldü, 138 kişi yaralandı. Bir saat sonra, batıdaki Ramadi kentinde Irak ordusuna kayıt olmak için sıra bekleyenler arasında gerçekleşen intihar saldırısında 67 kişi öldü, 105 kişi yaralandı.
  • 2006- Bursa’da bir tekstil fabrikasında çıkan yangında 5 kadın işçinin hayatını kaybetmesi Beyoğlu’nda feminist bir grup tarafından protesto edildi.
  • 2006- Suudi Arabistan’ın Mekke kentinde Tunus ve Mısırlı hacı adaylarının kaldığı El Hayır Oteli çöktü. 76 hacı adayı öldü, 62 kişi yaralandı.
  • 2007- Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Emre Taner, teşkilatın 80. kuruluş yıldönümü dolayısıyla yaptığı yazılı açıklamada, ”ulus devletin tehdit altında olduğunu” ifade etti. Taner, ”Yalnız savunma pozisyonunda olmak Türkiye’ye haiz şartlar nedeniyle kabul edilemez bir davranış olacaktır” dedi.
  • 2011- Yabancıların İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun’dan ”çingene” tabirinin çıkarılmasına ilişkin yasa değişikliği, TBMM’de kabul edildi.
  • 2011- AKP Genel Merkezi’ne dilekçe vermek için ODTÜ kampüsünden çıkan ODTÜ, Hacettepe ve Ankara Üniversitesi öğrencilerine polis müdahale etti. Kampüse geri giren öğrenciler, dışardan gaz ve tazyikli su sıkan polise taşlarla karşılık verdi, çatışma 1.5 saat kadar sürdü. ODTÜ’lülere polis şiddetini protesto için akşam Öğrenci Kolektifleri, Emek Gençliği, TKP’li Öğrenciler, Gençlik Muhalefeti ve Genç-Sen’in çağrısıyla Galatasaray’da toplanan kitle Taksim’e yürüyüp basın açıklaması yaptı.
  • 2017- İzmir Adliyesi yakınlarında patlama meydana geldi. Saldırıda bir polis memuru Fethi Sekin ile bir adliye çalışanı yaşamını yitirdi, saldırıyı düzenleyenlerden 2 kişi de öldürüldü.


DOĞUMLAR: 
  • 1759 - Jacques Cathelineau, Fransız çerçi ve Vendée isyanı lideri (ö. 1793)
  • 1767 - Jean-Baptiste Say, Fransız felsefeci ve ekonomist (d. 1832)

  • 1851 - Böcüzade Süleyman Sami, Osmanlı yazar, bürokrat ve siyasetçi (ö. 1932)
  • Böcüzade Süleyman Sami (5 Ocak 1851, Isparta - 30 Mayıs 1932, Isparta), 

  • Osmanlı Devleti'nde uzun bir bürokratlık kariyerinden sonra, Meclis-i Mebûsan 1908-1912 dönemi (emekliliğini istediği 1911'e kadar) Hamid-i Abad (Isparta) mebusluğu yapmış, emeklilik yıllarında da çok kapsamlı bir Isparta Tarihini kaleme almış Osmanlı yazarı, bürokrat ve siyasetçisidir. 5 Ocak 1851'de Isparta'da doğmuştur. 14 yaşında hafız ve hattat oldu. Isparta Rüşdiyesi'ni ve İstanbul Hukuk Mektebi'ni bitirerek hakimlik icazeti aldı. 18 yaşında kâtip olarak girdiği devlet hizmetinde hep Isparta'da kalarak 10 yıl boyunca Isparta şehremini (belediye başkanı) oldu. II. Meşrutiyet'in ilanı ile Isparta mebusu seçilerek Meclis-i Mebûsan'a girdi. 1911'de emekliliğini isteyerek ayrıldı. 1899'da İzmir Hizmet gazetesinde yayımlatmış olduğu Isparta Tarihi'ni yeniden elden geçirerek 1000 sayfaya yakın bir kaynak kitap haline getirdi. 30 Mayıs 1932'de Isparta'da öldü. 1961-1965 arasında Isparta Senatörlüğü ve bir süre Sağlık Bakanlığı yapmış olan Süleyman Suat Seren'in dedesidir. Böcüzade’nin keskin bir gözlemci ve yaşadığı dönemin çalkantı ve kavgalarını iyi analiz eden bir düşünür olması, gelecekle ilgili düşüncelerini biçimlendirmiştir. Döneminin, içinde bulunduğu çaresizlik, teslimiyetçilik ve kadercilik anlayışına karşın, onun ayakları yere basan çözümlemeleri, bugün için bile geçerliliğini korumaktadır.1297 (M/1870) de çekirge afeti olacağı tahmin edildiğinden, çekirge yumurtalarının kıştan toplattırılıp yok edilmesi için, çekirgenin konduğu yerleri saptayacak ekipler kurmak üzere Vilâyetten ödenek istenmişti. Vilâyetten İngiliz Ali Bey adında bir uzman gönderilmiş, giderlerin Menafi Sandıkları Sermayesinden ödenmesine izin verilmişti. Memleket ileri gelenleri ile, Ulema ve Askeri erkândan kurulan bir komisyon, ilçelerde mülki ve askeri memurlardan kurulacak ekiplerin Çekirge Mücadelesi yapmak üzere görevlendirilmesine karar verildi. Bu toplantıda, İngiliz Ali Beyin, gerektiğinde uçkun haldeki çekirgeleri öldürmek üzere Tophaneden birkaç yüz kilo Barut alınmasını önermesi üzerine kıyamet koptu. Ulemadan biri çekirgelerin iki kanadında, Süryani harfleriyle yazılmış bir ayet bulunduğunu, bu ayetin «Çekirge sürülerinin, Tanrı tarafından, memlekette fesat ve zulüm görüldüğü zaman, şehirleri ve kasabaları tahrip etmek üzere, kullarına musallat ettiği» anlamında olduğunu bir kitapta okuduğunu söylemesi üzerine Müftü Tahsin Efendi («bu yaratıklara ateşle ceza vermek Tanrıya mahsustur!.») şeklinde bir iddia ortaya atmış, Yavruzade Şeyh Mehmet Efendi de («—Hükümetin aldığı önlemlere bizim karışmamız gerekmez. Çekirgelerin ne şekilde yok edilmesi gerekiyorsa, hükümet gereğini yapar. Bize dua etmekten başka bir şey düşmez. Biz simdi yerlerimize gidip duaya başlayalım. Papaz efendiler de ayni şekilde kiliselerinde dua edip ayin yapsınlar.») şeklinde konuşunca, İngiliz Ali Bey («Şeyh efendi, bu hurafeleri ve Yahudi masallarını bırakalım da, düşündüğümüz ve karar verdiğimiz tedbirleri uygulayalım.») der demez, ulema ve şeyhler ayağa kalkarak «— Biz ayeti celile ve doğru rivayetler okuyoruz. Ayeti celileye sizin Yahudi masalı demeniz küfürdür. Biz şimdi gider, durumu Hilâfet Makamına arz ederiz. Fakat Mutasarrıf Beyin, geldiği günden beri, yaptığı icraatı görerek — iman-ı kâmil sahibi olduğuna inandığımız için — bu şikâyeti kendilerinin yazmalarını ümit ve taleb ederiz.») demeleri üzerine, Mutasarrıf Ali beye hitapla «— Bey efendi, bu dakikada özür dilemez ve düşüncelerinizi değiştirmezseniz, durumu yüksek makamlara arz etmeye mecbur kalacağım.» deyince Ali Bey ayağa kalkarak, Müftü ve Şeyh efendilerin ellerini öpmüş ve okunan ayetin farkında olmadığını beyan ederek özür dilemişti. O sırada, Kuleönü köyünden Deli Hafız adında birisi, 95 yaşında olan Isparta naibi Tevfik Efendiye başvurarak, tarlasındaki buğdayların, çekirgeler tarafından yok edilmesini önlemek üzere, çekirgelere hitaben bir ilâm yazmasını istemiş. Naip efendi Şer'iye mahkemesi başkatibine, abdest aldırtarak, çekirgelere hitaben üç tane ilâm yazdırmış. Bunları tarlasında çekirgelerin geleceği yerlere asmasını söylemiş. Deli Hafız bunları götürüp tarlasına asmış. O civardaki bazı köylülerin söylediklerine göre çekirge saldırmamış (!).

