2 Nisan 2023 Pazar

Siyanürlü fındık ezmesi! - Özer Akdemir / EVRENSEL

 

                                                                                                                      Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

2012 yılının eylül ayında Ordu Fatsa’ya bir çevre paneline konuşmacı olarak gitmiştim. Fatsa Kültür Sarayı’nda yapılan panel Ordu Doğa ve Yaşam Alanlarını Koruma Platformu ve Derelerin Kardeşliği Platformu tarafından gerçekleştirilmişti. “Fatsa Bergama Olmayacak” adıyla yapılan panelde benim dışımda Metalürji Yüksek Mühendisi Cemalettin Küçük ve Derelerin Kardeşliği Platformu Dönem Sözcüsü Ömer Şan da konuşmacıydı.

VAHŞİ MADENCİLİK ÖRNEKLERİ

Panelde emperyalist madenciliğin ülkemize bıraktığı mirasları görseller eşliğinde anlatmıştım. Bergama, Uşak, Kaz Dağı, Balya ve Lefke başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yapılan ve yapılmak istenen siyanürlü altın işletmeciliğinin doğaya verdiği zararların fotoğrafları Fatsa’yı bekleyen tehlikenin boyutlarını da gösteriyordu.

Yüksek lisans tezini siyanürlü altın madenciliği üzerine yapan Cemalettin Küçük de ülkemizde ve dünyada uygulanan vahşi madencilik örneklerinin yanı sıra Macaristan ve Romanya gibi ülkelerdeki altın madenleri ve buralarda meydana gelen kazaları anlatmıştı. Küçük, siyanürlü altın işletmeciliğindeki olumsuz etkilerin işletmenin bulunduğu alanla sınırlı olmadığını, tüm bölgeyi etkilediğini dile getirmişti.

                                                                                                               Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


FINDIK BAHÇESİNE ALTIN MADENİ

Panelin ardından iki araçla Bahar Madencilik ve İngiliz Stratex şirketinin ortak olduğu Altıntepe Madencilik tarafından işletilmek istenen altın madeninin çevresindeki köyleri gezdik. Maden işletmelerinin kurulacağı tepe Ünye ve Fatsa arasında, tamamı çam ormanı ve fındık ağaçları ile kaplı bir alandı.

Tepe üzerinde şirketin işletme tesislerini kurma çalışmaları başlamış, fındık bahçeleri yok edilip, alan tıraşlanmıştı. Yeşillikler arasında kaybolmuş köylerin tam karşısında, gittikçe büyüyen bir kellikti henüz madenin bulunduğu yer. Tabii şirket maden için çalışmalara başlamadan önce “ikna ekipleri”ni bölgeye göndermiş, başta köy muhtarları olmak üzere yerel iş birlikçilerini çeşitli biçimlerde ikna etmişti.

Biz o gün köylerde gezip, bir yandan da Hayat Televizyonu Çepeçevre Yaşam programı için çekimler yaparken “Bu maden bize iş verecek, size ne bizim buradaki madenden” diyen birisi çıktı karşımıza. Hatta muhtarı telefonla arayarak “Gazeteciler, çevreciler geldi, madene karşı çekim yapıyorlar” diye bizi güya ihbar etti. Sonradan öğrendik ki bu maden yanlısı ihbarcı, muhtarın kardeşi imiş. Muhtar da bu telefonun ardından çok geçmeden geldi zaten. “Her yerin bir çobanı, korucusu vardır. Bana bilgi vermeden, izin almadan nasıl köyüme girersiniz!” diye efelenen muhtarı yanımızda gelen yöre halkından arkadaşlar zor sakinleştirdi. İkide bir gözümüze sokmaya çalıştığı belindeki şişkinlikten silahlı olduğunu anladığımız bu kabadayı muhtarla fazla yüz göz olmadan madenin çevresindeki diğer köyleri gezmek için oradan ayrıldık.

MUHTARLARI İKNA TARİFESİ

Gezdiğimiz köylerde köylülerin hepsi altın madenine karşı olduklarını söylüyorlar, doğalarının yok edilmesine, kendilerinin buna dair görüşlerinin bile alınmamasına tepki gösteriyorlardı. Öte yandan, şirket uzun zamandır gerek devlet kurumlarını arkasına alarak, gerekse muhtarlar ve köyden ikna ettikleri iş birlikçileri ile işini sağlama almıştı. Birkaç yıl içerisinde cehenneme çevirecekleri bu güzelim yöreye tırnaklarını sağlam biçimde geçirdikleri görülüyordu.

Aslında altın madencilerinin bu “ikna” yol ve yöntemlerini çok iyi tanıyorduk. Bergama’dan, Kışladağ’dan, Kaz Dağı’ndan, Efemçukuru’ndan biliyorduk biz bu yöntemleri. Mesela Bergama’da köy muhtarlarına kooperatif kurdurmuşlar şirketin işçi servisini yaptırıyorlar, karşılığında madene yönelik olumsuz söz ve eylemlere ilk göğüs geren kişiler olmasını istiyorlardı. Öyle de oluyordu zaten.

Köyünü köylüsünü değil, önüne konan paraları tercih edecek onursuzluğu ve suçu işleyen bu kişilerin her dönem değişen bir bedelleri vardı. Mesela, yıllar önce termik santral kurulmak istenen Çine’nin Gökyaka köyü muhtarı şirketin kendisine 150 bin lira teklif ettiğini bizim kameralarımıza açıklamıştı. Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz bu onurlu muhtar, o zamanlar için çok büyük bir para olan (günümüzün 1.5 milyonu aşağı yukarı) elinin tersiyle itmiş, kendisine yapılan rüşvet teklifini de ifşa etmişti.

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel


DEVLET DİŞİNİ KÖYLÜYE GÖSTERDİ

Ordu Fatsa’ya 2012 yılındaki o panelin ardından 2014 yılında bu sefer madene karşı protesto mitingi için gitmiştim. Maden faaliyete başlamış, o tepelere gittikçe yayılmış, iki yıl önce fındıklık olan tepenin büyük bölümünü dümdüz etmişti. Maden çevresinde yine çekimler yaptık, köylülerle konuştuk. Köylüler kan ağlıyordu! Madendeki patlatmalar ve ağır tonajlı kamyonlar nedeniyle evlerinin duvarları çatlayan, sebze-meyveleri toz içinde kalan, gürültüden uyuyamayan köylüler, feryat figan ediyorlardı.

Madene karşı başlattıkları nöbete jandarma müdahale etmiş, nöbet çadırı kaldırılıp, madenin önünde basın açıklaması yapan 90 köylü ifadeye çağrılmıştı. Anayasa’nın 56. maddesinde belirtilen “Sağlıklı ve temiz çevrede yaşama herkesin hakkıdır. Bunu sağlamak devletin ve vatandaşların ödevidir” ilkesini yaşama geçirmek için çabalayan köylülere devlet dişini göstererek, “Biz sizin değil bu şirketlerin devletiyiz” mesajını vermişti.

KİRLENEN SADECE DOĞA DEĞİL!

Geçtiğimiz günlerde, Fatsa-Ünye arasındaki madenden siyanürlü atıkların doğaya karıştığına dair haberleri ve kırmızı bir sıvı şeklinde akan kimyasal atıkların görüntüsünü izleyince aklıma o günler düştü. Bu siyanürlü atıkların nereye kadar yayıldığı, yöredeki tarıma, suya, canlı yaşamına ne kadar zarar verdiği henüz net değil. Net olan o günün fındık kaplı tepelerinden bugüne eser kalmadığı... Fındık bahçeleri altın madeninin iş makineleri tarafından ezildi, adeta siyanürlü fındık ezmesi haline geldi! Bize o gün posta koyan köy muhtarı ne durumdadır acaba? Umarım yaşıyordur ve umarım vicdanı rahattır!..