  • 1880 - İbrahim Etem Ulagay, Türk tıp profesörü, hekim ve kimyager (ö. 1943)
  • 1897 - Kiyoşi Miki, Japon Marksist düşünür (ö. 1945)
  • 1900 - Yves Tanguy, Fransız-Amerikalı ressam (ö. 1955)
  • 1911 - Jean-Pierre Aumont, Fransız aktör (ö. 2001)
  • 1913 - Nejat Eczacıbaşı, Türk kimyacı ve sanayici (ö. 1993)
  • 1914 - Nicolas de Staël, Fransız ressam (ö. 1955)
  • 1917 - Jane Wyman, Amerikalı oyuncu ve En İyi Kadın Oyuncu Akademi Ödülü sahibi (ö. 2007)
  • 1921 - Kemal Ergüvenç, Türk tiyatro, sinema oyuncusu ve seslendirme sanatçısı (ö. 1975)
  • 1923 - Endel Taniloo, Eston heykeltıraş (ö. 2019)


  • 1925 - Jean-Paul Roux, Fransız oryantalist ve Türkolog (ö. 2009)
  • 1929 - Ümit Utku, Türk yönetmen, senarist ve yapımcı (ö. 2016)
  • 1931 - Robert Duvall, Amerikalı oyuncu, yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu Akademi Ödülü sahibi

  • 1932 - Umberto Eco, İtalyan dil bilimci ve yazar (ö. 2016)
  • 1935 - Öner Ünalan, Türk yazar, çevirmen ve araştırmacı (ö. 2011)
  • 1940 - Adnan Mersinli, Türk oyuncu (ö. 2016)
  • 1943 - Atilla Özdemiroğlu, Türk müzisyen (ö. 2016)
  • 1946 - Diane Keaton, Amerikalı oyuncu ve En İyi Kadın Oyuncu Akademi Ödülü sahibi
  • 1947 - Osman Arpacıoğlu, Türk futbolcu ve spor yazarı (ö. 2021)
  • 1952 - Uli Hoeneß, Alman eski futbolcudur
  • 1965 - Okday Korunan, Türk oyuncu ve oyun yazarı
  • 1970 - Erdal Beşikçioğlu, Türk oyuncu
  • 1975 - Bradley Cooper, Amerikalı tiyatro, dizi ve sinema oyuncusudur
  • 1978 - January Jones, Amerikalı aktris ve model
  • 1986 - Deepika Padukone, Hint film aktrisi ve modeldir
  • 1999 - Berkin Elvan, Türk öğrenci (ö. 2014)


ÖLÜMLER: 

  • 1588 - Qi Jiguang, Çinli general ve ulusal kahraman (d. 1528)
  • 1713 - Jean Chardin, Fransız kuyumcu ve gezgin (d. 1643)

  • 1818 - Marcello Bacciarelli, İtalyan ressam (d. 1731)

  • 1863 - Johann Wilhelm Zinkeisen, Alman tarihçi (d. 1803)

  • 1917 - Isobel Lilian Gloag, ‎İngiliz ressam (‎d. 1865)
  • 1922 - Ernest Shackleton, İrlandalı-İngiliz kâşif (d. 1874)

  • 1925 - Yevgeniya Boş, Alman asıllı Rus Bolşevik aktivist ve siyasetçi (d. 1879)
  • Yevgenia Bosch  (Yevgenia Bogdanovna (Gotlibovna) Bosch, Evgenia Bosh, Evgenia Bogdanovna Bosch veya Evheniya Bohdanivna Bosch olarak da bilinir (3 Eylül [E.U. 22 Ağustos] 1879 - 5 Ocak 1925), 

    Rusya'da Çarlık rejimini sonlandıran 1917 Devrimi'nde yer aldı. 30 Aralık 1917'de Sovyetler Birliği'nin İçişleri sekreterliğine atandı. Aynı zamanda Halk Sekreterliği Başkanı görevini de yürüttü. Yaklaşık üç yıl boyunca görevi sürdürdü. 1923 yılında Sol Muhalefet'e katıldı. Bosch, Joseph Stalin-Nikolai Buharin'in iktidara gelmesinin ardından gözden düştü. 1924'te, Lev Troçki'nin Kızıl Ordu lideri olarak istifa etmesinin yanı sıra kalp rahatsızlığı ve tüberkülozdan acı çekmeye başladıktan sonra umutsuzluğa kapıldı ve Ocak 1925'te silahla intihar etti. Bolşevik bir aktivist, siyasetçi ve 20.yüzyılın başlarındaki  devrim döneminde Ukrayna'daki Sovyet hükümetinin bir üyesiydi. Yevgenia Bosch ulusal hükûmetin ilk modern kadın lideri olarak kabul edilir, 1917'de İçişleri Bakanı ve geçici Sovyet hükûmetinin Vekil Lideri olarak görev yapmıştır. Bağımsız Ukrayna'nın ilk Başbakanı olarak kabul edilir.


  • 1951 - Andrey Platonov, Rus yazar (d. 1899)
  • Andrey Platonov gerçek adı: Andrey Platonoviç Klimentov 28 Ağustos [O.S. 16 Ağustos] 1899 - 5 Ocak 1951), Rus yazar.

    Bir komünist olmasına rağmen, eserleri kolektifleşmeye ve diğer Stalinist politikalara karşı kuşkucu tavır içerdiği için ömrü boyunca yasaklanmıştır.

  • 1953 - Ramiz Gökçe, Türk karikatürist (d. 1900)

  • 1972 - Tevfik Rüştü Aras, Türk siyasetçi ve diplomat (d. 1883)

  • 1976 - Hamit Kaplan, Türk Olimpiyat ve Dünya şampiyonu güreşçi (d. 1933)
  • 1976 - Necmeddin Okyay, Türk hattat ve ebru sanatçısı (d. 1883)
  • 1985 - Robert Surtees, Amerikalı görüntü yönetmeni ve Oscar Ödülü sahibi (d. 1906)
  • 1986 - Aynur Gürkan, Türk halk müziği sanatçısı
  • 1990 - Arthur Kennedy, Amerikalı oyuncu (d. 1914)
  • 2014 - Eusébio, Portekizli futbolcu (d. 1942)
  • 2016 - Pierre Boulez, Fransız besteci, koro şefi, yazar ve piyanist (d. 1925)
  • 2017 - Leonardo Benevolo, İtalyan mimar, sanat tarihçisi ve şehir plancısı (d. 1923)

  • 2018 - Aydın Boysan, Türk mimar ve gazeteci (d. 1921)

  • 2018- Canlandırdığı “Mahmut Hoca” ve “Yaşar Usta” karakterleriyle Türk izleyicisinin hafızasında yer edinen sinema sanatçısı Münir Özkul, 93 yaşında vefat etti .
  • 2019 - Maria Dolores Malumbres, İspanyol piyanist, müzik eğitimcisi ve besteci (d. 1931)

  • 2021 - Annasif Døhlen, Norveçli ressam ve heykeltıraş (d. 1930)


  • 2021 - João Cutileiro, Portekizli heykeltıraş (d. 1937)
  • 2021 - John Richardson, İngiliz oyuncu (d. 1934)
  • 2022 - George Rossi, İskoç aktör (d. 1961)

      (düzenleyen: mstfkrc)

Karadeniz gazı ve bir ailenin rüşvet skandalı - Bahadır Özgür / BİRGÜN

 


Doğalgaz rezervi konusunda en fazla müjdenin geldiği Akçakoca sahasının ortağı, yabancı şirketin büyük hissedarı olan Tyab Ailesi’nin başı, uluslararası bir rüşvet ve kara para davasından dolayı büyük dertte.

                       
Trillion Energy, Akçakoca’dan çıkarılacak doğalgazın yüzde 49 hissesine sahip.

Doğalgaz keşifleri baş döndürücü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son gelişmeyle beraber toplam rezervin 1 triyon dolara ulaştığını müjdeledi. Dile kolay, neredeyse bir Türkiye daha demek! Ama resmi açıklamalardaki iri sayıların dışında, ne teknik bir detaya rastlıyoruz ne de anlaşmalara dair bir bilgiye. Merak konusu doğrusu. Kim, nasıl pay alacak bu işlerden? Biraz buraları kurcalayalım.

En fazla müjdenin geldiği yer, uluslararası belgelerde İngilizcesi SASB (South Akçakoca Sub Basin) olarak geçen, Güney Akçakoca bölgesi. İlk keşif 2004’te yapıldı. 2007’de yabancı şirketlerle anlaşma imzalandı. Hisselerin yüzde 51’i Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO), kalanı Kanadalı Foinavon Energy ile Tiway Turkey’in oldu. Yabancıların hisseleri 2017 yılında, Bermuda’da kurulmuş Park Place Energy’ye satıldı. Böylece hisselerin yüzde 49’u tek elde toplandı. İki yıl sonra, Nisan 2019’da da isim değişti ve Trillion Energy’ye dönüştü.

Enerji meselesi ekonomik ve siyasi yönden hep karmaşıktır zaten. Haliyle şirket organizasyonları da öyledir. İç içe geçmiş yapılardan oluşur. Esas sermayedarları görmek kolay olmaz. İşte SASB’daki yabancı ortağın büyük yatırımcısının izi de Türkiye’den Kanada’ya, oradan Bermuda’ya ve nihayetinde bir rüşvet ve kara para davasına kadar uzanıyor.

***

Trillion Energy öyle küresel bir dev filan değil. Orta ölçekli bir şirket. Borsaya açık ve piyasa değeri 120 milyon dolar civarında. Bulgaristan, Mısır ve Türkiye’de yatırımları var. Türkiye’de ayrıca ciddi petrol imtiyazları da bulunuyor. Kendi raporlarında şu bilgiler yazılı: Cendere petrol sahasında yüzde 18 pay ile Irak/Kürdistan Zagros Havzası’nda 11 blok ruhsat. Bazı petrol imtiyazları yakın zamanda uzatıldı.

Şirketin hissedarları Aura Oil Holdings, Centry House Holdings gibi başka şirketler ile yönetimde yer alan kimi profesyonel isimler. Esas büyük yatırımcı ise Tyab Family Trust. Yani Tyab ailesi. Diğer şirketler de Tyab ailesinin kontrolünde. Özetle Türkiye’deki müjdelerden önemli pay kapacak olan aile bu. Peki, kim bunlar?

                                              Naeem Tyab şirketin en önemli yatırımcılarından.

***

Böylesine ciddi yatırımlara imza atmış büyük kardeş Parvez’in internette tek bir fotoğrafı yok. Küçük kardeş Naeem’in ise Londra’nın sosyete partilerinde çekilmiş birkaç fotoğrafı görülüyor. Sosyal medyada neredeyse iz bırakmamışlar. Oysa çok sayıda şirketin resmi belgelerinde, borsaya sunulan yüzlerce açıklamada imzaları duruyor. Pakistan kökenli, İngiltere ve Kanada vatandaşı, ABD’de gayrimenkuller edinmiş, onlarca şirket kurmuş enerji simsarları. Son yıllarda isimlerini küresel kamuoyunda tanınır kılan hadise ise uluslararası bir rüşvet skandalıydı.

2013 yılında Kanada’da savcılık, Tyab kardeşlerin finansçı Brad Griffiths ile beraber kurdukları bir şirketin, Çad’da petrol imtiyazını almak amacıyla rüşvet verdiklerini ortaya çıkardı. 2 milyon dolarlık rüşvet, Çad’ın Kanada Büyükelçisi Mahamoud Adam Bechir’e, eşi üzerinden verilmişti. Ayrıca buna ek olarak milyon dolarlık hisse senedi de taahhüt ediliyordu. Olay, şirketi halka açmak için atanan yeni bir yönetimin bazı usulsüz anlaşmaları tespit etmesiyle ortaya çıktı. Griffiths de bunu savcılığa bildirip işbirliği yaptı. Ve aynı yıl bir tekne kazasında öldü. Naeem Tyab, savcılık ile anlaşmaya vardı ve 10,3 milyon dolar ceza ödemeyi kabul etti.

Dava kapandı derken bu sefer 2018 yılında ABD Adalet Bakanlığı devreye girdi. Çünkü büyükelçi aynı zamanda Çad’ın ABD, Brezilya, Küba elçiliği görevini de yürütüyordu. Washington’da oturuyordu ve olaya yardımcısı da karışmıştı. Üstelik rüşvet, büyükelçinin eşinin ABD’de kurduğu şirket üzerinden aktarılmıştı. Adalet Bakanlığı 3 Mayıs 2018’de, “yolsuzluk için komplo kurmak, rüşvet vermek, elde edilen kara paranın aklanması için ABD mali sistemini kullanmak” suçlamalarıyla 20 yıl hapis cezasının istendiği bir iddianame hazırladı. Dava 24 Mayıs 2021 günü kamuoyuna duyuruldu. Naeem Tyab’ın 9 Şubat 2019 günü New York’ta tutuklandığı, rüşvet ve kara para aklama suçlamalarını itiraf ettiği, bu işten kazandığı 27 milyon dolarlık geliri geri ödemeyi kabul ettiği belirtiliyordu. Şimdi sıra ceza kararında.

***

İddianame, deliller ve Tyab’ın itirafını içeren bilgiler ABD Adalet Bakanlığı’nın internet sitesinde kamuoyuna açık. Trillion Energy’nin yatırımcılarına ilişkin bilgiler de ABD Menkul Kıymetler Borsası kayıtlarından görülebiliyor.

Dedik ya, enerji işleri karışıktır. Daima lobilerin, siyasi ilişkilerin, imtiyazlar için kurulan rüşvet ve yolsuzluk ağlarının, simsarların eksik olmadığı son derece kârlı bir alan. Türkiye, Mısır, Bulgaristan ve Çad gibi ülkeler dışında yatırımı görünmeyen bir şirketin, iktidarın geleceğimizi kurtardığını iddia ettiği gaz rezervine ortak olması düşündürücü elbette. İşin içinde kamunun olmasından dolayı denetimin, raporların, anlaşmaların, bilgilerin şeffaf olması lazım. Hele iktidarın söylediği gibi trilyon dolarlık bir zenginlikten bahsediyorsak…

Kimse hayrına yatırım yapmaz, malum. Son yıllarda enerji kaynaklarına yönelik hızlanan gelişmelerin pek çok sebebi var. Ama Trakya’daki gaz rezervini çıkarma hakkına sahip bir başka Kanadalı şirketin, “Niye Türkiye’deyiz?” başlıklı raporundan birkaç cümleyi mealen aktaralım yeter:

“Dışa bağımlık fazla. Vergiler düşük. 2017’de başkanlık referandumu kabul edildi. Sıkıntılı olan Maden Yasası değişti ve tahsis edilen arazi sınırı kaldırıldı.”

Bahadır Özgür / BİRGÜN

A’dan Z’ye ‘Kırmızı Pazartesi’ cinayeti - Timur Soykan / BİRGÜN

 

MHP Lideri Devlet Bahçeli, Ateş'in ölümünün üstünden günler geçmesine rağmen herhangi bir açıklama yapmadı. (Fotoğraf: AA)

MHP İstanbul İl Yönetimi’nde olan Ufuk K.’nin eşinin hesabından tetikçilere üç seferde 97 bin TL gönderdiği öne sürülüyor. Paranın izi takip edilecek mi? Herkesin beklediği, kimsenin engel olmadığı Kırmızı Pazartesi cinayetinin büyük siyasi sonuçları olabilir.