Maden, verilen hukuk mücadelesine rağmen hukukun sermaye karşısında doğayı ve halkı koruma gücünün neredeyse sıfırlanmış olması nedeniyle yıllardır çalışıyor. ÇED raporları ile ilgili açılan davalar mahkeme koridorlarında tozlanadursun şirket kapasite arttırmak için her yolu deniyor. Şirketin 10 yılı aşkın bir süredir yörede verdiği zarar bir yana bölge açısından nasıl bir saatli bomba olduğu son siyanür kazası ile bir kez daha görüldü.

Fatsa’daki altın madeninde olduğu gibi sermaye girdiği yerde sadece doğayı kirletmiyor. Paranın gücü ve siyasi erkin desteği ile hakkı, hukuku ve adaleti de kirletiyor. Bu kirlilik doğaya olduğu kadar hukuk ve bir bütün olarak toplumsal yaşama da bulaşıyor.

Özer Akdemir / EVRENSEL



Yapay zeka çağı başladı mı? (EREN ORHAN-SOL/Görüş) + Avrupa'da yapay zeka önlemi: ChatGPT İtalya'da yasaklandı (SOL)

Yapay zeka çağı başladı mı? 


'Yapay zekanın emekçi yığınların ve insanlığın çıkarına hizmet ve mal üretiminde konumlanabilmesi sınıf mücadelelerine bağlı.'


Bir önceki hafta sermaye imparatorluğunun tepelerinden insanlığa seslenildi. Bill Gates LikedIn hesabından “Yapay Zeka Çağı Başladı” başlıklı bir makale1 yayımlayarak eşitsizliklerin azalacağını ve bu gelişmenin bir çok soruna çözüm olacağını “müjde”ledi.

“Yapay Zeka” kavramına kendince getirdiği tanımlamanın ardından ChatGPT2 övgüsüne geçiyor ve ChatGPT gibi yapay zeka sohbet botların “üretimde verimliliği” nasıl arttıracağına dair fikirlerini paylaşıyor. Bunların yanında sağlık, gıda ve eğitim alanında yaratacağı gelişme düzeylerinden bahsederken utanmazca Afrikalı bir çocuğun tedavi altındaki görüntülerine yer veriyor. En nihayetinde tüm dünya ülke yönetimlerini “yapay zeka” içerikli girişimleri desteklemeye çağırıyor. Bu konuda da elini cebine atan emekçiler olsun istiyor.

Bu girişin ardından Yapay zeka çağı başladı mı?” sorusuna cevap aramaya ve makalenin satır başlarından hareketle tartışmaya başlayabiliriz.

Bu makaleyle fikir dünyamıza zerk edilmeye çalışılan ana söylem şu; insanlığın bu zamana kadar yaşadığı sorunların, eşitsizliğin ve adaletsizliğin temel sebebi teknolojide yeterince ilerlenememiş olunması. İnsanlık tarihine bakışta “teknolojik determinist” bir pozisyona sahip bu görüş ucuz bir kapitalizm aklama çabasından fazlası değil.  
Öte yandan Bill Gates tüm sermaye sınıfı adına bir on yıl daha süre talep ediyor; her şeyin daha iyi olması için. Ve bu noktada tüm sorumluluğu yapay zeka fenomeninin üzerine atıyor; sonunda geldi ve hepimizi kurtaracak! İnsanlığa da üretim ilişkileri bağlamından koparılmış soyut bir yapay zeka fenomeniyle oyalanmak kalıyor. Yok öyle yağma!

Geçiniz on yılı sermaye sınıfının bakiyesi her gün bir önceki günden daha ivmeli biçimde eksiye iniyor. Bankaları batıyor, düzeni yönetmeye aday siyasi iktidarlar çok kısa sürelerde yerini bir başkasına bırakıyor, küreselleşme iddiasındaki ekonomiler ulusal ölçekte yeniden yapılanmaya başlıyor, dünyanın belirli bölgelerinde sıcak savaş çıkarılmadan diplomatik sorunlar halledilemiyor.

Meselenin temelinde yapay zekayı da bir üretim aracı olarak kapsayan, karakteristik özelliğini canlı emeğin ücretlendirilmesinden, dolayısıyla sömürülmesinden alan kapitalist üretim ilişkilerinin içinde bulunduğu küresel bir kriz var.

Patronlar çalışana ödedikleri ücretten fazlasını yine ondan piyasa mekanizmasıyla geri alarak kasalarını dolduruyor. İnsanlığın artık hemen hemen bütün ihtiyaçları bu piyasa mekanizması tarafından içerilmiş durumda. Bu yüzden sağlık, gıda, barınma, eğitim vb. temel ihtiyaçlar canlı emeğin sömürüsüne dayalı bir kar konusundan ibaret.

Bill Gates’in bu başlıklarda yapay zekaya atfettiği kendiliğinden olumlu rolün, pratikte hiç ama hiçbir karşılığı yok. Yapay zekanın emekçi yığınların ve insanlığın çıkarına hizmet ve mal üretiminde konumlanabilmesi sınıf mücadelelerine bağlı. 

Örneğin makalede, sağlık alanında yaratacağı kolaylıklardan bahsedilirken, beyin tomografisi inceleyip potansiyel tümör analizi yapan yapay zeka hizmetinin ücreti hakkında bir bilgi göremiyoruz ya da Afrika’daki gıda sorununa yapay zekanın tasarladığı ve planladığı tarımsal faaliyeti çözüm olarak sunarken bu ülkelerin ilk girdi maliyetlerini bile karşılayamayacak olmalarından, sebebinin de yeraltı ve yerüstü kaynaklarının yüzyıllardır Batılı emperyalistler tarafından yağmalanması olduğundan hiç bahsedilmiyor. 

Kapitalizm ve patron sınıfının varlık koşulu canlı emeğin sömürülmesidir. İnsan emeğinin yerini alacağı söylenen yapay zekalı robotlar ne ücretlendirilebilirler ne de piyasa mekanizmasında bir tüketici olarak konumlandırılabilirler. Kapitalizmin ontolojisinde tam otomasyonu sağlamak ya da yapay zekalı robotların neredeyse tümüyle hakim olduğu toplumsal üretimi yaratmak ve bu vesileyle insanlığın sorunlarını çözme yeteneği yok. En fazla emperyalizmin merkez ülkelerinde rekabet arttırıcı bir unsur olarak lokal örnekler yaratabilirler. 

Oysa ki tam otomatik üretim süreci özellikle insan canının sürekli tehlikede olduğu madencilik gibi alanlarda elzemdir ya da fiziksel angaryaya dayalı işlerin ve hatta zihinsel emek gerektiren tek düze işlerin neredeyse hepsini yapay zekaya emanet edebilir ve tüm insanlığa gönüllerince harcayabilecekleri boş zaman yaratabiliriz. 

Bill Gates tam otomasyonu üretim sürecinin tümüne hakim hale getirmenin, kendisinin de parçası olduğu kapitalist sınıfın reddi olduğunun bilincinde ki; makalesi boyunca yapay zekayı mevcut işlerde çalışana yardımcı bir unsur olarak konumlandırıyor. Ona göre yapay zeka beyaz yakalının e-postalarını yazacak, sağlık çalışanını tanı ve tedavi sürecinde hızlandıracak ve verimlilik sağlanacak. 