Tam olarak bir ‘Kırmızı Pazartesi’ cinayetiydi. Herkes biliyordu namlunun ucunda olduğunu ve kimse engel olmadı. Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Sinan Ateş, Ankara’nın göbeğinde öldürüldü. Ölümlere neden olacak şiddet sarmalı yıllar önce başlamış ama devlet gözlerini kapatmıştı.

Sinan Ateş’ten önce de ülkücülerin adının geçtiği pek çok saldırı yaşandı ve hepsinde saldırganlar saatler içinde serbest bırakıldı. Bağlantıları gizlendi. İddianamelerde üyesi oldukları parti ya da dernekler anılmadı. Saldırı talimatı verenlerin üzerine gidilmedi.

Bu cezasızlık ve bitmeyen saldırılar elbette ölümlere neden olacaktı.

Üstelik Ülkü Ocakları içinde gerilim artıyordu.

2019 yılında Devlet Bahçeli’nin talimatıyla Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı’na Sinan Ateş getirilmişti. 2020’de Devlet Bahçeli’nin sağlık sorunları baş gösterdi. Bu sırada yapılan bir toplantıda Sinan Ateş’in, Devlet Bahçeli sonrası için MHP’nin hazırlıklı olması gerektiğini söylediği kulaktan kulağa yayıldı. Devlet Bahçeli iyileşti ve söylenti kulağına gelince Sinan Ateş’i 2 Nisan 2020’de görevden aldı. Yerine ise Ahmet Yiğit Yıldırım’ı atadı.

Buna karşın Sinan Ateş, MHP içinde faaliyetlerine devam ediyordu. Devlet Bahçeli’ye bağlılığını her fırsatta ifade ediyordu. Ülkü Ocakları’nda güçlüydü ve yeni genel başkan ile arasında gerilim vardı. Sinan Ateş, aynı zamanda Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesiydi.

Sinan Ateş, Ülkü Ocakları Başkanlığı’ndan alınmadan kısa süre önce ‘Yavuz Bahadıroğlu’ takma adıyla yazılar yazan Niyazi Birinci ile Atatürk tartışmasına girmişti. Ülkü Ocakları’ndaki gerilimde AKP ile ittifakın etkisi de vardı. Sinan Ateş’in içinde bulunduğu kesim Atatürk konusunda daha hassas ve Cumhur İttifakı’na tam olarak uyum sağlayamamıştı. Mevcut yönetim ise Türk-İslamcı çizgisinde daha keskindi ve yeni döneme uyumluydu.

                                                                  ***

2022 yılına gelindiğinde Ülkü Ocakları’nın mevcut yönetimi Sinan Ateş’i FETÖ’cü olmak’la suçluyor, fitne çıkartmakla suçluyor.

4 Mart 2022’de Ülkü Ocakları’nın yönettiği Orhun Haber sitesinde ‘Bir ihanet ateşi’ başlıklı yazı yayınlandı ve Sinan Ateş ihanetle ve ‘FETÖ’cülükle suçlandı. Yazıda ocağa girişinin yasaklandığı da anlatılıyordu.

Sinan Ateş’e yakın isimler de artık tedirgindi. Onlardan biri eski Mersin Ülkü Ocakları Başkanı Çağrı Ünel’di. Sinan Ateş ile birlikte o da görevden alınmıştı. Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı ve daha sonra Mersin Milletvekili olan Olcay Kılavuz ile aralarında gerilim yaşanıyordu.

Orhun Haber’deki yazıdan sadece 11 gün sonra eski Mersin Ülkü Ocakları Başkanı Çağrı Ünel’e saldırı düzenlendi. Saldırıyı düzenleyenler Ülkü Ocakları üyesiydi ve Adana’dan üç ayrı araçla gelmişlerdi. Aynı otelde bir gece kalmışlar ve bir banka şubesinden çıktığı sırada Çağrı Ünel’in etrafını sarmışlardı. Biri saldırı anını cep telefonuyla kaydediyordu. Çağrı Ünel, saldırı sırasında ruhsatsız silahıyla ateş açtı, bir kişiyi yaraladı, göğsünden vurulan Emrullah Kaplan hayatını kaybetti.

Yıllardır devletin göz yumduğu saldırılar ölüme yol açmıştı.

Mersin Ülkü Ocakları’nın olaydan sonra yaptığı açıklamada Çağrı Ünel için “FETÖ’cü bir hainin Mersin’de tetikçiliğini yapan katil” deniliyordu. “FETÖ’cü hain” denilen Sinan Ateş’ti.

Emrullah Kaplan’ın ölümünden sonra Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım ise “Bu alçak saldırıyı azmettirip destek olan tüm odaklardan hukuki süreci de yakından takip ederek her türlü hesabı en ağır şekilde soracağız” açıklaması yaptı.

Emrullah Kaplan’ın öldüğü olayla ilgili iddianamede Çağrı Ünel’e yönelik saldırının talimatını kimin verdiği yazılmadı. 10 kişinin Çağrı Ünel’in yerini nasıl tespit ettiği de iddianamede yer almadı. Saldırıyı organize edenlerin bağlantıları, telefon kayıtları da incelenmemişti. Ülkü Ocakları ve MHP üyesi oldukları bile belirtilmiyordu. Devlet yine gözlerini kapatmıştı.

Mersin’deki olaydan sonra 23 Mart 2022’de Efendi Barutçu, ‘MHP Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet Bahçeli’ye açık mektup’ başlıklı yazısına şöyle başlıyordu:

“Lütfen bu akan-ve korkarım ki akacak olan- kanı durdurun. Ahmet Yiğit Yıldırım ve Sinan Ateş’i ivedilikle huzurunuza davet edip kucaklaşmalarını sağlamalı… hareketimizin geleceği açısından bu alicenaplığı göstermeniz beklenmektedir.”

Ancak bu yapılmadı.

Aylardır Türkiye’nin dört bir yanına ziyaretler yapıyordu. MHP ve Ülkü Ocakları kimliğinden vazgeçmemişti. İsmail Saymaz’ın haberine göre; MHP’ye lider olmanın hayalini kuruyordu. Iğdır’a ziyaretinin ardından Iğdır’daki bazı ülkücüler sosyal medya hesabında Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım’ı etiketleyerek şöyle yazmıştı:

“Sen emret Genel Başkanım; Vatanın en doğusundan binlerce YİĞİT’in, bir YILDIRIM gibi tepelerine insin hainlerin.” Sinan Ateş ile görüşen iki MHP’li dövüldü.

                                                                 ***

Kırmızı Pazartesi devam ediyordu ve artık cinayet çok yakındı.

Öyle ki İstanbul Ülkü Ocakları yönetimindeki bazı isimler, Twitter’da fotoğrafını paylaşan Sinan Ateş’e cinayetten sadece günler önce tehditler yağdırmıştı.

Sinan Ateş, İstanbul’da bazıları İyi Parti’ye geçen ülkücülerle buluşmuş ve ‘Davamızın aksaçlılarıyla’ notuyla fotoğraf paylaşmıştı. Fatih Altaylı’nın yazısına göre; yakın çevresine “Benim kalemimi kırmışlar. Haberi geldi. Her an bir şey yapabilirler” diyordu.

Bu nedenle yalnız gezmiyordu. Arkadaşı Selman Bozkurt koruması olarak sürekli yanındaydı ve belinde silah vardı.