Açık ki kapitalist sınıfın yapay zeka başlığında ilgilendiği birincil ve ana konu “verimlilik”. Verimlilik bizce uygun olan adıyla “emek üretkenliği” kavramı canlı emeğe belirli bir zaman için ödenen ücretin sabit kalması ama aynı zaman aralığında üretimin artması olarak açıklanabilir. Günün sonunda yapay zeka kapitalist sınıfın elinde basit bir rekabet aracı gibi görünse de onun emekçiler üzerinde yeni baskı, denetim ve sömürü biçimleri de oluşturacağını tahmin edebiliriz. 

Bunların yanında teknolojik gelişmeler bundan bir asır öncesine göre basitçe teknik niteliğini aşıp ideolojik ve siyasal nitelikler de kazanıyor. yapay zeka birçok insanın daha iyi bir gelecek için umudunu bağladığı bir fenomene dönüştü çoktan ya da karanlık bir toplum tasavvuru yapmak da mümkün çokları için. Bill Gates yapay zekayı daha iyi bir geleceğin aracı olarak sunmuş makalesinde  fakat ait olduğu sınıfın asalak varlığını göz önünde bulundurduğumuzda tüm dünyada yükselen yapay zeka trendini basit bir oyalama olarak yorumlamak gerekiyor. Önümüzdeki süreçte patronlar yapay zekadan üretim sürecinde “verimliliği” arttıran bir üretici güç olarak sonuna kadar faydalanacaklardır. Bu sırada biz emekçilere ise Siri, Alexa, ELSA, Google Assitant gibi bir takım oyuncaklar verilerek oyalanmamız isteniyor. Aksine üretici güçlerdeki gelişmeyi daha kısa iş günleri için siyasi bir talebe dönüştürmenin yolları aranmalı.

Diyeceğimiz o ki; yapay zeka çağı başlamadı, bu gördüklerimiz potansiyelin çok çok altında kalıyor. Bir üretici güç olarak yapay zeka kapitalist üretim ilişkisi tarafından tamamen asla ve asla içerilemez, onun tüm potansiyelinden ücretli emeğin olmadığı bir toplumda faydalanılabilir. Üretici birer güç olarak, el-değirmeni feodal beyin, buharlı-değirmen ise sanayi kapitalistinin hakim olduğu bir toplum tarafından içerilmiştir.3 Yapay zeka ise üretim sürecinde tam otomasyona yol aldığımız ücretli emeğin, sömürünün olmadığı komünist bir toplumsal formasyon tarafından içerilebilir. Yapay zeka çağını başlatabilecek, teknolojiyi bir üretici güç olarak insanlığın ortak çıkarı için örgütleyebilecek tek toplumsal güç ise işçi sınıfı ve onu siyasi iktidarıdır.

(EREN ORHAN-SOL/Görüş) 

/././

Avrupa'da yapay zeka önlemi: ChatGPT İtalya'da yasaklandı 

İtalya, yapay zeka robotu ChatGPT'ye erişim engeli uygulayan ilk Batı ülkesi oldu.

Teknoloji şirketi OpenAI'ın geliştirdiği yapay zeka robotu ChatGPT, kullanıcı verilerini depolamaya yönelik mevzuatı ihlal ettiği ve kullanıcıların yaşını doğrulamadığı gerekçesiyle İtalya hükümeti tarafından yasaklandı

İtalyan Veri Koruma Kurumu'ndan yapılan açıklamada, uygulamanın kullanıcı verilerine saygı göstermediği ve kullanıcıların yaşını doğrulayamadığı belirtildi.

Kurum, ayrıca uygulama hakkında soruşturma süreci başlattığını duyurdu.

Öte yandan uygulamada kullanıcı konuşmalarını ve ödeme bilgilerini içeren bir veri ihlali yaşadığı bilgisi verildi.

Şirket, ilgili kararın ihlali durumunda 20 milyon avro ya da yıllık gelirlerinin yüzde 4'ü kadar para cezasına çarptırılacak.

ChatGPT'nin İtalya'da engellenmesi, Avrupa polis teşkilatı Europol'ün suçluların uygulamayı kimlik avından kötü amaçlı yazılımlara kadar dolandırıcılık ve diğer siber suçlar için kullanacakları uyarısında bulunmasının ardından geldi.

ChatGPT, zor soruları net bir şekilde yanıtlayabiliyor, kod, şarkı ya da deneme yazabiliyor, hatta öğrenciler için zor sınavları geçebiliyor.

(SOL)

Gazipaşa plajları betona gömülüyor: '150 dönüm yer kapatan AKP'li' (SOL)+ Sit alanında ölümüne kaçak plaj hırsı! (Yusuf Yavuz-SOL/Özel)

                                          

Gazipaşa plajları betona gömülüyor: '150 dönüm yer kapatan AKP'li'               

Antalya’nın kitle turizminden uzak köşesi Gazipaşa’nın iki ünlü plajını betonlaşmaya açılıyor.

Antalya’nın Gazipaşa ilçesindeki cennet köşelerden Selinus ve doğal havuzlarıyla ünlü Koru plajları betonlaşma tehlikesi altında. Bölgeyle ilgili imar planına Muratpaşa Belediye Başkan Yardımcısı Ferruh Tunç’tan da tepki geldi.

haberimizvar.com'un haberine göre, “Gazipaşa kıyıları betonlaşıyor mu?” diye soran Muratpaşa Belediye Başkan Yardımcısı Ferruh Tunç, Gazipaşa’nın Bıçkıcı, Selinus ve Koru isimli 3 plajından son ikisinin koruma alanı ve turizm bölgesi ilan edilmesiyle başlayan imar plan sürecinin tamamlandığını belirtti. ‘18 uygulaması’ ile arsaların plana uygun hale getirilme çalışması yapıldığını ve bu çalışmanın tamamlanmak üzere olduğunu belirten Tunç "Plan sürecinden, kıyıda büyük ölçekte arsası olmayan her Gazipaşalı habersiz" dedi. Plandan bazı yerel politikacılar ve belediye meclis üyeleri bile habersiz olduğunu da ekledi.

'İktidar partisi kurucu ekibinde yer almış biri 150 dönümü kapatmış'

Plan hazırlanırken, itiraz ve revizyonlar yapılırken, yatırımcılarla görüşülürken, Bakanlık ve Büyükşehir değerlendirme ve onayları alınırken, kararlar askıya çıkarken Gazipaşa halkı başta olmak üzere konunun paydaşlarının fikrinin alınmadığını belirten Ferruh Tunç, İşin bir ilginç yanı yatırımcılar lafı da yanıltıcı burada. Ortada 150 dönümü civarında yer kapatmış, iktidar partisi kurucu ekibinde yer almış, siyasi gücü yüksek, geçmişte belediye seçimlerine belediye mülklerine haciz koydurarak müdahil olmuş, bir büyük yatırımcı var! dedi.

18 uygulamasına tepki

İmar planında neler olduğunu da aktaran Ferruh Tunç, “18 uygulamasına odaklı olduğu için plan hakkında çok genel bilgi verildi. Edinebildiğimiz bilgi kısaca şu: Kıyı kenar çizgisi dahil 100 metre ve halen mevcut 10 metre civarında genişliği olan yol dışında dağ ve kıyı arası arazi 50 dönümden yüksek mülk sahiplerinin (Yeşilyurt İnşaat ve Belediye olarak anlayınız) yüzde seksen, geri kalanı yüzde altmış emsalle ve dört katlı oteller ile dolacak! Dağ eteklerinde denize paralel 15, bu paralel yoldan denize dikine 13’er metrelik yollar var. Çekiş mesafesi 3 metre. Bu dikine yolların kıyı yolu ile buluştuğu yerlerde araç kapasitesi ve ihtiyaç karşılama oranı hakkında yeterli bilgi verilmeyen otoparklar var. Yine büyüklükleri hakkında net bilgi alamadığımız, pek öyle önemli hacimlerde görünmeyen bir miktar yeşil alan ve sanırız tatmin edici ticari alan da var” ifadelerini kullandı.