30 Aralık günü Cuma namazını birlikte kıldılar. Çukurambar’da yürürken üzerinde iki kişi olan motosiklet yaklaşıp durdu. Motosikletin arkasındaki silahı doğrultup tetiğe bastı. Sinan Ateş yere düşerken Selman Bozkurt silahına davrandı, o da sırtından giren kurşunla devrildi. Sinan Ateş sol bacağından bir, sağ bacağından iki kurşunla vurulmuştu. Bir kurşun karnına bir kurşun ise çene altı boynuna isabet etmişti. Olay yerinde hayatını kaybetti.

Ankara’da çok sayıda güvenlik ve MOBESE kamerasının bulunduğu, polisin eksik olmadığı olay yerinden motosikletli tetikçiler kaçabildi.

DERİN BİR SESSİZLİK

Sonrası çok derin bir sessizlikti.

Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı, akademisyen, önemli bir siyasi öldürülmüştü ama MHP ve Ülkü Ocakları’ndan hiç ses çıkmıyordu. Cinayeti kınamadılar ve taziye mesajı bile yayınlamadılar. Her konuda sert açıklamalar yapan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da Sinan Ateş cinayetiyle ilgili tek kelime etmedi. Saray’dan da açıklama gelmedi.

Sinan Ateş’in Bursa’daki cenaze törenine de hiçbir MHP’li vekil ya da yönetici katılmamıştı. Bu sessizlikte Sinan Ateş’in iki kız çocuğunun cenazedeki ‘Baba’ çığlıkları yankılandı. ‘Kurtların sessizliği, MHP ve Ülkü Ocakları’nda büyük kırılmaya neden oldu. Sosyal medyada çok sayıda kişi MHP’den istifa ettiklerini açıkladı. Sessizliğe karşı tabandan büyük tepki yükseldi ve bu MHP için susarak kapatamayacağı büyük bir soruna dönüştü.

Polis soruşturmasının ilk gününde motosiklet benzerliği nedeniyle bir kişi gözaltına alınıp serbest bırakıldı. Sessizliğin devam ettiği her saat olayın kapatılacağı korkusu büyüyordu. İktidardan olayın tüm yönleriyle aydınlatılacağı sözü verilen Sinan Ateş’in eşi ise siyasi açıklamalar yapmadan soruşturmanın sonucunun beklenmesi çağrısı yaptı. İkinci gün soruşturmanın ilerlediği görüldü. Saldırıda motosikleti kullanan Doğukan Çep gözaltına alınmış ve çok önemli ipucu ele geçirilmişti. Tetikçi Eray Özyağcı ise halen yakalanamadı.

MALTEPE ÇETESİ

Tetikçiler, İstanbul Maltepe Gülsuyu merkezli bir çetenin mensuplarıydı. Sinan Ateş cinayeti aynı zamanda Türkiye’deki mafya düzeni ve siyasi bağlantıları konusunda önemli sonuçlar ortaya koyuyor. ‘Dodo’ lakaplı Doğukan Çep, 2013’te Gülsuyu’nda uyuşturucu çetelerini protesto için yürüyüş yapanlara ateş açmış ve Hasan Ferit Gedik’i öldürmüştü. 2015’te 35 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve yakalama kararı çıkarıldı. Ancak 4 yıl boyunca yakalanmaması büyük soru işaretleri doğuruyor. Onu kimler korudu?

Ayça Söylemez’in haberine göre; ‘Gülsuyu Çetesi’nin silahla yaralama, yağma, insan kaçırma, uyuşturucu ticaretiyle dolu sabıkası var. Ancak bu cinayet halen faaliyetlerine devam edebildiklerini ortaya koyuyor.

Polis soruşturmasının son günlerde ivme kazandığı ve olayın örtülmesine karşı bir direnç olduğunu görüyoruz. Alican Uludağ’ın haberine göre; tetikçiler Doğukan Çep ve Eray Özyağcı, İstanbul’dan Ankara’ya getirildi. Hasan Ferit Gedik’i öldürmekten 35 yıl hapis cezası alan firari Doğukan Çep’in yakalanmaması için şehirlerarası yolculukta nasıl önlem alındığı önemli ipuçları verebilir.

Bir iddiaya göre; tetikçilere Sinan Ateş’i bacağından vurmaları talimatı verilmişti. Selman Bozkurt silahını çekince çatışma çıktı. Ancak tetikçilerin bağlantılarını kurtarmak ve ceza indirimi almak için bu savunma yoluna sık başvurduğunu biliyoruz.

Cinayetten sonra Doğukan Çep’in eski Ülkü Ocaklar Genel Merkezi’nde görevli Tolgahan D. tarafından bir otomobille Gölbaşı’na götürüldüğü iddia ediliyor. İddiaya göre; kamera kayıtlarından bu yolculuk tespit ediliyor. Ancak Tolgahan D. bir MHP’li milletvekilinin evinde bulunuyor. Gözaltına alınan bu kişi milletvekilinin savcıya yaptığı baskıyla aynı gün serbest bırakılıyor. Görevdeki iki özel harekât polisinin tetikçileri Ankara’da karşıladığı ve gözaltına alındıkları da iddia ediliyor.

YÖNETİCİLERE UZANIYOR

Soruşturma Gülsuyu Çetesi’yle geçmişten gelen bağları olan Ülkü Ocakları ve MHP yöneticilerine uzanıyor. Alican Uludağ’ın haberinden öğrendiğimize göre; 20 Aralık’ta MHP İstanbul İl Yönetimi’ne giren Ufuk K. gözaltına alındı. Ufuk K.’nin Maltepe Ülkü Ocakları’nda uzun süre görev yaptığı ve Gülsuyu Çetesi’yle bağlantılı olduğu iddia ediliyor. Ufuk K.’nin Gülsuyu Çetesi’yle cinayetten hemen önce para trafiğinin tespit edildiği öne sürülüyor. Bir iddiaya göre; cinayetten hemen önce Ufuk K.’nin eşinin banka hesabı üzerinden Doğukan Çep’e 3 seferde toplam 97 bin TL gönderildi. Bu paranın izi sürülürse önemli bilgilere ulaşılabileceği ifade ediliyor. Ufuk K. ile Doğukan Çep’in geçmişte bir davada birlikte yargılandıkları da iddialar arasında. Bu dosyanın Yargıtay’da olduğu öne sürülüyor.

Ufuk K. ile bağlantılı ve geçmişte Gülsuyu Çetesi’nin davalarında avukatlık yapan Serdar Ö.’nün de gözaltına alındığı iddia ediliyor. Bu avukat, İstanbul Ülkü Ocakları’nda başkan yardımcılığı görevinde bulunmuştu.

Yine geçmiş dönemde Ülkü Ocakları Genel Merkezi’nde yöneticilik yapan Ömer Ş.’nin de gözaltına alınanlar arasında olduğu öne sürülüyor.

Son iddialara göre; cinayet soruşturmasında 30 kişi hakkında yakalama kararı çıkartıldı ve bunların çoğu Ülkü Ocakları ve MHP yönetiminde bulunan kişiler. Milletvekilinin araya girmesiyle serbest bırakılan Tolgahan D.’nin tekrar gözaltına alındığı da iddia ediliyor. Ancak azmettiricilerin daha yukarılarda olduğu yönünde rivayetler ülkücüler arasında yüksek sesle ifade ediliyor. Cinayet olayıyla bağlantılı milletvekiline dokunulup dokunulmayacağı, Ülkü Ocakları’ndaki bağlantıların tamamıyla aydınlatılıp aydınlatılamayacağı sorgulanıyor.

Devlet Bahçeli’nin dünkü grup toplantısında Sinan Ateş’in adını anmaması parti ve Ülkü Ocakları’ndaki tepkiyi büyüttü. Sessizlikle sular durulacak gibi görünmüyor. Mafya tetikçilerinin kullanıldığı siyasi cinayetten sonra MHP’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Sinan Ateş’in öldürülmesinin önemli siyasi sonuçları da olacak gibi…

 Timur Soykan / BİRGÜN

11 milyon Avro alan AKP’li vekil - Murat Ağırel / Cumhuriyet

 


“Paranın, insana işletemeyeceği suç yoktur” der Thomas More “Ütopya” adlı kitabında.

Günümüzde siyaset aracılığı ile devlet kurumlarının gücünü ele geçirenlerin para uğruna neler yaptıklarını, elde ettiği gücü nasıl menfaati için kullandığına tanık oluyoruz.

Bir önceki yazımı okuduğunuzu düşünüyorum. 

Okumadıysanız da özetle insanların sağlığı para uğruna hiçe sayılarak sahte ilaçlar üretildiğini ve dünyanın çeşitli ülkelerine ve bizatihi devlet kurumu olan Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) satıldığını yazmıştım.

Okuyamayan değerli okurlar için konuyu tekrar kısaca hatırlatmam yararlı olacaktır. Zira birazdan anlatacağım istifa dilekçesi ve sonrasında yaşananlar başka ülkede olsa değil bakan, hükümeti bile istifa ettirir.

Sosyal Güvenlik Kurumu’nda yurt dışı sağlık hizmetleri daire başkanı olarak görev yapan Fatih Çırakoğlu’nun istifa mektubuna ulaştım. Türkiye’de artık istifanın yerini “Affımı istedim” aldı. Hatta görevden alınanların teşekkür ettiğini dahi gördük.

Ancak Çırakoğlu istifa etmiş sadece bununla da kalmamış adeta kurumda yaşananları, kurulan düzeni ifşa etmişti.

Kendisine ulaştım ve istifa mektubunu sordum. Mektubu doğruladı. Mektubun içeriği hakkında sorular sordum cevaplamak istemediğini belirtti. Ben iddiaların peşine düştüm ve istifa mektubunda bulunan çoğu kişi ile görüştüm. Aynı zamanda kurumun içerisindeki kişilere iddiaları sordum. 

Karşıma kocaman büyük rezalet çıktı.

Anlatayım...

DAİRE BAŞKANI BASKILARDAN DOLAYI AKCİĞER KANSERİ OLMUŞ

Fatih Çırakoğlu, 2019 yılında İbni Sina Sağlık Sosyal Güvenlik Merkezi müdür vekili olarak çalışırken Aralık 2021 tarihinde yurt dışı sağlık hizmetleri daire başkanı oldu. Görev aldığı ilk yıl ithal edilen ilaçlarda 240 milyon Avro tasarruf edildiğini belirtmiş mektubunda. 

Sadece bir yılda tasarruf edilen rakam 240 milyon Avro!

Daire başkanı o kadar çok baskıya maruz kalmış ki iddiasına göre baskılardan ve mobbingden akciğer kanseri olmuş ve ameliyat geçirmiş.

Çırakoğlu’na göre kuruma ilk baskı GENOTEK isimli firmadan yapılıyor. Dünyada o zaman ulaşılması çok zor olan ve kemik iliği naklinde kullanılan “Melphalan” isimli ilacı SGK fiyatından daha pahalıya almaları isteniyor. Kurumu o dönemde Arjantin ile anlaşma sağlamış ama anlaşma bilgisi o zaman birileri tarafından eski AKP Milletvekili Şükrü Ayalan’a sızdırılmış.

“Şükrü Ayalan” ismini aklınızda tutun...

İstifa mektubunda aynen şu şekilde yer alıyor bu durum:

“Üretici olan Hernan firması stoklarındaki tüm ilacın Şükrü Ayalan ve ortağı Birol Taşkara’nın peşin para göndererek alındığını bildirdi. Biz başka bir aracı bulduk ve ilacı Hollanda’dan alıp, aldığı fiyata SGK’ya verdirdik. Kriz çözüldü ama Şükrü Ayalan’ın bize ve kuruma karşı kini de başladı.”

Araştırdım.

Bahse konu GENOTEK firmasının kurucusu Ticaret Sicil Gazetesi’ne göre Birol Taşkara. Firma daha sonra el değiştirmiş. Şu andaki sahibi ise Berk Deryal. Sonrasında Birol Taşkara bu firmadan ayrıldı. 

 Firma hakkında bilgi toplarken edindiğim bilgiye göre gelişen bir dizi olaylar sırasında Birol Taşkara’nın kafasına silah dayandığı ve 11 milyon Avro alındığı iddia edildi.

 “İSPAT EDİLEN HER TÜRLÜ YAPTIRIMA RAZIYIM”

AKP’li vekilin ortağı Birol Taşkara’yı aradım, yaşananları sordum. 

Söz konusu iddiaları doğrulayarak yaşananların tamamı hakkında suç duyurusunda bulunduğunu daha sonra araya girenler olduğunu ve şikâyetini geri çektiğini anlattı. 

GENOTEK firmasının o dönemde kendisine ait olduğunu aktardı ancak Şükrü Ayalan’ın firmasında ortaklık yapmadığını söyledi. O dönemde Ayalan’a sadece danışmanlık hizmeti verdiğini söyledi.

Bu iddiaların ardından bir de Şükrü Ayalan’ı aradım. 

Birol Taşkara’nın kendisine “kazık attığını” söyledi. 50 Avroluk ilacı 3750 Avro’ya sattıkları iddiasını yalanladı. GENOTEK firmasında da danışmanlık yapmadığını söyledi. Kıbrıs’taki şirketin ise hiçbir iş yapamadan kapattığını anlattı. Hiç kimseyi de töhmet altında bırakmayacağını aktaran Ayalan, iddiaları reddetti.

Hatta televizyonda da anlattıklarımın tamamının doğru olmadığını, hiçbir şirkete danışmanlık yapmadığını, şeffaf olduğunu söyledi.

Gazeteci olarak “Araştırın” dedi. “Benim bir kişi ile ortaklığımı veya görüştüğümü ispat ederseniz her türlü yaptırıma razıyım” ifadelerini kullandı.

 Burada virgül koyup yazının ilerleyen kısmında Şükrü Ayalan konusuna tekrar döneceğimizi belirtmek istiyorum.

İŞTE O SUÇ DUYURUSU BELGESİ:

KAFASINA SİLAH DAYADILAR

 Savcılığa yapılan suç duyurusuna göre eski AKP’li vekil Ayalan, 8 milyon Avro aldığı ortağının kafasına silah dayattı yetmedi, üstüne dövdürttü ve 3 milyon dolarlık senet imzalattı.

“SEN KİMSİN DE İKTİDAR PARTİSİNİN GENEL SEKRETER YARDIMCISININ FİRMASINA MEYDAN OKUYORSUN”

Kurum yetkililerine yani SGK’ye Fatih Çırakoğlu’nun istifa mektubunda belirttiği veya belirtmediği başka hangi baskılar olduğunu sordum.

Tek tek sıraladılar.

Anlattıklarına göre bir gün AKP Genel Sekreter Yardımcısı Yasin Bölükbaşı aradı.

“Tamiep” isimli firma ile ilaç tedariki yapıyordu. Devlet için güzel işler de yapıyordu bu firma. Fatih Çırakoğlu’nu aradı ve 1.5 yıllık sipariş vermesini istedi. İbni Sina Sağlık Sosyal Güvenlik Merkezi müdür vekili olan Çırakoğlu, altı aylık siparişi alamayacağını söyledi. Firmanın diğer ortağı Sertaç adlı bir kişiydi.

Bu Sertaç adlı kişi, Fatih Çırakoğlu’na, “Sen kimsin de iktidar partisinin genel sekreter yardımcısının firmasına meydan okuyorsun” diyerek bağırdı ve kavga çıktı. Fatih Çırakoğlu da yumrukla karşılık verdi.

Bahse konu firma DFL İlaç Ecza Deposu adlı firmanın altında faaliyet gösteriyor. Ticaret Sicil Gazetesi’ne göre firma ortakları Sertaç Bahar ve Yasin Bölükbaşı...

Böyle olunca AKP Tanıtım ve Medya Başkan Yardımcısı Yasin Bölükbaşı ile görüştüm.