'En değerli toprak aslan payı için betonla dolduruluyor'

Tunç, "Gazipaşa’nın en değerli kıyı toprağı, bir yatırımcı ile belediyenin bire üç civarı aslan payını almak üzere otel binaları ile dolduruluyor. Bütün alan ölçüm bilgilerinden ve ortalama emsal oranlarından yola çıkarak betonlaşan alan ölçüsüne siz ulaşabilirsiniz.Yatırımcı veya yatırımcıların, daha düşük yoğunluklu fakat nitelikli ve katma değeri yüksek bir turizm planından daha karlı çıkacaklarını, uzmanlardan yararlanarak onlara daha iyi anlatabilmemiz gerekir" diyerek tepkisini sürdürdü.

18 uygulamasının yavaşlatılması ve kentin 'turizm hizmetlileri gettosuna' çevrileceğini söyleyen Tunç bunun önünü alacak bir formülün bulunmasını savundu. Tunç, "Kentin dokusunun bir turizm alt hizmetler gettosu haline dönüşerek bozulması atalarımıza ve çocuklarımıza yapacağımız ciddi bir ihanet olacaktır. Bu kıyılar halkındır. Halkla planlanmalıdır. Elbette çağın gereklerine uygun şekilde talan ve yağmaya varan bir aç gözlüğe kurban edilmeden turizme de açılmalıdır. Siyaset sınıfı ve müteahhit-iş insanı ittifakının pervasızlığına terk edilemeyecek kadar değerli bir yer ve iş hakkında konuşuyoruz” ifadelerini kullandı.

(SOL)

                                                                                     /././

Sit alanında ölümüne kaçak plaj hırsı!  

Antalya’nın önemli doğal miraslarından biri olan falezlerdeki kaçak plaj işletmeleri ölüme davetiye çıkarıyor.

Antalya’nın önemli doğal miraslarından biri olan Falezlerdeki kaçak plaj işletmeleri ölüme davetiye çıkarıyor. Muratpaşa ilçesi sınırlarında bulunan ve doğal sit alanı statüsündeki Bambus Koyu da yıllardır kaçak plaj tartışmalarıyla gündemde. Yıkım kararı alınmasına rağmen bir türlü kaldırılmayan koydaki demir ve beton yığını tepki çekiyor. Çökme ve kaymalar olduğu için trafiğe kapatılan eski Lara yolunun olduğu bölgedeki işgalin önlenmesini isteyen vatandaşlar, izinsiz yapıların kaldırılarak spor sahası olarak ayrılan alanın yeniden yeşil alan haline getirilmesini talep ediyor. 

Antalya’nın Muratpaşa ilçesi sınırlarında bulunan Falezlerdeki izinsiz kullanım baskısının önüne geçilememesi tepki çekiyor. Jeolojik miras niteliğindeki falezler doğal sit alanı olarak koruma altına alınsa da, kaçak uygulamalar yüzünden gerektiği gibi korunamıyor. Denize kıyısındaki kesimi Kesin Korunacak Hassas Alan, karadaki kısmı ise Nitelikli Doğal Koruma Alanı olarak tescil edilen falezlerdeki kıyı kullanımı, yalnızca 2. Derece Doğal Sit Alanına karşılık gelen Nitelikli Doğal Koruma Alanı olan kesiminde mümkün. Bu da koruma amaçlı imar planı hazırlanmasını gerekli kılıyor. Falezleri işgal eden işletmelerin birçoğu plansız ve kaçak olarak korunan alanı kullanmayı sürdürüyor. Bu durum yasaların ihlal edilmesine yol açarken aynı zamanda çökme riski bulunan falezlerin kıyı kesiminde denize girenlerin can güvenliğini de tehdit ediyor. 

Sit alanı işgal kıyılar altında

Yıllardır kentin kronikleşen sorunlarından biri olan bu konu, yaz sezonu öncesinde yeniden gündemde. Vatandaşların ilgili kurumlara yaptığı şikayet başvurularında falezleri işgal eden kaçak yapılar hakkında yıkım kararları alınsa da yıkım işlemlerinin uygulanmaması korunan alan yönetimindeki zaafiyetleri de gözler önüne seriyor. 

Bambus Koyundaki kaçak plaja suç duyurusu

Bunun son örneği Antalya kent merkezinde yer alan ünlü Bambus Koyunda yaşandı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’ne yapılan yazılı başvuruda, Muratpaşa ilçesi Demircikara Mahallesi sınırlarında yer alan ve doğal sit alanı statüsündeki falezlerin kıyı bandında demir merdiven ve plaja iniş yeri yapıldığı belirtildi. Başvuruda, söz konusu alandaki izinsiz uygulamalara ilişkin Antalya 1 Nolu Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu’nun yıkım ve suç duyurusu kararı bulunduğu hatırlatılarak kaçak yapılaşmanın kaldırılması talep edildi. 

Komisyon yıkım kararı

Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu’nun 18 Kasım 2021 tarihli 556 sayılı kararında, söz konusu korunan alandaki izinsiz yapılaşma hakkında şu ifadelere yer veriliyor:

“…Lara Kıyı bandında 13198 ada 1 parselde ve trafiğe kapalı yol üzerindeki izinsiz uygulamalara yönelik 2863 sayılı Kanunun 9. Maddesi ile diğer ilgili hükümleri doğrultusunda suç duyurusunda bulunulmasına, ilgili belediyesince izinsiz uygulamaların kaldırılmasına ve sonucundan komisyonumuza bilgi verilmesine karar verildi.”

Yıkım beklenirken yenileri yapıldı

İlgili yıkım kararına rağmen işlem yapılmaması üzerine yapılan yeni bir başvuruya yanıt veren Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’nün 2 Mart 2023 tarihli yazısında, “24 Şubat 2023 tarihinde yerinde yapılan incelemede, alandaki izinsiz yapıların kaldırılmadığı, yeni imalatların yapılmaya başlandıği görülmüştür” denilerek ilgili belediyeden izinsiz uygulamaların kaldırılması istendi. 

Başkan Uysal: ‘Mahkeme kararı yıkımı durdurdu’

Muratpaşa Belediye Başkanı Ümit Uysal, tartışma konusu olan kaçak yapılarla ilgili yıkım işleminin Mahkeme kararı ile engellendiğini belirtti. Uysal, 21 Mart’ta sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda “Lara kıyı bandında kaçak ve izinsiz yapı ve iskele uygulamalarına yönelik bu hafta belediyemizce gerçekleşecek yıkımlar, mahkeme kararı ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü görüşleriyle durdurulmuştur. Kamuoyunun bilgisine sunulur” ifadelerini kullandı. 

İki meclis üyesi ve oda başkanına ait

Bölgede yaşayan vatandaşların iddiasına göre izinsiz uygulamaları yapanlar arasında Muratpaşa Belediyesi’nde meclis üyesi olarak görev yapan siyasiler ile mimarlar odası başkanı da yer alıyor. Bununla ilgili iddialar daha önce de gündeme gelmiş, iki meclis üyesi ile oda başkanının ortak olduğu öne sürülen otelin korunan alanda kaçak kullanım yaptığı kaydedilmişti. İgili kurumların izinsiz uygulamaları kaldırmak konusunda isteksiz davrandığını öne süren vatandaşlar, konununun birçok kez basında yer almasına ve kent gündeminde tartışılmasına rağmen çözümsüz kalmasına tepkili. 

Spor sahası olarak ayrılmıştı

Konuyu takip eden vatandaşlardan biri olan Ali Atmaca, şu iddiaları dile getirdi:

Konu birçok gazete ve televizyonda çıkmasına rağmen çözülmedi. Çünkü yapanlar siyasetin içinde. 13198 ada semt spor sahası olarak ayrılan bir sit alanı. Plaj inşaatı başlar başlamaz Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğüne dilekçe verdim. Durdurma kararı çıktı ama dinlemediler devam ettiler. Yapanlar içeriden olunca Muratpaşa Belediyesi bile bile göz yumdu. Kararı bizzat elimle Zabıta ve Başkan Yardımcısına götürdüm, yine takan olmadı. Sonra plaj inşaatı bitti.

Halk yeşil alan kalmasını istiyor

Yaptıkları şikayet başvurularının ardından yıkım kararı çıkıp mühürlenmesine rağmen kaçak plajın yıkılmadığını dile getiren Atmaca, söz konusu kıyı alanını yol çöktüğü gerekçesiyle 20 yıldır trafiğe kapalı olduğuna işaret ederek şunları söyledi:

Bu alan çökme tehlikesinden dolayı trafiğe kapalı ama altında resturant ve plaj var. İki ay önce yine çökmeler oldu, sonuç yok. Sonunda illa ki birilerinin ölmesini bekliyorlar sanırım. Biz oranın yeşil alan olarak kalmasını istiyoruz. Otel bu alanın 1000 metrekaresini restoran ve kafe olarak kullanıyor.”

'İstanbul'da çöken restoran gibi olmasın'

Tehlikeye davetiye çıkarılan bölgede 3-4 yıl önce de çökmeler meydana geldiğini söyleyen Ali Atmaca, trafiğe kapalı olmasına rağmen bu alanın otopark olarak kullanıldığına işaret ederek, “Nereden baksanız 20-30 tane araç var. Bu da yaklaşık 30 ton yük demek. Buranın da İstanbul’da çöken restoran gibi olmasından endişe ediyoruz” dedi. 

Komisyon yeniden görüşecek

Konuyla ilgili bilgisine başvurduğumuz Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı kaynakları, yıkım kararı bulunan işletmeler ile kurum arasında alanın kullanımı için ihale yapıldığını, bu nedenle konunun yeniden komisyon gündemine alındığını belirtiyor. Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu, kıyı bandındaki kaçak yapılarla ilgili yeni gündemle toplanacak. 

Bir işletme hariç hepsi kaçak

Edinilen bilgiye göre korunan alan statüsündeki Falezlerdeki plaj işletmelerinin büyük kısmı kaçak konumunda. Koruma amaçlı imar planı hazırlayarak plaj işletmesini yasal statüye kavuşturan yalnızca bir otel işletmesi olduğu belirtiliyor. Falezlerin bütüncül olarak Koruma Amaçlı İmar Planına sahip olmaması izinsiz ve kaçak yapılaşmaya davetiye çıkarıyor. 

Oluşan çatlaklar dolduruluyor

Trafiğe kapatılan alanda yaya olarak dolaşmanın bile tehlikeli olduğuna dikkat çeken vatandaşlar, falezlerdeki kayma ve çökmeler nedeniyle oluşan çatlakların iş makineleri kullanılarak moloz ve mıcırlarla doldurulduğunu belirtiyor. 

Falezler Akdeniz foklarının da yuvası

Jeopark özelliği taşıyan Antalya Falezleri, hem karasal hem de denizsel biyoçeşitlilik açısından oldukça önemli. Dünyada yalnızca 700 civarında, Türkiye’de ise yaklaşık 100 bireyi kaldığı belirtilen nesli tehlike altındaki Akdeniz foku (Monachus monachus) da Antalya Falezlerinde yaşayan türler arasında. Falezlerdeki deniz mağaralarını yuva olarak kullanan Akdeniz fokları, son yıllarda bu alanlardaki insan baskısının artması nedeniyle  varlığı en fazla tehdit altında bulunan deniz memelisi olarak biliniyor. Son 10 yılda yalnızca Antalya ken merkezindeki falezler çevresinde 4 yavru Akdeniz foku ölümü kaydedildi. 2012-2023 arasında Antalya ili genelinde bilinen Akdeniz foku ölümü sayısı ise olarak kayıtlara geçti.

Bakanlık 2016’da tebliğ yayınladı

13 Ağustos 2016 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren ‘Su Ürünleri Avcılığı Tebliği’, “Akdeniz Fokunun yaşadıkları sualtı veya su üstü girişli kıyı mağaralarında ışık kullanmak, her türlü vasıta ile dalış yapmak, yüzerek veya herhangi bir deniz vasıtasıyla girmek, mağara girişlerinde beklemek, demirlemek yasaktır” hükmünü getirmişti. 

Antalya'nın en eski sakinlerinden

Ancak denetimsizlik ve insan baskısı türün varlığını tehdit etmeye devam ediyor. Antalya, dünyada az sayıda kalan Akdeniz foklarının son sığınaklarından biri. Kent kıyılarını kullanan en eski sakinlerinden olan bu sevimli türün varlığı, kentlilerin ve yöneticilerin atacağı adımlara bağlı. Yasa ve yönetmelikler usül ve esasları belirlese de türleri koruyan en önemli etkenletin başında, aynı coğrafyayı kullanan insanların bilinci ve farkındalığı geliyor.

(Yusuf Yavuz-SOL/Özel) 

1 Nisan 2023 Cumartesi

Foça Bağarası’da zeytincilik bitmek üzere - Ramis SAĞLAM/ Evrensel-İzmir

 

                                                                                                                                        Fotoğraf: DHA

Foça Bağarası’da zeytin üreticiliği yapan köylüler birçok sıkıntıyla karşı karşıya. Artan maliyetler karşısında destek alamadıklarını ifade eden köylüler, kuraklıktan da şikayetçi.

Hükümetin yeterli desteği vermediği köylü, her geçen gün tarımdan uzaklaşıyor. Özellikle mazot fiyatlarındaki artış, gübre maliyeti başta olmak üzere işçilikteki yüzde 200’lere varan artış zeytin üreticisini bitirme noktasına getirdi.  

İzmir Foça Bağarası’da zeytin üreticiliği yapan köylüler de birçok sıkıntıyla karşı karşıya.  Artan maliyetler karşısında destek alamadıklarını ifade eden köylüler, kuraklıktan da şikayetçi. Zeytin üreticisi köylüler ve 400 çiftçiye tarım danışmanlığı yapan Yüksek Ziraat Mühendisi Hatip Altekin ile tarımdaki sorunları konuştuk.

                              Zeytin üreticisi Alper Karaca | Fotoğraf: Ramis Sağlam/Evrensel

"ARITMA SUYU TARIMA KAZANDIRILMALI"

Bağarası’da iki kuşaktır zeytin üreticiliği yapan Alper Karaca, bölgede yedi aydır yağmayan yağmurun rekolteyi düşürdüğünü söyledi. Sulamanın çok büyük bir sorun olduğunu ifade eden Karaca, “Bu sorunun acilen çözülmesi gerekiyor. Foça’da, Yeni Foça’da ve İzmir Çiğli’de arıtma tesisleri var. Buralarda arıtılan suların tarıma kazandırılmasını istiyoruz. Bağarası’da var olan bir gölete yenilerinin eklenmesi gerekiyor. Kocamehmetler köyü çevresine bir gölet daha yapılmasını talep ediyoruz. Bu gölet hem orman yangınlarında hem de tarım sulamasında kullanıma açılmalıdır” dedi.