Altı aylık, bir yıllık siparişlerin söz konusu olmadığını dile getirdi. Böyle bir pazarlığa girebilmelerinin teknik olarak mümkün olmadığını söyledi. Söz konusu harcamalarda devlete çok büyük bir tasarruf sağladıklarını da söyledi. Ayalan’ın da içerisinde olduğu 50 Avro yerine 3 bin 750 Avro’ya ilaç alındığı iddialarını doğruladı.

Bakın doğruladı diyorum!

Ama AKP’li Şükrü Ayalan’ı da savundu.

“Rakamlarını bilmem ama Şükrü Bey çok ısrarcı olmadı o konuda” ifadelerini kullandı. “Fatih Bey iyi bürokrattı” diyen Yasin Bölükbaşı, “Ben de çok savaştım Murat Bey” dedi. 

Fatih Çırakoğlu’nun istifa mektubunda, ilaç alımları için baskı yapmak adına cumhurbaşkanı Danışmanının danışmanı olan Eda Bıyık adlı bir kişinin aradığı belirtiliyordu.

Yine kurumu arayarak baskı yaptığı iddia edilen isim Bayram Bilgin bakan yardımcısı Ahmet Erdem referansıyla kuruma geldiği iddialar arasındaydı. 

Buradaki tartışmalarla ilgili mahkeme halen devam ediyor. 

Ama isimler bitmiyor. 

Daha kimler kimler var yazacağım.

Murat Ağırel / Cumhuriyet

 DEVAMI YARIN: AKP’Lİ VEKİL AKP’Lİ VEKİLİ İFŞA ETTİ

Devlet korumasındaki çocuklar neler yaşıyor? İstismar ve uyuşturucu listesi! + Devlet korumasındaki çocuklara istismar dosyası: 'Yasal süre geçmemişse kürtaj yapılıyor' (SOL)

 


Devlet korumasındaki çocuklar neler yaşıyor? İstismar ve uyuşturucu listesi! 

Devlet korumasında olan çocukların maruz kaldıkları istismar vakalarının dosyası ortaya çıktı.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın sitesinde yer alan veriye göre 2021 yılında 13 bin 302 çocuk devlet koruması altındaydı. Bu çocukların 6 bin 160’ı çocuk evleri sitesinde, 5 bin 649’u çocuk evlerinde, bin 493’ü ise çocuk destek merkezinde kalıyor.

Halktv'den Seyhan Avşar'ın haberine göre, çocuklar kaldıkları evlerde istismara maruz bırakılıyor, uyuşturucu kullanıyor. Sık sık yurttan kaçıyorlar. Kendilerinden yaşça büyük kişiler tarafından para karşılığı 'pazarlanıyorlar.' Kimisi daha kendisi çocukken hamile bırakılıyor. Aralarında kürtaj olan da var, bebeğini dünyaya getiren de….

Koruma altında olduğu yer : Beykoz Çocuk Destek Merkezi (ÇODEM)

M.K. isimli çocuk 2018 yılında eniştesi tarafından cinsel istismara maruz bırakılarak hamile kaldı. Beykoz ÇODEM’e yerleştirildi. 22 Aralık 2021 tarihinde kendisiyle kalan arkadaşı C.N.K. ile beraber 'Okula gidiyoruz' diyerek ÇODEM’den kaçtılar. Bir arkadaşlarının evine gittiler ve ilk kez alkol kullandılar. Sarhoşken evde bulunan 34 yaşındaki bir erkek tarafından ikisi de tecavüze maruz bırakıldı. 

Koruma yeri: Beylikdüzü ÇODEM

O dönem 15 yaşında olan F.U. isimli çocuk bir gece yurtta fenalaştı. Bu olay üzerine başlatılan soruşturmada bir başka çocuğun kuruma uyuşturucu madde soktuğu ve diğer çocuklara ücretsiz verdiği tespit edildi. Çocuğun üst aramasında da uyuşturucu bulundu. Olayla ilgili dava açıldı. Ancak uyuşturucunun böyle bir ortama nasıl sokulduğu ya da uyuşturucu maddeyi kuruma sokan çocuğun kullanmaya nasıl başladığı hiç araştırılmadı.

Koruma yeri: Kemerburgaz Çocuk Merkezi

K.C. isimli çocuk yurttan kaçtı. Emniyette verdiği ifadesinde, “Para karşılığı erkeklerle birlikte oluyorum. Erkekleri yurttan tanıdığım ve yaşça benden büyük olan M. buluyor. Bana 50 TL veriyor. Kaçak olduğum sürede 4-5 evde kaldım. Taksim Meydanı’nda ve Gezi Parkı’nda kaldığım da çoktur. Uyuşturucu kullanıyorum. Bir ay içinde bin kişi ile ilişkiye girmiş olabilirim. Parayı aldıktan sonra kendime 50 TL alıp gerisini M.’ye veriyordum” dedi. K.C. şu an bir suçtan tutuklu ve görgü tanıklarının anlatımına göre hamileydi. Şu an çocuğunu doğurmuş olması gerekiyor.

Koruma yeri: Bahçelievler 80. Yıl ÇODEM

H.D.G. adlı çocuk bir gün aynı kurumda tanıştığı başka bir çocuk tarafından telefonla aranarak doğum gününe davet edildi. Kendi beyanına göre; gittiği doğum gününde evde hiç tanımadığı bir adamla baş başa bırakıldı. Kapısı kilitlenen evden kaçamadı. Direnmesi üzerine elleri, ayakları bağlandı. Tecavüze maruz bırakıldı. 2 ay boyunca o evde alıkonuldu. Sonrasında tehditle uyuşturucu madde sattırıldı.

Koruma yeri: Florya ÇODEM

Bu kez maruz bırakan da maruz bırakılan da bir çocuk. İkisi de aynı merkezde kalıyor. C.D. isimli çocuk ifadesinde kendisinden 2 yaş büyük E.D. isimli çocuğun yemekhanenin ve sosyete pazarının orada kendisini istismara maruz bıraktığını şu sözlerle anlatıyor:

“Canım acıdı. 'Kimseye söyleme seni döverim' dedi"

Peki sonra ne mi oldu? İstismarı yaşayan C.D. başka bir çocuğa yaşadıklarını yaşatmaya çalıştı.

Koruma yeri: Marmara Çocuk Destek Merkezi

M.G. isimli çocuk uyuduğu sırada kendisinden yaşça büyük olan D.K. isimli çocuğun istismarına maruz kaldı. Acı ve kan içerisinde uyanan çocuk şikayetçi oldu.

Koruma yeri: Beykoz ÇODEM

Çocuk, yurt görevlileri tarafından götürüldüğü hastaneden ticari taksiye binerek kaçtı. Kalacak yerinin olmadığını söyleyen çocuğa “Sana yer ayarlayacağım” diyen taksi şoförü evine götürdü. Burada tecavüze maruz bırakıldı. Evden ayrılan çocuk taksiciye, “Seni tekrar arayabilir miyim?” diyerek numarasını aldı ve emniyete gitti. Taksici böylelikle tespit edildi.

Koruma yeri: Alibeyköy ÇODEM

Y.A. kendisiyle ÇODEM’de kalan başka bir çocuk aracılığıyla kendisinden 9 yaş büyük E.Ç. ile tanıştı. Yurttan kaçan Y.A. bu şahsın evine gitti. E.Ç. çocuğa uyuşturucu madde içirip çocuğu tecavüze maruz bıraktı. Bu olay yıllar sonra yargıya taşındı. Sanık E.Ç. suçlamaları reddederek, “Hal ve hareketlerini beğenmedim. Başka erkeklerle yatıp kalktığını duydum. Görüşmek istemedim” dedi.

Koruma yeri: Beylikdüzü ÇODEM

C.K. isimli çocuk ise bir pazar günü yurttan izinli olarak çıktı. Gürpınar Sahilinde daha önceden tanıştığı kişiyle buluştu. Bu şahıs C.K.’yi bir gecekonduya götürerek tecavüz etti.