Maliyetler yüksek olduğu için devletten destek beklediklerini dile getiren Karaca, “Vahşi sulama yapmak istemiyoruz. Yer altı sulama sistemi yüksek maliyetli. Bu maliyetler için devletten destek bekliyoruz” diye ekledi.

"MALİYET ARTIŞINA GÜCÜMÜZ YETMİYOR"

Aile tarımı yaptıklarını belirten İbrahim Yüksektepe, girdi maliyetlerinin artmasından dolayı zeytin ağacının bakımı başta olmak üzere üreticiliğin gittikçe zorlaştığını söyledi. Yüksektepe, zeytin yağında perakende fiyat 100 lira olmasına rağmen, fabrikada 90 liradan aşağı çekilerek şu anda 65-70 liraya gerilediği bilgisini verdi.

“Bu fiyatların biz zeytin üreticilerini tatmin etmesi mümkün değil. Çünkü girdi maliyetlerimiz enflasyondan dolayı çok fazla artış gösterdi. Elle toplandığı için100 lira olan işçi yevmiyesi 200-250 lira oldu. Budama işçisinin geçen yılki yevmiyesi 250 lira iken bu yıl 500 lira oldu. Kullandığımız gübre yüzde 100 ila 150 zam görürken, tarımsal ilaca yüzde 200 zam geldi. Geçen yıl 20 litre aldığımız amino asit 2 bin liraydı, bu yıl 4 bin lira oldu. 20 kiloluk fosfor gübresi geçen yıl bin 500 liradan 2 bin liraya çıktı” diyen Yüksektepe, artan maliyetlere dikkat çekti.

Tarım ilaçlarının büyük bir bölümünün yurt dışından geldiğini söyleyen Yüksektepe, “Bir depo ilaç atmaya kalktığımızda 3 bin 500 ile 4 bin lira arasında ilaç masrafımız oluyor. Zararlılarla mücadelede bir sezonda 4-5 kez uygulamak zorundayız. Mazot deseniz öyle. Girdi maliyetlerinin artmasından dolayı çok fazla bir kazancımız kalmıyor. Zeytin bir yıl yapıp, diğer yıl yapmadığı için biz bir yıllık kazancımızı iki yıla bölüyoruz. 2023 yılı da yok yılı olduğu için bu yıl mahsul alamayacağız. Bu da bizi mutlu etmiyor” diye konuştu.

                                  Yüksek Ziraat Mühendisi Hatip Altekin | Fotoğraf: Ramis Sağlam/Evrensel

"ZEYTİNYAĞI SATIŞI MALİYETİNİ KARŞILAMIYOR"

Bölgedeki 400 çiftçiye tarım danışmanlığı yapan Yüksek Ziraat Mühendisi Hatip Altekin, bahçesine gittiği her çiftçinin isyan ettiğini söyledi. Emeğinin karşılığını alamayan çiftçinin göç etmeye başladığını da belirten Altekin, “Ürettiği ürünün karşılığını alamayan çiftçi ilk önce tarlasından, sonra evinden en son da köyünden çıkıp şehre göç ediyor. Bölgede tarımla uğraşan genç sayısı yok denecek kadar azaldı. Tarımsal üretim her yıl daha çok düşüyor. Daha önce dünyaya tarımsal ürünleri ihraç ederken bugün diğer ülkelerden tarımsal ürün ithal ediyoruz. Çiftçiyle verimi yükseltmek için çaba sarf ediyorum. Fakat maliyetler yükseldiği için çiftçi, ‘Benim gelirim ne ki gübre atayım, sulama yapayım’ diyor. Çiftçinin kazancı maliyetini karşılamıyor. Çiftçi başa baş durumuna bile şükredecek durumda. Zeytin üreticisi 80 liraya zeytinyağını satarken, maliyetini bile karşılamıyor” dedi.

80 KURUŞLUK DESTEK ÇOK YETERSİZ

Tarımın içindeki sorunun giderilebilmesi için oluşan fiyat farkının devletin karşılaması gerektiğini vurgulayan Altekin, “Bugün devletin zeytinyağına desteği 80 kuruş, Avrupa’da ise bu destek 1.30 cent yani 30-40 lira. Çiftçi, 1 ton zeytinyağı sattığında ancak 800 lira destek alacağından, ürünün müstahsil makbuzunu kesip, ilçe tarıma götürüp bu parayı almaya bile gitmiyor. Çünkü gidiş geliş masrafını bile karşılamıyor. Bunun için yapılması gereken desteklemenin yükseltilmesi gerekiyor. Çiftçi tarımı bırakıyor, bunu anlamamız gerekiyor. Çiftçiye sadece budama ve düzgün gübre eğitimi vererek iş bitmiyor. İşin aslı tüm sorun merkezi hükümetin çözüm bulmamasında bitiyor. Üretim yapan çiftçi emeğinin karşılığını alamadığı için tarımı bırakıyor” dedi. 

ZEYTİN ÇALIŞTAYI HAZIRLIĞI

Foça’da zeytin üreticiliği yapan çiftçiler, sorunlarını ortaklaştırıp çözüm yolları bulmak için “zeytin çalıştayı” yapmaya hazırlanıyor. Tarımda yaşadıkları sorunların hem yerel yönetimden hem de merkezi hükümetten kaynaklandığını belirten üreticiler, acil taleplerini şöyle sıraladı:

  • - Tarımsal sulamada kolaylıklar sağlanarak vadilerde gölet oluşturulmalı
  • - Arıtılan atık sular tarıma tekrar kazandırılmalı 
  • - Yerel yönetim ve merkezi hükümet acil önlem almalı  
  • - Acil destek rakamları yükseltilmeli
  • - Köyden şehre göç nedenleri ortadan kaldırılmalı
  • Ramis SAĞLAM/ Evrensel-İzmir

 







Tüm ülke iflas bayrağı çekti - Mustafa Bildircin / BİRGÜN

 

İcra ve İflas Daireleri’ndeki dosya sayısında yıllar itibarıyla yaşanan artış ekonomik krizin yarattığı sonuca ayna tuttu. 2015’te 26 milyon 177 bin 169 olan dosya sayısı 2022’nin sonunda yüzde 27 arttı.


Adalet Bakanlığı'nın icra ve iflas dairelerine yönelik verileri, Türkiye’de giderek derinleşen ekonomik krizin etkilerini bir kez daha gözler önüne serdi. 2022 yılında icra ve iflas dairelerindeki dosya sayısının önceki yıllardan devredenlerle birlikte toplam 33 milyon 275 bin 632’ye ulaştığı öğrenildi. İcra ve iflas dosya sayısında 2015-2022 döneminde yaşanan artış ise yüzde 27 oldu.

Adalet Bakanlığı’nca 2022 yılına ilişkin yayımlanan istatistikler, adliyelerin milyonlarca icra ve iflas dosyasıyla dolduğunu ortaya koydu. İcra ve iflas dosyalarında yıllar itibarıyla yaşanan artış da dikkati çekti.

tum-ulke-iflas-bayragi-cekti-1145231-1.

ON MİLYONLARCA DOSYA İCRADA BEKLİYOR

İcra ve iflas dairelerine yönelik verilere göre, 2022 yılında 9 milyon 46 bin 245 yeni icra ve iflas dosyası açıldı. 2022 yılı içinde açılan yeni dosyalar ile birlikte dairelerdeki toplam icra ve iflas dosyası sayısı 33 milyonu aştı.

İcra ve iflas dairelerindeki dosyaların türleri de adalet istatistiklerinde paylaşıldı. Buna göre, 2022 yılındaki icra ve iflas dosyalarının 3 milyon 251 bin 54 binini mahkeme kararı bulunan (ilamlı takip) dosyalar, 27 milyon 934 bin 701’ini ise mahkeme kararı bulunmayan (ilamsız takip) dosyalar oluşturdu.

İcra ve iflas dairelerindeki dosya sayısındaki artış da dosyaların görülme süresinin bin günü aşmasına yol açtı. Buna göre, 2015 yılında 742 gün, 2016 yılında 833 gün, 2017 yılında ise 892 gün olan dosyaların ortalama görülme süresi, 2018-2022 döneminde şöyle:

•2018: 883
•2019: 936
•2020: Bin 298
•2021: Bin 69
•2022: Bin 37

***

ZORUNLU YASA DEĞİŞİKLİĞİ

Ödenemeyen borçlar nedeniyle haciz işlemlerinin artması da çeşitli mağduriyetlere yol açtı. Borçtan dolayı evlerin ortak kullanımındaki eşyalara kadar uzayan haciz işlemleri iktidarı yasa değiştirmeye mecbur bıraktı. Yapılan son değişiklikle kişisel eşyalar ile ailenin ortak kullandığı ev eşyalarının haczedilmesi önlendi. Borçtan daha fazla değeri olan eşyanın haczedilmesinin yanı sıra buzdolabı, çamaşır makinesi, yatak gibi ev eşyaların haczi yasaklandı.

Mustafa Bildircin / BİRGÜN

Bilirkişi, kumsaldaki rezidans için 'Kamu yararı yoktur' dedi + Ayvalık sahilindeki rezidans inşaatının bitimine yakın bilirkişi keşfi (SOL)


Bilirkişi, kumsaldaki rezidans için 'Kamu yararı yoktur' dedi

Altınova kumsalında inşaatı devam eden rezidansa ilişkin davada sunulan bilirkişi raporunda, yapı ruhsatının kamu yararına uygun olmadığı kanaatine varıldı.

Balıkesir'in Ayvalık ilçesi Altınova sahilinde, denize 10-15 metre mesafeye dek yaklaşan 20 metre yüksekliğindeki 5 katlı rezidans inşaatı, Altınova halkı ve yaşam savunucularının itirazlarına karşın yükselmeye devam ediyordu.

İnşaat projesi bitmeye yaklaşırken, Altınovalılar tarafından projeye ilişkin açılan iptal davası kapsamında, Şubat ayı sonunda bölgede bilirkişi keşfi gerçekleşmişti.

Davada sunulan bilirkişi raporunda; Ayvalık Belediye Başkanlığınca verilen yapı ruhsatının şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararına uygun olmadığı kanaatine varıldı.

Bilirkişi raporunun ardından TMMOB Mimarlar Odası Şubesi, Ayvalık Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Girişimi ve Altınova Koruma Girişimi tarafından ortak açıklama yapıldı:


                                                           /././

Ayvalık sahilindeki rezidans inşaatının bitimine yakın bilirkişi keşfi 

Ayvalık Altınova Mahallesi'nde denize 20 metre mesafedeki alanda başlatılan inşaat projesi bitmeye yaklaşırken açılan dava kapsamında bilirkişi incelemesi yapıldı.

Balıkesir'in Ayvalık ilçesi Altınova sahilinde, denize 10-15 metre mesafeye dek yaklaşan 20 metre yüksekliğindeki 5 katlı rezidans inşaatı, Altınova halkı ve yaşam savunucularının itirazlarına karşın yükselmeye devam ediyor.

Rezidans inşaatı, Ayvalık Belediyesi’nin 15 Ekim tarihine kadar süren inşaat yasağı kararına rağmen yaz aylarında da devam etmişti.

BirGün'den Büşra Çetinkaya'nın haberine göre, Altınovalılar tarafından projeye ilişkin açılan iptal davası kapsamında, bugün bölgede bilirkişi keşfi gerçekleşti.

Bilirkişi heyetini karşılayan Ayvalık Koruma Girişimi Derneği Yürütme Kurulu Üyesi Ayşe Kural, "Bu inşaatla ilgili yaklaşık 1 yıldır mücadele ediyoruz. Çevre ve doğa mücadelemizi sürdürüyoruz. Bu mücadele kapsamında açmış olduğumuz davanın bilirkişi keşif aşamasındayız. Bugün bunun için toplandık. Kıyı ve kıyı kenar çizgisi arasında kalan bu alanda 5 katlı, beşi de birbirine yapışık, 20 metre yüksekliğinde, çok katlı beton yapının ruhsatının iptaline yönelik açtığımız dava, keşif aşamasıyla devam ediyor" dedi.

Bilirkişi heyetinin bilimin sorumluluğunda karar vermesini talep eden Ayvalık Koruma Girişimi Derneği Üyesi Avukat Tuba Aysun Türközen, "Her şey ortada. Aslında keşfedilecek bir şeyin olmadığını düşünüyorum. Yakın zamanda çok ciddi bir deprem yaşadı bu ülke. Bu bölgede jeolojik sorumluluğa dahil. Diliyorum ki böyle bir şey yaşanmadan bu inşaat son bulur" diyerek Altınovalılara şöyle seslendi: 

"Burhaniye Belediyesi ve Edremit Belediyesi örnekleri var. Zeminde sıkıntı olduğunu tespit ettikleri bölgelerde ruhsat iptaline ya da yürütmeyi durdurma kararına gitmişler. Benzer kararı, jeolojik anlamda sıvılaşma olduğunu bildiğimiz bu etüt çalışmalarını Ayvalık Belediyesi de yapsın. Bu kararı Ayvalık Belediye Meclisi de alsın, talep ediyoruz."

'Bilim ve tekniğe yıllardır uzağız'

Kumsala inşa edilen binaların doğaya çok ciddi zarar verdiğini belirten Balıkesir Mimarlar Odası Başkanı E. Betül Gemalmaz Dikici Türkiye’nin deprem ülkesi olduğunu vurgulayarak, "Bu süreç bizi ürkütüyor 6 Şubat'ta Maraş'ta yaşanan depremlerden sonra. Maraş'ta doğal kıyılarımıza, tarlalarımıza, elma bahçelerimize, sit alanlarımıza, zeytinliklerimize yapılan binaların tamamı yıkıldı. 17 Ağustos Marmara depremini yaşamış biri olarak doğanın intikamını aldığını gördüm. Ülkemiz deprem ülkesi. Yer seçimlerimiz, imar planlarımız, binalarımızın yapım şekli, taşıyıcı sistemlerimiz çok önemli. Ne yazık ki bilim ve tekniğe yıllardır uzak kaldık. 20 yıldır bu süreç bizi bu hale getirdi. Bugün Altınova'daki bu devasa sur duvarı gibi ya da kale duvarı gibi duran beton kitleyi burada görmek bizi kahrediyor. Neden bunu yaptıklarını soruyoruz. Ruhsat Nisan'da verilmiş Mayıs ayından beri mücadele ediyoruz. Altınova sakinleriyle farkındalık ve kamuoyu oluşturduk ve ruhsatın iptaline yönelik dava açtık. Umarım bilirkişi heyeti bilim ve tekniğin ışığında incelemesini yapar. Kumsallarımıza dokundular, kumsalın içine bina yaptılar" diye konuştu.