                                                           /././

Devlet korumasındaki çocuklara istismar dosyası: 'Yasal süre geçmemişse kürtaj yapılıyor'

Devlet korumasındayken istismara maruz kalan çocukların yaşadıklarına ilişkin Çocuk Destek Merkezi'nin iki çalışanından açıklama geldi.

Devlet korumasındaki çocukların maruz kaldığı istismara ilişkin çok sayıda örnek ortaya çıkarken, Çocuk Destek Merkezi (ÇODEM) görevlisi iki isim, Halktv'den  Seyhan Avşar'a açıklamalarda bulundu. Bir ÇODEM çalışanı, istismar vakasına dair soruya verdiği yanıtta, "Yurda gelen çocuklarda ne yazık ki hamilelik vakası oldukça fazla. Hamile çocuklara yasal süre geçmemişse kürtaj yapılıyor. Hatta en çok Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde kürtaj işlemleri yapılıyor. İstismara uğrayan çocukların pek çoğu akrabası tarafından istismara uğramış oluyor. Amcasının oğlu, amcası, dedesi… Kurumda kalırken hamile kalan çocuklarda ne yapılması gerektiği ise çocuğun vasisine sorulur. Ama büyük çoğunlukla o çocuklara da kürtaj işlemi yapılıyor. Hamile çocuklar genellikle Kemerburgaz ÇODEM’e götürülüyor"  dedi.

Açıklamalardan bir bölüm şöyle:

Çocuklar neden yurttan kaçıyor?
Birinci çalışan: Çocuklar hayatın gerçekliğinden çok uzaklar. Kurumdan kaçarken kendi hayatlarını kurabileceklerini, her şeyi güzel olacağını, özgür bir yaşamlarının olacağını sanıyorlar. ÇODEM’lerde basamak sistemi denilen bir şey var. Çocuklar bu sisteme göre ödüllendiriliyor. Mesela uyulması gereken kurallara uymayan çocuklar telefon, internet gibi haklardan yararlanamıyor. Okuldan dönmeleri gereken saat dilimlerine vs. uymak zorundalar. Ancak bu çocuklar disipline, kurallara alışık değiller. Mesela, ‘Onlara akşam evde olacaksın’ diyen birileri olmamış ki. Aileleri zaten bu çocuklara bakmamış. Çoğunun ailesi ya hapiste ya da uyuşturucu bağımlısı… Fare, pire dolu evlerde yaşamak zorunda kalıyorlar. Kontrol mekanizmasına daha önce tabi olmamış çocuklar kuruma gelip bu mekanizmayla tanışınca zorlanıyor. Kız çocukları özellikle kandırılmaya çok müsait oluyor. Başka bir hayat kurma istekleri var. Onlara biraz sevgi, ilgi gösterene kanıyorlar. Şunu da özellikle söylemek istiyorum. Çocukların kaçması kurumdan sebep değil. Ancak kaçan çocukların korunamaması devletten sebep.
İkinci çalışan: Kurumlarımızın şartları kötü değil. Çocukların bazıları uyumsuz olduğu, bazıları ise özgürlük istediği için kaçıyor. Kimileri ise kandırılıyor. Suç çetelerinin eline düşüyor. Önüne geçemiyoruz.

Kaçan çocuk için ne yapılıyor?
Birinci çalışan: Bir çocuk ÇODEM’de kaybolduğu zaman çalışanların yapabileceği hiçbir şey yok. Tek yapılabilecek şey polise kayıp başvurusu yapmak.
İkinci çalışan: Ev annesi eğer çocuğun evde olmadığını tespit ederse hemen polise kayıp başvurusu yapılır. Onun dışında bir şey yapamayız.

Bulunabiliyorlar mı?
Birinci çalışan: Genellikle polis buluyor ya da çocuk kendisi dönüyor. Mesela çocuk bir süre biri ile kalıyor ve o kişi bir müddet sonra onu istemiyor, kovuyor. Kovulan çocuk kuruma geri dönüyor çünkü kurumdan geri çevrilmeyeceğini biliyor.
İkinci çalışan: Hepsi dönüyor. Biliyorlar ki bu kapı yüzlerine kapanmaz.
Peki kaçan çocuklar dış dünya ile nasıl iletişim kuruyor? Telefonları var mı?
Birinci çalışan: Telefon konusu yurttan yurda değişiyor. Mesela güvenilen çocuklara telefon hakkı veriliyor. Bazı çocukların aileleri şov olsun diye çocuğa telefon alıyor. Ancak hocalar sorunlu çocuklara telefonu vermek istemiyor. Bu kez çocuklar ikinci el telefon alıp gizli kullanmaya başlıyorlar.
İkinci çalışan: Bazen sorumsuz aileleri onlara telefon alıyor. Bazıları kendisi ikinci el alıyor. Sorun telefon değil ki.

Hamile kız çocukları vakası da oldukça fazla değil mi? Bu çocuklara ne oluyor?
Birinci çalışan: Yurda gelen çocuklarda ne yazık ki hamilelik vakası oldukça fazla. Hamile çocuklara yasal süre geçmemişse kürtaj yapılıyor. Hatta en çok Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde kürtaj işlemleri yapılıyor. İstismara uğrayan çocukların pek çoğu akrabası tarafından istismara uğramış oluyor. Amcasının oğlu, amcası, dedesi… Kurumda kalırken hamile kalan çocuklarda ne yapılması gerektiği ise çocuğun vasisine sorulur. Ama büyük çoğunlukla o çocuklara da kürtaj işlemi yapılıyor. Hamile çocuklar genellikle Kemerburgaz ÇODEM’e götürülüyor.
İkinci çalışan: Haftası geçmemişse kürtaj yapılıyor. Bazı çocuklar kendi imkanlarıyla bazı çocuklar yetkililerin yardımıyla kürtaj yapılıyor. Geniş bir ağ var işin içinde. Hastane, doktor, hemşire. Verilere gizleniyor. Yurtta kalırken hamile olan çocuklar doğurunca bebeği kendisinden alınıp bebek evine veriliyordu. Ama şimdi anne ve bebek beraber kalıyor.

Soruşturma dosyalarında bazı yurt memurlarının yaşanan vakaları gördüklerini ama sessiz kaldıklarını gördüm. Bu nasıl olabilir?
Birinci çalışan: Memurlar konuşamaz çünkü karşısındaki sadece o çocuk değil. Çok fazla uyuşturucu kartellerinin elinde olan çocuk var. Zeytinburnu ve Beylikdüzü ÇODEM bu anlamda çok sıkıntılı. Düşünün o çocuk zaten çok güçlü olmasa yurda uyuşturucu sokup satmaya çalışmaz. Ayrıca bir çocuk bir şeylere güvenmeden bu kadar kuralları çiğnemez.
İkinci çalışan: Memurlar başlarına dert açmak istemiyor olabilir ki çok haklılar. Gerçekten çekilecek dert değiller.

Peki akran zorbalığı çok yaşanan bir durum mu?
Birinci çalışan: Akran zorbalığı yaygın. Ancak akran zorbalığı okullarda da çok yaygın. Kurumdaki çocuklar birbirine çok bağlanabiliyor. Sosyal anlamda birbirlerine çok yatırım yapabiliyorlar çünkü duygusal yatırım yapabilecekleri bir aile yok. Bu nedenle çocuklar abla olarak gördükleri kişiye çok yaslanabiliyorlar. ‘Biri benim arkamda dursun’ diyerek çok güvendikleri ablaların her dediğini yapabilirler.

İkinci çalışan: En büyük sorun bu. Akran zorbalığı yaşadığı için şiddete, istismara uğrayan çocuklar oluyor. Yaş grupları eski yıllardaki gibi değil, düzenlendi ama çözüm olmadı. 

(SOL)