(SOL)


Silikon Vadisi’nde neler oluyor? - Erhan Nalçacı / SOL

 Silikon Vadisi şu anda büzülüyor diye çöktüğü anlamına gelmiyor ama işler eskisi gibi değil.

San Francisco’nun güneyinde körfeze ve altındaki vadiye yayılarak Silikon Vadisi ismini alan yüksek teknoloji ve yazılım alanındaki tekellerin ve onların etrafında şekillenen daha küçük şirketlerin yerleşimi görülüyor.

Silikon Vadisi bu sefer işten çıkarmalar ve Banka iflası ile gündeme geldi. Yazının izin verdiği kadar bakmaya çalışalım.

Emperyalizm kuramı çoğu kez basitçe kavranır ve başat emperyalist devletin askeri gücü, deniz aşırı donanması ve sınırlar ötesi mali sermayesinin olanaklarına indirgenir. 

Oysa emperyalizmin başat ülkesi büyük bir üretim gücüne sahip olmalıdır.

Savaştan sonra emperyalist düzenin patronu haline gelecek ABD’de 2. Dünya Savaşı esnasında günde bir savaş gemisi üretildiğini biliyoruz. Savaşın sonunda kayıplara rağmen ABD’nin elinde 60 uçak gemisi bulunuyordu. 1941-44 arasında Japonya 60 bin kadar hava aracı üretirken, ABD’nin bu dönemde ürettikleri 260 bini geçmişti.

Ancak emperyalizmin başat ülkesi olmak için dünya sanayi üretimine büyük bir yüzde ile katkı yapmak yeterli değildir, dünya kapitalizminin tıkandığı zamanlarda bu tıkanıklığı aşmak için de öncü rol oynamalıdır. Bu görev sadece karşı-devrimci pozisyonla açıklanmaz aynı zamanda üretici güçlerde bir açılım yapmasını da kapsar. Ancak böylece sisteme dâhil olan tekeller yeni pazar olanaklarına kavuşurlar ve kâr oranları koruyabilirler. 

Bilim ve teknolojik üstünlüğe dayalı üretimdeki bu açılım aynı zamanda ideolojik bir kılıfla da sarılmalıdır.

Silikon Vadisi süreci yukarıda tanımlanan olguya çok iyi bir örnek oluşturuyor. 1970’lerde kâr oranlarının azalmasıyla giden kapitalizmin krizinin hafifletilmesinde Silikon Vadisi önemli bir rol oynadı. 

Kaliforniya’da zaten ABD askeri endüstrisi 1950’lerden sonra gelişmişti. Stanford Üniversitesi ile bölgeye yerleşen teknoloji şirketleri arasında bugün kafamıza sürekli vurulan “Üniversite-Sanayi işbirliği” diye adlandırılan süreç çalışıyordu. Üretici güçlerde önemli bir sıçrama yaratan transistör bu bölgede icat edildi, yarı iletken olarak germanyum burada kullanıldı. Sonra kimyasal olarak işlenmiş silikonun yarı iletkenlerdeki rolü yine burada gösterildi.

İlk defa Silikon Vadisi terimi 1970’de kullanıldı.

1980’lerde kişisel bilgisayarların ve lazer yazıcıların üretilmesi inanılmaz bir pazar olanağı yarattı. 1990’da ise internet bütün dünyaya buradan yayıldı.

Sovyetler Birliği’nin çözülüşüne yol açan karşı-devrimin yanı sıra kapitalizmin pazara sunduğu meta çeşitliliğini artıran ve sistemin çöküşünü erteleyen sıçramanın rolünü tarihçiler göz önünde bulunduracaklardır. 

Üretici güçlerdeki bu gelişme ideolojik bir kılıfla dünyaya sunuldu. Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden sonra dünya küreselleşiyor ve bir bilgi toplumu doğuyordu. Silikon Vadisi’ndeki teknoloji şirketlerinin sloganı “tüm insanların özgürce bilgiye ulaşması”ydı.

Bu nedenlerle Silikon Vadisi’nde yaşanan olaylar sıradanlaşmış bir iktisadi kriz olarak görülemez, daha geniş bir pencereden bakmayı gerekli kılıyor.

Bir süre önce Burçak Özoğlu Silikon Vadisi tekelleri başta olmak üzere bu sektördeki işten çıkarmaların 200 bin kişiyi bulduğunu yazmıştı. Yüksek maaşlı, hiç de kendilerini işçi olarak görmeyen ve yeni buluşlarla patronlarına büyük kârlar sağlayan bu emekçiler bir e-posta mesajı ile kapı dışarı edildiler. Başta IBM, Google, Twitter, Meta, Mikrosoft olmak üzere işten çıkarmalar devam ediyor. ABD’de tüm sektörler içinde en fazla istihdam kaybına uğrayan sektör bu alan oldu.

Piyasanın daralması, ekonomik kriz korkusu, risklerden kaçınma, ne derseniz, geçen yüzyılın sonundan itibaren hepimizin yaşamına girerek acımasız düzene dayanak oluşturmuş bu tekeller maliyetlerini hızla azaltmanın yoluna bakıyorlar. Eh, maliyetin başlıcası bu alandaki satın alınmış emek gücü.

Bu sürece bir de Silikon Vadisi’ndeki yan ürün üreten şirketlere kredi veren Silikon Vadisi Bankası’nın bir anda çökmesi ilave oldu. Bankayı kendi ürünleri olan internet vurdu, panik twitter’dan yayıldı ve mudiler hiç kuyruğa filan girmeden internet bankacılığı ile milyarlarca doları bir gecede çektiler.

Tabi ki kriz daha derindeydi, sorun üretime dönüşmeyen ve her an patlaması beklenen balonlaşmış mali araçlara karşı ABD Merkez Bankası’nın faiz yükseltmesi ve bu duruma bankanın uyum sağlayamamasıydı.

Silikon Vadisi şu anda büzülüyor diye çöktüğü anlamına gelmiyor ama işler eskisi gibi değil.

Piyasa daralıyor, daha önce olduğu gibi ABD yeni bir atılımı gerçekleştiremiyor. Çin’in 5G açılımını nasıl engelleyeceklerini bilemediler örneğin.

Teknoloji ve internet tekellerine dünyada rakipler çıkıyor.

Silikon Vadisi’ndeki işçiler ise ABD’nin birçok yerinde olduğu gibi örgütleniyor ve sendikalaşıyorlar. Özellikle büyük şirketlerin taşeron firmalara ittiği işçiler.

                                                    Silikon Vadisi işçileri örgütleniyor.

Kaliforniya Üniversitelerinde ise güvencesiz çalışan, maaşlarının neredeyse tamamını ev kirasına veren akademisyenler çok hızlı bir örgütlenme içindeler.

Dünya eskisi gibi değil, emekçi sınıflar 1990’lardaki gibi algılamıyorlar dünyayı.

Küreselleşme dedikleri şey önce emekçilerin ağır şekilde ezilmesine, sonra emperyalist rekabete gitti ve şimdi bir emperyalist paylaşım savaşına vardı. 

Herkesin bilgiye ulaşma özgürlüğü ise tekellerce ve onların devletleri tarafından hepimizin her dakika gözlendiği bir “Big Brother” ile sonuçlandı.

Erhan Nalçacı / SOL